100'den fazla kurumun çağrısı ile farklı kentlerde yürüyüşler yapan on binlerce işçi ve antifaşist, Fransız polisinin şiddetini ve ırkçılığı protesto etti.
23 Eylül günü düzenlenen eylemlerde sendikalar, sol partiler ve Sarı Yelekliler ile polis şiddetinin mağduru aileler yer aldı.
En büyük protesto başkent Paris'te gerçekleşti. Gösterilerde ırkçılık ve faşizm karşıtı sloganlar atıldı.
Sağcı hükümet işçi sınıfı direnişini bastırmak istiyor. Fakat işçiler ve halk öfkeli. Yunanistan'da Yorgos Pittas yazdı.
Atina, Selanik, Patras, Volos ve Yunanistan'ın diğer bazı şehirlerinde on binlerce kişi 21 Eylül Perşembe günü genel grev yaptı.
İşçiler, Kiriakos Miçotakis'in sağcı hükümetinin sendika ve işçi karşıtı yeni yasasıyla karşı karşıya. Yasa, grev sürecindeki işçilerin grev kırıcılara karşı "fiziksel ya da psikolojik şiddet uyguladıkları" gerekçesiyle cezalandırılmalarını ve tutuklanmalarını öngörüyor.
Ayrıca iki farklı patron için günde 13 saat çalışmayı, altı günlük çalışma haftasını, daha az ücret karşılığında hafta sonları çalışmayı ve diğer saldırıları yasallaştırıyor.
24 saatlik grev kamu sektörü sendika konfederasyonu Adedy, çeşitli özel sektör sendika konfederasyonları, Atina İşçi Merkezi ve diğer şehirlerdeki işçi merkezlerinin çağrısıyla yapıldı.
Türk-İş'in Yunanistan'daki muadili olan GSEE, özel sektör için bir grev çağrısında bulunmadı. Yeni yasa için "değişiklikler ve iyileştirmeler" önererek hükümetle "diyalog" başlattı. Dolayısıyla çoğu şehirde, yerel İşçi Merkezleri ve sendikalar genel greve öncülük etti.
Atina'da hem kamu hem de özel sektörden binlerce işçi mitinglere katıldı. İtfaiyeciler, öğretmenler, sağlık çalışanları, belediye çalışanları, ulaşım işçileri, aktörler ve daha birçokları...
Ülke genelindeki tüm feribotlar limanda kaldı, birçok banka kapandı. Atina ve Selanik'teki ulaşım araçlarının çoğu çalışmadı.
Grevden bir gün önce Miçotakis hükümeti tarafından desteklenen hakimler, hava kontrol işçileri, Atina metrosu işçileri ve otobüs işçileri tarafından çağrısı yapılan grevlerin "yasadışı" olduğuna karar verdi.
Atina Metrosu yönetimi, grev kararını kamuoyuna açıklamadan önce sendikaya karşı yasal işlem başlattı.
Ancak bu durum, metro sendikasının başlangıçta planlanandan daha uzun süren ve Atina'yı felç eden 24 saatlik bir grev yapmasına neden oldu.
Otobüs işçileri sendikasının liderleri grevlerini askıya aldı, ancak üyelerine isterlerse grev yapabileceklerini söylediler. Bu da otobüs taşımacılığının kısmen durması anlamına geliyordu.
Sağcı Yeni Demokrasi hükümeti sadece üç ay önce ikinci kez seçilmiş olmasına rağmen bir krizle karşı karşıya. Toplumda giderek artan öfkeyi dindirmek amacıyla üç bakan şimdiden "istifa" etti.
Bu üç ay boyunca Yunanistan büyük felaketlerle karşı karşıya kaldı. Orman yangınları yaklaşık 1,5 milyon dönüm araziyi kül etti ve 30'dan fazla insanın ölümüne yol açtı; bunların üçte ikisi Türkiye sınırını geçmeye çalışan göçmenlerdi. Yangınları yıkıcı seller takip etti.
Orta Yunanistan'daki başlıca tarım bölgesi olan Teselya, bir hafta boyunca iki kez büyük bir göle dönüştü. En az 17 kişi boğuldu ve onlarca köy 3 metre suyun altında kaldı.
Atina'yı Selanik'e bağlayan demiryolu hattının tekrar hizmete girmesi aylar sürecek. Binlerce insan evsiz kaldı ve devletten gerçek bir yardım alamadan hastalıklarla karşı karşıyalar.
