IMF, 2025 yılında asgari ücret artışının düşük tutulmasını istedi. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan'ın ABD'nin Washington kentinde yatırımcılarla bir araya geldiği toplantıda asgari ücret zammıyla ilgili 'yüzde 25' tahmininde bulundu. 118 iktisatçı buna karşı çıkıyor.
İktisatçılar tarafından yapılan ortak açıklama şöyle:
"Türkiye ekonomisinde uzun süredir devam eden yüksek enflasyon sorunu, dar gelirli vatandaşlarımızı ve asgari ücretle çalışanları ekonomik olarak daha kırılgan hale getirmiş ve yaşam standartlarını ciddi ölçüde düşürmüştür.
Son dönemde uygulanan para ve maliye politikaları, enflasyonla mücadele hedefi doğrultusunda şekillendirilmektedir. Ancak, 2024 yılı Temmuz ayında asgari ücret artışından kaçınılması ve 2025 yılı Ocak ayı için öngörülen artışın gerçekleşen enflasyon yerine beklenen enflasyon oranı (yüzde 25) baz alınarak belirlenmesi planı, bilimsel ve sosyal açıdan kaygı vericidir.
Biz, aşağıda imzası bulunan iktisatçılar olarak:
- Enflasyonla mücadelenin toplumsal maliyetinin adil dağıtılması gerektiğini,
- Asgari ücretlilerin alım gücünün korunmasının sosyal devletin bir gerekliliği olduğunu,
- Gerçekleşen enflasyon oranının altında yapılacak ücret artışlarının gelir dağılımını daha da bozacağını,
- Enflasyonla mücadelenin başarısının dar gelirlilerin yaşam standartlarının düşürülmesi pahasına sağlanamayacağını,
vurgulama ihtiyacı duyuyoruz. Bu bağlamda, ekonomi politikasını yönetenleri:
- Asgari ücret artışlarında gerçekleşen enflasyon oranının dikkate alınması,
- Gelir dağılımını da gözeten bütüncül bir ekonomi politikası izlenmesi,
konularında acilen adım atmaya davet ediyoruz."
IMF, 2025 yılında asgari ücret artışının düşük tutulmasını istedi. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan'ın ABD'nin Washington kentinde yatırımcılarla bir araya geldiği toplantıda asgari ücret zammıyla ilgili 'yüzde 25' tahmininde bulundu. 118 iktisatçı buna karşı çıkıyor.
İktisatçılar tarafından yapılan ortak açıklama şöyle:
"Türkiye ekonomisinde uzun süredir devam eden yüksek enflasyon sorunu, dar gelirli vatandaşlarımızı ve asgari ücretle çalışanları ekonomik olarak daha kırılgan hale getirmiş ve yaşam standartlarını ciddi ölçüde düşürmüştür.
Son dönemde uygulanan para ve maliye politikaları, enflasyonla mücadele hedefi doğrultusunda şekillendirilmektedir. Ancak, 2024 yılı Temmuz ayında asgari ücret artışından kaçınılması ve 2025 yılı Ocak ayı için öngörülen artışın gerçekleşen enflasyon yerine beklenen enflasyon oranı (yüzde 25) baz alınarak belirlenmesi planı, bilimsel ve sosyal açıdan kaygı vericidir.
Biz, aşağıda imzası bulunan iktisatçılar olarak:
- Enflasyonla mücadelenin toplumsal maliyetinin adil dağıtılması gerektiğini,
- Asgari ücretlilerin alım gücünün korunmasının sosyal devletin bir gerekliliği olduğunu,
- Gerçekleşen enflasyon oranının altında yapılacak ücret artışlarının gelir dağılımını daha da bozacağını,
- Enflasyonla mücadelenin başarısının dar gelirlilerin yaşam standartlarının düşürülmesi pahasına sağlanamayacağını,
vurgulama ihtiyacı duyuyoruz. Bu bağlamda, ekonomi politikasını yönetenleri:
- Asgari ücret artışlarında gerçekleşen enflasyon oranının dikkate alınması,
- Gelir dağılımını da gözeten bütüncül bir ekonomi politikası izlenmesi,
konularında acilen adım atmaya davet ediyoruz."
