İstanbul’da söyleşi- Üniversiteler Filistin için ayakta: Yeni Bir 68 mi?

Ankara'da insan zinciri kuruldu: Gazze'de ateşkes, Filistin'e özgürlük!

Filistin'e Özgürlük Platformu İstanbul'dan ardından Ankara'da sokağa çıktı. Eylemciler, Gazze'de katledilen çocukların isimlerinin yazılı olduğu pankartlar açtı ve İsrail terörüne karşı ses çıkardı. Ulus Meydanı'nda yapılan eylem Gazze'de yaşanan soykırım hakkında kısa bir sunuşla başladı. Beyaz bez pankart üzerine çocuklar duygu ve düşüncelerini yazıp çizdi. Ardından 7 Aralık günü Gazze'de İsrail kardeşleri ve onların çocuklarıyla birlikte İsrail bombardımanıyla katledilen Filistinli şair Rıfat el-Arir'in şiiri okundu: Ölmeliysem, Bir Mesel Olsun bu Ölüm  Eğer Ölmeliysem ben Sen yaşamalısın benim hikâyemi anlatmak için Eşyamı satıp savıp Bir parça kumaş satın almak için Biraz da ip (beyaz olsun, uzun da bir kuyruğu) Ki Gazze’de bir yerlerde bir çocuk Cennetin gözünün içine dalıp gitmiş, Babasını beklerken –  Hani kimseye, kendi tenine ve bedenine bile Elveda bile demeden gitmiş babasını beklerken –  Uçurtmayı görüversin birden o çocuk Yukarılarda bir yerde Benim uçurtmamı, hani o senin yaptığın İşte onu Ve bir an için sansın ki bir melek var orda Sevgiyi yeryüzüne geri getiren Eğer ölmeliysem ben Bırak umut getirsin bu ölüm Bırak bir mesel olsun Genç aktivist sanatçı 𝗲𝗳𝗲𝘆𝟰𝗵𝘆𝗮'nın Özgür Filistin şarkısı eylem boyunca çalındı: Sık sık şu sloganlar atıldı: "İntifada kazanacak", "Katil ABD, katil İsrail", "Netanyahu hesap ver, bugün kaç çocuk öldürdün", "Dur de dur de soykırıma dur de", "Dur de dur de ırkçılığa dur de", "Milyonlar aç işgal altında, yaşasın küresel intifada" ve "İsrail'e boykot, Filistin'e özgürlük." Yahudi halkına düşmanlığa ve antisemitizme karşı çıkan, İsrail ve ABD ile tüm ilişkileri kesme çağrısı yapan dövizler ile Filistin bayrakları açıldı. 

Aşırı sağ hayatları karartıyor: Koç Üniversitesi'ndeki ırkçılar işkence yaptı

Üniversiteye ait bir yurdun odasında kalmaya başlayan öğrenciye, odayı paylaştığı iki ırkçı işkence ve sistematik zorbalık yaptı: Kürt ve Alevi olduğu için. Yönetim ise mağdur öğrenciyi okuldan attı. 15 Kasım gecesi meyadana gelen olay işkenceye maruz kalan genç F.B.'nin Koç Üniversitesi yönetimi tarafından okuldan atılmasıyla birlikte duyuldu. TÜBİTAK tam burslu olarak okulu kazanan F.B.'ye aynı odada kalan Hasan Ege Karanfil ve Arda Demir tarafından saldırıya uğradı. Kemerle dövülen öğrencinin yüzü ütüyle yakılmak istendi ve kesildi. Halk TV'nin aktardığına göre savcılık soruşturma dosyasına, 5 ayrı ses kaydının çözümü girdi. Kendisini odadan atmaya çalışan Hasan Ege K.’nin, F. B.’ye yönelik “Türkiye’nin, belli bir noktadan sonraki Doğusu olduğu gibi ateşe verilse…” diyor. K., F. B.’nin etnik kimliği için “Alt ırksınız. İtlaf edilmeniz lazım. Köle olduğunuzu kabullenmelisiniz. İtaat etmek zorundasınız. Seni bu odadan istemiyoruz. Buradan gitmezsen seni öldürürüz ” ifadelerini kullanıyor. İki saldırganın sosyal medya hesaplarına bakıldığında Ümit Özdağ ve Zafer Partisi tabanında yer aldıkları görülüyor. 1 Ocak günü İstanbul'da Gazze mitinginden dönen temizlik işçisine yumruk atan Ege Akarsoy'la aynı ideolojiye mensup. Haberin duyulması üzerine sosyal medya ayağa kalktı. Irkçı saldırganlardan biri olan Hasan Ege Karanfil'in şiir kitabını basan İthaki Yayınevi sözleşmesini iptal etti. Bu örnek de ırkçılığın tek hedefinin göçmenler olmadığını gösterdi. Alevi, Kürt, Arap Müslüman, Ermeni... Onlar halkın çoğunluğuna düşman. Irkçılığa karşı mücadele büyütülmeli.

