Meksika’da lityum madenlerinin kamulaştırılmasına karar veren düzenleme meclisten geçti. Ülke yenilenebilir enerji dönüşümüne hazırlanıyor.
Meksika Devlet Başkanı Andrés Manuel López Obrador, ülkenin enerji kaynaklarının kontrolünü geri almak üzere bir enerji reformu gerçekleştirme hazırlığında. Enerji kaynaklarını kamulaştırmak, yani şirketlerden geri alınan hakları kamuya devretmek isteyen Obrador ülke doğal kaynaklarının ve bilhassa da yenilenebilir enerji dönüşümünde çok önemli bir yere sahip olan lityum madeninin “ulusun malı olarak kalması” amacıyla yasal düzenlemeler getirdi.
Günümüzde neredeyse tüm elektrikli taşıtların bataryalarında lityum kullanılıyor. Hatta küresel lityum üretiminin yaklaşık yarısı elektrik taşıtların ihtiyacını karşılamak üzere sürdürülüyor.
Lopez Obrador’dan önce sosyalist lider Evo Morales de kendi ülkesi Bolivya’da bir lityum atılımı başlatıp, lityum başta olmak üzere tüm doğal kaynakları çokuluslu şirketlerin ellerinden geri almak istemişti. Morales’in birkaç aşamadan oluşan planı, lityum kullanılan pillerin de Bolivya’da üretilmeye başlanması için tesisler kurmayı da içeriyordu. Yani Bolivya’yı kaynakları sömürülen bir ülke olmaktan çıkarıp sanayi atılımı başlatan bir ülkeye dönüştürmeyi hedeflemiş, ancak bu atılım için gereken yatırım desteğini bulamamıştı.
Meksika’nın da şimdi aynı yola girdiği anlaşılıyor. Başkan Andres Manuel Lopez Obrador tarafından sunulan madencilik yasası reformu, metalin işletilmesini özel şirketlerin katılımı olmaksızın bir devlet şirketinin eline bıraktı.
Obrador gazetecilere verdiği demeçte, şirketlere lityum araştırmaları için halihazırda verilmiş olan sekiz imtiyazın gözden geçirileceğini aktardı.
2018'de Meksika'nın neoliberal modelini elden geçirme sözüyle seçilen Lopez Obrador, "Teknolojiyi geliştirecek veya elde edeceğiz, ancak kesin olan bir şey var; lityum bizimdir" dedi.
Lopez Obrador'un sözcüsü Jesus Ramirez ise "Lityum devletin münhasır mülküdür ve halkın yararına kullanılmalıdır,” diyordu; “Kaynaklarımız artık güvende olacak ve böylece enerji geçişini başlatabileceğiz."
Lityum, elektrikli otomobillerin sayısını artıracak bir maden olsa da işlenebilmesi için aşırı miktarda su kullanımı gerektiren ve olağanüstü miktarlarda asit kullanılan bir maden. Tuz açısından zengin kurak arazilerde bulunduğu için de yoğun su ve asit kullanımı sonucunda çıkarıldığı bölgeyi çevresel bir yıkıma uğratabiliyor. Fakat bu, lityum madenciliğinin en düşük maliyetli yöntemi. Daha masraflı olan bir diğer yöntemde ise kayalardan çıkarılabiliyor. Sonuç olarak, çıkarıldığı kurak bölgelerde yerli halkların haklı tepkileri ve protestolarına neden olan lityum madeni bir yandan yenilenebilir enerji dönüşümünü hızlandırabilecek gücü sağlarken, diğer taraftan bölgesel ölçekli ekolojik yıkımları da beraberinde getiriyor. Dolayısıyla küresel enerji dönüşümündeki yerinin tekrar değerlendirilmesi gerekir.
Yazar Jonathan Neale, Marksist.org üzerinden ücretsiz dijital versiyonunu indirip okuyabileceğiniz Söndür Ateşi adlı kitabında bu bataryaların lityumdan üretilmesinin şart olmadığını anlatıyor: “Sony’nin 1991’de geliştirdiği ticari lityum iyon pillerden önce de, hatta neredeyse bir asırdır kullanılmakta olan bazı otomobil bataryaları mevcuttu. Pek çok üniversitede deneyler yürütmekte olan araştırmacılar alternatif pil üretiminde kullanılabilecek diğer malzemeleri denemeye devam ediyorlar. . . Ocak 2020’de Amerika Birleşik Devletleri Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS), pil anotlarında kullanılmak üzere lityumun yerini alabilecek metallerin bir listesini paylaştı; kalsiyum, magnezyum, cıva ve çinko.”
Ancak lityum, diğer malzemelere nazaran çok daha uzun ömürlü ve daha hafif piller üretmek anlamına geliyor, dolayısıyla maliyetler açısından da avantaj doğuruyor – ki zaten tercih edilmesinin sebebi de bu.
Zengin lityum rezervleri nedeniyle ‘Lityum Üçgeni’ olarak bilinen Arjantin, Şili ve Bolivya sırasıyla; 19 milyon, 9,8 milyon ve 21 milyon ton lityum rezervlerine sahip. Meksika’da ise 1,7 milyon ton lityum rezervi bulunuyor. Buna rağmen, Amerika Birleşik Devletleri Jeoloji Araştırmaları Kurumu’nun (United States Geological Survey) yaptığı değerlendirmelere göre, Meksika’nın lityum rezervleri, onu dünyanın en iyi üreticileri arasında konumlandırabilir.
