Filistin'e Özgürlük Platformu: Soykırıma sessiz kalma

Vicdan Mahkemesi kuruluyor

Filistin'e Özgürlük Platformu'nun çağrısı: İsrail’in  soykırım girişimine son verilmesi için, Güney Afrika’nın başlattığı girişimin bir parçası ve devamcısı olarak, İsrail’in saldırılarını vicdanlarımızda yargılamak üzere elbirliğiyle bir Vicdan Mahkemesi girişimi başlatıyoruz. Gazze’de bebek ölümleri, Gazze’de kadınların ve yaşlıların öldürülmesi, Gazze’de ekolojik bir yıkımın ve tüm canlı yaşamının nefes almasının engellenmesi, yıkılan binalar, yok edilen tarihi doku, mimari eserler, canavarca saldırılan sanat, kadim kültürel zenginlik, yok sayılan hukuk, siyaset, yapılan işkenceler, öldürülen gazeteciler, uluslararası gözlemciler, imha edilen hastaneler, hastane enkazları altında can veren doktorlar, hemşireler, sağlık çalışanları, vurulan ambulanslar, gençlerin sığınıklardan başını çıkartmasına izin vermeyen aralıksız bombardımanlar, suyun kullanımının ve denize ulaşımın engellenmesi, şiirin, şarkıların, edebiyatın kökünün kazınmaya çalışılması, Filistin halkının kadim varlığına dair bütün belgelerin, bilgilerin, tapu sicillerinin, nüfus kayıtlarının ve bölge hafızasının tümüyle silinmesi… bu liste çok uzun. Tamamlanması imkânsız olsa da belgelenmesi bir zorunluluk. Çünkü yok edilmeye çalışılan, Filistin tarihi ve sosyal ilişkilerinin bütünü. İşte Vicdan Mahkemesi’nde, tek kelimeyle dünyanın gözünün içine baka baka gerçekleştirilen katliamın tüm boyutlarıyla ortaya serilmesini sağlamaya çalışacağız. Vicdan Mahkemesi’ni hep birlikte, sanatçılarla, gençlerle, göçmenlerle, Filistinlilerle, mimarlarla, gazetecilerle, barış aktivistleriyle, iklim aktivistleriyle, yazarlarla, mühendislerle, hukukçularla, akademisyenlerle, hemşirelerle, doktorlarla, sağlık çalışanlarıyla, işçilerle, ev kadınlarıyla, tv oyuncularıyla, tarihçilerle, öğretmenlerle el ele inşa edeceğiz. Simgesel mahkememizde Güney Afrika’nın açtığı yoldan ilerleyerek bir araya getireceğimiz klasörler, el birliğiyle derlediğimiz belgeleri içerecek ve biz bu çalışmanın İsrail’in savaş ve soykırım suçundan yargılanması sürecinin gerçek bir kilometre taşı olmasını sağlayacağız. Vicdan Mahkemesi’nin bir hedefi de Türkiye’yi de tıpkı Güney Afrika gibi İsrail’i uluslararası alanda teşhir edecek, yargılayacak süreçlerin aktif bir girişimcisi olmaya çağırmaktır. Gönüllü olmak için bu siteyi ziyaret edin: filistineozgurluk.org

İstanbul'da söyleşi: Ölümünün 100. yılında Lenin'in Fikirleri

Şenol Karakaş anlatıyor. 8 Şubat Perşembe 19:45'te başlıyor. Adres: Katip Çelebi Mahallesi, Abdullah Sokak, Zafer Apartmanı No:3 Kat: 3 No: 7 - Beyoğlu

'Yastayız, unutmayacağız!'

