Hayvan, Yaşam, Özgürlük İnisiyatifi bayram tatilinde ziyarete kapatılan Mamak Barınağı önünde basın açıklaması yaptı. İnisiyatif adına Güliz Gündüz tarafından okunan açıklama şöyle:
“Geri alınamayacak haksızlıklar vardır, hiçbir özrün telafi edemeyeceği haksızlıklar; ben o anda her şeyin donup o noktaya baktığını düşünürüm, gecenin, gündüzün, rüzgarın, yıldızların, güneşin, her şeyin, bir an için taşlaşıp gözlerini oraya diktiğini düşünürüm. Sanki benim soluğum kesildiğinde yeryüzünün de soluğu kesilmiştir!” S.K.
Aylardır soluğumuzu tuttuk, gözlerimizi diktik, ağaca asılan köpeklere, yakılarak öldürülen kedilere, gecenin bir yarısı gözleri dönmüş belediyelerin hayvanların boynuna aparatlar takarak boğarcasına toplama kamplarına aldıkları hayvanlara bakıyoruz. Şiddetin bu denli gözümüze sokulduğu, cezasızlıkla beraber kötülüğün güç bulduğu bir dünyada hayvanların haklarını anlatmaya çalışıyoruz. Devrim gibi yasa getiriyoruz diyenlerin yasayı uygulamayıp üstüne cinayeti körüklediklerini dehşetle izliyoruz.
Her hayvanın hayatı biriciktir ve her hayvan kendi hayatının öznesidir. İsimleri olmayabilir, aileleri, arkadaşları, sosyal ilişkileri olduğunu, bizim gibi sevinç ya da üzüntü duyduklarını, korktuklarını, rüya gördüklerini biliyoruz. Korkunç bir nefret pompalamasıyla her birinin biricik hayatının hiçe sayıldığını, işkencelerle öldürüldüklerini de bildiğimiz gibi. Biz bunlara seyirci kalmayacağımızı buradan açıkça ifade ediyoruz. Hayatlarını çaldığınız Dayı, Şila, Köpük gibi isimleri olan hayvanların cinayetlerinin peşinde olduğumuz gibi isimlerini bilmediğimiz sokakta yaşayan bütün hayvanların da yanlarındayız. Hayvanların öldürüle öldürüle elde ettiği yasayı uygulatacak ve yasayı Hayvan Hakları Yasası olarak genişletmek için elimizden gelen her şeyi yapacağımızı beyan ediyoruz. İsteklerimiz açık ve nettir:
Toplama kamplarına alınan hayvanlar mahallelerine geri bırakılsın. Ortak kültürle birarada yaşadığımız hayvanlar bizlerin komşusu olarak yaşamaya devam etmeli.
Sürü psikolojisine girmemeleri ve popülasyonun artmaması için etkin kısırlaştırma seferberliği ülkenin her yerinde başlatılsın.
Üretim/ satış durdurulsun. Yasada geçen “hayvanlar mal değil candır” beyanına uyulsun ve hayvan satışı yasaklansın.
Hayvana şiddet uygulayan, cinsel istismarda bulunan, hayvan cinayeti işleyen katiller yatarı olan hapis cezasıyla yargılansın.
5199’un 6.maddesine dokunulmasın, kısır, sağlıklı hayvanlar mahallelerinde yaşamaya devam etsin.
Hayvanların öldürülmesini tetikleyen söylemler cezasızlıkla ödüllendirilmesin. Nefret suçu işleyen herkes cezasını çekmeli.
Taleplerimiz yerine getirilene kadar susmayacağımızı ve bu mücadelemizin katlanarak artacağını belirtir ve hayvanlarla insanların kurtuluşunun ortak olduğunu düşünen herkesi bileşik hak mücadelemize davet ederiz.
Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!
BM çevre şefi, hükümetlerden biyoçeşitlilik için küresel bir anlaşmaya varılmasından altı ay sonra bu anlaşmanın gereğini yerine getirmelerini istedi. Cambridge Üniversitesi'nden ekonomist Profesör Partha Dasgupta, insanların doğayı sınırlarının ötesinde sömürdüğü uyarısında bulundu.
İngiltere Hazinesi tarafından 2021 yılında yaptırılan doğanın ekonomik önemine ilişkin dönüm noktası niteliğindeki incelemenin yazarı Dasgupta, gezegene verilen zararı hesaba katmayan ekonomi politikalarını savaş (2. Dünya) sonrası ekonomik büyümeye dayandırmaya devam etmenin bir hata olduğunu söyledi.