Orta Vadeli Ekonomik Program’ın açıklanmasıyla 2025 yılı bütçe görüşmeleri başladı.
AKP'nin teklif ettiği bütçe emekçiler için kabul edilemez nitelikte.
Vergi yükü çalışanların üstüne yıkılırken ayrıcalıklı şirketlere vergi muafiyeti getiriliyor.
2025 bütçesi 14,4 trilyon büyüklüğünde. Bunun 11 trilyon 139 milyar lirası vergi gelirleriyle karşılanacak. Bu seneki vergi gelirinin yüzde 50 fazlası toplanacak.
Vergide adalet yok
Herkesin maaşından kesilenler dahil gelir vergisi 2 trilyon 130 milyar lira,
Şirketlerin yıllık kazançları üzerinden alınan kurumlar vergisi ise 1 trilyon 637 milyar lira.
Buna karşılık:
Özel Tüketim Vergisi 2 trilyon 121 milyar lira,
Katma Değer Vergisi 3 trilyon 599 milyar lira, yani şirketlerin verdiği verginin üç katı büyüklüğünde.
2025 bütçesi bu haliyle bir soygun bütçesidir. Her türden devlet harcaması, verginin çoğunluğunu veren emekçi sınıflara ödetilmek isteniyor.
Şirketlere muafiyet
2,8 trilyon TL’lik vergiden; muafiyet, istisna, teşvik adı altında vazgeçilecek. Bunlar 'yap-işlet-devret' modelindeki dev kamu yatırımlarından faydalanan şirketlerin vergileri olacak.
Vergiyi biz ödeyeceğiz, fakat bu paranın önemli bir bölümü borç faiz ödemelerine harcanacak.
Önümüzdeki sene, bu yıl ödenenden yüzde 55 daha fazla faiz, yani 1 triyon 950 milyar lira ödenecek. Bu borç bizim borcumuz değil, ama faizini biz ödüyoruz.
Eğitim ve sağlık bütçesi yetersiz
Bütçede en fazla pay ayrılmasıyla övünülen eğitim ile kıyaslama, faiz ödemelerinin büyüklüğü konusunda fikir verebilir.
AKP, 2025 yılında hem yüksek hem de örgün eğitim kurumlarına 2 trilyon 181 milyar lira ayrılacağını söylüyor. Bu bütçenin yüzde 14,3'üne denk geliyor. 19 milyondan fazla öğrencinin gittiği 56 binden fazla okula ve 131 devlet üniversitesine bu para harcanacak. Eğitim için ayrılan payın yüzde 80'i personel maaşlarına giderken, okullar yine ödeneksiz kalacak ve velilerden türlü yollarla para toplanacak. Yüksek harçlar ve yurt kiraları da öğrencilerin üstüne gelecek.
Benzer bir durum AKP'nin övündüğü sağlık sisteminde de meydana gelecek. Sosyal Güvenlik Kurumundan yapılacak sağlık harcamaları da eklenerek sağlık alanına ayrılan toplam kaynak, 2 trilyon 435 milyar lira. Bu para hem devlet hastanelerini, sağlık merkezlerini ayakta tutmak için harcanacak hem de vergilerimiz özel hastanelerin SGK'ya kestikleri faturaları da karşılayacak. 85 milyon nüfus için sağlık harcamasının da düşük tutulduğu ortada.
Askeri harcamalara devam
Öte yandan güvenlik ve savunma bütçeleri yüksek tutulmaya devam ediliyor.
2025 bütçesinden savunma için 913,9 milyar lira harcanacak. İç güvenlik için 694,5 milyar lira ödenek öngörülüyor. Savunma Sanayii Destekleme Fonu için ayrılan kaynak da dahil edildiğinde toplamda savunma ve güvenlik sektörü için 2025 yılında 1 trilyon 608 milyar lira ödenek ayrılmış durumda.
Sosyal yardım ve destekler için 2025 yılı bütçesinde ayrılan kaynak ise 651 milyar lira. Bu para zor durumda olan 5 milyon kişi için harcanacak.
