İstanbul’da söyleşi- Üniversiteler Filistin için ayakta: Yeni Bir 68 mi?

Gazze’de ateşkes! Filistin’e özgürlük!

İsrail’in Gazze’yi imha girişimine karşı İstanbul, Ankara ve İzmir’de, Filistin’e özgürlük isteyenlerin bir araya gelerek oluşturduğu bir platformun ilk adımları atıldı.  Platform 9 Aralık’ta, hem İnsan Hakları Haftası hem de Birinci İntifadanın yıl dönümü olan bu özel tarihte Kadıköy'de ilk eylemini gerçekleştirdi. Eylemde, Gazze'de katledilen çocukların isimlerinin yazıldığı bir pankartı açan eylemciler insanlık zinciri oluşturdular ve küresel mücadeleyi büyütme çağrısı yaptılar.  Bahariye Caddesi’nde kurulan insan zincirinde Filistin bayraklarına birçok pankart eşlik ediyordu. Hidayet Şefkatli Tuksal, Hacer Ansal ve Nuran Yüce tarafından okunan basın açıklamasında şu temel vurgular yapıldı: Soykırımı durduralım! Gazze benzeri görülmemiş bir saldırı altında. Tam iki aydır yakılıp yıkılıyor. Filistin halkı haftalardır bombalanıyor, katlediliyor, her bir saatte 10 çocuk İsrail ateşiyle öldürülüyor.  Yaşanan, Gazze’nin insansızlaştırılması girişimidir: 21. yüzyılın ilk çeyreğinde tüm insanlığın gözü önünde yeni bir soykırım gerçekleşiyor. 7 Ekim’den itibaren öldürülen Filistinli sayısı 17 bini aştı. Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü raporlarına göre, Gazze’de öldürülenlerin 6 bini (yüzde 40’ı) çocuk, 4 bini aşkını (yüzde 22’si) kadın ve yüzde 4’ü yaşlılar – yani öldürülenlerin yüzde 60-70’ini kadınlar, çocuklar ve yaşlılar oluşturuyor. İsrail savaşın bile hiçbir kuralını tanımıyor. 7-27 Kasım tarihleri arasında Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı çalışanlardan 104 kişi İsrail saldırılarında hayatını kaybetti. Bu, tek bir savaşta BM yardım çalışanları kaybında en yüksek sayıdır. BM sığınakları da İsrail saldırılarına hedef oldu: 19 kişi öldü, 310 Birleşmiş Milletler çalışanı yaralandı. Yine Birleşmiş Milletler’e ait 42 sığınak ve acil durum merkezi bombalandı ve çok fazla can kaybı yaşandı.  Gazze’nin 2,3 milyon olan nüfusunun 1,8 milyondan fazlası – nüfusun yüzde 80’i – evini terk etmek zorunda kaldı. İnsanların büyük çoğunluğu hastanelerde, Birleşmiş Milletler binalarında, okullarda ve camilerde yaşamaya çalışıyor. İki aya yaklaşan İsrail saldırılarında Gazze’deki sivil yerleşim yerlerindeki evlerin en az yüzde 60’ı harap oldu veya ciddi zarar gördü.  12 Ekim’den bu yana Gazze’nin elektriği kesilmiş durumda. Elektriğe bağlı tüm hastane, fırın, su pompası, su sanitasyon merkezlerinin faaliyetleri durdu. Temiz içme suyu kesintisi yaşanıyor. 14 hastane ve 51 birinci basamak sağlık merkezi çalışamaz durumda. Hastanelerin yüzde 70’i, birinci basamak sağlık hizmetlerinin ise sadece yüzde 30’u çalışır durumdadır. Saldırıların başlamasından bu yana sağlık merkezlerine 137 İsrail saldırısı oldu, bu saldırılarda hayatını kaybeden sağlık çalışanı sayısı 130’a yükseldi. İsrail askeri yetkilileri 10 bin kez saldırı gerçekleştirdiklerini hiç utanmadan açıklayabiliyor.  Dünyanın en ağır baskısının uygulandığı açık hava hapishanesi olan Gazze on bin kez bombalandı. Binlerce patlama, ölüm, yaralanma, yıkılan binalar, ölen canlılar, yok olan ekosistem, bir bölgenin topyekûn yaşanamaz hale getirilmesi, bölgede yaşayanların yok edilmesi, sürülmesi, evsiz bırakılması, biz burada, şu anda bu basın açıklamasını yaparken süregiden dehşet sahneleri… Bu yüzden, tüm dünyada, İsrail bir soykırım yapmakla suçlanıyor. Bizler, İsrail’in hemen durdurulması için tek bir saniye bile kaybetmeden harekete geçilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Tüm yurttaşları, sivil toplum kuruluşlarını, sendikaları, barışı savunanları, savaşlara, işgallere ve ırkçılığa karşı olanları, İsrail’in ABD destekli savaş suçlarıyla dolu işgaline karşı, Filistin’in özgürlüğü için birlikte, yan yana ses çıkarmaya çağırıyoruz. Gazze için küresel direniş  Dünya İsrail’in yarattığı yıkımın sona ermesi için ayakta. Milyonlarca insan, bu işgalin hemen, pazarlıksız sona ermesini istiyor. İsveç’te, Londra’da, Glasgow’da, Paris’te, Belçika’da, Güney Afrika’da, New York’ta, Jakarta’da, Tunus’ta, Almanya’da, Manchester’da, Avustralya’da, Pakistan’da, Japonya’da, Washington’da, Edinburgh’ta, Somali’de, Bosna’da, Kosta Rika’da, Portekiz’de, Kanada’da, Danimarka’da, Norveç’te, Mauritius adasında, Fas’ta, Mısır’da, Yemen’de, Atina’da, Barselona’da, Brezilya’da, Meksika’da, İrlanda’da, Arjantain’de, Yeni Zelanda’da, Finlandiya’da Gazze’yle dayanışma eylemleri örgütlendi.  