İzmir'de 1000'e yakın hayvan hakları savunucusu. çıkarılmaya çalışılan ve sokak hayvanların hayatını hiçe sayan yasaya karşı buluştu.
'Sokak hayvanları sahipsiz değildir', 'Hak hukuk adalet', 'Susma haykır yaşamak haktır', 'Ses çıkar hayvanlar için ses çıkar', 'Kan kokuyor barınaklarınız kan kokuyor', 'Yasaya dokunma hayvanlara dokunma', 'Mahalle sakinime dokunma', 'Kısırlaştır, aşıla ve yaşat' sloganlarıyla Alsancak vapur iskelesinden Gundoğdu Meydanın'a yürüyüş yapıldı..
Meydanda Praksis müzik grubunun verdiği konserle ve katılan grupların sözcülerinin konuşmalarıyla etkinlik devam etti.
Katılan kurumlar:
Bursa Ortak Akıl Hareketi
İzmir Barosu
Sehayder
Dohayder
Şopengazi Deprem Bakımevi
İzmir Mülkiyeliler
İzçev
Haytap
İzmirli Hayvanseverler
Denizlili hayvanseverler
Urla Kartalları
Sesi Olup Sessizliğin Derneği
Efoder
Fideder
Renkli Kasklar
Konya
Manisa
Balıkesir
Antalya
Ankara'dan hayvanseverler vardı.
Libya'da 20.000'e yakın insan ölmüş ve on binlerce kişi evlerini terk etmek zorunda kalmış olabilir. Bu korkunç bedel (1927'den bu yana Kuzey Afrika'daki en ölümcül sel), emperyalist müdahaleyle parçalanmış bir toplumda iklim değişikliğinin bir sonucu.
Daniel Fırtınası 10 Eylül gecesi meydana geldi ve Libya'nın kuzeydoğusundaki kıyı bölgesinde yıkıcı sellere yol açtı. Yükselen sular Derna kenti yakınlarında iki barajı yıktı.
Hayatta kalanlardan biri şunları söyledi: “Bir ıslık sesi duydum, bunun bir uçak olduğunu sandım. Suyun şiddetinden komşumun evi çöktü.”
Hayatta kalan başka biri, Halil Boushiha ve annesi, bir kapıya tutunup, bir eve girene kadar sokakta sürüklendiler.
“Vücutlar suyun üzerinde yüzüyordu, arabalar yüzüyordu, insanlar çığlık atıyordu. Bir ya da bir buçuk saat sürdü ama sanki bir yıldan fazlaymış gibi geldi” dedi.
Derna'nın 241,4 kilometre batısındaki El-Bayda, El-Marj, Tobruk, Takenis, El-Bayada, Battah ve Bingazi gibi doğu şehirleri de etkilendi.
Bu ayın başında oluşan Daniel fırtınası, Libya'ya doğru ilerlemeden önce Yunanistan, Bulgaristan ve Türkiye'de su baskınlarına neden oldu. Bu, kayıtların başlamasından bu yana görülen en kötü fırtınaydı ve Yunanistan'da 16, Bulgaristan'da ise 4 kişinin ölümüne yol açtı.
Fırtına, "Omega bloğu" olarak bilinen ve giderek sıklaşan bir iklim olayının ardından geldi. Bunlar, bir yüksek basınç bölgesi iki alçak basınç bölgesi arasına sıkıştırıldığında meydana gelir. Daha şiddetli ve daha yoğun yağışlarla ilişkilidir .
100 bin kişinin yaşadığı Derna'da, yakındaki iki barajın çökmesi sonucu 30 milyon metreküp su açığa çıktı. Bir metreküp 1.000 litreye eşittir. On metre yüksekliğe ulaşan dalgalar şehri kasıp kavurdu.
Şehrin yüzde 25'i yok oldu ve büyük kısmı denize sürüklendi. 2011'de NATO'nun bombalama müdahalesinden sonra Libya'da yaşanan iç savaş, ülkeyi kaosa sürükledi ve iklim felaketine hazırlıksız bıraktı (aşağıya bakın).
Yetkililer 2002 yılından bu yana barajların bakımını düzgün bir şekilde yapmamıştı ve etkili bir meteoroloji hizmeti gibi kritik altyapı da mevcut değil.
İnsanları kurtaracak ve onlara yardım edecek uygun donanıma sahip acil servisler yok.
Libya Acil Durum ve Ambulans yetkilisi Osama Aly “Hava koşulları, deniz suyu seviyeleri, yağışlar ve rüzgar hızları iyi incelenmedi. Fırtınanın güzergahında ve vadilerde olabilecek aileler tahliye edilmedi” dedi.
“İnsanlar üç toplu mezara gömülüyor. Onları tek tek mezarlara gömmek için ne zaman ne de yer var. Tek operasyonda 500 cesedi çıkardık” dedi.
Yetkililer 10 Eylül'de bölge sakinlerinin evlerinden çıkmasını engelledi ve sokağa çıkma yasağı koydu.
Seller birçok bölgede hastaneleri ve tıbbi tesislerin yanı sıra telefon hatlarını, elektrik altyapısını ve yolları da yok etti.
Morglar şimdiden sokaklara dağılmış cesetlerle dolmuş durumda ve hala sudan ve enkaz altından çıkarılmayı bekleyen cesetler var. Çürüyen cesetler enfeksiyon yayılması açısından ciddi bir risk oluşturuyor.
Yıkım bitmedi. Uzmanlar iklim değişikliği hızlanarak arttıkça, bu hava olaylarının, özellikle Akdeniz'de, daha sık meydana geleceğini tahmin ediyor.
Kesin olan, en çok acıyı en yoksul insanların çekeceği.
---
Batılı güçlerin bombardımanı Libya'daki kavgalı rejimlerin önünü açtı
NATO askeri ittifak güçleri, Muammer Kaddafi'yi devirme fırsatını yakalayınca, 2011'de Libya'yı parçaladı. 2010 ve 2011'de Arap devrimleri diktatörleri devirmeye başlayınca, Batılı devletler kontrolü ele geçirmek için hemen harekete geçti.
Batı önce Kaddafi'yi şeytanlaştırdı, sonra ona, 'Teröre Karşı Savaş'ın müttefiki olarak ve petrolü için itibarını iade etti. Daha sonra aynı Batı, çeşitli milisleri silah, fon ve birliklerle destekleyerek Libya isyanının iç savaşa dönüşmesine yardım etti.
İngiltere ve ABD, Libya halkını “korumanın kendi sorumluluğu” olduğunu iddia etti. Ancak güçleri Libya'yı hava saldırıları ve cruise füzeleriyle, ardından da Fransız ve Kanada bombalarıyla vurdu.
Bunlar, Ukrayna halkına barış ve güvenlik getireceğine inanmamız istenen güçlerin aynısı.
Kaddafi'nin devrilmesi, savaşan milislerin dolduracağı bir iktidar boşluğu bıraktı. Batılı devletler sıradan Libyalıların desteği olmadan geçici bir hükümet kurdu.
Böylece 2014'te yeniden çatışmalar başladı ve bunu, Batı'nın IŞİD'e karşı daha fazla hava saldırısı izledi. Libya, doğuda bir yönetim ile batıda başkent Trablus'ta bir yönetim arasında bölünmüştü.
2015 yılı sonunda Trablus'ta tek otorite olmak üzere yeni bir Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) kuruldu, ancak bu hükümet pek popüler olmadı. Doğudaki alternatif hükümet buna karşı çalışmaya devam etti.
Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği (AB) ve ABD UMH'ye destek verdi. Fransa, Mısır, BAE ve Suudi Arabistan'ın da aralarında bulunduğu diğer güçler doğu hükümetini destekledi.
İki taraf 2020'de ateşkes imzaladı. Rakip hükümetleri birleştirmek amacıyla Mart 2021'de Ulusal Birlik Hükümeti kuruldu.
