Esad rejiminin düşüşü Filistin mücadelesi için ne anlama geliyor?

(Dosya) Ateşkes Filistin halkının direnişinin zaferidir

Katar’da Filistin direnişiyle İsrail devleti arasında ateşkesin ilan edilmesini Gazze’de halk sokaklara çıkarak kutladı. Çünkü biliyorlar ki ödenen bedellerin ağrılığına rağmen bu zafer Gazze halkının direnişinin ürünüdür. En başta Gazze’nin kahramanca direnişinin, sonra tüm dünyada Gazze’yle bütünleşen, dünya çapında bir Filistin halkı haline gelen, küresel bir intifada halini alan yaygın, yığınsal ve süreklilik arz eden mücadelenin ürünüdür.Filistin halkının direnişi, 444 gün süren soykırımcı işgalin İsrail açısından tam bir fiyaskoya dönüşmesini sağladı. İşgal devleti hiçbir hedefine ulaşamadı. İsrail’i bugün yöneten aşırı sağcı Siyonist koalisyonun ve bu koalisyonun lideri Netanyahu’nun Büyük İsrail hezeyanları hayata geçmedi. Çünkü Filistin halkı direndi. İşgalcilerin Gazzelileri Sina’ya sürme hedefi başarısız oldu. Çünkü Gazzeliler direndi. Netanyahu ve suç ortaklarının başta Hamas tüm Filistin direnişini yok etme hedefi başarısız oldu. Çünkü Filistin direnişi teslim olmadı. Gazze’yi kuzeyinden insansızlaştırma Güneyi’ni ise İsrailli yerleşimcilerle doldurma planı çöktü. Çünkü Filistin halkı boyun eğmedi. İşgal devlerinin tek bir asli amacı var, Filistin’i üzerinde Filistinlilerin yaşamadığı bir toprak parçasına çevirmek. Ama bu plan bir kez daha başarısız oldu. Filistin halkı bir kez daha tüm dünyanın ezilenlerine ilham vererek destansı bir direniş sergiledi. Artık şu çok açık: İsrail, igalci, soykırımcı, terör yöntemleri uygulayan ve başta ABD olmak üzere batının emperyalist güçlerinin desteğini almadan ayakta durması mümkün olmayan bir devlettir. Gazze’ye saldırmasının ardından Lübnan’a, İran’a, Suriye’ye, Yemen’e de saldıran bir savaş aparatından başka bir şey değildir İsrail devleti. 446 günün gösterdiği en önemli olgu, İsrail’in tüm askeri üstünlüğüne ve dünyanın en zengin ülkelerinden aldığı tam çaplı desteğe rağmen hiçbir hedefine ulaşamadığıdır. Tersine, şimdi İsrail iktidar bloğu krizlerden kriz beğenecek. Aşırı sağcı güvenlik bakanı Itamar Ben-Gvir ateşkes olması halinde istifa edeceğini söylemişti. ABD başkanlarına değil Filistin direnişine güveniyoruz Bir yandan ateşkes görüşmeleri sürerken bir yandan da ABD İsrail’e 8 milyar dolarlık silah sattı. Joe Biden’a aylardır boşuna “Soykırım Joe” denmiyor. Bu silahlarla, ateşkes görüşmeleri sürerken, daha 13 Ocak Pazartesi günü İsrail Kuzey Gazze kuşatmasının 100’üncü gününde en az 58 Filistinliyi öldürdü. Birkaç gün sonra başkanlık koltuğuna oturacak olan Trump da kararlı bir Siyonist’tir. Bir yandan ateşkes sürerken bir yandan da Trump işgal devletinin Batı Şeria’daki saldırılarını, yayılmacı ve sömürgeci politikalarını destekleyecektir. Unutmamak gerekir ki Trump, 20 Ocak’taki yemin töreninden önce rehineleri serbest bırakmazsa Hamas’a “cehennemi yaşatacağını” ilan etti. Ateşkes Filistin halkının sadece İsrail’e karşı değil ama aynı zamanda ABD ve batının emperyalist dev güçlerine karşı da zaferidir. Gazze direnişi bu devletlerin iki yüzlülüğünü de açıkça ortaya sermiştir. Uluslararası politikada sahip oldukları çifte standartı görmeyen hiç kimse kalmadı. Ne kadar duymazlıktan gelseler de küresel sistemin kurumları, Uluslarası Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi Netanyahu ve suç ortaklarının soykırımcı olduklarına ve görüldükleri yerde savaş suçlusu olarak tutuklanmaları gerektiğine hükmetti. Filistin direnişinin her bir günü İsrail devletinin sömürgeci yapısını ve bu yapıyı ayakta tutan küresel mimariyi teşhir etti. Gazze ile bütünleşen küresel intifada dünyanın tüm başkentlerinde, sayısız okulun kampüslerinde dev gibi Filistin gösterileri gerçekleştikçe Filistin direnişi daha da güçlendi, işgal devleti daha da teşhir oldu. Her bir katliamın hesabını sormak için Şimdi Gazze halkıyla beraber kutlama yapma zamanıdır. Gazzeliler çadırlarından sokaklara çıkarak ateşkesi kutluyorlar. Soğukta, çadırlarda başlarını yastığa koyarken sabah uyanıp uyanamayacağını bilmeksiniz süren ayların ardından ateşkesle Filistin halkı bir soluk alacak.  Gazze’yle birlikte ateşkesi selamlarken, işgalin en şiddetli günlerinde İsrail’in her bir saatte 4 Filistinli çocuğu öldürdüğünü unutmayacağız. 45 bin Filistinlinin bu 446 günde öldürüldüğünü unutmayacağız.  Gazze’de taş üstünde taş bırakılmadığını unutmayacağız. Gözümüzün önünde yaşananın 21. yüzyılın ilk soykırımı olduğunu unutmayacağız. Tüm hastanelerin bombalandığını, yüzlerce sağlık çalışanının katledildiğini, en son Dr. Abu Hussam Safiya’nın durumunda olduğu gibi Filistinli doktor ve sağlık çalışanlarının işkence yapılmak üzere tutuklandığını unutmayacağız. Çadırların içinde insanlarla birlikte yakıldığını, Filistin’in tarihi mirası olan zeytin ağaçlarının imha edildiğini unutmayacağız. Bu yüzden, Gazze’yle dayanışmak için örgütlediğimiz ve aktif bir parçası olduğumuz küresel intifadanın sürekliliğinden asla taviz vermeyeceğiz. Netanyahu ve suç ortakları soykırım, savaş ve insanlık suçlarının hesabını verene kadar Gazze’nin yanında durmaya devam edeceğiz. Fiziki dayanışmayı örgütleyelim Biliyoruz ki işgalin her bir günü Gazze’nin eğitim sistemine, alt yapısına, işyerlerine, tarım gücüne, su havzalarına, sağlık sistemine, yollarına yönelik yıkıcı suçlarla dolu. Ateşkes, Gazze’ye yardımı kontrollü bir şekilde sağlamayı kapsıyor. Şimdi tüm dünyada iktidarları Gazze ile aktif insani yardım açısından zorlamak için hareketimizi güçlendirmek zorundayız. Gazze halkı her düzeyde yanında olduğumuzu bilmeli.  Hiçbir yardım engellenmemeli, tüm kapılar dayanışma için sonuna kadar açılmalı. Büyük bir dayanışma seferberliğini başlatalım. Tam ambargonun şimdi tam zamanıdır Ateşkes, İsrail’e karşı mücadelenin savsaklanmasını değil hızlandırılmasını ve güçlendirilmesini daha acil bir hale getirmiştir. Çünkü biliyoruz ki İsrail için ateşkes, bir sonraki saldırısı için bir mola anlamına geliyor. Bu yüzden, iktidara bir kez daha berbat bir sınav verdiğini ve İsrail’le ikili anlaşmaları sonlandırmadığı, Azerbeycan petrolünü İsrail’e Türkiye üzerinden aktardığı için işgal devletinin elini sonuna kadar rahat hissetmesine neden olduğunu hatırlatmak zorundayız. Ateşkes, iktidarın bu tutumundan derhal vaz geçmesi için bir uyarı işlevi görmelidir. İsrail’e her düzeyde ambargo bir zorunluluk. İsrail’in saldırganlığını engelleyecek tek güç yalnızlaştığını görmesi olacak. Bu ekonomik bir yalnızlık ve tecrit, askeri bir yalnızlık, politik bir yalnızlık, kültürel bir yalnızlık olmalıdır. İsrail tek başına bırakılmalıdır. Türkiye, İsrail’e yönelik tam ambargo konusunda kararlı olduğunu ilan etmeli ve hemen bu karara uygun pratik adımları atmalıdır. 446 günlük işgalle işbirliği yapan tüm siyasiler, şirketler teşhir edilmeli ve kişilere ve şirketlere yaptırım uygulanmalı, yargılanmaları sağlanmalıdır. Biz Filistin halkının yanında olmaya devam edeceğiz. Gazze için ses çıkartmaya bir an bile bile ara vermedik, ses çıkartmayı, küresel intifadanın Filistin direnişini güçlendirmesi için mücadele etmeyi sürdüreceğiz. Ateşkesi coşkuyla karşılıyoruz ama İsrail’in soykırımcı işgalinin tüm sorumlularından hesap sorulması için “Nehirden denize özgür Filistin” demeyi sürdüreceğiz. ---

Trump’ın yeni başkanlık döneminde olası gelişmeler neler olacak?

5 Kasım 2024 seçimlerini kazanan Trump, 20 Ocak tarihinde yemin ederek, Beyaz Saray’daki görevinde başlıyor. Trump’ın seçilmiş olması üzerine çok konuşuldu, ancak göreve başlamasının ardından atacak olduğu olası adımlar üzerine pek çok spekülatif görüş söz konusu. Bu konuda gazetemizin yazarlarından F. Levent Şensever’in görüşlerini aldık. Önümüzdeki dönem açısından Trump’ın göreve başlamadan önce attığı adımları ve ifadelerini nasıl yorumluyorsunuz?  Trump’ın, geçen başkanlık döneminde iki kere azledilmesine ve o günden bu yana birçok davadan yargılanıp, hüküm giymiş bir başkan adayı olmasına rağmen, 2024 seçimlerinde ABD tarihinin en büyük siyasi geri dönüşünü gerçekleştirerek, zafer kazanmış olmasının altını çizmek gerekiyor. Dolayısıyla Trump, 2016 yılındaki iktidarına göre bu dönem siyasi açıdan çok daha güçlü bir konumda olacak. Trump’ın atması olası adımlarını ülke içi ve uluslararası düzene yönelik adımları olarak ikiye ayırmakta yarar var. Trump’ın bu yeni başkanlık döneminde ABD’de öngördüğünüz olası gelişmeler nelerdir? Ülke içine yönelik olası adımlar konusunda seçim kampanyası sırasında öne çıkarmış olduğu iki başlık bize bazı ipuçları veriyor. Bunlardan birincisi, ekonomik meseleler, ikincisi ise, göçmenleri ülkenin en büyük sorunu gibi gösterdiği birçok yalan ve ırkçı ifadeler. Trump’ın bundan sonraki dönemde gerek siyasi gerekse ekonomi politikaları, Amerikan kapitalistlerinin çıkarlarına göre şekillenirken, Amerikan emekçilerinin bugüne kadar elde ettikleri haklarına saldırı şeklinde olacak gibi görünüyor.  Seçim kampanyaları sırasında başta göçmen karşıtlığı olmak üzere, Müslümanlar, siyahlar ve diğer etnik azınlıklara karşı ırkçı ve ayrımcı saldırıları, LGBTİ+ bireyleri ve siyasi rakiplerine yönelik tehditler ve kadınlara yönelik cinsiyetçi tutumları ve kürtaj karşıtlığı, fosil enerji şirketlerini savunurken, açıkça yenilenebilir enerji karşıtı görüşleri savunması gibi tanık olduğumuz birçok görüşü ve ifadeleri, bize önümüzdeki döneme ilişkin ülke içinde atacağı adımların somut bir göstergesi niteliğinde. Öte yandan, seçim kampanyası boyunca kapitalist işletmelerin vergilerinin düşürülmesi, ekonomi politikalarının ulusal çıkarlara göre düzenlenmesi, dışalımlarda yüksek gümrük vergilerinin uygulanması gibi, Amerikan kapitalistlerinin diğer ülkelerin kapitalist sınıflarıyla rekabetlerinde çok daha güçlü mekanizmalara sahip olacak ve bu şekilde çok daha hızlı sermaye birikimi gerçekleştirmelerine olanak sağlayacak birçok vaatte bulundu.  Trump’ın ekonomi politikaları gerek ABD’de gerekse uluslararası alanda ne gibi etkiler yaratabilir? Ekonomik politikalar konusunda uluslararası düzen içindeki müttefiklerini dahi karşısına alan ve ABD’nin çıkarlarını öne çıkaran, yeni milliyetçi bir ekonomi dönemine geçiş söz konusu. Seçim kampanyası sırasında öne çıkardığı ‘Önce Amerika’ mottosundan da anlaşılacağı gibi, Reagan’ın başkanlığı döneminde başlayan ve o dönemden itibaren kendisinden önceki tüm Amerikan başkanlarının da izinden gittiği, ‘küreselleşme’ adı altında yürütülmüş olan Neoliberal politikaların sonuna işaret eden bir tutum içinde görülüyor.  Burada altını çizmemiz gereken önemli bir başka husus, Trump’ın yeni döneme ilişkin attığı adımlardan net olarak görüleceği gibi, ABD’de olağanüstü düzeyde güçlenen oligarşik bir sınıf, siyaset sahnesinde hâkim hale geliyor olması. Trump’ın önemli birçok bakanlık ve kamu kurumlarının üst düzey yönetici adayları milyarderlerden oluşuyor. Kendisi de bir milyarder olan Trump, yeni kabinesine atamayı planladığı milyarderlerin varlıklarının toplamı, Amerikan siyasi tarihinde görülmemiş bir düzeyde olacak. Özellikle jeopolitik gelişmeler ve militarizm bağlamında öngörüleriniz nedir? Trump’ın kendisinden önceki Başkan Biden’ın jeopolitik politikalarının birçoğunu eleştirmekle birlikte, özellikle Çin’i Amerika’nın küresel hakimiyeti açısından en ciddi rakibi olarak belirlemesi ve Biden dönemine benzer bir tutum içinde olması bekleniyor. Dolayısıyla jeopolitik açıdan öncelikle bu ülkeye odaklanacak, zira bu stratejik bakış açısında hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler görüş birliği içinde. Bu aynı zamanda Hint-Pasifik bölgesi dışındaki coğrafyalarda yer alan ülkelerin ABD’nin çıkarları açısından daha az önem arz edecek olması anlamına geliyor. Trump, seçim kampanyaları sırasında verdiği demeçler nedeniyle her ne kadar savaş karşıtı bir tutum içinde gibi görünmüş olsa da özellikle seçim sonrası Kanada, Grönland ve Panama’ya karşı paylaştığı görüşleri, Amerika’nın Trump döneminde Neo-sömürgeci bir döneme gireceğine dair endişeler ve görüşlerin artmasına yol açtı.  Trump bilindiği gibi, son birkaç aydır sarkastik bir şekilde Kanada’yı “Amerika’nın bir eyaleti” gibi tanımlamaya başladı. Hiçbir dayanağı olmayan “Panama Kanalı’nın Çinliler tarafından iletildiği” şeklinde iddialarda bulundu ve kanalın ABD’ye verilmesi gerektiğini ileri sürdü. Benzeri bir şekilde, Danimarka’nın Grönland’ı Amerika’ya satması gerektiğini ileri sürerek, bu konuda yeni bir tartışma başlattı. Trump’ın öte yandan, NATO üyesi ülkelerin ulusal gelirlerinden askeri harcamalara ayırdıkları yüzde 2’lik payın yüzde 5’e çıkarılması gerektiği, ABD’nin askeri şemsiyesinin koruması altındaki askeri güçleri yeterli olmayan Kanada ve Avrupa Birliği üyesi gibi ülkelerin, Amerika’nın askeri harcamalarına katkıda bulunması gerektiği gibi gerilim yaratacak birçok çağrısı da söz konusu. Son olarak eklemek istediğiniz bir açıklama var mı?   Trump’ın dört yıllık başkanlığı döneminde gerek Amerika’da gerekse küresel düzeyde birçok altüst oluşların ve gerilimin yaşanması bekleniyor. Ancak bunların bizi karamsarlığa sürüklemesine izin vermemeliyiz. Nitekim, Trump’ın bir önceki başkanlık döneminde, Siyah Yaşamlar Önemlidir hareketi, iklim aktivistleri ve sayısız iş yerinde emekçilerin verdiği sendikal mücadeleler, başta ABD olmak üzere, tüm dünyada binlerce eyleme katılan milyonlarca insanın mücadelesi, Trump’ın 2020 yılı başkanlık seçimlerini kaybetmesinde büyük bir rol oynamıştı.  Aynı şekilde, Biden ve Harris’in emekçilerin yoksullaşmasına yol açan ekonomi politikaları ve Gazze’deki soykırıma verdikleri desteğe karşı binlerce savaş ve soykırım karşıtının örgütlediği mücadeleler, bu kez de Demokratların devrilmesinde önemli bir rol oynadı. Bütün bunlar bize, önümüzdeki dönem kitlesel taban hareketlerinin kritik önemi ve mücadelelerin örgütlenmesi açısından yol gösterici olmalı. (Sosyalist İşçi)

Suriyeli sosyalist Ghayath Naisse: 'Mezhepçiliğe karşı ve kadın hakları için mücadele edeceğiz'

Suriye’deki Devrimci Sol Akım’dan Ghayath Naisse, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi’nin (DSİP) düzenlediği toplantıda Esad rejiminin düşüşünü ve Suriyeli sosyalistlerin mücadele programını anlattı. Toplantıda Naisse’nin yanı sıra Suriyeli mülteci Kashan Kalkour ve DSİP üyesi Meltem Oral da konuşmacıydı.  Ghayath Naisse’nin toplantıdaki konuşması şöyleydi: Öncelikle herkese merhaba, selamlar yoldaşlara. Devrimci Sosyalist İşçi Partisi’ndeki yoldaşları selamlıyorum. 2011’de başlayan Suriye Devrimi’nden sonra bu partiyle iyi ilişkilerimiz oldu. DSİP devrimin başladığı günden bugüne kadar, Suriye’den gelen göçmenlere, yoldaşlarımıza destek oldu, yardımcı oldu. Genel olarak uluslararası dayanışmada başarılı oldular, biz de devrimciler olarak bunu unutmayacağız. Şahsım ve Devrimci Sol Akım adına herkese teşekkür ederim.  Büyük bir değişim Bugünkü konuşmamız çok önemli. Suriye’de çok büyük bir değişim oldu, dünyada da aynı şekilde yankıları oldu. Bu büyük olay, Suriye’deki diktatörlük rejiminin düşmesi ve Suriye Devrimi’nin kazanmasıdır. Bu hafta içinde Suriye halkının önüne büyük fırsatlar çıktı ve halkın önündeki engelleri kaldıracak önemli olaylar gerçekleşti. Suriye’deki diktatörlük rejiminin düşmesinden bahsetmeyeceğim ve nasıl bir rejim olduğunu anlatmayacağım, zaten herkes onun nasıl bir rejim olduğunu çok iyi biliyor. Daha önemli olanı, bundan sonra ne yapacağımızı konuşmak istiyorum. Rejim neden hızlı düştü? Garip olan olay, bu rejimin 12 gün içerisinde, bu kadar güçlü olmasına rağmen ve bu kadar silahlı güçlerinin olmasına rağmen çok kısa bir sürede düşmesidir. 12 yıl boyunca Suriye halkına türlü işkenceler yapan bu rejimin bu kadar hızlıca düşmesinin sebeplerini konuşmak gerek. Bunun hem iç hem de dış sebepleri var. Öncelikle 2011’de başlayan devrim, rejimin temellerinin sarsılmasına neden oldu. İlk sebep budur. İkinci sebep ise rejimin hakim olduğu bölgelerde halkın yüzde 95’ini yoksulluğa ve açlığa mahkûm etmesiydi. Rejimin en büyük destekçisi olan ordu, generaller, subaylar ve askerler bile son dönemde bu yoksulluğa maruz kaldı. Ordudaki görevlerini yaparken de yoksulluk çektiler, askerler ve subaylar da halkın tamamı gibi yoksulluktan payını aldı. Suriye’nin güneyinde rejimin hakim olduğu bölgelerde bile, eylemler başladı. Lazkiye’de ve sahil kısmında bile eylemler yapıldı. Kimsenin rejim için canını feda etmek istemediği bir duruma ulaştık. Ona destek olmayı reddettiler. Dış etkenler Şimdi de dış etkenlerden bahsedelim. Rejime destek veren dostları, onun iktidarda kalmasını sağlayan dış etkenler yavaş yavaş ortadan kalktı. Gazze’de başlayıp Lübnan’a yayılan İsrail saldırganlığı Hizbullah’ın güçlerinin önemli bir bölümünü yok etti, bu da Hizbullah’ın Suriye’deki güçlerinin ve kadrolarının zayıf ve güçsüz kalmasına neden oldu. Aynı zamanda İran da büyük çapta zayıfladı. Lübnan ve Filistin’e desteği ve buralardaki savaştan etkilenmesi, hem de kendisinin savaşa müdahil olması bu duruma yol açtı. Bu nedenlerin etkisiyle Suriye rejimine desteği kesti. Rusya’nın Ukrayna’daki savaşa yoğunlaşması, kendi derdine düşmesi, onun da desteği kesmesinde etkili oldu.  Esad askeri çözümde ısrar etti Suriye rejimi bunların hepsini göz ardı etti ve bir barış sürecine başlamayı reddetti. En baştan beri yaptığı gibi askeri çözüm yaklaşımını sürdürdü. Son bir iki yıl içinde de Erdoğan’ın ve Türkiye’nin ona sunduğu bütün teklifleri reddetti. Bu da büyük etkenlerden birisiydi. Bütün bu olayların sonucu olarak HTŞ bir harekât başlattı ve bu harekât başarıyla sonuçlandı. Dikkat ettiyseniz rejim askerleri çok büyük bir direniş sergilemedi. HTŞ’nin Halep’e girmesi iki gün bile sürmedi ve yukarıda tüm bu etkenler, bu savaşın hızlıca bitmesini sağladı. Olaylar şu şekilde gerçekleşti; muhalif güçler şehirlere yaklaştığında rejim güçleri üniformalarını çıkarıp görev yerlerini terk ederek kaçtılar ve halk sokaklara indi. Daha sonra da muhalif güçler, savaş veya çatışma olmadan o şehirleri ele geçirdiler. Halep’te, Humus’ta, Hama’da ve Şam’da olaylar bu şekilde gerçekleşti, muhalif güçler bu şehirlere çatışmasız bir şekilde girdiler.  