Demokrasi gasp ediliyor!

'İktidar demokrasiyi gasp ediyor: İmamoğlu’nu serbest bırakın!'

Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP) şu çağrıyı yaptı: "Aralarında İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun da olduğu yüzden fazla kişi gözaltına alındı. AKP – MHP iktidarı seçimi kaybedeceğinden o kadar emin ki bunu yargı yoluyla engellemek için demokrasinin gaspı anlamına gelen adımlar atıyor. Yoksulluğa öfke duyan, adaletsizliklere kızan açlığın pençesindeki milyonlarca insanı paralize etmek, korkutmak ve hükümete olan tepkilerin, genel bir mücadele ve seçim ittifakı haline gelmesini engellemek için mevcut otoriterleşme dalgası yargı eliyle derinleştiriliyor. Bir yandan Gezi direnişi kriminalize edilirken, diğer yandan seçimde yan yana gelme potansiyelleri yargı eliyle, korku imparatorluğunun tuğlalarına yeni taşlar konularak yok edilmeye çalışılıyor. Ne İmamoğlu’nun ne diğer belediye meclis üyelerinin ne de gözaltına alınan diğer insanların terörle uzaktan yakından ilgisi olmadığını bu gözaltı kararlarını verenler de biliyor. Seçim hakkına, oy verme hakkına, milyonlarca insanın iradesine, kırıntısı kalan demokratik haklarımıza yönelik bir süredir devam eden bu gasp girişimine karşı yan yana durmayı başarmak zorundayız. Ne HDK bir terör örgütüdür ne seçim ittifakları suçtur ne de milyonlarca insanın oy verdiği mevcut İstanbul Belediye Başkanı suçludur. Bu gözaltı furyası artık sona ermeli, iktidar seçim sürecini aşırı sağcı, otoriter bir meydan okuma haline getirmeye bir son vermelidir."

