Göçmenlere, siyahlara ve azınlıklara karşı açıktan ve küstahça düşmanlık besleyen ve ırkçılığını gizlemeyen Trump, bu gerçeğe rağmen 5 Kasım’da gerçekleşen Amerikan seçimlerinde oyların yüzde 50,1’ini (76,4 milyon oy) alarak, Demokrat Parti adayı Kamala Harris’i yaklaşık 2,7 milyon oy farkla yenilgiye uğrattı. Demokratlar açısından hezimet bununla da kalmadı. Cumhuriyetçi Parti, Kongre’de çoğunluğu garantilemiş durumda. 100 senatörden oluşan Senato’da ise Demokratların 6 senatör farkla önünde. Dolayısıyla Trump, önümüzdeki dört yıl boyunca başkanlığını Demokratların siyasi engelleme çabalarına pek takılmadan, rahat bir şekilde yürütebilecek gibi görünüyor.
Trump, seçim kampanyasının temelini ırkçı ve milliyetçi iki vaat üzerine kurdu. Bir yandan yalanlar ve komplo teorileri üzerine kurulu aşırı göçmen düşmanlığını pekiştirirken, öte yandan “Önce Amerika” sloganıyla, seçmen tabanının dünya görüşleriyle örtüşen bir milliyetçiliği öne çıkardı.
Seçim kampanyasını bu iki konu üzerine inşa etmesinin ne kadar isabetli olduğunu Associated Press ajansının ulusal düzeyde seçmenler arasında yaptığı kamuoyu araştırması gösteriyor. Araştırmaya göre, seçmenler arasında öne çıkan konular arasında ekonomi yüzde 39 oranla başı çekerken, göçmenler meselesi de yüzde 20 oranla ikinci sırayı aldı.
Trump’ın seçilmesi ne anlama geliyor?
Trump’ın seçilmesi özellikle büyük sermaye sahipleri, fosil yakıt, petrol ve teknoloji şirketlerinin önde gelenleri arsında büyük bir memnuniyetle karşılandı. İngiltere merkezli Economist dergisi seçim haftasındaki kapağına “Trump’ın Dünyasına Hoş Geldiniz” başlığı atmıştı. Bu başlık, Trump’ın yeni dönemde uygulayacağı olası politikaların sarsıcı niteliğine bir gönderme olmasının göstergesi niteliğinde.
Trump’ın seçilmesinin ardından New York borsası haftayı yükselişle kapattı. Seçimin ardından büyük bir Trump destekçisi olan, X Platformu, Tesla ve SpaceX gibi şirketlerin sahibi ve yöneticisi Elon Musk’ın serveti 300 milyar doların üstüne çıkarken, Tesla’nın değeri de 1 trilyon doları aştı.
Trump, seçim kampanyası boyunca Amerikan kapitalistleri ve muhafazakâr kesimlerin beklentilerine yönelik birçok vaatte bulundu. Kapitalist kurumlara yönelik vergileri düşüreceğini söyledi, iç piyasayı güçlendirmeye yönelik tüm ithal ürünlerinde gümrük vergilerini yüzde 10-20, Çin’den yapılan ithalatta ise yüzde 60’a yükselteceği vaadinde bulundu.
Bu adımların küresel düzeyde halihazırda sürdürülen ticaret savaşlarının şiddetlenmesine yol açması kaçınılmaz olacak. Bu konuda bazı siyaset yorumcuları, bundan sonra dünyanın Trump öncesi ve sonrası olarak iki döneme ayrılacağı görüşünde.
Trump, ABD rejimini kökten değiştirecek
Trump’ın önümüzdeki dönem ülke içinde atması beklenen adımlarının, ülkenin siyasi, toplumsal ve ekonomik yapısını derinden sarsması büyük bir olasılık.
Başında aşırı sağ görüşleriyle tanınan kişilerin olduğu Heritage Foundation (Kültürel Miras Vakfı) adlı kuruluşun hazırlamış olduğu 900 sayfalık bir program seçim kampanyaları sırasında gündeme gelmişti.
Proje 2025 adlı bu program, temel olarak Trump’ın seçilmesi durumunda uygulaması için bir program niteliğinde hazırlandı. Kapsamı ve içeriği dikkate alındığında, aslında yeni bir Amerikan rejiminin inşası niteliğinde olduğunu söylemek abartı olmaz. Program, yasa teklifleri, iptal edilmesi veya yeniden yapılandırılması önerilen yürürlükteki yasalar ve hükümet kurumlarını sıralıyor.
Nitekim, Trump programın öngördüğü politikalar doğrultusunda adım atmaya başladı bile. Seçim kampanyasının ana vaatlerinden biri olan, “milyonlarca kaçak göçmenin toplu olarak sınır dışı edilmesi” görevini icra etmek üzere atanan Tom Homan, 2014 yılında, “göçmen çocuklarını ailelerinden ayırmanın yasadışı sınır geçişlerini engellemenin etkili bir yolu olacağını” savunmuştu. Geçtiğimiz temmuz ayında, “Trump geri döndüğünde ben de yanında olacağım ve bu ülkenin şimdiye kadar gördüğü en büyük sınır dışı etme gücünü yöneteceğim" demişti.
Trump, program doğrultusunda çeşitli bakanlıklara önerdiği isimleri de açıklamaya başladı. Adalet Bakanı olarak Matt Gaetz’i atayacağını ilan etti. Skandallarıyla tanınan aşırı sağcı Gaetz’in atanması Cumhuriyetçi Parti saflarında dahi tepki çekti. Gaetz, çocuk yaştaki kişilerin seks ticaretine bulaştığı iddialarıyla hakkında Adalet Bakanlığı’nın soruşturmasına uğramış bir Kongre temsilcisi.
İç Güvenlik Bakanı olarak atadığı Kristi Noem de tam bir göçmen düşmanı. Noem geçmişte, Amerika’nın bir işgalle karşı karşıya olduğunu ileri sürmüştü. Ayrıca, pandemi döneminde maske takılmasına karşı tutumuyla biliniyor ve sıkı bir kürtaj karşıtı.
Dışişleri Bakanı adayı olarak açıklanan Marco Rubio, açık bir şekilde İsrail yanlısı bir isim. Geçtiğimiz eylül ayında, “İsrail’in kendisini savunmaktan başka bir seçeneği yok,” açıklamasını yapmıştı. Rubio, İran, Çin ve Türkiye gibi ülkeler karşısında şahin duruşuyla biliniyor ve Ukrayna’nın desteklenmesine karşı bir tutum içinde.
Savunma Bakanlığı’na atanacağı açıklanan Pete Hegseth hem Irak’ta hem de Afganistan işgallerinde görev yaptı. Ulusal Muhafız olarak görev yaptığı dönemde, “sağcı milis gruplarla bağlantılı olduğu” gerekçesiyle görevden alınmıştı.
Kısacası, Trump’ın daha şimdiden seçtiği bakan adayları ve idari atamaları Amerikan federal sistemini nesiller boyunca sekteye uğratacak nitelikte olduğu görünüyor.
Trump’ın başkanlığının küresel düzeyde olası etkileri
Trump’ın şu ana kadar kabinesine seçtiği adaylar ve atadığı idari personelin geçmişleri incelendiğinde, dış politikasının çerçevesini şu şekilde özetleyebiliriz: İran’ın sıkıştırılması, İsrail’in desteklenmesi ve Çin ile kapışma.
İklim krizi: İklim krizini inkâr eden Trump, şimdiden bu doğrultuda adımlar atmaya başladı. Enerji Bakanlığı’nın başına fosil yakıt endüstrisinin önde gelen bir üyesi ve bir petrol şirketinin CEO’su olan Chris Wright’ı önerdi.
Ukrayna savaşı: Trump’ın ABD’nin Ukrayna savaşına verdiği desteğe karşı olduğu ve Putin’e sempati beslediği bilinen bir gerçek.
Beyaz Saray’a geçtiğinde Ukrayna’daki savaşın sonlandırılmasına yönelik baskı yapacağını hesaplayan Rusya, bu günlerde işgal ettiği toprakları mümkün olduğu kadar genişletme çabasını arttırmış durumda. Trump Ukrayna’ya askeri yardımları keserek, bölgedeki statükoyu koruyan, yani Rusya’nın işgal ettiği topraklarda kalmasına olanak sağlayan bir barış anlaşması dayatması büyük bir olasılık.
İsrail: Trump’ın bir önceki iktidarı döneminde Amerikan Büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıdığını unutmamak gerekiyor. Nitekim, Orta Doğu Özel Temsilciliği için emlak zengini Steve Witkoff’u seçmesi bir tesadüf değil. Witkoff, Netanyahu’nun sıkı bir destekçisi.
Bunun yanı sıra, ABD’nin yeni İsrail Büyükelçisi olarak Mike Huckabee atanacak. Huckabee’nin daha önce ‘iki devletli çözüm’ fikrini reddettiği ve sadık bir İsrail destekçisi olduğu biliniyor.
İran: Trump’ın, Benjamin Netanyahu’ya İran ve kontrolü altındaki vekil militanlar konusunda, “ne yapman gerekiyorsa onu yap” yaklaşımı içinde olduğu biliniyor.
Çin: Trump’ın Çin karşıtı katı bir tutum içinde olduğu biliniyor. Bu nedenle, diğer bölgelerdeki irili ufaklı sorunları bir an önce çözüp, bir numaralı sorun olarak gördüğü Çin’e odaklanmayı hedeflediğini söylemek yanlış olmaz.
Trump seçim kampanyası sırasında dile getirdiği gibi Çin’den gelecek mallara yüzde 60 düzeyinde gümrük vergisi uygulamasına geçilmesi durumunda, Çin’de yıllardır süren ve muazzam boyutlara ulaşmış olan emlak piyasasındaki sorunların yanı sıra, yaşanan derin ekonomik problemlerin çözümüne ilişkin çabalar sekteye uğrayabilir.
Harris ve Demokratlar niçin kaybetti?
Her ne kadar çok sayıda yalan söylemiş ve sık sık komplo teorilerini dile getirmiş olsa da Trump’ın vaatlerinin birçoğu sokaktaki insanların gerçek sorunlarına dokunan nitelikteydi. Özellikle ekonomiyle ilgili vaatleri, Biden yönetiminin ekonomi politikalarının sonucu ezilen emekçi ve yoksul kesimler arasında karşılık buldu. Seçim kampanyaları sırasında Harris şaşalı salon toplantılarıyla yetinirken, Trump irili ufaklı kitle gösterileriyle seçmenleri arasında göz doldurdu.
Demokratların bu hezimetinin nedenine dair Demokrat Parti’nin sol kanadının liderlerinden Senatör Bernie Sanders şöyle diyor: “İşçi sınıfını terk eden bir Demokrat Parti’nin, işçi sınıfının da kendilerini terk ettiğini görmesi hiç de şaşırtıcı olmamalıdır. Önce beyaz işçi sınıfı, şimdi de Latin ve Siyah işçiler. Demokrat liderlik statükoyu savunurken, Amerikan halkı öfkeli ve değişim istiyor. Ve haklılar.”
Trump mahkûm olduğu suçlar için kendisini affedebilir mi?
Trump, Amerikan tarihinde hüküm giymiş bir suçlu olarak seçimleri kazanan ilk başkan. Hakkında açılan davalarda jüri tarafından sahip olduğu holdingine ilişkin vergi kaçırmak, belgelerde sahtecilik, varlıklarını şişirerek bankalardan usulsüz kredi çekmek gibi toplam 34 suçlamadan suçlu bulundu. Bu hüküm doğrultusunda alacağı cezalar henüz belli değil, zira yargıcın jürinin hükmü doğrultusunda Trump’a ne cezalar vereceği daha açıklanmadı.
ABD Başkanlarının mahkumların ceza suçlarını affetme yetkisi var. Peki bu durumda Trump, kendisini mahkûm olduğu suçlardan dolayı affedebilir mi?
Bu konuda bugüne kadar herhangi emsal olacak bir örnek söz konusu olmadı. Ancak, Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin başkanların aktif görev süreleri sırasında, idari işlere ilişkin suç teşkil eden kararları veya davranışlarından hukuki olarak muaf olduklarına dair bir kararı mevcut.
Bu muafiyet, başkanların görev sürelerinin dışında işlenen suçlarla ilgili hukuk davalarını kapsamıyor. Öte yandan hukuk davalarında mahkûm olanları, davanın görüldüğü eyaletin valisinin affetme yetkisi var. Yukarıda bahsi geçen mahkûmiyet kararı verilen hukuk davaları New York eyaleti mahkemelerinde yapıldı. Birçok yorumcu tarafından eyalet valisinin bu konuda affetme yetkisini kullanmasının pek olası olmadığı ifade ediliyor.
F. Levent Şensever
(Sosyalist İşçi)