İnsanlar, kendilerini iklim krizine karşı korumasız bırakan kesintilere, özelleştirmelere ve şirket yanlısı politikalara karşı öfke dolu. Ayrıca ücretler yerinde sayarken fiyatlardaki muazzam artışa da kızgınlar.
Atina'da itfaiyeci olan George, "Beş yıldır mevsimlik itfaiyeci olarak çalışıyorum," dedi ve ekledi: "31 Ekim'de bir kez daha işsizlik bürosuna gidip yaz için yeniden işe alınmayı beklemek zorunda kalacağım. Bu çok saçma"
Geçtiğimiz haftalarda bu öfke eyleme dönüştü. Sendikalar ve sol, 17 gün süren orman yangınları nedeniyle bölgenin üçte birinin yandığı Dedeağaç şehrinde protesto çağrısında bulundu.
Bunu Teselya'daki sel felaketinden etkilenen şehirlerdeki gösteriler izledi. Polis göstericilere acımasızca saldırdı.
Hastanelerde grevler ve hükümetin sağlık tesislerini kapatmayı planladığı kasabalarda büyük yerel mitingler devam ediyor.
Hükümet er ya da geç işçi hareketiyle yüzleşmek zorunda kalacağını biliyor. Bu nedenle grevlere saldırmak için bu yeni emek karşıtı yasayı çıkarıyor.
Ve aynı zamanda ırkçılık kartını oynuyor, örneğin mültecileri "orman yangınlarını başlattıkları" için günah keçisi ilan etti. Bu da son seçimlerde yeni parlamentoya milletvekili sokmayı başaran üç aşırı sağcı ve faşist partiye alan açıyor ve onlarla köprüler kuruyor.
Ancak 18 Eylül'de on binlerce kişi, rapçi ve aktivist Pavlos Fissas'ın 10 yıl önce Nazi Altın Şafak destekçileri tarafından öldürüldüğü Pire'de yürüdü. Tüm ülke çapında gerçekleştirilen büyük anti-faşist gösteriler, sokakları kontrol edenin anti-faşist hareket olduğu mesajını verdi.
Bu mücadele devam edecek. 8 Ekim'de Yunanistan'da yerel seçimler var. Atina'da halen hapiste olan eski Altın Şafak lideri Ilias Kasidiaris seçimlere katılacak. Bu, onun işini kolaylaştıran yargıçların ve hükümetin cömert kararı sayesinde oldu.
Radikal, anti-kapitalist bir koalisyon, Atina meclisinde sandalye elde etmek için yeni yüzde 3 barajını aşmaya çalışacak. Altın Şafak davasının anti-faşist avukatlarından Costas Papadakis de adaylardan biri,
Bu seçimler ve anti-kapitalist solun inşası çok önemli. Ancak her şeyden önce sokaklarda ve işyerlerinde mücadeleye ihtiyacımız var.
Azerbaycan'ın Karabağ'a yönelik geniş çaplı saldırısı sonrasında Türkiye'den hak savunucuları uluslararası örgütlere çağrıda bulundu.
Birleşik Otomobil İşçileri sendikası üyeleri "Üç Büyük" otomobil şirketinde greve hazırlanıyor- General Motors, Ford ve Stellantis.
Yaklaşık 150 bin ABD otomotiv işçisi greve hazırlanıyor. Bu, 2008 mali çöküşü ve pandemi sırasında verilen tavizleri geri almak, ücret konusunda mücadele etmek için yeni bir hazırlığı tanımlayacak bir savaş.
Ancak sendika liderleri son dakikaya kadar bir uzlaşma arayışındaydı. Tehlikelerden biri, yakın zamanda UPS'de olduğu gibi bir anlaşma. Sendika liderleri, küçük kazanımlar ve büyük geri adımlar karşılığında işçi sınıfını heyecanlandıracak potansiyel büyük bir grevi durdurdu.
Bir diğer tehlike ise sendikaların sadece küçük bir işçi azınlığını kapsayan "hedefli" eylemler yapması.
Grevler "Üç Büyük" otomobil şirketinde -General Motors, Ford ve Stellantis (daha önce Fiat, Chrysler ve PSA) - yapılacak.
Birleşik Otomobil İşçileri (UAW) sendikasının kısa bir süre önce seçilen "reformcu" başkanı Shawn Fain, sendika ile sözleşmesi bitene kadar bir anlaşmaya varamayan üç firmadan herhangi birinde grevin başlayabileceğini söyledi.
Grevler ağır sonuçlar doğurabilir. Bir danışmanlık firmasının tahminlerine göre sadece Stellantis'te yapılacak on günlük bir grev, ABD ekonomisine 1 milyar doların üzerinde bir maliyet getirebilir. Aynı zamanda popüler de olacaktır.