Hak savunucuları: Göçmenlere yönelik ayrımcılığa son

Göçmen ve Mülteci Dayanışma Ağı, ırkçılığa karşı uluslararası mücadele gününde İstanbul'da Şişhane Meydanı'nda eylemdeydi. Eylemde "Irkçılığa hayır", "Ayrımcılığa son" dövizleri taşındı. Okunan basın açıklamasının tam metni: "Göçmenlere yönelk ırkçılığa son! Bugün burada “21 Mart Uluslararası Irk Ayrımcılığı İle Mücadele Günü” için toplanmış bulunuyoruz. 21 Mart 1960 tarihinde Güney Afrika'da, ırk ayrımcılığı yasalarını protesto edenlerin üzerine polisler tarafından ateş açılması sonucu 69 kişinin hayatını kaybetmesi nedeniyle, 1966 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, ırk ayrımcılığının bütün biçimlerinin ortadan kaldırılması çağrısıyla, 21 Mart'ı "Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Gün" ilan etti. Ancak halen, ırk ayrımcılığı dünyanın önemli bir sorunu durumunda. Bu nedenle, her türlü ırk ayrımcılığının ve ayrımcılığa bağlı şiddetin ortadan kaldırılmasını istiyoruz. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 21 Aralık 1965 tarihli ve 2106 A (XX) sayılı kararıyla kabul edilen ve 4 Ocak 1969 tarihinde yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Her Çeşit Irk Ayrımcılığının Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmesi'nde, "Irk ayrımlarına dayalı üstünlük öğretilerinin bilimsel bakımdan yanlış, ahlakça kınanması gereken, toplumsal bakımdan haksız ve tehlikeli olduğu ve herhangi bir kuram ve uygulamada ırk ayrımcılığını haklı gösterecek hiçbir dayanak bulunmadığı" vurgulanır. Türkiye, bu sözleşmeyi 13 Ekim 1972 tarihinde imzalamış ve 16 Ekim 2002 tarihinde resmen yürürlüğe girmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ek 4 Kasım 2000 tarihinde imzaya açılan ve 1 Nisan 2005 tarihinde yürürlüğe giren her türlü ayrımcılığı yasaklayan 12 numaralı protokol ise Türkiye tarafından 18 Nisan 2001 tarihinde imzalamış ancak TBMM’de henüz onaylamamıştır. Bu uluslararası sözleşme ve protokollerle devletler ırkçılığı önleme konusunda sorumluluk almış ve taahhütte bulunmuş olmalarına rağmen; bugün dünyada ırkçılık giderek artmakta, göçmen mülteci düşmanlığı ağırlık kazanmaktadır. Irkçı şiddetle karşılaşan göçmenler, haklarını arayamaz duruma düşmekte, bulundukları ülkenin yasalarının kendilerine sağladığı güvenceleri bile kullanamamaktadırlar. Avrupa'da ve ABD’de, ekonomik krizin yarattığı siyasi fırsatlardan yararlanan, göçmen düşmanı ırkçı hareketlere bugün daha yakından tanık oluyoruz. ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya, Portekiz, Hollanda, Belçika, Avusturya, Macaristan, Arjantin gibi dünyada pek çok ülkede ırkçı ve aşırı sağcı siyasetler büyüyor.  Savaşlardan, diktatörlüklerden ve iklim krizinin yol açtığı türlü felaketlerden kaçmak zorunda kalan göçmenlerin önüne; yaşama, barınma, çalışma, sağlık, eğitim gibi en temel insani haklara erişimde bir nefret duvarı örülüyor. Avrupa Birliği hükümetleri kapitalizmin çoklu krizinin faturasını yoksullara keserken ırkçı sınır tedbirlerine, Frontex projesine milyonları akıtıyor. Öte yandan Gazze, Batı Şeria ve Lübnan’da İsrail’in uyguladığı soykırım 1,5 yıldır devam ediyor. Bu süre içinde çoğunluğu kadın ve çocuk 100 binden fazla insan katledildi. 200 binden fazla insan yaralandı. 2 milyon Filistinli birden fazla defa yerinden edildi. Son bir yılda; başta Sudan, Kongo, Kenya ve Somali olmak üzere dünyanın farklı yerlerinde devam eden savaşlarda, iç savaşlarda on binlerce insan öldü, yüzbinlerce insan yerinden edildi. Sırf etnik veya ulusal kimlikleri nedeniyle sivil insanlar katledildi. Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de göçmenler, egemen sınıfların faili olduğu krizlerin ve suçların sorumlusu olarak gösteriliyor, günah keçisi ilan ediliyor. Kürtler ve Romanlar gibi egemen ırktan olmayanların da ayrımcılığa maruz kaldığı Türkiye’de, son bir yılda yaşanan göçmenlere yönelik ırkçı saldırılara ilişkin bazı örnekleri aşağıda özet olarak hatırlatıyoruz; Gaziantep'te Suriyeli çocuk Ahmed 12 Ocak’ta öldüresiye dövüldü, cinsel tacize uğradı, öldü sanılarak yol kenarına atıldı, daha sonra yoldan geçenler tarafından ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı. 31 Mart’ta yeniden seçilen Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan ırkçı uygulamalarını genişletti, yerel seçimlerde göreve gelen pek çok belediye başkanı yeni ırkçı uygulamalar başlattı. 30 Haziran’da Kayseri Danışmentgazi mahallesinde 6 yaşındaki bir çocuğun istismar edildiği iddiası, ırkçılar tarafından Suriyelilere yönelik bir nefret dalgasına dönüştürüldü. Irkçılar mahalledeki Suriyelilerin evlerine, işyerlerine, arabalarına saldırdı. Ardından iki gün sonra Hatay, Gaziantep, Konya, Urfa gibi pek çok kentte benzer görüntüler ortaya çıktı. Saldırılardan sonra mağdur durumdaki 150 Suriyeli aile hukuksuz bir şekilde sınır dışı edildi. 2 Temmuz’da Antalya Serik ilçesinde gece yarısı kaldığı evin basılması sonucu bıçaklanan 17 yaşındaki Suriyeli çocuk Ahmet Elhamdan hayatını kaybetti. Bursa’nın İnegöl ilçesinde 16 yaşındaki E.G, 23 yaşındaki Suriyeli Hani Kasım’ı defalarca bıçakladı. Kasım, kaldırıldığı hastanede 2 Eylül’de hayatını kaybetti. 21 Eylül’de İstanbul-Gaziosmanpaşa’da bir oyun parkında arkadaşlarıyla oyun oynarken maskeli iki kişi tarafından saldırıya uğrayan 15 yaşındaki Suriyeli Abdullatif Davvara hayatını kaybetti. İstanbul Esenyurt’ta bir grup ırkçı genç, sağır ve dilsiz 10 yaşındaki Suriyeli çocuğa kabloyla işkence yaptı, kulağını penseyle kesmeye çalıştı. Türkiye’de; Geri Gönderme Merkezleri, her türlü hukuksuzluk ve şiddetin kol gezdiği yerler olarak anılıyor. Önce kasten ölüme terk edilen, sonra cesedi yakılan Afgan göçmen Nourtani’nin katillerine iş kazası olmuş gibi ceza verilmek istenmesi gibi; göçmenlere karşı işlenen nefret ve ırkçı suçlara, çok daha düşük cezalar veriliyor. Biliyoruz ki; Afganlar, Suriyeliler, Kürtler, Romanlar, Yahudiler, Ermeniler, Pakistanlılar… Kime yönelirse yönelsin ırkçılık insanlık suçudur. “21 Mart Uluslararası Irk Ayrımcılığı İle Mücadele Günü” vesilesi ile gerek iktidar gerek muhalefet blokunda gözlenen ırkçı girişimlere karşı; demokrasiden ve özgürlüklerden yana olan tüm kamuoyunu aşağıda yer alan talepler doğrultusunda tepki göstermeye, ırkçılığa karşı yan yana mücadele etmeye, mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz;   - Birleşmiş Milletler Her Çeşit Irk Ayrımcılığının Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme uygulansın, - Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ek 12 numaralı protokol onaylansın, - Geri göndermeler ve sınırdışı etme politikası durdurulsun, - Göçmenlerin uğradıkları tüm haksızlıklara karşı hukuk ve adalet çerçevesinde tedbirler alınsın, - Türkiye’ye gelmek ve/veya Türkiye’den Avrupa’ya gitmek isteyen göçmen ve mülteciler için insan haklarına ve onuruna uygun koşulları oluşturacak şekilde sınırlar açılsın, - Göçmenlerin sağlık, eğitim, barınma, beslenme gibi temel ihtiyaçlara erişimi sağlansın, - Çalışma hayatında ağır sömürü koşullarına yol açan uygulamalar önlensin, - Bütün bunların zemininin oluşturulması için 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne konulan coğrafi çekince kaldırılsın ve göçmenlere “mülteci” statüsü tanınsın. 1 Ekim 2024 tarihinde başlayan “süreç”in göçmenler üzerinden yükseltilen ırkçılığa karşı da bir barikat olacak ve eşit özgür birlikte yaşamı mümkün kılacak şekilde ilerletileceğini umarak, “21 Mart 'Uluslararası Irk Ayrımı İle Mücadele' günü, faşist hareketlere, ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı dayanışmanın sesinin yükseltileceği bir gün olsun diyoruz."

