Küresel greve katılım çağrısı: İklim adaleti şimdi!

İklim krizinin sorumluları emisyonlardan para kazanmanın peşinde

Türkiye kapitalizminin en büyük şirketlerinin örgütü TÜSİAD, iklim krizine ve türlerin yokoluşuna karşı bir rapor hazırladı. Buldukları "parlak" fikir, atmosfere yolladıkları karbon emisyonlarını kesmek değil, ormanları özel sektörün eline verip karbonu yerde tutmak. TÜSİAD'ın her bir üyesinin küresel ısınmaya yaptığı "katkının" boyutları ortadayken (2021'de küresel emisyonların yüzde 1,2'sine yol açtılar, Türkiye en çok emisyona neden olan 14. ülke konumuna ulaştı) karbon dengeleme adı verilen yöntemlerle iklim krizinin etkilerini azaltmak mümkün olabilir mi? Karbon dengeleme ya da denkleştirme, açığa çıkan sera gazı salımlarının yine eşdeğer bir sera gazı tasarrufu ile karşılanması anlamına geliyor. Bu yaklaşım 20. yüzyılın sonunda, ilk iklim anlaşması Kyoto Protokolüyle beraber ortaya atıldı. Devletler emisyonları aşağı çekmek (yani fosil yakıtlardan vazgeçmek) yerine bir karbon piyasası oluşturdular. Dengeleme denilen şey aynı zamanda finansal araçtır. Böylece kağıt üzerinde tasarruf yapıp, gerçek sorumluluklarından kaçabiliyorlar. Üstelik bundan para da kazanıyorlar. TÜSİAD'ın yeniden ormanlaştırma ve biyoçeşitliliğin korunması gibi çevreci ve sempatik ifadedeler kullanması bunun bir örneğidir. Evet, doğanın geri besleme mekanizmalarını güçlendirmek, iklim kriziyle savaşta temel işlerden biri. Bu yolla karbonun yerde kalması, toprak tarafından tutulması amaçlanır. Ağaçlar yıllar içinde büyürken, ormanlaştırmanın kayda değer hale gelmesi zaman alır ama işe yarayan bir yöntemdir. Fakat TÜSİAD bunu, ormanları özelleştirerek yapmak istiyor ki işte sorun da tam burada. Peki TÜSİAD'ın derdi ne? Ormanların bedava bir emisyon tasarruf alanı olduğunu söylüyor. Ormanları özel şirketlerin eline verip, burada bir karbon sektörü oluşturmak istiyorlar. Yani aslında TÜSİAD burada bir kazanç fırsatı görüyor. Bu çevreci değil finansal bir girişimdir ve kar odaklıdır. Kaldı ki mevcut ormanlık alanları yok edenler, yine özel şirketler. Biyoçeşitliliği korumak gibi kritik bir konu insan ve canlı hayatını zerre kadar umursamayan kapitalistlerin eline bırakılamaz. Antikapitalistler daha fazla ağaç, daha büyük ormanlar istiyor.  Bununla da kalmıyoruz: İklim kriziyle başa çıkmak için fosil yakıt tüketimine dayalı bu düzene son vermek gerektiğini söylüyoruz. Güneş, rüzgar, yani yenilenebilir enerji bize yeter. Bu mücadelede TÜSİAD üyesi kapitalistler tam karşımızda duruyor. Onları yenmeliyiz.

Ankara'da panel: Hayvanlarla insanların kurtuluşu ortaktır

Hayvan, Yaşam, Özgürlük İnisiyatifi, 15 Haziran günü (Perşembe) Ankara'da bir panel düzenleyecek. İşte program: 📣Hayvanlarla insanların kurtuluşu ortaktır Konuşmacılar: Aslı Alpar (Kaos GL-Çizer) Foti Benlisoy (Aktivist-Yazar) Süreyya Karacabey (Akademisyen) 15 Haziran Perşembe 19:00'da başlıyor! Adres: Eğitim Sen Ankara 5 no'lu Üniversiteler Şubesi, Fidanlık Mahallesi Mithatpaşa Caddesi, No: 27/3 Kızılay - Ankara