Bu hafta yapılan bir anket, ankete katılanların UAW grevini ikiye bir oranında destekleyeceğini gösterdi. Bunun nedeni, kendilerine fedakârlık yapmaları söylenirken kârların artmasından ve sigorta kapsamları çok zayıf olduğu için sakatlanmalar sonucu ortaya sağlık masraflarına katlanmaktan bıkmış olan milyonlarca ABD işçisiyle uyuşmasıdır.
Sendika, Üç Büyükler'de dört yıl içinde yüzde 40'lık bir ücret artışı ve ücretlerde kesinti olmaksızın 32 saatlik bir çalışma haftası talep etti. Ayrıca bankacılık krizi sırasında patronlar tarafından dayatılan ve Başkan Barack Obama tarafından da desteklenen çok kademeli işgücü uygulamasının da kaldırılmasını istiyorlar.
Şu anda, 2007'den sonra işe alınan UAW işçileri garantili emeklilik maaşı almıyor. Sağlık sigortaları da daha önce işe alınan işçilerden daha kötü.
Üst düzey montaj işçileri saatte 32,32 dolar kazanırken, bu düzeyde uzun süre çalışmış olabilecek geçici işçiler 16,78 dolardan başlıyor.
UAW, geçici işçilerin 90 gün sonra tam sosyal haklar ve kâr paylaşımı ile daimi işçi olmalarını istediğini söylüyor. Süresi dolmak üzere olan 2019 sözleşmelerine göre, geçici bir çalışanın kalıcı hale gelmesi iki yıl sürüyor.
Daha fazla ücret için bol miktarda para var. Son on yılda otomobil firmaları neredeyse 248 milyar dolardan fazla kâr elde etti; bunun 20 milyar doları son altı ayda gerçekleşti.
Patronlar, fabrikaların kapatılması, üretimin Meksika'ya kaydırılması ve elektrikli araç üretimi arttıkça toplu işten çıkarmalarla tehdit ederek grev hareketini zayıflatmaya çalıştı.
UAW buna karşılık olarak sert konuştu. Fain, "Sendikamız," dedi, "petrol baronlarının yerine batarya baronlarının geçmesine seyirci kalmayacaktır."
Ancak aynı zamanda sendika liderleri de anlaşmalar yapıyor.
Sektör medyasından Automotive News'in haberine göre, "Detroit 3'ü grevle tehdit etmesine günler kala UAW, teklife aşina olan kişilere göre, önümüzdeki dört yıl için ücret artışı talebini yüzde 30 aralığına indirdi." Haberde bunun "sendikanın en önemli taleplerinden birinden ödün verme isteğine işaret ettiği" belirtildi.
Çarşamba günü yayınlanan bir videoda ise sendika, 1936-7 yıllarındaki isyancı oturma grevlerinin tarihini utanç verici bir şekilde kullanarak, bugünkü yeni mücadele yönteminin sadece az sayıda fabrikada hedefli grevleri içerdiğini söyledi. UAW'nin "ayağa kalkma grevi" olarak adlandırdığı şey, gerçekte çoğu işçi için bir "geri çekilme" grevidir.
Facebook canlı yayınında Fain işçilere şöyle seslendi: "Sadece ulusal liderlik tarafından greve çağrılırsanız grev yapacaksınız. Eğer yerel yönetiminiz tarafından çağrılmazsanız, çalışmaya devam edeceksiniz. Bu son derece önemli" dedi.
Ancak Stellantis'in Sterling Heights, Michigan'daki damgalama fabrikasından bir işçinin söylediği gibi, "Gece yarısı gelip geçerse ve hepimiz hala işteysek, çoğu kişi hayal kırıklığına uğramış hissedebilir. Toplu eyleme olan ilgisini veya yeni yönetime olan güvenini kaybedebilir."
Grev devam etmeli ve süresiz olmalı. Dünyanın dört bir yanındaki General Motors, Ford ve Stellantis işçileri dayanışmayı sağlamak için şimdiden hazırlanmalıdır.
Fas'taki depremden kaynaklanan korkunç ölü sayısı, Kral VI. Muhammed rejiminin yozlaşmışlığını ve başbakan Aziz Akhannouch'un başarısızlıklarını gösterdi. Deprem olduğunda Muhammed her zamanki gibi Fransa'daki bir malikanedeydi.