Filistin'e Özgürlük Platformu: Trump durdurulmalı, soykırım durdurulmalı

Filistin'e Özgürlük Platformu, ABD'nin aşırı sağcı başkanı Trump'ın Gazze'ye yönelik son tehditlerine karşı bir açıklama yayınladı. Açıklamada Türkiye'nin NATO'dan çıkması talebi yinelendi. Patformun açıklamasının tam metnİ. "ABD başkanı Trump, nobran, küçük gören, şımarık ve maço bir mültimilyarder rahatlığıyla dünyadaki her ülkeye, her halka hakaretler yağdırıyor. Oval Ofis gezegendeki herkesin aşağılandığı bir alana döndü. Trump, son olarak İran’ı tehdit etti. İran’la ilgili çok ilginç gelişmeler olacağını ve İran’ın nükleer silaha sahip olmasının kabul edilemeyeceğini söyledi. Bugüne kadar bir başka ülkeye nükleer silah atan tek ülkenin başkanı olarak yaptığı bu açıklamalarının yeni bir işgal ve savaş tehdidi içerdiği çok açık. Trump hem başkanlık kampanyasının hem de başkanlığının ilk gününden itibaren Panama Kanalı’nın ABD’nin malı olduğunu, Kanada’nın aslında bir ABD eyaleti olduğunu, Grönland’ın ABD’ye katılması gerektiğini, ABD’deki göçmenlerin bir suçlular ordusu olduğunu, 14 milyon göçmenin sınır dışı edilmesi gerektiğini, Filistin halkıyla dayanışma eylemlerine katılan öğrencilerin tutuklanacağını söylerken her biri hakaret, nefret söylemi ve zorbalık içeren sayısız açıklama yaptı. Bu açıklamalarını hala sürdürüyor. Öyle ki ABD’nin suçlarını mazur gösteren gazetecilerden Martin Wolf bile “ABD şimdi Batı’nın düşmanı” diye yazmak zorunda kaldı. Fakat ABD’nin şımarık ve aşırı sağcı, ırkçı başkanının en tehlikeli açıklamaları yine Gazze’ye yönelik. İsrail’le Filistin direnişi arasında süren esir takası sürecinde Hamas ve Gazze’yi cehennemi yaşatmakla tehdit eden Trump, aynı zamanda Gazze’yi bir açık hava kumarhanesine çevireceğini, 2 milyondan fazla Gazzelinin başka ülkelerde yaşayabileceğini ilan etmişti. 16 aydır soykırıma maruz bırakılan bir halka yönelik bu tehdidine, şimdi yenisini ekledi. İran’a yönelik saldırgan açıklamalarından sonra esir takasıyla ilgili Hamas’a, İsrailli esirleri hemen bırakın “yoksa sizin için her şey biter…akıllıca bir karar verin yoksa sonra cehennem azabı çekeceksiniz…İsrail’e işi bitirmesi için ihtiyaç duyduğu her şeyi gönderiyorum” dedi. Trump’ın sözünü ettiği, İsrail’in bitirmesini beklediği iş, soykırımın ta kendisi, Filistinlilerin imha edilmesidir. İşgal devleti, şimdi Trump’tan aldığı güçle daha pervasız hareket ediyor. Bölgede saldırmadığı hemen hiçbir devlet kalmayan işgal devleti resmi rakamlara göre 16 ayda Gazze’de 50 binden fazla insanı öldürdü, Filistinli çocukları gözünü bile kırpmadan katletti. Esir takası sırasında bile Filistinli esirleri aşağılamaya çalışıyor. ABD ise 8 milyar dolarlık silah satışının ardından şimdi de 3 milyar dolarlık yeni bir silah satışı daha yaptı İsrail’e. Trump tüm dünyanın ezilen halklarına musallat olmuş emperyalist bir kibir abidesidir. Trump durdurulmalıdır. Trump’tan aldığı destekle Filistin’e yönelik küstahça açıklamalar yapan İsrail durdurulmalıdır. Gazze direnişini ne İsrail ne de ABD durdurabilir. Soykırım ve savaş suçlusu Netanyahu, Trump’ın desteğine güvense de ABD’den Türkiye’ye milyonlarca insan hem ABD’nin hem de İsrail’in savaş, işgal ve insanlık suçlusu olduğunu biliyor ve “Her Yer Gazze Her Yer Direniş” diyerek büyük bir dayanışma örgütlüyor. Bu dayanışmanın temel amaçlarından birisi de tüm dünyada aktivistlerin kendi ülkelerindeki iktidarların İsrail’le her türden anlaşmayı, ticareti ve işbirliğini sona erdirmesini sağlamaktır. İsrail’e petrol sevki de dahil tam ambargo uygulanmalıdır. Türkiye NATO’dan çıkmalı ve Trump’ın saçmalıkları karşısında gür bir ses çıkartmalıdır. Filistin halkı yalnız değildir."

İnsan hakları savunucusu Nimet Tanrıkulu'na nihayet tahliye

95 gündür hapiste tutulan İnsan Hakları Derneği kurucularından Nimet Tanrıkulu'nun duruşması İstanbul Çağlayan Adliyesi'nde görüldü. Dayanışma için gelen topluluk tahliye kararını alkışladı. Nimet Tanrıkulu, 10 yıl önce katıldığı kadın özgürlüğü konulu bir çalıştaydan dolayı Ankara'da gözaltına alınmıştı. “Örgüt üyeliğiyle suçlanan” Tanrıkulu, çıkartıldığı mahkemede tutuklanarak hapishaneye konuldu. İnsan Hakları Derneği ve birçok demokratik bu haksız tutuklamaya itiraz etti. Yargılandığı dava devam edecek. İlk duruşma 22 Nisan'da görülecek.

DSİP: Şimdi barış zamanıdır!

Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP), tarihi çağrı üzerine bir açıklama yayınladı. DSİP'in açıklaması: "Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan ilettiği mesaj, Kürt meselesinin diyalogla ve barışçıl çözümü açısından çok önemli bir kapıyı aralamıştır. Hem metni ileten Dem Parti heyetinin tutumu hem de basın açıklamasının yapıldığı salondan Van ve Diyarbakır’daki gibi meydanlara bir araya gelen kitleler, bu çağrının Kürt halkının geniş kesimleri tarafından da benimsendiğinin ve halkların eşit koşullarda kardeşçe yaşamasına duyulan özlemin bir ifadesidir. PKK feshedilsin çağrısıyla eş zamanlı olarak demokratik toplum vurgusunun yapılması da ayrıca anlamlıdır. Çok açık ki Kürt halkı bir kez daha diyalog-çözüm ve barış için ellerini uzatmıştır. Şimdi bu eli tutmak ve boşlukta kalmamasını sağlamak çok önemlidir. Bu yüzden kayyım politikalarına son verilmesinden anadilde eğitim hakkına ve nihayetinde Kürt halkının en temel haklarının anayasa başta olmak üzere her düzeyde garanti altına alınması için gerekli adımların atılması, ihtiyaç duyulan hukuki zeminin sağlanması gerekir. Bu gerekliliklerin yerine getirilmesini savunan bir barış hareketinin varlığı sürecin en büyük ihtiyacıdır. Çok açık ki bir barış hareketinde yan yana gelmeliyiz. İşçi sınıfı mücadelesinin ve Kürt halkının taleplerinin yan yana gelişi için sürecin sunduğu zeminin güçlendirilmesine çabalamak, “Barışın kaybedeni olmaz!” çağrısının ne kadar doğru olduğunu herkese bir kez daha gösterecektir."

Cemevine biber gazlı saldırı: 'Bu işin arkasında ne var diye düşünmeden edemiyoruz'