İzmir'de Filistin'e özgürlük için insan zinciri kurulacak

İstanbul ve Ankara'nın ardından İzmir'de Gazze'deki katliam protesto edilecek. Filistin'e Özgürlük Girişimi, 13 Ocak 14:00'da İzmir Kent Konseyi Parkı'nda buluşma çağrısı yaptı.

Ankara'da Gazze için insan zinciri

Filisiin'e Özgürlük Girişimi, 6 Ocak Cumartesi günü saat 15:00'te Ulus Meydanı'nda buluşmaya çağırıyor. Girişimin sosyal medya sayfasından yapılan çağrı şöyle: "Gazze'de devam eden soykırıma karşı sesimizi çıkarmaya devam ediyoruz. Oluşturacağımız insan zincirine sen de katıl! 🗓 6 Ocak Cumartesi 🕔 15.00 📌 Ankara, Ulus Meydan"

DSİP: Irkçılığa hayır! Arap düşmanlığına son!

Devrimci Sosyalist İşçi Partisi'nin (DSİP) açıklaması: İki futbol takımının Süper Kupa finalini Suudi Arabistan’da oynaması kararının ardından yaşananlar ve bu yaşananlara kendisine muhalif diyenlerin gösterdiği tepki tek kelimeyle utanç verici. Bu tepkinin bir adı var. Arap düşmanlığı! Irkçılık! Krizin sorumluları dışarıda değil burada Yaşadıklarımızın neden iki takımın Suudi Arabistan’dan para koparmak için kabul ettiği ve Türkiye Futbol Federasyonu’nun aracı olduğu süreçtir. Riyad’da kupa finali oynamak ve bunu da sadece ve sadece para için yapmak isteyen kulüpler, durumdan bir milli kriz çıkarttılar. Milliyetçilik yarışından vazgeçin Son üç gündür akıl almaz bir milliyetçilik yarışı iktidar ve muhalefetin tüm tutumlarını belirliyor. Milliyetçi bir dalga örgütlenmeye çalışılıyor. Bu dalganın hızla düşmanca bir dile, hakaretlere, nefret söylemine ve ırkçılığa evrildiğine tanık oluyoruz. Özellikle Suriyeli göçmenleri düşmanlaştırırken kullanılan aynı söylem, Suudi Arabistan’ı eleştirirken bir ve aynı şekilde kullanılıyor. Bir devletle yaşanan ve ne Türkiye’de yaşayan halkları ne de Suudi Arabistan’da yaşayan halkları hiçbir şekilde bağlamayan bir para anlaşması ve futbol maçı Arap düşmanlığını pekiştirmek ve yaygınlaştırmak için kullanılıyor. Tıpkı İsrail Gazze’ye saldırdığında İsrail devletini değil Yahudileri suçlayan ırkçılar gibi sorun Suudi Arabistan devletine değil Arap halklarına fatura ediliyor. Herkesi ırkçılıkla arasına mesafe koymaya, Arap düşmanlığını derinleştirecek yaklaşımlara son vermeye çağırıyoruz. Kemalizm’den demokrasi çıkmaz! Kemalizm’in tonlarından solculuk çıkartmaya çalışanları ise Kemalizm’den solculuk çıkmayacağını bir kez daha hatırlatıyoruz Bu seküler milliyetçilik, egemen sınıf milliyetçiliğinin bir çeşididir. Kemalizm’in bu devletin kurucu ideoloji olduğunu unutmamak bir zorunluluk. Arap düşmanlığı, Erdoğan’a karşı verilecek mücadelenin bir aparatı olamaz. İktidarı Arap düşmanlığıyla, ırkçı kutuplaşmalarla köşeye sıkıştıracağınız sanmak, son kullanım tarihi dolmuş bir hedef şaşırtmacadır. Kaşıkçı’yı unutturma! Suudi Arabistan’da maç yapmayı kabul eden futbol kulüpleri ve bu maçın Riyad’da oynanacağını bilen muhalifler şöyle bir sahtekarlık yapıyorlar: İstanbul’daki Suudi Arabistan büyükelçiliğinde bir gazeteci, Cemal Kaşıkçı vahşice katledildi. Bu rejimin karakteri ortada. Kaşıkçı cinayetini kimin işlediği ortada. Vahşet ortada. Bu vahşet apaçık ortadayken maçın Riyad’da oynanmasına son dakikada Kemalizm savunusuyla tepki göstermek, ırkçı-milliyetçi ana muhalefetin iki yüzlülüğüne çok uygundur ama bu, sol muhalefetin bir parçası olarak bilinen çevreler, sanatçılar, yazarlar açısından nefret yüklü propagandaya ortak olmak anlamına gelir. İktidar her şeyden önce Kaşıkçı davasını sattığı için eleştirilmelidir. Kaşıkçı davasının Riyad’a alınmasına karşı çıkan bir mahkeme heyeti üyesinin sürgün edilmesi nedeniyle karşı çıkmalıdır. Suudi rejiminin sicilinin temizlenmesine yardımcı olduğu için karşı çıkılmalıdır. Arap düşmanlığı yaparak iktidara karşı çıkmak ve 100. yıl övgüleriyle milliyetçiliğin bayrağını yükseltmek mücadele edeceğimiz gücün kim olduğu konusunda kafa karışıklığı yaratmaktır. Mücadele edeceğimiz güç bu sınırların dışında değil içindedir. İçerideki egemen sınıf temsilcileri ve onların araçları, hükümetleri, iktidarlarıdır. Sınıf hareketini, halkların bir arada davranma yeteneğini bölen ırkçılık ve milliyetçiliğe taviz vermeyeceğiz. Yaşasın halkların eşit koşullarda kardeşliği. Devrimci Sosyalist İşçi Partisi

İstanbul'da Gazze protestosu: 'Soykırıma dur de; ateşkes hemen!'

Filistin'e Özgürlük Girişimi, yeni yıla girerken Gazze'deki katliamı İstanbul'da protesto etti ve 'derhal ateşkes' dedi. Kadıköy İskele Meydanı'nda Gazze'de katledilen çocukların isimlerinin yazıldığı pankartı açan göstericiler, Filistin bayraklarının yanı sıra İsrail'le ilişkilerin kesilmesi ve Yahudi halkına düşmanlığa çıkan içeren dövizler taşıdı. 'Katil İsrail, Filistin'den defol', 'Dur dur soykırımı durdur', 'Yaşasın Halkların Kardeşliği" sloganlarının atıldığı eylemde Gazze'de katledilen Filistinli şairin dizeleri birçok dilde okundu. Konuşmalar yapıldı ve girişimin basın açıklanması duyuruldu. Akış sırasıyla eylem

Gazze faciasının görgü tanığı: Dr. Ghassan Abu Sittah

Selim Deringil, Gazze'den soykırıma canlı olarak şahitlik eden Ghassan Abu Sittah ile görüştü.   

İstanbul'da Filistin'le dayanışma: Netanyahu hesap ver! Bugün kaç çocuk öldürdün!

Filistin'e Özgürlük Girişimi, 30 Aralık Cumartesi 16:00'da Kadıköy İskele Meydanı'nda katliamı protesto etmeye çağırıyor. Ardından 14 Ocak'ta bir dayanışma konseri düzenlenecek. Bildiri ve çağrı şöyle:

2023’te Türk usulü başkanlık rejiminin karnesi: Deprem, ırkçılık, seçim yalanları, yoksulluk, doğaya ve özgürlüklere saldırı

