İstanbul'da çok sayıda yabancı ve yerli konuşmacının katıldığı etkinlikte, İsrail devletinin işgali ve Gazze'de yürüttüğü soykırım birçok yönüyle teşhir edildi. Etkinliği düzenleyen Filistin'e Özgürlük Platformu, Fatih Belediyesi Zübeyde Hanım Kültür Merkezi önünden Millet Cadddesi'ne sloganlarla yürüdü.
Dayanışma açıklaması yapıldı. Açıklamanın tam metni:
"Neredeyse bir yıl oldu. Aylardır vahşi bir işgal girişimiyle karşı karşıyayız. İşgal girişimi tam bir utanmazlık tam bir şımarıklık halini aldı.
Artık sizlere sayı vermeyeceğiz. Sadece 16 bin çocuk, 13 bin kadın öldü tüm bu İsrail saldırganlığında. Resmi açıklamalar 42 bin kişinin öldüğünü söylüyor ama durumun çok daha ağır olduğunu biliyoruz.
Bugün işgalcilerin şımarıklığını ve neden bu işgal devletinin son hamlesine tüm dünyada kalbi Filistin’le atanlar tarafından soykırım dendiğini bir kez daha açıklayacağız.
Neden soykırım diyoruz?
Neden soykırım olduğunu gösteren en son olay Ayşenur Ezgi Eygi’nin İsrail askerleri tarafından katledilmesidir. Ayşenur Ezgi bir aktivistti. Dünyanın neresinde bir haksızlık varsa tepki gösteriyor ve gösterilere katılıyordu. Trump karşıtı mücadelelerden kadın özgürlüğü için eylemlere, Amerika’da yerlilerin hakları için direnişlerden çevre için, işçi hakları için mücadelelere kadar hayatını ezilenlerin özgürlüğü için mücadeleye adamıştı.
Batı Şeria’da öldürüldü.
6 Eylül’de işgal altındaki Batı Şeria’da düzenlenen bir gösteride İsrail askerleri tarafından öldürüldü. Otopsi raporu keskin nişancı tarafından öldürüldüğünü, nişan alınarak, bilerek katledildiğini gösteriyor.
Ayşenur, 26 yaşındaydı. Tıpkı 23 yaşındaki Rachel Corrie gibi öldürülmesi İsrail devletinin soykırımcı niteliğini net bir şekilde gösteriyor. Rachel Corrie Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ta İsrail Savunma Kuvvetlerine bağlı zırhlı bir buldozer altında 16 Mart 2003’te ezilerek öldürüldü.
Ayşenur Ezgi ve Rachel, bu genç yaşta İsrail tarafından öldürülen, aramızdan çekilip alınan bu genç kadınlar, İsrail’in Filistinli kadınları, çocukları gözünü kırpmadan katleden soykırımcı bir devlet olduğunu gösteriyor.
Hiçbir karşı sese, hayattan yana hiç kimseye, hiçbir görüşe tahammülleri yok. Çünkü, Ayşenur, Batı Şeria’da katıldığı gösterilerle, işgal devletinin bir cinayet makinesi olduğunu gösteren eylemleriyle bu rejim açısından büyük bir tehlikeydi. İsrail’in devlet yalanları Rachellerin, Ayşenur’ların çıkarttıkları seslerin altında tuzla buz olduğu için Siyonistler nefret ediyor Filistin’le dayanışan aktivistlerden.
Ayşenur Ezgi Eygi, daha 2016 yılında, Trump’a karşı yazdığı bir yazıda şunları söylemişti: “Bu seçim bir ateş yaktı ve biz o ateşin kendisiyiz, inanacağımız bir gelecek için yanıyoruz.”
Ayşenur Filistin’de kaybettiğimiz onbinlerce kardeşimiz, arkadaşımız, yoldaşımızdan bir diğeri. Rachel’i unutmadık, Ayşenur’u da, tıpkı son bir yılda öldürülen tüm Filistinlileri olduğu gibi unutmayacağız. Ve eminiz ki tüm ölümlerin hesabını soracağız.
Unutmamanın tek yolu, hesaplaşmaktır. Bu yerleşimci sömürgeci devletten ve savaş ve insanlık suçlarına bulaşan tüm soykırımcılardan hesap sormaktır.
Son bir yıldır yaşananlara neden soykırım dediğimizi gösteren bir örnek de dün Cenin’de yaşandı. Kibirden gözleri kararmış olan şımarık İsrail askerleri Cenin’in Kabatiya beldesinde gerçekleştirdiği bir operasyon sonrası Filistinlileri binanın çatısından aşağıya attı. Ölü ya da yaralı, bir insanı tekmeyle çatıdan aşağı atamazsınız.
Bu savaş suçudur, insanlık suçudur.
Bu kendisini düşmez kalkmaz gören soykırımcı şımarıklığıdır.
Bu utanmazlıktır.
Üstelik bu ilk değil.
7 Ekim’den bugüne, İsrail güçleri Filistin halkına işkence ediyor, öldürüyor, yaralıyor, Filistinlileri yerinden ediyor, hapishanelerde binlerce Filistinli tutukluya işkence ediyor, Gazze’yi sadece bir açık hava hapishanesine çevirmekle kalmadılar, şimdi de 350 bin kişiyi tahliye etmeyi planlıyorlar.
İşte tüm bu yaygın örnekler, insanlık suçlarıyla el ele giden soykırımcı devlet niteliğinin kanıtlarıdır. Son iki örneğimiz ise işgal devletinin suikast girişimlerine dair.
İsrail neden soykırımcıdır biliyor musunuz? İnsanların çağrı cihazlarını uzaktan patlatarak 9 kişiyi öldürdü, 200'ü ağır 2 bin 800 kişiyi yaraladı. Hemen iki gün sonra telsizlerin patlatılmasıyla gerçekleştirilen saldırılarda ise en az 14 kişiyi öldürdü, 500'den fazla yaralı var.
Bu Apartheid rejimi bölgede bir korku imparatorluğu inşa etmek istiyor. Filistin’i Filistinsizleştirmek temel stratejisi olduğu için bölgede tüm Filistinlileri ve Filistin’le dayanışan güçleri korkutmaya ve geriletmeye çalışıyor.
Filistin direnişinden, örneğin Haniye gibi isimlere suikast düzenleyerek yapmak istediği de bu. Güç gösterisiyle soykırım girişiminin sessizlikle karşılanmasını istiyor.
Bu bir yılın sonunda şunu net bir şekilde söyleyebiliriz: İsrail’in rehine kurtarmakla bir ilgisi yok. İsrail’in demokrasiyle bir ilgisi yok. İsrail’in insanlıkla bir ilgisi yok. İsrail’in hak aramakla bir ilgisi yok.