AKP'nin 2025 bütçesi soygun olduğu kadar yoksulluk bütçesidir. AKP'nin bütçesinin özünde ücretleri düşük tutma fikri var. Ücretlerdeki artışı enflasyon sebebi olarak kabul ediyorlar.
Bütçeden emeğe, eğitime, sağlığa, sosyal yardımlara daha fazla pay ayrılması taleplerini savunmanın, soygun ve yoksulluk bütçesine karşı çıkmanın tam zamanı!
Günlerdir bebeklerin ölüm haberleriyle sarsılıyoruz. Her gün birkaç işçinin, kadının, LGBTİ+'nın ölümüne alıştırıldığımız bu günlerde bebek ölümleri çok fazla geldi.
Yıllardır sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi uygulaması ile gereksiz ne kadar çok para harcandığı, ne kadar canın kâra kurban gittiği hakkında yenidoğan ölümleri ile bir fikir sahibi olabildik.
Yıllarca devlet sağlık hizmetleri yatırımlarını en alt seviyelere çekerek verilen hizmetin kalitesini düşürdü. Muayene olmak için sıra bulmak imkansızlaştı. Muayene olanlar ise derdine çare bulmakta zorlandı. Sağlıkta şiddet tırmandı. Bu koşullarda özel sağlık hizmeti sunan hastaneler giderek öne çıktı. Düşük ücretlere, kalitesiz koşullara, mobbinge, şiddete mahkum edilen sağlık çalışanları özellere geçmeye başladılar. Yıllardır bakımsızlıktan sıvaları dökülen devlet hastanelerine karşı havalı lobileri, yatak odaları olan, çalışanlarının moda dergisine poz verircesine çekilen fotoğraflarıyla öne çıkarılan özel hastaneler verdikleri hizmetten ziyade göz boyayarak öne çıktılar.
Çok duyar olduk: “Gittim, her türlü tetkiki yaptılar. Çok güzel hastane...”
Hastane açan yatırımcılar diğer yatırımcılardan daha yardımsever oldukları için hastane açmıyorlardı elbette.
Yatırımcının tek derdi yatırdığı paranın karşılığında kâr elde etmektir. İster markette gofret satın, isterseniz sağlık hizmeti sunun. Para kazandıkları sürece size her türlü tetkiki yaparlar elbette. Yeter ki siz parasını ödeyin.
Sağlık, insanların çoğu zaman kendisini çaresiz hissettiği, kendisine ne denirse kabul ettiği bir alan. Ve bu durum kolaylıkla istismar edilebilecek bir zemin yaratıyor. Hele bir de sağlık talebini kışkırtırsanız, “Size bir de tomografi çekelim.” denilen ortamdan, “Bana tomografi çekmeyecek misiniz?”e kadar geliriz.
2000’lerin başlarında özel sağlık hizmetleri tüm sağlık hizmetlerinin küçük bir kısmını oluştururken, günümüzde tüm hizmetlerin 1/3'üne ulaşmış durumda.
Hele de devletin daha çok ödeme yaptığı yoğun bakım hizmetlerinde daha fazla özel yatırım var. Yenidoğan hizmetleri de öyle. Daha kârlı olan hizmetlere daha fazla yatırım yapılınca oraları her zaman dolu tutmak mümkün olmayabilir. Bu da kârlılığı düşürür muhakkak. İşte bu nokta da devreye belli ki yenidoğan çetesi gibi çetelerin girmesine uygun zemini yaratıyor. Gereksiz bir şekilde yatırılan bebekler, gereksiz tetkikler, ilaç uygulamaları ve ölümler… Tıpta Hipokrat'tan bu yana uyulmaya çalışılan "Önce zarar verme." şiarı unutulalı çok oldu. Sağlık tümüyle kâr amaçlı bir hizmet haline geldi. Ve bu sadece özel hastanelerde değil artık devlet hastanelerinde de böyle. Sadece seviyeleri farklı.
Bugün yenidoğanlarla ilgili duyduğumuz haberler buzdağının sadece bir kısmı. Sağlık hizmetlerinin her alanında benzer şeyler döndüğüne emin olmak lazım. Ki şimdiden haberleri çıkmaya başladı. Diyaliz çetesi, stent çetesi gibi…
Yıllarca tabip odaları, sağlık çalışanları sendikaları "Sağlıkta özelleştirme ölüm demektir." diyerek tam da şimdi yaşananları anlatmaktaydılar.
