Varoluşçuluk (egzistensiyalizm), toplum içindeki bireyin tüm deneyiminin biricikliğini öne çıkaran bir felsefe akımıdır. Özellikle 19. yüzyılın ilk yarısında Fransa'da etkili olmuştur. Varoluşçuluğa göre insanın varoluşu ile doğal nesnelerin varoluşu arasında fark vardır. Bu ayrımın temelini insanın iradesi ve bilinci oluşturur.
Varoluşçu felsefe insanı birey olarak ele alır ancak somut koşulları içindeki bireyden yola çıkar. Buradaki somut koşullar Marksizm’deki gibi üretim ilişkileri, üretim tarzı gibi olgulardan çok insanın ölüme mahkum olan bir varlık olması durumunu ifade eder. İnsan ölüme mahkûmdur ve toplum içinde kaybolmuştur. Varoluşun herhangi bir sebebi yoktur. Hiçlik karşısında çaresiz bireyler seçimleri aracılığıyla varoluşlarını anlamlandırmaya, kendilerini gerçekleştirmeye çalışırlar. Bu açıdan bakıldığında genel olarak varoluştan değil tek tek bireysel varoluşlardan bahsetmek gerekir.
Varoluşçu felsefe içinde iki akım vardır. Birincisi dinsel varoluşçuluktur, bu akım içinde Karl Jaspers, Sören Kierkgaard gibi isimler sayılabilir. İkincisi ise ateist varoluşçuluktur, bu akım içindeyse bir Nazi olan Martin Heidegger'in yanı sıra özgürlükçü isimlerden Jean Paul Sartre, Simone de Beauvoir ve Albert Camus gibi isimler yer alır.
Bu isimlerden en ünlüsü varoluşçuluk ile Marksizm arasında bir bağlantı kurmaya çalışan Sartre'dır. Sartre, kendisine yakıştırılan isimle “özgürlüğün filozofu”dur. Sartre'a göre “varoluş özden önce” gelir. Klasik varoluşçu felsefeye dayanarak Sartre da varoluşta hiçbir anlam bulunmadığını söyler. Bu sebeple insan tüm eylemlerinde bütünüyle özgürdür ancak insan eylemleri ve yaptığı seçimler aracılığıyla kendini gerçekleştirdiği için tüm eylemlerinden sorumludur.
Sartre, Beaouvoir, Camus gibi isimler için bu sorumluluk dünyayı değiştirmek için mücadele etmektir. Bir devrim sonucu koşulların değişmesiyle özgürlüğün felsefesi mümkün olacaktır. Bu sadece felsefelerine değil hayatları boyunca verdikleri mücadelelere bakarak da kolayca anlaşılabilir.
Başta Sartre olmak üzere bu isimler politik mücadelelerin bir parçası olmuşlar, özellikle Sartre'ın Marksizm’e ilgisi giderek artmıştır. Sartre için “Marksizm çağımızın aşılamaz felsefesidir”.