Ressam Mardiros Saryan 1910’da İstanbul’u ziyaret ettiğinde önünde verimli bir dönemin kapıları açılmak üzereydi. Batı dünyasında gelişmiş bir güzel sanatta kendini ifade etmek isteyen bir Doğulu olarak öz coğrafyasının ruhuna nüfuz etmek ve onu sanatsal olarak yenilikçi formlarda ifade etmek istiyordu. “Doğu’yu anlamak, resimdeki arayışımı daha fazla temellendirmek için onun karakteristik özelliklerini öğrenmek gibi bir hedefim vardı” diye yazacaktı anılarında. Osmanlı payitahtında iki ay kaldı, sonrasında yola Mısır ve İran’la devam etti. Doğu temalı eserler yaratma döneminde, onu Ermenistan resminin kurucusu olarak öne çıkaracak renkli paleti bütün güzelliğiyle ortaya çıktı. Kadim İstanbul şehrinde en çok dikkatini çekenlerse, yine kendi sözleriyle, “sokaklar, onların yaşam ritmi, gösterişli kalabalık ve geniş sürüler halinde yaşayan köpekler” oldu.
Ondan tam yüz yıl sonra bir başka Ermeni sanatçı, sinemacı Serge Avedikian da verimli bir dönem geçiriyordu. Deneyimli oyuncu ve yönetmen, Chienne d’Histoire (Türkçede Hayırsızada) adlı eseriyle o yıl Cannes Film Festivali’nde En İyi Animasyon ödülünü kazandı. Saryan’ın kolayca bağlandığı İstanbul köpekleri onun da merceğindeydi, ancak bambaşka bir bağlamda. Avedikian, 1910’da, tam da Saryan’ın İstanbul kaldırımlarını arşınladığı dönemde yaşanan vahim bir olayı anlatıyordu filminde. O yıl, 2. Meşrutiyet’in ilanından beri resmen hükümette yer almasa da perde arkasından ülkeyi yöneten İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin aldığı kararla, İstanbul’un sokaklarında özgürce gezinen, yüzlerce yıldır şehir hayatının ayrılmaz bir parçası olan binlerce köpek toplatılıp Marmara Denizi’ndeki Sivriada’ya (Oxia) sürgün edilecek ve orada kaderlerine terk edilecekti.
Mardiros Saryan’ın dikkatini çeken köpekler, dönemin pek çok Batılı seyyahı için de İstanbul’un alametifarikasıydı. Oryantalist muhayyilelerdeki miskin, tembel, hareketsiz Şark algısının tamamlayıcı bir parçası olarak, sokaklarda uyuklayan, gezinen, güneşlenen bu hayvanlar, ezeli hasımları sayılan kedilerle birlikte şehrin esas sahipleri gibiydi. Saryan’ın yağlıboyalarında onları, çarşaflı bir kadının yanından geçerken, bir gölgeye çekilmiş uyuklarken veya birbirleriyle kavga ederken görebiliriz. Ancak bu geleneksel tablo, imparatorluğu modernleştirerek, rekabet ettiği Batı devletlerine karşı güç kazanıp onu “kurtarmak” isteyen, bunu yaparken de çağdaş bir görünüme ulaşmayı hedefleyen İttihatçıların tasavvurlarıyla uyumlu değildi.
Kent tarihi, hayvan hakları, politik ekoloji alanlarında çalışan akademisyen Mine Yıldırım, 1+1 Express’te yayımlanan bir söyleşisinde, sokak hayvanı varlığını planlı bir biçimde yok etmiş Avrupa şehirlerinden İstanbul’a gelen, 20. yüzyılın başında hâlâ köpeklerin serbestçe gezindiği bir şehir manzarasıyla karşılaşan Batılı seçkinlerin gördükleri karşısında şaşkınlıkla karışık bir hayranlığa ve bununla tezat bir aşağılama duygusuna kapıldığını söylüyor: “Batılı gezginler, ‘Nasıl oluyor da bizim kentlerimizde sistematik bir şiddetle hayvanlar yok edilirken doğunun yorgun şehrinde hayvanlar hâlâ korunabiliyor’ diye düşünüyorlar. ‘İslâmi geleneğin geri kalmasına ve doğu kültürünün ilkelliğine’ dair şeyler söylüyorlar. Bunların ikisi de oryantalist ve kolonyalist bakışlar. ‘Başıboş köpekler’ söylemi ilk o dönem ortaya çıkıyor.”
Köpekler işte bu bakış açısının sonucu olarak siyasi iktidarın gözünde imparatorluğun imajını bozan, payitahta köhne ve kirli bir görüntü veren zararlı canlılara, varlıkları ise çözülmesi gereken bir soruna dönüştü. Ellerine çekiç almaya alışkın pozitivist ve militarist İttihatçı yönetici klik için çivi bu kez köpeklerdi. Bu arada, onların etinden ve kemiğinden birtakım sınai üretimler için yararlanmayı teklif eden bir Fransız firmasının bu sürecin arkasında olduğuna dair bazı bilgiler de mevcut ve Avedikian’ın filmi bu noktaya da dikkat çekiyor. Kapitalizmin doymaz kâr hırsıyla modernleşmeci ihtirasların bu türden ortaklıklarının Sanayi Devrimi’nden bu yana insana, hayvanlara ve tabii ki doğaya ne büyük zararlar verdiğini çok iyi biliyoruz.
Mardiros Saryan’ın keskin sanatçı gözleri köpekleri resmederken o tarihsel andaki sorunun ne kadar farkındaydı bilmiyoruz, ancak ondan tam yüz yıl sonra, Serge Avedikian, Türkiye topraklarında köpeklerin toplu halde sürgün ve imha edilmesinin beş yıl sonraki Ermeni Soykırımı’yla arasındaki bağı görebildi. Ne de olsa 1915’te Ermeni halkına yaşatılanların kurbanı yetim nesillerin torunuydu. Bir canlı grubunu yaşadığı ortamdan koparmanın, zorla bir yere toplamanın, yaşamak için şartların hiç de uygun olmadığı bir bölgeye nakletmenin ve orada onları aç, susuz, hasta, naçar bırakmanın ne anlama geldiği biliyordu. Hedefi köpekler de, insanlar da olsa, bu tür habis planların sonucu ölüm ve felaket olacaktı. 1910’da İstanbul’un ebedi sakini köpeklere yapılanla beş yıl sonra, imparatorluğun tebaası olan Ermenilere yapılan arasında etik, vicdani ve siyasi olarak büyük bir fark yoktu. Aynı bağlantıyı, hayvanların görünürlük rejimleri ve sinemada hayvan temsilleri üzerine çalışan akademisyen Özlem Güçlü, Avedikian’ın filmini analiz ettiği makalesinde,[1] “1910’da köpeklerin felaketi de 1915’te Ermenilerin felaketi de aynı soykırım iradesinin, aynı kamusal ‘temizlik’ aklının kurbanlarıdır” sözleriyle kuruyor.
Aradan geçen yüz on dört yılda Türkiye’yi yöneten muktedirler ellerinden çekici bırakmadılar, dolayısıyla hâlâ her şeyi çivi olarak görmeye devam ediyorlar. AKP’nin sokaklarda yaşayan hayvanların toplanıp, otuz gün içinde sahiplenilmeyenlerin “uyutulması” yönlü yasa teklifi bu türden girişimlerden biri. Sokakta yaşayan hayvanlar, elbette bilhassa köpekler, Mart seçimlerinde önemli başlıklardan biri olmuş, özellikle dinci ve milliyetçi-ırkçı partiler taraftarlarını ve halk kesimlerini manipüle ederek onları hedef haline getirmişti. Onlara göre Türkiye’de büyük bir “başıboş” sokak köpeği sorunu vardı, bu hayvanlar gelen geçene saldırıyor, her yıl sayısız ölüme sebebiyet veriyordu ve bu soruna “nihai” bir çözüm şarttı. Sosyal medyada pek çoğu Türkiye’de dahi yaşanmamış köpek saldırısı videoları dolaşıma sokuluyor, doymak bilmez şiddet iştahı adeta yeni bir düşman ve yem yaratılarak körükleniyor, kılıçlar bileniyordu.
Belli ki, seçimlerde partisinin ilk kez ikinci parti olarak çıkmasının yarattığı şoktan sonra Erdoğan, söz konusu propagandanın iktidarına zarar verdiğine kanaat getirerek adım atmaya karar verdi. Sahip olduğu sorgulanamaz gücün üzerine iktidarsızlık, güç kaybı, yönetememe gibi gölgeler düşmesinin kendisi adına geri döndürülemez sonuçları olacağını düşünen Erdoğan, ultra sağcı muhaliflerin dahi beklediğinden daha ağır bir yasa taslağı hazırlatarak köpekler için kitlesel katliam anlamına gelebilecek bir adımı kamuoyunun önüne attı.
Oysa türcülük karşıtı olanlar sorunun köpek değil insan kaynaklı olduğunu savunuyor. Yetmiş küsur yıldır kentleşmenin alabildiğine vahşi bir şekilde hayata geçirildiği, şehirlerin rant ve ucuz işgücü yaratmak amacıyla plansız bir şekilde büyüdüğü, özellikle son yirmi yılda bütün ülkenin adeta bir şantiye halini aldığı, doğal yaşam alanlarının hızla tüketildiği bir coğrafyada, yüzyıllardır sokaklarda insanlarla barış içinde yaşayan köpekler açlık, susuzluk, güvenlik, barınma gibi sayısız sorunla karşı karşıya kalıyor. Basit bir kısırlaştırma, bakım, takip seferberliğiyle çözülebilecek sorun yıllarca ertelenince, bunun için ayrılan kaynaklar kim bilir kimlerin cebine transfer edilip heba edilince, sonunda köpekler için soykırım anlamına gelen bir “tedbir” gündeme geldi. Türkiye’nin katliamlarla ve şiddetle örülü tarihine yeni ve utanılası bir halka daha.
Romancı Sezgin Kaymaz, Birikim için Tanıl Bora’ya verdiği söyleşide , “Hem yaşam alanlarına kâbus gibi çök, hem de yeni ve zararlı bir canlı türü bulmuşsun gibi ad tak, sokak hayvanı de” diyerek bu şiddet temayülünün temelindeki sorunun bam teline dokunuyor. Kendi eylemlerimizin sorumluluğunu almayıp dilde başlattığımız ayrımcılık, şüphesiz ki orada kalmıyor, geçmişte olduğu gibi bugün de, sessiz ve sakin canlıların hayatına kast edecek bir çığın ilk kartopu oluyor.
Bugünlerde, Gazze’de yaşananlardan duyduğum acıyla, doğduğum ve yaşadığım kentin, İstanbul’un köpeklerinin kaderiyle ilgili korku birbirini depreştiriyor. 1910’da köpekler Sivriada’ya sürgün edildiğinde, masum hayvanları katletmenin lanet getireceğini düşünen halk adanın adını “Hayırsız”a çevirmişti. Osmanlı İmparatorluğu, köpek sürgününden sadece on iki yıl sonra, ardında büyük felaketler bırakarak çöktü. Buna kim tesadüf diyebilir?
451 hak savunucusunun imzaladığı Selahattin Demirtaş’a hitaben yazılan metin bir heyet tarafından Edirne hapishanesine götürüldü. Heyet üyeleri, Selahattin Demirtaş ve A. Selçuk Mızraklı ile görüştü
1 Haziran Cumartesi günü 17 kişilik heyetten Avukat Hülya Gülbahar, Zeynep Tanbay ve Ufak Uras; Edirne F Tipi Cezaevi’nde Selahattin Demirtaş ve A. Selçuk Mızraklı ile görüştü.
451 imzalı metin:
Sevgili Selahattin Demirtaş,
Geçmiş olsun demeye değil; eşit, özgür, barışçı bir geleceğe birlikte yürüme umudumuzu tazelemeye geldik.
Çünkü siz, rehin tutulduğunuz dört duvar arasında bile ülkenin aydınlık geleceğine, eşit ve özgür yurttaşların ortak yaşamına olan umudunuzu yitirmediniz. Gün oldu, biz dışardakilerden daha güçlü, daha umutlu oldunuz.
Size yalnız olmadığınızı, birbirimizi yalnız bırakmayacağımızı; aksine, hak, hukuk, adalet, huzur, barış, özgürlük talep eden insanlarımızın her geçen gün çoğaldığını; direnciniz, umudunuz, halkların kardeşliğine inancınızın hepimize cesaret verdiğini; ülkemizin, geleceğimizin, barışın size ihtiyacı olduğunu söylemek için buradayız.
Size ve hücre arkadaşınız Selçuk Mızraklı'ya sevgilerimizi, selamlarımızı, güvenimizi iletiyoruz. 01.06.2024
İmzalar-451 Yurttaş
A. Fuat Özkan, Abdulbaki Erdoğmuş, Abdulhakim Daş, Abdulhamit Adsız, Abdullah Demirbaş, Abdullah Özek, Abdurahman Hasançebi, Abdülgani Poyraz, Abdülhalim Aksu, Abdülselam Suvakçı, Abdürahim Aygün, Abdürrahim Aslan, Adnan Ekşigil, Afer Kara, Ahmet Aksu, Ahmet Aydoğan, Ahmet Aykaç, Ahmet Çelik, Ahmet Çömez, Ahmet Erkan, Ahmet Hikmet Sönmez, Ahmet Okumuş, Ahmet Selçuk, Ahmet Tekir, Akan Arçak, Akın Atauz, Akif Bayrak, Alev Er, Ali Aktürk, Ali Arif Cangı, Ali Bilge, Ali Buğdaycı, Ali Gökkaya, Ali Şeker, Ali Tatlıtürk, Arda Ekşigil, Arzu Başaran, Asım Uçar, Asuman Bal, Asuman Bayrak, Atılım Akkurt, Atilla Altaş, Atiye Kozan, Attila Tuygan, Ayhan Esen, Ayhan Şen, Aynur Duru, Aysuda Kölemen, Ayşe Akıncı, Ayşe Baykara, Ayşe Cemal, Ayşe Çamalan, Ayşe Ekizce, Ayşe Gözen, Ayşe Köybaşıoğlu Güngör, Ayşe Semiha Baban, Ayşe Uyguner, Ayşe Yolageldili, Ayşegül Devecioğlu, Ayşen Anadol, Ayşen Şahin, Ayten İnce, Aziz Uslu, Bahise Pirim, Bahri Gedik, Bahri Kızılay, Barış Trak, Baskın Oran, Bayram Ceylan, Behiye Aksu, Bekir Ağırdır, Bekir Karahan, Berrin Sönmez, Beycan Koçak, Binnaz Toprak, Bülend Tuna, Bülent Atamer, Bülent Güner, Bülent Tekin, Bülent Temur, Bülent Uyguner, Bünyamin Kalmış, Cafer Sezer, Cafer Solgun, Cafer Yıldırım, Candan Emek, Cavit Yenipazarlı, Celal Dağ, Celal Korkut Yıldırım, Celal Seçinti, Celal Tazegün, Cem Çoşkun, Cemal Candaş, Cemal Özdemir, Cemal Pir, Cemil Çamoğlu, Cengiz Aktar, Cengiz Arın, Cengiz Bayıldıran, Cengiz Kalkan, Cengiz Kaplan, Cengizhan Güngör, Cevdet Seçinti, Cihandar Yılmaz, Cuma Kolukısa, Çağatay Anadol, Çağla Özgençtürk, Çiğdem Aslan, Denis Dion Dreisbusch, Deniz İnce, Deniz Mukan, Deniz Türkali, Diyadin Noyan, Doğan Mahalleli , Doğan Özgüden, Dursun Öztürk, Efsun Arçak, Ekin Ay, Ekrem Baran, Emine Uşaklıgil, Engin Ekeren, Ensar Torun, Erdal Doğan, Erdal Karayazgan, Erdal Şahin , Erdoğan Aydın, Erdoğan Kahyaoğlu, Ergin Cinmen, Ergun Babahan, Eriş Bilaloğlu, Erkan Varhan, Erkut Baykara, Erol Köroğlu, Erol Özkoray, Erol Yurdam, Ertuğrul Günay, Esra Koç, Esra Mungan, Ethem Ay, Ethem Bayram, Eylem Kaplan, Eyüp Çakır, Eyüp Yılmaz, Ezgi Ekizce, Fatma Akdokur, Fatma Bostan Ünsal, Fehmi Enginalp, Ferhat Tunç, Feridun Cihan, Fethi Yıldız, Fethiye Çetin, Fevzi Yavuz, Figen Şahpaz, Fikret Başkaya, Funda Oral, Gabriel Rabo, Gençay Gürsoy, Gila Benmayor, Gülayşe Koçak, Gülçiçek Günel, Gülseren Benli Kandemir, Gülseren Onanç, Gün Zileli, Günal Kurşun, Güngör Şenkal, Güngör Tekgümüş, Gürhan Ertür, Hacer Ansal, Halil Çamalan, Halil İbrahim Yenigün, Halil Savda, Halil Toprak , Handan Bilgiç, Hanife Yüksel, Hasan Algan, Hasan Cemal, Hasan Özden, Hasan Öztürk, Hasip Çakmak, Haşim Eratçı, Hatice Aydınlı, Hatice Seçkin Akuğur, Hayati Kurul, Haydar Kalkan, Hayri Şenel, Helin Fatma Kaya, Hicri İzgören, Hikmet Şahin , Hikmet Yıldız, Hovsep Hayrani, Hülya Ekşigil, Hülya Gülbahar, Hüsamattin Akışlı, Hüseyin Akkurt, Hüseyin Sarıbaş, İbrahim Aşçı, İbrahim Betil, İbrahim Kaplan, İlhami Şen, İlhan Gültekin, İlhan Yiğit, İlter Sayın, İlyas Poyraz, İnan Atlı, İnci Hekimoğlu, İnci Tuğsavul, İrfan İlhan, İsmail Açıkgöz, İsmail Arık, İsmail Bıyıklı, İsmail Çoşkun, İsmail Kılınç, İsmail Malkoç, İsmail Tekin, İsmet Apak , Jale Gökoğlu, Johanne Trak, Kadir Fırat, Kadri Şen, Kadriye Altaş, Karabekir Akkoyunlu, Kaya Subaşı, Kazım Yazırlı, Kemal Yıldız, Kemalettin Yıldız, Kenan Alkan, Kuvvet Lordoğlu, Lale Mansur, Leyla Ulçan, Ludmilla Denisenko, M. Nuri Topal, Mahir Özgül, Mahmut Boynudelik, Mahmut Erek, Mahmut Ertaş, Mahmut Kadı, Mahmut Özdemir, Mahmut Yalçın, Mahmut Yalçınkaya, Mahmut Yobaş, Mazlum Çeviren, Medeni Akkaya, Medine Işık, Mehmet Ali Gülşen, Mehmet Aydın, Mehmet Bilal Dede, Mehmet Egeren, Mehmet Emin Demir, Mehmet Gürsoy, Mehmet Merhametsiz, Mehmet Nur, Mehmet Özer, Mehmet Ulucan, Mehmet Yıldız, Mehmet Yüksel, Melda Ertekin, Melih Sağıroğlu, Mesut Şahin, Metin Egeten, Metin Kaya, Metin V. Bayrak, Mihail Vasiliadis, Muammer Çelik, Muhlis Çolak, Muhsin Bostancı, Mukaddes Aydoğdu Çelik, Murat Çelikkan, Murat Dok, Murat Özbank, Murat Özpolat, Murat Sarıbaş, Murat Uyurkulak, Mustafa Albayrak, Mustafa Bilgiç, Mustafa Ecevit, Mustafa Erdal, Mustafa Hasırcı, Mustafa İzci, Mustafa Kaplan, Mustafa Özçelik, Mustafa Paçal, Musulhuttin Tuncer, Muzaffer Ovalıer, Muzaffer Yalçın, Muzaffer Yazıcı, Nadi Çoban, Namık Tan, Nazan Meriç Olgan, Nebi Evci, Necati Türk, Necdet Kök, Necdet Yılmaz, Necmiye Alpay, Nediha Ulaş, Nedret Bilici, Nejat Okay, Nejat Orhan, Nesim Ovadya İzrail, Nesli Öztürk, Nesrin Nas, Neşe Erdilek, Nevzat Onaran, Nezir Akan, Nihat Kızıl, Nihat Musul, Nil Mutluer, Nilgün Doğançay, Niyazi Ertekin, Nizamettin Özçelik, Nurcan Baysal, Nurhan Aygün, Nursen Subaşı, Nurten Ertuğrul, Orhan Altunışık, Orhan Cengiz, Orhan Doğançay, Osman Çevik, Osman Okkan, Osman Özsat, Oya Baydar, Oya Eriştiren, Öget Tanör, Ömer Arslan, Ömer Ceylan, Ömer Demir, Ömer Faruk, Ömer İkinci, Ömer Madra, Ömer Varol, Önder Algedik, Özgür Başkaya, Öznur İzci, Piraye Bayman, Ragıp Zarakol, Rakım Eser, Ramazan Sarıbaş, Rauf Muti, Rayif Karabayır, Reha Ruhavioğlu, Reyan Tuvi, Reyhan Bayraktar, Rezzan Tuncay, Rıza Duru, Rıza Kaplan, Rıza Türmen, Rukiye Yıldırım, Sabri Dokuzoğuz, Sacide Tunç, Sait Çetinoğlu, Sakin Günel, Salih Bilgiç, Salih Erdoğan, Salih Işık, Saniye Özkaya, Selçuk Ertekin, Selda Kaplan, Selim Çiçek, Selma Tiliç, Semiha Azapçı, Sena Kaleli, Serdal Koçak, Serdar Esen, Servet Eren, Sevil Muti, Sibel Erduman, Sinan Yılmaz, Songül Demir, Songül Güzel, Songül Tunçdemir, Suat Süslü, Suna Kaplan, Süleyman Acar, Süleyman Yılmaz, Süleyman Yokuş, Şaban Aslan, Şaban Demirkapı, Şaban Korkmaz, Şaban Turhan, Şahika Yüksel, Şanar Yurdatapan, Şaziye Çolak, Şehmuz Siray, Şengün Çolak, Şengün Kılıç, Şenol Karakaş, Şirin Kılınç, Şükrü Çelikyapı, Şükrü Kaygusuz, Tacettin Aydın, Tahsin Topçu, Talat Büyük, Tatar Çelik, Tatyos Bebek, Tekin Yılmaz, Telli Işık, Temel İskit, Tenziye Acar, Tezat Kutlu, Timur Sarı, Tugay Bek, Tuğrul Eryılmaz, Turgut Haskan, Turgut Yılmaz, Turhan Ata, Tülay Bingöl, Ufuk Uras, Umut Bostan, Ülkü Gülşen, Ümit Aktaş, Ümit Kardaş, Ümit Kıvanç, Vahap Günay, Vahit Zeydan, Vedat Sayın, Veli Baş, Veli Gölçek, Vesile Özden Yükselen, Viki Çiprut, Vildan Babaç, Yahya Gökdere, Yakup Uygun, Yalçın Kılıç, Yasemin Yazıcı, Yaşar Gökoğlu, Yavuz Karagöz, Yekta Altunışık, Yelda Cengiz, Yertvart Danzikyan, Yeşim Zühre Karayel, Yıldız Çelik, Yılmaz Kaptan, Yusuf Bozkurt, Yusuf Ziya Can, Zafer Yıldırım, Zafer Yılmaz, Zahit Alcan, Zahit Bozarslan, Zehra Arat, Zeki Çakıcı, Zeki Kaya, Zeki Kınay, Zeki Korhan, Zerrin Ergin, Zeynep Baş, Zeynep Tanbay, Zihni Karaçay, Ziya Halis, Ziynet Şahin, Zühra Yıldırım, Züleyha Nur, Zülküf Özer.
Demirtaş ve Mızraklı'nın ilettiği mesaj ise şöyle: