Ankara'da söyleşi: Hayvan düşmanlarına oy yok!

Naci Görür: 'Bu işin şakası yok'

17 Ağustos 1999 Gölcük depreminin yarattığı yıkım ve can kayıpları unutulmadı. Depremin yıldönümünde yaklaşan Marmara Depremi ve alınmayan önlemler konuşuluyor. Yerbilimci  Prof. Dr. Naci Görür uyarıyor: "Gölcük depremi Marmara'nın ortasında sismik boşluk oluşturdu. Bu oluşan boşlukta deprem bir ihtimal değil, zorunluluktur." Ve yaklaşan büyük depreme karşı şu önlemlerin acilen alınması gerektiğini söylüyor: "1- Yerleşim alanları o bölgeye özel mikro bilgilendirme verileri ışığında yapılanacak. Cumhurbaşkanına, belediye başkanına ya da valiye göre şekillenmeyecek. Deprem bölgelerinde yönetim özel bilgi ve birikim ister. Deprem azgınlıktan oldu diyenle nasıl depreme hazırlanılacak? 2- Halk bilinçli olacak. Halk denetleyici olmazsa imar barışı yapılır, yapanlar da omuzlara alınır. 3- Yol, viyadük, kanalizasyon, içme suyu şebekesi gibi unsurlarda eksiklikler tespit edilip güçlendirilecek. 4- Nüfusa fazlasıyla doymuş bir şehirde yeni konutlar, yeni yıkım ve ölümler demek. İstanbul’da imar ve iskân, özel durumlar dışında yasaklanmalı. Seçilen rezerv bölgelere yeni konut yerine geçici prefabrik konutlar yapılmalı. 5- 6 Şubat depremleri sonrası ortaya çıkan yüz milyon ton göçük malzemesinde her türlü zehirli madde var. Moloz dökme işlemleri uluslararası yöntemlere uygun yapılmalı. 6- Bu işin şakası yok, deprem en büyük ekonomik felaket. Türkiye’yi İstanbul’un beslediği yerde Marmara depremi ile Türkiye diz üstü çöker. Ekonomik, hatta siyasi bağımsızlığını kaybeder. Vakit kaybetmeden ekonomiyi teşvikle Anadolu’ya göndermek, oraya yaymak gerekiyor." Sonuncu maddedeki bağımsızlık milliyetçi vurgusuna şerh düşerek paylaşıyoruz; marksist.org sadece işçilerin ve emekçilerin çıkarlarını savunuyor. 

(Seçtiklerimiz) Organik tarımın adı var kendi yok

Pestisitler, böceklerden (yani insektisitler), kemirgenlerden (rodentisitler) ve yabani otlardan (herbisitler) mikroorganizmalara (yani algisitler, fungisitler veya bakterisitler) kadar tarımsal üretimde bir sorun olarak nitelenen her türlü haşereyi önlemek, yok etmek, püskürtmek veya sayılarını azaltmak için kullanılan zehirli kimyasal maddelerdir. Pestisit kullanımı bir zorunluluk değildir. Agroekolojik, organik, permakültür, bütüncül tarım vb gibi pestisit kullanımını azaltacak ya da ortadan kaldıracak çeşitli alternatifleri vardır. Ülkemizde pestisit kullanımı hakkındaki bilgiler çok yetersiz. Çiftçilerin pestisitlere ne ölçüde maruz kaldığı, gıdalardaki pestisit kalıntıları, toprak, su hava gibi çevresel ortamlara ne ölçüde pestisit bulaştığı ya da pestisitlerin yol açtığı biyolojik çeşitlilik kaybının boyutları gibi önemli meseleler hakkındaki bilgilerimiz yok denecek kadar az.  Tarım ve Orman bakanlığı sadece il bazında hangi pestisit grubunun ne miktarda kullanıldığı bilgisini açıklıyor. Ancak bu bilgi bile güvenilir değil. Türkiye'den ihraç edilen gıda ürünlerinde yurtdışında yapılan analizler yıllardır yasak olan pestisitlerin hala kullanıldığını gösteriyor çünkü. Sadece bu tespit bile tarımda kullanılan pestisit miktarının açıklanan rakamlardan daha fazla olduğuna işaret ediyor. Pestisit kullanımı artıyor Pestisitlerin insan sağlığı ve çevre üzerindeki olumsuz etkileri hakkında 1960'lı yıllardan beri süregelen ve son yıllarda daha sıklıkla dile getirilen haklı endişeler var. Örneğin dünya genelinde gözlenen biyolojik çeşitlilik kaybı sorununa yol açan en önemli faktörlerden biri olarak pestisit kullanımı gösteriliyor. Pestisit kullanımını azaltacak yöntemlere geçiş yapmanın önemini Dünya Tarım Örgütü (FAO) gibi piyasanın suya sabuna dokunmayan aktörleri bile kabul ediyor. Türkiye'de ise bu konuda bir tartışma dahi yok. Pestisit kullanımı yıldan yıla artış gösteriyor. Son on yıl içinde Türkiye genelindeki pestisit kullanımı %40 artış gösterdi. 2013 yılında yaklaşık 39 bin ton olan pestisit kullanımı, 2022 yılı sonu itibariyle 55 bin ton civarına çıktı. İnsektisit kullanımı %58, fungisit kullanımı %20 artarken, akarisit kullanımında 3 kat, herbisit kullanımında ise 2 kat artış olduğu görülüyor. Pestisit kullanımındaki artışa rağmen tarım yapılan alanlar küçülüyor. Tarım ve Orman Bakanlığı'nın açıkladığı verilere göre, tarım yapılan alanlarda son 10 yılda %5 oranında azalma oldu. Dolayısıyla pestisit kullanımı sonucu açığa çıkan insan ve çevre sağlığı sorunlarının azalmak bir yana daha da şiddetlenmiş olacağını düşünmek akla uygundur. Organik tarım ne durumda? Pestisit kullanımının olmadığı organik tarımın ya da sınırlı olduğu iyi tarım uygulamalarının ülkemiz tarımsal üretimindeki payı ise çok düşük. Organik tarım, insan sağlığına ve çevreye zarar vermeyen ve üretimde kimyasal girdi kullanılmadan, üretimden tüketime kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı tarımsal üretim biçimi olarak tanımlanır. Çevre, insan ve hayvan sağlığına zararlı yöntemlerin kullanılmadığı, doğal kaynakların korunduğu, tarımda izlenebilirlik ve sürdürülebilirlik ile güvenilir ürün arzının sağlanmasına yönelik tarımsal faaliyetler ise iyi tarım uygulamaları olarak tanımlanıyor. 2021 yılı itibariyle, ülkemiz genelindeki toplam ekilebilir alan 23 milyon 446 bin hektar olarak belirtiliyor. Bu alanın 194 bin hektarında (%0,8) organik tarım, 207 bin hektarında (%0,9) ise iyi tarım yapılıyor. Organik ve iyi tarım uygulamalarının ülke genelindeki tarımsal faaliyetler içindeki toplam payı sadece %1,7'dir. Bu oranlar çok feci, çok üzücü. Üstelik organik tarımın kapsamının agroekolojik bir yaklaşıma göre daha dar olduğunu da vurgulamalıyım. Bir başka deyişle, geçtim agroekolojik bir politikadan ülkemizde henüz organik tarımın bile esamisi okunmuyor... Ortada bu fecaati idrak edecek ve agroekolojik bir perspektife dayanan onarıcı-toparlayıcı bir politik yaklaşımı acilen yürürlüğe koyacak bir siyasal iktidar olmadığı da çok açık. Aksine mevcut iktidar tüm gücüyle gıda üretiminin zeminini oluşturan fiziki varlıklara verilen zararların (örneğin onca itiraza rağmen Akbelen ormanının tahrip edilmesi) önünü açmakla meşgul. Zamanla karşımıza çıkacak ilave sorunlar gıda güvencesi ve güvenliğine dair meseleleri daha da ağırlaştıracak üstelik. Örneğin iklim krizinin yol açtığı ve açacağı sorunlar en fazla gıda üretim-tüketim zincirini etkileyecek. Fiziki varlıkları, doğal hayatı, yaşam alanlarını korumaya odaklı bir siyasal perspektife çok ihtiyaç var. Topraktan sofraya uzanan gıda zincirinde egemen kılınacak siyasal perspektifin adı ise agroekolojidir. Topraktan sofraya uzanan bu zincirinin dayanıklılığı, bir yıkım-kriz karşısında yeniden toparlanma gücü agroekolojik faaliyetlerin ülke genelinde yaygınlaşmasına bağlı. Henüz geç kalınmış değil. Agroekolojik faaliyetlerin nasıl hayata geçirileceği sorusuna yanıtlar vardır. Yanıtı belirsiz olan soru bu değişimi kim yapacak sorusudur... Bülent Şık  (bianet)