Ülkelerin doğayı korumak için bu on yılın hedeflerini kabul ettiği Cop15'ten altı ay sonra Guardian'a konuşan Dasgupta, kara ve denizlerin %30'unu korumaya yönelik bir hedefin, geri kalan %70'in yok edilmesine yol açmaması gerektiği konusunda uyarıda bulundu. Dasgupta 2021 raporunda yer alan, hükümetlerin biyoçeşitlilik kaybını durdurmak üzere harekete geçebilmeleri için şirketlerin tedarik zincirlerinin doğaya dayanan kısımlarını açıklamaları gerektiği yönündeki tavsiyesini yineledi.
Kunming-Montreal küresel biyoçeşitlilik çerçevesinin Aralık 2022'de kabul edilmesinden bu yana, açık denizlerin korunması için bir anlaşma yapıldı ve plastik atıkların düzenlenmesi için yasal olarak bağlayıcı bir BM anlaşmasına doğru ilk adımlar atıldı. Luiz Inácio Lula da Silva'nın Brezilya'daki başkanlığının ilk birkaç ayında Amazon'daki ormansızlaşmada azalma görülmüş olsa da, doğa AB'de bir kültür savaşları konusu haline gelmiş, restorasyon ve pestisitlerin azaltılmasına ilişkin öneriler şiddetli bir muhalefetle karşılaşmıştır.
Montreal Anlaşması'nda yer alan 23 hedef ve dört amaca ulaşma yolunda kaydedilen ilerlemeye ilişkin gayri resmi bir güncellemenin, gezegenin sağlığına ilişkin bilimsel uyarıların devam ettiği bir ortamda Dubai'deki Cop28'de yapılması bekleniyor.
Dasgupta, "Eğer doğanın ürün ve hizmetlerine olan talep, arz etme kabiliyetini aşmaya devam ederse, o zaman bir çöküş olacaktır" dedi. "Bu sınırlı bir kaynaktır. Balıkçılık sürekli aşırı avlanma nedeniyle tükendiğinde, bunun balıkçılığın yok olmasına yol açtığını biliyoruz. Şimdi bunu biyosfer ölçeğinde hayal etmeye çalışın.
"[Doğaya yönelik] bu aşırı talep sadece 50 yıllık bir geçmişe sahip. İkinci dünya savaşından bu yana bu talepte büyük bir hızlanma oldu. Bu deneyim politikaya rehberlik ediyor ve bu gerçek bir hata çünkü doğal sermayeye büyük bir zarar verdi. Bu düşüş istatistiklere kaydedilmemiştir. Ulusal hesaplarda görünmüyor" diye ekledi.
"Bir ekonomist olarak, küçük toplumlara dünya ekonomisinin bir prototipi olarak bakmayı seviyorum. Yoksul köy ekonomilerini incelemek size çok şey anlatır: doğal sermayeye derinden bağımlıdırlar. Bu tür toplumların çoğu çökmüş durumda. Bunu Sudan'da yağmursuz alanlar, cılız sığırlar ve kilometrelerce göç eden insanlarla gördük. Doğa bozulduğunda neler olduğunu bilmiyor değiliz."
Montreal'de Vatikan ve ABD dışındaki tüm hükümetler tarafından kabul edilen hedef ve amaçlar arasında on yılın sonuna kadar gezegenin yüzde30'unun doğa için korunması, çevreye zarar veren sübvansiyonlarda 500 milyar dolarlık (410 milyar sterlin) reform yapılması ve gezegenin bozulan karasal, iç su, kıyı ve deniz ekosistemlerinin %30'unun restore edilmesi yer alıyordu.
Cop15 anlaşmasının bir parçası olarak, dünyanın dört bir yanındaki büyük şirketlerin, Dasgupta raporunun önemli bir tavsiyesini yineleyerek, tedarik zincirlerinin doğaya dayanan kısımlarını ifşa etmeleri ve herhangi bir tahribatı azaltmak için harekete geçmeleri gerekiyor.
"Vatandaşlar olarak hepimiz harekete geçmek istiyoruz: Hükümet ne yapmalı? Vatandaş ne yapmalı? Şirketler ne yapmalı? Hangi yasalar çıkarılmalı? Şirketlerin tedarik zincirlerinde neler olup bittiğini açıklamaları konusunda ısrarcı olmalıyız. Bunu yaparak yatırımcılarınıza bir sinyal göndermiş olursunuz. Ve eğer Brezilya'daki yağmur ormanlarını tahrip ettiğiniz gerçeğini önemsiyorlarsa, bunun için sizi cezalandıracaklardır. Ancak bunu yaptığınızı asla bilmezlerse, cezalandırmazlar" dedi.
(The Guradian)
İklim aktivisti ve Just Stop Oil (Sadece Petrolü Durdurun) destekçisi Morgan Trowland, dünyayı korumak için hapsedilmenin nasıl bir şey olduğu hakkında Highpoint hapishanesinden Socialist Worker gazetesine yazdı.
Morgan Trowland geçen yıl Kraliçe II. Elizabeth Köprüsü'nün tepesine tırmandı. O ve diğer aktivist Marcus Decker, köprüyü 36 saat boyunca işgal etti.
Trowland eylem sırasında yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
Köprüye tırmanırken, tam anlamıyla adrenalin hissettim. Kabloya çıkmak korkutucu bir adımdan sonra, oldukça sakin ve dengeli bir şekilde tırmandım. Kablodan inmek yine korkutucuydu. Tırmanırken bir kez kabloya sıkıca sarılmam gerektiğinde bir titreme yaşadım.
Bu korkutucu, baş döndürücüydü. Ama bağlıydım, bu yüzden tehlikede olmadığımı biliyordum. Köprünün tepesinde, içten gelen bir mesajı selfie bir video aracılığıyla iletmek aşkın bir duygu verdi. Tepede olduğumda, hayatta kalma gibi taktiksel konuları düşündüm ve ardından inmek için en iyi zamanı düşündüm.
Bir süre boyunca gece üşüme konusunda endişelendim. Ancak ilk gece rüzgar azaldı ve uyudum. Uyandığımda büyülü ve genişleyen bir güneşin doğuşunu gördüm. Çoğu zaman, uyarı mesajını nasıl ileteceğim konusunu düşündüm. O saatler çok fazla medya ilgisi vardı.
Marcus ve ben, Just Stop Oil'un (JSO) mesajını yaklaşık beş medya kuruluşuna iletmek için çok zaman harcadık. İki kritik noktayı net bir şekilde iletmek bizim için gerçekten önemliydi. İlk olarak, petrol ve gaz üretiminin şu anda insanları öldürdüğünü ve ikinci olarak hükümetin yeni petrol kuyularına lisans vermeyi durdurması gerektiğini vurgulamak istedik.
Oradayken zamanımın birazını arkadaşlarıma ve aileme mesaj atmak için harcadım. Yeni Zelanda'daki kız kardeşim ve babamla telefon görüşmesi yaptım, bu gerçeküstü bir hissiyat verdi. Üşüme konusunda endişelendiğim süre dışında, planımızı başarıyla gerçekleştirebildiğimiz için çoğunlukla sevinçli hissediyordum.
Bu duyguyu hissetmek iyiydi, çünkü birkaç yıldır ekolojik çöküş yoluyla ne kadar çok şey kaybettiğimiz konusunda çok karamsardım. Küresel Güney'dekilerin iklim değişikliği etkilerinden kendilerini korumak için çok az olanakları olduğunu biliyordum. İnsanlara maruz bıraktığımız acı dehşet verici. İktidardakiler iklim krizi konusunda ayak sürüyorlar.
Daha fazla petrol kuyusu açıyorlar ve ekonomik büyümeyi insanların can güvenliğinin önüne koyuyorlar. Köprüde Salı öğle vaktine yaklaşırken, motor yolu üzerinde ciddi bir aksama yarattığımızın farkındaydık, bu nedenle gerilim arttı.
Polise teslim olmak ve inmek için karar verdiğimde, görevimi yerine getirdiğim için sakin ve rahattım. Benim için bu eylem, dört yıl süren şiddet içermeyen doğrudan eylemin bir sonucuydu. Önce Extinction Rebellion (Yokoluş İsyannı) ile başladı, ardından JSO ile devam etti. Yaklaşık 32 farklı eyleme katıldım ve bunların 27'sinde tutuklandım.
Bu eylemlerden bazıları çok stresliydi ve birçok planlama gerektiriyordu. Ancak bunlardan özgürce çıktım. Bu eylemler, dünyada kaybettiğimiz tüm güzellikler için umutsuzluk ve üzüntü duygularıyla birlikte, insanların kendi evimize bunu yapmasına duyulan öfke tarafından belirlendi.
---
'Şiddetsiz doğrudan eylem gezegeni kurtarmak için yeterli değil'
Ben şiddetsiz doğrudan eylemin gezegeni kurtarmanın en iyi yolu olmadığını düşünüyorum. Bence bu, çevre aktivisti Joanna Macy'nin "Büyük Dönüş" olarak tanımladığı şeye yol açabilecek üç boyutlu bir faaliyetin bir parçası olmalı.
Macy, hayatı doğru bir şekilde sürdürebilen bir sisteme geçişi sağlayacak üçüncü büyük bir devrimin gerektiğini düşünüyordu. Bunun için üç boyutlu bir eylemden bahseder. İlk olarak şiddetsiz doğrudan eylem, ikincisi doğayla dengede yaşamak için alternatif sistemler oluşturmak ve üçüncüsü ise zihniyetimizi dönüştürmek.
Şiddetsiz doğrudan eylem, zararı yavaşlatmaya ve yaşama hayatta kalma şansı tanımak açısından önemlidir. Ancak tek başına yetersizdir, çünkü sömürücü kapitalizm acımasızdır ve kaçınılmaz olarak baskın gelir. Yapmamız gereken, üç boyutu bir araya getirmek.
Ayrıca, iklim ve ekolojik çöküşün sonsuz kayıp tehdidi oluşturduğu argümanı da var. Bu nedenle, kaybı azaltma şansı olan herhangi bir eylem, küçük bile olsa, potansiyel olarak büyük bir fayda sağlar. Elbette otoyolda seyahat eden insanları engellemek ve bir uyarıda bulunmamnın onlar üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu kesin olarak bilemiyorum.
Belki çoğu insan "Siktirin gidin, meşgulüm. Yolumdan çekilin" diyor. Ancak önemli bir kesimin, fosil yakıtların bizi öldürdüğünü anladığı ve mesajı aldığı büyük bir olasılıktır.
Ve tabii ki, küçük bir azınlık derinden etkilenir ve kendileri için eyleme geçme ilhamını alır. İklim hareketi, değişimi gerçekleştirmek için gereken tüm sarmalı, şiddetsiz doğrudan eylemi de içeren bir şekilde benimsemelidir.
(Socialist Worker)
Türkiye kapitalizminin en büyük şirketlerinin örgütü TÜSİAD, iklim krizine ve türlerin yokoluşuna karşı bir rapor hazırladı. Buldukları "parlak" fikir, atmosfere yolladıkları karbon emisyonlarını kesmek değil, ormanları özel sektörün eline verip karbonu yerde tutmak.
TÜSİAD'ın her bir üyesinin küresel ısınmaya yaptığı "katkının" boyutları ortadayken (2021'de küresel emisyonların yüzde 1,2'sine yol açtılar, Türkiye en çok emisyona neden olan 14. ülke konumuna ulaştı) karbon dengeleme adı verilen yöntemlerle iklim krizinin etkilerini azaltmak mümkün olabilir mi?
Karbon dengeleme ya da denkleştirme, açığa çıkan sera gazı salımlarının yine eşdeğer bir sera gazı tasarrufu ile karşılanması anlamına geliyor. Bu yaklaşım 20. yüzyılın sonunda, ilk iklim anlaşması Kyoto Protokolüyle beraber ortaya atıldı. Devletler emisyonları aşağı çekmek (yani fosil yakıtlardan vazgeçmek) yerine bir karbon piyasası oluşturdular. Dengeleme denilen şey aynı zamanda finansal araçtır. Böylece kağıt üzerinde tasarruf yapıp, gerçek sorumluluklarından kaçabiliyorlar. Üstelik bundan para da kazanıyorlar.
TÜSİAD'ın yeniden ormanlaştırma ve biyoçeşitliliğin korunması gibi çevreci ve sempatik ifadedeler kullanması bunun bir örneğidir.
Evet, doğanın geri besleme mekanizmalarını güçlendirmek, iklim kriziyle savaşta temel işlerden biri. Bu yolla karbonun yerde kalması, toprak tarafından tutulması amaçlanır. Ağaçlar yıllar içinde büyürken, ormanlaştırmanın kayda değer hale gelmesi zaman alır ama işe yarayan bir yöntemdir. Fakat TÜSİAD bunu, ormanları özelleştirerek yapmak istiyor ki işte sorun da tam burada.
Peki TÜSİAD'ın derdi ne? Ormanların bedava bir emisyon tasarruf alanı olduğunu söylüyor. Ormanları özel şirketlerin eline verip, burada bir karbon sektörü oluşturmak istiyorlar. Yani aslında TÜSİAD burada bir kazanç fırsatı görüyor. Bu çevreci değil finansal bir girişimdir ve kar odaklıdır.
Kaldı ki mevcut ormanlık alanları yok edenler, yine özel şirketler. Biyoçeşitliliği korumak gibi kritik bir konu insan ve canlı hayatını zerre kadar umursamayan kapitalistlerin eline bırakılamaz.
Antikapitalistler daha fazla ağaç, daha büyük ormanlar istiyor.
Bununla da kalmıyoruz: İklim kriziyle başa çıkmak için fosil yakıt tüketimine dayalı bu düzene son vermek gerektiğini söylüyoruz.
Güneş, rüzgar, yani yenilenebilir enerji bize yeter. Bu mücadelede TÜSİAD üyesi kapitalistler tam karşımızda duruyor. Onları yenmeliyiz.
