Karl Marx’ın özellikle gençlik dönemi eserlerinde önemli bir yer tutan yabancılaşma kavramı daha önce Marx’ı çok etkileyen düşünürler olan Hegel ve Feuerbach tarafından da kullanılmıştır. Marx, özgür bilinçli etkinliğin insanın türsel özelliği olduğunu savunarak kapitalizmde emek gücünün sömürülmesinin insanı bu bilinçli etkinliğe yabancılaştırdığını söyler.
Varoluşçuluk (egzistensiyalizm), toplum içindeki bireyin tüm deneyiminin biricikliğini öne çıkaran bir felsefe akımıdır. Özellikle 19. yüzyılın ilk yarısında Fransa'da etkili olmuştur. Varoluşçuluğa göre insanın varoluşu ile doğal nesnelerin varoluşu arasında fark vardır. Bu ayrımın temelini insanın iradesi ve bilinci oluşturur.
Ütopya sözcüğü Antik Yunan dilindeki ou (olmayan), eu (mükemmel olan) ve topos (yer/toprak/ülke) sözcüklerinin birleşmesinden oluşmuştur. Tasarlanmış, ideal toplum ve devlet şekilleri için kullanılır.
Uluslar kendilerini çok uzun bir geçmişe yaslanan mitler üzerine inşa ediyor olsalar da ulus denilen topluluğun ortaya çıkışı o kadar eski değildir. Ulus, kapitalizmin gelişmeye başladığı, burjuvazinin iktidarı aristokrasiden almaya başladığı ve imparatorlukların dağılmaya başladığı 18. yüzyılda ortaya çıkan ve yaygınlaşmaya başlayan bir kategoridir. Bu süreç dünyanın pek çok yerinde ulus-devletlerin yani bugünkü kapitalist modern devletin ortaya çıkışını beraberinde getirmiştir. Ulusçuluğun (milliyetçiliğin) yayılmasında en önemli olay olarak 1789 Fransız Devrimi gösterilebilir.
Pek çok sol akım açısından Troçkizm bir öcü olarak görülegelmiştir. Özellikle Stalinizm ve Kemalizmin etkisinin yoğun bir şekilde hissedildiği Türkiye'de kısa bir süre öncesine kadar Troçkist olmak, karşı-devrimci görülmek anlamına geliyordu. Günümüzde artık Troçkizm eskisi gibi bir küfür olarak kullanılmasa da, politik dönemeçlerde alınan tutumlarda suçlanmanızın birincil sebebi olabilmekte.
İşçi sınıfı hareketinin çeşitli dönemeçlerinde devrimciler kendilerine sosyalist demeyi tercih etmişlerdir. 19. yüzyılda Karl Marx ve Friedrich Engels, kendilerini komünist olarak tanımlamışlar, daha sonra bu terim sosyalizme dönüşmüş ve Almanya'da Sosyal Demokrat Parti'nin kuruluşuyla beraber tüm dünyadaki sosyalistlere, sosyal demokrat adı verilmeye başlanmıştır. Daha sonra sosyal demokrat partilerin I. Dünya Savaşı'nda işçi hareketine ihanet etmesi, Bolşevikler ve onların öncülüğünde kurulan III. Enternasyonal'e bağlı örgütlerin tekrar komünizm sözcüğünü kullanmaya itmiştir. Ancak kısa bir süre sonra Stalinizmin yükselişi ile dünyadaki komünist partileri bürokrasi iktidarının savunucuları hâline gelmiş ve devrimci Marksistlerin büyük bir çoğu kendisini sosyalist olarak tanımlamaya başlamışlardır.
Reformizm, sistemin reformlar yoluyla dönüştürülebileceğini savunan anlayışa verilen isimdir. Reformist partiler, klasik burjuva partilerinden farklı olarak işçi sınıfı içinde köklere sahiptir ve ortalama işçi sınıfı bilincini yansıtır. Chris Harman'ın da dediği gibi mevcut toplumdan rahatsız olan insanlar değişim yönündeki ilk taleplerini çoğunlukla toplumun temel özelliklerinin devam edeceğini varsayarak oluştururlar. Unutmamak lazım ki sistemin normal işleyişi içinde egemen fikirler, egemen sınıfın fikirleridir. Kapitalizmde de reformizm bir siyasi hareket olarak sendikalar ve parlamento yoluyla egemen sınıfa baskı uygulama pratiği içinde doğmuştur.
Proletarya sözcüğü, Latincede en alt sınıftakileri tanımlamak için kullanılan proletarius sözcüğünden gelmektedir. Proletariusun kökeni ise gene Latincede döl anlamına gelen proles sözcüğüdür. Sözcüğün bu kökenden gelmesinin sebebi en eski sınıflı toplumlarda proletariusun kendi oğulları dışında herhangi bir "zenginliği" bulunmayan sınıfın mensupları olarak tanımlanmasıdır. Proletarius, alt sınıflardan bahsetmek için kullanılan aşağılayıcı bir sözcükken, dünyayı değiştirebilecek olan tek sınıf olarak proletarya Karl Marx'ın teorisinin kalbine yerleşmiştir.
“Özgürlük her zaman sadece farklı düşünenlerindir” diyor devrimci Marksist Rosa Luxemburg. Oysa sosyalizm ile özgürlüğün birbirinden farklı olduğunu düşünenlerin sayısı hiç de az değil. Oysa özgürlük, sosyalizmin eşitlikten daha az ulaşmak istediği bir hedef değildir. Hatta denebilir ki sosyalizm tüm insanlığı özgürleştirmenin yegane yoludur.