Arap Baharı’nı unutmayalım Özetleyelim; devrimin başarılı olmasının ve bu rejimin 12 günde gitmesinin nedeni ana sebebi 2011’de başlayan devrim, ondan sonra rejimin zayıflaması, insanların devrimi sürdürmeye yeniden devam etmesi ve sokaklara inmesi, en sonunda ise HTŞ’nin ve muhalif güçlerin “püf” dediğinde rejimin çökmesi ve şehirlere girebilmesi. HTŞ’nin Şam’ı ele geçirmesinden sonra İsrail, Golan Tepeleri’nin aşağısındaki Şeyh Dağı’nı ele geçirmeye başladı ve rejimden kalan bütün silahları, füzeleri, cephaneleri bombalamaya başladı. Bu da önemli konulardan biri.  Bu Suriye tarihinin en önemli olayıdır Suriye tarihinde bir geçiş dönemini yaşıyoruz. Suriye tarihindeki en önemli olay budur; belki de Suriye Fransız işgalinden kurtulmasından bile daha önemli bir olayı yaşıyor. Halk yarım asırdır Suriye’de varlığını sürdüren cani ve diktatör rejimin yıkılmasının mutluluğunu yaşıyor. Nesiller boyunca Suriyeliler bu anları bekledi, onun için şimdi gördüğümüz gibi Suriye halkı sevinç içinde ve sokaklarda eğlenmeye başladı. Hayatlarında ilk defa özgürce her şeyi konuşabilecek, kendilerine yeni siyasi partiler kurabilecek, siyasete atılacak hale geldiler. Şahsen bugünün gelebileceğini hayatta tahmin etmezdim. 1970’lerden beri canını feda eden Suriyeli kadınlara ve erkeklere, bütün Suriye halkına selam olsun diyorum. Yarım asırdır bu rejime tek başlarına direnen canını feda eden bütün o insanlara selam olsun. Son on yıl içinde canını feda eden yoldaşlarımızı da unutmamak lazım.  Yeniden inşa ve komiteler Biraz gündemden bahsetmek istiyorum, Suriye halkı şimdi sokaklarda Suriye’nin yeniden inşası için çabalıyorlar. Yeni komiteler kuruldu, halk kendi mahallelerini temizliyor. Ülkeyi yeniden inşa etmek, yeni partiler ve örgütler kurmak istiyorlar. En önemlisi de bütün insanlar ve gençler en önemlisi de el ele verip kalkınmayı hedefliyor. Herkes sokaklarda. Partimiz ve yoldaşlarımız hızlı bir şekilde gelişmeye başladı, şimdi bir büyüme aşamasındayız. Özetle şimdi partimizin ana hedefleri, kazanılan bu özgürlüklerin korunmasını sağlamak. Yani, parti kurma özgürlüğü, baro kurma özgürlüğü, sendikal özgürlükler, siyasi hayata atılma özgürlüğü… Bütün Suriye’de özgürlükleri kazanıp onları korumak için harekete geçmemiz gerekiyor.  Halkların eşit koşullarda birliği Şovenist ve ırkçı akımlara karşı, Kürt halkının özgürlüğünü ve kendi geleceğini tayin hakkını tanıyıp onlarla birlikte bir savunma hattı oluşturmalıyız. Kurulacak olan geçici hükümetin Suriye halklarının tamamını temsil etmesini istiyoruz. Bazı şartlarımız var; ilk şartımız güvenlik güçlerinin ve ordunun yeniden yapılandırılması. İkincisi Suriyelilerin güvenliklerinin ve özgürlüklerinin garanti altına alınması. Geçici hükümetin bir kurucu meclis oluşturması gerekiyor. Yeni bir anayasanın Suriye halklarının özgürlüklerini ve demokrasiye geçişini koruması ve eski diktatörlük rejiminin geri dönmemesini temin etmesi gerekmektedir. En önemli taleplerden biri de Suriye’deki bütün dış güçlerin Suriye topraklarından çıkmasıdır. Bildiğiniz gibi şu anda Suriye’de en büyük nüfuzu olan ülke Türkiye. Şu anda Türkiye’deki demokratik ve sol kurumlara çok büyük bir görev düşüyor, onların çok önemli bir rolü var. Biz de devrimci ve sol akımlar olarak yıllar boyunca burada çok büyük engellemelerle, yasaklamalarla karşı karşıya kaldık ama artık bu çalışmaları yürütecek, sosyalist bir faaliyet yürütecek imkanlar var ve artık bunun için yola çıkabiliriz. Tüm yoldaşlara teşekkürler.

'Suriye halkının omuzlarından devasa bir yük kalktı'