Birçok ülkede, İsrail’i destekleyen devletler, Filistin halkıyla dayanışan savaş karşıtlarını antisemitist olmakla suçlayarak hareketleri bastırmaya, bölmeye çalışıyorlar. İklim aktivisti Greta Thunberg, Gazze halkıyla dayanıştığı için Avrupa’da istenmeyen kişi ilan edildi. Ama Greta, her zamanki cesaretiyle “İşgal altındaki topraklarda iklim adaleti olamaz!” diyerek Filistin için ses çıkarmaya devam ediyor. Biliyoruz ki ölen Filistinliler, çocuklar, kadınlar sadece bir istatistik değil; kaybettiğimiz tüm insanların bir hikâyesi var. Ölen o çocukların isimleri var, hayatları vardı. Gördüğünüz bu büyük pankarta sığdırmayacağımız kadar çok... Anne karnında bebekler, çocuklar aralıksız bir şekilde öldürülüyor.  Savaş suçluları yargılansın! Gelin hep birlikte Netanyahu’nun ve İsrail devlet mekanizması içinde savaş suçu işleyen herkesin savaş suçlarından yargılanması için ses çıkartalım. 9 Aralık ayrıca Uluslararası İnsan Hakları Haftası. Hiçbir insan hakkı ihlalinin unutulmayacağını ısrarla vurgulayalım. Yaşam hakkı elinden alınan çocukların, artık sesini çıkartma şansı kalmayan insanların sesi olalım. Tüm dünyada, özellikle bölgede yaşayan halklar olarak ne kadar güçlü, ne kadar etkin, ne kadar kararlı, ne kadar ısrarlı olursak o kadar iyi. İsrail’in sürekli saldırılarını durdurmak için yıllar önce ABD’nin Irak işgaline karşı çıkarken söylediğimiz o önemli mesajı bir kez daha hatırlamamız çok önemli: “Şimdi değilse ne zaman? Biz değilsek kim?”  İsrail’le ikili anlaşmalara son! Bir sözümüz de burada, iktidara. Türkiye bir yandan Filistin halkının yanında gibi görünürken bir yandan da İsrail’le ikili ilişkilerini, askeri ve ticari işbirliklerini sürdürüyor. Son 20 yılda Türkiye-İsrail arasındaki ticaret hacmi yüzde 530 arttı. Türkiye’nin dış ticaretinde İsrail 10. sırada. Türkiye’den şirketlerin İsrail’de enerji yatırımları var.  İsrail’le devlet düzeyinde yapılan ikili anlaşmalar hemen askıya alınsın! Türkiye, bölgede tüm ülkelerle barışcı ve diyaloğa dayalı bir ilişki kurarken, 75 yıllık işgal politikalarını durdurmak için İsrail devletinin yalnızlaştırılması, tecrit edilmesi ve savaş suçlarına cüret edecek cesareti aldığı dünya politik arenasındaki desteği ortadan kaldıracak girişimlerde bulunmalıdır. ABD’nin İsrail’e verdiği yayılmacı desteğin sorgulanmasını sağlamanın yolu, bir yandan bölgede barışçıl politikalarla öne çıkmak iken aynı zamanda ABD’nin Türkiye’deki askeri üslerinin kapatılmasıdır.  Irkçılığa taviz yok! Bugün etkinliğimiz boyunca sık sık “ırkçılığa dur de” sloganlarını attık, atmaya da devam edeceğiz. Bunun çok önemli bir nedeni var. İsrail’e karşı çıkarken genel olarak Yahudileri, özel olarak da Türkiyeli Yahudileri suçlayan, ırkçılık yapan, antisemitist yaklaşımları benimseyenlere de artık dur demenin zamanı geldi! İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısına karşı duyulan haklı öfkenin, antisemitizmle hedefinden şaşırtılmasına, barış isteyen kalabalıkların mücadele isteğinin ırkçı fikirlerle bölünmesine izin vermeyeceğiz! Halkların eşit koşullardaki eşitliğinden söz eden herkesi, İsrail devletinin saldırganlığıyla Yahudileri ve Türkiyeli Yahudileri eşitlemeye çalışan yaklaşımlara karşı sessiz kalmamaya davet ediyoruz. Gazze’de hastaneleri vurarak Filistinlilere “burada kalırsanız ölürsünüz” mesajı veren israil’e, savaş suçlularına karşı hep birlikte ses çıkartalım! Soykırımı durduralım, savaş suçlularını yargılayalım! Gazze’de ateşkes, Filistin’e özgürlük!