İsrail sınır polisi, işgal altındaki Doğu Kudüs’te geçtiğimiz Pazar günü ibadet etmekte olan Filistinlilere ikinci kez saldırdı. Bir önceki Cuma günü yine Mescid-i Aksa’ya sabah namazı sırasında saldırmış olan İsrail güçleri 300 kadar Filistinliyi tutuklamış, yaralılara ulaşmaya çalışan ambulansların ve sağlık görevlilerinin camiye ulaşmasını engellemişti. Pazar günü gerçekleşen saldırıda ise Filistinlileri caminin içinden çıkarmak için biber gazı ve plastik mermiler kullandıkları, en az 158 kişinin yaralandığı aktarılıyor.
İsrail 1967'de Kudüs'ün doğusunu işgal etti. Daha sonra şehrin tamamını başkent ilan etmesine rağmen, orada yaşayan Filistinlilerin tam vatandaşlık haklarını reddediyor.
Doğu Kudüs'te geçen Nisan ayında, Filistinlilere yönelik saldırılar karşısında kitlesel bir ayaklanma yaşanmış, İsrail polisleri, Şeyh Cerrah semtinde Filistinli ailelerin tahliyesine direnen protestoculara sert müdahalede bulunmuştu. Ardından Filistinlilerin Mescid-i Aksa'ya ulaşmalarını engellemeye çalıştılar.
Yüzlerce Filistinlinin Siyonist işgal güçleri tarafından saldırıya uğraması, vurulmaları ve ibadet etmelerine engel olunması üzerine, Çarşamba günü, İsrail’in saldırılarını protesto etmek ve Filistin direnişini desteklemek amacıyla New York’taki İsrail konsolosluğu önünde bir eylem gerçekleştirildi. Eyleme katılan protestocular İsrail güvenlik güçlerinin Tapınak Dağı'ndaki ayaklanmaları bastırma operasyonlarını kınadı, intifadayı küreselleştirme çağrısı yapıldı ve “Tek bir çözüm var, İntifada, devrim" sloganları atıldı.
Yapılan basın açıklamasında “Filistin kurtulmadan Siyahların kurtuluşu diye bir şey olmayacak” deniyor, İsrail'in Filistinlilere uyguladığı baskıya destek veren ABD'nin rolü vurgulanıyordu; “Savaş suçlarının gerçek failleri İsrail’de ve başkent Washington’da!”
Mitingin ardından, Al-Awda'nın (Filistin Geri Dönüş Hakkı Koalisyonu) Ramazan ayı boyunca her gün iftar düzenlediği Müslüman Toplum Merkezi'ne yürüyüş yapıldı.
New York’taki eylemden sonra bugün de (22 Nisan) Londra’daki İsrail büyükelçiliği önünde “Apartheid’ı durdurun: Mescid-i Aksa’dan elinizi çekin!” sloganıyla gerçekleştirilecek yeni bir eyleme hazırlanılıyor. Filistin Dayanışma Kampanyası, Savaşı Durdur Koalisyonu, Britanya Müslümanlar Derneği, Britanya Filistin Forumu ve Nükleer Silahsızlanma Kampanyası’nın ortaklaşa düzenlediği Londra eyleminin çağrısında şöyle deniyor: “İsrail işgal altındaki Batı Şeria'da düzenlediği baskınlarda geniş çaplı tutuklamalar yürütüyor ve toplu bir ceza olarak Filistinlilerin evlerine yıkım emri veriyor.”
“Birleşik Krallık'taki siyasi liderler İsrail'in eylemleri hakkında sessiz kalmayı tercih ederken, başka yerlerde yasadışı işgallere karşı olduklarını ve uluslararası hukuku desteklediklerini söylüyorlar. Birleşik Krallık Hükümeti, uluslararası hukuku açıkça ihlal eden silahlar da dahil olmak üzere, İsrail'e askeri teknoloji ve silah ihracatı yapıyor.”
“Birleşik Krallık, İsrail'i silahlandırmayı ve İsrail apartheid rejimine maddi destek sağlamayı bırakmalıdır.”
“22 Nisan Cuma günü İsrail'in eylemlerini protesto etmek, Apartheid rejiminin sonlandırılması, Mescid-i Aksa saldırılarının durması ve Birleşik Krallık hükümetinin İsrail Apartheid'ını Silahlandırmayı Durdurması çağrısında bulunmak için bize katılın.”
Saldırıların ardından Filistin’in Şeyh Cerrah mahallesinde 200 kadar Filistinli ve İsrailli aktivist bir araya geldi ve bölgeden tasfiye edilmeye çalışılan Filistinli ailelerle dayanışmak amacıyla büyük bir iftar sofrası kurdular.
Putin’in Ukrayna’yı işgaliyle birlikte iyice artan gıda fiyatları, iklim krizinden etkilenmeye başlayan küresel gıda piyasalarına yeni şok dalgaları gönderdi, dünya genelinde açlık tehdidi yaratıp kimi ülkelerde daha şimdiden kıtlığa sebep oldu. Ama bu da sonuçta giderek büyüyen isyan dalgalarını yaratıyor.
Buğday ve diğer bazı tahıllar için bu bölgeye bel bağlayan birçok ülke, savaş, emperyalizm ve iklim krizi nedeniyle açlık riskiyle karşı karşıya kalmışken Yemen, Somali, Sri Lanka ve Sudan’da milyonlarca insan gıda yardımlarına muhtaç hale getirildi. Yalnızca Yemen’de 19 milyon insan gıda yardımı bekliyor ve bunların 7 milyonu acil durum seviyesinde olduğu bildirilen açlıkla baş etmeye çalışıyor. Birleşmiş Milletler, Sudan’daki açlığın da iki katına tırmandırıldığını açıkladı.
Sudan’da, Sri Lanka’da binlerce kişi sokaklara döküldü, birçok bölge kitlesel direnişlere sahne oldu. Başta yakıt ve gıda fiyatları olmak üzere, artan fiyatlara tepki gösteriyor, baskıcı rejimlere meydan okuyarak ‘direniş komiteleri’ kuruyorlar.
Sri Lanka’da sistem tümüyle çöküyor
Ekonomik krizin etkileri öyle büyük bir darbe indirdi ki Sri Lanka’da en temel ihtiyaç maddelerinin tedarikinde bile büyük sorunlar yaşanıyor. Doktorlar ilaç yardımı çağrısı yapıyor, her gün elektrik kesintisi yaşanıyor, sağlık sistemi çöküyor. Satın alacak parası olanlar bile gıda malzemeleri ve enerji hizmetlerine erişemiyor, marketlerin rafları giderek boşalıyor.
Protestoculardan Prasad Colombage’ın bildirdiğine göre, “İnsanlar günde sadece bir öğün yemek yiyerek yaşamak zorundalar.”
Sri Lanka iflasın eşiğinde. Borsa kapandı, Merkez Bankası, döviz varlığı olmadığı için ülkenin dış borçlarını ödeyemeyeceğini duyurdu ve sonunda uluslararası kuruluşlardan yardım istendi. Devlet borcu o kadar hızlı artıyor ki ülkenin dış borçlarını temerrüde düşürmesinden ve ekonomik çöküşün daha da kötüleşmesinden korkuluyor.
Örgütlü işçi hareketi devreye girdi; sistem değişikliği talebi yükseliyor
Sri Lanka halkının elektriği, gazı, yakıtı, ilacı, gıdası yok. Protestocular artık her şeye göze aldıklarını, Rajapaksa kardeşlerin (Devlet Başkanı Gotayaba ve Başbakan Mahinda Rajapaksa) toplumda baskı oluşturmak için kullandıkları korku faktörünün hiçbir işe yaramadığını gösteriyor, şimdi bu hanedanlığa da meydan okuyorlar.
Geçtiğimiz günlerde, isyanın baskısına daha fazla direnemeyip dağılan hükümette Rajapaksalar hariç herkes istifa etmişti. Kendisine “Terminatör” yakıştırması yapılan Gotabaya Rajapaksa yeni bir kabine atadı ama halk onun da istifasını istiyor.
Gota olarak da bilinen Rajapaksa, 2019'da seçilmiş ve ülkeyi bilhassa da son üç yılda ekonomik anlamda serbest düşüşe geçirmişti. Sri Lanka’ya acıdan ve açlıktan başka bir şey getirmeyen Gota yüzünden kanser ilaçları ve bebekler için kullanılan entübasyon tüpleri gibi kritik öneme sahip malzemeler ve ilaçlar bile tükendi. Hastaneler ameliyatları gerçekleştiremiyor, elektrik kesintileri işleri daha da zorlaştırıyor.
Yakın tarihin gördüğü en büyük sivil ayaklanmalardan birinin yaşanmakta olduğu ülkede, Gota’nın kendilerini bu kadar korkunç bir duruma düşüren beceriksizlik ve yolsuzluklardan sorumlu tutulması talebi de yükselmeye başladı. Hareket, onun istifasını yeterli görmüyor; binlerce Tamil'in, aktivistin ve gazetecinin sokaklardan kaçırılıp götürüldükleri “beyaz kamyonet” politikası başta olmak üzere, çeşitli savaş suçları nedeniyle cezalandırılmasını da istiyor.
Zenginlere vergi indirimi getiren, halkı günden güne iyice yoksullaştıran bu adam yaklaşmakta olan krize göz yumarken yolsuzluklarına devam ediyordu. Onun bu tutumu, sokaktaki hareketin çığ gibi büyüyüp ülkenin hemen her yerine yayılmasına yol açtı.
“Gota gitmeli, başka yolu yok” sloganları atan kitleler nihayet örgütlü işçilerin gücünü de kendilerine kattılar. Sendikaların bir araya gelerek harekete katılma planları yapıyor olması, sokaktaki sistem değişikliği talebinden geri adım atılmayacağının bir göstergesi olarak okunabilir.
Bu büyük harekete katılmaya hazırlandıklarını söyleyen işçi örgütleri önümüzdeki günlerde bir genel grev gerçekleştireceklerini de duyurdular.
ABD liderliğindeki Batı emperyalizmi ve Rus emperyalizminin rekabet alanı haline getirilen Ukrayna'daki son gelişmeler barışın uzakta olduğunu, savaşın boyutlanarak süreceğini gösteriyor.
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, savaşın yeni bir aşamaya geçtiğini duyurdu.
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, Rusya'nın ülkenin doğusundaki Donbas bölgesini ele geçirmek üzere bir saldırı başlattığını söyledi.
Birçok şehri işgal edip, Kiev'e girmek ve Ukrayna hükümetini devirmek isteyen Putin rejimi bunu başarmayınca savaşı ülkedeki Rus azınlığın yaşadığı Donbas bölgesinde yoğunlaştırmaya karar verdi.
Donetsk ve Luhanks bölgeleri bombardıman altında. 2014'ten bu yana Rus ayrılıkçılar tarafından oluşturulan fiili hükümetin var olduğu Donbas bölgesinin üçte biri Rsya destekli ayrılıkçı hareketlerin kontrolünde. Rusya şimdi Dombas bölgesinin kalan bölümlerini işgal etmeye hazırlanıyor, bu bölgelerde yaşayanları kara günler bekliyor.
Rusya'nın amacı ilhak ettiği Kırım gibi Donbas'ı ele geçirmek. Ukrayna ordusu ise bunu engellemek için savaşıyor. Bölgedeki yerleşimler, tıpkı Suriye şehirleri gibi, çatışmalarda, hava saldırılarında, bombalamalarda yerle bir olacak.
Batı emperyalizmi silah yığıyor
Diğer tehlikeli gelişme ABD ve müttefiklerinin Ukrayna'ya silah sevkiyatını artırması.
ABD, Ukrayna'ya yapmaya karar verdiği 800 milyon dolarlık yardım ve silah sevkiyatını hızlandırıyor.
ABD Başkanı Joe Biden, Kanada Başbakanı Justin Trudeau, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Almanya Başbakanı Olaf Scholz, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve İngiltere Başbakanı Boris Johnson ile Polonya, Japonya ve İtalya liderleri 1,5 saat video konferans görüşmesi yaptı. Liderler Ukrayna’ya daha fazla topçu sınıfı silah gönderme sözü verdi.
Amerikan Savunma Bakanlığı Pentagon sözcüsü John Kirby, bazı ülkelerin Ukrayna’ya savaş uçağı verdiğini, ABD’nin ise bu ülke için uçak parçaları tedarik ettiğini açıkladı.
Irak ve Afganistan'dan yenilgiyle çıkan NATO güçleri, Ukrayna ordusunu daha da silahlandırarak Rusya ordusunun yenilebileceğini düşünüyor.
Eski bir SSCB devleti olan Ukrayna, tepeden tırnağa silahlı bir güçtü. Ukrayna ordusu NATO tarafından eğitildi. Daha fazla silah yığmak savaşın kaderini değiştirebilir mi?
Eşitsiz güçlerin çatışması
Global Firepower, askeri güçler ve ordular hakkında güncel bilgilerin yer aldığı bir referans sitesi.
Bu sitenin 2021 yılında yayınladığı listeye bakarak Rusya ve Ukrayna ordularının askeri kapasitesi karşılaştırılsa şu sonuçlar çıkıyor:
- Rusya ordusu, dünyanın ikinci büyük ordusu. Ukrayna ordusu ise 25. sırada.
- Toplam nüfusu 141 milyon olan Rusya'nın toplam askeri personeli 3 milyon 569 bin, aktif asker sayısı ise 1 milyon 14 bin.
- Yaklaşık 44 milyon nüfuslu Ukrayna'nın toplam askeri personeli 1 milyon 245 bin, aktif asker sayısı 255 bin.
- İki ülke arasındaki aktif personel sayısı farkı, Rusya lehine 759 bin.
- Rusya'nın yedek personel sayısı iki milyon. Ukrayna'nın yedek personeli ise 900 bin.
- Paramiliter güç bakımından Rusya 555 bin, Ukrayna 90 bin seviyesinde bulunuyor.
- Rusya'nın savunma harcamaları 42 milyar 149 milyon dolar.
- Ukrayna'nın savunmaya ayırdığı bütçesi 9 milyar 600 milyon dolar.
- Rusya'nın toplam hava aracı 4 bin 144. Ukrayna'nın toplam hava aracı 285.
- Rusya'nın 789, Ukrayna'nın ise 42 savaş uçağı bulunuyor. Aralarındaki fark 747.
- Küresel ateş gücü sıralamasında dünyada ikinci sırada bulunan Rusya 742, Ukrayna 25 saldırı uçağına sahip.
- Rusya'nın 1540, Ukrayna'nın 111 helikopteri bulunuyor.
- Rusya'nın 538, Ukrayna'nın 34 saldırı helikopteri mevcut.
- Tank gücü bakımından dünyada lider konumunda bulunan Rusya'nın 13 bin tankı var. Ukrayna ise 2430 tanka sahip.
- Rusya'nın 27 bin, Ukrayna'nın 11 bin 435 zırhlı aracı var.
- Kendinden tahrikli top sistemleri açısından da dünyada ilk sırada bulunan Rusya'nın 6 bin 540, Ukrayna'nın 785 topu bulunuyor.
- Rusya 4 bin 465 ve Ukrayna 2 bin 40 çekili topa sahip.
- Ukrayna'nın uçak gemisi bulunmuyor, Rusya'nın ise bir uçak gemisi mevcut.
- Rusya 64 denizaltı sahibi iken Ukrayna ordusunun denizaltısı yok.
- Keza Rusya'nın 15 destroyeri (muhrip) bulunurken bu rakam da Ukrayna ordusu açısından sıfır.
- Ukrayna'nın bir, Rusya'nın ise 11 fırkateyni bulunuyor.
- Rusya 85, Ukrayna sıfır korvete sahip.
- Rusya 48 mayın gemisi sahibiyken Ukrayna'nın envanterinde bu gemi mevcut değil.
Bu karşılaştırmadan çıkan sonuç, ABD ve müttefikleri ne kadar silah yığarsa yığsın Ukrayna ordusunun devasa Rus ordusu karşısında askeri olarak duramayacağıdır. Batı emperyalizminin yığdığı silahlar sadece savaşın sürmesine, çok daha büyük yıkımların ve tarihi anlaşmazlıkların ortaya çıkmasına yol açacak.
Elbette Putin’nin emrindeki Rusya ordusunun işgali altındaki Ukrayna'nın silahlı direnme hakkı var. Fakat savaşı bitirecek çözüm ülkeyi silah deposu yapmak, silah tüccarlarının kasasını daha da doldurmak olamaz.
Tarihin gösterdiği
1955-1975 yılları arasında süren Vietnam savaşına, ABD 1963 yılında dahil olmuştu. 1973 yılında ABD ordusu, işgal ettiği bu zayıf devletten çekilmek zorunda kaldı. Savaşı sadece direniş gücünü oluşturan Vietnam gerillaları kazanmadı. Emperyalizmin yenilgisini getiren ABD'deki savaş karşıtı hareket oldu.
60 bin ABD askerinin yaşamını yitirdiği savaşa karşı mücadele dünyanın birinci emperyalist devletini dize getirdi.
Diğer iki önemli deneyim 2001-2021 yılları arasında süren Afganistan savaşı ve 2003-2011 yılları arasında süren Irak savaşıdır. ABD liderliğindeki NATO güçleri her iki zayıf devleti de işgal etti ve gelişmiş silahlarıyla savaştı. Fakat iki ülkede de başarıya ulaşamadı.
Buralardaki en önemli etken yerel direnişler olduğu kadar, savaşa ayrılan devasa bütçelerin emperyalist devletlerde yaşayanları yoksullaştırması, ABD'de ve Batı'da güçlü savaş karşıtı hareketlerin ortaya çıkmasıdır.
2011'de başlayan Suriye iç savaşına, 2013 yılında emperyalist devletler ile Türkiye ve İran'ın da aralarında bulunduğu altemperyalist devletler dahil oldu. Fakat Suriye’ye müdahale eden dış güçlerin hiçbirisinde güçlü savaş karşıtı hareketler ortaya çıkmadı. Bu yüzden savaş önceki yıllara göre soğumuş gibi gözükse de bitirilemedi.
Ukrayna savaşının akıbeti
Ukrayna'daki çatışma emperyalist bir savaştır. ABD/NATO ile Rusya arasında Doğu Avrupa'da ve buradan dünyada yürütülen bir hegemonya mücadelesidir.
Bu savaşı bitirecek olan Rusya'da Putin rejimine karşı yükselen bir savaş karşıtı mücadele olabilir. Rusya'nın sömürgelerinde başkaldırılar son derece önemlidir. Dünyanın her yerinde Ukrayna savaşına karşı, ayrım yapmadan tüm emperyalist devletlere karşı savaş karşıtı mücadelenin büyütülmesi, Ukrayna halkı ile Rusya'daki savaş karşıtlarına verilecek en büyük ve gerçek destektir.
Türkiye'den DSİP ve Rusya'dan Sosyalist Akım'ın birer parçası olduğu Uluslararası Sosyalist Akım'ın taleplerini bir kez daha vurgulamakta fayda var.
• Derhal ateşkes sağlanmalı ve Rusya birlikleri Ukrayna’dan çekilmelidir!
• NATO güçleri, Orta ve Doğu Avrupa’dan geri çekilmelidir!
• Ukrayna’ya silah sevkiyatı yapılmasına son verilsin!
• Rusya’ya uygulanan yaptırımlar sonlandırılsın!
• Ne Rusya ne de NATO! Bu gerginlik daha fazla tırmandırılmamalıdır.
• Silahlanma yarışına son verin ve o trilyonları savaşlara, silahlara değil; iklim krizini çözmeye, yoksulluğa ve eşitsizliğe son vermeye harcayın!
• Ukrayna’nın 113 milyar dolar tutarındaki dış borcunu iptal edin ve Ukrayna halkı için hemen bir insani yardım operasyonu başlatın!
• Türkiye NATO üyeliğinden çıksın, Rusya ile askeri ilişkilere son verilsin!
Volkan Akyıldırım
Enfeksiyonun başladığı komünist parti yönetimindeki Çin, salgına karşı başarısıyla övünmüştü. Fakat salgın yeniden patlak verdi. 25 milyon nüfuslü Şangay şehri haftalardır karantinada, işçiler aç bırakılıyor.
Dünyanın ikinci büyük ekonomisinin kalbi, üretim merkezi olan Şangay'dan gelen görüntüler adeta distopik bir filmin kareleri.
Salgın 2019'un sonbaharında Wuhan eyaletinde başlamış, fakat yerel yöneticilerin gizlemesi sonucu önce ülkeye oradan da dünyaya yayılmıştı.
Sözde komünist özünde tamamen kapitalist olan Çin yönetimi, polis devleti yöntemleriyle salgını kontrol altına almış gibi gözükse de bu olmadı.
Covid-19 salgını Şangay'da yeniden patlak verdi ve ilk ölüm haberleri geldi.
Şangay şehri sakinleri haftalardır eve kapatılmış durumda. Sokakta yakalananalar büyük bir zorbalıkla gözaltına alınıyor.
Çin Komünist Partisi (ÇKP) gıda ihtiyacını karşılayacağını söylese de bu olmadı. Belirli noktalara bırakılan gıdalar yetersiz, öğünleri küçültüler. Birçok Şangaylı balkonlara çıkarak "Yiyecek yok", "Açlıktan ölüyoruz" diye bağrıyor.
Sokakta açlığı protesto edenler polis tarafından dövülüyor ve tutuklanıyor.
Çin devleti hiçbir zaman insan haklarını tanımadı. Özel kıyafetlerle dolaşan polis birlikleri, vasıflı işçileri kaldıkları kiralık dairelerden zorla çıkartıp, buraya covid hastalarını yerleştiriyor.
Evlerinden çıkarılan işçilerin nereye nakledildiği bilinmiyor.
Şangay'dan gelen tek iyi haber ise işçilerin acımasız bir diktatörlüğe karşı susmaması ve mücadele etmesi.
Ukraynalı insan hakları avukatı ve Kiev’deki sivil toplum kuruluşu Sivil Özgürlükler Merkezi Başkanı Oleksandr Matviçuk, Rusya’nın savaş suçu işlediğine dair, savaşın başlangıcından bu yana çok sayıda belge ve bilgi topladıklarını belirterek, “Topladığımız delilleri uluslararası mahkemelere ve kuruluşlara gönderiyoruz. Bu savaş ancak Putin ağır bedeller ödeyeceğini hissettiği zaman biter” dedi.
39 yaşındaki Matviçuk geçen yıl, Birleşmiş Milletler (BM) İşkenceye Karşı Mücadele Komitesi’ne aday gösterilen ilk Ukraynalı kadın olmuştu.
Matviçuk, başkanı olduğu ve 2007 yılında kurulan Sivil Özgürlükler Merkezi'nin savaşın başlamasıyla birlikte birçok gönüllüyle birlikte savaş suçlarını ispatlamak için mağdurların ve görgü tanıklarının ifadelerini toplamaya başladığını belirtti.
Matviçuk, “Bu kanıtlar arasında Rusya’nın evlere, okullara, kreşlere, hastanelere, şehirlerin su, ısıtma, elektrik gibi altyapılarına yönelik kasti saldırıları var. Ayrıca sivilleri hedef alan kasti saldırılar var, kayıp kişiler, insani koridorlara saldırılar, işkenceler ve cinsel saldırılar gibi” dedi.
Ukrayna savaşı: Saldırılarda 7 kişi hayatını kaybetti
Ukrayna'nın batısı ve güneydoğusundaki Lviv ve Dnipro şehirlerinde yetkililer, Pazartesi sabahı çok sayıda patlama meydana geldiğini açıkladı. Başkent Kiev'de de patlamalar duyuldu.
Lviv yetkilileri, bu sabah şehirde düzenlenen saldırıda biri çocuk en az 7 kişinin hayatını kaybettiğini, 11 kişinin ise yaralandığını söyledi, tren istasyonu yakınında patlama yaşandığını ve geçici olarak trafiğin kapatıldığını aktardı. Lviv, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin başlangıcından bu yana en az hasar gören şehirlerden biriydi.
Bu sabah düzenlenen saldırılarda güneybatıdaki Dnipro kentinde iki kişi yaralandı.
Mariupol henüz düşmedi
Öte yandan kuşatma altındaki liman kenti Mariupol'de ise Ukrayna birlikleri teslim olmayı reddediyor. Ukrayna Başbakanı, Rus ordusunun Ukrayna birliklerine teslim olmaları yönündeki talebini reddettiklerini söyledi.
Mariupol Belediyesi yetkilileri, Rus askerlerin şehirde kalan sivillerin dışarı çıkması, sokaklar ve mahalleler arasında hareket etmesi için özel izin belgesi zorunluluğu başlattığını bildirdi. Yetkililer, bazı insanların telefonlarının da alınabileceğini ve zorla Rusya'ya gönderilebileceğinden endişelendiklerini de ekledi.
Öte yandan Ukrayna hükümet yetkilileri, ülkenin doğusundaki Luhansk bölgesinde yaşayanların bir an önce bölgeyi terk etmesi çağrısında bulundu, bunun güvenli şekilde ayrılmak için "son şansları" olabileceğini söyledi.
ABD liderliğindeki Batı emperyalizmi ile Rus emperyalizminin çekişmesinin yeni sahası olan Ukrayna’da savaş vahşetle sürüyor.
Çatışmalar Doğu Ukrayna’da yoğunlaşırken iki taraftan yapılan açıklamalara göre binlerce asker öldü.
Ukrayna ordusunun yanısıra sivil halk da silahlı direnişle Rus işgaline karşı koyuyor.
Başta kolay bir zafer kazanacağı düşünülen Putin’in emrindeki Rusya ordusu, ülkenin kuzeyine dönük işgal girişiminden geri adım atarken, anlaşmazlık konusu olan Donbass’ta çatışmalar yoğunlaşmış durumda.
Cephede kanlı çatışmalar sürerken, Rusya füzelerle Ukrayna şehirlerini vuruyor. Ukrayna ordusu da sınırdaki Rus şehirlerine dönük askeri ataklar yapmaya başladı.
Cepheden gelen görüntüler, 2014’te başlayan savaşın ne derece boyutlandığını, Avrupa’da II. Dünya Savaşı’na benzer çatışmaların yaşandığını gösteriyor.
İnsani kayıplar
24 Şubat’ta başlayan Rusya ordusunun hava saldırıları sonucu çok sayıda Ukraynalı sivil hayatını kaybetti.
Birleşmiş Milletler’in teyit ettiği sivil ölü sayısı en az 1626 kişi. Gerçekte ise kayıplar bunun kat be kat üzerinde.
Doğu Ukrayna’da kuşatma altındaki Mariupol şehrinin belediye başkanı bir ayda 5 bin sivilin öldüğünü duyurdu ve bunlardan 210’unun çocuklar olduğunu belirtti. Rusya’nın füze saldırıları birçok Ukrayna kentini yerle bir ederken, enkaz altında kalan kişilerin sayısı tam olarak bilinmiyor.
Putin özellikle ülkenin altyapısını yok etmek istiyor. Birçok yerleşim yeri elektrikten yoksun kaldı.
938 eğitim kurumu hasar gördü, bunlardan 87’sinin tamamen yıkıldığı kaydedildi.
Hastaneler ve sivillerin sığındığı kamu binaları da bombardımanla yerle bir edildi.
Zorunlu göç
Ukrayna’nın nüfusu 44 milyonun biraz üzerinde. Fakat savaştan önce Doğu Avrupa’nın en yoksul ülkesindeki ekonomik ve siyasi krizden dolayı 2 ila 4 milyon Ukraynalı çalışmak için başka ülkelere göç etmişti.
Yeniden alevlenen çatışmalar sonrasında 4 milyon 382 bin 316 kişi komşu ülkelere sığınarak mülteci oldu. Bunların çoğu kadınlar ve çocuklar. Ukrayna içinde 7.1 milyon sivil yaşadığı yerleri terk etmek zorunda kaldı. Toplamda 11 milyondan fazla kişi savaş nedeniyle yerlerinden edilmiş halde.
Putin’in savaş suçları
Ukraynalı yöneticiler, Kiev yakınlarında Rusya’dan geri aldıkları Buça kentinde yol kenarında elleri arkadan bağlanmış ve infaz edilmiş çok sayıda cansız beden bulduklarını duyurdu.
Dehşeti yaşayanlar, toplu infaz, cinsel saldırı ve şiddetin uygulandığını açıkladı. İnfaz edilenler yakın mesafeden vurulmuş, yani kurşuna dizilmişler.
İnsan Hakları İzleme Örgütü Rusya güçlerinin, Ukrayna’nın Çernihiv, Harkov ve Kiev kentlerinde “birçok kez savaş yasalarını ihlâl ettiğini” belgelediğini açıkladı.
Bu durum şaşırtıcı değil. Putin ve Rusya, yine ABD ve NATO ile rekabet alanı olan Suriye’de de birçok savaş suçu işlemişti.
Müzakerelerde başarısızlık
Buça katliamı, ‘sivil halkı vurmuyoruz’ diyen Putin’in yalanlarının çöküşü için bir dönüm noktası oldu. Aynı zamanda taraflar arasındaki müzakerelerin bitişine de neden oldu.
Biri Belarus’ta ikisi Türkiye’de yapılan barış müzakerelerinin her biri başarısız oldu.
Putin, Ukrayna’daki Rus azınlığın yaşadığı ve 2014’ten beri fiili olarak bağımsızlıklarını ilan ettiği Donetsk ve Luhansk’ın Ukrayna’dan ayrılmasını, ilhak ettiği Kırım’ın statüsünün tanınmasını istiyor.
Bununla da kalmıyor. Moskova aksini iddia etse de Ukrayna’daki yönetimi devirmek ve tıpkı Belarus gibi Rusya yanlısı bir uydu hükümeti işbaşına getirmek amacında.
Ukrayna hükümeti ise Donbass’ın statüsü konusunda görüşmeye açık olduğunu fakat bunun görüşülmesi için Rus askeri birliklerinin çekilmesini talep ediyor.
Her iki tarafın pazarlık masasında öne sürdüğü talepler tamamen zıt ve karşılanamaz durumdayken, Buça katliamı ipleri koparttı.
NATO’nun savaş kışkırtıcılığı
Rusya’nın eski sömürgesi olan Doğu Avrupa ülkelerinde yeni üsler açıp askeri yığınak yapan ABD emperyalizmi liderliğindeki NATO, Ukrayna savaşını bir fırsat olarak görüp kullanmaya devam ediyor.
Slovakya, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan’a gönderilen yeni muharebe birliklerinin operasyonel hazırlık bakımından ilk seviyeye ulaştığı duyuruldu.
ABD, Bulgaristan’a sekiz adet F-16 sattı. Biden yönetimi devasa bir bütçeyle - ki bunlar Amerikalı emekçilerin vergilerinden kesildi - Doğu Avrupa’ya silah satışı ve asker yığınağı yapıyor.
Dünyanın en büyük silah üreticisi ve askeri tekeli ABD, Doğu Avrupa’daki sağcı hükümetlere silah satarken, Putin’in tehditleri Avrupa’yı korkutuyor. Bir kaç yıl önce ABD ile Avrupa Birliği arasında bölünmüş olarak NATO kurtarıcı olarak yeniden Batı emperyalizminin koruyucu savaş örgütü olarak öne çıkıyor.
Ekonomik yaptırımlar Rus halkını yoksullaştırıyor
İşgal ettiği Irak ve Afganistan’da askeri yenilgiye uğrayan, Suriye’den büyük oranda çekilmek zorunda kalan ABD emperyalizminin en önemli silahı ekonomik yaptırımlar. Bu yaptırımlar, Putin ve Rus elitlerine karşı gözükse de asıl olarak Rus halkınının boğazını sıkarak Ukrayna’daki yönetimi devirmeyi hedef alıyor. Bu atak, Rus emperyalizminin hegemonyası altındaki tüm ülkelere verilmiş bir gözdağı.
ABD, Ukrayna savaşının ateşlenmesinden önce de kendine göre ekonomik olarak zayıf olan Rusya’ya yaptırımlar uyguluyordu. Alevlenen çatışmalar sonrasında ekonomik yaptırımlar daha da ağırlaştırıldı.
Bunun sonucu olarak Rusya’da temel gıda ürünleri yüzde 20 ila yüzde 40 oranında zamlandı. Türkiye’de olduğu gibi Rusya’da da halk marketlere koşarak gıda stoğu yapmaya başladı. Çok uluslu şirketlerin Rusya’daki faliyetlerini durdurması sonucu yüz binlerce işçi işini kaybetti.
Putin rejimine göre Ukrayna’da bir savaş yaşanmıyor. Bu bir tür “terörle mücadele.” Ülkede kamusal alanlarda çatışmaların savaş olarak ifade edilmesi yasak ve bunu diyenler ağır cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalıyor.
ABD ve Batı emperyalizminin yaptırımları, Putin rejimini sarsmıyor. Tersine Rusya halkını yoksullaştırıyor. Rusya devletinin propaganda aygıtına maruz kalan işçilere ve fakirlere, içine yuvarlandıkları kötü koşulların “dış güçler” tarafından yapıldığı anlatılıyor. İşçilerin ve emekçilerin vergilerinden oluşan kamu bütçesini NATO’ya karşı silahlanmaya ve devasa masraflara harcayan Putin, içeride kurduğu sansür ve baskı rejimine dayanarak Ukrayna halkını öldürüyor.
Türkiye’nin tavrı
NATO üyesi ve aynı zamanda Putin’in dostu olan AKP+ MHP yönetimindeki Türkiye, Ukrayna savaşında tarafsız ve arabulucu bir rol oynar gibi gözüküyor. Egemen sınıfın sözcüleri - süslü bir laf olarak - bu politikaya “dengelemecilik” diyor.
Türkiye’yi yönetenlerin Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz’de yürüttüğü sınır ötesi operasyonlar ABD-Rusya arasındaki çekişmede oluşan boşuklardan yararlanmayı hedefliyor. Fakat Ukrayna savaşı işleri karıştırdı.
Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımlara onay vermeyen iktidar bloku, Buça katliamının ardından – sorumlu olarak Putin’i tam olarak hedeflemese de- Rusya’nın Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Güvenlik Konseyi üyeliğinin askıya alınmasına onay verdi.
Avrasyacılık denen milliyetçi/ulusalcı/içe kapanmacı politikalara yelken açıp, aynı zamanda Batı emperyalizminin çıkarları doğrultusunda çeşitli ülkelerde faaliyet yürüten mevcut dış politikasının geleceği daha da belirsizleşti.
Savaş karşıtı hareketin önemi
ABD ve Rusya arasındaki emperyalist çekişme sonucu savaş uzatılıyor.
NATO son zirvesinde bu savaşı körükleyerek, Doğu Avrupa’da ve dünyanın geri kalanındaki yayılmacılığının devam edeceğini ilan etti. Rus imparatorluğunu - Stalin’i överek - yeniden diriltmek isteyen Putin ve Rus egemen sınıfı için hegemonya savaşı bir varlık yokluk mücadelesi.
Üstelik her iki kamp da, nükleer silahların varlığı nedeniyle doğrudan savaşa giremiyor. Bu olduğu takdirde insan uygarlığı büyük ve onarılamaz bir yıkımla karşılacaktır.
Ukrayna’daki savaşı, başta Rusya olmak üzere dünyaya yön veren en gelişmiş (G20) devletlerinde ya da bu savaşa dahil olan diğer ülkelerde yaşayan işçiler, emekçiler, savaş karşıtları durdurabilir.
Devrimci sosyalistler, emperyalist savaşlara karşı (dünyada kalıcı barışı hakim kılmak için) her bir ülkede kendi egemen sınıflarına karşı mücadele etmek gerektiğini savunuyor. Savaşsız bir dünya mümkündür. Ve bu dünya işçilerin mücadelesi ve devrimleriyle kurulabilir, acilen kurulmalıdır.
Yunanistan’da Yunan İşçileri Genel Konfederasyonu (GSEE) ile Yunan Devlet Memurları Sendikası'nın (ADEDY) ortaklaşa düzenlediği 24 saatlik genel greve yüzbinlerce işçi katıldı. 2.5 milyon işçinin katıldığının tahmin edildiği grevler otobüs, tramvay, metro, adalar arası gemi seferlerini durdurdu.
Grevlerin devamında yapılan gösterilerde AB ile anlaşmanın sonucunda dayatılan kemer sıkma politikalarına, hayat pahalılığına karşı talepler yükseltildi. Maaş zammı ise ana taleplerden birisiydi.
Peru halkı enflasyonla mücadelenin yöntemleri konusunda yol gösteriyor. Devlet Başkanı Pedro Castillo, akaryakıt ve gübre fiyatlarına karşı halkın öfkesinin sokağa taştığını görünce sokağa çıkma yasağı ilan etti. Ukrayna’nın Rusya tarafından işgal edilmesiyle tetiklenen fiyatlar başkent Lima ve Callao’da kitlesel gösterilere neden oldu. Gösteriler son 25 yılın en ağır enflasyon oranlarına karşı büyüyen tepkinin ifadesi.
İktidar bir yandan sokağa çıkma yasağı ilan ederken bir yandan da tepkileri dindirmek için yakıt vergisini geçici olarak kaldırdığını ilan etti. Fakat bu tedbirler kamyon şoförleri ve çiftçilerin sokağa çıkmasını engellemedi. Devlet başkanı Castillo olağanüstü hal ilan etti ve bu durum yaklaşık 10 milyon kişinin toplanma ve dolaşım özgürlüğüne karşı bir darbe.
Fakat bu tedbirlere rağmen 9 Nisan Pazar günü on binlerce insan eylemlere devam etti.
Sağcı politikaların tetiklediği enflasyona karşı mücadelenin nasıl örgütlenmesi gerektiği konusunda Peru halkı tüm ezilenlere ilham veriyor.