İsrail korsan bir devlet.
Bir halkın yaşadığı topraklara zorla girerek kurulan ve o halkı, kadim Filistin halkının yok ederek egemenliğini garanti altına almak isteyen bir devlet.
Bazı insanların anlamadığı bu: İsrail, soykırım yapmak için kurulmuş bir devlettir. Siyonizm işte bunun ideolojisidir.
Son bir yılda gördüğümüz her canilik bu gerçeğin ifadesidir.
Ama değerli arkadaşlar, şunu çok rahat ve net bir şekilde söyleyebiliriz ki bu korsan devlet tam bir başarısızlık içerisindedir.
Siyonist proje bu bir yıl içinde bütünüyle çökmüştür.
Bunun ilk nedeni on yıllardır süren direnişiyle Siyonist yalanları teker teker çürüten Filistin halkının ilham veren Filistin halkıdır.
İsrail saldırısı ne kadar şiddetli olursa olsun Filistin halkı direniyor. Gerilemiyor. Bunca kayba rağmen teslim olmuyor.
Tersine!
Bu son bir yılda süren işgale karşı direniş gösteriyor ki Gazze’nin, Filistin halkının direnişi sapasağlam, ayakta.
İsrail direnişi geriletemedi, İsrail kazanamadı.
İsrail kelimenin tam anlamıyla askeri açıdan tam bir başarısızlık içinde.
Bu yüzden Lübnan’a, bölgedeki diğer ülkelere de tehdit yağdırıyor.
İsrail’in yenilgisinin bir başka nedeni daha var: Bu, Filistin halkının direnişinden ilham alan küresel intifadanın büyümesidir.
Küresel intifadanın her bir parçası kendi ülkelerinde iktidarların İsrail’le işbirliğini sona erdiren büyük mücadeleler sergilediler.
İngiltere 30 askeri mühimmatın İsrail’e satışını durdurmak zorunda kaldı. Almanya dün İsrail’e silah satışını durdurma kararı aldı. Filistin’i tanıyan ülkelerin sayısı arttı. 10’a yakın ülke İsrail aleyhinde Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım davası açtı ve mahkeme Güney Afrika’nın başvurusunu haklı buldu.
Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısı Netanyahu hakkında savaş suçlusu olduğu için tutuklama kararı vermek zorunda kalıyor. Çünkü Filistin direniyor, küresel intifada ara vermiyor, öğrenciler kampüsleri yangın yerine çeviriyor, bizler aralıksız mücadele ediyoruz.
Türkiye bizlerin mücadelesinin basıncı sayesinde Güney Afrika’nın dava sürecinin bir parçası oldu ve İsrail’le ticari anlaşmaları sona erdirdiğini açıkladı. Ticaretin el altında sürdüğünü, Zorlu gibi şirketlerin İsrail’le yatırımlarının sürdüğünü biliyoruz ama mücadelemiz, 7 Ekim’den beri yaklaşık bin 300 eylem burada da iktidarın İsrail’le ilişkilerinin mesafelenmesini sağladı.
Bizler yaklaşık bir yıldır işgal devletinin soykırımcı sorumlularının hesap vermesi için Filistin halkıyla tam bir dayanışma içerisindeyiz. Aynı zamanda da iktidarı ve bir dizi iktidar odağını İsrail’le tam çağlı bir boykot konusunda uyarıyor ve ilişkilerini ticaretin, gemilerin durdurulması yönünde sesimizi çıkartıyoruz.
Asla geri adım atmayacağız.
Mücadeleye asla ara vermeyeceğiz.
Bu bizim Rachel Corrie’ye, Ayşenur Ezgi Eygi’ye ve tüm Nakba sürecinde hayatını kaybeden, yaralanan tüm Filistinlilere olan borcumuz."
Batı Şeria'da siyonist yerleşimcilere karşı protesto sırasında İsrailli bir keskin nişancı tarafından katledilen sosyalist aktivist Ayşenur Ezgi Eygi, Didim'de toprağa verildi.
Cenaze törenine TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, AKP'li bakanlar, CHP Genel Başkanı Özgür Özel, çok sayıda siyasi ve sol partiler katıldı.
Özgür Özel ile Numan Kurtulmuş arasında tartışma yaşanırken, AKP'li bakanlar İsrail'le devam eden ticaret sebebiyle protesto edildi: “Hamaseti bırak, ticareti kes.”
Öte yandan Ayşenur Ezgi Eygi'nin hedef gözetilerek öldürülmesi Türkiye tarafından Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne taşınacağı bildirildi.
Filistin'e Özgürlük Platformu yayınladığı mesajda "Ayşenur'u mücadelemizde yaşatacağız" dedi.
Sendikalaştıkları için işten çıkarılan 3 kadın çalışanın ve yoğun bakımda olması nedeniyle işten çıkarılamayıp 1 ay idari izin verilen 1 kadın çalışanın sürecine dair açıklamayı paylaşıyoruz:
"Haziran ayında Hatay ve İstanbul ofislerinde çalışan ekibin tamamı ekip toplantısında genel koordinatöre maaşlara yönelik iyileştirmeyi içeren zam, günlük 187 lira olan yemek ücretinin artırılması ve yan hakların genişletilmesi taleplerinde bulunmuş, maddi taleplerin karşılanamaması ihtimaline karşılık olarak da çalışma koşullarının çalışan lehine düzenlenmesini önermişlerdir. Aynı talepler genel koordinatöre yazılı olarak da ifade edilmiştir. Genel koordinatör talepleri duyar duymaz ara zam yapmayı düşünmediklerini, kendisinin de bunu istemediğini ama yönetim kuruluna ileteceğini söylemiştir. Genel koordinatör talepler kendisine iletildiği günden itibaren İstanbul ofisinde birlikte çalıştığı ekiple iletişimini açık bir şekilde mesafelendirmiş, çalışanlar üzerindeki denetimi artırmıştır. Temmuz ayının sonunda çalışanların maaşlarına kademeli olarak %15 ve %20 oranlarında zam yapılmış ve taleplerin tamamı reddedilmiştir. Bu zamdan sonra dahi İstanbul’daki çalışanların maaşları İstanbul’un yaşam maliyetlerini karşılayacak düzeye gelememiştir. Buna rağmen İstanbul ekibi zam oranını kabul etmiş fakat önerdiklerinin altında olması sebebiyle sendika üyeleri çalışma koşullarının iyileştirilmesi talebini detaylandırarak evden çalışma süresi ve yan hakların genişletilmesine dair müzakereleri sürdürmeye devam etmiştir. Sendika süreçten haberdar edilmiştir. Tüm taleplerin yönetim kurulu tarafından reddedilmesi üzerine İstanbul ekibi yüz yüze bir toplantı talep etmiş ve 23.08.2024 tarihinde toplantı gerçekleştirilmiştir.