Hayvan, Yaşam, Özgürlük İnisiyatifi, 15 Haziran günü (Perşembe) Ankara'da bir panel düzenleyecek. İşte program:
📣Hayvanlarla insanların kurtuluşu ortaktır
Konuşmacılar:
Aslı Alpar (Kaos GL-Çizer)
Foti Benlisoy (Aktivist-Yazar)
Süreyya Karacabey (Akademisyen)
15 Haziran Perşembe 19:00'da başlıyor!
Adres: Eğitim Sen Ankara 5 no'lu Üniversiteler Şubesi, Fidanlık Mahallesi Mithatpaşa Caddesi, No: 27/3 Kızılay - Ankara
Kanada'daki orman yangınlarından yayılan turuncu-gri bir pus, güneşi kapatarak Amerika Birleşik Devletleri'nin büyük bölümünü sarmış durumda. Muhafazakârlar, İşçi Partisi ve medyanın büyük bir kısmı Just Stop Oil'in yol açtığı yıkım hakkında atıp tutarken, iklim kaosunun hızlandığına dair tekrarlanan kanıtları görmezden gelmek mümkün değil.
Yangınlar, Kanada'yı boydan boya kasıp kavuruyor, ABD'nin doğusunu boğucu bir dumanla kaplıyor. Porto Riko şiddetli sıcaklık alarmı altında.
7 Haziran gecesi 1,5 milyondan fazla insanın yaşadığı Philadelphia'da hava kalitesi tehlikeli olmaya devam etti. Kirleticilerin yoğunluğunu ölçen ve 0 ile 500 arasında değişen Hava Kalitesi Endeksi gece yarısına doğru 429'a ulaştı. Yerel halk sağlığı departmanına göre bu, şehirdeki herkes için "tehlikeli" olarak kabul edilen bir seviye.
Orman yangınlarından çıkan duman, aynı gün Alabama'nın güneyine kadar ulaştı. ABD ve Kanada genelinde 115 milyondan fazla kiş, aşırı hava kalitesi uyarıları altındaydı. Ve bazı bölgelerde işçiler harekete geçti.
New York'taki Trader Joe's Essex Crossing mağazasının çalışanları güvenli olmayan çalışma koşullarını protesto ederek iş bıraktı. Sendika, "Mağazadaki hava kalitesi şu anda o kadar kötü ki personel nefes almakta zorlanıyor" dedi.
REI kampanyası ve outdoor giyim mağazalarındaki işçilerin sendikası ise şu tweet'i attı: "New York SoHo'nun sisli sokaklarından güncelleme: Bugün sendikamız, Manhattan'da giderek artan güvensiz hava kalitesi nedeniyle mağazamızı kapatması için yönetime başarılı bir şekilde baskı yaptı."
8 Haziran sabahı, New York ve diğer büyük Amerikan şehirleri üzerinde üst üste üçüncü gün boyunca olağanüstü kötü bir kirlilik devam etti.
Aktör Jodie Comer, tek kişilik Broadway oyununun matinesinin onuncu dakikasında nefes almakta zorlandığı için sahneyi terk etti.
Orman yangınları, Kanada genelinde devam etti. Yaklaşık 3,8 milyon hektar - 9,4 milyon dönüm - yanmış durumda ve bu rakam on yıllık ortalamanın yaklaşık 15 katı.
En kötü yangınlardan bazıları, 11 binden fazla kişinin evlerini tahliye etmek zorunda kaldığı doğu eyaleti Quebec'te meydana geldi.
Kayıtlara geçen en büyük ikinci orman yangınıyla karşı karşıya olan Pasifik eyaleti British Columbia'nın bazı bölgelerinde Perşembe günü sıcaklıkların 33 santigrat dereceye ulaşacağı tahmin ediliyor.
Zengin ülkelerde yoğunlaşmış olan medya, kökeni genellikle insan kaynaklı iklim değişikliğine dayandırsa da Amerika'daki orman yangınlarını haber yapıyor. Mart ayında Tayland'ın kuzeyinde meydana gelen ve yaklaşık 2 milyon kişinin solunum yolu rahatsızlıkları nedeniyle hastanelere kaldırılmasına neden olan orman yangınları için ise çok daha haber tanıtım yapıldı.
Kapitalizmin sunduğu şey budur - yanan bir dünya, Ukrayna'da ve diğer ülkelerde savaş, yoksulluk, salgın hastalıklar ve ırkçılık.
Ian Rappel'in orman yangınları üzerine yazdığı gibi, "Bu travmatik olaylar 'vahşi', kontrol edilemeyen yangın fırtınaları görünümüne bürünüyor - alevler serbest bırakılıyor - ancak bu tür olayların tümünü doğanın kontrol edilemeyen güçlerine atfetmek bir hatadır.
"Biyoçeşitlilik ve canlı doğa örüntülerinde olduğu gibi, ateş de insanlığın egemen kapitalist toplumsal ilişkilerinden bağımsız hareket etmez.
"Daha ziyade, bu büyük ve yıkıcı yangınları yaratmak için gereken koşulları değiştiren ve geliştiren bir sosyal sistemin prizması aracılığıyla kendini ifade eder."
"Bu tür yangınların başlangıcını insanlara - bireysel kundakçıya ya da beceriksiz barbekü şefine - yüklediğimiz durumlarda bile, aslında bu yangınları kendi hızlandırıcı yakıt ve alev karışımıyla üreten, iklimsel kaosuyla bu güçlü karışımı körükleyenin kapitalizm olduğunu gözden kaçırıyoruz."
Çevresel acil durumun etkileri uzak gelecekteki bir tehdit değildir. Bunlar yaşandı ve şimdi de yaşanıyor. Ve Küresel Güney ile sınırlı değiller.
GMB gibi sendikalar fosil sermayeye karşı en hafif hamlelere bile karşı çıktıklarında, üyelerine ve tüm insanlığa ihanet etmiş olurlar.
Doğrudan eylemci çevre grupları ve diğerleri, polisin aktivistlerin evlerini basmasının ardından Fransa genelinde protesto çağrısında bulundu.
Jandarma ve Terörle Mücadele Alt Müdürlüğü (SDAT) görevlileri 5 Haziran'da ülkenin çeşitli bölgelerinde evlere baskın düzenleyerek yaklaşık 15 kişiyi gözaltına aldı. Bu kişiler, Aralık 2022'de Lafarge çimento fabrikasında gerçekleştirilen bir "itaatsizlik eylemi" ile bağlantılı olduğu iddia edilen "organize yıkım" ve "suç örgütü" suçlamalarıyla karşı karşıya.
Eylemde 200 kişi Fransa'nın güneyindeki Bouc-Bel-Air'de bulunan fabrikayı işgal etmişti. Yeryüzü Ayaklanmaları (SDLT) örgütüne göre, "kararlı ve neşeli bir atmosferde, kirletici çimento üreticisinin fabrikasının altyapısına her türlü yolla saldırıldı. Bunlar arasında "yakma fırını ve elektrikli cihazlara sabotaj, koparılan kablolar, yırtılan çimento torbaları, hasar gören araçlar ve iş makineleri, hasar gören ofislerin pencereleri, etiketlerle yeniden boyanan duvarlar" yer alıyordu.
Lafarge-Holcim ülkedeki en büyük CO2 üreticilerinden biridir. SDLT şöyle diyor: "Burada, Bouc-Bel-Air'de, uzun süredir endüstriyel atık ve lastiklerle beslenen fırınlar bugün yeşil göz boyamanın sembolü haline gelmiştir. Hava kirliliği kayda değer boyutlarda olup, tüm basın ve yerel halk tarafından defalarca kınanmıştır. Ancak bacalar hala zehirlerini kusmaya devam ediyor."
Devlet şimdi bu eylemin intikamını almak istiyor. Ancak sendika liderleri emekli maaşları konusunda milyonları defalarca sokağa döken yeni eylemleri iptal ederken devlet de gözdağı vermeye devam ediyor. Sendikalara göre Çarşamba günü 900 binn kişi bir başka günlük uyarı eylemine katıldı.
Direnişin boyutu hala çok yüksek. Ancak en büyük sendika federasyonu CFDT'nin lideri Laurent Berger, bunun "emekli maaşları konusunda bu formatta yapılan son gösteri" olduğunu söyledi.
Bir SDAT sözcüsü Socialist Worker'a şunları söyledi: "Tel kesicilerin, balyozların ve ayarlanabilir anahtarların meşru kullanımını terörizmle eş tutmak kabul edilemez. Beton santralleri, biyolojik çeşitliliğin yok edilmesi için kullanılan silahlardır. Onlar iklimin saatli bombalarıdır. Bu nedenle onları silahsızlandırmak her zamankinden daha meşru ve gereklidir."
SDLT, 11 Haziran'da Nantes şehri yakınlarındaki bir başka Lafarge tesisinde kitlesel eylem çağrısında bulundu. Devlet de harekete geçecek. Mart ayında Fransa'nın batısındaki Sainte-Soline'de düzenlenen bir başka SDLT protestosunda polisler iki protestocuyu ağır yaralamış ve onları "ölümle yaşam arasında asılı" bırakmıştı.
30 bin protestocuyla karşı karşıya kalan polisler, iki saatten kısa bir süre içinde yaklaşık 4 bin gaz bombası attı - yani her iki saniyede bir. Devlet 3,200 polisi harekete geçirdi ve tartışmalı bir inşaat alanını kuşatmak için helikopterler, atlı kuvvetler, tazyikli su ve kamyonlar gönderdi.
Devlet daha sonra SDLT'yi yasaklamakla tehdit etti. Ancak dayanışma dalgası karşısında şimdilik geri adım attı. Çevresel adalet için verilen mücadele, emeklilik isyanı sırasında ortaya çıkan işçi sınıfının yaşam standartları, demokrasi için ve polis baskısına karşı verilen mücadelelerle bağlantılıdır. Tüm bu mücadeleler birlikte yürütülmelidir.
(Socialist Worker)
Türkiye Tabipleri Birliği, 5 Haziran Dünya Çevre Günü'nde insan ve canlı yaşamını tehdit eden plastik kirliliğe son verilmesi çağrısında bulundu.
Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu'nun açıklaması şöyle:
Bilindiği gibi 1972 yılında İsveç'in Stockholm kentinde yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı'nda alınan bir kararla, 5 Haziran günü Dünya Çevre Günü olarak kabul edilmişti. 1973’den bu yana her yıl ayrı bir ülkenin ev sahipliğinde ve belirlenen çevre temaları ile sürdürülen Dünya Çevre Günü etkinliklerinin bu yılki teması ise “plastik kirliliğine çözümler” olarak belirlenmiştir. Bir Afrika ülkesi olan Fildişi Sahili’nin ev sahipliğinde yapılan etkinliklerle tüm hükümetlere, endüstriyel kuruluşlara, toplumlara ve bireylere çağrıda bulunulup tüm dünyayı etkisi altına alan plastik kirliliğini azaltmak için bir araya gelmeleri hedeflenmiştir. Bu çabaların sonucunda deniz ve okyanusları kirleten, sucul yaşama zarar veren ve insan sağlığını tehdit eden doğadaki plastik atıkların azaltması amaçlanıyor.
Günümüzde yıllık olarak üretilen plastiğin %40’dan fazlası ambalaj malzemesi olarak kullanılıyor. Bu durum her yıl üretilen yeni plastiğin %40’nın ortalama olarak üç hafta içinde atık haline geldiğini gösteriyor. Şu ana kadar atık haline gelen 7 milyar ton plastiğin ancak %8’i geri dönüştürülebildi. Merkezi Paris’te bulunan Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne (OECD) göre, 2019 yılında ortaya çıkan 353 milyon ton (Mt) plastik atığın ise üçte ikisi yasal koşullara uygun olarak kısa süre içinde çöp depolama sahalarına gönderildi veya yakıldı. Örgüte göre üretiminden sonra kısa süre içinde çöp haline gelen plastik atığın %22’si ise (79 Mt), uygun olmayan alanlarla, denizlere yasadışı olarak terk edildi. OECD plastik atıkların yönetimi konusunda yeni politikalar geliştirilemezse bu miktarın kısa süre içinde iki katına çıkacağını belirtiyor. Ayrıca örgüt doğaya terk edilen plastik atığın politika değişikliğine gidilmezse 2060 yılına kadar 1 milyar tonu geçeğini hesaplıyor. Plastik atıkların büyük bir bölümünden sorumlu merkez kapitalist ülkeler ayrıca uluslararası antlaşmaları görmezlikten gelerek plastik atıklarını çevre kapitalist ülkelerin üzerine de yıkıyor. Türkiye’ye de her yıl daha da artan miktarda merkez kapitalist ülkelerin plastik atıkları giriyor. Greenpeace’nin verilerine göre, Avrupa ülkelerinden Türkiye’ye 2020 yılında tam 660 bin ton plastik atık gönderildi. Bu rakam 2004’ten bu yana yıllık bazda tam 196 kat artışa denk geliyor ve ülkemize giren plastik atıkların önemli bir bölümü ambalaj yapımında kullanılan polietilen atıklar. Üstelik polietilenin üretimi OECD’nin tahminlerine göre 2060 yılına gelindiğinde daha da artacak.
Plastikler küçükten büyüğe doğru; nanoplastik (1nm-1µm), mikroplastik (1µm-1 mm), mezoplastik (1mm–1 cm) ve makroplastik ( ≥1 cm) olarak sınıflandırılıyor. Doğaya, denizlere yasadışı yollarla bırakılan plastik atıklar meteorolojik ve iklimsel olayların etkisi ile parçalanarak mikro ve nanoplastiklere dönüşüyor. Nano ve mikroplastikler insanlara besin zincirine karışarak ve solunum yolu ile olmak üzere iki temel yoldan ulaşıyor. Besinler veya solunum yolu ile alınan nano ve mikroplastiklerin insan sağlığı üzerindeki etkileri ile ilgili son yıllarda çok sayıda bilimsel çalışma yapılmıştır. Bu çalışmaların sonucunda besinler ile ve solunum yolu ile insan vücuduna alınan nano ve mikroplastiklerin, karaciğer, böbrek ve barsakta biriktiği gösterilmiş ve kimyasal yapılarına göre infertilite, obezite ve kanserlere yol açabileceği bulunmuştur.