Geçtiğimiz yıl Türkiye’de altı öğe belirleyici oldu. İlki, Şubat ayında Maraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde arka arkaya yaşanan ve bir felakete dönüşen iki depremdi. Nerdeyse tüm yıla yayılan 14 Mayıs-28 Mayıs seçim süreci ile ona dair tartışmalar da ikinci öğeydi. Önemli bir olay da yılın yine tümüne yayılan hukuk skandalları ve yargının bir yıldırma aracı olarak kullanıldığını gösteren olgular oldu. Bu aynı zamanda iktidarın otoriter eğilimlerinin dozunu artırdığının da göstergesiydi. Yıl boyunca LGBTİ+’ların düşmanlaştırılmadığı tek bir gün geçmedi. Yıla damgasını vuran asli sorunsa toplumun büyük çoğunluğunu ezen yoksulluk oldu.  Bitirmekte olduğumuz yıl, iktidarın ekosisteme yönelmiş ağır saldırılarıyla da belirlendi. Orman katliamı, zeytinliklerin yok edilmesi ve Akbelen’de direnen köylülere saldırılar gündemin merkezine oturdu. Ama 2023 Türkiye’de aynı zamanda yoksulluğa, ırkçılığa, göçmen düşmanlığına, ekosisteme yönelik saldırılara ve özgürlüklerimiz üzerindeki baskılara karşı verilen mücadelelerin de yılıydı. Felaketin boyutları 20 Şubat’ta çok uğursuz bir sabaha uyandık. Maraş'ın Pazarcık ilçesinde saat 04.17'de 7,7 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Ülke daha tam olarak durumun ağırlığını fark edememişken, öğleden sonra yine Maraş’ın Elbistan ilçesinde, bu kez de 7,6 büyüklüğünde yeni bir deprem daha meydana geldi. 1999 depreminden 3,9 kat büyük olduğu söylenen depremler 11 ilde ve hatta Suriye, Irak, Kıbrıs’ta dahi hissedildi.  İki büyük deprem ve binlerce artçı yaşandıktan sonra, artık kurtarma faaliyetlerine son verildiği açıklandığı sırada, yani Maraş merkezli depremlerden 15 gün sonra bu kez de Hatay merkezli 6,5 ve 5,8 büyüklüğünde iki yeni deprem daha oldu. İlk 2 gün içerisinde gerçekleşen 100’den fazla artçı depremin üç tanesinin büyüklüğü de 6’nın üzerindeydi. Depremlerde resmi ölü sayısı 50.090 olarak tespit edildi ve bu ölümlerin neredeyse yarısı Hatay’da yaşandı, ancak cesetleri dahi bulunamayan binlerce kişi de kayıp olarak kayıtlara geçti. 164 bin 321 bina yıkık, acil yıkılacak ve ağır hasarlı olarak tespit edildi. Yıkılan bina sayısı da 35 bin 355 olarak açıklandı. 7.340 kişi de enkazlardan kurtarıldı. Ölenler arasında 7 bin Suriyeli göçmen de bulunuyordu.  Deprem günlerinde ırkçılık Yoğun bir ırkçı saldırıya ve ayrımcılığa maruz kalan göçmenlerin 50 bin kadarı Suriye’ye göç etmek zorunda bırakıldı. Suriye’de de depremin etkileri son derece yıkıcı oldu. Birçok şehirde onlarca bina yıkıldı, ölü sayısı 6.800 olarak açıklandı. Nerede bu devlet! Afet sonrası altın saatler olarak bilinen ilk 72 saat içinde inanılmaz bir koordinasyonsuzluk krizi yaşandı. İlk gün neredeyse hiçbir kurtarma ekibi bölgeye ulaşamadı, ulaşanlar ise AFAD’ın onları koordine edememesi nedeniyle kurtarma çalışmalarına başlayamadı. Daha sonra Erdoğan ilk günlerde yardım ulaştırılamadığını itiraf eden bir konuşma yaptı ve şöyle dedi: "Sarsıntıların yıkıcı etkisi, olumsuz hava nedeniyle ilk birkaç gün Adıyaman'da arzu ettiğimiz etkinlikte çalışma yürütemedik. Bunun için helallik istiyorum." Sadece yardım ulaştıramamak değildi sorun, halka eziyet etmek dışında bir hazırlığı olmayanlar ekolojik bir felaketi de tetiklemişti. Sultansuyu barajı ve Malatya’nın Sürgü Barajı’nda çatlaklar meydana geldi. Hatay'da afet sonrası ortaya çıkan atıkların ve enkaz yıkıntılarının Türkiye'deki biyolojik çeşitlilik için önemli bir sulak alan olan Milleyha Kuş Cenneti'ne deşarj edildiği görüldü. Enkazlar birçok yerde zeytinlik alanlara veya kentlerin çok yakınına boşaltıldı. Enkaz kaldırma çalışmalarında asbest tehlikesine hiç dikkat edilmedi. Greenpeace Akdeniz’in yaptığı hava kirliliği ölçümlerinde, enkaz çalışmaları sebebiyle, deprem bölgelerindeki hava kirliliğinin Dünya Sağlık Örgütü sınırlarının 5 katından fazla olduğu ortaya çıktı. Afet değil cinayet, yönetim değil vurdumduymazlık Hatay Üniversitesi Öğretim Üyesi Ali Utku Şahin'in 2020 yılında yazdığı raporda Hatay'a yönelik uyarılarda bulunmuş olduğu ortaya çıktı: 52 bin bina yıkılacak, 30 bin can kaybı yaşanacak. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise gaf demenin dahi yumuşak kaçtığı bir açıklama yaparak “Bizim hazırlığımız İstanbul depremineydi” dedi.  Depremin bu kadar hızla büyük bir afete dönüşmesinin nedeni, Türkiye kapitalizminin ve 20 küsur yıldır bu kapitalizmi yöneten AKP iktidarının kâr dışında hiçbir şeyi düşünmeyen, kural tanımaz yapısıdır. Bu kadar insan, bu kadar canlı deprem nedeniyle değil; depremin yerine rantı, kârı, sermayeyi umursayan rejim mimarisi nedeniyle yaşamını kaybetti. Büyük bir dayanışma dalgası Bir avukat, Maraş merkezli depremlerdeki can kayıplarında sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birçok yönetici hakkında suç duyurusunda bulundu. Ekoloji örgütleri ve çeşitli örgütler de ihmali olan kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulundular.  Depremlerin ardından ara verilen Süper Lig'de maçlar, tribünlerden yükselen "hükümet istifa" sloganlarıyla başladı.  Hem tek tek insanlar hem de sendikalar, sol gruplar, mahalle inisiyatifleri geniş bir seferberlik başlattılar. Dayanışma çok büyüktü. Dayanışmanın gücü, cezaevlerinde bile kendisini hissettirmişti. Gezi davasından haksız bir şekilde tutuklu bulunan Osman Kavala şu açıklamayı yaptı: “Yaşadığımız devasa felaketten sonra gelişen büyük sivil dayanışmanın, kardeşlik ruhuyla birlikte, eşit yurttaşlık anlayışının yaygınlaşmasına, insan hayatı ve insan haklarına yönelik duyarlılığın güçlenmesine büyük katkı sağlayacağına inanıyorum. Depremzede kardeşlerinin acılarını paylaşmak ve hafifletmek için seferber olan tüm dayanışma gönüllülerine başarılar diliyorum. Onların arasında olamamaktan büyük üzüntü duyuyorum.” Fakat dayanışma dalgası çok büyük olmasına rağmen, iktidardan hesap soracak politik bir liderliğin eksikliği nedeniyle bir süre sonra sönümlendi. İktidarın baskıcı politikaları, sınıf hareketinin bölünmüşlüğü ve sendikaların cansızlığı dışında deprem günlerinde oluşan devasa öfkenin sokaklarda aktif bir mücadeleye dönüştürülmesinin önündeki bir engel de muhalefetin hemen tüm kesimlerinin her sorunun çözümünü seçimlere ertelemeseydi. Kısa süre sonra seçimlerin çantada keklik olmadığı da ortaya çıkacaktı. Seçim ertelemeciliği, iktidarın seçimleri kazanmasındaki ana etkenlerden birisi haline geldi. 14 Mayıs seçimleri: ‘Sağa karşı sağcı muhalefet’ kaybetti İktidarın tüm siyasi alanı içindeki figürlerle birlikte sağa çektiği koşullarda işlemeye başlayan seçim takvimi üç ayrı muhalefet anlayışının açığa çıkmasına neden olmuştu. İlki 6’lı Masa’ydı ve 6’lı Masa’nın olumlu bulunmasının nedeni de mevcut iktidar yapısının sağcı aşırılıklarını olağanlaştırmış ve tüm siyasi alanı cenderesi altına almış olmasıydı.  Küçük bir normalleşme vurgusu büyük umutlar doğurabiliyor. Bu açıdan da, aşırı sağcı bir iktidar ittifakına karşı bir dizi “demokratik” adımı atacağını vaat eden bir başka merkez ittifakın vaatleriyle karşı karşıyaydık. Fakat politik bir sürecin platformu olan 6’lı Masa, aslında sadece Erdoğan karşıtlığında anlaşabiliyordu. Onun dışındaki hemen her ciddi siyasi başlıkta bölünme eğiliminde olan sağcı bir zemindi. Elinizdeki gazete ısrarla “Seçim, seçimlere ertelenemeyecek kadar önemlidir. Seçimleri kazanmak istiyorsan, mücadele etmek, mücadeleyi kazanmak zorundasın” diyordu. İktidar bloku Kemalizm ve devletin kadim geleneklerini taşıyan, ittihatçı eğilimlerin, derin eğilimlerin bir ittifakıyken muhalefette Kemalist, milliyetçi, sol Kemalist ya da ulusalcı fikirlerin hegemonya kurması çok tehlikeli bir eğilimin yaygınlaşması anlamına geliyordu. Bir yandan her sorun aslolarak seçimlere ertelenmişken, öte yandan milliyetçi fikirler muhalif saflarda daha da olağanlaşabiliyordu. İktidarı sadece sandığa endekslenmiş bir çabayla yenebileceğini düşünmek ve bu nedenle