Maraş merkezli 6 Şubat depremlerinde hayatını kaybedenler anılıyor. Depremin vurduğu illerdeki gece yürüyüşleri ile anma etkinliklerinde yas, öfke ve protesto vardı. 6 Şubat 2023 04:17'de art arda meydana gelen iki deprem sonucu 50 binden fazla kişi yaşamını yitirmiş, on binlerce kişi yaralanmıştı. Bir yıl sonra depremzedeler hala konteyner kentlerde yaşam kavgası veriyor. Deprem sonrası yıkılan binaların müteahhitlerine açılan davalardan hiçbir sonuç çıkmadı. Bölgede depremin geleceği bildiği halde hiçbir önlem almayan genel ve yerel yöneticiler, felaket sonrası 72 saat boyunca müdahale etmeyen devlet, yerel seçimlerde oy isteyen politikacılar öfkenin hedefinde. Maraş'ta sessiz yürüyüş Yüzlerce depremzede  Hükümet Konağı’ndan Saat Kulesi’ yürüdü. Yıkımın yaşandığı yere karanfiller bırakıldı. Hatay'da protestolar Köprübaşı ve Saray Caddesi’nde toplanan halk 04.17’de anma törenleri gerçekleştirildi. Köprübaşı'ndaki resmi anmaya katılan Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ve halkın sloganlarla istifaya davet ettiği Savaş'ı yeniden aday yapan CHP Genel Başkanı Özgür Özel protesto edildi.  Sol partiler, sendikalar ve kitle örgütlerinin çağrısıyla yapılan anma yürüyüşü için yüzlerce kişi Yunus Emre Parkı'nda buluştu. Buradan Köprübaşı'na yürüyüşe geçen topluluğa izin verilmedi. Depremde yıkılan Rana Apartmanı önüne yürümek isteyenler polis barikatını yıkarak apartman önünde anma yaptı. İskenderun ilçesinde meşalelerle Şehit Pamir Caddesi'nden sessiz bir şekilde yürümeye başlayan katılımcılar, saat 04.17'yi gösterdiğinde Pac Meydanı'na vardı.  Diğer iller Adana'da anma noktası, 96 kişinin yaşamını yitirdiği Alpargun Apartmanı enkazı oldu. Urfa Emek ve Demokrasi Platformu, depremlerde yaşamını yitirenleri Haliliye ilçesindeki İpekyolu Caddesi'nde yıkılan bir binanın önünde andı. Adıyaman Emek ve Demokrasi Platformu öncülüğünde Mimar Sinan Parkı’nda bir araya gelenler, “Yastayız, unutmayacağız” yazılı pankart açtı.  Diyarbakır Kent Koruma ve Dayanışma Platformu, 89 kişinin yaşamını yitirdiği Diyar Galeria Sitesi önünde anma gerçekleştirdi. Osmaniye'de Adnan Menderes Mahallesi’nde bulunan Metin Tamer Siteleri bölgesinde anma etkinliği düzenlendi. 

Faiz yükseltmek işe yaramadı: Yüksek enflasyon devam ediyor

Yılın ilk enflasyon verileri, patronların başlattığı zam dalgasının vahim sosyal sonuçlarını ortaya koydu. Türkiye İstatistik Kurumu'na (TÜİK) göre Ocak ayı enflasyonu yüzde 6,70 oldu, yıllık enflasyon ise yüzde 64,86'ya yükseldi. TÜİK hissedilen gerçek enflasyonun, kendi hesapladığının iki katkı olduğu itiraf etmişti. Ocak ayında gerçekleşen enflasyona dair TÜİK verisi ikiyle çarpıldığında ENAG'ın hesapladığı oranla örtüşüyor geliyor. Bağımsız akademisyenlerin kurduğu Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG), Ocak'ta aylık enflasyonu yüzde 9,38, yıllık yüzde 129,11 olarak hesapladı. Buna karşılık TÜİK'in hesapladığı enflasyon rakamı başta ücretler olmak üzere tüm ekonomik alanda temel veri olarak kabul ediliyor. 14-28 Mayıs seçimleri sonra oluşturulan yeni ekonomi yönetiminin faizleri artırarak yüksek enflasyonu dizginleyeceği iddia edilmişti. Geçen 7 ayda faizler yükseltilmesine rağmen enflasyon, yani fiyatların artış hızı düşmedi. Öte yandan yüksek faiz politikası ile beklene dış yatırım yani sıcak para da bulunamadı. Eriyen ücret zamları Zam dalgasının en önemli sonucu asgari ücret, emekli maaşları ve kamu çalışanlarının ücretlerinde yapılan artışların büyük oranda yutulması oldu. Eğer bir ara zam yapılmadığı takdirde, yılın geri kalanında geçim sıkıntısı çok daha büyük olacaktır.

Hüda Kaya 3 aydır neden tutuklu?