Doğan Tarkan: Devrime adanmış bir yaşam

Doğan Tarkan, ömrünü işçi sınıfının mücadelesinin kazanmasına adamıştı ama Marksist teoriyi sımsıkı kavrayan bir devrimci olduğu için, sadece ekonomik bir birim olarak işçilerin sadece ekonomik bir birim olan burjuvalara karşı mücadelesi olarak kabalaştırılan bir sosyalizm anlayışından fersah fersah uzak bir sosyalist mücadele perspektifine sahipti. Doğan için bir işçi aynı zamanda kadın, erkek, LGBT+, Kürt, Ermeni gibi diğer ezilmişlik biçimlerini de yaşayan ya da bu ezme ezilme ilişkileri içinde emek gücü sömürüsüne maruz kalan somut insan demekti. Her türlü ezen ezilen ilişkisinde, tıpkı Lenin gibi, “ama… fakat” demeden ezilenden yana tutum alırken, bu ezilme biçimlerini basitçe kimlik sorunu olarak tanımlayan ve bu sorunları gündeme getirmenin işçi sınıfını gerçek sorunlarından uzaklaştırdığını iddia edenlerle sürekli olarak tartıştı. Doğan’la sık sık tartışma fırsatı bulanlar, onun, defalarca, “tüm ezilenlerin sorunlarına sahip çıkmayı öğrenmeden ve kendi eylemini tüm ezilme biçimlerine karşı mücadelenin eylem platformu haline getirmeden, bir işçinin sınıf bilinci son sınırına kadar gelişemez” dediğine tanık olmuştur. Doğan Tarkan’ı, Kürt halkı ve Ermeni halkının da mücadeleci bir neferi yapan, benimsediği bu perspektif kadar, Türkiye Cumhuriyetin kuruluş yapısını kavrayışındaki netlikti. Doğan, Ermeni soykırımı konusunda sol hareket içinde kafası en berrak sosyalistti. Ermeni soykırımıyla hesaplaşmak için yükseltilen mücadelenin koç başı olarak DSİP’in öne çıkmasının nedeni budur. Doğan, soykırımı tanımayan, devletin soykırımı tanıyıp özür dilemesi için mücadele etmeyen ve Kürt halkının özgürlüğü için harekete geçmeyen solcuların ve sosyalistlerin ne gerçek anlamda devlete karşı olabileceğini ne de antikapitalist olabileceğini düşünüyordu. Doğan’ın Kürt halkının uzattığı barış elini batıdan tutacak milyonlarca insanı harekete geçirmek için beslediği ve etrafına bıkmaksızın aktardığı inanç ve bu devletin Ermenilerden soykırım nedeniyle özür dilemesi için verdiği aralıksız mücadele güncelliğini koruyor. Bu mücadele kazanmadan işçi sınıfının kazanması mümkün olmayacak, işçi sınıfı kazanmadan bu mücadele istediğimiz kazanımları elde edemeyecek.  Tüm hayatını kitlesel bir devrimci solun yaratılması mücadelesine adayan Doğan Tarkan elinizde tuttuğunuz gazetenin kurucusu ve ölene kadar editörüydü. Aşağıda Doğan’ın bu gazetede çeşitli sayılarda çıkan yazılarından bölümler bulacaksınız. İşçi sınıfının birliği Sosyalistler için en önemli mücadele konusu işçi sınıfının birliğidir. İşçi sınıfının birliğini sağlamak her şeyin üzerinde olan bir görevdir. Çünkü elinde sayısız savaş aygıtı olan egemen sınıflara karşı işçi sınıfının tek silahı birliğidir. Bölünmüş bir işçi sınıfı sermaye karşısında daima yenilmeye mahkumdur.  