Maui'de ölümcül yangınlar yayılırken insanlara 'hiçbir uyarı' yapılmadı

Acil durum alarmları, Hawaii'nin Maui adasındaki sıradan insanları orman yangınlarının adayı kasıp kavurduğu konusunda uyarmakta başarısız oldu. Sözde sorumluların, iklim değişikliğinin neden olduğu şiddetli orman yangınları ve hava koşullarıyla başa çıkmak için nasıl hazırlıksız olduklarının şoke edici bir uyarısıydı. Pazar günü itibariyle, ölümcül yangınlarda yaklaşık 100 kişi öldü ve 2.200 yapı hasar gördü veya yıkıldı. Trajik bir şekilde, daha birçok zayiatın keşfedilmesi bekleniyordu. Hawaii Acil Durum Hizmetleri İdaresi, her hafta test edilen bir acil durum alarmının yangınların başladığı gün çalışmadığını doğruladı. Birçok bölge sakini medyaya, yangından ancak üzerlerine yaklaştığını gördüklerinde haberdar olduklarını bildirdi. Yerel sakin Lynn Robinson, “Uyarı yoktu. Kesinlikle hiçbiri yoktu. Kimse gelmedi.” İtfaiyeciler yangınların, cesetlerin teşhis edilmesini neredeyse imkansızlaştıracak kadar yüksek bir ısı ürettiğini söylediler. Yetkililere göre, Lahaina kasabasının yaklaşık yüzde 80'i yangında tamamen yok oldu. Bu, yaklaşık 4.500 kişinin barınaklarda kalmaya zorlandığı anlamına geliyor. Yangınlar, yakınlardaki bir kasırganın neden olduğu saatte 160 km/sa hıza ulaşan şiddetli rüzgarlar nedeniyle ada genelinde çok hızlı yayılabildi. Amerika'nın 50. eyaleti olan Hawaii küresel ısınma nedeniyle son on yılda normalden çok daha az yağış alıyor. Bu iki faktörün birleşimi, Hawaii tarihindeki en şiddetli orman yangınlarına yol açtı. Şimdi, yangınlarda evleri yıkılan insanlar, Maui'de hayatlarını ve evlerini asla yeniden inşa edemeyeceklerinden endişe ediyorlar. Maui'nin fakir sakinleri, zengin müteahhitlerin yeni ve daha pahalı evler ve oteller inşa etmek için yangından yararlanmasından endişe ediyor. Yerel şef Richy Palalay, "Ben daha çok büyük arazi müteahhitlerinin gelip bu yanmış araziyi yeniden inşa etme fırsatı olarak görmesinden endişeleniyorum. İçinde yaşamaya gücümüzün yetmeyeceği oteller ve apartmanlar inşa edeceklerinden endişeleniyoruz - korktuğumuz şey bu." Zaten adadaki emlak fiyatları astronomik. Maui'de bir evin ortalama fiyatı 1.2 milyon dolar (32,473,560 ₺). Ortalama apartman dairesi 850.000 $'dır (23,002,105 ₺). Amerika Birleşik Devletleri başkanı Joe Biden, geçen Perşembe günü Hawaii için bir felaket bildirgesini onayladı. Bu beyan, sakinlere evlerini yeniden inşa etmeleri için hibe verme vaatlerini içeriyordu. Ancak bu paranın bölge sakinlerine hızlı bir şekilde ulaşmayacağına veya yeniden inşa etmeye yetmeyeceğine dair başka endişeler de var. Pek çok Ada sakini hâlâ, 1992'de Adayı kasıp kavuran Iniki Kasırgası'nın ardından kendilerine vaat edilen ödemeleri bekliyor. Kapitalist akbabalar iklim krizini, kar için evlerin fiyatlarını yükselterek sıradan insanları yerinden etmenin bir yolu olarak görecek. Sadece, müteahhitlere ve iklim krizine karşı bir mücadele, onların istediklerini yapmalarını engelleyebilir. Ayrıca ABD'de meydana gelen bu ölçekte bir felaket, iklim değişikliğinin şu anda harap ettiği Küresel Güney ile sınırlı olmadığını gösteriyor. İklim değişikliği tüm dünya için geliyor, ancak liderler yine de bunun ölümcül sonuçlarını görmezden gelecek. Sophie Squire (Socialist Worker, Çeviri: Ali Baydaş)

Kazdağları'nda ağaç kıyımı başladı

Yargı sürecini tanımayan Cengiz Holding, bakır madeni için tarihi doğal alanı yok ediyor. Yöre halkı "zorla kamulaştırmayla" tehdit edilirken, en az 149 bin 250 ağacı kesmeyi planlıyorlar. - Proje dosyasına göre, alanın 513.80 hektarı ormanlık araziden oluşuyor. Bu da yaklaşık 685 futbol sahasına denk geliyor. Yaklaşık 294 bin ağacın bulunduğu alandaki madencilik faaliyeti yürütülmesi için belirlenen 257.79 hektarlık bölgede 149 bin 250 adet ağaç olduğu öngörülüyor. -  Maden, Çanakkale’de yaşayan 100 binin üzerinde insanın bir yılda kullanacağı suyu tek başına tüketecek.  Topraklarını Cengiz Holding'e satmayan yöre halkı ise "zor kamulaştırma" dayatmasıyla karşı karşıya. Çevre ve iklim aktivistleri, köylülerle birlikte bu girişimin durdurulması için hukuki mücadelelerini sürdürüyor. Ne olmuştu? - İktidar 26 Temmuz 2022'de Kazdağları'nda bakır madeni ve atık su tesisinin çevreye olumsuz etkisi olmadığını belirten ÇED raporunu vermişti. Bu izni alan şirket, yol genişletme ve maden sahası için ağaçları kesmeye başlamıştı. - Buna karşı dava açan köylüler ve çevreciler, mahkemece haklı bulunarak yürütmeyi durdurma kararı aldırmıştı. - Cengiz Holding, çevredeki arazileri sahiplerinden satın almaya girişmiş, satmak istemeyenlerin topraklarını "zor kamulaştırma" yani devlet tarafından el koyma ile tehdidi edilmişti. - Bunlar üzerine yöre halkı ve aktivistler, 2. bir dava açarak ruhsat izninin iptal edilmesi girişiminde bulundu. Dava henüz sonuçlanmadığı halde, Cengiz Holding kıyıma başladı. Ona bu cüreti veren başından itibaren devletin desteği oldu.

Hareket geçmezsek daha çok ağaç çok kesilecek, hava ve su kirletilecek

Akbelen Ormanı'nındaki yıkımı durdurma girişimi AKP-MHP oylarıyla engellenirken, meclis genel kurulunda öyle bir konuşma yapıldı ki iktidarın "vahşi kapitalist" yüzü kendini gösteriverdi.  Vahşi kapitalizm terimi 19. yüzyılda yaşanan kuralsız, doğa ve emekçi sınıflar karşıtı dönemi tasvir eder. Fakat kapitalizmin vahşi olmadığı dönem yok. Bu vahşi yüzü, meclis kürsüsüne çıkarak kömür madenciliğini ve Limak gibi holdingleri radikalce savunan eski enerji bakanı Fatih Dönmez'de gördük. Veciz sözlerinden bir bölümü: "Dünyada üç asırdır sanayi devrimi var. Bu arkadaşlar dünyaya geç gelmiş, Orta Çağ'da gelmeniz lazımdı. Hatta bazıları 'Hiç madencilik yapmayalım.' diyor. Onlar çok daha geç gelmiş, Taş Devri'nde gelmesi gerekiyordu." Türkiye kapitalizmi, 2022 yılında atmosfere en fazla karbon emisyonu yollayan 14. ülke konumuna ulaştı. Bunu büyük oranda termik santrallar ve yakıtı olan kömürle yaptı. Bu gidişle Taş Devri'ni aratacak, iklim koşulları yaşayacağız. Kuraklık ve orman yangınları bunun bariz işaretleri. Eski bakan, fosil yakıtların dünyada yaşamı yok edecek bir etken olduğu gerçeğinden habersiz; üstelik Birleşmiş Milletler ve birçok dünya ülkesi bu durumu kabul ederken. Onların ufkunda yenilenebilir enerji yok. Güneş ve rüzgar ülkesinde, fosil yakıtların azaltılmasına dair bir atılım fikri de yok. Akbelen köylülerini ve aktivistleri, başka çağlara havale etse de kendisi vahşi kapitalizm döneminde yaşıyor. 19. yüzyıl, kömür tüketen kapitalist endüstri tarafından iklimin değiştirilmesinin başlandığı dönemdir. Fosil yakıtçı şirketleri öylesine savunuyor ki maden sahası olarak kesilen ormanlık alanların, madenin ömrü bittikten sonra kapatılıp yine şirketler tarafından ağaçlandırıldığını ballandıra ballandıra anlatıyor. Yatağan ve Yeniköy Kemerköy termik santrallarının kömür ihtiyacının karşılanması için Akbelen'in tarihi çam ağaçları kesildi. Oradaki kömür yataklarının çıkarılıp bitirilmesi 4 yıl sürecek. Sonra üstünü kapatıp, başka bir alanı yok etmeye gidecekler. Geride diktikleri fidanların yeniden bir orman haline gelmesi yıllar alacak. AKP'li Dönmez'in dünyasında yok edilen ormanlık alanda yaşayan türlerin yok oluşu, ekosistemin bozuluşu, oksijen kaynaklarının yok edilişi aynı anda iklim krizi gibi hayati konular yok; ormanlar doğanın en önemli karşı koyma mekanizmasıyken, iklim krizinin akıbetinin belirlendiği bu en kritik yıllarda, kömür endüstrisi için yok edilebilirler. TBMM kürsüsünden duyulan bu aşırı sağcı kapitalist nutuklar, iklim krizine karşı mücadelenin büyütülmesinin; köylülerin, işçilerin, aktivistlerin kol kola girerek bu gidişatı tersine çevirecek kitlesel bir sosyal hareketi başlatmasının acil bir iş olduğunu gösteriyor.