Eski HDP milletvekili Hüda Kaya'nın avukatı Zilan Leventoğlu, müvekkilinin keyfi ve hukuksuz şekilde hapiste tutulduğunu belirterek soruyor. Hüda Kaya'nın sosyal medya hesabından yapılan paylaşım şöyle: "Hak ve adalet savunucusu Hüda Kaya, kendisi hakkında aylar önce açılan soruşturma sebebiyle, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına defalarca kez ifade vermek için hazır olduğunu belirtmesine ve ulaşılabilir olmasına rağmen, İstanbul Başsavcılığı’na farklı dosyalarla ilgili ifade veriyor olmasına rağmen, bilet tarihini haftalar önceden bildirip neden hala ifade alınmadığını sormasına rağmen Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hukuksuzca verdiği kaçak kararı nedeniyle "kaçma şüphesi" gerekçe gösterilerek 1 Kasım 2023'te tutuklandı. Soru soracak bir şey bile bulamayan Sulh Ceza Hakiminin verdiği bu kararın ve savcılığın kaçarak, gizlice verdiği ‘kaçak kararının’ tamamen keyfi, hukuksuz, dayanaksız olduğu ve siyasi bir komplo amacı güttüğü aşikardır. Bu mesnetsiz kaçak kararına karşı müvekkilimiz Hüda Kaya’nın ikametinde olduğunu, her zaman ulaşılabilir olduğunu, milletvekilliği sonrasında üç kere yurt dışına gidip geri döndüğünü, İstanbul Başsavcılığı’na ifade verdiği gibi Ankara Başsavcılığı’na da ne zaman istenirse ifade verebileceğini yazılı ve sözlü defalarca beyan etmemize ve itirazlarda bulunmamıza rağmen, bizzat Hüda Kaya’nın da savcılığı defalarca arayıp bu kaçak kararının neden verildiğini sormasına ve ifade vermek istediğini söylemesine rağmen haftalarca savcılık bizden kaçmış, kaçaklık kararını kaldırmamış ve müvekkilimizin ifadesini almayarak tutuklanmasına neden olmuştur. Akabinde 3 aydır her hafta yaptığımız tutukluluğa itiraz ve tahliye talepleri 1-2 cümlelik aynı matbu gerekçelerle reddedilmiştir. İkametinde olan ve telefonları açık olan biri hakkında kaçak kararı hangi nedenle ve nasıl verilebilmiştir? Daha bir hafta önce İstanbul Başsavcılığı’na gidip ifade veren biri hakkında Ankara Başsavcılığı neye dayanarak kaçak kararı vermiştir? Hakkında haftalar önce verilmiş kaçaklık kararı olan biri farklı dosyalarla ilgili başka savcılıklara nasıl ifade verip evine geri dönebilmektedir? Hakkında kaçaklık kararı olan biri savcılığa defalarca ben buradayım, ifade vermek istiyorum demesine rağmen bu karar neden kaldırılmamış ve Hüda Kaya’nın ifadesi alınmamıştır? Avukatının kaçak kararına itirazlarına savcılık haftalarca neden kör kalmıştır? Yedi aydır devam eden soruşturma dosyasının gizlilik kararı neden kaldırılmamıştır ve neden Hüda Kaya hâlâ ne ile suçlandığını bilmeden tutukludur? Kaçak kararını anında ve hukuksuzca verebilen Ankara Başsavcılığı neden aylardır aleyhinde tek bir delil bulamadığı Hüda Kaya hakkında bir adım atmamaktadır? Tüm bunların cevabını biliyoruz. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Hüda Kaya hakkında hukuksuz bir kaçak kararı çıkarmış, itirazları görmezden gelmiş, Hüda Kaya’dan kaçarak sanki Hüda Kaya kaçıyor gibi bir algı yaratılmasına ve kaçma şüphesiyle tutuklanmasına zemin hazırlamıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bu keyfi tutumunun ve siyasi komplo sürecinin de hukuken peşini bırakmayacağımızı bildirmek isteriz. Hüda Kaya Silivri, Marmara Ceza İnfaz Kurumu’nda üç aydır tutukludur ve hala neden tutuklu olduğu bilinmemektedir. Hakkında hiçbir somut delil olmadığı halde mesnetsiz bir kaçak kararı nedeni ile ‘kaçma şüphesi’ bahane edilerek tutuklanmıştır, tutukluğuna yaptığımız itirazlar da matbu dilekçelerle reddedilmektedir. Bu haksız, hukuksuz, keyfi ve siyasi uygulamaları kamuoyunun takdirine sunuyoruz.  Avukat Zilan Leventoglu"

Depremde ölenlerin hesabı sorulacak!