Bu yüzden sağlıkta özel hizmet verilmesi derhal durdurulmalı. Tüm özel hastaneler, bakım evleri ve benzerleri kamulaştırılmalı. Sağlık yeniden herkesin erişebildiği bir hizmet haline getirilmeli.
“Eski kötü günlere mi dönelim?” diye soranlar var. Elbette ki hayır. Yeterli yatırım, yeterli personel ve tabii ki personel memnuniyetiyle çok daha kaliteli hizmet vermek mümkün. Vergilerimizle özel sektöre teşvik vereceklerine sağlık hizmetlerine kaynak aktarabilirler.
Herkese eşit, genel bütçeden karşılanan (ücretsiz) sağlık hizmeti temel talebimiz olmalı.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim 2024 tarihinde TBMM’nin açılış töreninde DEM Parti Eşbaşkanı Tuncer Bakırhan ve milletvekilleriyle tokalaşması ve bunu “Yeni döneme giriyoruz, dünyada barış isterken kendi ülkenizde barışı sağlamak lazım” sözleriyle izah etmesi, keza CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “Devlet Bey iyisini yapıyorsunuz, el uzatmak iyidir, barışmak savaşmaktan iyidir” sözleri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’nın Bahçeli’yi destekleyen açıklamalar yapması, sonrasındaki gelişmelerle birlikte izlenmesi gereken yeni bir duruma işaret etmekte.
Barış için el uzatılması bile, daha kısa bir süre önce DEM Parti’nin kapatılmak, milletvekillerinin maaşlarına el konmak istendiği düşünülürse, başlı başına önemsenmesi gereken bir durumdur. Barış ihtiyacı ve barışın gücü, çözümsüzlük politikalarının karşısında kendisini her durumda yeniden güncelleştiriyor.
Bu durumun ortaya çıkmasında hangi faktörlerin rol oynadığı veya belirleyici olduğu, yaygın bir biçimde tartışılıyor. İsrail saldırganlığının, soykırımının ve savaşı yaygınlaşma ihtimali bölgede büyük bir ateş topuna dönüşmesi konuyu karmaşık hale sokuyor. Bölgesel gelişmelerin nereye doğru evrileceği ve ne gibi sonuçlar doğurabileceğini bugünden net olarak söyleyebilmek mümkün değil.
Ancak, bu belirsizlikler süreci, Türkiye açısından geçmiş dönemlerdeki olumsuz pratikler yerine hak, hukuk, adalet ve barış ekseninde 85 milyon insanımızla daha güzel bir güne uyanmak için fırsata çevrilebilir.
Başarısızlıkla sonuçlanan Oslo ve çözüm sürecinde yaşananlar; sonrasında Türkiye’nin açık cezaevine dönüştürülmüş olması ve 8 yıldır Kürt siyasetinde hukuksuz, yargısız büyük kırım sürecinde hiç kuşkusuz çok ağır deneyimler yaşandı. Barışı, silahların susmasını, çatışmaların durmasını, eşit ve özgür yaşamı isteyenler çok şey tecrübe ettiler, çok acılar biriktirdiler.
İki haftadır “barış” ve “çözüm” adına yapılan tartışmalar karşısında toplumda pozitif bir hava yerine temkinli bir iyimserlik halinin hâkim olması da bu deneyimlerden kaynaklanıyor. Ülkenin cezaevlerinin muhaliflerle dolu olduğu, hukukun işlemediği, AİHM ve AYM kararlarına uyulmadığı ve her gün ölüm haberlerin geldiği koşullarda bu anlaşılabilir bir durumdur.
Yine de barış isteyenler, barış için mücadele edenler geçmişi unutmadan, kötülükleri aklamadan, suçluların cezasız kalmasına rıza göstermeden ve geçmişin tecrübesiyle geleceğe odaklandıklarında barışın toplumsallaşmasına katkı sunabilir. Ortaya çıkan yeni durumları bir fırsata dönüştürmek de, müdahil olmayı ve mücadele etmeyi gerektirir.
Barış Vakfı, bu anlayışla Devlet Bahçeli’nin “dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” sözünün gereğini yapılmasının takipçisi olacak. Herkesi her kesimi bu doğrultuda harekete geçirmek için çabalayacaktır.
Şimdi cesaretli, özgüvenli ve özverili olma zamanıdır. Ülkeye hukuku, adaleti barışı getirecek olan bir yolun döşenmesine katkı sunmak hepimizin, 85 milyonun görev ve sorumluğudur. Haklı kaygılarımızın ve çekincelerimizin pençesinde kalarak barışı kazanamayız. Barış fikrinin ve siyasal haklılığımızın gücüyle toplumdaki güvensizliğin aşılmasana katkı sunmalıyız.
Zorlukları ve engelleri aşmak ve diyaloğun müzakereye dönüşmesini kolaylaştırmak için atılacak ilk adım, ülkeyi açık cezaevi durumundan çıkartmak; haksız, hukuksuz yere 25 yıla varan siyasi tecriti, hasta tutsaklar konusunu ve siyasetçilerle dolu cezaevlerini masaya yatırmak olabilir. Halkın iradesinin hiçe sayılması anlamına gelen belediyelere kayyum uygulamasından vazgeçilmesi de önemli bir adım olacaktır.
Barış isteyenler olarak bizler hepimiz, gelişmeleri dikkatle izleyerek, niyet okumadan ama yaşananların algı operasyonlarına dönüştürülmesine de izin vermeden, gerçekçi biçimde değerlendirerek “imkânsız” görüneni “mümkün” kılmanın peşine düşeceğiz.
17 Ekim 2024
Barış Vakfı Yönetimi Adına
Hakan Tahmaz
Açık Radyo'nun karasal yayınının kapatılması, radyo önünde protesto edildi.
Ömer Madra'nın yaptığı açıklamanın tam metni:
RTÜK lisansını iptal etti. Açık Radyo'nun karasal yayını kesildi. Şimdi ifade özgürlüğünü hep birlikte savunma zamanı.
16 Ekim 2024, Türkiye tarihinin en büyük sansürlerinden birinin günü olarak hatırlanacak.
Saat 13:00'da radyo kesildi. Gerekçe 24 Nisan'da Açık Gazete programında konuğun "Ermeni soykırımı" demesi.
Açık Radyo dinleyicilerini ve dostlarını 17:30'da radyo önünde yapılacak basın açıklamasına davet ediyor.
Adres: Hacımimi Mahallesi, Lüleci Hendek Caddesi Koltukçular Çıkmazı No:7. Tophane, Beyoğlu İstanbul
Direniş Çadırı ve Filistin'e Özgürlük Platformu, 20 Ekim Pazar günü bir yürüyüşle Gazze'deki son saldırıları ve Türkiye'nin İsrail'le ticarete devam etmesini protesto edecek.
Eylem çağrısı şöyle:
Soykırımcı İsrail Gazze'de insanları diri diri yakıyor!
Ticarete ve petrol akışına son!
20 Ekim Pazar 15:30
Yüksel Caddesinden Sakarya Caddesine yürüyoruz.
#FilistineÖzgürlük
Filistin Eylem Komitesi'nin (FEK) çağrısıyla Beyoğlu Tünel Meydanı'nda yapılan eylemde siyonist devletle ticaretin tamamen kesilmesi istendi.
Geçen Pazar günü Gazze'de bir günde 62 Filistinli katledilmişti. Toplu ölümler, İsrail savaş uçaklarının Gazze'de mültecilerin sığındığı hastane bahçesini bombalaması ve tankların zorla yerinden edilenlerin kaldığı bir okulu vurması sonucu meydana geldi.
Filistinlilerin İsrail saldırısı sırasında diri yakılmış bedenlerini gören dünya ayağa kalktı. Amerika ve birçok ülkede İsrail devleti kitlesel eylemler protesto etti.
Tünel Meydanı'ndan Şişhane Meydanı'na yapılan yürüyüşün ardından FEK adına açıklamayı Gözde Ekici okudu. Tam metni: