“Berbat Ötesi”

ABD’de yeni bir finans krizi mi başlıyor?

ABD’de teknoloji sektörüne hizmet veren Silikon Vadisi Bankası (SVB) ve kripto paraya yoğunlaşan Signature Bank battı. Bankaların batması, 15 yıl önce ABD’de konut kredilerindeki (mortgage) krizle başlayan ve bütün dünyaya yayılan 2008 finans krizini hatırlattı.  Silikon Vadisi Bankası nasıl iflas etti Büyük ölçüde teknoloji şirketlerine hizmet veren Kaliforniya’daki Silikon Vadisi Bankası (SVB), teknoloji şirketlerinin kâr oranlarındaki düşüşten etkilendi. Bu şirketler son bir yıldır yatırımlarını yavaşlatmış, kâr edemez hale gelmişlerdi. İşletme giderlerini karşılamak için bankadaki mevduatlarını kullanmaya başladılar. SVB ise bir yıl önce topladığı mevduatın önemli bir bölümünü hazine tahvillerine yatırmıştı. Ancak bir yıl boyunca artan faizler, şirketin elindeki hazine tahvillerinin değerini düşürdü. Mevduat sahibi şirketlerin para talebini karşılamak için elindeki tahvilleri satmaya başlaması krizi tetikledi. SVB, tahvil satışından, gerektiği kadar nakit sağlayamadı. Mevduat sahiplerinin nakit sıkışıklığını fark etmesi sonucu para çekme talebi hızla büyüdü. Kısa sürede bankadan milyarlarca dolar para çekildi. SVB, nakit talebini karşılamak için çoğunluğu ABD Hazine tahvillerinden oluşan 21 milyar dolarlık tahvil portföyünün tamamını sattı. Ancak faiz artırımları nedeniyle son bir yılda tahvillerin değeri en az yüzde 5 düştüğü için zarar etti. SVB fon açığını kapatmak için bu defa kendi hisse senetlerini satmaya başladı, en az 2 milyar dolardan fazla hisse senedi satacağını açıkladı. Hem tahvil satışından zarar etmesi, hem de büyük miktarda hisse senedi satmaya çalışması, bankanın hisse değerinin bir gün içinde yüzde 60 azalmasına yol açtı. Sonuçta ABD Federal Mevduat Sigorta Kurumu (FDIC), cuma günü Silikon Vadisi Bankasına (SVB) kayyum atandığını duyurdu. SVB'de yaşanan, toplam varlık açısından ABD'de kayıtlara geçen en büyük ikinci banka iflası oldu. Bütün bunlar toplam 48 saat içinde gerçekleşti. Silikon Vadisi Bankası ne kadar büyük ABD’deki en büyük 16. banka olan Silikon Vadisi Bankasının 8 bin 500 çalışanı, ödemesi gereken 175 milyar dolar mevduat hesabı var. Bankanın varlıkları kâğıt üstünde 200 milyar dolar civarında, ancak bu varlıkların ne kadarı gerçekten var, bilinmiyor. ABD hükümeti 250 bin dolara kadar olan mevduatları sigorta fonundan karşılıyor, ancak Silikon Vadisi Bankasındaki mevduatların yüzde 90’ı 250 bin doların üzerinde, yani sigorta kapsamında değil.  ABD Hazine Bakanlığı batan bankaların kurtarılmayacağını açıkladı, ama tüm mevduatlar için devlet güvencesi verdi.  ABD Merkez Bankası FED, krizin başka bankalara yayılmasını önlemeye çalışıyor. Ancak sorun bankacılık sistemine yayılırsa gerekli paranın bulunması imkânsız. Faizlerin yükselmesi sonucu ABD hazine tahvillerinde ortaya çıkan değer kaybının 600 milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. SVB ve Signature Bank’ın batması, ABD finans sisteminin bu değer kaybını tüm kapitalist sisteme yansıtmaya başladığının göstergesi oldu.

Katil İsrail saldırıyor

Korsan devlet İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarındaki halka saldırıları sürüyor. 22 Şubat'ta İsrail ordusu tarafından Batı Şeria'nın kuzeyindeki Nablus'a birkaç noktadan düzenlenen baskında 11 Filistinli hayatını kaybetmiş, yüzlerce kişi yaralanmıştı. Bundan birkaç gün sonra ise bir Filistinlinin silahlı saldırısında iki yerleşimci hayatını kaybetti. Bunun üzerine Huvvara belediyesine yerleşimciler tarafından günler süren devlet destekli pogrom saldırıları gerçekleştirildi. Evlerin ve arabaların kundaklandığı, taşlandığı saldırılarda bir Filistinli hayatını kaybetti. İsrail Maliye Bakanı bu beldenin “yeryüzünden silinmesi gerektiğini” söyledi. Öyle ki, bu sözü Netanyahu bile kınamak zorunda kaldı. Maliye Bakanı da daha öne “dilinin sürçtüğünü” söyledi. Basın saldırıların bakanların desteğiyle gerçekleştiğini yazdı. Bir İsrail ordusu generali bunu “katliam” olarak niteledi.  Batı Şeria’da halk siyonist terörden dolayı korku içerisinde yaşıyor. Filistinli yetkililere göre, Batı Şeria'da bu yılın başından beri daha şimdiden bu tip 600 saldırı meydana geldi. Geçen yılın Ocak ve Şubat aylarında kaydedilen vaka sayısının 55 olduğu düşünülecek olursa, İsrailli yerleşimcilerin saldırılarında büyük bir artış söz konusu. Batı Şeria’da işgal bölgelerinde inşa edilen yasadışı evler yıkılınca, yerleşimciler bölgedeki Filsitinlilere “intikam” saldırıları düzenliyor. Filistinlilerin köylerinde halk kendilerini korumak için yerleşimcilere karşı nöbet tutuyor. Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi kurumlar, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te uluslararası hukuka aykırı şekilde inşa edilen yerleşimlerde yaşayan İsrail vatandaşları ve vatandaşlık haklarından yoksun Filistinliler arasındaki durumun fiilen ırk ayrımcılığına dayalı bir ‘apartheid’ rejimine dönüştüğünü söylüyor. Siyonist rejim diğer yandan kendi halkının protesto gösterilerine de vahşice saldırıyor. Politikacılar, ordu mensupları ve İsrail’in en fanatik destekçileri bile onu artık “liberal bir demokrasi” olarak savunamayacak hâle geliyorlar. Sağcı hükümet ülkeyi gitgide büyüyen bir krize sürüklüyor.

Fransa’da mücadele var

Emeklilik yaşının 62’den 64’e çıkartılmasına karşı başlayan eylemler devam ediyor. Neoliberal Macron’un bu saldırısına karşı son olarak petrol işçileri ve ulaşım emekçileri greve gitti.  19 Ocak’taki ilk gösteri gününde 1 milyondan fazla kişinin sokağa çıkmasının ardından, 2023 yılının ilk iki ayında toplamda 6 kez ortak gün ilan edilip sokak gösterileri yapıldı. Demiryolu çalışanları süresiz grev ilan etti ve ülkede ulaşımın büyük ölçüde felç olması bekleniyor. CGT sendikasından Fabrice Michau, yapmak istediklerini “Fransa’yı durma noktasına getirmek istiyoruz” diye açıklıyor. İşçilere destek vermek için Brittany gibi bölgelerde öğrenciler üniversite işgallerine başladı. Ayrıca bu hafta içerisinde öğretmenler ve temizlik işçileri de greve gitti. Ifpo tarafından yapılan bir ankete göre Fransız halkının yalnızca yüzde 32’si Macron’un emeklilik planını destekliyor. Sendika liderleri hükümeti “halkı dinlememekle” suçluyor. Emeklilikle ilgili tartışmanın Mart sonunda bitmesi bekleniyor.

Sri Lanka işçi sınıfı ayakta

Geçtiğimiz yıl Nisan ayında iflasını ilan eden Sri Lanka’da başkan Ranil Wickremesinghe “kurtuluş reçetesi” olarak IMF’nin planını uyguluyor. Kamu harcamalarında kesintiler, elektrik zamları ve vergi artışları halkı giderek yoksullaştırırken, bunlara karşı gelişen tepkilere de tıpkı AKP gibi “grev yasağı” ile set çekilmek isteniyor. Fakat geçtiğimiz hafta yaşananlar, işçi sınıfının bazı bölümlerinin bunu aşmak için de greve gittiğini gösterdi. Borç krizi ve tepedeki yöneticilerin yanlış tercihleri sonucu büyük bir ekonomik krizle boğuşan ülkede, geçtiğimiz yıl kitle gösterileri eski başkan Gotabaya Rajapaksa’yı koltuğundan etmişti. Onun yerine gelen Wickremesinghe, benzer bir öfke dalgasıyla karşı karşıya kalmamak için o gösterilerin içinde yer alan bazı bileşenlere de tavizler vermeye çalışıyor. Fakat yoksulluğun yarattığı öfke durmuyor. Geçen haftaki grevde bankalar, hastaneler, üniversiteler, limanlar kapandı ve hayat durdu. Başkan “zorunlu hizmetler”in devam etmesi gerektiğini söyleyerek grevleri yasadışı ilan etti. Ancak örneğin liman işçileri yasağı tanımayarak grevlerini planlandığı gibi geçrekleştirdiler. Hastaneler de greve devam etti ve sadece acil servisler hizmet verdi.  Sendika liderleri, devlet başkanının kendilerine vergileri düşüremeyeceğini, bunun IMF’nin verdiği “kurtarma” paketindeki bir koşul olduğunu söylediğini aktarıyorlar. Öte yandan Wickremesinghe “kaynak yetersizliği” nedeniyle yerel seçimleri de erteledi. Muhalefet onu demokrasiyi boğmakla suçluyor. Seçim yapılmasını talep eden bir mitinge polisin saldırıları sonucu ise bir kişi hayatını kaybetti.

İngiltere’de işçiler 15 Mart’a hazırlanıyor

Aylardır neredeyse bütün sektörlerde yoğun bir grev dalgasının yaşandığı İngiltere’de 15 Mart sınıf mücadelesinin keskinleştiği günlerden biri olacak. 500 bin işçinin greve gitmesi bekleniyor.  Hayat pahalılığı, ücretlerde ve koşullarda düşüş İngiliz işçi sınıfını bir süredir direnişe itti. Muazzam büyük bir çalkantı içerisinde arka arkaya grev dalgaları patlak veriyor. 1 Şubat’ta birçok farklı işkolu aynı gün greve gitmişti. 15 Mart’ta bunun daha kitlesel bir versiyonu yaşanacak gibi görünüyor. Irkçılık karşıtı kampanyalar, iklim hareketleri, LGBTİ+ grupları da bu eylemlere destek veriyor. İşçilerin mücadelesi ülkedeki politik atmosferi baştan aşağı değiştirdi. Öyle ki, Sky News bir “Grev tarihleri: Kim ne zaman harekete geçiyor” sayfası yapıp grevleri takvimlendirmeye başladı. Geçtiğimiz aylarda sağlık sektöründe tarihteki en büyük grev yaşandı.  15 Mart’ta da doktorlar, ambulans şoförleri, hemşireler, öğretmenler, metro çalışanları, vergi dairesi çalışanları ve kamu sektöründeki daha pek çok işçi greve gidecek. Hareket şimdilik sendika liderliklerinin kontrolünden çıkabilmiş değil. Sosyalistler farklı mücadelelerin kazanması için daha radikal talepleri ve işçilerin doğrudan katıldığı aşağıdan inisiyatiflerin yoğunlaşmasını tartışıyor. 

Ukrayna-Rusya savaşının yıldönümünde anma ve protesto eylemleri yapıldı

Ukrayna-Rusya savaşının birinci yıl dönümü nedeniyle birçok ülkede yapılan eylemlerde savaşta hayatını kaybedenler anılırken Ukrayna’ya destek verildi.

Filistinliler, İsrail'in 11 kişiyi öldürdüğü Nablus baskınını protesto etti

Batı Şeria ve Gazze'de binlerce Filistinli, İsrail güçlerinin işgal altındaki Nablus'ta 11 kişiyi öldürdüğü baskını protesto etti.

Ukrayna savaşı tüm insanlığa bir tehdit

- Batı, Rusya'yı izole etmeye çalıştı. işe yaramadı: Rusya Ukrayna'yı işgal ettikten sonra, Batı ezici bir küresel koalisyon gibi görünen bir oluşum oluşturdu: 141 ülke Rusya'nın kayıtsız şartsız geri çekilmesini talep eden bir BM tedbirini destekledi ve sadece dört ülke Rusya'yı destekledi. Ancak 47 diğer ülke çekimser kaldı veya oylamaya katılmadı. - Çin: ABD Hazine Bakanı Janet Yellen, Hindistan'daki G20 maliye bakanları toplantısında Pekin'i Rusya'nın yaptırımlardan kaçmasına yardım etmesi konusunda uyardı. Ayrıca ABD'nin Rusya'ya ek yaptırımlar uygulamayı planladığını söyledi. - En güçlü iki Batılı devlet, Washington ve Berlin topyekûn bir Ukrayna zaferini hedeflemiyor. Onların çıkarına olan bu yıpratma savaşının sürmesini sağlamak. Bu, Rusya ve Batı arasında açıktan bir savaşın ortaya çıkması riskini azaltıyor ve Rusya’yı kazanamayacağı bir savaşın içine hapsediyor. Rusya’nın zorbalıklarının ve bombardımanlarının korkunç sonuçlarını yaşayan ve evlerinden uzağa sürüklenen iki taraftan askerler ve Ukraynalı siviller, iki emperyalist blokun, çok daha güçlü olan Batı ittifakı ve gittikçe Çin’den daha fazla destek alan Rusya’nın kapışmasında kılıç artığı gibi görülüyor. - Son BM Genel Kurulu, Rusya'nın Ukrayna topraklarından çekilmesini talep eden başka bir kararı onayladı - ancak Çin, Güney Afrika, Hindistan ve birçok ülke çekimser kalmaya devam etti. Savaş bir yılını geride bırakırken, Rusya'nın stratejisi net: Batı birliğinin dağılmasını beklemek. - ABD emperyalizmi için jeostratejik çatışmanın ana ekseni Çin’den geçiyor. Biden yönetimi, ABD’nin 1945’den bu yana hegemonyasını sürdürmesini sağlayan “kurallara dayalı uluslararası düzen” doktrinine meydan okuyabilecek düzeyde bir ekonomik ve askeri kapasitesi olan tek gücün Çin olduğunu defalarca dile getirdi. Washington’un perspektifinden, Ukrayna bu küresel mücadelede, cephenin sadece ön çeperini oluşturuyor. Savaş Rusya’yı zayıflatmaya ve Avrupa’yı ABD’ye iyice bağlamaya yarıyor. Avrupa’yı Çin’e karşı cepheleştirme çabası, geçtiğimiz yılın Haziran ayında Madrid’de gerçekleşen NATO zirvesinde ve daha yakın zamandaki Tayvan konulu NATO toplantısında ifadesini buluyor. Bunun sonucu, kağıt üzerinde tarafsız olan İrlanda dahil devletlerin teker teker askeri harcamalarını körüklemesi sonucunda Avrupa’nın artan şekilde askerileşmesi. Dolayısıyla Ukrayna savaşı tüm insanlığa bir tehdittir.  Küresel Güney’deki devletlerin çoğunun ya tarafsız kalması yahut Rusya’ya yakın durması da bu durumu iyileştirmiyor. Eğer nükleer felaketten kaçınılabilirse dahi, savaşın yarattığı ekonomik çöküşün, özellikle de enerji ve gıda enflasyonu üzerindeki etkilerinin tüm dünyaya fakirlik ve açlık yaydığı gerçeği baki kalacak. Başka savaşlar, örneğin Etiyopya’nın Tigray bölgesindeki, 600.000 can alan feci çatışma, Ukrayna’nın gördüğü ilginin ancak küçücük bir kısmına mazhar olabiliyor. Bu da Batı emperyalizminin Ukrayna’da yitirilen canlar ve yaşanılan insani krize dair endişelerinin ikiyüzlülüğünü gözler önüne seriyor.  Aynı çifte standart, Ukrayna’dan kaçan mültecilere kucak açılırken Afrika ve Orta Doğu’daki savaşlardan kaçanlara Avrupa kalesinin kapılarının kapatılmasında da görülebilir.

Savaş yalanları

Putin arka arkaya Ukrayna’yı vurduğunda ve işgalin daha 35. gününde yaklaşık 2 bin Ukraynalı sivil ölmüş, 4 milyondan fazla Ukraynalı Rusya’nın işgali nedeniyle ülkelerinden kaçmış durumdayken bizler Türkiye’de Putin özürcüleriyle uğraşmak zorundaydık.  Putin’in savaşından, Putin’den başka herkesi sorumlu tutan bir eğilim baş gösterdi. Giderek etkisini azaltsa da bir Putin özürcülüğüyle ile karşı karşıya kaldık ve bu özürcüler net bir şekilde saçmalık olan Avraysacı tezleri savunanlardan ibaret değildi. Birçok gerekçe öne sürüldü  Putin’in işgalini anlamlandırmak için. NATO, en başta gelen gerekçe oldu. İlerleyen bölümlerde değinmeye çalışacağım ABD yayılmacılığı, işgali anlamlandırmak için değil, NATO’nun bir ABD aparatı bir savaş ve işgal örgütü olarak Ukrayna’da Rusya’nın bağrına hançer batırdığını söyleyip Putin’in işgal emrini makul göstermeye çalışanlar oldu. Birdenbire NATO’nun ne kadar çok katliam gerçekleştirdiğinin dökümleri paylaşılmaya, ABD başkanlarının kanlı sicili gündeme getirilmeye başlandı. Kötü olduğunu düşündükleri her fikri liberal olmakla suçlayanlar, Putin’in şahsında bir anti liberal görüyorlardı çok açık ki. Liberal NATO’ya karşı liberal olmayan Putin! Başlangıçta oldukça hoş bir ikilem gibi görüns de şu artık açık bir gerçek ki liberalizm düşmanı olmak, liberal değerlere düşman olmak hiç kimseyi otomatikman sosyalist yapmıyor. Burada kaçırılmaması gereken asli nokta Çarlık dönemi Rus emperyalizmine özenen, Stalin dönemi Rus emperyalizminin tüm zorbalığını sahiplenilmesi gereken değerler olarak ele alan bir diktatörle karşı karşıya olduğumuzdu. Putin özürcüleri bu gerçeği kaçırdı. - Putin bir emperyalisttir. Putin savaş ve işgal politikalarıyla önce Avrupa’yı, ardından tüm bölgeyi ve dünyayı çok daha tehlikeli bir yer haline getirdi. - Putin Rus şovenistidir Putin, Ukrayna’yı elleri kanlı olmakla suçladı. Elleri kanlı bir siyasinin başkalarını elleri kanlı diye mahkûm etmesini inandırıcı bulanlara şunu hatırlatmak bir zorunluluk: Putin savaş ilanı olan konuşmasında ulusların kendi kaderlerini belirlemesine, halkların demokratik tercihlerine karşı apaçık bir Rus milliyetçiliğini, Rusya’da sosyalistlerin büyük Rus şovenizmi dedikleri fikirleri savunmuştur. - Putin antifaşist değildir Putin’in Ukrayna’daki Neonazilerin etkilediği rejime karşı olduğunu ve bazı faşist saldırılardan sorumlu olan paramiliter çeteleri çökertmek istediği “iddiası” önemli. Ama daha önemli olan Dünyada faşizmle mücadelenin Putin’e kaldığına inanların olması. Bu iddiaların, Irak’a saldırmadan önce Saddam Hüseyin’in elinde kitle imha silahı olduğunu savunan Bush’un iddialarından hiçbir farkı yok. Bir ülkenin iç siyasal rejiminde aşırı sağcı ve faşist