Pazartesi günü ölü sayısı yaklaşık 2.600'e ulaşmıştı. Ancak enkaz altında çok daha fazla cesedin olduğu düşünülüyor. Washington Post gazetesi'nin bildirdiğine göre, “Pazar günü, Fas'taki güçlü depremin merkez üssü yakınındaki halk bir yıkım ve öfke tablosu sergiliyordu. Bölge sakinleri, sevdiklerini enkazdan çıkarmak için çıplak ellerini kullandıklarını anlatıyor”.
"Çoğu yerde hükümetin vaat ettiği kurtarma ekiplerinden hiçbir iz yoktu ve dağların yükseklerindeki birçok köyden henüz bir haber gelmemişti." Yıkıcı depremin ardından VI. Muhammed'in lüks sarayından nihayet bir açıklama yapması yaklaşık 20 saat sürdü. O'nun rızası, devletin önemli kararlarının uygulanması için çok önemli olduğundan tepkisinin gecikmesi pek çok cana mal oldu .
Moulay Brahim köyünde grafik tasarımcı olan Mostafa Ichide, insanlara ulaşan tek gıda yardımının sivil gruplardan geldiğini söyledi. “Hepsi Fas vatandaşları tarafından kardeşlerine gönderildi” dedi. "Ambulansları da gördük ama çoğunda yabancı plaka var." Salgından en çok etkilenen iller Fas'ın en yoksul bölgeleri arasında yer alıyor ve bazı evlerde elektrik ya da su bulunmuyor.
Kırsal Faslılar son yıllarda salgının ekonomik şokunu atlatmak için, daha yakın zamanlardaysa, enflasyonla başa çıkmak için mücadele ediyordu. Mayıs ayında, VI. Muhammed'in hükümeti Uluslararası Para Fonu ile sıradan insanlar için ezici kemer sıkma politikaları talep eden bir anlaşma imzaladı.
Stanford Üniversitesi'nden Fas tarihi ve yönetimi uzmanı Samia Errazzouki, "Gerçek şu ki, Marakeş'ten dışarı adım attığınız anda insanlar devletin yokluğu nedeniyle sanki Orta Çağ'a dönmüş gibi yaşıyorlar" diyor. "Böyle bir felaket, sınırlarda yaşayan insanların günlük gerçeklerini de ortaya çıkarır."
“Bu bölgeler tarihsel olarak depremlerle sarsıldı ama aynı zamanda marjinalleştirildiler. 2016'daki Hirak hareketinde olduğu gibi insanların yardım, altyapı ve kalkınma talep ettiği anlarda bunu yapanlar hapse atılıyor" diye konuştu. “İyi bir günde bile bu bölgeye erişim zordur ve temel altyapıdan yoksundur. Oradaki hastane sistemiyse berbattır.”
Her zaman olduğu gibi bu “doğal” felaket, eşitsizliği ve kapitalist öncelikleri açığa çıkarıyor. Fas depremi büyüklük ölçeğine göre 6,8 olarak kaydedildi. Tam bir yıkıma neden oldu. 2022'de Japonya'nın Fukushima kentinde meydana gelen 7,4 büyüklüğündeki daha büyük depremdeyse, oradaki evler daha iyi inşa edildiği için, deprem hasarından yalnızca dört kişi ölmüştü .
Fas'ta turizme ayrılan alanlar çok daha az zarar gördü. Marakeş'teki konukevleri derneğinin başkanı Samuel Roure, Le Monde gazetesine şunları söyledi: “Deprem görüntülerini görünce ve medyada Marakeş ile ilgili haberleri okuyunca, kendimi aynı ülkede yaşıyormuş gibi hissetmiyorum”.
"Sabah 7.30'dan beri Medine'yi geziyorum ve şehirdeki 10.000 ev ve misafir odasından ancak 50'si çöktü." Marakeş'te, ağır darbe alan çevre köylerin aksine, “altyapı sağlam, havaalanı çalışır durumda, telekomünikasyon, su ve elektrik ağları da çalışıyor” diye ekledi.
---
İnsanlar acı çekerken Kral Muhammed Fransa'da lüks içinde
Çevresi tarafından "yoksulların kralı" olarak anılmasından hoşlanan VI. Muhammed'in geniş ticari varlıkları var. Net servetinin 6,5 milyar £ olduğu tahmin ediliyor. Üç yıl önce Fransa'nın Paris kentinde Eyfel Kulesi'nin yanında Suudi kraliyet ailesinden 75 milyon sterline bir malikane satın aldı. Muhammed, Champ de Mars'ın 12 yatak odalı konağının satışı için doğrudan Halid bin Sultan ile pazarlık yaptı.
