ABD'de öğrenciler Filistin için kampüs işgallerini yaygınlaştırıyor

Almanya: Filistin Kongresi'ne baskı ve direniş

Almanya devleti, Berlin’de düzenlenen Filistin Kongresi’ni bastı, elektrikleri keserek katılımcıları zorla salondan çıkardı ve sokakta yapılması planlanan gösterileri yasakladı. Yunanistan’ın eski Maliye Bakanı Varoufakis’in elektronik ortam da dahil olmak üzere, Almanya’da herhangi bir siyasi faaliyette bulunması yasaklandı. 12 Nisan Cuma günü Berlin’de Filistin’e destek için Avrupa'da Demokrasi Hareketi 2025 (DiEM25) tarafından düzenlenen Filistin Kongresi, en başından beri Alman polisinin ağır baskısına maruz kaldı. Filistin asıllı İngiltere vatandaşı hekim Dr. Ghassan Abu Sittah’ın ülkeye girmesine izin verilmedi, havaalanında 3,5 saat boyunca sorgulandı ve hapisle tehdit edildi. Abu Sittah, Gazze’de yaşanan soykırıma dair görgü tanıklığını anlatacaktı. Kongrenin yapılacağı binayı abluka altına alan polis, yüzlerce katılımcının beklemesine rağmen sadece 250 kişinin binaya girmesine izin verdi. Tek tek kimlik ve bilet kontrolü yaparak katılımcıları içeri alan polis, kongrenin en az 2 saat gecikmeli olarak başlamasına neden oldu. Ayrıca İsrail yanlısı medyanın provokasyon amacıyla getirilen “gazetecilerinin” tümünü, kongre düzenleyicileri tarafından akredite olmamalarına rağmen içeri aldı. Kongrenin başlamasıyla birlikte “gazeteci” sıfatlı provokatörlerin bir kısmı kürsüyü işgal etti, Dr. Abu Ghassan online olarak konuşmaya başladığı anda polis önce canlı yayını, ardından da binanın elektriklerini kesti.  Bunun üzerine katılımcılar sloganlarla polise tepki gösterdi. Yaklaşık bir saatin ardından polis, Filistin Kongresi’nin sonlandırıldığı anonsunu yaparak katılımcıları zorla dışarı çıkardı. Bu esnada, kongrenin organizatörlerden biri olan Yahudi aktivist Udi Raz gözaltına alındı. Raz ile birlikte gözaltına alınanların sayısı üçe yükseldi. Cumartesi günü Berlin’de senato önünde toplanan Filistin yanlısı büyük bir kalabalık, sloganlarla parlamentoya doğru yürüyüşe geçti. Yahudi aktivistler tarafından “Yahudiler soykırıma karşı”, “Almanya, sen hiçbir şey öğrenemedin” dövizlerinin taşındığı coşkulu yürüyüşün önü bir süre sonra polis tarafından kesildi, en az 10 kişi gözaltına alınarak yürüyüş dağıtıldı.

Askeri gerilimler ve silahlanma yarışı hızlanıyor

Son yıllardaki jeopolitik gerilimlerin sonucu olarak, özellikle Suriye, Libya, Kafkaslar, Ortadoğu ve Pasifik bölgesindeki askeri çatışma riskleri önemli ölçüde artıyor. Bu durum karşısında söz konusu gerilimlerin tarafı olan ülkelerin silahlanma ve bölgesel savaş risklerine karşı askeri tedbir çabaları da hızla artıyor. Avrupa’nın önde gelen 20 ülke liderinin katıldığı, 27 Şubat günü Paris’te gerçekleşen toplantının ardından, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un yaptığı açıklamalar, askeri çatışma risklerinin geldiği boyutu gözler önüne sermesi açısından dikkat çekici bir örnek teşkil ediyor. Macron’un, toplantıda ortak bir karar alınmamasına rağmen, yaptığı basın açıklamasında Ukrayna’nın Rusya’ya karşı kazanmasına destek olmak üzere Avrupa’nın birliklerini gönderme olasılığından bahsetmesi, bir anda NATO-Rusya savaşına yönelik spekülasyonlara ve tepkilere yol açtı. Kremlin, Macron’un açıklamalarına hızla tepki vererek, “Avrupalı NATO üyelerinin savaşmak üzere Ukrayna’ya asker göndermesi durumunda, Rusya ile ABD liderliğindeki NATO ittifakı arasında bir çatışmanın kaçınılmaz olacağı” konusunda uyarıda bulunurken, ardından Putin, “Ulusa Sesleniş” konuşması sırasında, Batı’nın askeri müdahalesinin “nükleer bir tırmanışa yol açabileceği” uyarısında bulundu. Bu uyarıların ardından, ABD, Almanya, Polonya, Finlandiya ve İsveç, Macron’un açıklamalarıyla aralarına mesafe koyan açıklamalar yaptı. Macron’un bu çıkışının, basit bir gaf veya dil sürçmesi olarak yorumlanması açık ki naiflik olur. Bu çıkışı daha ziyade, bölgesel çatışmaların nasıl hızla küresel boyuttaki bir savaşa evrilebileceğine dair bir uyarı olarak yorumlamak gerekiyor. Nitekim, Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, geçtiğimiz günlerde, “Avrupa’nın savunma sanayisini güçlendirmenin zamanı geldi,” şeklinde bir açıklama yaptı.  Bu doğrultuda silahlanma çabaları hızla artıyor. Geçtiğimiz günlerde Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından açıklanan Uluslararası Silah Transferi Eğilimleri raporuna göre, Avrupa’nın 2019-2023 yıllarını kapsayan dönemde büyük boyutlu silah ithalatı, 2014-2018 dönemine göre yüzde 94 oranında artış gösterdi. Aynı dönemde en çok silah ihraç eden ilk beş ülke arasında ABD başı çekerken, Fransa, Rusya, Çin ve Almanya’dan oluşan beş ülkenin küresel silah satışları içindeki payı toplam yüzde 75,4 oldu.