Suriye’de Esad rejiminin düşüşü hakkında Uluslararası Sosyalist Akım açıklaması: ⦁ Suriye’de Beşar Esad rejiminin düşüşünü memnuniyetle karşılıyoruz. Suriye halkını, kendilerini elli yıldan fazla süredir kötü yöneten, yüzbinlerce insanı öldüren, milyonlarca kişiyi yoksullaştıran, yerinden eden ve ülkeyi parçalayan diktatörlüğü nihai bir yenilgiye uğrattıkları için kutluyoruz. Mart 2011’deki demokratik halk devrimi nihayet haklı çıkmıştır. ⦁ Suriye halkının omuzlarından devasa bir yük kalktı. Esad’ın düşüşü, dinlerinden ve etnisitelerinden bağımsız olarak Suriye halkı için, bu kanlı diktatörlüğün harabelerinden, yeni, özgür ve bağımsız bir Suriye inşa etmek için bir fırsat.  ⦁ Rejim devrime, geçtiğimiz on yılda ülkeyi harap eden korkunç savaşı başlatarak cevap verdi. Rusya, İran ve Hizbullah gibi müttefiklerinin yardımıyla Esad, devrimci güçleri askeri olarak ezmekte başarılı oldu. Yine de zaman içinde halk direnişi rejimin altını o kadar oydu ki, Hey'etu Tahrîri'ş-Şâm (HTŞ) saldırısını başlattığında, kimse rejimi savunmaya hazır değildi. ⦁ Rejimin çöküş anı, kesişen iç ve dış faktörlerle şekillendi. Rusya’nın dikkatinin Ukrayna’da olması, Eylül ayından bu yana devam eden İsrail saldırısının İran ve Hizbullah’ı zayıflatması, rejimin Türkiye ile ilişkileri normalleştirmeyi reddetmesi, müzakere temelinde oluşacak herhangi bir siyasal çözümü kabul etmemesi ve başta ordu olmak üzere rejim kurumlarının çürümesi ve çöküşü, bu faktörler içerisinde sayılabilir.  ⦁ HTŞ ve diğer muhalif milislerin ilerleyişi, Türkiye’nin onayı ve desteği olmadan mümkün olamazdı. Rejim güçleriyle büyük çatışmalar, asgari düzeyde gerçekleşirken, şehirler olağanüstü bir hızda düştü. Şam’ın düşmesi sadece 12 gün sürdü. Askerler ve alt rütbeli subayların da dahil olduğu rejim güçleri, rejimi savunmayı reddettiler. Askerler silahlarını bırakarak köylerine ve kasabalarına döndüler. Kitleler rejim güçlerinin çekildiğini gördüklerinde sokakları doldurdular, rejimin düşmesi ve özgürlükle ilgili sloganlar attılar. Bunun ardından HTŞ güçleri şehirlerin içerisinden geçti.  ⦁ Savaş çoktan dış güçlerin Suriye’den çeşitli etki alanlarını kesip koparmalarını sağladı. Esad hanedanının ülkeden kaçmasına rağmen bu süreç devam ediyor. Artık Türkiye’nin etkisi egemen. Her ne kadar Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail muhtemelen gücü elinden alınmış bir Esad rejimini Şam’da tutmayı tercih etseydi de bu devletler rejimin düşüşünü, Lübnan’a karşı saldırıyla başlayan ‘Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılması’ sürecinin bir parçası olarak görüyorlar. İsrail, Suriye’nin askeri kabiliyetlerini yok etmek amacıyla muazzam bir bombardıman başlattı, Golan Tepelerindeki hakimiyetini güçlendirdi ve yeni alanları işgal etti. İsrail üç kere savaşa girdiği Suriye’yi aciz kılmayı, gelecekteki hükümeti kim olursa olsun bu ülkeyi silahsızlandırılmış bir hale getirmeyi amaçlıyor. Kendisi de sayısız hava baskını gerçekleştiren ABD de Suriye’de kendi yerleşim bölgesini muhafaza ediyor. Bunlar Suriye halkının yeni özgürlüğü karşısındaki en büyük tehditler.  ⦁ Şam’daki hükümeti artık HTŞ kontrol ediyor. Disiplinli ve etkin bir yapıya sahip cihatçı bir örgüt olan HTŞ, İdlip’te baskıcı ve toplumsal olarak muhafazakâr politikalar uyguladı. Çok dar bir toplumsal tabana sahip olan örgüt, kendi hedefleri ve çıkarları, rakip Suriyeli siyasal güçler ve dış güçlerin talepleri arasında bir denge kurmak için çabalayacak. Bu daha fazla istikrarsızlık ve çatışma yaratacak bir formül.  ⦁ Suriye kapitalizmi ile emperyalist ve bölgesel saldırganlara karşı işçi sınıfının ve geniş kitlelerin örgütlenmesi olasılıklarını güçlendirecek ve genişletecek tüm eylemleri destekliyoruz. Devrimci Sol Akım’daki yoldaşlarımızın hızla demokratik bir Suriye’nin inşa edilmesi için yükselttikleri talepleri destekliyoruz: ⦁ Kamusal ve bireysel özgürlükleri koruyun: Suriyelilerin büyük fedakarlıklarla kazandığı özgürlükler korunmalıdır. Siyasal, sendikal ve toplumsal faaliyetlerin canlandırılmasını, siyasi partiler, dernekler ve sendikalar kurma ve bu kurumları örgütleme özgürlüğünün tanınmasını talep ediyoruz. İfade, basın, örgütlenme ve eylem özgürlüğü de yeniden tesis edilmelidir. ⦁ Kapsayıcı bir geçiş hükümeti: Böyle bir hükümet bu özgürlükleri koruyup garanti altına almalı, yurttaşlar için güvenlik sağlamalı, mezhepçiliği ve ırkçılığı reddetmeli, orduyu ve güvenlik aygıtını yalnızca ulusal egemenliğe ve sınırlara odaklanarak yeniden yapılandırmalıdır. Bu geçiş hükümetinin, iki ana görevi olacaktır.  ⦁ Yeni, demokratik bir anayasa taslağı hazırlayacak olan bir kurucu meclisin seçilmesinin koşullarının hazırlanması  ⦁ Nisbi temsili temel alacak özgür ve adil seçimlerin organize edilmesi. ⦁ Suriye’deki solcu ve demokratik hareketleri birleştirin: Suriyeli kitleler her türden eylem biçimlerine istekliler hem eski rejime dönüşü hem de yeni mezhepçi otoriter sistemi reddediyorlar. Sol bu mücadelelere dahil olmalı, işçi sınıfının ve tüm Suriyelilerin çıkarına olan çabaları koordine etmeli, sosyal adaleti ve eşitliği sağlayan mezhepçi olmayan ve demokratik bir sistemi inşa etmelidir.   ⦁ Tüm yabancı işgallere son: Tüm dış güçlerin Suriye’den çıkarılması ve Golan Tepeleri de dahil olmak üzere işgal altındaki toprakların özgürleştirilmesi için çalışma.  ⦁ İsrail işgaline karşı çıkın: İsrail’in sürmekte olan saldırganlıklarına direnin ve Filistin davasına ilkeli bir desteği yeniden teyit edin.  ⦁ Türkiye Suriye’deki tüm askeri operasyonlarına, askeri varlığına ve Suriye muhalefeti güçleri ile Kürt muhalefeti arasında gerilim ve çatışma yaratan politikalarına son vermelidir. Kürtlerle Suriye’deki diğer halklar arasındaki bir çatışma başka bir iç savaşa yol açabilir ve Kürt halkının Suriye’de var olma ve yaşama hakkına yönelik şiddetli bir saldırıya dönüşebilir. Kürt halkının -Suriye’deki tüm halklar gibi- kendi kaderini özgürce tayin etmesinin koşulları yaratılmalı ve Türkiye böylesi gelişmelere müdahale etmemelidir.   ⦁ Avrupa ve Türkiye’deki merkez siyasetçilerin ve aşırı sağcıların Esad’ın düşüşü karşısındaki tepkisi, Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönmelerini talep etmek oldu. Avusturya Suriyelileri sınır dışı etme planlarını ilan ederken, Belçika, Britanya, Fransa, Yunanistan ve Almanya Suriyelilerin iltica başvurularını durduruyor. Suriyeli mülteciler Esad’ın baskısının ve göçmen karşıtı ırkçılığın kurbanlarıdır. Eğer seçimleri bu olursa, vatanlarına geri dönme hakkına sahiptirler ama aynı zamanda hayatlarını yeniden inşa ettikleri ülkelerde kalma hakları da vardır. Büyük demokratik bir zaferin, daha da çok ırkçılık ve günah keçisi yaratmak için kullanılması alçakça. Göçmenlere ve mültecilere hoş geldiniz diyor ve tüm göç kontrollerine karşı çıkıyoruz.       Uluslararası Sosyalist Akım Koordinasyonu