Maraş Pazarcık’ta 6 Şubat 04.17’de 7.7 büyüklüğünde ve Maraş Elbistan’da öğleden sonra 7.6 büyüklüğünde iki dev deprem yaşandı. Depremin şiddetinin 1999 Gölcük’ten yaklaşık 4 kat büyük olduğu söylendi. Maraş dışında 11 ilde ve ayrıca Suriye, Irak ve Kıbrıs’ta deprem hissedildi. Suriye’de binlerce insan deprem nedeniyle yaşamını yitirdi.  Binlerce konutun yanı sıra İskenderun Hastanesi’nin yoğun bakım bölümü ve Antakya’daki devlet hastanesi yıkıldı, pisti hasar gören Hatay Havalimanı tüm uçuşlara kapatıldı, Hatay-Reyhanlı yolunun bazı bölümleri yıkıldı. Hatay’da AFAD binası dahi ağır hasar aldı ve boşaltıldı. Bölgede 30’dan fazla trafonun hasar alması ve binlerce binanın yıkılması nedeniyle günlerce elektrikler kesik kaldı. Malatya Valiliği, Sultansuyu Barajı’nın tedbiren kademeli olarak boşaltılacağını duyurdu.  50 bin ölüm! Depremde öldüğü resmen ilan edilen insan sayısı 50 bin doksan. Suriye’de deprem nedeniyle 6 bin 800 kişi öldü. Hatay’da ölenlerden 7 bin kişinin de Suriyeli olduğu tespit edildi. Ölümlerin yarıya yakını Hatay’da gerçekleşti. Cesetlerine ulaşılamayan binlerce kişi kayıtlara kayıp olarak geçti. Kayıplar için herhangi bir çalışma başlatılmadı. Peki, on binlerce insanı ve bir o kadar canlıyı yok eden depremin şiddeti miydi buradaki sorun?  Hayır! Hatay’da bir katliam gerçekleşti ve bunun nedeni, depreme hazırlanmayıp tüm şehirleşmeyi rant kaygısıyla ele alan siyasi iktidardır: Türkiye kapitalizminin aç gözlülüğü ve bu açgözlülüğü 21 yıldır yöneten AKP iktidarıdır. Depremi “Asrın felaketi” olarak tanımlayan siyasiler, gazeteciler ve iktidar sözcüleri bu buluşlarıyla ne kadar gurur duysalar az. Ne de olsa söz konusu asrın en büyük felaketi olunca, bu göz göre göre işlenen cinayetin gerçek failleri gölgelerin arkasına gizlenmiş oluyor. Bugüne kadarki cumhuriyet iktidarlarının tümü, Türkiye kapitalizminin tüm patronları, özellikle son 22 yıldır orada durmakta olan AKP iktidarı, bu iktidarın inşaatseverliği ve yasadışı konutlar yapan müteahhitler, bu konutlara yasadışı onaylar veren yetkililer bu katliamda ortak sorumluluğa sahiptir. Nerede bu devlet? En küçük basın açıklamasından, eylemden hemen haberi olup derhal polis şiddetiyle müdahale eden devlet, böyle bir yıkım karşısında atalete bürünmüştür. Bunun nedeni, devletin halka hizmeti öncelik olarak görmemesi, tersine eziyet çektirmek üzere faaliyet içinde olmasıdır. Depremin en kritik saatleri olarak bilinen ilk 72 saat içerisinde büyük bir koordinasyonsuzluk krizi yaşanmış, ilk gün neredeyse hiçbir kurtarma ekibi bölgeye ulaşamamıştı. Ulaşanlar ise AFAD’ın onları koordine edememesi nedeniyle çalışmalarına başlayamadı. Enkaz altında yakınlarının kurtarılmasını bekleyen yüz binlerce insanın öfkesi giderek büyüdü. Tepkiler sürerken İçişleri Bakanlığı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) raporlarında AFAD’ın iki yıl boyunca arama kurtarma ekipman eksiğini gidermediği ortaya çıktı. AFAD Afetlere Müdahale Genel Müdürü İsmail Palakoğlu'nun İlahiyat mezunu olduğu ve daha önce Diyanet’te görev aldığı, afet yönetimi konusunda hiçbir deneyimi olmadığı anlaşıldı. AFAD kendisi hiçbir yardımı örgütleyemediği gibi başka belediyelerin yardımlaşma ağlarından gelen yardımları da engelledi.  