İmza kampanyası: Boris Kagarlitski ve tüm Rus savaş karşıtı siyasi mahkumlar serbest bırakılsın!

Aşağıda imzası bulunan bizler, 13 Şubat'ta önde gelen Rus sosyalist entelektüel ve savaş karşıtı aktivist Dr. Boris Kagarlitski'nin (65) beş yıl hapse mahkum edildiğini öğrendiğimizde derin bir şok yaşadık. Dr. Kagarlitski geçen yıl Temmuz ayında 'terörizmi meşrulaştırmak' gibi saçma bir suçlamayla tutuklanmıştı. Bir yazar, kapitalizm ve emperyalizm eleştirmeni olarak dünya çapındaki ününü yansıtan küresel bir kampanyanın ardından, davası 12 Aralık'ta suçlu kararı ve 609.000 ruble (6550 ABD Doları) para cezası ile sonuçlandı.  Savcılık daha sonra para cezasına 'aşırı hoşgörülü olması nedeniyle haksız' olduğu gerekçesiyle itiraz etti.  Dr. Kagarlitski'nin para cezasını ödeyemeyecek durumda olduğunu ve mahkemeyle işbirliği yapmadığını iddia etti. Aslında cezanın tamamını ödemiş ve mahkemenin talep ettiği her şeyi sağlamıştı. 13 Şubat'ta bir askeri temyiz mahkemesi Dr. Kagarlitski'yi beş yıl hapse mahkum etti ve serbest bırakıldıktan sonra iki yıl boyunca bir internet sitesi yönetmesini yasakladı. İlk mahkeme kararının bozulması, Dr. Kagarlitski'ye saygı duyan ve serbest bırakılması için yürütülen küresel kampanyada yer alan dünyanın dört bir yanındaki binlerce aktivist, akademisyen ve sanatçıya yönelik kasıtlı bir hakarettir. Rus yasalarının Dr. Kagarlitski'ye karşı kullanılan bölümü ifade özgürlüğünü etkin bir şekilde yasaklamaktadır. Para cezasının hapis cezasıyla değiştirilmesi kararı ise tamamen uydurma bir bahaneyle verilmiştir. Kuşkusuz mahkemenin bu kararı, Rusya Federasyonu'nda hükümetin Ukrayna'da yürüttüğü ve ülkeyi bir hapishaneye çeviren savaşa yönelik eleştirileri susturmaya yönelik bir girişimdir. Dr. Kagarlitski'nin düzmece davası, Rusya'daki sol hareketlere yönelik acımasız baskı dalgasının sonuncusudur. Emperyalizmi, Batılı ya da başka türlü, sürekli eleştiren örgütler şimdi doğrudan saldırı altında ve birçoğu yasaklanmış durumda. Onlarca aktivist, sırf Rus hükümetinin politikalarına karşı çıktıkları ve seslerini yükseltme cesaretini gösterdikleri için uzun hapis cezalarına çarptırılmış durumda. Birçoğu işkence görüyor ve Rus ceza kolonilerinde temel tıbbi bakımdan mahrum bırakılarak hayati tehlike arz eden koşullara maruz bırakılıyor. Sol görüşlü politikacılar cezai suçlamalarla karşı karşıya kalarak Rusya'dan kaçmak zorunda kalmaktadır. IndustriALL ve Uluslararası Taşımacılık Federasyonu gibi uluslararası sendikalar yasaklanmıştır; onlarla herhangi bir temas uzun hapis cezaları ile sonuçlanacaktır. Rus soluna yönelik bu baskının açık bir nedeni var. Savaşın ağır bilançosu, emekçi kitleler arasında giderek artan bir hoşnutsuzluğa yol açıyor. Yoksullar bu katliamın bedelini hayatları ve refahlarıyla ödüyor. Savaş karşıtlığı en yoksullar arasında sürekli olarak en yüksek seviyede. Sol, emperyalist savaş ile insanların çektiği acılar arasındaki bağlantıyı ortaya koyacak mesaja ve kararlılığa sahiptir. Dr. Kagarlitski mahkemenin çirkin kararını sükunet ve vakarla karşıladı: 'Sadece biraz daha yaşamamız ve ülkemiz için bu karanlık dönemi atlatmamız gerekiyor' dedi. Rusya radikal bir değişim ve çalkantı dönemine yaklaşmaktadır.  Dr. Kagarlitski ve diğer aktivistlerin özgürlüğü, bu değişimlerin ilerici bir seyir izleyebilmesi için bir koşuldur. Boris Kagarlitski ve diğer tüm savaş karşıtı mahkumların derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılmasını talep ediyoruz. Ayrıca Rusya Federasyonu yetkililerini muhalefete yönelik artan baskılarını tersine çevirmeye ve vatandaşlarının ifade özgürlüğüne ve protesto hakkına saygı göstermeye çağırıyoruz.

Portekiz seçimleri: Aşırı sağ yükselirken muhafazakarlar az farkla zafer iddia ediyor

Sonuçlar, 50 yıl boyunca aşırı sağın desteklediği ilk hükümet anlamına gelebilir. Portekiz genel seçimlerinde oyların neredeyse tamamı sayıldığında, ana akım muhafazakarlar İngiltere'deki İşçi Partisi tipi Sosyalistlerin hemen önünde yer aldı. Aşırı sağdaki Chega (Yeter) oylarında bir artış ve sol oylarda büyük bir düşüş yaşandı. Muhafazakar Sosyal Demokrat Parti'nin (PSD) hakimiyetindeki sağcı Demokratik İttifak (AD) oyların yüzde 29,5'ini aldı. Sosyalist Parti (PS) de neredeyse aynı puandaydı. Sonuçlar nihai değil ancak PS yenilgiyi çoktan kabul etti. PS önceki hükümeti kurmuştu ve Kasım 2015'ten bu yana iktidardaydı. PS başbakanı Antonio Costa, dört ay önce polisin oldukça zayıf delillere dayanarak yolsuzluk iddialarıyla ilgili soruşturma başlatması üzerine istifa etmişti. Chega yüzde 18 oy aldı; 2022'de aldığı oyların iki katından fazla ve 2019'da aldığı oyların 15 katı. Chega, oy kazanmak için bazı görüşlerini değiştirdi ancak tehlikeli bir aşırı sağ güç olmaya devam ediyor. Lideri André Ventura, muhafazakar PSD'nin eski meclis üyesi ve bir dönem stajyer rahip. Adını ulusal televizyonda futbol yorumlarıyla duyurdu. Sosyal medya kampanyalarının odağına hükümetin yolsuzluğunu ve şiddetli göçmen karşıtı görüşleri ortaya koydu. Chega ayrıca cinsiyet eşitliğinin "çok ileri gittiğini" söylüyor. İlk olarak 2019'da Parlamentoya seçildi, önceleri bazı suçlular için kimyasal kastrasyon istemişti. Şimdilerdeyse, daha iyi maaş için gösteri yapan polis memurlarının en büyük destekçisi gibi davranıyor. Daha önce eğitim ve sağlığın neredeyse tamamen özelleştirilmesini savunuyordu. Artık çok daha az temel değişimden yana. Ayrıca daha yüksek emekli maaşı sözü verdi. Ventura destekçilerine, "Bu, Portekiz'de iki partili yönetimin sona erdiği gecedir, Chega, Portekiz'de bir milyon oyu aştı" dedi. PSD lideri Luís Montenegro, AD'nin hükümetteki iş yanlısı politikalar programı için Chega'nın desteğini isteyip istemediği sorulduğunda "Hayır, hayırdır" dedi. Ventura ile televizyonda yayımlanan bir tartışmada Chega'yı "yabancı düşmanı, ırkçı ve demagojik" olmakla suçladı. Ancak AD'nin parlamentoda iktidara gelebilmesi için ittifaklara ihtiyacı olacak ve bu da aşırı sağı ve onun rezil politikalarını benimsemek anlamına gelebilir. Bu, 50 yıldır aşırı sağın desteklediği ilk hükümet anlamına gelebilir. Portekiz'deki 1974 devrimi, Antonio Salazar ve halefi Marcelo Caetano'nun faşist rejimini devirmişti. Alternatif yeni seçimlerdir. Portekiz anayasası, yeni bir oylamanın yapılabilmesi için altı ay geçmesi gerektiğini ve yeni seçimin bu noktadan 55 gün sonra yapılması gerektiğini söylüyor. Kasım ortasından önce başka bir parlamentonun kurulmasının imkansız olduğu göz önüne alındığında, muhafazakarların Chega ile anlaşma yapması yönündeki baskı artacak. Sonuçlar, Avrupa'nın büyük bölümünde aşırı sağın ilerleyişini ortaya koyuyor. Ekonomik ve siyasi krizin yaşandığı bir dönemde, siyasetçilerin ve egemen sınıfın bazı kesimleri, göçmenleri günah keçisi ilan etmeyi ve milliyetçiliği teşvik ediyor. Ancak bu oylama aynı zamanda PS (Sosyalist Parti) ve onun aşırı sol müttefikleri hakkında da bir karar. 2015'ten 2021'e kadar Sol Blok (BE) ve Komünist Parti'nin PS ile hükümetlerini dışardan destekleme anlaşması vardı. PS yaşam standartlarındaki düşüşe yol açarken ve grevcilere karşı polisi kullanırken onlar destek vermeyi sürdürdüler. PS'nin oyu 2022'deki yüzde 41'den yüzde 29'a düştü. BE, 2022'dekiyle aynı şekilde yüzde 4,4'te ve Komünist Partinin ittifakı yüzde 1 düşüşle yüzde 3'e geriledi. Aşırı solun PS hükümetlerine verdiği destek, yıllardır Costa'nın işçi sınıfına ihanetlerine karşı bağımsız bir sosyalist muhalefetin olmadığı anlamına geliyor. Yine de bu dönem boyunca Britanya'daki Corbynci solun bazı kesimleri, Portekiz'i, "gerçekte var olan" bir sosyalist modelin örneği olarak tanıttı. Aslında en çok kazanan aşırı sağ oldu. Şimdi ırkçılık karşıtı mücadelenin ve aşağıdan mücadeleye dayalı solun mücadelesinin zamanıdır.

Mısır’da mücadele devam ediyor

Gazze’nin güneyinde, Mısır sınırında yer alan Refah’ta, daha önce yaklaşık 280 bin Filistinli yaşıyordu. İsrail’in saldırıları nedeniyle 2,3 milyon nüfuslu Gazze Şeridi’nde 1,9 milyon kişi yerinden oldu.  Yerinden edilen Filistinlilerin büyük bölümü, İsrail’in güvenli olduğunu iddia ettiği Refah’a sığındı.  İsrail önce rehineler 10 Mart’a kadar serbest bırakılmazsa şu anda yerinden edilmiş 1,5 milyon Filistinlinin yaşamakta olduğu Refah’a saldıracağını duyurdu, şimdi de rehinelerin serbest bırakılmasının saldırıyı “geciktireceğini ama engellemeyeceğini” söylüyor. İsrail Refah’a hapsolmuş ve açlıkla boğuşan Filistinlileri katletmeye hazırlanırken, Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi, bir yandan Filistinlileri desteklermiş gibi gözükürken bir yandan da bu hapishanenin kapılarından birini, Refah Sınır Kapısı’nı kapalı tutmaya kararlı. Çünkü sınır kapısını açmanın kendi rejimini tehdit edeceğinden korkuyor ve Filistin’e verdiği sözde destekle İsrail’in gerçekleştirdiği katliam karşısında çileden çıkan milyonlarca Mısırlıyı hoşnut tutmaya çalışsa da İsrail ve Batı ile ilişkilerini bozmaya hiç niyeti yok. Filistin direnişinin bölgedeki işçi hareketleriyle ilişkisi 1948 yılındaki Nakba, çok sayıda Filistinlinin bölgedeki çeşitli ülkelere dağılmasına sebep oldu. Lübnan, Suriye ve Mısır gibi ülkelerde yüz binlerce, Ürdün’de ise milyonlarca Filistinli yaşıyor.  Filistin işçi sınıfının parçalanmış yapısının iki önemli yanı var. Birincisi şu; apartheid ve yerleşimci-sömürge rejimlerini başarıyla alt eden hareketlere dair deneyimlerimiz, diğer pek çok mücadelede olduğu gibi, örgütlü işçi sınıfının bu konuda da hayati bir rol oynadığını gösteriyor. Fakat Filistinli işçiler, emeklerini geri çekerek İsrail ekonomisini, özellikle de önemli sektörleri durma noktasına getiremiyor. Bunun bir sebebi de İsrail egemen sınıfının Filistinlilerin emeğini sermaye birikimi bakımından ekonominin merkezinde bulunmayan sektörlerle sınırlamayı başarmış olması. Elbette Filistinli işçilerin mücadelesi bütünüyle etkisiz değil (örneğin 2021 yılında yapılan grevler bazı sektörlerde büyük aksamaya yol açmıştı) ama tek başına İsrail devletini durdurmak için yeterli değil.  İkincisi, yukarıda sayılan ülkelerin yönetici sınıflarının, ülkelerinin sınırları içinde (ya da Mısır’ın İsrail’in uyguladığı ablukaya yardım etmesi örneğinde, sınırlarının hemen dışında) yaşayan milyonlarca Filistinlinin marjinalleştirilmesi ve yoksullaştırılmasından sorumlu oluşu. İsrail tarafından mülksüzleştirilen, yerlerinden edilen ve katledilen Filistinliler, aynı zamanda Arap rejimleri tarafından da sömürülüyor ve izole ediliyor. Lübnan’daki Filistinlilerin yüzde 80’i yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Ürdün’deki Filistinlilerin yüzde 90’ı “günlük yaşamlarını sürdürmek için gıda alımını azaltmak” gibi yöntemlere başvurduklarını söylüyor. Bu rejimlerin yönetici sınıfları, Filistinlilerin çalışma, kamu hizmetlerine erişim ve mülk sahibi olma gibi temel haklarını inkâr ederek onları yoksulluğa mahkûm ederken, Filistinlileri gerektiğinde harcanabilir işgücü olarak kullanıyor. Kamplarda ve yerleşim yerlerinde, Filistinlilerin öfkesini ve bu öfkenin daha geniş kitleleri etkileme potansiyelini kontrol altına almak isteyen otoriter rejimler tarafından toplumsal ve politik hayattan olabildiğince soyutlanıyorlar.  Bu devletlerin ortak noktası, Filistin özgürlük mücadelesinin, büyük kitlelerin toplumsal ve ekonomik talepleriyle kaynaşması olasılığından (haklı olarak) korkmaları.  Filistin direnişi bölgenin başka yerlerindeki sınıf mücadelelerine ilham kaynağı oldu ve bazı durumlarda bu mücadeleleri hızlandırdı. 2011 Mısır Devrimi, Mısır’da 2000 yılında İkinci İntifada’nın etkisi ile başlayan bir direniş döneminin ardından geldi. Filistin, demokrasi ve toplumsal eşitlik için verilen “yerel” mücadelelerin derinleşmesinde önemli bir rol oynamaya devam ediyor. Bu yüzden bölge devletlerinin yönetici sınıfları yoksul, ezilen ve sömürülen geniş kitlelerin ekonomik ve politik sisteme karşı birleşme girişimlerini boşa çıkarmak için kolektif bir şekilde Filistinli mültecileri temel haklarından mahrum bırakıyor ve tıpkı İsrail gibi, bu ülkelerin yönetici sınıfları da Filistinliler ile “kendi vatandaşları” arasına engeller örüyor. Dolayısıyla Filistin’in özgürleşmesi, sadece İsrail’in değil, tüm bölge devletlerinin yönetici sınıflarının ekonomik, politik ve askeri çıkarlarına meydan okumakla doğrudan ilişkili ve bu devletlerin işçilerinin hem İsrail’in bölgedeki rolü, Filistinlere yönelik baskısı ve emperyalizme hem de kendi devletlerine karşı verecekleri mücadeleler, bu süreçte son derece önemli bir rol oynuyor.  Filistin direnişi ve özgürlük mücadelesi, bir bakıma kitlelerin kendi rejimlerine karşı mücadeleleriyle iç içe geçmiş durumda ve İsrail’i güçlendiren ve hem Filistinlileri hem de bölgedeki halk kitlelerini yoksulluk, baskı ve savaş kabusunun içine hapseden bu bölgesel emperyalist sistemi parçalayabilecek, aşağıdan kitle hareketlerinin ortaya çıkmasını gerektiriyor.  Kısacası Filistin’in özgürleşmesine yönelik bir mücadele mecburen iki unsur içermek zorunda. İlki, Filistin’de, Filistinlilerin öncülüğünde gerçekleşecek, apartheid rejiminin toplumsal ve politik sistemini bütünüyle parçalayacak, demokratik, laik ve birleşik bir Filistin mücadelesi. İkincisi, Filistin’in dışında, bölgedeki Arap ülkelerinin işçi sınıfının vereceği, temel hedeflerinden biri Filistin’in özgürlüğü olan ve bu ülkelerdeki ezilenlere ve yoksullara kan kusturan rejimleri, krallıkları, diktatörlükleri zayıflatmayı, hatta devirmeyi amaçlayan, devrimci bir mücadele. Mısır’da binlerce işçi grevde Mısır işçi sınıfı bu mücadelede özel bir önem taşıyor çünkü Lübnan ve Ürdün’deki işçi sınıfına kıyasla çok daha büyük bir toplumsal güce ve örgütlenme geleneğine sahip.  Şubat ayında binlerce işçi, Mısır’ın Mahalla’daki en büyük tekstil fabrikasında greve başladı. Tekstil fabrikalarının merkezi konumundaki Mahalla, 2011 Mısır Devrimi’ni besleyen büyük grev dalgasının ateşleyicisiydi.  Asyut şehrindeki yağ ve deterjan şirketinde çalışan işçiler de ücret artışı için grevde. Bu grevler, Filistin direnişi ve özgürlük mücadelesi ile birleşip emperyalizme ve bölgedeki Arap rejimlerinin yöneticilerine karşı ekonomik ve siyasi isyanlara dönüşerek dünyanın her yerindeki egemen sınıfların kabuslar görmesine yol açabilir.

Galloway’ın seçim zaferi

İngiltere’nin Rochdale kasabasında ara seçim yapıldı ve Rochdale halkı yeni milletvekilini seçti. 7 Ekim’den bu yana hemen her hafta sonu ülkeyi sarsan Filistin’e destek eylemlerinin bir sonucu olarak Filistin halkıyla dayanışan Britanya İşçi Partisi (Workers Party of Britain) adayı George Galloway parlamentoya seçildi. Seçimi Gazze kampanyasıyla kazanan Galloway, İşçi Partisi (Labour Party) liderine seslenerek “Keir Starmer; bu, Gazze için” dedi ve “Filistin felaketini mümkün kıldığınız, teşvik ettiğiniz ve örtbas ettiğiniz için büyük bedel ödeyeceksiniz” diye konuştu. Ancak Galloway geçen haftaki seçim zaferi konuşmasını yaparken bir iklim aktivisti tarafından “İklim değişikliği inkarcısı” sloganıyla protesto edildi. Ayrıca Galloway seçim kampanyası sırasında seçmenlere gönderdiği mektuplardan birinde LGBT+ karşıtı cümleler de kullanmıştı. 7 Ekim’den bu yana yüz binlerin Filistin için sokağa çıktığı ülkede iktidar bu ara seçim sonucunu çarpıtarak anlatmaya başladı. Başbakan Rishi Sunak, bu panikle seçim sonucunu aşırı sağın zaferi olarak yorumladı! Sunak, Filistin hareketini hedef alarak şunları söyledi: “Son haftalarda ve aylarda aşırılık yanlısı kargaşa ve suç olaylarında şok edici bir artış gördük. Sokaklarımızda protesto olarak başlayan eylemler gözdağı, tehdit ve planlı şiddet eylemlerine dönüştü… Artık demokrasimizin kendisi bir hedef haline geldi. Konsey toplantıları ve yerel etkinlikler basıldı. Milletvekilleri evlerinde kendilerini güvende hissetmiyor.” Sunak ayrıca ara seçim sonuçlarının “endişe verici olmanın ötesinde” olduğunu söyledi.  İşçi Partisi’nin aday gösterdiği Azhar Ali, 7 Ekim’deki Hamas saldırısına Gazze’yi işgal edebilmek için İsrail’in izin verdiğini iddia etmesinin ardından partiden uzaklaştırılmıştı. Başka bir aday için zaman olmadığından İşçi Partisi yine kendisiyle seçime gitti ama kampanya yapmadı. Bu nedenle de İşçi Partisi, sandıktan yüzde 7,7 oyla dördüncü sırada çıktı.

Mısır: Mahalla işçileri patronların grev kırıcılığına boyun eğmeyi reddediyor

Tekstil fabrikalarının merkezi olan Mahalla, 2011 Mısır Devrimi'ni besleyen büyük grev dalgasının ateşleyicisiydi. Şimdi baskıcı yönetimin düşük ücret dayatmasına isyan var. Ve tüm işçiler bu mücadeleyi izliyor. Patronlar, Mısır'ın Mahalla el-Kubra'daki en büyük tekstil fabrikasında binlerce işçinin grevini, yaptıkları işlerin ödemesini engelleyerek kırmaya çalışıyor. Ancak 27 Şubat günü grevciler dimdik ayaktaydı ve pes etmeyi reddediyorlardı. Grev geçen hafta kadın işçiler arasında başladı ve daha sonra 14 bin kişinin çalıştığı şirketteki erkek işçilerin büyük bölümünü de kapsayacak şekilde yayıldı. İşçiler maaşlarını her ayın 25'inden itibaren alıyor. Ancak yönetim, işçilerin grevden önceki alacaklarını ödemiyor. Bir işçi şunları söyledi:  "Şirket meşru taleplerimize cevap vermek yerine bizi maaşlarımızdan mahrum bırakıyor ve sanki Gazze'deymişiz gibi açlık silahını kullanıyor." "Özellikle Ramazan ayının yaklaşmasıyla birlikte, işçiler arasında paraya duydukları ihtiyaç nedeniyle aşırı bir memnuniyetsizlik hali hakim. "Bizim mücadelemiz çalışan herkesin mücadelesidir ve ancak Assiut'taki petrol şirketinin yaptığı gibi diğer şirketler deki işçiler katılırsa kazanabiliriz." Assiut kentindeki yağ ve deterjan şirketinde çalışan işçiler,  Mahalla işçileriyle aynı ücret artışı için grev yapıyor. Mısır'ın baskıcı Cumhurbaşkanı Abdülfettah El Sisi, kısa bir süre önce devlet çalışanları için asgari ücretin 6,000 Mısır pounduna  çıkarıldığını açıkladı. Birçok işçi bundan daha az ücret alıyor ve en azından bu ücreti almayı talep ediyor. Assiut'ta çalışan yaklaşık 400 geçici işçi de şirkette on yıl çalıştıktan sonra kadroya alınmadıkları için kalıcı iş güvencesi talep ediyor. Mısır'daki Devrimci Sosyalistler şunları söylüyor: "Mahalla grevi, Mısırlı işçilerin mevcut açlık politikalarını reddettiğini açıkça ilan ediyor. Eğer bu politikalar geçtiğimiz dönemde baskı kılıcıyla hayata geçirildiyse, artık bunlara sessiz kalmak mümkün değildir. "Cesur Mahalla tekstil işçilerinin hareketi ve talepleriyle tam dayanışma içinde olduğumuzu ilan ediyoruz. Onlara yönelik baskı ve terör politikasını reddediyoruz.  "Tüm Mısırlı siyasi, sendikal ve öğrenci güçleri, meşru talepleri gerçekleşene kadar onlarla dayanışma içinde olmaya çağırıyoruz.  "Hareket ayrıca yoksulluk sınırının altında yaşayan işçi ve emekçilerin ücretlerinin arttırılması sorununun mali kaynak eksikliğinden kaynaklanmadığını vurgulamakta. Aksine, sorun bu kaynakların yanlış yerlere dağıtılmasından  kaynaklanmaktadır.  "Cumhurbaşkanlığı makamındaki üst düzey devlet çalışanlarına, valilere, yargıçlara, ordu ve polis memurlarına, hükümet ve kamu kurumlarındaki danışmanlara yüksek maaşlar ödeniyor. "Bu elitlerin ücretlerine bir üst sınır getirilerek ayda on bin sterlinlik asgari ücret belirlenmesi için gerekli mali kaynak sağlanmalıdır."  Enflasyon 109 milyondan fazla insanın yaşadığı Mısır'da yüzde 40'a yakın seyrediyor ve pek çok Mısırlıyı yoksulluk sınırına yaklaştırıyor ya da altına düşürüyor. Mahalla, 2011 Mısır Devrimi'nin patlak vermesine neden olan büyük grev dalgasının ateşleyicisiydi. Ülkenin dört bir yanındaki işçiler, direnişe yeniden öncülük edip edemeyeceğini görmek için bu mücadeleyi izliyor.

Refah'tan bir ses: 'Burada işler tamamen kontrolden çıktı'

Refah'ta mahsur kalan ve Batı Şeria'da saldırıya uğrayan Filistinliler anlatıyor. Gazze'nin güneyindeki Refah'ta sıkışıp kalan bir milyondan fazla insan, korkunç bir belirsizlik içinde yaşıyor ve İsrail'in bölgeye tam kapsamlı kanlı bir saldırı başlatıp başlatmayacağını görmeyi bekliyor.  Gazze'nin merkezindeki Deyr el-Belah'ta yaşayan ancak kısa süre önce Refah'a kaçan İbitsam "İşler tamamen kontrolden çıktı. Kimse burada ne olduğunu ya da ne olacağını anlamıyor," diyor.  İngiltere'de yayınlanan Socialist Worker (Sosyalist İşçi) gazetesine konuşan Filistin şunları söyledi: "Müzakereler başarısız olduğu için hepimiz çaresiziz ve ateşkes umudu yokmuş gibi geliyor. Çocuklarım sürekli evimize ne zaman döneceklerini soruyorlar."  "Sıcak yemeklerin ve battaniyelerin hayalini kuruyorlar. Hayatın eskisi gibi olmasını istiyorlar. Bu kabusla baş edemiyorlar."  İsrail devleti 7 Ekim'den bu yana Gazze'de 30 binden fazla Filistinliyi öldürdü. İsrail devletinin kasıtlı olarak yardımları kesmesi ve hastaneleri hedef alması nedeniyle çok daha fazlası öldürülecek. Shehab haber ajansı, geçtiğimiz Pazar günü henüz iki aylık olan Mahmud Fattouh'un el Şifa hastanesinde yetersiz beslenme nedeniyle hayatını kaybettiğini bildirdi. Çocuğu tedavi eden bir sağlık görevlisi şunları söyledi: "Bebeğini taşıyan bir kadının yardım çığlıkları attığını gördük. Solgun bebeği son nefesini veriyor gibiydi. Onu acilen hastaneye götürdük ve akut beslenme yetersizliği çektiğini tespit ettik.  "Sağlık personeli onu acilen yoğun bakım ünitesine aldı. Gazze'de süt bulunmadığı için bebeğe günlerdir hiç verilmemiş."  Muhammed Zayegh adlı bir başka bebeğin de açlık nedeniyle öldüğü bildirildi. Gazze'nin kuzeyindeki Kamal Adwan Hastanesi'nin pediatri bölümü başkanı Dr. Hüsam Ebu Safiye, "yaygın yetersiz beslenme" nedeniyle Gazze genelinde "önemli sayıda" çocuğun öldüğünü açıkladı. Batı Şeria'dan bir ses: 'Direniş olmalı' Batı Şeria'daki Salfit kenti yakınlarında yaşayan Filistinli Abdullah, "İsrail güçleri gece gündüz baskın yapıyor" dedi.  "İnsansız hava araçlarıyla saldırılar düzenleniyor. Daha geçen hafta bir tanesi bir arabaya çarptı ve en az iki kişi öldü, daha fazlası da yaralandı.  "İsrail güçleri daha fazla barikat ve kontrol noktası kurdu. Askerler de daha fazla garnizon kurdu. Tüm bunlar bizi aşağılamak ve hareket etmemizi mümkün olduğunca zorlaştırmak için."  "İsrailli yerleşimciler de bize saldırıyor. Ailem, arazisinde zeytin toplayan birini tanıyor. Bir grup yerleşimci silahlarıyla yanına gelmiş. Ona 'toprağımızdan çık' demişler, o da çıkmayacağını söylemiş. Onu karısının ve çocuklarının gözü önünde vurdular" "Gazze ile başladılar ve şimdi aynı şeyi Batı Şeria'da yapmak istiyorlar."  Sesini yükseltenlere yönelik baskılar artarken kendisinin susturulamayacağını da sözlerine ekledi: "Biz burada, Batı Şeria'da birlik içindeyiz. Biz güçlüyüz. Yerleşimcilerin saldırıları ya da yolların durumu hakkında birbirimizi uyarabilmemiz için oluşturduğumuz gruplarımız var."   Abdullah, diplomasinin İsrail'in saldırılarını durduracağını düşünmediğini de sözlerine ekledi: "Uzun zamandır müzakere etmeye çalışıyoruz. Ama işe yaramadı. İsrail pes etmeyecek ve ABD gibi destekçileri de.  "Bu da pes edemeyeceğimiz anlamına geliyor. Adalet olmadan gerçek bir barış olamaz. Bu yüzden dünyanın dört bir yanındaki insanlara direnmeleri gerektiğini söylüyorum. Seferberlik çok önemli. Kitlesel bir hareket olmadan değişim olmaz." Sophie Squire (Socialist Worker)

Emperyalistler Yemen'i vurmaya devam ediyor

İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri geçtiğimiz hafta sonu Yemen'e dördüncü dalga saldırıyı başlattı. Operasyona Avustralya, Bahreyn, Kanada, Danimarka, Hollanda ve Yeni Zelanda da destek verdi. Ortak harekâtın yanı sıra ABD, Yemen'e neredeyse her gün saldırılar düzenliyor. Yemen'de sekiz noktada 18 hedefin vurulduğu patlamalar, Husilerin Kızıldeniz'de Batı gemilerine yönelik saldırılarının misillemesi. Husiler eylemlerini Filistinlilerle dayanışma içinde gerçekleştiriyor. Son patlamaların ardından Husiler meydan okudu. Grubun sözcüsü Yahya Saree, "Amerikan-İngiliz ittifakına, Kızıldeniz ve Arap Denizindeki tüm düşman hedeflere karşı daha fazla askeri operasyonla karşı koyacakları" sözünü verdi.  Husiler "Filistin halkına karşı dini, ahlaki ve insani görevlerini yerine getirmeye devam edecektir. Saldırganlık durmadıkça ve Gazze Şeridi'nde Filistin halkı üzerindeki kuşatma kaldırılmadıkça askeri operasyonlar devam edecektir" dedi.  Associated Press haber ajansının yaptığı hesaplamaya göre Husiler 19 Kasım'dan bu yana Kızıldeniz ve Aden Körfezi'nde ticari ya da askeri gemilere en az 57 saldırı düzenledi. Saldırıların hızı, son iki haftada daha da arttı.

1 2 3 4 5 6 İleri

Bültene kayıt ol