İklim krizinin çözümüne güç ver!

3-4 Kasım tarihleri, 350.org’un çağrısıyla 'Küresel Eylem Günü' ilan edildi. Küresel iklim aktivistleri grubu 350.org, fosil yakıt şirketlerinin 2023’ün bir çeyreğinde daha inanılmaz kârlar elde etmesi karşısında küresel birlik ve eylem çağrısı yaptı. Adil ve sürdürülebilir enerji sistemlerine geçişin aciliyeti ortadayken fosil yakıt endüstrisi kendi cebini doldurmayı hepimizin, tüm türlerin yaşamından üstün tutuyor, iklim çöküşünü durdurmaya yönelik girişimleri engellemeye çalışıyor.  Exxon, Shell, Total ve Chevron 2023'ün ilk çeyreğinde 33,2 milyar ABD doları gibi şaşırtıcı bir kâr elde etti ki bu 33 milyar dolar ile enerjiye ve şebekeye erişimi olmayan 55 milyon kırsal haneye enerji hizmeti verilebilirdi. Diğer taraftan, yenilenebilir enerjiye yatırılan her bir dolar, fosil yakıt projelerine yapılan yatırıma kıyasla neredeyse üç kat fazla istihdam yaratıyor.  Bu acımasız tablo, fosil yakıt şirketlerinin egemenliğine meydan okuma zamanının geldiğini gösterir. İklim hareketi bu yıl, küresel enerji sistemlerindeki bu adaletsizliğe 'Power Up' (Güç Ver) diyerek çağrıda bulunduğu eylemle ve adil geçiş talebiyle yanıt verecek. Küresel iklim eylemi çağrısında şöyle deniyor:  Dünyanın dört bir yanında, küresel ölçekli bir yenilenebilir enerji devrimine güç vermek için bir araya geleceğiz!  Parayı ve siyasi etkiyi fosil yakıt şirketlerinden uzaklaştırıp herkes için temiz ve eşitlikçi bir geleceğe doğru kaydıralım! Fosil yakıt şirketleri milyar dolarlık kârlarını büyütmeye devam ederken, adil bir yenilenebilir enerji geçişinin sadece mümkün değil, aynı zamanda tam olarak istediğimiz şey olduğunu göstermek için sokaklarda olacak, bu devrimi gerçekleştirecek olanın bizler olduğumuzu göstermek için her kıtada, her büyük şehirde ya da küçük adada harekete geçeceğiz.  Petrol endüstrisinin açgözlülüğünü gözler önüne serecek, gücünü güneş ve rüzgârdan alan adil bir geleceği finanse etmek için gereken paraları – ve elbette gücü de – onlardan geri alacağız. Sokaklara çıkıyoruz çünkü öfkeliyiz. Ama aynı zamanda umutluyuz da. Ve öfkemizi de umudumuzu da bu mücadele için, kendimiz ve gezegenimiz için daha iyi bir gelecek inşa etmek için kullanmaya kararlıyız. Bize katılın, bu değişim dalgasına güç verin! . . . Fosil yakıt endüstrisinin kazarak, yakarak ve kirleterek elde ettiği servet, dünya genelinde yüz milyonlarca haneye güneş ve rüzgar enerjisi sağlamak için kullanılabilirdi. Evleri yalıtabilir, hastanelerde ve okullarda ışıkları açık tutabilir, her yerde temiz elektriğe istikrarlı erişim sağlayabilir, halkları yoksulluktan kurtarabilir ve hepimizi iklim krizinin en kötü etkilerinden koruyabiliriz. Kömür, petrol ve gazdan kurtulmanın, ihtiyaç duyduğumuz acil dönüşümün bedelini kirleticilere ödetmenin zamanı geldi!  Daha iyi bir dünya hayaliyle bir araya gelirken, fosil yakıt şirketlerini de verdikleri zarardan sorumlu tutacağız. . . . Bu enerji dönüşümünü gerçekleştirmek için gereken tüm araçlara, kaynaklara ve teknolojiye sahibiz. Eksik olan tek şey, bizlerin ve gezegenin geleceğini fosil endüstrisinin kârından üstün tutacak bir dünya ve toplumlarımızın böyle bir dünyayı inşa etmek için ihtiyaç duyduğu parayı onlardan geri alacak bir siyasi iradedir. Kasım’da tüm hükümetleri, fosil yakıt endüstrisinin elindeki serveti geri almak için gereken finansal araçları kullanmaya çağıracağız. İster vergiler yoluyla, ister sübvansiyonları sona erdirerek ya da eski ve yeni tüm fosil yakıt projelerine yapılan yatırımları durdurarak olsun, bu parayı adil olan, kaynakları dünya geneline eşit bir şekilde dağıtan küresel yenilenebilir enerji devrimini güçlendirmek için kullanma zamanıdır. Hep birlikte o geleceğe güç verelim!

İkizköylüler Ankara'da, Dikmece köylüleri yanlarında: 'Her yer Akbelen, her yer direniş!'

Akbelen Ormanı'nın şirketler tarafından yok edilmesine direnen İkizköylüler, TBMM olağanüstü oturumuna katılmak için Ankara'ya geldi. Hatay'da toprakları zorla istimlak edilen Dikmeceliler de. Gece yarısı Akbelen'den yola çıkan köylüler, otobüslerinin defalarca durdurulduğunu söyledi ve kendilerini "marjinal" ve  "provokatör" olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yanıt verdi: "Marjinalikse en marjinal biziz" diyerek 90 yaşındaki İkizköylü nine ve 70 yaşındaki amcaya işaret ettiler. Yaşlı bir köylü kadın ise iklim krizine dikkat çekerek seslendi: "Ormanları kesmeyin." Ankara'da direnişçileri, KESK, DİSK, TTMOB, TTB ve TDB yöneticileri karşıladı. DSİP üyeleri de eyleme destek verdi. Eylemde sık sık "Her yer Akbelen, her yer direniş", "Havama, suyuma, toprağıma" dokunma sloganları atıldı. Meclisteki Akbelen oturumu 15:00'da başlayacak. Köylüler orada olacak. Ankara'dan gelişmeleri aktarmaya devam edeceğiz.

Akbelen'den milletvekillerine çağrı: Koltukları boş görmek istemiyoruz

Yarın (8 Ağustos Salı) TBMM, Akbelen Ormanı'nda yıkım olağanüstü gündemiyle toplanıyor. Oturum öncesi çağrı yapan İkizköylüler ve aktivistler, milletvekillerini meclise davet etti. Köylüler oturuma katılacak. Meclis önünde basın açıklaması çağrısı da yapıldı. Oturum 15:00'da başlayacak. Tüm siyasi partilerin vekillerine neden bu çağrı yapıldı? Temmuz'un ikinci haftası, zamlar ve  vergi oranlarının yükseltilmesini içeren ek bütçe görüşmelerinde bir skandal yaşandı. AKP-MHP teklifinin görüşüleceği TBMM Genel Kurul oylamasında muhalefet milletvekillerinin yarısına yakını oy kullanmadı. CHP’den 74, Yeşil Sol Parti’den 41, İYİP'ten 26, Saadet Partisi'nden 7, DEVA Partisi’nden 14, EMEP’ten 2, HDP’den 2, Demokrat Parti’den 2, Türkiye İşçi Partisi’nden de 1 milletvekili oylamaya katılmadı. Çünkü tatile çıkmışlardı. İktidarın teklifi oy çokluğuyla kabul edildi. Ertesi hafta bu kez muhalefetin çağrısıyla meclis vergileri ve zamları görüşmek için olağanüstü toplandı. Muhalefetin teklifi AKP-MHP oylarıyla reddedilirken İYİP'ten 10, CHP’den 7, DEVA Partisi’nden 2, DP’den 1, YSP’den 24, TİP’den 1, milletvekili oylamaya katılmadı. 491 kişilik oylamadan 234 kabul, 257 ret çıktı. Eğer muhalefet vekilleri tam katılım göstergesiydi, AKP-MHP oyları azınlıkta kalacaktı.

(Seçtiklerimiz) Adil geçiş süreci dünyanın yaşanmaz hale gelmesini önleyebilir

Noam Chomsky ve Robert Pollin, iklim krizinin çözümüne yönelik küresel politikaları tartışıyor. Independent Türkçe'de yayınlanan Yasin Sofuoğlu'nun çevirisi: Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri António Guterres, mart sonunda yaptığı açıklamada iklim değişikliğinin "gezegenimizi yaşanmaz hale getirdiğini" söyledi. Yaklaşan iklim krizinin tehditleri gerçekten de çok somut hale geldi ve dünyanın önde gelen bilim insanları, şimdi harekete geçmezsek Dünya'nın çok yakında tehlikeli bir sıcaklık eşiğini geçeceği uyarısında bulunuyor. Bununla birlikte gezegenin başına gelenlerle iklim eylemi için ihtiyaç duyulanlar arasındaki uçurum kapanmak yerine açılıyor çünkü Noam Chomsky'nin Robert Pollin'le verdiği ortak söyleşide işaret ettiği gibi, kolektif eylem iktidardakileri rotayı değiştirmeye zorlamadığı sürece "sistem böyle işlemeye devam ediyor." Dahası adil bir geçişin işçiler, topluluklar ve dünyanın tüm bölgeleri için dönüştürücü iklim eylemi açısından çok önemli olduğu giderek belirginleşiyor. Pollin adil bir geçişin ne anlama geldiğini ve neden bu kadar önemli olduğunu gösteriyor. Noam Chomsky, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde (MIT) Dilbilim ve Felsefe Bölümü'nde ordinaryüs profesör, Arizona Üniversitesi'nin Çevre ve Sosyal Adalet Programı'nda de Agnese Nelms Haury Kürsüsü başkanı ve dilbilim profesörüdür. Kendisi dünyanın en çok atıf yapılan akademisyenlerinden biri ve milyonlar tarafından ulusal ve uluslararası bir hazine olarak görülüyor. Chomsky dilbilim, siyasi ve sosyal düşünce, siyasi ekonomi, medya çalışmaları, ABD dış politikası ve dünya meseleleri alanlarında 150'den fazla kitap yayımlamıştır.  Son yayımladığı eserler arasında şunları yer alıyor: Gayrimeşru Otorite: Çağımızın Zorluklarıyla Yüzleşmek (Illegitimate Authority: Facing the Challenges of Our Time) (C. J. Polychroniou'yla birlike; Haymarket Books, 2023); Kelimelerin Gizemi (The Secrets of Words) (Andrew Moro'yla birlikte; MIT Press, 2022); Geri Çekilme: Irak, Libya, Afganistan ve ABD'nin Kırılgan Gücü (The Withdrawal: Iraq, Libya, Afghanistan, and the Fragility of U.S. Power) (Vijay Prashad'la birlikte; The New Press, 2022); Uçurum: Neoliberalizm, Pandemi ve Toplumsal Değişimin Aciliyeti (The Precipice: Neoliberalism, the Pandemic, and the Urgent Need for Social Change) ( C. J. Polychroniou'yla birlikte; Haymarket Books, 2021). Robert Pollin, Massachusetts Amherst Üniversitesi'nde ordinaryüs ekonomi profesörü ve Politik Ekonomi Araştırma Enstitüsü'nün eş direktörüdür. İlerlemeci ekonomi alanında dünyanın önde gelen isimlerinden biri olan Pollin, istihdam ve makroekonomi, işgücü piyasaları, ücretler ve yoksullukla çevre ve enerji ekonomisi üzerine çok sayıda kitap ve akademik makale yayımlamıştır. Foreign Policy dergisi tarafından "2013'ün Önde Gelen 100 Küresel Düşünürü" biri olarak seçilmiştir. Chomsky ve Pollin, İklim Krizi ve Küresel Yeşil Yeni Düzen: Gezegeni Kurtarmanın Politik Ekonomisi (Climate Crisis and the Global Green New Deal: The Political Economy of Saving the Planet) (C. J. Polychroniou'yla birlikte; Verso, 2020) kitabını birlikte kaleme aldı. İkili, iklim acil durumu hakkında yeni bir kitap üzerinde de çalışmalarını sürdürüyor.  C.J. Polychroniou: Avrupa Birliği'nin (AB) ormansızlaşmaya karşı kabul ettiği yasa, hükümetlerin sürekli olarak iklim değişikliğine yönelik epey eksik eylem planları oluşturmasına güzel bir örnek sunuyor. Yeni yasa kapsamında Avrupa hükümetleri ormansızlaşmayla bağlantılı ürünlerin ithalatını yasaklasa da Avrupa merkezli bankalara veya yatırımcılara, ormansızlaşmaya yol açan projelere finansman sağlamayı durdurma zorunluluğu getirilmedi. Peki, politika üretme ve ekonomik çıkarlar arasındaki bağlantı, çevresel yıkımı durdurmak ve küresel ısınmanın daha da kötüleşmesini önlemek için kapsamlı stratejiler uygulamamızı engelliyorsa, bu açmazdan nasıl çıkabiliriz? Chomsky: İki yıl önce ABD Başkanı Joe Biden'ın İklim Özel Temsilcisi John Kerry, "bilim insanlarının 2050 veya 2045'e kadar (sıfıra emisyona ulaşmak için) yapmamız gereken azaltımın yarısının henüz sahip olmadığımız teknolojilerden geleceğini söylediğini" aktarmıştı. Her ne kadar iyimser bir hava yaratma amacı taşısa da bu tahmin muhtemelen pek güven verici değildi.  Birkaç ay sonra, Glasgow'daki COP27 Uluslararası İklim Zirvesi'ne ABD'yi temsilen katılan Kerry hâlen iyimserliğini koruyordu. Varlık yöneticileri yaklaşan felaketin üstesinden gelmek için onlarca trilyon dolar taahhüt ederken, Kerry büyük bir sevinçle piyasanın artık bizim tarafımızda olduğunu söyledi.  Siyasi iktisatçı Adam Tooze ise burada bir hususa dikkat çekti: Bu vaat, yatırımlar kârlı olduğu ve Dünya Bankası'yla Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) garantileriyle "riskten arındırıldığı" sürece geçerli. "Henüz sahip olmadığımız teknolojiler", henüz elimizde olmayan ya da gerçekçi şekilde öngöremediğimiz teknolojiler olarak kalacak. Bazı ilerlemeler kaydedilse de bunlar yaklaşan krizle başa çıkmak için hiç yeterli değil.  Mevcut tehlike, fosil yakıt kullanımının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlerin, gelecekte atılacak bir teknolojik atılımın imdadımıza yetişeceği bahanesiyle bir kenara bırakılmasıdır. Bu arada dünyayı yakıp tüketmeye devam edebilir ve fosil yakıt endüstrisinin, artık inanılmaz zenginliğiyle ne yapacağını bilemeyecek kadar arşa çıkmış kârına daha da fazla para akıtabiliriz. Endüstri elbette bu bahaneyi memnuniyetle karşılıyor. Hatta karbon yakalama teknolojisi için belki de muhasebecilerinin bir yuvarlama hatasına denk gelecek miktarda nakit fon bile ayırabilirler. Yeter ki her zamanki niteliklerde olsun: Dost vergi mükellefi tarafından finanse edilsin ve riskten arındırılsın. Bu arada daha fazla federal arazi fosil yakıt üretimine açılıyor. Hatta onlara, Demokratik Parti'den Batı Virginia Senatörü Joe Manchin'in küresel ekonomiyi çökertmeme şartını oluşturan, yaklaşık 483 kilometre uzunluğundaki Mountain Valley Boru Hattı ve benzeri diğer kolaylıklar da armağan ediliyor.  Varlık yöneticileriyle ve teknolojik mucizelerle ilgili coşkunun arka planında, eski Savaş Bakanı Henry Stimson'ın 80 yıl önce savaş için büyük seferberliği denetlerken oluşturduğu Stimson Doktrini yatmaktadır: Eğer kapitalist bir ülkede savaşa girmeye ya da savaşa hazırlanmaya çalışacaksanız, iş dünyasının bu süreçten para kazanmasına izin vermelisiniz aksi takdirde işler yürümez. Biz izin verdiğimiz sürece sistem böyle işliyor. Savaşın başlarında iş dünyası pazarlığı kabul etmekte isteksizdi. Çoğu reformist Yeni Düzen'den nefret ediyor ve çıkarlarına tamamen bağlı olmayan bir yönetimle işbirliği yapmak istemiyordu. Ancak musluğun ağzı açılınca bu tür çekinceler ortadan kalktı. Hükümet savaş üretimine büyük kaynaklar aktardı. Stimson Doktrini'ne bağlı kalınarak, politikalar müteahhitlere büyük kârlar sağlayacak şekilde yapılandırıldı. Bu, çok daha sonra askeri-endüstriyel kompleks diye eleştirilen fakat daha doğru bir ifadeyle herkesçe bilinen ABD sanayi politikası sistemi diye tanımlanabilecek, kamunun gelişen yüksek teknoloji ekonomisini finanse ettiği aygıtın temelini oluşturdu. Seymour Melman ve diğerlerinin incelediği gibi son derece verimsiz bir sistemdi. Fakat kabul gören söylemin, cömert "istihdam yaratıcılarının" herkesin yararı adına gece gündüz çalışmasını sağlayan bir serbest girişim sistemi diye adlandırdığı şey için Kongre'den onay almanın kolay bir yoluydu. Eisenhower galiba ilk başta "askeri-endüstriyel-Kongre kompleksi" terimini kullanmak istemişti. Bu uygun olurdu. Peki Kongre neden buna müsaade ediyor? Bunun en önemli nedenlerinden biri, siyasi iktisatçı Thomas Ferguson'ın yaygın kabul gören "siyasetin yatırım teorisi "dir. Kendisi son yaptığı güncellemede, teoriyi bir kez daha doğrulayarak varılan önemli sonucu şöyle özetler:  Amerikan siyasetine ilişkin baskın gerçek, onun para odaklı karakteridir. Bizim dünyamızda her iki büyük siyasi parti de her şeyden önce, herhangi bir şeyin gerçekleşmesi için doldurulması gereken banka hesaplarıdır. Seçmenler siyaseti yönlendirebilir ama bu kolay değildir. Sistemin işlemesi için çok ciddi zaman ve çaba harcamaya hazır olmadıkları sürece veya kontrol ettikleri örgütler (sendikalar ya da parti tabanına hitap eden muteber oluşumlar) bunu yapmadıkça, sistemde sadece finanse edilebilen siyasi itirazlar yer alabilir, onlar da yararlı saptırmalar olarak kaldıkları sürece. "Bizim dünyamıza" ilişkin bu içgörü, aynı zamanda söz konusu muammadan çıkış yollarına dair tavsiyeler de sunuyor. Ayrıca dünyanın geri döndürülemez derecede ısınmasının korkunçe ve eli kulağında tehdidi açısından düşünüldüğünde, insan türü için sanal bir kitabe niteliğindeki egemen Stimson Doktrini'yle yüzleşmenin yollarını da gösteriyor. Biyoçeşitlilikteki keskin düşüş de dahil gezegenin başına gelenlerle çevre ve iklim hakkında eyleme geçme açısından gerekenler arasındaki uçurumun kapanmak yerine büyüdüğünü göz ardı etmek intihardır. Duruma baktığımızdaysa karışık bir tabloyla karşılaşıyoruz.  Amazon ormanları önemli vakalardan biri. Küresel ekolojideki merkezi rolü iyi anlaşılmış bir yer. Kendi kendini idame ettirebilir fakat zarar görmesi halinde hızla geri dönüşü olmayan bir düşüşe geçebilir ve bunun, hem bölge hem de tüm dünya için yıkıcı etkileri olabilir. Brezilya'da Jair Bolsonaro'nun iktidarda olduğu dönemde tarım, madencilik ve ağaç kesme sektörleri, ormana ve orada uzun süredir doğayla uyum içinde yaşayan yerlilere karşı bir saldırı başlattı. Bir örnek vermek gerekirse "Dönemin Devlet Başkanı Jair Bolsonaro yönetiminde 2019-2022'de Brezilya'daki ormansızlaşma arttı ve bunun bir numaralı nedeni sığır çiftçiliğiydi." Sığır eti ihracatı için 800 milyondan fazla ağaç yok edildi. Yerli halkları uzmanı Bruno Pereira ve gazeteci ortağı Dom Phillips gibi tanınmış araştırmacılar, Amazon'da çalışmalarını yürütürken öldürüldü. Brezilyalı bilim insanları, ormanın bazı kesimlerinde çoktan geri dönülemez eşiğin geçildiğini, buraların savanaya dönüştüğünü ve kalıcı tahribata uğradığını belirtiyor.  2022'de Lula'nın seçilmesi bu yıkımı sınırlama, belki de sona erdirme umudu verdi. Çevre Bakanı olarak gerçekten etkileyici bir sicile sahip, cesur ve adanmış bir çevreci olan Marina Silva'yı atadı. Ancak ekonominin sahibi olan (Adam Smith'in deyimiyle) "insanlığın efendileri" asla vazgeçmiyor. Onların Kongre'deki destekçileri Silva'nın yetki alanını kısıtlamayı sürdürüyor.  Fakat dünyayı kurtarmayı umanlar da vazgeçmiyor. Brezilyalı ekolojistler, ormanın koruyucusu yerli toplulukları desteklemenin ve onların etki alanlarını genişletmenin yollarını arıyor. Mücadele devam ediyor. Diğer cephelerde de sürüyor. Washington Post (WP), Çin'deki olumlu gelişmeleri yazmıştı. Birçok araştırmayı gözden geçiren Post, "yenilenebilir enerji alanında agresif şekilde ilerlemesi" nedeniyle Çin'in "batarya, güneş paneli ve enerji dönüşümünün diğer temel bileşenlerini üretmekte" küresel çapta açık ara önde olduğunu ve ABD'yi çok geride bıraktığını bildirmişti. Söz konusu fark kişi başına çok fazla. Çin "2030'dan önce emisyonlarını zirveye çıkarıp, 2060'a kadar da net sıfır emisyona ulaşma hedefine doğru ilerliyor. Geçen yıl rekor miktarda güneş enerjisi kapasitesi oluşturdu. Bu yıl da tek başına ABD'nin mevcut güneş enerjisi kapasitesinin tamamından daha fazlasını inşa etmeye hazırlanıyor." Ancak makaleyi size doğru aktarmıyorum. WP aslında Çin'i övmüyor, kınıyor. Gazete, yenilenebilir enerjiye geçişte kendisine biçtiği üstün konumdan, haberin başlığından bir ifadeyle söyleyecek olursak "iklim felaketini önlemek için Çin'e baskı yapmanın" yollarını arayan ABD'yi övüyor. Haberde Çin'in, ABD'ninkinden iki kat daha fazla emisyondan sorumlu olduğuna dair endişelendirici bir uyarı yer alıyor. Ya da Yenisöylem dilinden tercüme edersek, Çin kişi başına düşen emisyonlarda ABD'nin çok gerisinde. Haberde, iklimi kurtarmaya yönelik ulu mücadelemizde Çin'i de bize katılmaya ikna etmek için kullanılacak araçlar tartışılırken, bunlardan en önemlisinden hiç bahsedilmiyor:  Ticaret Bakanı Gina Raimondo, salı günkü açıklamasında ABD'nin dünyanın en büyük ikinci ekonomisi üzerinde baskı kurmak için müttefiklerini bir araya toplayacağını söyledi. Raimondo, 'Çin'in inovasyon hızını gerçekten yavaşlatmak istiyorsak, Avrupa'yla birlikte çalışmamız gerekiyor' dedi. Çin'in dünyayı kurtarabilecek ileri teknolojiyi üretmesini sağlayacak inovasyonlarını denetim altında tuttuğumuzdan emin olmalıyız. Açıkça ilan edilen ve övgüler toplayan başlıca yöntem, Çin'in ileri teknoloji için gerekli bilgisayar çiplerine erişimini engellemek. Raimondo aynı zamanda Pekin yönetimine, ABD'nin "Çin'in Micron Technology şirketinden bellek çipi satın alınmasına getirdiği yasağa 'müsamaha göstermeyeceğini' ve bu tür 'ekonomik baskıları' değerlendirmek için müttefikleriyle yakın şekilde çalıştığı" uyarısında da bulundu. Bu da dünya yanarken bize, ünlü "kurallara dayalı uluslararası düzen" ve onun incelikli tasarımı hakkında daha fazla bilgi sunuyor. Polychroniou: Hindistan dünyanın en kalabalık ülkesi olarak Çin'i geride bıraktı ve nüfusunun gelecek yıllarda artmaya devam edeceği kesin. Gezegeni kurtarmak için küresel nüfusu azaltmamız mı gerekiyor?  Chomsky: Küresel nüfus muhtemelen önemli ölçüde azaltılmalı. Neyse ki bu sonuca ulaşmak için gezegeni kurtarma hedefinden ayrı ve çok daha insani bir yöntem var: kadınların eğitimi. Bunun hem zengin hem de yoksul ülkelerde nüfusun keskin şekilde azalmasına yol açtığı ortaya konmuştur. Kadınların eğitimi, 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nde öngörüldüğü üzere diğer insani yöntemlerle de desteklenmelidir:  Anne ve çocuklar, özel bakım ve yardım hakkına sahiptir. İster evlilik içi ister evlilikdışı doğmuş olsun, bütün çocuklar aynı sosyal korumadan faydalanır. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, ABD tarafından başlatılmıştı. Ancak bu, Yeni Düzen'in sosyal demokrasisinin, nihayetinde Reagan'la hedeflerine ulaşan sert iş dünyası tarafından henüz baltalanmadığı farklı bir dönemde gerçekleşmişti. O zamana kadar, az önce alıntılananlar da dahil olmak üzere bildirinin sosyoekonomik hükümleri "Noel Baba'ya mektup" (Reagan'ın BM Büyükelçisi Jeane Kirkpatrick) diye alay konusu olmuştu. Kirkpatrick'in tavrı, Reagan ve Bush yönetimlerinde insan hakları ve insani işlerden sorumlu yetkili Paula Dobriansky tarafından da devam ettirildi. Dobriansky, "(bildirgedeki) 'ekonomik ve sosyal hakların' insan haklarını oluşturduğu efsanesini" ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Bu mitler " belirsiz umutların ve belirsiz beklentilerin yer aldığı, kimseyi tatmin etmeyen şeyler." İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'ndeki sosyoekonomik hükümlerin çok benzerlerinin yer aldığı BM Kalkınma Hakkı'na karşı tek ret oyunu kullanan George H. W. Bush'un temsilcisi Morris Abram'ın ifadesiyle bunlar "saçma" olduğu gibi "tehlikeli bir kışkırtma" niteliği de taşıyordu. Noel Baba'ya yazılan mektubun reddedilmesi o zamana dek büyük ölçüde hem Demokratlardan hem de Cumhuriyetçilerden destek almıştı. Fakat halihazırda Kongre'deki soytarılıklarda gördüğümüz gibi Cumhuriyetçiler vahşilikte halen lider. Bununla ilgili daha söylenecek çok şey var ama başka zaman konuşuruz. Polychroniou: Bob, iddialı iklim değişikliği politikalarını ilerletmek için "adil bir geçiş" şart görülüyor. Etkili bir iklim eylemi için "adil geçiş" neden bu kadar önemli ve sıradan yurttaşları tam olarak nasıl etkiliyor? Robert Pollin: "Adil geçiş" terimi çeşitli şekillerde kullanılıyor. Ben bunu öncelikle, gelirleri ve refahları açısından halen fosil yakıt endüstrisine bağımlı işçileri ve toplulukları desteklemeye yönelik tedbirlere atıfta bulunmak için kullanacağım. Daha sonra terimin ikinci bir kullanımını, yüksek gelirli ekonomilerin düşük gelirli ekonomiler tarafından geliştirilen Yeşil Yeni Düzen programlarını nasıl desteklemesi gerektiğini ele alacağım. Fosil yakıt endüstrisine bağımlı işçilerin ve toplumların desteklenmesine ilişkin ilk hususta meselenin daha geniş bir bağlamda ele alınması çok önemlidir. Daha önce birçok kez tartıştığımız üzere, küresel çapta sıfır emisyonlu bir enerji altyapısı oluşturmak için enerji verimliliği ve yenilenebilir enerjiye yapılacak yatırımlar, genel anlamda istihdam yaratılmasında itici güç olacaktır. Yani genelde gezegeni kurtarmak istihdam için çok iyidir. Tabii sadece Donald Trump gibilerden değil, daha geniş bir siyasi yelpazedekilerden de bunun tam tersi feryatlar duyuyoruz. Bu görüşün bir dereceye kadar muteber görülen versiyonunda, fosil yakıt tüketiminin aşamalı şekilde durdurulmasının çevre açısından faydalı olsa da istihdamı yok edeceği savunuluyor. Zengin kıyı elitleri dışındaki herkes de istihdamı çevreden daha fazla önemsiyor.  

Geri 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 İleri

Bültene kayıt ol