Öte yandan ikinci toplantısı geçtiğimiz hafta başında Fransa’nın başkenti Paris’te başlayan Birleşmiş Milletler Plastik Antlaşması müzakere toplantıları plastik üretimini sınırlayacak, kirliliğini önleyecek ciddi bir antlaşma metnine ulaşmaktan çok uzak olarak devam ediyor. Toplantılara plastik üreticisi ülkeler ve onların endüstriyel kuruluşları tam kadro olarak katılırken, Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) son dakikada getirdiği kısıtlamalar nedeniyle, plastik çöp dökümü ve yakılması nedeniyle zarar gören gelişmekte olan ülkelerdeki sivil toplum örgütleri ve bilim insanlarının katılımı oldukça sınırlı kaldı. Ayrıca geçen haftalarda UNEP tarafından plastik kirliliğinin önlenmesi ile ilgili yayımlanan “Musluğu Kapatmak” isimli rapor da bilim insanlarına göre gerçek dışı ve yanlış çözüm önerileri ve plastiğin insan yaşamına daha çok girmesine neden olacak önerilerle ile doludur.
1973’ten bugüne kadar 5 Haziran Dünya Çevre Günü tespit edilen için temalar sadece kâğıt üstünde kalmıştır. Dünya her geçen gün daha büyük oranda ekolojik yıkıma uğramaktadır. Son bilimsel çalışmalar, gezegenimizin sınırlarının aşıldığını, ülkemiz başta olmak üzere çevre kapitalist ülkelerin her geçen gün daha da ağırlaşan çevre sorunları ile boğuşmak zorunda kaldığını göstermektedir. Merkez kapitalist ülkelerin bu duruma dair sorumluluğu açıktır. Bu gelişmeler ışığında TTB ülkemizdeki plastik atık sorunun giderilmesi için ilk adım olarak Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın atık plastik ithalini bir an önce yasaklamasını talep etmektedir.
Küresel ısınmaya yol açan sera gazlarıyla atmosferi kirleten sera gazı salımlarının en büyük sorumlusunun ABD ve Çin olduğu biliniyor. Bunları Rusya, Brezilya ve Endonezya izliyor.
Bu devletlerin yarattığı tahribat, 1850 yılından bu yana yapılan ölçümlerle belirleniyor. Öte yandan sonradan gelen, rakiplerinden daha küçük Türkiye gibi ekonomiler, iklim krizine etkileri, yangına körükle gider cinsten.
Türkiye kapitalizmi, 2020 yılında 530 milyon ton karbondioksit emisyon salımıyla küresel emisyonlarda yüzde 1 paya sahip oldu ve dünyada 16'ncı sırada yer aldı. 2021'de küresel emisyonların yüzde 1,2'sine yol açtı. Böylece dünyada en çok emisyona neden olan 14. ülke konumuna ulaştı.
İktidar, 2016 yılında Paris İklim Anlaşması'na imza attı. Çevre Bakanlığı'nın ismi değiştirilerek yanına iklim değişikliği eklendi. Fakat tıpkı Kyoto Protokolü'nde olduğu gibi Paris Anlaşması'nda üstlendiği yükümlülükleri yerine getirmedi. Getiremezdi: Erdoğan'ın AKP'sinin tercihi, iklim krizine neden olan kirli enerjidir. Başta kömür olmak üzere petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıtlara dayalı bir ekonomik büyüme anlayışına sahipler. Ve bu anlayış her yerde iklim felaketlerine neden oluyor.
İtiraf
Enerji demek, işçiler için yüksek faturalar demek. Aynı zamanda her ürünün enerji fiyatlarındaki artışlara bağlı olarak sürekli zamlanması, yani yüksek enflasyon demektir. Kirli enerjinin yıkıcılığı bununla sınırlı kalmıyor.
Türkiye İstatistik Kurumu'nun yayınladığı Sera Gazı Emisyon İstatistikleri'ne (1990-2021) bakıldığında gezegeni kavuran sıcaklıkların artışına nasıl katkı yapıldığı görülebilir.
En fazla emisyon, fosil yakıta dayalı enerji sektöründen çıkıyor.
Bu ezici bir oran: 2021 yılına gelindiğinde "Toplam sera gazı emisyonlarında 2021 yılında CO2 eşdeğer olarak en büyük payı yüzde 71,3 ile enerji kaynaklı emisyonlarla" karşılaşıyoruz.
Çoğu kişi "karbon ayak izinden" ya da "bireysel tasarruftan" bahsetse de Türkiye'de enerji sektörü baştan aşağı değiştirilmeden iklim krizi sorunu çözülemez. Bu elbette tüm ülkeler için geçerli. Her iklim aktivisti, yaşadıkları yerdeki iktidarlara karşı mücadele etmeli. Erdoğan'ın üçüncü cumhurbaşkanlığı döneminde iklim adaleti mücadelesi en önemli mücadele başlıklarından biridir.