Kendisi eski bir Suudi savunma bakanı ve iktidardaki Suud hanedanının üyesi. 2022'de VI. Muhammed, Fas topraklarındaki Melilla bölgesinin sınırında 100'e kadar göçmenin katledilmesinde İspanyol devletiyle işbirliği yaptı. Geçtiğimiz yıl Fas'ta binlerce insan artan yakıt ve diğer temel mal fiyatlarını protesto etti.
Sıradan insanları, pek çok kişiyi derin yoksulluğa sürükleyen sarmal fiyat artışlarından korumayı başaramadığı için hükümet aleyhine sloganlar attılar. Fas, 2011'de Arap ülkelerinin başka yerlerinde yaşanan ayaklanmaların yankılarını gördü. Ancak yetkililer küçük tavizler ve baskılarla onları geri püskürttü .
İtalya'nın faşist başbakanı Giorgia Meloni 31 Ağustos'ta Napoli yakınlarındaki Caivano kasabasına gitti. Yerel medya, kasabada Camorra organize suç örgütü tarafından kullanılan terk edilmiş bir spor kompleksinde iki kız çocuğunun bir grup tarafından tecavüze uğradığını bildirmişti. İstismarcıların çoğu 14 yaşın altındaydı, biri ise 19 yaşındaydı.
Caivano'da Meloni, İtalyan devletinin kontrolünde olmayan hiçbir yer kalmayacağı sözünü verdi. Etrafında düzinelerce polis arabası konuşlanmıştı. O konuşurken tepesinde bir polis helikopteri vızıldadı.
Bunun nedeni kısmen, İtalya genelinde 169 bin aileye verilen yardımların kesileceğini mesajla bildirilmesi üzerine yapılacak protestoyu önlemekti. Bu kesinti Caivano'nun 37 bin sakininin çoğunu etkiledi.
Caivano, 1980 yılındaki depremde evleri yıkılan Napolilileri barındırmak üzere inşa edilmişti. Hiçbir tesisi bulunmayan Caivano'nun inşasından yararlanan gangsterler buradan kazanç elde etmeye devam ediyor. Tren ya da metro bağlantısı yok ve insanlar bir otobüs durağına gitmek için bir milden fazla yürümek zorunda.
Parco Verde'nin ortasına asbest dolu beyaz çuvallar atılmış halde. Geçtiğimiz Salı günü Meloni'nin ziyareti sırasında 400'den fazla polis bölgeye şafak baskınları düzenledi. Hükümet de 14-18 yaş arasındakilerin sınır dışı edilmesi ve diğer önlemlerle çocuk suçlarına baskı uygulayacağını duyurdu.
Caivano, Camorra'nın ticari zehirli atıkları yasadışı olarak döktüğü ve yaktığı bir bölge olan "La Terra dei Fuochi "nin -Ateşler Ülkesi- kalbinde yer almaktadır. Organize suç, İtalyan devleti için bir düşmandan ziyade bir silah olmuştur.
1980'de Bologna istasyonundaki bomba da dahil olmak üzere sola karşı sözde "gerilim stratejisini" yöneten devletti.
Bu olaydan haklı olarak faşistler ve mafya sorumlu tutuldu ama bu olay yetkililerle işbirliği içinde gerçekleştirildi. Organize suç ve faşistler, Hıristiyan Demokrasi, mason locaları ve hatta Vatikan'daki hizipler de dahil olmak üzere diğer çıkar gruplarının suç kanatları olarak defalarca faaliyet göstermiştir.
Napoli'deki Camorra çetelerinin kökeni, para sızdırmak ve ardından seçimlerde adaylara sponsorluk yapmaktı. Sicilya'da toprak sahipleri mülklerini işletmekle ilgilenmedikleri için Mafya'ya dönüşen infazcılara para ödüyorlardı.
Mafya ve Camorra, İtalyan yönetici sınıfı için bir yastık görevi görüyordu. 1920'lerde faşist Benito Mussolini iktidarı ele geçirdiğinde, baskı mekanizmalarının kontrolüne ihtiyacı vardı, bu yüzden bazı organize suçları üstlendi.
Bu aynı zamanda bölgesel siyasi ağları zayıflatmanın da bir yoluydu. Mafya bağlantısı suçlamaları genellikle köylülere ve kiracı çiftçilere yöneltilir, ancak genellikle toprak sahiplerine yöneltilmezdi.1925 ve 1928 yılları arasında Sicilya'da 11 bin'den fazla şüpheli tutuklandı. Yetkili kişi mafya ve faşistler arasındaki bağlantıları incelemeye başladığında, çok fazla evrak ürettiği gerekçesiyle görevden alındı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD ordusu organize suçu faşistlere karşı kitlesel direnişe karşı bir siper olarak kullandı.
Eski New York valisi Charles Poletti'nin tercümanı Vito Genovese, Mussolini'nin faşistlerine büyük bağışlar yapan ve Nazi liderlerini şatosunda ağırlayan bir mafyaydı. Genovese, ABD'nin İtalya'nın güneyindeki nüfusu beslemek için gönderdiği yakıt ve gıdayı alıp karaborsada satmıştır.
Bu bağlantılar, modern İtalyan devletinin kurulmasında gangsterlere büyük bir koz verdi.
Şimdi faşistler işbaşında ve beyaz yakalı suçluları serbest bırakan bir dizi önlemi onayladılar.
Yolsuzluk ve zimmete para geçirme gibi suçlar için hükümet cezaları yumuşattı. Nakit ödeme sınırını 2,000 Euro'dan 5,000 Euro'ya yükseltti.
Meloni'nin kısıtlaması sıradan insanları korumakla ilgili değil. Güney'in yoksul mahallelerinde baskıya yol açabilir ve şiddeti teşvik edebilir, ancak tepedekiler her zaman güvende olacaktır.
Simon Basketter
(Socialist Worker)
ABD'de beyaz üstünlüğü savunucuları ve neo-Nazi gruplar, Yahudi İftira ve İnkarla Mücadele Birliği'ne (ADL) karşı antisemit bir sosyal medya kampanyası başlattı. Birkaç saat içinde ABD'de 400 bin tweet'e ulaşan bir fırtına koptu.
Kampanyayı yürütenler, ABD aşırı sağının önde gelen isimleriydi.
Beyaz milliyetçi Keith Woods #BantheADL (ADL'yi yasakla) hashtag kampanyasını başlattı. Woods, "ADL beyaz karşıtı bir örgüttür. Şimdi #BanTheADL zamanı" diye yazdı.
Aşırı sağcı Turning Point USA'den Charlie Kirk, aşırı sağcı sosyal medya sitesi Gab'in CEO'su Andrew Torba, Holokost inkârcısı Nick Fuentes ve neo-Nazi Matthew Parrot kampanyaya katıldı.
"X" CEO'su Elon Musk daha sonra 24 saat içinde 28 kez tweet atarak hashtag trendini dünya çapında aktif bir şekilde destekledi.
Musk daha önce de Yahudi finansçı George Soros'a yönelik antisemitik saldırılara katılmış ve "Soros insanlıktan nefret ediyor" demişti.
ADL, 1913 yılında yükselen antisemitizme tepki olarak kurulmuştur. 1930'larda ABD'deki Nazilere karşı çıkmış ve 1950'lerde sol karşıtı cadı avcısı senatör Joseph McCarthy'yi de eleştirmiştir.
Ancak 1970'lerden bu yana ADL, İsrail'i eleştirenleri susturmak için kampanya yürütmüş, akademisyenlerin işten çıkarılması çağrısında bulunmuş ve yasal işlem başlatmıştır. Solu, sağdan daha büyük olmasa bile ona eşit bir tehdit olarak gösterdiler.
ADL ulusal direktörü Jonathan Greenblatt, "Siyonizm karşıtlığı antisemitizmdir. Nokta."
Bu kötü sicil, bazılarının hashtag kampanyasını kararlı bir şekilde reddetme konusunda isteksiz davranmasına yol açtı.
Hatta bazıları hashtag'i bizzat destekledi. Ancak ADL karşıtı kampanyanın motivasyonu Siyonizm karşıtlığı değildir.
Musk'ın neo-Nazileri "X" üzerinde platformlaştırmasıyla tetiklediği antisemitizm ve beyaz üstünlükçü fikirler kampanyanın itici güçlerini oluşturuyor.
Bu kampanya aşırı sağın tabanını genişletme çabasına işaret ediyor. Dünyanın en zengin adamı, 1920'lerin otomobil patronu Henry Ford'un bir yansıması olarak bugün açıkça antisemitizmi teşvik ediyor ve faşizme kur yapıyor.
Solun alması gereken pozisyon, siyahi profesör ve yorumcu Marc Lamont Hill tarafından dile getirildi.
Haber kanalı CNN, "nehirden denize özgür bir Filistin'i" desteklediği için ADL'nin baskısıyla kendisini işten çıkardı.