Kızılay ve bir dizi kurum ise arka arkaya o kadar çok skandala imza attı ki saymakla bitmez. Kızılay’ın, yardımlaşma girişimi AHBAP’a çadırları parayla sattığı da ortaya çıktı, çeşitli firmalara konserve ve çadır satışı yaptığı açıklandı. Mersin Limanı’nda depremzedeye giden ama ihtiyaç fazlasına dönüşen giysilerin, bazı belediye ve kurumlarca küresel bir atık toplayıcı olan AJ International’a satıldığı anlaşıldı.  Depremin ilk günlerinde vinç operatörlerinin ve gıda tedarikçilerinin de depremzedelerden para aldığı ortaya çıktı. Deprem bölgesine gönderilen ve AFAD’ın kontrolüne verilen özel sektöre ait vinçler “Operatör yok. Para verirseniz çalışırlar” diyerek yurttaşlardan para istedi.  Utanmazlık! Devletin ne kadar aciz olduğunu ise Erdoğan’ın iki konuşması açığa çıkarttı. İlkinde Erdoğan "Maalesef depremzedelere müdahaleleri hızlı bir şekilde ulaştıramadığımız bir gerçektir" diyordu. Daha sonra Adıyaman’da "Sarsıntıların yıkıcı etkisi, olumsuz hava nedeniyle ilk birkaç gün Adıyaman'da arzu ettiğimiz etkinlikte çalışma yürütemedik. Bunun için helallik istiyorum" dedi. Dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu gelmiş geçmiş en utanmazca açıklamayı yaparak şunu söyledi: “Bizim hazırlığımız İstanbul depremineydi”. Bir milletvekili de ona “Yanlış depremde öldüğümüz için özür dileriz” yanıtını verdi. Irkçı provokatörler göçmenleri düşmanlaştırmaya çalıştı Deprem sonrasında ırkçılar ve faşistler yine sahnedeydi.  Suriyeliler, depremden çıkmanın şokunu atlatamadan yağmacılıkla suçlandılar, yardımlarda önceliğin onlara verildiği gibi gerçek dışı suçlamalarla hedef gösterildiler. Ekranlara yansıyan “yağma” görüntülerini fırsat bilen göçmen  düşmanları, yağmacılar için vur emri çıkartılmasını talep ediyordu.  Irkçı kışkırtıcı Ümit Özdağ'ın bölgeye gitmesiyle ırkçı saldırılarda artış oldu. "Suriyeliler Samandağ'da yağma yapıyor" dedi, bu iddiasını kendi partilileri bile yalanladı ama olan olmuştu bir kere: Suriyeliler enkaz başında ailelerini çıkarmayı bekler veya kurtulanlara yardım etmeye çalışırken şiddete maruz kaldılar. Kayıp çocuklarını arayan aileler Bir yıl geçti ama arıyorlar. Deprem sırasında kaybolmuş fakat cenazeleri bulunamamış yetişkinlerin ve çocukların aileleri en azından bir toprağa gömebilmek için arayışlarını sürdürüyor. Deprem sonrası enkaz kaldırma çalışmaları (hafriyat kısmı) eleştiri konularından biri olmuştu. Daha önce 1999 Marmara’da olduğu son büyük depremde de gerçek ölü sayısının resmi açıklamaların üzerinde olduğu konuşuluyor.  Bir yıl sonra Maraş ve Hatay’da moloz yığınları, asbest, konteyner kentlerinde yaşayanlar, inşa edilememiş yerleşimler var. Acılı tüm depremzedeler, insanca bir yaşam istiyor.