Greve çıkacak bir fabrikada işçiler bölünmüşse, bir kısmı greve çıkmak istemiyorsa geri kalanının başlatacağı bir grevin işi zordur. Hele greve katılmayanlar çoğunluksa veya önemli bir azınlıksa greve çıkan işçilerin işi daha da zordur. Günlük mücadelenin her alanında işçilerin birliği önemlidir. Eğer işçi sınıfı etnik, dinsel ve politik olarak bölünmüşse işi gene zordur. Egemen sınıf karşısında bölünmüş bir işçi sınıfının kendisini savunması veya kazanımlar elde etmesi mümkün değildir.  Bunların yanı sıra işçi sınıfı içinde toplumun her yanında olduğu gibi nesnel olan bölünmeler de var. Kadın ve erkek işçiler, Kürt ve Türk işçiler gibi. Sosyalistler bu bölünmeleri ortadan kaldıramaz ama görevleri mücadelede farklı kesimleri yan yana getirmektir. Tersine tutumlar sadece egemen sınıfın durumunu güçlendirir.  (…) Türkiye’de işçi sınıfının birliğini zayıflatan bir dizi tutum var. Her şeyden önce işçi hareketi günümüzün en derin politik ayrışmasında laik ve İslamcı olarak bölünmeye çalışılıyor. Egemen sınıf için çok yararlı olan bu bölünme kimi sol gruplar tarafından da körükleniyor. Aynı şekilde Alevi-Sünni bölünmesi, Kürt Türk bölünmesi esas olarak egemen sınıfa yaramaktadır, ama kimi sol gruplar da bu bölünmeleri körüklemektedir. Burada ince nokta solun işçi sınıfının birliğini korurken aynı zamanda işçi sınıfı içindeki iki kere ezilenlerin mücadelesini tüm işçi sınıfına mâl etmek için mücadele etmenin gerekliliğidir. Kürtler kendi dillerini bile konuşamazken, Aleviler kendi ibadethanelerine sahip olamazken, kadınlar aşağılanırken işçi sınıf özgür olamaz. Sosyalistler bu nedenle bütün bu alanlarda mücadelenin en ön safında olmak zorundadır. Oysa Türkiye solunda bu mücadeleleri küçümseyen ve hatta zaman zaman mücadelenin öbür yanına geçen tutumlar hiç eksik değildir. Bu tutum kendisini özellikle Kürt sorununda gösterir. Kürt ulusal mücadelesini tanımayan, küçümseyen tutumlar yaygındır. Hareketin boyutları ve çok zaman biçimi sosyalistlerin bir kısmını ürkütür. Devrimci sosyalistler bunlara karşı da mücadele etmek zorundadır. (Sosyalist İşçi, Sayı 353, 6 Mart 2009) Onların sosyalizmi, bizim sosyalizmimiz (…) Lenin ve devrim  1917 Şubat Devrimi’nden sonra Rusya’ya gelen Lenin devrimin başladığı kent olan St. Petersburg’a ayak bastığı gün istasyonda kendisini karşılayan İşçilere yaptığı konuşmada devrim ‘Rusya’da ancak başlatılabilir ama gelişmiş ülkelerde devrim olmadan, bir dünya devriminin kapısı aralanmadan devrim Rusya’da, tek bir ülkede yaşatılamaz’ diyordu.  Stalin ise dünya devriminin gerilemekte olduğunu söyleyerek Rus Devrimi’nin yalnız kaldığını iddia ediyor ve bu koşullarda önlerinde tek ülkede sosyalizmi inşa etmekten başka bir seçenek kalmadığını söylüyordu.  Onların sosyalizmi  Stalinizmin iktidarı daima dünya çapında bir destek buldu. Stalinistlerin bir sosyalizm anlayışı var. Asıl olarak ikameci, yani kendi partilerini İşçi sınıfının yerine geçiren bir anlayış bu. Stalinizm sönümlenen, yok olacak olan bir devleti değil aksine güçlü ve giderek daha da güçlenen bir devleti savunur. Stalinistler ise baskıcı, İşçi sınıfına karşı zorbalık yapan bir iktidarı sosyalizm olarak savunurlar.  Bizim sosyalizmimiz  Stalin’in karşı devrimine karşı direnenler elbette oldu. Bu direnişin en önemli ögesi Troçki ve yandaşlarıdır ve bu nedenle en ağır baskıya onlar uğradı. Devrimin Lenin ile birlikte iki önderinden birisi olan Troçki Lenin’in ölümünden hemen sonra ülke dışına sürgüne gönderildi ve daha sonra da bir Stalinist ajan tarafından öldürüldü. Troçki Stalinist tezlere karşı hem SSCB’de hem de dünya çapında marksist tezleri savundu, Stalin’in çarpıtmalarına karşı durdu.  Bizim sosyalizm anlayışımız İşçi sınıfının kurtuluşunun kendi eseri olacağını söyler. Sosyalizmi İşçi sınıfının kendisini devlet olarak örgütlemesi olarak tarif eder. Dolayısıyla bir partinin iktidarını sosyalizm olarak görmez. Stalinizmden en temel farklılığı budur. (Sosyalist İşçi, Sayı 353, 6 Mart 2009) Lenin, örgüt ve DSİP (…) Lenin için bir parti modeli yoktur ama bir örgütlenme anlayışı vardır. Daima mücadeleci, sokakta olan, sınıfın tüm öncü unsurlarını birleştirmiş disiplinli ve militan bir örgüttür. Ne var ki Stalin ve Rus bürokrasisi Lenin'in örgüt anlayışının disiplinini bütünüyle bozmuş ve başka bir hale sokmuşlardır. Lenin'in disiplini eylemde disiplin, tartışmada alabildiğine demokratiktir. Bolşevik Partisi daima yoğun tartışmalar yaşamıştır. Lenin bir çok defa parti yönetici organlarında azınlığa düşmüş ve tartışmayı bütün örgüte yayarak, bütün örgütün tartışmalara katılımını sağlayarak savunduğu görüşleri parti içinde hakim kılmıştır. Lenin'in partisi Marks gibi "işçi sınıfının kurtuluşunu kendi eseri olarak" tanımlar. Bu nedenle Bolşevikler Şubat Devrimi ile Ekim Devrimi arasında geçen dönemde ellerine birçok fırsat geçmiş olmasına rağmen işçi sınıfının çoğunluğunun desteğini kazanmadan iktidarı almak için adım atmadılar. Lenin partiyi işçi sınıfının yerine geçirmeyi bütünüyle reddediyordu. (…) Lenin'in örgütü mücadelecidir. Militandır. Disiplinlidir ama aynı zamanda demokratiktir. Tartışmadan karar almaz ama karar aldıktan sonra uygular. DSİP Lenin'in örgüt anlayışı doğrultusunda hareket eden bir örgüttür. Ülkedeki gündemi oluşturan bütün politik gelişmelere işçi ve emekçi sınıfların açısından müdahale eder. Hatalar da yapar. Hatalarından en kısa zamanda öğrenmeye ve kendisini yenilemeye çalışır. Eğer sokaktaki hareketi olumluyorsanız, daha güçlü olması gerektiğini düşünüyorsanız DSİP'e siz de katılın. (Sosyalist İşçi, Sayı 379, 30 Ekim 2009) DOĞAN TARKAN

Ana muhalefet: Sağcı, ırkçı, kavgalı, paramparça

Yerel seçimler Mart ayında yapılacak. Sağcı muhalefet birbirine düşmüş durumda. Ve sol adına konuşan CHP yine berbat adaylar gösteriyor. Millet İttifakı'nı kuran ve Altılı Masayı oluşturan CHP ve İYİP birbirine girdi. Akşener ittifakı bitirdi ve yerel seçimlerde ortak aday gösterilmesini savunanları partisinden atmaya başladı. Büyük bir istifa dalgası yarattı. Kılıçdaroğlu'nun çifte yenilgisinden sonra CHP yönetimine gelen Özgür Özel ve fiili olarak CHP başkanlarından birisi olan Ekrem İmamoğlu ise sol gösterip sağ vurmaya devam ediyor. Önceki dönem CHP'den ihraç edilen ırkçı Tanju Özcan partiye geri alındı ve özerk bölge gibi yönettiği Bolu Belediye Başkanlığı'na yeniden aday yapıldı. CHP içindeki liderlik yarışını kaybeden Muharrem İnce, ayrılıp kendi partisini kurmuştu. Memleket Partisi ideolojik çizgi olarak katı ulusalcılığı ve göçmen karşıtlığını benimsedi. Baş ırkçı Ümit Özdağ ile uzun süre ittifak halinde oldu.  Bugün ise Ekrem İmamoğlu ve Muharrem İnce büyük bir dostluk içindeler. İnce ve partisi, İstanbul'da İmamoğlu'nun adaylığını destekleyeceğini duyurdu. Peki hâlâ siyasette olduğunu hissettiren Kılıçdaroğlu ne yapmıştı? Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turuna kadar demokratik bir çizgi izleyen Kılıçdaroğlu, Tanju Özcan gibilerinin ırkçılığına karşı çıkmamıştı. O da göçmenleri kovmayı vaat etti. İkinci turda ise ırkçı Zafer Partisi ile kol kola girip ırkçı bir kampanya yaptı. Ve yenildi. Bütün bunlar bir kaç şeyi gösteriyor: - Genel seçimlerde, aşırı sağcı iktidar blokuna karşı milliyetçi sağcı bir muhalefetin başarılı olmayacağı görüldü. - Bu muhalefet içindeki bazı unsurların hızla AKP'ye yaklaşabileceği anlaşıldı. - CHP'nin sol olmadığı, değişim sözlerine rağmen yapısının buna izin vermediği bugün daha açıkça görülmeli.

DSİP: Sokak hayvanlarından elinizi çekin!

Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP), sokak hayvanlarına dönük nefret kampanyası ve toplamalar hakkında bir açıklama yayımladı. Açıklama şöyle:  

Devrime adanmış bir yaşam: Doğan Tarkan'ı anıyoruz

Aramızdan ayrılışının 10. yıldönümünde DSİP'in kurucusu ve Marksist.org yazarı Doğan Tarkan'ı anıyoruz. 23 Aralık Cumartesi 17:00'de başlıyor. Adres: DSİP Kadıköy - Söğütlüçeşme Caddesi, Kalem Sokak, No: 11 , Kat: 3 Osmanağa  

Celalettin Can: Özgürlük denebilirse bugün özgürlüğüme kavuştum ama bir tarafım buruk

Ömrünün 20 yılını hapiste geçiren 78'liler Girişimi sözcüsü Celalettin Can, hastalığına ve şartlı tahliye kurallarına rağmen düşünce ve ifade özgürlüğü ihlal edilerek zindana alınmıştı. Nihayet serbest bırakıldı. KHK ile kapatılan Özgür Gündem gazetesi ile dayanışma amacıyla bir günlük yayın yönetmenliği yaptığı için 109 gündür cezaevinde tutulan Can, tahliye oldu.Yeni adıyla Marmara, bilindik ismiyle Silivri hapishanesinden çıkıktından sonra şunları söyledi: "Özgürlük denebilirse bugün özgürlüğüme kavuştum ama bir tarafım buruk. Benim durumumda hatta daha kötü olan yüzlerce arkadaşı cezaevinde bırakarak çıktım. Çok haksız, hukuksuz bir şekilde orada yatıyorlar. Sadece Marmara'da değil, Türkiye'nin her tarafında denetimli serbestlik hakkında insanları yararlandırmıyorlar. Türkiye'nin demokratik, ilerici güçleri muhakkak cezaevi sorununa el atmalı. Örgütler, milletvekilleri, dernekler sayesinde bırakıldım. Bu dayanışma bütün demokrasi mücadelesi gösteren tutsaklara gösterilsin. Dostlarımız serbest bırakılsın"  

'Gazze'deki insani felakete karşı #AteşkesHemen talebimizi büyütmek için buluşuyoruz'

LGBTİ+ ve insan hakları örgütleri, Gazze'ye yapılan saldırıları 18 Aralık Pazartesi günü Kadıköy'de protesto edecek. Çağrıları şöyle "Gazze Şeridi'ndeki insani felakete karşı #Ateşkes talebimizi büyütmek için 18 Aralık Pazartesi günü 19:00'da Süreyya Operası önünde basın açıklaması için buluşuyoruz! #AteşkesHemen" Çağrıcılar: 17 Mayıs Derneği, Hak İnisiyatifi, Adım Zamanı, Kadının İnsan Hakları Derneği, Kaos GL, Lambdaİstanbul, Sivil Alan Araştırmaları Derneği, SPOD, Uluslararası Af Örgütü, Yaşam bellek özgürlük.

Hasta mahpus Celalettin Can: Devletin sorumluluğu altındaki cezaevlerinde insanca yaşamı sağlayın

Düşünce ve ifade özgürlüğünün ihlali sonucunda 108 gündür hapiste tutulan Celalettin Can, kendisine Adli Tıp Kurumu  3. İhtisas Dairesi’den ‘gerekli sağlık kontrollerin yapılması’ kaydıyla cezaevinde kalabilir raporu verildiğini açıkladı Celalettin Can; cezaevinde yaşadığı sorunları ve son durumunu açıklayarak sorunların çözümünü talep etti. Devamla;   “Yaşadığım coğrafyanın güçlükleri içinde demokratikleşme ve özgürlük mücadelesi için gazetecilik, yazarlık yapmaya çalışıyorum. 31 Ağustos’ta infazımın gerçekleştiği günden bugüne 5275 sayılı kanunun 89/3 maddesi kapsamında “Denetimli Serbestlik Hakkım” oluşmuşken, cezaevinde kendilerini ikinci bir yargı merci yerine koyan “idare ve Gözlem Kurulu” tarafından hukuksuz bir şekilde sağlık sorunlarıma rağmen ve de Yargıtay’ın bu konudaki kararına rağmen “bağımsız koğuş”da kalmayı istemediğim için beni 108 gündür rehin tutuyorlar.  Rahatsızlığım nedeniyle götürüldüğüm Cezaevi Kampüs Hastanesi, Silivri Devlet Hastanesi, Adli Tıp ( 2 kez), Yedikule Göğüs Hastanesi ve cezaevi revirinde bana söylenen “uyku apnesi kalbi zorluyor, ciddi risk altındasın” teşhisine rağmen Adli Tıp Kurumu cezaevinde kalabilir raporu vermiştir Coğrafyamızda cezaevleri çoğu kez ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı merkezler olurken, ben ve birçok hasta mahpus İstanbul Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu siyasi bir tutum izleyerek, sağlık sorunu yaşayan mahpusların tam teşekkülü devlet hastanelerinden almış oldukları raporları da kabul etmeyerek, verdikleri kararlarla yaşam haklarımızı ihlali etmekle birlikte sağlık sorunu yaşayan biz hükümlülerin tahliyelerine engel olmaktadırlar. Buradan Adalet Bakanlığına çağrımdır; ATK verdiği bu raporla 19 Arlıkta cezaevinde toplanacak kurulun kararlarını etkilemeyi amaçlamaktadır. Bu bir yaşam hakkı ihlalidir… Adli Tıp Raporuna göre özgürlüğümü engellemeyin… Cezaevlerinde sağlık sorunu yaşayan mahpusların yaşam ve sağlık hakkının korunması, tahliye koşullarının sağlanması ulusal ve uluslararası mevzuatın, sözleşmelerin gereğidir.  Bu belgelerle ‘mahpuslara yönelik kötü muamele ve işkencenin mutlak suç olduğu ve bu suçların zaman aşımına uğramadığını, mahpusların tüm haklarının devletin koruması altında olduğunu, insan hakları çerçevesinde muamele görmeleri sağlanmalıdır’ diyerek koruma altına almıştır. Tüm bu yükümlülüklere rağmen Adalet Bakanlığı, Adalet Bakanlığına bağlı Ceza ve Tevkifevleri Müdürlüğü, TBMM vekilleri kamuoyunda yapılan sayısızca açıklama, başvuru, çağrı ve raporları görmezden gelerek, cezaevlerinde işkence ve kötü muamelenin, yaşam hakkı ihlallerinin ve ölümlerin sorumluluğunu taşıyanlar olarak görüleceklerdir.” Celalettin Can, taleplerini şöyle ifade etti; “Devletin sorumluluğu altındaki cezaevlerinde insanca yaşamı sağlayın. Devlet olarak yükümlülüklerinizi yerine getirin. İhlalleri yapanlar hakkında gerekli soruşturmaları yapın. ATK’nin yaşam hakkını hiçe sayan kurul kararlarını inceleyin.   Hipokrat yemini ettiğini iddia eden Adli Tıp hekimleri hakkında işlem başlatın. Mecliste, Cezaevleri ile ilgili çalışmalar yürüten sivil toplumla koordineli de çalışacak çok acil cezaevlerini izleme komisyonu kurun.  Bizler siyasi mahpuslarız, haklarımızı biliyoruz… Bizleri ıslah etme yöntemlerinizin tümü kötü muameledir. Vazgeçin… Tüm hasta mahpusların özgürlüğünü sağlayın!” Celalettin Can Marmara L Tipi 5 No’lu Kapalı Ceza ve İnfaz kurumu C-12

Hayvan, Yaşam, Özgürlük İnisiyatifi’nden kampanya: Sokak hayvanlarına özgürlük! Hayvan hakları kanunu istiyoruz!

Hayvan, Yaşam, Özgürlük İnisiyatifi sokak hayvanlarına dönük artan nefret kampanyasına karşı yeni bir kampanya başlattı.

Geri 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 İleri

Bültene kayıt ol