Ancak Hill haklı olarak Musk'ın ADL'ye saldırısını "derin antisemitik" olarak tanımlıyor ve onu "X "i "beyaz üstünlükçü bir lağım çukuruna" dönüştürmekle suçluyor.
Hill aynı zamanda, "Antisemitizmin her türüyle mücadele ederken Filistinlilerin yanında durmalıyız" ve ekliyor:
"Onlara yönelik antisemitik saldırılara karşı çıkarken ADL'yi de eleştirmeliyiz."
Antisemitizm ABD'de ve Avrupa'da yaygınlaşıyor. Bu sadece Yahudilere yönelik bir saldırı değil, solun ve ırkçılık ve baskıyla mücadele eden herkesin boğazına saplanan bir hançerdir.
Buna karşı çıkmazsak hepimizi tehlikeye atarız.
Ron Ferguson
(Socialist Worker)
Elektrik fiyatlarına yapılan büyük zamlar nedeniyle düzenlenen protestolar Pakistan'ı sarmış durumda. En yoksul insanlar yeni fatura dönemlerinde nasıl hayatta kalacaklarını ve ailelerine nasıl yiyecek sağlayacaklarını hesaplamaya çalışırken sokaklarda umutsuzluk ve öfke bir arada yaşanıyor.
Geçen hafta tüccarların grevi nedeniyle dükkanlar ve işyerleri kapandı. Ülke çapında düzenlenen gösterilerde insanlar faturalarını alenen yaktı.
Kaneez Fatima dört çocuğuna bakmaya çalışan dul bir kadın. Al Jazeera haber sitesine verdiği demeçte, akşam yemeğinde elektrikli soba yerine çalı çırpı ateşinde pişirilmiş ekmek ve çay yiyeceğini söyledi.
Şimdi artan faturaların ailesini açlığa sürüklemesinden korkuyor. "Bunu görüyor musunuz?" diyor yeni elektrik faturasını göstererek. "Bu fatura 19.157,13 Rupi (1.673,11 TL) ama ben ayda sadece 14.559,42 rupi (1.271,57 TL) kazanıyorum.
"Sadece bir vantilatörüm ve iki enerji tasarruflu ampulüm var. Fatura nasıl bu kadar yüksek olabilir? Çocuklarıma yiyecek sağlayacak kadar zar zor kazanıyorum. Bu faturayı ödersem onları nasıl besleyeceğim?
"Kendimi ve çocuklarımı öldürmekten başka seçeneğim kalmadı."
Eğer Kaneez ve ailesine bir zarar gelirse, bunun sorumluluğu Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) bankacılarına ve Pakistan yönetici sınıfındaki uşaklarına ait olacaktır.
Ülke Haziran ayında, mal ithalatını ve borçlanmayı imkansız hale getirecek olan borçlarını ödeyememe durumundan kıl payı kurtuldu. IMF ile son dakikada yapılan 2,4 milyar sterlinlik bir kredi anlaşmasıyla "kurtarıldı".
Ancak bunun karşılığında bankacılar, enerji sübvansiyonlarının kesilmesi, yakıt ve elektriğe vergi konulması da dahil olmak üzere ekonomik "reformlar" talep etti.
Bu önlemler, Batı'nın yüksek faiz politikaları nedeniyle zayıflayan yerel para birimi rupi ile birleşince, tüketicilerin elektrik faturaları Temmuz ayında iki katına kadar çıktı.
Protestolar Enver ül Hak Kakar'ın geçici hükümeti üzerindeki baskıyı arttırdı. Ancak IMF, vereceği her türlü yardımı cezalandırmaya hazır.
Üst düzey bir hükümet yetkilisi Financial Times gazetesine verdiği demeçte, elektrik tarifelerinin düşürülmesinin "IMF ile yeni bir krizi hemen tetikleyeceğini" söyledi. Yetkili, bunun muhtemelen fonun kredisinin askıya alınmasıyla sonuçlanacağını ve Pakistan'ı dış ödemelerinde temerrüde düşme riskiyle karşı karşıya bırakacağını söyledi.
Pakistan, geçtiğimiz 18 ay boyunca , tarihinin en kötü ekonomik çöküşlerinden birine sürüklendi. Yıllık enflasyon Temmuz ayında yüzde 28'e yükseldi. Döviz rezervleri ise 3 milyar sterlin gibi düşük bir seviyeye geriledi - bir aylık ithalat için gereken miktardan daha az.
Ülkenin yönetici sınıfı şimdi başarısız ekonomiye duyulan öfkenin artan siyasi kargaşayla birleşmesinden korkuyor.