Güney Kore: Darbeci başkan sıkıyönetimi savundu, genel grev devam ediyor

Solu ve yükselen işçi hareketini bastırmak için darbe yapmaya kalkan sağcı devlet başkanı Yoon Suk Yeol'un görevden alınması iki gün sonra Güney Kore meclisinde görüşülecek. 7 Aralık'taki oturum iktidar partisi tarafından boykot edilmişti. Daha önce sıkıyönetim kararı için halktan iki kez özür dileyen Yeol, yaptığı son ulusa sesleniş konuşmasında "sonuna kadar savaşma" sözünü verdi. Güney Kore cumhurbaşkanı isyan suçlamasını reddediyor ve sıkıyönetim kararını bir 'idari bir eylem' olarak savunuyor. İçerideki muhalefeti kriminalize ederek suçlamaya devam ediyor. Güney Koreli sosyalistler 4 Aralık gecesi Yeol'ün ilan ettiği ve 6 saat sonra darbe karşı protestolarla sona erdirilen sıkıyönetim sonrası mücadelenin Yeol istifa edene kadar devam etmesini, çünkü onun fırsat bulduğunda yine darbe yapmaya kalkacağını söylemişti. Çember daralıyor Yeol hakkında sıkıyönetim ilanı sebebiyle soruşturma başlatılmış ve ülke dışına çıkışı yasaklanmıştı. Polis, başkanlık ofisini iki kere bastı. Sıkıyönetim kararını oylama ile kaldıran muhalefetin talebiyle mecliste Yeol'ün görevden alınması görüşülecek. İktidar partisi PPP, kendi üyesi olan Yeol'un cumhurbaşkanlığını savunuyor. Eski Savunma Bakanı Kim Yong-hyun, sıkıyönetim ilanı kaosu sırasında istifa etmiş ve isyan suçlamasıyla gözaltına alınmıştı. Tutulduğu hapishanede intihar girişiminde bulundu. Büyük demokratik hareket Başarısız darbe girişiminin gerçekleştiği 3 Aralık akşamı binlerce protestocu meclisin önünde toplanmış, muhalefet vekillerinin meclise girişine yardımcı olmuştu; polisle çatışıp püskürtmüş, bir askeri aracı da engellemişti. 4 Aralık'ta ülkenin en büyük sendikası olan Kore Sendikalar Federasyonu genel grev başlattı. Metal İşçileri sendikası, 70.000 işçinin katıldığı vardiya başına iki saat süren acil bir grev ilan etti. Sağcı PPP iktidarının çalışma bakanı grevcileri ağır sözlerle suçladı. Buna rağmen grev Yeol istifa edene kadar devam ediyor. 6 ve 9 Aralık akşamı ise mumlu demokrasi nöbetleri birçok muhalif dernek ve hareket tarafından örgütlendi. Meclisin azil görüşmesinin gerçekleşeceği 7 Aralık günü başkent Seul'da dondurucu soğuğa rağmen 200 bin kişi "Yeol istifa!" sloganıyla meclis önünde toplandı. Ellerinde mumlarla sağcı başkan ve partisini protesto ettiler. Yeol'ün partisi PPP'nin boykotu nedeniyle mecliste yeterli sayı bulunamadığı için cumhurbaşkanının görevden alınması görüşülemedi. Bunu duyan protestocular, milletvekillerine geri dönüp oy kullanmaları için çağrı yaptı. İkinci azil girişiminin görüşüleceği günden önceki gece olan 13 Aralık'ta mumlu demokrasi nöbeti hayata geçirilecek. 14 Aralık günü ise meclis önünde dev bir protesto mitingi bekleniyor. Başarısız darbe girişimi öncesi Seul'da 100 bin işçi, Yeol'ü ve partisinin dayatmak istedi 2025 bütçesini protesto etmişti. Yeol ve ekibi, darbeyle bu aşağıdan muhalefeti ezmek istese de uğradığı başarısızlıklar sonrası çok büyük bir işçi hareketi ve toplumsal muhalefetle karşı karşıya. Genel greve milyonlarca işçinin katıldığı söyleniyor. Hareket, Yeol'ün cumhurbaşkanlığına son vermeyi başarabilir. Yeni bir darbe girişimini yine püskürtebilir. Sağcı PPP iktidarının da sonu başlayabilir. --- Darbelerin, katliamların, kanlı savaşın tarihi Güney Kore tarihi tıpkı Türkiye ya da Güney Amerika ülkelerininki gibi gibi darbelerin tarihidir.  1950'de patlak veren Kore savaşı üç yıl sürdükten sonra ülke Kuzey ve Güney olarak ikiye bölündü. Savaşta 3 milyon Koreli öldü. 1953'teki ateşkes sonrası Kuzey Kore SSCB tarafından desteklenen stalinist bir diktatörlükle yönetilirken, Güney Kore ABD'nin Asya'daki biricik müttefiki oldu. 1961 yılında 2. Ordu komutan yardımcısı Tümgeneral Park Chung-hee liderliğinde bir darbeyle cunta yönetimi kuruldu ve üç yıl ülkeyi demir yumrukla yönetti.  Güney Kore askerleri, ABD'nin isteğiyle 1964 yılında Vietnam savaşına katıldı ve deniz savaş birliklerini oraya gönderdi. 1965 yılında kara birlikleri de Vietnam savaşına dahil oldu. Ancak 1973 yılına kadar orada kaldılar ve jalka karşı birçok savaş suçu işlediler. Katliamlar ve tecavüzlerle suçlandılar. Takvimler 1979'u gösterdğin Güney Kore büyük bir grev dalgasıyla sarsılıyordu. Aynı yılın Aralık ayında ikinci darbe yapıldı. 1980'in başında sıkıyönetim ilan edildi. Halkın sokaklarda, öğrencilerin kampüslerde yaptığı barışçıl protestolara, askerler tarafından ateş açıldı. Çok sayıda kişi sokak ortasında dövülüp, gözaltına alındı. Bunun yarattığı öfke ülkenin bazı yerlerinde ayaklanma boyutuna varan protestolara yol açtı. 9 süren ayaklanma sırasında en az 240 protestocu öldürüldü, yüzlerce kişi yaralandı. Sonraki hükümetler esas olarak darbeci generaller tarafından kuruldu. 1997'de yapılan seçimlerde ilk kez iktidar burjuva demokratik yöntemlerle muhalefet partisinin yönetimine geçti. ABD tarafından desteklenen Güney Kore ordusu, Kuzey ile on yıllardır süren soğuk savaş ve gerilimden beslenerek siyasete müdahil olageldi. Son darbe ise geçtiğimiz günlerde patlak verdi ve bu kez yenildiler.

İsrail, Gazze yakınlarındaki sokak köpeklerini katletme yasası çıkardı

İsrail Parlamentosu Knesset 9 Aralık'ta, veterinerlerin Gazze Şeridi yakınlarındaki sokak köpeklere ötenazi uygulamasına izin veren acil durum yasasını onayladı. Yasa, Gazze'ye 20 kilometre ya da Lübnan'ın kuzey sınırına 10 kilometre mesafede bulunan köpeklerin dört gün içinde sahiplenilmeye uygun olmadıklarına karar verilmesi halinde ötenazi yapılmasına izin veriyor. Yasa tasarısı, Aralık 2023'te Tarım Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Gazze'den İsrail'e 500 sokak köpeğinin girdiğini tahmin eden bir raporun ardından geldi. Bu sayı geçtiğimiz yıl içinde yaklaşık 5.000'e ulaştı. İsrailli Let the Animals Live örgütü, İsrail'in Gazze'ye yönelik soykırıma varan bombardımanı devam ederken ve kuşatma nedeniyle bırakın hayvanları, insanlar için bile neredeyse hiç yiyecek kalmamışken, başıboş köpeklerin Gazze'de Filistinlilerin zorla yerinden edildiği bölgelerde yiyecek aramak için giderek daha aktif hale geldiğini bildirdi. İsrail'in resmi yayın kuruluşu Kan'ın Şubat ayında yayınladığı bir rapora göre, bu köpekler sadece çöpleri karıştırmakla kalmayıp bölgede görev yapan İsrail işgal güçlerine de saldırdı. İsrail Tarım Bakanı Avi Dichter, ötenaziye izin veren kararnameyle ilgili endişelerini dile getirirken, İsraillileri bu köpeklere yaklaşmamaya ya da evlerine almamaya çağırdı. Ekim 2023'te Gazze Şeridi'ne soykırım savaşı başlatan İsrail, bugüne kadar çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 44.700'den fazla Filistinliyi öldürdü ve yaklaşık 106.000 kişiyi yaraladı. Bölgede devam eden abluka ciddi gıda, temiz su ve ilaç sıkıntısına yol açarak bölgenin büyük bölümünü harabeye çevirdi. İsrail, Gazze'deki eylemleri nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) soykırım suçlamasıyla karşı karşıya.

İsrail yayılmacılığı Suriye topraklarında

Esad rejiminin devrilmesini fırsat bilen İsrail devleti Golan Tepelerindeki tampon bölgeyi işgal etti. Suriye ordusunun silah depolarını vurdu. Bazı kaynaklara göre İsrail askerlerinin Şam'ın güneybatısına 25 km yaklaştı. Gazze'yi işgal edip bir soykırımı sürdüren, Lübnan'ın güneyinde sınır hattını genişleten siyonist rejim 9 Aralık gecesi Suriye'de 300'den fazla noktayı vurdu. Bombalanan yerlerin Suriye ordusuna ait silah depoları ve üretim tesisleri olduğu söyleniyor. İsrail ordusunun hedef aldığı yerlerden biri de Rojava Kürt bölgesinde bulunan Kamışlı Havaalanı. İsrail kaynakları ve genel medyaya göre İsrail saldırısının temel amacı Suriye ordusunun silah kapasitesinin muhaliflerin eline geçmesini önlemek. Fakat 1967'de İsrail ve Arap devletleri arasında meydana gelen ve 6 gün süren savaş sonrası siyonist rejimin eline geçen Golan Tepeleri'nde yaşananlar, siyonist rejimin yayılmacılığının bir göstergesi. 1974'te imzalanan bir anlaşma sonrası Suriye'ye ait Golan Tepelerini işgal eden İsrail devleti ve Şam rejimi arasında 10 kilometrelik bir tampon bölge oluşturulmuştu. İsrail 1981'de Golan Tepelerini tek taraflı olarak ilhak etti. 50 yıl sonra İsrail ordusu tampon bölgeyi işgal ederek, bölge devletleriyle olan anlaşmasını ihlal etti. Suriye topraklarındaki ilerleyişini ise "geçici bir durum" diyerek meşrulaştırmaya çalışıyor. Bu durum Türkiye başta olmak üzere bir dizi bölge devletinde tepkiyle karşılandı. Türkiye'de bazıları Esad rejiminin devrilmesinin İsrail'in planı olduğunu iddia ediyor. Fakat siyonist rejim, şimdi Suriye topraklarında muhalif güçler ve onları destekleyen bölge devletleri ile çatışabilir. Siyonizm demek yayılmacılık ve yerleşimci sömürgecilik demektir. Filistin direnişini desteklemenin Ortadoğu ve dünyanın geleceği için önemi bir kez daha kendini ortaya koyuyor.

Kanlı Esad rejiminin yıkılışı ne anlama geliyor: Suriyeli bir sosyalistle röportaj

Suriyeli sosyalist Ghayath Naisse, İngiltere'de yayınlanan Socialist Worker gazetesine konuştu. Naisse’ye göre Beşar Esad’ın iktidardan düşmesi aşağıdan mücadelenin geri dönmesi için fırsatlar yaratıyor. Suriye’de on yıllar süren kanlı ve baskıcı bir diktatörlüğün ardından Esad rejimi yıkıldı. Babasının 2000 yılındaki ölümünden bu yana ülkeyi yöneten Beşar Esad, pazar sabahı başkent Şam’dan kaçtı. Silahlı İslamcı grup Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) on gün önce Esad rejimine karşı ani bir saldırı başlattı. Kuzeydeki Halep şehrini ele geçirdikten sonra HTŞ güneydeki Şam’a doğru ilerledi. Bu saldırı uzun süredir devam eden iç savaşı yeniden alevlendirdi. Esad 2011’deki halk devrimini kanla bastırmış ve rakip emperyalist güçler ülkeye müdahale etmişlerdi. Suriyeli sosyalist Ghayath Naisse, Esad’ın çöküşünün “Suriye tarihinin önemli anlarından biri” olduğunu söylüyor. “Pek çok fırsat ve pek çok tehlike var. Bunca zamanın ve bunca mücadelenin ardından rejimin yıkıldığını görmek büyük bir mutluluk.” “Mutluluk, çünkü artık o otoriter, kanlı diktatörlük yani Esad rejimi yok. Ama bu mutluluğun yanında, bazı korkularımız var çünkü değişimin öznesi, bizim olmasını istediğimiz değil. HTŞ ve onun niteliği yüzünden çok fazla korku var.” “Değişimin öznesi” yani Ebu Muhammed el-Cevlani’nin liderliğindeki HTŞ grubu Esad’ı Türkiye desteği ile devirdi. Esad, kitlesel halk eylemleri yoluyla devrilmedi. Türkiye yönetimi HTŞ’nin saldırısını, Esad rejimini zayıflatmak ve daha fazla bölgesel nüfuz elde etmek için destekledi. Bu hem ekonomik çıkarlar için hem de Kürt halkına müdahale için yapıldı. Ama HTŞ, Esad rejimini şok edici bir güçle yıkabildi ve bu durum Esad yönetiminin içinin ne kadar boş olduğunu gözler önüne serdi. Ghayath bu olayların bağlamını ve Esad rejiminin neden bu kadar çabuk düştüğünü anlamanın çok önemli olduğunu söylüyor. “İlk olarak yıllar süren iç savaşın ardından Suriye’deki herkes çok bitkin durumda, buna rejim de dahil. Durum çok çaresiz, ekonomi her yıl daha da kötüleşiyor ve rejim halkın en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamıyordu. Bu yüzden Esad’ın Suriye’de gerçek bir toplumsal tabanı yoktu.” “İkincisi, Esad’ı destekleyen ana güçler olan Rusya ve İran zayıfladı. Çünkü Rusya Ukrayna’yı işgal etti ve Esad’a 2015’te rejimi kurtarmak için müdahale ettiği zamandaki gibi yardım edemedi. İran’ın durumu da pek iyi değil. Gazze ve Lübnan’daki savaş bölgedeki İran etkisini muazzam ölçüde zayıflattı. Bu yüzden bugün bölgesel güçlerin Esad rejiminin düşmesine izin verdiklerini görüyoruz, çünkü ona yardımcı olamıyorlar.” İç savaşta aralarında Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve İran’ın da bulunduğu rakip emperyalist ve bölgesel güçler Suriye’ye müdahale etti. Daha önce Suriye’yi emperyalist rekabetin eritme kabı olarak tanımlayan Ghayath farklı güçler arasındaki gerilimlerin artacağını savunuyor. “Rejimin yıkılmasının jeopolitik düzeyde çok sayıda sonucu olacak. İsrail, Türkiye, ABD ve Rusya kendilerini de içeren bir geçiş programı isteyecek. Suriye halkının ihtiyacı bu değil. Pek çok kişi HTŞ’nin yapacaklarına ve onun imzalayacağı anlaşmalara karşı çıkacak.” Bazıları HTŞ’nin 2011’deki Suriye Devrimi’nin mirasını devam ettirdiğini öne sürüyor. Yıllar süren sefalet ve diktatörlüğe olan öfke kabarıp kitlesel eylemlere dönüşmüş ve Mart 2011’e gelindiğinde devlet baskısına karşı devasa güçler mücadeleye atılmıştı. Ama Esad’ın buna olan tepkisi devrimi kanla boğmayı amaçlayan, acımasız, mezhepçi bir iç savaş başlatmak oldu. Bu savaşın amacı kitle mücadelesini imkânsız hale getirmekti. Rakip emperyalist güçler bunu müdahale için bir bahane olarak kullandılar.  Ghayath HTŞ’nin halkın devrimini devam ettirmediğini söylüyor. “HTŞ’nin Suriye’de toplumsal bir tabanı yok. En umutsuz insanları kendi saflarına katıyor ama bir halk örgütlenmesi değil.” Ghayath Esad’ın devrilmesinin Suriye halkının aşağıdan mücadeleler örgütlemesi ihtimalini ortaya çıkardığını savunuyor. “HTŞ’ye karşı çıkıyoruz, ama buna rağmen, o toplumsal ve siyasal mücadelelerin kapısını açıyor ve konunun en önemli noktası bu.” “Bugün Suriye’nin kaderinin tek hâkimi HTŞ değildir. Artık bu dönemde insanlar harekete geçebilir. Esad rejiminin yıkılışı Suriye halkının yeniden mücadele etmesinin ve başka bir otoriter rejimin yeniden üretilmesine karşı koyması için yeni ufuklar açtı.” Suriye’de umudu yaratan da “demokratik amaçlar ve halkın siyasal ve toplumsal ihtiyaçlarının kazanılması” için yürütülecek aşağıdan mücadeleler ihtimalidir.