Toplantının bağımsız biri tarafından modere edilme talebi genel koordinatör tarafından reddedilmiş ve bir yönetim kurulu üyesinin yapacağı bildirilmiştir. Toplantıda çalışanlar, genel koordinatör ve yönetim kurulu üyeleri tarafından talep etme eyleminde bulundukları için art niyetli olmakla itham edilmiştir. Toplantıda taleplerin toplu şekilde iletilmesinden duyulan rahatsızlık açıkça ifade edilmiş, yönetim kurulu üyelerinden biri “Yanlış yaptınız, bunlar bireysel konular. Tek tek konuşmalıydınız" diyerek örgütlü mücadeleyi engellemeye çalışmıştır. Toplantı boyunca çalışanlar, kendilerini Hatay’daki depremzede iş arkadaşlarıyla kıyaslamakla suçlanmış, toplantı manipüle edilmiştir. Yönetim kurulu üyelerinden biri çalışanlara sürekli “güzelim” diye hitap ederek üstten ve alaycı tavırlarda bulunmuştur. Aynı yönetim kurulu üyesi, çalışanlardan birinin ofisin depreme dayanıklı olmadığına dair endişesini dile getirmesi üzerine “Evleriniz buradan daha mı güvenli?” diyerek iş güvenliğine olan bakış açısını ortaya koymuştur. Çalışanlar toplantıda mevcut taleplerde uzlaşma olmasa da örgütlü biçimde sorun ve taleplerini tartışmaya, zam ve performans değerlendirme dönemlerinde yönetimle müzakereleri sürdürmeye kararlı olduklarını belirtmişlerdir. Esas olarak masadaki taleplerin değil sürecin nasıl işletilmesi gerektiğini tartışmaya açmışlardır. Bu tartışmayı sürdürmek mümkün olmamıştır. 4 kadın çalışan toplantı sonunda burada uzlaşma ve tartışma zemininin olmadığını söyleyerek müzakerelere sendikanın devam edeceğini bildirmişlerdir. Bunun üzerine genel koordinatör ve yönetim kurulu da kendi aralarında konuşarak kararlarını bildireceklerini belirtmişlerdir. Bu toplantıdan sonra sendika üyesi olan genel koordinatör sendikadan istifa etmiştir. Belgesi sendika kayıtlarında bulunmaktadır.
26.08.2024 Pazartesi günü genel koordinatör 1 yönetim kurulu üyesi ile birlikte sadece sendika üyesi çalışanlara dair toplu işten çıkarma kararını açıklamıştır. O sırada ofiste bulunan 3 sendikalı çalışanı temel şartlarda anlaşamadıklarını söyleyerek işten çıkarmış, 1 sendikalı çalışanı ise kalp krizi geçirdiği için yoğun bakımda olması sebebiyle işten çıkaramamışlardır. Bu çalışanın raporu bittikten sonra kendisine 1 ay idari izin verilmiş ve belirsizliğin çalışanın sağlığını olumsuz etkilediği belirtilmesine rağmen 10.09.2024 tarihinde sendika temsilcisine izin dönüşü ne yapacakları konusunda kararsız olduklarını söylemişlerdir.
İşten çıkarıldıklarının bildirilmesinin hemen ardından yönetim kurulu üyesi imzalamaları için çalışanlara işten çıkarma belgelerini vermiştir. Çalışanlardan birinin diğer çalışanı hiçbir belgeyi avukatlarına sormadan imzalamaması konusunda uyarması üzerine yönetim kurulu üyesi, çalışana sesini yükseltip “Burada bile birlikte mi hareket edeceksiniz? Onun aklı yok mu?” diye azarlayarak çalışanların dayanışmasına duyduğu öfkeyi bir kez daha dile getirmiştir. Ardından bir çalışanın teslim tesellüm tutanağını üretim materyallerinin tamamını teslim etmediğinden imzalamaması üzerine çalışanlara bağırmış diğer çalışanın uyarısı üzerine önce bağırdığını inkar etmiş daha sonra sadece tek bir çalışandan özür dilemiştir. Tüm bunlar sırasında çalışanların aynı zamanda çalışma arkadaşı olan genel koordinatör sessiz kalmış, yönetim kurulu üyesini hiçbir şekilde uyarmamıştır. İşten çıkarmanın hemen ardından vakıf fon verenlere çalışanları itibarsızlaştıran, taleplerini küçümseyen bir e-posta göndermiştir.
Çalışanların işten çıkarılmasının ardından sendika ALİKEV ile görüşme talep etmiş ve bu görüşme 3 Eylül tarihinde gerçekleşmiştir. Görüşmede sendika çalışanların sendikal sebeple işten çıkarıldıklarını söyleyerek işe iade talebinde bulunmuştur. İşe iade talebine olumsuz dönüş yapılmıştır.
ALİKEV, Ali İsmail Korkmaz’ın düşlerinden ilham alarak gençlerle birlikte ve gençler için hak temelli çalışmalar yürüten bir sivil toplum kuruluşudur. Bu iddiayı çalışanların ve gönüllülerinin emeği ile yaşatmaktadır. Buna rağmen genel koordinatör ve yönetim kurulu 3 genç kadın çalışanı taleplerini müzakere bile etmeden işten çıkarmaktan, işten çıkarma sırasında bağırıp çağırmaktan, çalışanların taleplerini toplu dile getirmesi sebebiyle topluca onlara saldırmaktan, talepleriyle alay etmekten, süreci manipüle ederek çalışanlarını fon verenlere karşı itibarsızlaştırmaktan bir an olsun çekinmemişlerdir. Kurumda insan kaynaklarına dair denetim kurulu dahil hiçbir mekanizma ve politika belgesi olmaması nedeniyle kurumun “temel şartlarda ve ilkesel olarak” çalışanlarla ayrıştığı iddiası yöneticilerin kişisel kanaati dışında değerlendirmeye tabii tutulamamıştır. Buna karşılık çalışanlar, çalıştıkları süre boyunca kurumun ilke ve değerlerine aykırı davranmamış, işlerini hiçbir zaman aksatmamış ve işe kendi vizyonlarını katarak geliştirmişlerdir. Çalışanların özveri ve katkısı genel koordinatörün çalışanlara verdiği sözlü geri bildirimlerde ve kurum dokümanlarında bulunan faydalanıcı gençlerin etkinliklerde verdiği yazılı geri bildirimlerde mevcuttur. Çalışanların hiçbiri daha önce genel koordinatör, yönetim kurulu ya da başka bir paydaştan olumsuz geri bildirim almamışlardır.