Kanada ve ABD'de orman yangınları şiddetleniyor

Kanada'daki orman yangınlarından yayılan turuncu-gri bir pus, güneşi kapatarak Amerika Birleşik Devletleri'nin büyük bölümünü sarmış durumda. Muhafazakârlar, İşçi Partisi ve medyanın büyük bir kısmı Just Stop Oil'in yol açtığı yıkım hakkında atıp tutarken, iklim kaosunun hızlandığına dair tekrarlanan kanıtları görmezden gelmek mümkün değil. Yangınlar, Kanada'yı boydan boya kasıp kavuruyor, ABD'nin doğusunu boğucu bir dumanla kaplıyor. Porto Riko şiddetli sıcaklık alarmı altında. 7 Haziran gecesi 1,5 milyondan fazla insanın yaşadığı Philadelphia'da hava kalitesi tehlikeli olmaya devam etti. Kirleticilerin yoğunluğunu ölçen ve 0 ile 500 arasında değişen Hava Kalitesi Endeksi gece yarısına doğru 429'a ulaştı. Yerel halk sağlığı departmanına göre bu, şehirdeki herkes için "tehlikeli" olarak kabul edilen bir seviye. Orman yangınlarından çıkan duman, aynı gün Alabama'nın güneyine kadar ulaştı. ABD ve Kanada genelinde 115 milyondan fazla kiş, aşırı hava kalitesi uyarıları altındaydı. Ve bazı bölgelerde işçiler harekete geçti. New York'taki Trader Joe's Essex Crossing mağazasının çalışanları güvenli olmayan çalışma koşullarını protesto ederek iş bıraktı. Sendika, "Mağazadaki hava kalitesi şu anda o kadar kötü ki personel nefes almakta zorlanıyor" dedi. REI kampanyası ve outdoor giyim mağazalarındaki işçilerin sendikası ise şu tweet'i attı: "New York SoHo'nun sisli sokaklarından güncelleme: Bugün sendikamız, Manhattan'da giderek artan güvensiz hava kalitesi nedeniyle mağazamızı kapatması için yönetime başarılı bir şekilde baskı yaptı." 8 Haziran sabahı, New York ve diğer büyük Amerikan şehirleri üzerinde üst üste üçüncü gün boyunca olağanüstü kötü bir kirlilik devam etti. Aktör Jodie Comer, tek kişilik Broadway oyununun matinesinin onuncu dakikasında nefes almakta zorlandığı için sahneyi terk etti. Orman yangınları, Kanada genelinde devam etti. Yaklaşık 3,8 milyon hektar - 9,4 milyon dönüm - yanmış durumda ve bu rakam on yıllık ortalamanın yaklaşık 15 katı. En kötü yangınlardan bazıları, 11 binden fazla kişinin evlerini tahliye etmek zorunda kaldığı doğu eyaleti Quebec'te meydana geldi. Kayıtlara geçen en büyük ikinci orman yangınıyla karşı karşıya olan Pasifik eyaleti British Columbia'nın bazı bölgelerinde Perşembe günü sıcaklıkların 33 santigrat dereceye ulaşacağı tahmin ediliyor. Zengin ülkelerde yoğunlaşmış olan medya, kökeni genellikle insan kaynaklı iklim değişikliğine dayandırsa da Amerika'daki orman yangınlarını haber yapıyor. Mart ayında Tayland'ın kuzeyinde meydana gelen ve yaklaşık 2 milyon kişinin solunum yolu rahatsızlıkları nedeniyle hastanelere kaldırılmasına neden olan orman yangınları için ise çok daha haber tanıtım yapıldı. Kapitalizmin sunduğu şey budur - yanan bir dünya, Ukrayna'da ve diğer ülkelerde savaş, yoksulluk, salgın hastalıklar ve ırkçılık. Ian Rappel'in orman yangınları üzerine yazdığı gibi, "Bu travmatik olaylar 'vahşi', kontrol edilemeyen yangın fırtınaları görünümüne bürünüyor - alevler serbest bırakılıyor - ancak bu tür olayların tümünü doğanın kontrol edilemeyen güçlerine atfetmek bir hatadır. "Biyoçeşitlilik ve canlı doğa örüntülerinde olduğu gibi, ateş de insanlığın egemen kapitalist toplumsal ilişkilerinden bağımsız hareket etmez. "Daha ziyade, bu büyük ve yıkıcı yangınları yaratmak için gereken koşulları değiştiren ve geliştiren bir sosyal sistemin prizması aracılığıyla kendini ifade eder." "Bu tür yangınların başlangıcını insanlara - bireysel kundakçıya ya da beceriksiz barbekü şefine - yüklediğimiz durumlarda bile, aslında bu yangınları kendi hızlandırıcı yakıt ve alev karışımıyla üreten, iklimsel kaosuyla bu güçlü karışımı körükleyenin kapitalizm olduğunu gözden kaçırıyoruz." Çevresel acil durumun etkileri uzak gelecekteki bir tehdit değildir. Bunlar yaşandı ve şimdi de yaşanıyor. Ve Küresel Güney ile sınırlı değiller. GMB gibi sendikalar fosil sermayeye karşı en hafif hamlelere bile karşı çıktıklarında, üyelerine ve tüm insanlığa ihanet etmiş olurlar.