Syria: Another dictator has been overthrown

One of the goals of the Arab revolutions, which began almost 14 years ago, was to rid the countries in the region of dictators. The dictatorial regime in Syria launched one of the harshest and bloodiest attacks against the masses who revolted during the Arab Spring. The main culprit in the popular uprising, which would evolve into a civil war, was the dictator Assad. Responsible for the deaths of hundreds of thousands of Syrians, the disappearance of tens of thousands, and the forced internal and external migration of millions of Syrians, was the murderer Assad. Arrogantly, Assad claimed to have won the civil war. However, recent developments have shown that, like most dictators, Assad was merely flaunting his power atop the sandcastles of a decayed regime. In the face of opposition attacks in Syria, forces loyal to Assad collapsed and disbanded within just 10 days. Rumours are circulating that Assad has fled to Russia or Dubai. In Syria and across the world, Syrian peoples, are celebrating the overthrow of the Assad family, which has ruled for over 50 years. In places and institutions that, just a week ago, were under Assad's control, people are toppling Assad’s statues. They are freeing prisoners who have been incarcerated in the dungeons of the regime for decades, subjected to death, starvation, torture, deprivation and isolation. We share the rightful joy of the Syrian peoples and call on the entire left to distance itself from those who mourn the departure of a dictator.  The step taken by the Syrian peoples is a beginning, opening an important door for the gains of a united workers' struggle from below. As our comrades from the Syrian revolutionary left emphasize: "There is joy because the Assad regime, that authoritarian, bloody dictatorship, no longer exists. But alongside this joy, we also have some fears." To overcome these fears we need unwavering solidarity with the struggle of the oppressed in Syria. Equality and coexistence of peoples in Syria Those who belittle the revolutionary struggle and the history of resistance of the peoples of the Middle East view every popular movement as a product of imperialist provocation. They have no faith in the ability of the peoples to determine their own fate through their own struggles. The Arab peoples, who have overthrown dictators that ruled for decades, have the power and courage to determine their own destiny. To prevent the struggle in Syria from turning into another civil war, it is crucial to establish a political practice guaranteeing the freedom of all opposition forces and peoples. Whether Arabs, Kurds, Yazidis, Armenians, Muslims, Christians, Jews, or atheists will be allowed to freely shape their own destinies will determine not only Syria's fate but also how long the winds of freedom following the dictator's overthrow will blow. The revolution in Syria was interrupted but never stopped The mass struggle of the peoples of Syria against the Assad regime has resurfaced at every opportunity. The Syrian uprising was a massive popular movement. Even during the civil war, despite having to retreat, the struggle of the Syrian peoples and the working class, alongside grassroots initiatives from below, continued to manifest themselves in actions against the regime or the oppressive practices in opposition-controlled cities. The primary dynamic that overthrew Assad was this struggle, independent of the organizations leading the movement. The uprising that began almost 14 years ago has re-emerged in a completely different format and under the dominance of a different leadership. Imperialists must leave Syria One reason the Arab uprisings turned into civil wars was the intervention of imperialist blocs, for their own interests, in the Middle East and Arab countries, and in the struggles of the region's working classes and peoples. Both the U.S. and Russia bear primary responsibility for the outbreak of the civil war, which they turned into a proxy war in the region. However, not only the U.S. and Russia, but also countries like Turkey, Iran, Saudi Arabia and Israel must withdraw from Syria. All these countries must end their interventions in Syria, interventions motivated by their own ambitions, interests and military and political rivalries. They must pull their troops out and stop erecting barriers between the peoples of Syria through ethnic and religious divisions. Socialists in all countries must build mass movements pressuring their ruling classes to end their military presence in Syria and their interference in Syria's internal affairs. Freedom for the Kurdish people in Syria! Turkey must bring an end to all its military operations, military presence and policies in Syria that create tensions and conflicts between Syrian opposition forces and the Kurdish opposition in Syria. A conflict between Kurds and other peoples in Syria could lead to another civil war and become a severe assault on the Kurdish people's right to exist and live in Syria. Conditions must be created for the Kurdish people, like all peoples of Syria, to freely determine their own destinies, and Turkey must not intervene in such developments. Dialogue, solution and peace in the Kurdish issue The developments in Syria serve as a reminder of the need for all forces in favour of peace to mobilize for a new approach to the Kurdish issue in Turkey. The Turkish state must respect the Kurdish people's process of self-determination in Syria and address the Kurdish issue in Turkey not through policies of repression, isolation or government-appointed trustees but through dialogue, negotiation and resolution. Such a domestic policy could reduce tensions in Syria and contribute to creating democratic conditions for solving the Kurdish issue in Turkey. We are all migrants, no to racism! With recent developments, racist calls to migrants saying, "Assad has been overthrown, now go back home," have increased. The response to racists must be clear: migrants should live wherever they choose. Migrants are welcome and are part of Turkey's working class. Syrian migrants did not come to Turkey because they loved the country but to escape hunger, death and civil war. Since arriving, they have lived under the hardest conditions, worked the toughest jobs and held strong in the face of racist attacks. Those who approach migrants with racism under the guise of religious divisions or opposing the AKP are effectively opposing the unification of one part of the working class with another. We believe that all migrants’ rights should be recognised, that the deportation centres should be managed in a transparent manner and ultimately closed, and that all crimes against migrants should be punished. We stand for fighting alongside migrants against capitalism and racism. We salute all our comrades who have participated in the revolutionary uprising since the early days of the Arab Spring, all those who lost their lives in the struggle, and all those forced into exile. Revolutionary Socialist Workers Party (DSİP)        09.12.2024  

1 2 3 4 5 6 İleri

Bültene kayıt ol