Reformizm, sistemin reformlar yoluyla dönüştürülebileceğini savunan anlayışa verilen isimdir. Reformist partiler, klasik burjuva partilerinden farklı olarak işçi sınıfı içinde köklere sahiptir ve ortalama işçi sınıfı bilincini yansıtır. Chris Harman'ın da dediği gibi mevcut toplumdan rahatsız olan insanlar değişim yönündeki ilk taleplerini çoğunlukla toplumun temel özelliklerinin devam edeceğini varsayarak oluştururlar. Unutmamak lazım ki sistemin normal işleyişi içinde egemen fikirler, egemen sınıfın fikirleridir. Kapitalizmde de reformizm bir siyasi hareket olarak sendikalar ve parlamento yoluyla egemen sınıfa baskı uygulama pratiği içinde doğmuştur.
Reformizm, tabanında değişimden yana oldukça fazla sayıda işçi barındırıyor olsa da, mücadele edilmesi gereken bir fikirdir. Çünkü kapitalizm reformlar yoluyla köklü bir değişime uğratılamaz. Mücadeleler yoluyla kısmi kazanımlar elde edilebilse de kâra dayalı bir sistem olan kapitalizm, kârını genişletmek için her uğrakta bu kazanımları yok etme eğilimi içinde olacaktır. Bunun yanı sıra reformizm asıl olarak işçi sınıfına güvenmeyen bir ideolojidir. İşçi sınıfının kendi eylemine değil, onun adına düşünen bir grup "işçi dostu" parlamenter ve sendikacının eylemine dayanan bir bakış açısı vardır. Sonuç olarak reformizm, en kritik dönemeçlerde işçi sınıfına ihanetin adıdır.
Marksizm içinde bu konudaki en önemli tartışmalardan biri Almanya’daki Sosyal Demokrat Parti (SPD) içinde yaşanmıştır. Parti içindeki önemli isimlerden Eduard Bernstein, devrimin artık olanaksız olduğunu sosyalizme geçişin ancak bir evrim sürecinin sonucu olabileceğini savunmuştur. Rosa Luxemburg ise Bernstein’a Sosyal Reform mu Devrim mi? başlıklı broşürü ile cevap vermiş ve devrimin zorunluluğunu anlatmıştır. I. Dünya Savaşı’yla beraber reformizm bütün sosyal demokrat partilere hakim olmaya başlamıştır. Devrimci Marksistler ise bu partilerin tabanındaki geniş işçi kitlelerini reformizden koparmaya çalışmıştır.
Neoliberalizmle birlikte sosyal demokrasi, klasik anlamdaki reformizden yani sosyalizme reformlar yoluyla varma hedefinden de kopmuş ve çoğu ülkede neoliberal politikaların destekleyicisi hâline gelmiştir. Bunun sonucu olarak sosyal demokrasinin daha solunda, sistem için radikal ancak reformist sınırları aşamayan partiler ortaya çıkmıştır. Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos gibi partiler bu eğilimlerin bir parçası olarak görülebilirler. Ancak iktidara geldiğinde Syriza da radikal bir program uygulayamamış, işçi sınıfına verdiği bütün sözlerden dönmüştür.
Reformizme karşı verilen mücadele ile reformlar için verilen mücadeleyi birbirine karıştırmamak gerekir. Marksistler, sistemin ancak bir toplumsal devrimle dönüşebileceğini savunurlar ancak bu sistem içinde kazanımlar için verilen mücadelelerde de en ön saflarda yer alırlar. Bunu yaparken reformistlerle yan yana gelmekten de çekinmezler. Reformlar için mücadele etmeyen işçi sınıfı, dünyayı yetiştirme yeteneğine sahip olamaz. İşçi sınıfının reformist düşüncelerden sıyrılarak, devrimci fikirlerle tanışabilmesinin tek yolu mücadelenin kendisidir. Bu sebeple devrimciler hem reform mücadeleleri içinde yer alırlar, hem de bu mücadeleleri genelleştirerek reformist çizginin dışına çıkarmaya, ileri çekmeye çalışırlar.