sokağa çıkmanın, kitleselleşmenin imkânlarını sürekli es geçip toplumsal öfkenin örgütlenmesine yardımcı olmak yerine set çekmek sandık mağlubiyetinin kapısını aralayan asıl etmen oldu. Sık sık vurguladığımız gibi, Trump’ı yenen, sandıktaki Biden değil, sokaktaki Siyah Hayatlar Önemlidir hareketiydi. Milyonlarca insan bu harekete katıldı. Bolsonaro’yu yenen ise ülkedeki tüm ezilenlerin mücadelesi oldu. Türkiye’de milyonlarca insanı içine katabilecek, örgütlenme sürecinin aktif bir parçası hâline getirebilecek, çok somut isteklerle örgütlenecek ve hiçbir emek örgütünün, derneğin, partinin dışında kalamayacağı bir hareket Erdoğan iktidarının milyonlarla yüzleşmesini sağlayabilirdi. Ankara’da milyonların gövde gösterisi yaptığı bir hareket, seçimi garanti altına almanın da biricik yoluydu. Yine de 14 Mayıs seçimleri, muhalefetin tüm beceriksizliğine rağmen, AKP’nin kazanmış gibi görünürken kaybetmesiyle sonuçlandı: 2018’e kıyasla 75 ilde oy kaybettiler. Orta Anadolu’daki kayıp ise çok büyüktü ve çoğu bölgede 2002’nin bile gerisinde kaldı. Sosyalist İşçi’deki seçim analizlerinde vurgulamış olduğumuz gibi, AKP, seçmeni olan yüzde 60-70’lik ücretli emekçiler kitlesini yine seçmeni olan yüzde 20’lik sermaye sahipleri kitlesi adına sömürülmeye ikna eden bir partidir. Devlet açısından bulunmaz Hint kumaşı gibi muamele görmesinin nedeni de bu. Erdoğan bu ikna adımını özellikle Türk usulü başkanlık rejimiyle beraber istikrar ve güvenlik anlatısı üzerine inşa etti. İstikrar akla gelen her alanı kapsıyor: Ücretler, aile, devlet, ordu, sosyal yardımlar, terör ve elbette ekonomi. İkinci turda Erdoğan’a oy verenler tüm bu alanlarda istikrar anlatısını kabullendikleri için, bir değişime direndikleri için, muhalefet değişim için bu emekçileri ikna etme potansiyeli taşımadığı için ve bir hareketin sarsıcı kitlesel etkisi milyonlarca insana, Erdoğan’ın anlattığının tam tersine istikrarsızlığın ve yoksulluğun mimarı olduğunu göstermediği için oy verdi. Seçimleri çantada keklik gören tüm muhalefet, seçim sonuçlarının ardından derin bir bunalıma girdi. CHP karıştı, İYİP hâlâ iç kargaşa içerisinde. İrili ufaklı sol örgütler, Kürt siyasal hareketi ağır bir mağlubiyet duygusunu ve beraberinde politik ve örgütsel bir krizi aynı anda yaşamaya başladı. Bu durum iktidarın yıllardır pervasızca gerçekleştirdiği bir dizi alandaki saldırılarında daha rahat hissetmesine neden oldu. Seçimin en büyük kaybedeni AKP, muhalefet krizinin arkasına saklanmayı başardı. Hukuka veda Türk usulü başkanlık rejimi hepimizin bildiği gibi OHAL rejiminin teorize edilmiş halinden başka bir şey değil. Bunun iki vahim örneği Gezi davası, Kobanê davası ve Anayasa Mahkemesi’nin başına gelenlerdi! 2013 Gezi Parkı eylemleri ile ilgili beraat kararının bozulmasıyla tekrar açılan ve Osman Kavala’nın da aralarında bulunduğu 17 sanığın yargılandığı davada, 2022 yılının Nisan ayında bir karar açıklandı. Mahkeme Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet cezası verdi. Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Can Atalay, Mine Özerden, Yiğit Ali Ekmekçi, Tayfun Kahraman için de 18’er yıl hapis cezası verildi. Bu yılın Eylül ayında ise Osman Kavala ile hükümeti devirmeye teşebbüse yardım suçundan 18 yıl hapis cezasına çarptırılan TİP Hatay milletvekili Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater’in cezaları onandı. Hiçbir delil olmadan sürdürülen bu dava tam bir intikam gösterisine dönüştü. Milyonlarca insanın katıldığı Gezi eylemleri darbecilik olarak kodlandı.  