Ancak siyasi kırılmalar hâlâ mevcut. Trablus'ta başbakan Abdul Hamid Dbeibah, Libya'nın uluslararası alanda tanınan hükümetine başkanlık ediyor.
Bingazi'de rakip başbakan Usame Hamad, Ulusal İstikrar Hükümeti'nin doğu yönetimine başkanlık ediyor. Ordu komutanı Halife Haftar tarafından destekleniyor.
Libya, 2010 yılında Afrika'nın en zengin ve en gelişmiş ülkelerinden biriydi, ancak Libya nüfusunun üçte biri artık yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
NATO ya da Batı tarafından yeniden inşa edilmesi için hiçbir şey yapılmadı. Middle East Eye web sitesi 2015 yılında İngiltere'nin Libya'yı bombalamak için 320 milyon £ harcadığını ve sonraki dört yıl içinde insani yardım için sadece 15 milyon £ harcadığını açıkladı.
Bu arada Libya kıyıları gelişen kölelik endüstrisinin merkezi haline geldi. Hükümetleri küresel güçler, özellikle de AB tarafından manipüle ediliyor.
AB de sınırlarını korumak için Libya'yı kullanıyor. Acımasız sahil güvenlik güçleri mültecilerin Kuzey Afrika'dan ayrılmasını engelliyor. Çeteler ise AB tarafından geri itilen mültecileri korkunç şartlarda hapsediyor.
Isabel Ringrose
#FosilYakıtlaraSonVer
İklim aktivistleri 15 Eylül 17:00’de Kadıköy İskele Meydanı’nda buluşuyor.
#EndFossilFuels
12 Eylül darbesinin yıldönümünde jandarma, Hasan Toprak'a ait arazide bulunan yıkıma karşı nöbet alanına girdi. Çadırlara ve özel eşyalara el konuldu. Sahibi olduğu araziye jandarma karakolu kurulan yaşlı köylü nöbet tutuyor.
İkizköylüler sosyal medya hesaplarından şu duyuru yapıldı:
"Kolluk gücünün zorla boşalttığı nöbet alanımızın sahibi, kendi tarlasına giremeyen 92 yaşındaki Hasan amcamız.
Barikatların önünde, toprağına sahip çıkmak için nöbette. Köyü, geçmişi, çocuklarının geleceği için mücadelede, bir de dayanışmaya bekliyor!"
İkizköylüler ve çevre aktivistleri 4 yıldır sürdürdükleri mücadelede ısrarlı: Akbelen Ormanı'nı yok ettirmeyeceğiz, kömür madenine hayır!
Eylemciler, jandarmanın özel mülkiyete ait nöbet alanından çıkmasını talep ediyor.
Devlet yöneticileri ise Limak ve IC-İçtaş ortaklığındaki YK Enerji'yi kolluyor.
Ormandan yükselen ses: Dayanışmaya!
Ne olmuştu? Öğrenmek için tıklayın:
Akbelen Ormanı'nda jandarma karakolu, hukuksuzluk ve baskı
Havayı kirleten, iklimi değiştiren termik santrallerine kömür tedarik etmek için ormanı yok eden açgözlü kapitalistler, devlet yöneticileri tarafından alenen destekleniyor.
Akbelen Ormanı'nı yok etmeye karşı 4 yıldır süren mücadelenin merkezi olan nöbet alanı, 12 Eylül sabahı Jandarma tarafından basıldı.
Eylemciler nöbet yerinin dışına çıkartılıp, çadırlarına ve eşyalarına el kondu.
Alanın bulunduğu yer özel mülkiyetti ve Hasan Toprak adlı bir vatandaşa aitti. Hasan Toprak'ın resmi belgeye imza attığı söyleniyor. 3 kişinin evine gelip, kendisinden imza aldığı iddia edildi. Ormanlarını savunan İkizköylüler Toprak'ın okuma yazma bilmediğini ve jandarmanın kendisine ait araziye girişini engellediğini duyurdu. Hasan Toprak, Milas Kaymakamlığı'na başvurarak arazisinde jandarma faaliyeti hakkında bilgi verilmesini istedi.
Söz konusu imza, Jandarmanın özel mülkiyete izin girip özel eşyalara elkoyması, valilik eliyle bunun yapılmasına gerekçe gösterildi. Köylüler bu durumu protesto ediyor.
Limak ve IC-İçtaş ortaklığındaki YK Enerji ortaklığının çıkarları görülüyor ki köylülerden ve ormandan üstün tutuluyor.
Jandarma için ormanın içinde karakol bile kuruldu.
Eylemciler bu durumu protesto ederek dayanışma çağrıları yapıyor.
Akbelen Ormanları'nın kömür madeni için talanına karşı çıkanların kurduğu nöbet alanı, önce kuşatıldı. Ardından jandarma nöbete katılanların eşyalarına el koyarak, alandan uzaklaştırdı.
Alan girmek isteyen İkizköylüler, içeri alınmadı.
Japonya, Fukuşima Nükleer Santralinin kirlettiği 1,25 milyon ton radyoaktif atık suyu okyanusa boşaltmaya başladı. Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) yapılmadan boşaltılmaya başlanan atık suda karbon-14 ve trityum başta olmak üzere 64 farklı radyoaktif element mevcut.
Kore’de nükleer atık suyun boşaltımına karşı sokağa çıkan Güney Kore Çevre Hareketi büyük protestolar düzenlerken Devlet Başkanı Yoon Suk-yeol bu protestolara balık yiyerek yanıt verdi. Hatta kendisi yemekle kalmadı, çevresindekilere de zorla yedirmeye kalkıştı. Devlet Başkanlığı Ofisi'nden yapılan açıklamada, hafta boyunca kurumdaki kafeteryada deniz ürünleri servis edileceği söyleniyordu.
Tıpkı Çernobil faciasından sonraki günlerde Türkiye'deki siyasi iktidarın çay ve fındık tüketimini teşvik etmesi, bununla da yetinmeyip ilkokul öğrencilerine o fındıkları dağıtmış olması, dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral'ın kameralar önünde o çayı içmesinde olduğu gibi Kore Devlet Başkanı da şimdi benzer bir şov sergiliyor.
Bu grotesk figürlerin bilime sırt çeviren ahmakça şovlarına da, her halleriyle çevresel facialara dönüşen nükleer santrallere de daha fazla tahammülümüz kalmadı.
Nükleersiz bir gelecek mümkün. Fosil yakıtlardan ve nükleer enerji planlarından kurtulmalı, yenilenebilir enerjiye dayalı stratejiler için mücadele etmeliyiz.
Antikapitalist iklim aktivisti Onur Korkmaz’a sorduk.
Dünyanın bir bölümü Çin ve Hong Kong’da etkisini gösteren Saolo Tayfununun yıkıcı etkisini yaşarken diğer tarafta eş zamanlı olarak bir de ABD’de önüne çıkan her şeyi yıkıp geçen Idalia Kasırgası yaşanıyor. Türkiye’deyse barajlar kuruyor, çölleşme riski giderek artıyor. Bu iklim felaketlerini nasıl durduracağız?
Onur Korkmaz: Giderek hızını ve şiddetini artıran bir iklim çöküşünün ortasındayız. Dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan bu felaketler, çöküşün etkilerini gözler önüne seriyor.
Köklü ve çok acil bir dönüşüme ihtiyacımız var. En başta emisyonları sonlandırmak, fosil varlıkları yakıt olarak kullanmaktan acilen vazgeçmek gerekiyor. Bunu bir yandan da iklim krizine dayanıklı kentler inşa ederek desteklemek gerek.
Tabii ki bu dönüşüm zaten var olan eşitsizliği derinleştirerek ve yeni eşitsizlikler yaratarak da gerçekleştirilebilir. İşte bunun için biz aktivistler hem acil hem de Adil Geçiş talep ediyoruz.
Adil Geçiş derken neyi kastediyorsunuz?
Adil Geçiş derken iklim çöküşüne karşı mücadelede aynı zamanda ekonomik ve sosyal adaleti de içeren bir yaklaşımı ifade ediyoruz.
Emisyon sonlandırma çabalarının ekonomik eşitsizliği artırmamasını, işçilerin ve dezavantajlı toplulukların mağdur olmamasını hedefleyen bir talep bu.
Bir avuç şirketin sorumlu olduğu bu krizden çıkışın maliyetinin kamuya yansıtılmasını kabul etmiyor, böylesi bir enerji dönüşümü yaşanırken kapanması gereken termik santraller ve fosil madenlerinde ve rafinerilerde çalışan işçilerin mağdur olmamasını, yani yenilenebilir enerji sektörlerinde istihdamını talep ediyoruz.
Böylesi bir değişim elbette ki işçilerin merkezde olacağı, sendikaların önemli bir rol oynayacağı bir örgütlenme şekliyle mümkün olur. Bu açıdan, zaman zaman ‘iklim işleri’ ya da ‘iklim istihdamı’ olarak ifade edildiğine de tanık olabilirsiniz.
Bir hayat pahalılığı krizi yaşıyoruz ve böylesi bir ekonomik krizin içinde bir de iklim krizini sonlandırmaya çalışıyoruz. Bizler geçinemezken ormanlarımızı katleden, havamızı ve suyumuzu kirleten, ceplerini doldurmaktan başka bir şeyi önemsemedikleri için iklim krizini hiçe sayarak hepimizi bir uçurumun kenarına sürükleyen şirketler ve milyarderler daha da zenginleşiyor.
Adil Geçiş talebi bu krizlerin her ikisine de aynı hassasiyetle yaklaşan bir enerji dönüşüm planı. İşçilerin önderliğinde, işsizlere iş imkanı sunacak şekilde, fosil yakıtlardan kurtulup yenilenebilir enerjiye geçmemiz gerek ve bunu başarmanın yolu da mücadeleyi büyütmekten geçiyor.
Adil Geçiş’i başlatabilmemiz için gereken o büyük mücadeleyi nasıl inşa edeceğiz?
Çok iyi bildiğimiz bir şey var. Tüm dünyada hükümetlerin krizi kabul etmesi bile çok büyük ve yıllarca süren mücadeleler sonucunda gerçekleşti.
Şu an kriz bu haldeyken dahi harekete geçmiş, dönüşüme başlamış değiller. Ama biz de bu 40 yıl içinde kimi kazanımlarla devam eden mücadelemizden çok şey öğrendik.
Bizler zaten sokakta, iklim hareketinin içindeyiz. Adil Geçiş talep eden bu hareketi işçilerle, kadın hareketiyle, LGBTİ+ mücadelesiyle, aklımıza gelen her bir mücadeleyle yan yana gelerek, bu dertlerin hepimizin ortak dertleri olduğunu kabul ederek büyütmemiz, hükümetlerin ensesinde olduğumuzu gösterecek büyük sokak hareketlerine dönüştürmemiz gerekiyor.
İşçilerin üretimi durdurma gücünü unutmayalım. Her yıl Taksim’de barikatları yıkan kadınların o müthiş mücadelesini, tüm yasaklara rağmen sokakları bırakmayan LGBTİ+ mücadelesini, tek tek işyerlerinde ücretleri ve hakları için direne direne kazanan işçilerin mücadelelerini unutmayalım. İşte bizim gücümüz tam olarak burada yatıyor. Binler on binlere, yüz binlere dönüştüğünde hayata geçirilemeyecek hiçbir talep yoktur. Adil Geçiş’i hayata geçirmek, bunun için büyük bir mücadele vermek anlamına geliyorsa bizler bu mücadeleye hazırız.