Fransa: İklim gruplarından polis baskısını protesto çağrısı

Doğrudan eylemci çevre grupları ve diğerleri, polisin aktivistlerin evlerini basmasının ardından Fransa genelinde protesto çağrısında bulundu. Jandarma ve Terörle Mücadele Alt Müdürlüğü (SDAT) görevlileri 5 Haziran'da ülkenin çeşitli bölgelerinde evlere baskın düzenleyerek yaklaşık 15 kişiyi gözaltına aldı. Bu kişiler, Aralık 2022'de Lafarge çimento fabrikasında gerçekleştirilen bir "itaatsizlik eylemi" ile bağlantılı olduğu iddia edilen "organize yıkım" ve "suç örgütü" suçlamalarıyla karşı karşıya. Eylemde 200 kişi Fransa'nın güneyindeki Bouc-Bel-Air'de bulunan fabrikayı işgal etmişti. Yeryüzü Ayaklanmaları (SDLT) örgütüne göre, "kararlı ve neşeli bir atmosferde, kirletici çimento üreticisinin fabrikasının altyapısına her türlü yolla saldırıldı. Bunlar arasında "yakma fırını ve elektrikli cihazlara sabotaj, koparılan kablolar, yırtılan çimento torbaları, hasar gören araçlar ve iş makineleri, hasar gören ofislerin pencereleri, etiketlerle yeniden boyanan duvarlar" yer alıyordu. Lafarge-Holcim ülkedeki en büyük CO2 üreticilerinden biridir. SDLT şöyle diyor: "Burada, Bouc-Bel-Air'de, uzun süredir endüstriyel atık ve lastiklerle beslenen fırınlar bugün yeşil göz boyamanın sembolü haline gelmiştir. Hava kirliliği kayda değer boyutlarda olup, tüm basın ve yerel halk tarafından defalarca kınanmıştır. Ancak bacalar hala zehirlerini kusmaya devam ediyor." Devlet şimdi bu eylemin intikamını almak istiyor. Ancak sendika liderleri emekli maaşları konusunda milyonları defalarca sokağa döken yeni eylemleri iptal ederken devlet de gözdağı vermeye devam ediyor. Sendikalara göre Çarşamba günü 900 binn kişi bir başka günlük uyarı  eylemine katıldı. Direnişin boyutu hala çok yüksek. Ancak en büyük sendika federasyonu CFDT'nin lideri Laurent Berger, bunun "emekli maaşları konusunda bu formatta yapılan son gösteri" olduğunu söyledi. Bir SDAT sözcüsü Socialist Worker'a şunları söyledi: "Tel kesicilerin, balyozların ve ayarlanabilir anahtarların meşru kullanımını terörizmle eş tutmak kabul edilemez. Beton santralleri, biyolojik çeşitliliğin yok edilmesi için kullanılan silahlardır. Onlar iklimin saatli bombalarıdır. Bu nedenle onları silahsızlandırmak her zamankinden daha meşru ve gereklidir." SDLT, 11 Haziran'da Nantes şehri yakınlarındaki bir başka Lafarge tesisinde kitlesel eylem çağrısında bulundu. Devlet de harekete geçecek. Mart ayında Fransa'nın batısındaki Sainte-Soline'de düzenlenen bir başka SDLT protestosunda polisler iki protestocuyu ağır yaralamış ve onları "ölümle yaşam arasında asılı" bırakmıştı. 30 bin protestocuyla karşı karşıya kalan polisler, iki saatten kısa bir süre içinde yaklaşık 4 bin gaz bombası attı - yani her iki saniyede bir. Devlet 3,200 polisi harekete geçirdi ve tartışmalı bir inşaat alanını kuşatmak için helikopterler, atlı kuvvetler, tazyikli su ve kamyonlar gönderdi. Devlet daha sonra SDLT'yi yasaklamakla tehdit etti. Ancak dayanışma dalgası karşısında şimdilik geri adım attı. Çevresel adalet için verilen mücadele, emeklilik isyanı sırasında ortaya çıkan işçi sınıfının yaşam standartları, demokrasi için ve polis baskısına karşı verilen mücadelelerle bağlantılıdır. Tüm bu mücadeleler birlikte yürütülmelidir. (Socialist Worker)