Gezi ile ilgili, arkadaşlarımıza yönelik bu aşırılaştırılmış yerli-milli zihinsel çarpıklığın ürünü olan suçlamaların ana sorunu hiçbir delile dayandırılmamasıdır. Karşı karşıya olduğumuz olgu, hukuki bir karar değil siyasal intikamcılıktır. Gezi’yi hafızalardan silme isteği Kavala’nın müebbet hapis cezası; Gezi direnişinin özgürlükçü, kitlesel, yaratıcı ve kendiliğinden niteliğinin yerine resmi bir tarih anlatısının, devletin bakış açısını sunan bir Gezi tanımının hâkim hale getirilmesidir. Bu resmi Gezi anlatısının en tehlikeli yanı, kitle eylemlerinin birkaç finansör, küresel bazı gizli figürler ve bunların kullandığı bazı isimlerle örgütlenebilecek bir şey olduğu vurgusudur. Mevcut iktidar blokunun inşası da kitle eylemlerinin darbecilikle eş tutulmaya başlandığı bir komploculukla, milyonlarca insanın birkaç karanlık ve paralı şahıs tarafından harekete geçirilebileceğini vaaz eden, kitleleri güdülen sürüler olarak algılayan yaklaşım ile resmileşmiştir. Zira Kavala’ya müebbet hapis vermek; ağaçları korumak için, demokrasi ve özgürlükler için Gezi’ye koşan milyonlarca insana “kandırıldın” mesajı vermektir. Gezi’de günlerce sabahlayan gençlere, birkaç kirli odağın oyununa geldiniz, demektir. Kitlelerin, siyasetin belirlendiği ve karar alıcıların cirit attığı bir sahada işi yok demektir. Siyasal intikamcılığın hukuku kullanarak iş yaptığı bir diğer örnek de Kobanê davasıydı. Kobanê davasına konu olan eylemlerde ölenlerin yüzde 99’u HDP üyeleri olduğu halde, HDP yöneticileri bu ölümlerin sorumlusu olmakla itham ediliyor, eline silah almamış insanlar terör örgütü üyesi olmaktan yargılanıyor.  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’nin hem Osman Kavala hem de Selahattin Demirtaş hakkındaki AİHM kararlarının uygulanmasını zorunlu kılan maddeleri ihlal ettiğini ve yükümlülüklerini yerine getirmediğini karara bağladı. AYM’yi değil demokrasinin kırıntısını savunmak Hukuk nasıl siyasetin doğrudan bir aracına dönüştürülebilir sorusunun yanıtı ise yılın sonlarına doğru AYM’nin hedef tahtasına oturtulmasında görüldü.  Hatay’dan Milletvekili seçilen Can Atalay'ın dokunulmazlığına rağmen hapiste tutulması AYM Genel Kurulu'nda oy çokluğuyla hak ihlali olarak değerlendirildi. Ve çok garip bir gelişme yaşandı. Yargıtay AYM kararını tanımadığı gibi "hak ihlali" kararı veren hakimler hakkında suç duyurusunda bulundu. Anayasaya göre en üst yargı organı olan ve aldığı kararların mutlak uygulanması gereken Anayasa Mahkemesi'nin üyeleri Yargıtay tarafından suçlandı.  AYM’ye yönelik yıpratma, korkutma ve yıldırma kampanyasının iki yönü olduğunu kavramak önemlidir. Bunların ilki, yeni bir tarih yazma girişimi nedeniyle buna ihtiyaç duyulması. Diğeri ise iktidarın şimdiki ve gelecekteki ihtiyaçları açısından, AYM’nin elinden bazı “kozların” alınmasının bir zorunluluk haline gelmiş olması. 2023 sayısız hukuksal skandalla tamamlanırken, eş zamanlı olarak yoksulluk da nüfusun ezici çoğunluğunu pençesine alıyordu. Fakirden alıp zengine verdiler Tüm AKP iktidarları fakirden alıp zenginin kasasına aktarma konusunda uzman sayılır. Ama Türk usulü başkanlık süresince tanık olduklarımız öncekilerle kıyaslanabilecek gibi değildi.  DİSK’in araştırmasına göre, İşsizlik Sigortası Fonu (İSF) patronlara destek fonuna dönüştü. 2022’de işçilere yapılan ödemeler işsizlik sigortası fonu giderlerinin yalnızca yüzde 22,1’ini oluşturmuş, yüzde 76,1’i ise patronlara aktarılmıştır.   Başkanlık dönemi öncesinde milli gelir içinde emeğin payı yüzde 35,3 iken 2022’de yüzde 25,2’ye geriledi. Buna karşılık milli gelir içinde sermayenin payı başkanlık rejimi öncesi yüzde 48 iken 2022’de yüzde 56,7’ye yükseldi. 2005 yılında asgari ücret, ortalama ücretin yüzde 46’sı iken 2020’de yüzde 60’ına çıktı. 2002’de en düşük emekli aylığı asgari ücretin yüzde 40 üzerindeyken, 2023 Nisan’da asgari ücretin yüzde 88’ine (asgari ücretin altına) geriledi.  AKP’nin iktidara geldiği Aralık 2002’de yüzde 29,7 olan enflasyon Nisan 2023’te yüzde 43,6 oldu. SSK’lıların alt sınır aylığı 1999 öncesinde yüzde 70 iken 5510 sayılı Yasa ile emekli aylıklarının sınırları yüzde 35-40 oranına geriledi. Asgari ücret pazarlıklarının yapılmaya başlandığı bu günlerde şunu unutmamakta fayda var: 2023’ün son ayında yapılan araştırmalara göre, açlık sınırı 14.026 TL'ye, yoksulluk sınırı 45.687 TL'ye yükseldi. Milyonlarca insanın açlık sınırının altında maaş aldığı, kaynakların dolaylı vergiler, vergi afları, zamlar gibi araçlarla doğrudan sermayeye aktarıldığı 2023 yılında yoksulluğa ve açlığa karşı örgütlü mücadelenin ve sendikaların hızla harekete geçmesinin önemi bir kez daha ortaya çıktı. Ekosisteme savaş açan bir iktidar 2023 yılı boyunca, rejim sanki ekosisteme savaş açmış gibi bir durumla karşı karşıyaydık. Akbelen’de ve Hatay Dikmece’de yaşananlar bu sürecin bir özeti gibiydi. Temmuz ayının son haftasında Limak Holding’e ait termik santral için açık linyit alanı genişletme izni kapsamında Akbelen ormanında ağaç katliamı başlatıldı, dört yıldır ormanı savunan köylüler ve aktivistler bölgeye akın etti. Jandarma ise şirketin yanında yer alarak yaşam savunucularına sert müdahalelerde bulundu. Akbelen ile aynı günlerde Hatay’daki köylüler de zeytinlikleri için direnişe başladı, çünkü jandarma eşliğindeki iş makineleri Hatay'ın Dikmece Köyü'ndeki tarım arazileri ve zeytinlikler üzerine yapılmak istenen deprem konutları için bir çalışma başlatmıştı. Ağustos ayı boyunca Akbelen köylüleri ve yaşam savunucuları toprağın traşlanmasına, maden ocağının açılmasına karşı mücadelelerine devam etti. Akbelen’le birlikte Türkiye’de madencilik izni verilen alanlar meselesi bir kez daha gündemin ilk sıralarına yükseldi. Yalnızca 2022 yılında 20 bin 615 hektar orman alanının amacı dışında kullanımına izin verildiği ortaya çıktı. 2012-2022 döneminde 109,804 hektar büyüklüğündeki ormanlık alan için madencilik izni verilmişti. “Enerji İzinleri” adı altında, ormanlık alanlarda ama ormancılık dışı faaliyetler yürütmek için başlatılan bu girişimlerin türlerine göre dağılımı ise şöyle: Nükleer Enerji Santralı, 1,002 hektar; Petrol Arama, 983 hektar; Enerji İletim Hatları, 82 bin 217 hektar; Hidroelektrik Santralı, 11 bin 23 hektar; Petrol İşletme, 66 hektar.  Maden patronlarının, petrol ve enerji şirketlerinin sözcülüğünü yapan iktidar ise ormanlarını, derelerini, göllerini, yaşadıkları yerleri, evlerini korumak için direnen insanları yıl boyunca marjinallikle suçlamakla meşguldü. Direnmek ve Erdoğan’ın yenilebileceğini anlatmak Erdoğan’ın yenilebileceğini anlatmak, Türkiye’de kapitalizmin aşılamaz bir sistem olduğuna dair giderek yaygınlaşan inançla mücadele etmek açısından da önemli. Erdoğan’a karşı mücadele kapitalizmden, kapitalizme karşı mücadele de Erdoğan’dan ayrılamaz durumda. Seçim yenilgisi, iki yıla yakın bir süre estirilen parlamenterist rüzgâr, Erdoğan’ın başkan seçilmesiyle birlikte ağır bir moral bozukluğuna yol açarken gerçeklerin de hızla unutulmasına neden oldu. Oysa Erdoğan, muhalefetsiz tek otoriter lider olmasına rağmen büyük zorluklarla karşı karşıya. Ekonomi, Kürt sorunu ve Kürt halkının talepleri, rejimde yaşanan çürümenin etkileri, iklim krizinin şiddeti, emperyalist kamplar arasında sıkışıp her iki kampa da göz kırpması, Suriye sorunu, yoksulluk, düğüm düğüm olmuş (ve bizzat iktidarın belirleyici olduğu) yargı krizleri, dış sermaye ihtiyacını karşılama yeteneğinden yoksunluk… bu liste uzatılabilir. Üstelik tüm baskı koşullarına rağmen ırkçılığa, milliyetçiliğe karşı çıkanlar, göçmenlerle dayanışmak için canını dişine takanlar, iklim krizine ve ekolojik yıkıma direnen on binlerce insan, hakları için mücadele eden kadınlar, özgürlükleri için ses çıkarmaktan vazgeçmeyen Kürtler, cezaevlerinde haksız yere tutulan binlerce insan hakları aktivisti, sokak hayvanlarının hakları için mücadele edenler, hepimiz 2023 yılı boyunca direnmeye devam ettik. Sendikaların hantallığına rağmen direnen işçiler 2023 yılı boyunca zaman zaman ses getiren eylemler, direnişler örgütlediler. 2024 yılının, açlığa, yoksulluğa ve haksızlığa karşı birleşenlerin, “özgürlük işçilerle gelecek!” diyenlerin seslerinin daha gür çıkacağı bir mücadele dönemi olacağına inanıyoruz.

Geri 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 İleri

Bültene kayıt ol