Süreç boyunca görüldüğü üzere ALİKEV çalışanları ile uzlaşma zemini kurmadan, onlarla sadece 1 kere görüşerek sendikanın devreye gireceğini duyar duymaz toplu işten çıkarmada bulunmayı tercih etmiştir. ALİKEV Yönetim Kurulu ve genel koordinatörü işçilerin bütün diyalog çabalarına rağmen çözümü işçilerle uzlaşma zemini yaratmakta değil 4 genç kadını çalıştıkları gençlik örgütünden uzaklaştırmakta görmüştür. Ali İsmail Korkmaz’ın hatırasını sahiplenerek kendini hak temelli bir gençlik örgütü olarak tanımlayan, kendini konumlandırdığı yer ve çalışanların emeği ile fon alan vakfın, genç kadın çalışanlarına uyguladığı bu hak ihlalini kabul etmiyoruz. Çalışanlar, Ali İsmail Korkmaz'ın direnişini ve Emel Anne’nin adalet mücadelesini her zaman sahiplenmişlerdir, sahiplenmeye de devam edeceklerdir. Ali İsmail Korkmaz’ın hatırasına ve temsil ettiği değerlere aykırı bir süreç işleten ALİKEV’in genel koordinatörü ve yönetim kuruludur. Çalışanların meselesi bir işçi işveren sorunudur ve bu mücadele sadece işverenlere karşıdır. Gelinen noktada hiçbir anlaşma, tartışma, uzlaşma zemini kurulmaması, diyaloğa kapalı tutum alınması sadece kurum değil sivil toplum alanı adına endişe vericidir. Bu ihlallerin sivil toplum alanında ilk kez olmadığını biliyoruz, son kez olması ve benzer vakaların sürdüğü iş yerlerindeki arkadaşlarımıza “yalnız değilsiniz” demek adına bu açıklamayı mücadelemizin bir parçası olarak kamuoyuyla paylaşıyoruz."
Aksa Tufanı harekâtı ve Gazze soykırımının birinci yıldönümünde İstanbul'da eylem var! Filistin Eylem Komitesi (FEK): “Filistin Direnişi Kazanacak Soykırımcı İsrail ve Suç Ortakları Yenilecek” şiarıyla 5 Ekim 16.00’da AKM önünde olacağız."
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi toplantı salonun yapılan duyuru şöyle:
Filistin direniş güçlerinin ortak bir planlamayla gerçekleştirdiği; emperyalizmin, Siyonizmin ve işbirlikçi Arap rejimlerinin yüzyıllık uzlaşma planlarını bozan ve Filistin halkının kaderini eline alma kararlılığını ortaya koyan Aksa Tufanı harekâtının birinci yıldönümüne yaklaşıyoruz.
Siyonizmin ırkçı karakteri ve soykırım yöneliminin en çıplak ve dizginsiz haliyle cisimleştiği mevcut Netanyahu hükümeti yönetimindeki İşgal devleti tarafından Aksa Tufanı’nın hemen ardından başlatılan Gazze saldırısı da birinci yılını doldurmak üzere. Filistin halkını tüm barınma alanları, kültür kurumları ve doğa varlıklarıyla birlikte hedef alan bu saldırının amaçlarıyla, sonuçlarıyla soykırım niteliğinde olduğu ilk haftalarından itibaren dile getirildi, Uluslararası Adalet Divanı’nın ara kararı ve hiçbiri uygulanmayan tedbir kararları da içinde olmak üzere uluslararası hukuk belgelerine geçti.
Hukuksal olarak da tanımlanmış bir soykırım Siyonist saldırı güçleri eliyle, ABD emperyalizminin ve Avrupalı emperyalist güçlerin etkin desteğiyle gözlerimizin önünde bir yıldır sürüyor.
‘Nehirden denize’ kadar Filistin topraklarının yerleşimci sömürgecilik tarafından işgali, sürekli pogrom ve sürgünlerle Filistinlilerin yerinden edilmesi, ülkesinde kalmakta direnebilenlere yönelik ırkçı ayrımcı rejim nasıl 7 Ekim’le başlamadıysa, Filistin halkının Siyonist işgal ve apartheid rejimine karşı sürdürdüğü direniş de on yıllardır göğüs gerdiği abluka ve katletme uygulamalarının soykırım düzeyine sıçramasıyla son bulmadı. Siyonizmin bir yıldır süren soykırım saldırısıyla birlikte dünyanın her yerinde saldırganı engellemenin gerektirdiği her tür araçla Filistin’le dayanışma da büyüyerek sürüyor.
Dayanışma, Gazze’de abluka ve bombardıman, Batı Şeria’da toprak gaspları ve pogromlarla karşı karşıya yaşayan Filistinlilerin gündelik ihtiyaçlarının karşılanmasını da, saldırılara karşı koyacak, saldırganı püskürtecek donanımın sağlanmasını da içeriyor. Filistin toprakları dışından direnişe sunulabilecek desteğin önemli bir ayağıysa aynı zamanda kârlı bir endüstriye dönüşen sömürgecilik ve soykırımın cezasız kalan suçlar olmaktan çıkarılması, işgal ve apartheid rejimin failleriyle onlarca yıldır suç ortağı olanların bugün de soykırımla sürdürdükleri ortaklıktan ötürü hesap vermek, bedel ödemek zorunda bırakılması.
Bizim de gerçekleri duyurmaya çalışmak, bugün varlığını soykırım saldırısına bağlamış olan Siyonist sömürgeciliğin karşısında, Filistin halkının haklı direnişinin yanında olduğumuzu açıklamakla birlikte, en sonuç getirici katkımız Siyonist saldırganlığın yaşadığımız ülkedeki destek kaynaklarının açığa çıkarılması ve engellenmesi olacaktır.
Filistin halkının Türkiye’deki dostlarının mücadelesiyle, siyasal iktidar işgal devletine lojistik sağlayan ticaretin askıya alındığını resmen açıkladı ancak işgal devletinin soykırımı sürdürebilmesi için ihtiyaç duyduğu petrol hâlâ Türkiye üzerinden taşınıyor, İşgal devletine sevkıyat yapan gemiler Türkiye limanlarına demir atabiliyor, Türkiye sermayesi işgal devletine lojistik desteğini sürdürüyor. İşgal devleti ile ticari, diplomatik ve akademik anlaşmalar hâlâ feshedilmiş değil. Türkiye topraklarındaki askeri üsler işgal devletinin emniyetini sağlamak misyonunu sırtlanmış durumda. İşgal devletiyle her türden ortaklık bugün soykırıma ortak olmak demektir.
Gazze’de Filistin halkına karşı sürdürülen soykırımın birinci yılında; soykırım saldırısının derhal durdurulması, İşgal devletiyle tüm ilişkilerin kesilmesi, soykırım faillerinin ve suç ortaklarının hesap vermesi taleplerini ve Filistin toprağının özgürleşmesi ve Filistin halkının toprağına geri dönüş hakkı başta olmak üzere tüm tarihsel haklarına kavuşması için yürüttüğü meşru direnişle dayanışmanın sesini bir kez daha yükseltmek için meydanlara çıkıyoruz.
“Filistin Direnişi Kazanacak Soykırımcı İsrail ve Suç Ortakları Yenilecek” şiarıyla 5 Ekim saat 16.00’da AKM önünde olacağız.
İstanbul Sözleşmesi'nden çıkan iktidar aileyi güçlendirme kampanyaları yaparken, 8 yaşındaki Narin aile içinde işlenen bir cinayetle aramızdan alındı. Kutsal ailenin yalan olduğu bir kez daha ortaya çıktı.
Diyarbakır'ın Bağlar ilçesi Tavşantepe Mahallesi'nde, 21 Ağustos'ta Kuran kursuna gittikten sonra kaybolan 8 yaşındaki Narin Güran'ın cesedi, 19 gün sonra bulundu.
Küçük çocuk bir torbaya konulmuş, dere yatağına gömülmüş, üstü taşlarla kapatılmış halde bırakılmıştı. Bu bölge defalarca aranmıştı.
Cansız bedenin bulunması bir süre önce amcası Salim Güran'ın tutuklanması üzerine geldi.
Aile bireylerinin aralarında bulunduğu 25 kişi gözaltına alındı.
Narin'in cenazesi bugün toprağa verilecek.
Protestolar
8 Eylül akşamı Diyarbakır'da binlerce kişi Narin için adalet istedi.
TJK, Dem Parti ve DBP'nin çağrısıyla üç koldan kalabalık yürüyüşler yapıldı.
Sık sık "Jin, jiyan, azadi", "Susma sustukça sıra sana gelecek", "Narin'e kalkan eller kırılsın", "Direne direne kazanacağız" sloganları atıldı.
Polis sık sık engellemeye çalışırken, önde kadınların taşıdığı pankart yırtıldı, eylemcilere biber gazı sıkıldı.
Buna rağmen oturma eyleminin ardından basın açıklaması yapıldı.
Yürüyüşün ardından Diyarbakır halkı evlerinde ışık açıp kapatarak, tencere tava çalarak vahşi cinayeti protesto etti.
Van'da da halk protesto yürüyüşü yaptı.
Batı'da ise İstanbul ve Ankara'da kadın platformları sokağa çıktı ve "Narin'in katilleri hesap verecek" dedi.
Üç skandal çıkış
AKP ve ortağı olan iki parti cinayetin kesinleşmesi sonrası sağcı açıklamalarda bulundu.
Bir TV'ye bağlanan AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu "Soruşturmada gizlilik var ayrıca son aşamaya gelindi. Bizlerin bazen bilmediği, bazen de bilip söylemememiz gereken şeyler var çünkü aile de bizim dostlarımız" dedi.
Bu çıkış, faillerin korunduğu izlenimini verdiği için büyük tepki topladı.
Adli Tıp Kurumu önüne gelen HÜDA PAR Genel İdare Kurulu Üyesi Vedat Turgut, “Bunlar bizim kültürümüz değil, Amerika'nın, İsrail'in kültürü” diye konuştu.
445 nüfuslu Tavşantepe köyünde, Güran ailesi ve akrabaları çoğunlukla yaşıyor. Ailenin güçlü ve etkili olduğu söyleniyor.
31 Mart 2024 seçimlerinde en fazla oy AKP'ye verilmiş, bir miktarda HÜDA Par'a gitmişti.
Diyarbakır'da yapılan kitlesel protestoda "Katil Hizbullah, işbirlikçi AKP" sloganı atıldı.
İktidar ortaklarından BBP'nin lideri Mustafa Destici ise idamın geri getirilmesi çağrısında bulundu.
Acı gerçekler ve bilinmeyenler
Narin'in kaybolması ve günlerce aranması sırasında birçok tartışma yaşandı.
Bunlardan biri Türkiye'de kaybolan çocuk sayısıydı. Ortaya çeşitli rakamlar atılırken, Türkiye İstatistik Kurumu'nun 8 yıldır kayıp çocuk verilerini yayınlamadığı ortaya çıktı.
Çeşitli sivil toplum örgütlerinin raporlarında sadece basına yansıyan şiddet ve cinayet verileri bulunuyor.
Bunlardan biri de FİSA Çocuk Hakları Merkezi'nin yayınladığı 2023 yaşam hakkı raporu.
Rapora göre önlenebilir sebepler dolayısıyla 2023 yılında Türkiye'de 2107 çocuk yaşamını kaybetti:
Zırhlı Araç/Kolluk Görevlisi Aracı Tarafından Ezilme, Çarpma vb, 1
Sağlık Hizmeti Alırken Gerçekleşen Olaylar, 11
Eğitim Hizmeti Alırken Gerçekleşen Olaylar, 6
Bakım Hizmeti Alırken Gerçekleşen Olaylar, 3
Spor Etkinlikleri ve Kültürel Etkinlikler Sırasında Gerçekleşen Olaylar, 1
Ulaşım Hizmeti Alırken Gerçekleşen Olaylar, 1
İntiharlar, 20
Bireysel Silahlanma, 24
Karşıt Gruplar Arasında Çıkan Çatışmalar, 7
Şüpheli Ölümler, 15
Afetler, 6 Şubat Depremleri, 1682
Diğer, 10
Şiddet, 36
Toplumsal Cinsiyet Temelli Şiddet, 7
Akran Şiddeti, 9
Ev içi Şiddet, 15
Çocuk Cinayetleri, 5
İhmal, 245
Trafik Kazaları, 125
Ev içi Fiziksel Güvenlik/Ev Kazası, 29
Kentsel ve Kırsal Açık Alanda Yaşanan Olaylar,53
Yangınlar, 23
Soba/Doğalgaz Zehirlenmeleri, 4
Gıda Zehirlenmeleri, 2
Elektrik ve Yüksek Gerilim Çarpmaları, 5
Diğer, 4
İş Cinayetleri, 45
Çocuk İşçi Ölümleri, 38
İş Yeri Kazaları, 7
Bir başka vahim veri ise Adalet Bakanlığı sitesinde yer alıyor:
2023 yılında savcılıklara gelen çocukların cinsel istismarı dosya sayısı 66 bin 138.
Mahkemelerde görülen çocukların cinsel istismarı dava sayısı 14 bin 919.
2023'te bu suçtan mahkum olan kişi sayısı 7 bin 88.
Bilinen bir diğer gerçekse kadın ve çocuğa uygulanan şiddet ile cinayetlerin faillerinin çoğunlukla akrabaları ya da yakınları olduğu.
Başka bir sorun ise cezasızlık durumu. Çocuklara ve kadınlara şiddet uygulayan faillere mahkemelerde iyi hal indirimi uygulanıyor ya da şartlı tahliye ile kısa sürede dışarı salınıyorlar.
AKP iktidarının kontrolündeki yargı düzeni, cinsiyetçi ve aileye dayalı politikalar faillere daha da cüret veriyor.
Çocuk cinayetleri politiktir
TÜİK verilerine göre 2023 yılı sonu itibariyle Türkiye'nin çocuk nüfusu 22 milyon 206 bin 34. Nüfusun yüzde 26'sını çocuklar oluşturuyor.
Fakat sokaklar ve evler çocuklar için güvenli değil.
Sokak hayvanlarının katledilmesini yasalaştıran, büyük çevre yıkımlarına yol açan AKP-Cum İttifakı iktidarı altında yaşama hakkı ihlal ediliyor.
8 yaşındaki Narin'in hayatı elinden alındı. Ve Narin tek değil. Türkiye'nin her yerinde benzeri cinayetler işleniyor.
Çocuk ve kadın cinayetlerini durdurmak, aşırı sağcı iktidarın yenilmesi için birleşik kitlesel mücadelenin gerekliliği kendini gösteriyor.
Narin için adalet mücadelesi, tüm çocukların hayatını savunmak için devam etmeli.
Dünyada Filistin’de süren soykırım ve Filistin direnişinin gücü, kapitalist sistemin çoklu krizi, krize tepki olarak göçmen düşmanlığı ve ırkçılık üzerinden harekete geçen aşırı sağ ve faşist hareketlerin öne çıkması, iklim krizinin etkileri…
Türkiye’de AKP-MHP blokunun 31 Mart’ta yenilmiş olmasına rağmen yenilmemiş gibi davranması ve ana muhalefetin bu tutuma cevaz vermesi, ama öte yandan AKP’nin kitle desteği açısından kuruluş günlerinden daha geriye düşmesi, faşistlerin her fırsatta tüm toplumsal muhalefete gözdağı vermesi, aşırı bir yoksullaştırma programının dayatılması, nüfusun yüzde 15’i dışında kalanların açlık sınırının, yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkum edilmesi, işçi sınıfının haklarına doğrudan saldırılar, göçmen düşmanlığı ve ırkçıların Kürtlere ve Araplara yönelik saldırısı, sokak hayvanlarına yönelik katliam girişimi, çürümüş bir rejimin etrafa saçtığı kötülükler, Gazze politikasında iktidarın ikiyüzlülüğü…
Öte yandan hem dünyada hem Türkiye’de süren mücadeleler. Faşistlerin en çok oy aldığı yerlerde işçi sınıflarının faşistlerden kat be kat güçlü olması, zaman zaman kitle eylemleriyle aşırı sağcıların püskürtülmesi, Filistin için küresel intifadanın dinamikleri, İsrail’in soykırımcılıkla suçlanması, milyonların hareketi, öğrencilerin okul işgalleri, Türkiye’de yoksulluk ve Gazze öfkesinin AKP-MHP koalisyonunun yenilmesine neden olması…
Çok dinamik bir dönemden geçiyoruz. Bir yandan aşırı sağ ve faşist güçler devreye girerken aynı zamanda savaş, işgal ve kapitalizm karşıtı mücadeleler başını kaldırıyor.
Bir yandan göçmen düşmanı ırkçı odaklar gelişirken aynı zamanda ırkçılık karşıtı göçmen dayanışma ağları şekilleniyor.
Bir yandan hayvan katliamı yasası çıkarken bir yandan on binlerce insan meydan meydan, sokak sokak bu yasaya direniyor.
Bir yandan iktidar İsrail’le ikili anlaşmaları sürdürürken aynı zamanda 1100’den fazla Gazze ile dayanışma eylemi örgütlendi.
Böyle dönemler sadece hareketlerin örgütlenmesiyle değil büyük ve keskin tartışmalarla da tanımlanır.
Sosyalist Tartışma 2024, bu tartışmaların özgürce yapılacağı bir platform sunuyor. Hem hareketi örgütleyeceğiz hem de hareketin tartışmalarını birlikte yapacağız. İşçi sınıfının birleşik mücadelesi için gerekli olan antikapitalist bir sol alternatif bu mücadeleler ve tartışmaların üzerinde yükseliyor.
İstanbul: 8-9 Kasım Cuma-Cumartesi
Ankara: 16 Kasım Cumartesi
İzmir: 23 Kasım Cumartesi
3 şehir, 13 konu, dünyada ve Türkiye’de mücadelelerin içinden birçok konuşmacıyla Sosyalist Tartışma 2024 güçlü bir tartışma zemini sunuyor.
Suriye’de Esad karşıtı isyan iç savaşa döndüğünden beri isyan eden halkı terörist olmakla kodlayanların gürültüsü, göçmenlerle dayanışmanın önüne geçti uzun süre. Hayatta kalmak için Suriye’den Türkiye’ye kaçan göçmenler sistematik bir ırkçılıkla muhatap olmak zorunda kaldılar. Göçmen düşmanlığı zaman zaman İslamofobi, zaman zaman Arap düşmanlığı biçimlerini aldı.
Yalanların beslediği cinayetler
Irkçılık daima yalanlarla kendisine yol açtığı için sayısız yalan üretildi göçmenlere dair.
Bu yalanlar, Türkiye’de siyasal alandaki sert kutuplaşmaya paralel bir şekilde biriken öfkenin göçmenlere yönelmesi için örgütlü bir şekilde dile getirildi.
Altındağ pogromu göçmenlere yönelik linç örgütlenmesinin en vahşi günleri arasına girdi.
Ardından Hatay-Suriye büyük depreminin ardından, varoluş nedeni yalanlarla göçmen düşmanlığı örgütlemek olan Ümit Özdağ deprem günlerinde göçmenleri hedef gösterdi. Çok sayıda göçmen saldırıya maruz kaldı.
Son olarak temmuz ayının başında Kayseri’de başlayıp birçok ile yayılan pogrom göçmenlere yönelik örgütlü bir saldırıydı.