kurumların olup olmaması, başka bir emperyalist gücün bu ülkeyi işgal etmesi için bir gerekçe olamaz. - Nükleer silahları olan bir antifaşist! Putin’in ne antiemperyalist olmakla ne de faşizmle mücadele etmekle bir alakası var. Putin’in akıl hocalarından olduğu iddia edilen ve Türkiye’de 15 temmuz darbe girişiminden sonra oluşan AKP-devlet koalisyonu nedeniyle önemli bir düşünür muamelesi yapılan Alexander Dugin , “Faşizm bizi düşünsel, idealist yanı itibariyle ilgilendiriyor, ulusal faktöre çağrısı aracılığıyla toplumda sınıfları karşı karşıya koymayı aşan bir ideoloji olarak."  Faşizmi benimseyen, neofaşist örgütler kurma peşinde koşturan bu tuhaf figürün Putin’in temel ideoloğu olması şaşırtıcı değil. Bizzat tanık oluğumuz danışman ve başdanışmanlara bakınca bunun çok garip görünmediği ortada. - NATO suçlu ama hırsızın hiç mi kabahati yok! Putin’i mazur göstermeye çalışanlar, nasıl bir ideolojik sistematikle karşı karşıya olduğumuza yakından bakmalılar. Örneğin, NATO, Doğu’ya doğru genişlemeseydi Rusya’nın işgale başlamayacağını düşünenler, bu tezden nasıl bu kadar emin olabiliyorlar? Tetikleyici mekanizmanın NATO’nun genişlemesi olduğu çok açık görünüyor, ama bu genişleme olmasaydı Putin’in işgale girişmeyeceğinin garantisi nasıl verilebiliyor. Şu sözleri, Putin’in “şef danışmanı” ediyor: “’Great Reset'e karşı Büyük Uyanış’ kitabında Dugin, ‘Saldırmak zorundayız’, ‘ABD'de bir aptal iktidarda olduğu sürece’ (Biden'ı kastediyor) Rusya'nın ‘dünya çapında nüfuz alanlarını genişletmesi için’ tarihsel bir şans var diyor. Şimdi Rusya saldırıyor.”  Son olarak, Ukrayna işgalinin arkasında yatan güç, Rus egemen sınıfıdır, “Rus oligarkları” diyerek Putin’le birlikte şekillenen ve çöken SSCB’nin kaynaklarının özelleştirilmesi sürecinde, “piyasaya açılan devlet sermayesi” parçalanırken devreye girenlerden sonraki kuşak. - Ne NATO ne Rusya! Putin’in ne yapmak istediğini belliydi: Ukrayna siyasal rejimini ve Ukrayna’nın askeri varlığını imha ederek hem tüm bölge ülkelerine, hem tüm Avrupa ülkelerine, ama esas olarak ABD’ye güç gösterisinde bulunuyor. Tıpkı, 2000’li yılların başında Afganistan ve Irak işgallerini dünyanın jandarması olduğunu kanıtlamak ve askeri güçlerini Asya’ya doğru kaydırmak için şiddet dolu bir güç gösterisi olarak planlayan ABD gibi, Putin de ABD ve NATO’yla hesaplaşmasını Ukrayna üzerinden görüyor. İşgal ederek, bombalayarak, çocukları öldürerek meydan okuyor. Rusya devlet başkanı, bir savaşı sürdürmenin geçerli yolu olan tüm ahlaksızlıkları adım adım hayata geçiriyor. Ukrayna ordusuna darbe yapmaları çağrısında bulunmaktan sivillerin yaşadığı yerleşim yerlerini füzelerle vurmaya, oradan nükleer silahları hazır etme emrini vermesine kadar tüm militarist adımları arka arkaya attı ve atıyor. Putin’in darbe yapmasını umduğu askerlerle daha kolay anlaşacağını açıkladı. Sadece bu darbe çağrısı bile, nasıl bir siyasal figürle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. - NATO özürcülüğüne de hayır! ABD egemen sınıfı krizin küresel hegemonya kaybına dönüşmesini engellemek için mukayese edilemez askeri gücünün yanı sıra, aynı zamanda savaş masraflarını Batı’ya çıkartmasını sağlayan NATO’yu kullanıyor. NATO tam anlamıyla bir ABD icadı. 12 batı Avrupa ülkesinin katılımıyla kuruldu, 1949'dan günümüze NATO'nun 19 başkomutanının her biri ABD'dendi.  SSCB’den gelecek saldırıya karşı bir savunma örgütü olarak kurulduğu iddiası Doğu Bloku’nun çökmesinden sonra anlamsızlaştı. NATO liderliği de bu anlamsızlığı fark etti ve misyonunu yeniden tanımladı ve çoğu Rusya ile sınırı olan 30 ülkeye genişledi.  Üstelik 1995’den 2011’e kadar Balkanlar, Afganistan, Irak, Aden Körfezi ve Libya’da işgallere girişti ya da yardımcı oldu. NATO yayılmacılığı, ABD’nin bu örgüt aracılığıyla Batı ülkelerini disiplin altında tutmanın yanı sıra sürekli bir meydan okuma örgütü olarak savaş gerginliğinin artmasında başat bir role sahip. Bu yüzden Ukrayna savaşında Türkiye gibi ülkelerde Stalinizm’in etkisi nedeniyle muhalefet saflarında bir kafa karışıklığı yaşandığı için tartışmalarımızda Putin’in temsil ettiği emperyalist siyasi geleneğin altını çizmek ne kadar önemliyse, NATO’nun yayılmacılığının maskelenip bu sefer de bir NATO özürcülüğü üretilmesine izin vermemek de o kadar önemli. - Antikapitalist bir savaş karşıtlığı Sorun otoriter liderlerin ABD tarafından korunan barış ve demokratik evrensel ilklere dayalı liberal demokrasilere düşmanlığı değil. Sorun, liberal demokrasi denilen sistemin içinden çıkan kutuplaşmacı, otoriter liderlerin de hemen hemen bir ve aynı kapitalist mantık üzerinde yükseldiğini görmek. İnsanlığın geleceği Obama ya da Biden’la Putin, Trump ya da Orban arasındaki kavgayla belirlenmeyecek.   Hepimizin geleceği, eskisiyle yenisiyle tüm kapitalist kurumlardan, üretim ilişkilerinden kurtulup kurtulamayacağımıza bağlı. Yüz yıl önce emperyalizm can çekişen kapitalizm olarak adlandırılıyordu. Bugün emperyalizm, “zombi kapitalizmin” kopmaz bir aşaması. Çürük kokusunun ve tüm dünyada ezilenlerin bir ve aynı kaygıyı yaşamasının nedeni bu. Ukrayna’da masum insanların öldürülmesinin nedeni bu. Sosyalist gelenek, aynı anda Ukrayna’da işgale hemen son verilmesini , NATO’nun dağıtılmasını, Ukrayna’dan, Rusya’da Putinin savaşına karşı çıktıkları için maruz kaldıkları devlet baskısından kaçan göçmenlere sınırıların derhal açılmasını savunmanın yanı sıra bir başka vurguyu daha öne çıkartıyor.

1 2 3 4 5 6 İleri

Bültene kayıt ol