Yönetenler filistin'in dostu değildir

Gözümüzün önünde bir soykırım girişimi sürerken, Türkiye kapitalizmi İsrail ile dostluğunu sürdürüyor.  Gazze'ye binlerce bombanın düştüğü 2023 Kasım ayında Türkiye, İsrail’e 301 milyon dolarlık ihracat yaparken 128 milyon dolarlık da ithalat gerçekleştirdi. İthalatın ihracata oranı yüzde 42.4 oldu. Bu oran önceki 11 aylık dönemde yüzde 40'ı aşmamış, ortalama yüzde 32 düzeyinde kalmıştı. İsrail'in saldırılarının başladığı Ekim ayında toplam ihracat 80 milyon dolardı. Kasım'a gelindiğinde, tüm boykot çağrılarına rağmen ihracat yüzde 60 arttı. Bu ihracatın kalemleri arasında enerji (Zorlu Holding), sanayi hammaddeleri ve bireysel silahlar ile parçaları var. Siyonist yerleşimcilerin bireysel silahlarla Batı Şeridi'nde Filistinlileri öldürdüğü, Gazze'nin İsrail ordusu tarafından yerle bir edildiği anlarda, kamuoyunda oluşan itirazlara rağmen, Erdoğan yönetimi İsrail ile her türden ilişkiyi sürdürdü. Mevcut ekonomi yönetimi tarafından ihya edilen ihracat patronlarının çoluk çocuk dinlemeden İsrail'e mal taşıması teşvik edildi. Sokakta ise Filistin davasının ortak insanlık davası olduğunu görmezden gelip devlet desteğiyle yapılan tuhaf gösteriler, kahve ve burger zincirlerinde gerçekleştirilen saçmalıklar meydana geldi. Bu durumu Netanyahu'ya atıp tutan, fakat İsrail ile karşılıklı bağımlılık işlerini aksatmadan sürdüren devlet yarattı. Sosyalistler, İsrail'le tüm ilişkilerin kesilmesini istiyor. Ve gerçek bir boykotun acilen hayata geçirilmesi gerektiğini düşünüyor. Dünyanın her yerinde insanlar, özellikle İsrail'in savaşına tam destek veren Batı ülkelerindeki büyük kalabalıklar kendi hükümetlerine karşı ayağa kalkarken, Türkiye gibi Filistin'in dostu olan insanların çoğunlukta olduğu bir ülkede katillerle normalleşmenin sürdürülmesi kabul edilemez.

Türkiye-Yunanistan rekabetinde kazanan kim?

ABD’de Biden yönetiminin İsveç’in NATO üyeliğini onaylamasının ardından Türkiye’ye 40 F-16 satışına izin vermesi sıkça konuşuluyor. Fakat çoğu zaman komplo teorileri eşliğinde, milliyetçi ve sonunda yanlış tepkilere neden oluyor. Oysa olayın iki yönü var.  İlki şu; ikisi de NATO üyesi olan ve ülkelerinde ABD askeri varlığını bulunduran komşu devletlerin rekabeti. Bu rekabet Doğu Akdeniz’deki tarihsel ve şimdiki karbon yataklarının paylaşımı kavgası, Yunanistan’daki sağcı hükümetin müttefiki ABD ile sıkı fıkı olması ve ülkedeki askeri üslerin sayısının artması üzerine kurulu. Üyesi olduğu NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip, Irak ve Suriye başta olmak üzere içinde nükleer silahların yer aldığı İncirlik Üssü’ne ev sahipliği yapan Türkiye’deki milliyetçiler ile Rusya’ya karşı Avrupa’da yayılan NATO’nun yeni savunma hattı olmayı kabul eden Yunanistan’daki muhafazakârlar karşı karşıya. Peki bunda kazanan kim? Elbette dünyanın en büyük silah ve kitle imha aracı üreticisi/satıcısı olan ABD: - Türkiye’ye satışı onaylanan 40 F-16 savaş uçağının fiyatı ve mevcut haldeki 79 uçağa modernizasyon kitinin toplamı 23,5 milyar dolar ediyor. - ABD aynı anda Yunanistan’a 8,6 milyar dolar karşılığında 40 F-35 savaş uçağı satılmasına da izin verdi. Bu bölgesel askeri rekabete ve her bundan hep kazanın düzenine son vermeliyiz.  Türkiye ve Yunanistan işçileri kardeştir. Bu devasa paralar Ege’nin iki yakasındaki işçiler ve halk için harcanmalı. 

DSİP: Can Atalay'a özgürlük!

Devrimci Sosyalist İşçi Partisi'nin (DSİP) mesajı: TİP Hatay Milletvekili Can Atalay'ın vekilliği hukuksuz bir şekilde düşürüldü. Anayasa Mahkemesi tarafından iki kez serbest bırakılmasına karar verilen Atalay'ın hakkı, anayasayı ihlal eden Yargıtay tarafından çiğnendi. Can Atalay'ın yeri hapishane değil, Meclis'tir. Herkesi bu hukuksuz karara karşı tepki göstermeye çağırıyoruz. Can Atalay'ın yanındayız! Tüm Gezi tutuklularına özgürlük!

Geri 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 İleri

Bültene kayıt ol