Her gün linçi yaşamak
Fakat, sadece büyük linç örgütlenmeleri değil sorun. Sorun, göçmenlerin her günkü yaşamının pogroma maruz kalıyormuşçasına geçmesi.
Göçmenler sömürülüyor, kaçırılıyor, öldürülüyor.
Her gün bu türden sayısız şiddet eylemine maruz kalıyorlar.
Örneğin Zonguldak’ta ruhsatsız işletilen bir maden ocağında hiçbir iş güvencesi olmadan çalıştırılan Afganistanlı mülteci Vezir Mohammad Nourtani, 9 Kasım 2023’te kaçak maden ocağı sahipleri tarafından öldürüldü. Öldürülen Nourtani’nin bedenini yakarak yok etmek istediler.
Örneğin 16 Kasım 2021’de İzmir Güzelbahçe’de 21 yaşındaki Ahmed El Ali, 23 yaşındaki Memun En Nebhan ve 17 yaşındaki Muhammed El Hüseyin El Abdo El Biş, caniler tarafından yakılarak öldürüldü.
Örneğin daha iki gün önce Bursa İnegöl’de Suriye uyruklu Hani K. bıçaklanarak öldürüldü.
Örneğin Gabonlu üniversite öğrencisi Jeannah Danys Dinabongho Ibouanga (Dina), katledildiğinde 17 yaşındaydı. Dina öldürülmeden önce bazı PTT çalışanları tarafından sürekli olarak cinsel tacize maruz kaldı.
Aynı şekilde Suriyeli 9 yaşındaki Gina Mercimek. Öldürüldü.
Irkçılığa karşı birleşik mücadele
Türkiye’de milliyetçilikle ırkçılık arasındaki geçiş çok kolay. Bu yüzden milliyetçi motifleri kullananların sonucu pogromlara varan ırkçı saldırganlıkların ateşine odun attıklarını söylemek mümkün.
Irkçılık asla sadece bir tek düşmanla yetinmez. Son yıllarda göçmenlere saldırması Suriyelilerin ve Afganistanlıların korunaksız görünmesinden. Ama ilk fırsatta yine Ermenilere, Kürtlere yönelik ırkçılık da devreye giriyor.
Kürt mevsimlik işçiler kurşunlanıyor, Kürt halayları polis tarafından basılıyor, Kürt iş insanları bıçaklanarak öldürülüyor.
Kim daha çok Mustafa Kemal’in askeri tartışması yapılırken milli yalanlarla ırkçı yalanlar birleşip azınlık bırakılanlar, göçmenler, göçmen kadınlar ve Kürtler üzerinde ölümcül sonuçlar yaratan ırkçı saldırılar halini alıyor.
Bu saldırganlığın insan öldürmeyi, canlı öldürmeyi spor gibi kolayca yapılan bir hamleye çevirmesi tüm toplumsal yaşamın ve muhalif, ezilen tüm emekçilerin tehdit altında olduğunu gösteriyor.
Irkçı her saldırganlığa karşı işçi sınıfı örgütleri demokrasiyi savunan bir mücadele sergilemek zorunda.
2024-2025 eğitim dönemi başladı. Milyonlarca emekçi ve yoksul, çocuklarını nasıl okutacağını düşünüyor.
Kırtasiye, servis, beslenme giderlerinin karşılanması mümkün değil.
Yaşam maliyeti her ay katlanarak artıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) bağlı İstanbul Planlama Ajansı, İstanbul’da yaşamanın maliyetinin geçen yılın temmuz ayına göre yüzde 71,40 arttığını ortaya serdi. İstanbul’da dört kişilik bir ailenin ortalama yaşam maliyeti 66 bin 550 lira olarak hesaplandı.
Bir ayda yaşam maliyetinin artış oranı ise yüzde 4,76.
İstanbul’da ortalama yaşam maliyeti, geçtiğimiz aya göre 3 bin 26 lira arttı.
Ekonomide büyümeden bahseden iktidar çevreleri ve Maliye Bakanı Şimşek müjde verirken, milyonlarca insan derin bir yoksulluk içinde. Bir gazetecinin yazdığı gibi 2018 yılında 16 milyon 888 bin kişi yoksulken bu sayı 2023 yılında 18 milyon 219 bine yükselmiş.
Genel nüfus artışı (2018-2023) yüzde 4,1 iken yoksulluk artışı yüzde 7,9 olmuş. Yoksulluk kervanına yenilerle beraber eskilerden de eklenmeler olmuş.
Öğrenciler nerede kalacak?
Ne ilkokul öncesi ne ilkokul ne de üniversite öğrencileri gönül rahatlığıyla bir eğitim hayatı sürdürme yeteneğine sahip.
İstanbul’da özel yurt fiyatları geçen yıl 8 bin 500 lirayla 17 bin lira arasında değişiyordu. Bu yıl ağustos ayında üniversite yerleştirme sınav sonuçlarının açıklanmasından sonra yüzde 60’a varan oranlarda artış gösterdi.
Ev kiraları ise artık hiçbir kurala bağlı olmadan artırılıyor ev sahipleri tarafından. İstanbul’da merkezi konumdaki ilçelerle, üniversite kampüslerine yakın semtlerde kiralar 25-30 bin lira arasında değişiyor.
Özel yurtların tek kişilik odalardan 6 kişilik odalara kadar seçenekler var. Fiyatlar ise yine ilçelere göre değişiyor.
Şişli’de ortalama 12 bin lira ile 27 bin lira arasındayken Bakırköy’de 22 bin lira ile 24 bin lira arasında, Zeytinburnu’nda 8 bin lirayla 36 bin lira, Üsküdar’da 12 bin 500 lira ile 27 bin lira arasında seyrediyor.
Avcılar’da ise, aylık 7 bin 500 lira ile 13 bin 500 lira aralığında özel yurt bulmak mümkün.
Bir öğrencinin tek başına bu ilçelerde ev tutması ya da özel yurtların masraflarını karşılayabilmesi mümkün değil.
Devlet yurtlarında ise açık bir kapasite sorunu var. KYK yurtlarının toplam kapasitesi 962 bin. Oysa geçen sene ön lisans, lisans, yüksek lisans ve doktorada olmak üzere toplam 6 milyon 950 bin 142 öğrenci vardı. Bu sayıya bu sene 802 bin 170 öğrenci daha eklendi.
Üniversite öğrencilerine kaliteli ve ücretsiz barınma, beslenme ve eğitim hakkı hemen tanınmalıdır.