Adıyaman'da bulunan Rıza Tanrıverdi Cemevi'nde ibadet eden insanlara biber gazı sıkıldı. Olay 27 Şubat akşam saatlerinde Adıyaman merkezde bulunan cemevinde gerçekleşti. Saldırı gerçekleştiren kişiler kaçtı. Alevi Kültür Dernekleri Adıyaman Şubesi  yaptığı açıklamada, saldırının PKK lideri Öcalan'ın silah bırakma çağrısının ardından gerçekleştiğine dikkat çekti. Ve “Bu saldırının faillerinin bir an önce tespit edilerek yargı önüne çıkarılmasını ve hak ettikleri cezayı almalarını talep ediyoruz” dendi. Failler gözaltında Adıyaman'daki cemevinde 500 kişinin ibadet ettiği sırada içeriye biber gazı sıkanların 14-15 yaşlarında dört çocuk olduğu tespit edildi. Cemevi dedesi Garip Bozkurt, daha önce de benzer olaylarla karşılaşıldığını belirterek, şunları söyledi: "Bizler, tabiri caizse, öküz altında buzağı aramıyoruz. Önce bu biline. Defalarca Adıyaman'da Alevi toplumuna yapılan saldırıların arkasında hiçbir şey çıkmadı. Ya kendini bilmez madde bağımlısına bağladılar ya da 18 yaş altı küçük olan insanlara bağladılar. Tabi bu gibi düşünceler tekerrür edince bizde de doğal olarak şüpheler oluşmaya başladı. Bu çağda geçtiğimiz bu süreç içerisinde ülkenin birlikteliğini, ülkenin huzurunu en çok düşünen bir Alevi olarak bu gibi olayların yaşanmaması için ciddi bir şekilde izlenmesi, araştırılması talebinde bulunduk." Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanı Seher Şengünlü Yılmaz ise olayın detaylı şekilde araştırılmasını talep ederek şunları söyledi: "Emniyetin ifadelerine göre çok basit, çok şahsi bir durum olsa da, 14- 15 yaşındaki çocukların yaptığı bir durum olsa da, bizim toplumumuzun yaşadığı katliamlar, yaşadığı acılar da belleğimizde, yüreğimizde taptaze duruyor. Hemen şurada, burnumuzun ucunda, Maraş'ta büyük bir katliama uğradı bu toplum. Dolayısıyla bugün buraya gelirken, dediğim gibi, gerçekten yüreğimiz ağzımızda geldik. Evet, bu çocukların ifadeleri, emniyette alınamadığı için savcılık kanalıyla alınacak. Çünkü yaşları küçük, psikolog eşliğinde verecekler ifadelerini. Dolayısıyla ifadelerinin de ne olduğunu bilmiyoruz. Fakat sevgili dedem ifade etti. Ağzına kadar dolu bir salonda, 500- 600 kişinin olduğu bir salonda, 3-4 tane gencin biber gazı sıkması nasıl bir cürettir? Yani acaba bu işin arkasında ne var diye düşünmeden edemiyoruz."

Barış ve demokrasi çağrısının ardından PKK ateşkes ilan etti

Abdullah Öcalan, silah bırakma ve PKK'nin kendisini feshetmesi çağrısını yaptı. PKK, ateşkes ilan ettiğini duyurdu. Geçen sene Ekim ayında MHP lideri Devlet Bahçeli'nin yaptığı çağrı mutahattap olarak önerdiği DEM Parti heyetinin üçüncü İmralı görüşmesi sonrası somut barış önerisine dönüştü. DEM Parti heyeti, Öcalan'ın mesajını duyurdu. Mesaj İmralı'da bir fotoğrafla verildi. İlk iki heyette olan Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder ile birlikte Ahmet Türk, DEM Eş Genel başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan ile Öcalan'ın avukatları da çağrı toplantısına katıldı. Öcalan'ın mesajını Ahmet Türk Kürtçe, Pervin Buldan Türkçe olarak okudu. Ayrıca Arapça ve İngilizce olarak basına servis edildi. Çeşitli TV kanalları basın toplantısını canlı verirken İstanbul'da Taksim'deki saonda ve dışarıda, Van ve Diyarbakır'da kurulan dev ekranlarda yüzlerce kişi canlı olarak izledi. Ardından zılgıt ve alkışlar yükseldi. Mesaj şöyle, oluşan tepkileri ve süreci sitemizden takip edebilirsiniz: "PKK; tarihin en yoğun şiddet yüzyılı olan 20. asrı, iki dünya savaşı, reel-sosyalizm ve dünya genelinde yaşanan soğuk savaş ortamları, Kürt realitesinin inkarı, başta ifade olmak üzere özgürlükler konusunda yasaklardan kaynaklı oluşan zeminde doğmuştur. Teori, program, strateji ve taktik olarak yüzyılın reel-sosyalist sistem gerçeğinin ağır etkisinde kalmıştır. 1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır. Kürt-Türk ilişkileri; 1000 yılı aşan tarihler boyunca Türkler ve Kürtler, varlıklarını sürdürmek ve hegemonik güçlere karşı ayakta kalmak için gönüllülük yönü ağır basan, hep bir ittifak içinde kalmayı zorunlu görmüşlerdir. Kapitalist modernitenin son 200 yılı, bu ittifakı parçalamayı esas gaye edinmiştir. Etkilenen güçler, sınıf temelleriyle birlikte buna hizmeti esas bellemişlerdir. Cumhuriyetin tek tipçi yorumlarıyla birlikte bu süreç hızlanmıştır. Günümüzde çok kırılgan hâl alan tarihsel ilişkiyi, kardeşlik ruhu içinde inançları da göz ardı etmeden yeniden düzenlemek esas görevdir. Demokratik toplum ihtiyacı kaçınılmazdır. Cumhuriyet tarihinin en uzun ve kapsamlı isyan ve şiddet hareketi olan PKK’nin; güç ve taban bulması, demokratik siyaset kanallarının kapalı olmasından kaynaklanmıştır. Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır. Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip, demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkündür. Cumhuriyetin ikinci yüzyılı ancak demokrasiyle taçlandırıldığında kalıcı ve kardeşçe bir sürekliliğe sahip olabilecektir. Sistem arayışları ve gerçekleştirmeler için demokrasi dışı bir yol yoktur. Olamaz. Demokratik uzlaşma temel yöntemdir. Barış ve demokratik toplum döneminin dili de gerçekliğe uygun geliştirilmek durumundadır. Sayın Devlet Bahçeli'nin yaptığı çağrı, Sayın Cumhurbaşkanı'nın ortaya koyduğu iradeyle diğer siyasi partilerin malum çağrıya dönük olumlu yaklaşımlarıyla oluşan bu iklimde silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum. Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir. Ortak yaşama inanan ve çağrıma kulak veren tüm kesimlere selamlarımı iletirim." Sırrı Süreyya Önder çağrının okunmasının ardından Öcalan'ın bir notunu paylaştı: "Anadolu türküsündeki gibi halimiz; 'taş olsaydım erirdim, toprak oldum dayandım...' Bu ülkenin tümü taş olsa eriyecek kadar sıkıntılı günler çekti ve ne yazık ki toprak oldu dayandı. Bu yeni baharın, barışın ilk günleri olması umuduyla İmralı'da 3-4 saat süren görüşmeden ayrılırken kendisinin belirttiği bir notu da paylaşmak istiyoruz: 'Bu perspektifi ortaya koyarken, şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK'nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir.' Özgür, barış içinde, kardeşlikle dolu güzel bir gelecek diliyorum. Buna her vicdanın katkı sunması temel temennimizdir..." 

Aile hekimleri: 'Eziyet yönetmeliği geri çekilsin'

Aile hekimleri, performans ve ödeme yönetmeliğine karşı mücadeleye devam ediyor. 14 Mart'ta Aile Sağlığı Merkezlerinde (ASM) iş bırakma eylemi var. Geçen sene Sağlık Bakanlığı tarafından yürürlüğe sokulan yönetmeliğin geri çekilmesini isteyen birinci basamak sağlık emek meslek örgütleri üç kez uzun süreli iş bırakma eylemleri yapmıştı. Sağlık Bakanlığı aile hekimlerinin taleplerine kulak asmadı. Bunun üzerine ASM'lerde bir kez daha hizmet üretimi durdurulacak. 14 Mart günü Ankara'da merkezi bir eylemde yapılacak. 

Beyaz Yürüyüş başladı

Türk Tabipleri Birliği (TTB), "Başka bir sağlık sistemi mümkün" diyerek İstanbul'dan Ankara'ya yürüyor. 25 Şubat'ta Kadıköy'den başlayacak yürüyüş programı şöyle: Kadıköy İskkele Meydan'ında yürüyüş başladı. DSİP üyeleri de hekimlere destek verdi.

1 2 3 4 5 6 İleri

Bültene kayıt ol