TTB: Plastik atık ithali bir an önce yasaklanmalıdır

Türkiye Tabipleri Birliği, 5 Haziran Dünya Çevre Günü'nde insan ve canlı yaşamını tehdit eden plastik kirliliğe son verilmesi çağrısında bulundu. Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu'nun açıklaması şöyle: Bilindiği gibi 1972 yılında İsveç'in Stockholm kentinde yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı'nda alınan bir kararla, 5 Haziran günü Dünya Çevre Günü olarak kabul edilmişti. 1973’den bu yana her yıl ayrı bir ülkenin ev sahipliğinde ve belirlenen çevre temaları ile sürdürülen Dünya Çevre Günü etkinliklerinin bu yılki teması ise “plastik kirliliğine çözümler” olarak belirlenmiştir. Bir Afrika ülkesi olan Fildişi Sahili’nin ev sahipliğinde yapılan etkinliklerle tüm hükümetlere, endüstriyel kuruluşlara, toplumlara ve bireylere çağrıda bulunulup tüm dünyayı etkisi altına alan plastik kirliliğini azaltmak için bir araya gelmeleri hedeflenmiştir. Bu çabaların sonucunda deniz ve okyanusları kirleten, sucul yaşama zarar veren ve insan sağlığını tehdit eden doğadaki plastik atıkların azaltması amaçlanıyor. Günümüzde yıllık olarak üretilen plastiğin %40’dan fazlası ambalaj malzemesi olarak kullanılıyor. Bu durum her yıl üretilen yeni plastiğin %40’nın ortalama olarak üç hafta içinde atık haline geldiğini gösteriyor. Şu ana kadar atık haline gelen 7 milyar ton plastiğin ancak %8’i geri dönüştürülebildi. Merkezi Paris’te bulunan Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne (OECD) göre, 2019 yılında ortaya çıkan 353 milyon ton (Mt) plastik atığın ise üçte ikisi yasal koşullara uygun olarak kısa süre içinde çöp depolama sahalarına gönderildi veya yakıldı. Örgüte göre üretiminden sonra kısa süre içinde çöp haline gelen plastik atığın %22’si ise (79 Mt), uygun olmayan alanlarla, denizlere yasadışı olarak terk edildi. OECD plastik atıkların yönetimi konusunda yeni politikalar geliştirilemezse bu miktarın kısa süre içinde iki katına çıkacağını belirtiyor. Ayrıca örgüt doğaya terk edilen plastik atığın politika değişikliğine gidilmezse 2060 yılına kadar 1 milyar tonu geçeğini hesaplıyor. Plastik atıkların büyük bir bölümünden sorumlu merkez kapitalist ülkeler ayrıca uluslararası antlaşmaları görmezlikten gelerek plastik atıklarını çevre kapitalist ülkelerin üzerine de yıkıyor. Türkiye’ye de her yıl daha da artan miktarda merkez kapitalist ülkelerin plastik atıkları giriyor. Greenpeace’nin verilerine göre, Avrupa ülkelerinden Türkiye’ye 2020 yılında tam 660 bin ton plastik atık gönderildi. Bu rakam 2004’ten bu yana yıllık bazda tam 196 kat artışa denk geliyor ve ülkemize giren plastik atıkların önemli bir bölümü ambalaj yapımında kullanılan polietilen atıklar. Üstelik polietilenin üretimi OECD’nin tahminlerine göre 2060 yılına gelindiğinde daha da artacak. Plastikler küçükten büyüğe doğru; nanoplastik (1nm-1µm), mikroplastik (1µm-1 mm), mezoplastik (1mm–1 cm) ve makroplastik ( ≥1 cm) olarak sınıflandırılıyor. Doğaya, denizlere yasadışı yollarla bırakılan plastik atıklar meteorolojik ve iklimsel olayların etkisi ile parçalanarak mikro ve nanoplastiklere dönüşüyor. Nano ve mikroplastikler insanlara besin zincirine karışarak ve solunum yolu ile olmak üzere iki temel yoldan ulaşıyor. Besinler veya solunum yolu ile alınan nano ve mikroplastiklerin insan sağlığı üzerindeki etkileri ile ilgili son yıllarda çok sayıda bilimsel çalışma yapılmıştır. Bu çalışmaların sonucunda besinler ile ve solunum yolu ile insan vücuduna alınan nano ve mikroplastiklerin, karaciğer, böbrek ve barsakta biriktiği gösterilmiş ve kimyasal yapılarına göre infertilite, obezite ve kanserlere yol açabileceği bulunmuştur. Öte yandan ikinci toplantısı geçtiğimiz hafta başında Fransa’nın başkenti Paris’te başlayan Birleşmiş Milletler Plastik Antlaşması müzakere toplantıları plastik üretimini sınırlayacak, kirliliğini önleyecek ciddi bir antlaşma metnine ulaşmaktan çok uzak olarak devam ediyor. Toplantılara plastik üreticisi ülkeler ve onların endüstriyel kuruluşları tam kadro olarak katılırken, Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) son dakikada getirdiği kısıtlamalar nedeniyle, plastik çöp dökümü ve yakılması nedeniyle zarar gören gelişmekte olan ülkelerdeki sivil toplum örgütleri ve bilim insanlarının katılımı oldukça sınırlı kaldı. Ayrıca geçen haftalarda UNEP tarafından plastik kirliliğinin önlenmesi ile ilgili yayımlanan “Musluğu Kapatmak” isimli rapor da bilim insanlarına göre gerçek dışı ve yanlış çözüm önerileri ve plastiğin insan yaşamına daha çok girmesine neden olacak önerilerle ile doludur. 1973’ten bugüne kadar 5 Haziran Dünya Çevre Günü tespit edilen için temalar sadece kâğıt üstünde kalmıştır. Dünya her geçen gün daha büyük oranda ekolojik yıkıma uğramaktadır. Son bilimsel çalışmalar, gezegenimizin sınırlarının aşıldığını, ülkemiz başta olmak üzere çevre kapitalist ülkelerin her geçen gün daha da ağırlaşan çevre sorunları ile boğuşmak zorunda kaldığını göstermektedir. Merkez kapitalist ülkelerin bu duruma dair sorumluluğu açıktır. Bu gelişmeler ışığında TTB ülkemizdeki plastik atık sorunun giderilmesi için ilk adım olarak Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın atık plastik ithalini bir an önce yasaklamasını talep etmektedir.

AKP iktidarı iklim krizinin sorumlularından biridir

Küresel ısınmaya yol açan sera gazlarıyla atmosferi kirleten sera gazı salımlarının en büyük sorumlusunun ABD ve Çin olduğu biliniyor. Bunları Rusya, Brezilya ve Endonezya izliyor.  Bu devletlerin yarattığı tahribat, 1850 yılından bu yana yapılan ölçümlerle belirleniyor. Öte yandan sonradan gelen, rakiplerinden daha küçük Türkiye gibi ekonomiler, iklim krizine etkileri, yangına körükle gider cinsten. Türkiye kapitalizmi, 2020 yılında 530 milyon ton karbondioksit emisyon salımıyla küresel emisyonlarda yüzde 1 paya sahip oldu ve dünyada 16'ncı sırada yer aldı. 2021'de küresel emisyonların yüzde 1,2'sine yol açtı. Böylece dünyada en çok emisyona neden olan 14. ülke konumuna ulaştı. İktidar, 2016 yılında Paris İklim Anlaşması'na imza attı. Çevre Bakanlığı'nın ismi değiştirilerek yanına iklim değişikliği eklendi. Fakat tıpkı Kyoto Protokolü'nde olduğu gibi Paris Anlaşması'nda üstlendiği yükümlülükleri yerine getirmedi. Getiremezdi: Erdoğan'ın AKP'sinin tercihi, iklim krizine neden olan kirli enerjidir. Başta kömür olmak üzere petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıtlara dayalı bir ekonomik büyüme anlayışına sahipler. Ve bu anlayış her yerde iklim felaketlerine neden oluyor. İtiraf Enerji demek, işçiler için yüksek faturalar demek. Aynı zamanda her ürünün enerji fiyatlarındaki artışlara bağlı olarak sürekli zamlanması, yani yüksek enflasyon demektir. Kirli enerjinin yıkıcılığı bununla sınırlı kalmıyor. Türkiye İstatistik Kurumu'nun yayınladığı Sera Gazı Emisyon İstatistikleri'ne (1990-2021) bakıldığında gezegeni kavuran sıcaklıkların artışına nasıl katkı yapıldığı görülebilir. En fazla emisyon, fosil yakıta dayalı enerji sektöründen çıkıyor. Bu ezici bir oran: 2021 yılına gelindiğinde "Toplam sera gazı emisyonlarında 2021 yılında CO2 eşdeğer olarak en büyük payı yüzde 71,3 ile enerji kaynaklı emisyonlarla" karşılaşıyoruz. Çoğu kişi "karbon ayak izinden" ya da "bireysel tasarruftan" bahsetse de Türkiye'de enerji sektörü baştan aşağı değiştirilmeden iklim krizi sorunu çözülemez. Bu elbette tüm ülkeler için geçerli. Her iklim aktivisti, yaşadıkları yerdeki iktidarlara karşı mücadele etmeli. Erdoğan'ın üçüncü cumhurbaşkanlığı döneminde iklim adaleti mücadelesi en önemli mücadele başlıklarından biridir.

Kasırga öldürüyor ama Batı Rohingya mültecileri desteklenmiyor

Bangladeş'in güneydoğusundaki dünyanın en büyük mülteci kampında sıkışıp kalan Rohingya halkı bu hafta, çektikleri acıların Batı'nın insan hakları barometresinde neden bu kadar alt sıralarda yer aldığını soruyor olmalı. Irkçılık, yoksulluk ve iklim değişikliği hayatlarını mahvetmiş durumda. Yine de onlar için uluslararası destek akışı, Eurovision'da bayrak sallayarak destek sunmak ya da bir hayır işi için ünlülerin desteği söz konusu değil. Bu hafta Bangladeş ve Myanmar'da kıyıya vuran Mocha Kasırgası evlerin çatılarını uçurdu ve tüm köyleri yerle bir etti. Bölgeyi şimdiye kadar vuran en güçlü fırtınalardan biri olan bu kasırga, 3,5 metrelik bir gelgit dalgası yaratarak alçak bölgelerdeki sokakları sular altında bıraktı. Saatte 155 mile varan rüzgârlar kıyı şeridindeki dağınık adalarda yaşayan küçük balıkçı topluluklarını şimdiden yerle bir etmiş durumda. Korkunç koşullar Bangladeş'in güney doğusunda bulunan ve yaklaşık bir milyon Rohingya'ya ev sahipliği yapan dev Kutupalong mülteci kampını da yok etmekle tehdit ediyor. Rohingya Müslümanları, ordunun etnik temizlik misyonunun bir parçası olarak ülkenin batısını yakması, işkence etmesi ve tecavüz etmesi üzerine 2017 yılında Myanmar'dan kaçtı. Sivil başbakan Aung San Suu Kyi askerlerini destekledi. Sığınacak bir yer arayan Rohingyalar sınırı geçip Bangladeş'e girdiklerinde kendilerini aşağılanmış ve çoğu insanın yaşadığı kasaba ve şehirlerden uzaktaki kamplara hapsedilmiş olarak buldular. Çalışmalarına izin verilmeyen mülteciler, Birleşmiş Milletler'in (BM) sınırlı yardımlarıyla hayatta kalmaya çalışıyor. Bu finansman da her an geri çekilebilecek ya da reddedilebilecek devletlerden gelen paraya dayanıyor. Şu anda hayal edilebilecek en kötü koşullardan bazılarında yaşıyorlar, ancak hayatları daha da kötüleşmeye hazırlanıyor. Bangladeş hükümeti, acil bir durumda bile kamplarından ayrılmalarını yasaklıyor. Şimdi binlerce kişi rüzgâr ve selden kurtulma umuduyla fırtına yardım merkezlerine doluşuyor. Normalde okul ve sağlık merkezi olan bu binalar, kaçmaya çalıştıkları bambu ve branda kulübelerden çok az daha güvenli. Ve herkesi barındırmaya yetecek kapasiteye sahip değil. Dışarıdaki gökyüzü su tabakaları ve uçuşan enkaz yağdırıyor. Barınak olmadan pek çok kişinin öleceği kesin, ancak sayımı kimin yapacağı açık bir soru olarak kalıyor! Batı'nın yöneticileri için iklim felaketi, etnik temizlik ve Rohingya halkının trajedisi sadece ara sıra timsah gözyaşları dökmelerine neden oluyor. Rohingyalar ancak Doğu ve Batı arasındaki savaşta stratejik bir konuma sahip olurlarsa, iktidardaki herhangi birinin davalarına sahip çıkmasını bekleyebilirler.

Avrupa’da öğrencilerden iklim işgalleri

Avrupa çapında okullar ve üniversitelerde “Fosili Bitir: İşgal Et!” başlığıyla eylemler başladı. Kıta çapında 22 okul ve üniversitede işgaller var.  İklim değişikliği konusunda adım atmasını isteyen gençler Avrupa çapında okul ve üniversite işgallerine başladı. Bir ay sürece kampanyanın başlığı “Fosili Bitir: İşgal Et!”. Almanya’da Wolfenbüttel, Magdeburg, Münster, Bielefeld, Regensburg, Bremen ve Berlin üniversiteleri işgal edildi. Barcelona’da Barcelona Özerk Üniversitesi’ni işgal eden öğrenciler, iklim değişikliğine dikkat çeken açık hava dersleri örgütledi. Belçika’da 40 öğrenci Ghent Üniversitesi’ni işgal ederken, Çek Cumhuriyeti’nde 100 kadar öğrenci Ticaret ve Endüstri Bakanlığı önünde kamp yaptı. İngiltere’de ise Leeds, Exeter ve Falmouth üniversitelerinde işgal hazırlıkları sürüyor.   The Guardian’ın haberine göre en radikal eylemler öğrencilerin yedi okul ve iki üniversiteyi işgal ettiği Portekiz’in Lizbon kentinde yaşanıyor. Lizbon Üniversitesi Beşeri Bilimler Fakültesi’nde öğrenciler kendilerini dekanın odasına kilitledi. Lizbon'da öğrenciler ayrıca işgal eylemleriyle dayanışma için sokak barikatları da kurarak trafiği de engelledi.

Hayvan, Yaşam, Özgürlük İnisiyatifi’nden Güliz Gündüz: 'Hayvanlara dönük şiddetin artmasının sebebi cezasızlık'

Ankara’da kurulan Hayvan, Yaşam, Özgürlük İnisiyatifi, geçen hafta bir basın açıklamasıyla ilk kez sokağa çıktı. İnisiyatifin kurucularından, oyuncu, aktivist ve yerel hayvan koruma görevlisi Güliz Gündüz’le konuştuk. Böyle bir inisiyatif kurma fikri nasıl aklınıza geldi? Güliz Gündüz: Türkiye’de birçok dernek, konfederasyon var. Ancak bu dernekler ve oluşumlar ne yazık ki hayvan haklarını bir direniş cephesinden savunamıyorlar. Bu yüzden arkadaşlarımızla beraber daha fazla direniş gösterebilecek bir inisiyatif kurmak istedik çünkü diğer oluşumlar genellikle bir hak arayışı üzerinden değil de merhamet üzerinden bir söylem geliştiriyor. Hayvanlar bizim gibi bireyler, hisseden, acıyı, mutluluğu bizim gibi hisseden bireyler. O yüzden arkadaşlarımızla bir direniş hattı kurmak istedik ve bu inisiyatifi kurduk. Bu inisiyatifin talepleri nelerdir? Öncelikle 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda bir değişiklik yapılmak isteniyor. Bu kanunun 6’ıncı maddesinde der ki “sokak hayvanları aşılanıp, kısırlaştırılıp, yerlerine geri bırakılmak zorundadır”. Şimdi hükümet bu maddeyi tamamen ortadan kaldırmaya çalışıyor. Biz buna karşı duruyoruz çünkü biz mahallemizde sokak hayvanları ile beraber ortak bir kültürü devam ettiriyoruz ve hiçbir şekilde bu devasa barınaklara hayvanların tıkılmasını istemiyoruz. İlk talebimiz bu. Bunun dışında 5199’un genişletilmesini istiyoruz. Şöyle ki, hayvanlara tecavüz, işkence, cinayet vakaları çok arttı. Bunun nedeni ise cezasızlık çünkü yatarı olan hapis cezası yok. Varmış gibi görünüyor ama yok. Yasaklı ırk kavramının ortadan kalkmasını istiyoruz çünkü hiçbir ırk yasaklı olamaz. Hayvan ticaretinin kesinlikle yasaklanmasını istiyoruz. Genel isteklerimiz bu yönde. Son zamanlarda barınaklardaki durum da gündeme geldi. Biraz anlatır mısınız? Barınaklar korkunç durumda. Aslında biz barınak değil, toplama kampı diyoruz oralara çünkü bunlar bir barınma yeri değil hayvanlar için. Sürekli öldürüldükleri, aç bırakıldıkları, susuz bırakıldıkları, tıkış tıkış bir arada kaldıkları bir yer. Bu aslında hayvanların doğasına da aykırı, normalde hayvanlar sokakta ikişerli-üçerli belirli bölgelerde dururlar. Siz bir yere 100-200 köpek koyduğunuzda o hayvanlar doğal olarak alan koruması yapacağı için birbirlerine girerler. Konya’da birini gördük ama kafalarına kürekle vurulan onlarcasının olduğunu biliyoruz. Şu anda oraya giriş zaten yine yasak. Mamak’ta da kısır, küpeli, aşılı hayvanlar barınakta tutuluyor yani yasa çiğneniyor. Genel olarak barınaklar bu durumda. Ben Türkiye’de hiç iyi barınak görmedim. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki hayvan barınma alanında neler oluyor? Boğaziçi Üniversitesi’nde mezun olan Defne Hanım’ın öncülüğünde bir alan kurulmuştu. Bu alan Boğaziçi Üniversitesi’nin içinde ve burada hayvanlar hapsedilmiş değildi. Geniş bir alanda beraber yaşıyorlardı. Buradaki hayvanlar genel olarak daha yaşlı, hasta, bakıma muhtaç hayvanlardı. Çok güzel bir alanları, kulübeleri vardı. Oradaki gönüllü arkadaşlarımız, öğrenci arkadaşlarımız ilaçlarını düzenli veriyor, düzenli gezdirmelerini yapıyorlardı. Sonra cumhurbaşkanının talimatıyla, bir vakfın anlaşmalı olarak verdiği bir alana alınması istendi bu hayvanların. Buna karşı çıktık çünkü vakıf her an ellerinden bu yeri alabilir ve bu alan evlere çok yakın olduğu için köpek havlamalarından şikayet edileceği aşikardı. Bir Pazar günü, kimseye haber vermeden kulübeleri yıkıp hayvanları apar topar bu alana taşıdılar. Şu anda gönüllülerin, öğrencilerin girişi yasaklandı. Oradaki bakıma muhtaç hayvanların hiçbir bakımını yapamıyor Boğaziçili arkadaşlar. Şimdi de çok fazla şikayet varmış havlamalarından dolayı ve “sahiplendirme yapacağız ve hayvanlar birkaç gün içinde buradan gidecek” demişler. Biz “sahiplendirme” yapmayacaklarını biliyoruz. Ankara’da bir basın açıklaması yaptınız. Nasıl geri dönüşler aldınız? Basın açıklamamız çok güzel geçti. Yeşil Sol Partili milletvekili adayları katıldı, hayvan hakları aktivistleri, LGBTİ+ örgütlerinden, kadın örgütlerinden arkadaşlarımız vardı. Ancak biz açıklamayı Kuğulu Park’ta yapacaktık ve polis yasal hakkımızı kullanmamızı engelleyerek burada bize açıklamayı yaptırmadı. Buna rağmen iyi bir adım atmış olduk ve hak mücadelerini ortaklaştırdığımız bir açıklama oldu. İnisiyatifimiz büyüyor, sesimiz daha fazla duyulmaya başladı. Şunu bilsinler ki, değil parkta açıklama yapamamak o parktan dışarı taşacağımız günler yakında. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? Biz bu nefretin nereden geldiğini biliyoruz. Şu anda AKP’nin beraber hareket ettiği bazı tarikat ve cemaatler, özellikle de meclise sokmaya çalıştıkları Hüdapar. Bunların kadın, LGBTİ+ ve hayvan düşmanı olduklarını biliyoruz. Özellikle köpekler üzerinden bir nefret örgütleniyor. Havyan dostlarımızın da, kadın haklarında dayanışma içinde olduğumuz arkadaşlarımızın da, LGBTİ+ arkadaşlarımızın da yanında olduğumuzu vurgulamak istiyorum. Bu nefrete boyun eğmeyeceğiz.

Geri 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 İleri

Bültene kayıt ol