Öğrenciler okullara yakın evlerde ya da yurtlarda kalabilmeli ve toplu ulaşıma ücretsiz bir şekilde ulaşabilmeli.
İktidar sermaye aflarına bir son vermeli ve kaynakları öğrencilere ve eğitime aktarmalıdır.
---
İlkokullar ateş pahası
Yoksul aileler ve öğrenciler için çok zor bir yıla başlıyoruz. Bu sene bir öğrenciye sırt çantası hazırlamanın maliyeti yüzde 70 arttı. Geçen yıl bir okul çantası bin liraya doluyordu. Bu yıl çantanın kendisi bin lira oldu.
NTV haber kanalına zamlarla ilgili konuşan kırtasiyeciler ve öğrenci velileri zamların anormal bir hal aldığının altını çiziyor. Bir kırtasiyeci "Hem yerli üretim açısından hem de ithal olarak düşünürsek yüzde 30 ila yüzde 60 hatta yüzde 70’e varan kırtasiye ürünlerindeki fiyat artışlarına rastlıyoruz" diyor.
Geçen sene iki çocuğuna toplam 15 bin lira kırtasiye harcaması yapan bir veli bu sene tek bir çocuğun sadece kırtasiye masrafının 20 bin lirayı geçtiğini söylüyor.
Öğrencilerin servis ücretleri ateş pahası. Resmi servis ücret zammı yüzde 16 olmasına rağmen tüm servis şirketleri keyfi bir şekilde aşırı zamlarla öğrenci ailelerinin zorunluluğunu sömürüyor. Devlet resmi zam oranını açıklasa da fiili zam oranlarını denetlemediği için emekçi ailelerin sırtına ağır bir yük daha biniyor.
Geçtiğimiz öğretim yılında kantinden karnını doyurmak isteyen öğrencilerin tek öğün için 1 ayda ödemesi gereken rakam ortalama bin liraya ulaşmıştı. Bu sene bin lirayı aşacak. İlkokullarda birçok öğrencinin aç bir şekilde derslere katıldığı çok açık.
Öğrenci servisleri ücretsiz olmalı.
İlkokullarda en az bir öğün yemek bedava olmalı.
Tüm temel kırtasiye ürünleri öğrencilere devlet tarafından dağıtılmalı.
---
Servis hakkımız gasp edilemez
Mehmet Şimşek Maliye Bakanı olduğunda ekonomiyi onun toparlayacağı iddia ediliyordu. Şimşek’in ekonomik toparlanmadan anladığı krizin faturasını emekçilere yüklemek.
“Kamuda Verimlilik ve Tasarruf” adıyla TBMM’den geçirilen paket, sınırlı sayıda kamu çalışanının işe geliş ve gidişte yararlanmakta olduğu servis hizmetlerine son veriyor.
AKP’nin tasarruftan anladığı kamuda çalışan işçilerin haklarının gasp edilmesi.
Paketin maddelerinden birisi de önümüzdeki 3 yıl boyunca yeni okul, hastane, kreş, sığınma evi gibi kamu hizmet birimlerinin açılmayacak olması. Bu iktidarın sağlık, eğitim ve sığınma konularından tamamen çekileceğini gösteriyor.
Özel arabalarıyla benzin parasını ödeyip işe gidip gelebilecek olanlar açısından sorun olmayabilir ama arabası olmayan çalışanlar açısından servis kritik önemde bir hizmettir.
Devrimci Sosyalist İşçi Partisi'nin (DSİP) duyurusu:
Bundan 69 yıl önce 6-7 eylül 1955’te yalanlar ve nefretin eşlik ettiği ırkçı bir kampanya ile başlayan, Rum, Ermeni ve Yahudi toplumlarına dönük pogromlarda hayatını kaybedenlerin ve pogromdan zarar görenlerin acılarını hâlen derinden hissediyoruz.
6-7 Eylül sadece geçmişte yaşanmış bir acıya işaret etmiyor, aynı zamanda bugün içinde yaşadığımız toplumun, günümüzdeki ırkçı, milliyetçi politikaların dayandığı temelin en temel harçlarından biri. 1915 Ermeni Soykırımı’yla başlayan tek dinli, tek ulus yaratma projesinin başlangıcı olan Müslüman olmayan halkları yok etme politikası, sonrasında başta Kürtler olmak üzere Türkiye’de yaşayan pek çok halka yönelik bir tehdit hâlini aldı. Bu ırkçı temel, bugün de tehdit olmaya devam ediyor.
Irkçı yalanların şiddet ve linçlere dönüşme risklerinin ortadan kaldırılabilmesinin, ırkçı, faşist, nefret dolu saldırganlığa karşı, gerçek bir yüzleşme, hatırlama ve hafıza politikaları ile mümkün olabileceğini biliyoruz.
Kısa bir süre önce Kayseri’de Suriyeli göçmenlere dönük başlayan pogrom birkaç şehre birden sıçradı. 17 yaşında bir Suriyeli olan ve mevsimlik tarım işçiliğiyle geçinmeye çalışan Ahmet Handan El Naif, Antalya’daki pogrom sırasında yedi göçmen arkadaşıyla birlikte yaşadığı evinde saldırıya uğradı. Kaçarken motosikletle önü kesilen El Naif bıçaklanarak öldürüldü.
İzmir’de trans bir kadın, bir çete tarafından sokakta linç edilmeye çalışıldı.
Göçmenlere, LGBTİ+’lara, Kürtlere yönelen nefret dalgasının yeni hedefiyse sokakta yaşayan hayvanlar. Hükümetin hayvanları katletmeye dönük yasa tasarısının meclisten geçmesinin ardından kedi-köpek katliamları hız kazandı. 1912’de İstanbul’un köpeklerini toplatarak Hayırsızada’da ölüme terk edenlerin aynı zamanda Anadolu’yu gayrimüslimsizleştirme operasyonunun da failleri olduğunu unutmamak gerek.
Yüzleşme gerçekleşmediği takdirde, yeni 6-7 Eylüller kapımızda! Göçmenler, Kürtler, LGBTİ+’lar, Aleviler, sokak hayvanları: Toplumun bütün ezilenleri bu şiddetin hedefi olabilir.
Uluslararası hatırlama ve yüzleşme politikaları hareketlerinin de temel cümlelerinden olan “Bir daha asla”yı yüksek bir sesle dile getirirken, bu türden politikaların demokratik, eşitlikçi ve özgür bir toplum için gerekliliğini de bir kez daha hatırlatıyoruz. 69 yıl sonra hâlâ:
1915, bir daha asla! 6-7 Eylül, bir daha asla!
Hayırsızada, bir daha asla!
Hepimiz Rumuz, Ermeniyiz, Yahudiyiz!