Hükümet en geç bu sonbaharda yapılması gereken seçimleri şimdiden erteledi. İmran Han ve PTI partisinin seçime katılamamasını sağlayarak, gelecekteki herhangi bir seçime hile karıştırmaya çalıştı.
Ülkenin en popüler siyasetçisi olan Khan, geçtiğimiz günlerde yolsuzluk suçundan üç yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Başka bir mahkemenin cezayı erteleme kararı olmasaydı bu onu yarış dışı bırakacaktı.
Müslüman Ligi-Nawaz partisi ve Pakistan'ın askeri elitleri Khan'ın PTI'sını bastırmaya kararlı, ancak yeni elektrik protestoları dalgası onların da sonunu getirebilir.
Han'ın alt orta sınıflar ve yoksullar arasındaki popülaritesi, söyleminin sosyal adalet, refah ve anti-emperyalizm temalarına odaklanması nedeniyle güçlü kalmaya devam ediyor. PTI görevdeyken seçmenlerin coşkusunu haklı çıkaracak çok az şey yaptı ama ABD'yi kızdırmaya yetti. Washington uzun zamandır Pakistan'ı "kendi bölgesi" olarak görüyor. Buradan Afganistan'da ve sınır bölgelerinde "Teröre Karşı Savaş" yürütebilir ve son zamanlarda Çinli rakiplerini uzaklaştırabilirdi.
Yakın zamanda ortaya çıkan gizli yazışmalar, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Han'ın başbakanlık görevinden alınmasını talep ettiğini gösteriyor. Bu hamle, parlamentodaki ittifakının dağılmasından ve güvensizlik oyu almasından sadece birkaç hafta önce geldi.
Ekonomik çöküş ve sokaklardaki öfkenin birleşimi ve yaygın olarak yozlaşmış olarak görülen bir siyasi sistem, egemen sınıfın tüm kesimlerinin omurgasını titretebilecek bir isyan için bir reçetedir.
Yuri Prasad
(Socialist Worker)
Ağustos ayında BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) liderlerinin üç günlük toplantısına bu oluşum hakkında efsaneler de eşlik etti. Bu küresel ekonomik platformun G7’den daha büyük bir ekonomik güç olduğu yönündeki fikir iki hataya sahip: Birisi, BRICS birleşik bir bütün değil. Bu oluşumun içinde küresel GSYH’nin yüzde 17,6’sını oluşturan Çin baskın bir güç. Bu açıdan Rusya yüzde 3,1, Brezilya 2,4 ve Güney Afrika yüzde 0,6’lık güçleriyle çok anlamlı büyüklüklere sahip değiller!
İkincisi BRICS’ın ABD’nin başını çektiği batı emperyalist bloğunu köşeye sıkıştırabilecek etkinlikte olduğu düşüncesi. Michael Roberts’ın yazdığı gibi, “önemli olan nominal dolar bazında BRICS ülkeleri hala G7'nin oldukça gerisindedir. BRICS bloğu 2022 yılında 26 trilyon USD'lik bir GSYH'ye sahipti ki bu da tek başına ABD ile hemen hemen aynı. Kişi başına düşen GSYH'yi ölçtüğümüzde ise BRICS hiçbir yerde değil. SAGP'ye göre düzeltilmiş uluslararası dolarlar kullanıldığında bile ABD'nin kişi başına düşen GSYH'si 80.035 dolar ile 23.382 dolar olan Çin'in üç katından fazladır.”
Daha da önemlisi, batı, ABD liderliğini mecburi bir şekilde kabul etmiş durumdayken BRICS içinde ne servet düzeyi ne de ekonomik hedefler açısından bir birleşik davranma eğilimi vardır.
Zirvenin ardından Arjantin, Mısır, Etiyopya, İran, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler BRICS’e tam üyeliğe davet edildi. Bu gerçekleşse de iki eşit emperyalist bloktan söz etmek mümkün değildir.
Bir tarafta kendi arasında çelişkili (Çin-Hindistan ya da Brezilya-Rusya ilişkilerinde olduğu gibi) BRICS, diğer tarafta kendi içinde nispeten daha uyumlu, daha güçlü ama liderliğini yapan ABD’nin küresel hakimiyetinin açıktan sorgulandığı batı emperyalist bloku var. Sermayenin küresel kârlılığı gerilirken büyük kapitalist ülkelerin artı değer için mücadelesinin blokları olarak görülmesi gereken iki blok arasındaki gerilim ekonomik ve siyasal gücün dağılmasına ve küresel gerilimlerin tırmanmasına neden oluyor. Tıpkı Ukrayna işgalinde olduğu gibi.