Bangladeş'in güneydoğusundaki dünyanın en büyük mülteci kampında sıkışıp kalan Rohingya halkı bu hafta, çektikleri acıların Batı'nın insan hakları barometresinde neden bu kadar alt sıralarda yer aldığını soruyor olmalı.
Irkçılık, yoksulluk ve iklim değişikliği hayatlarını mahvetmiş durumda. Yine de onlar için uluslararası destek akışı, Eurovision'da bayrak sallayarak destek sunmak ya da bir hayır işi için ünlülerin desteği söz konusu değil.
Bu hafta Bangladeş ve Myanmar'da kıyıya vuran Mocha Kasırgası evlerin çatılarını uçurdu ve tüm köyleri yerle bir etti. Bölgeyi şimdiye kadar vuran en güçlü fırtınalardan biri olan bu kasırga, 3,5 metrelik bir gelgit dalgası yaratarak alçak bölgelerdeki sokakları sular altında bıraktı.
Saatte 155 mile varan rüzgârlar kıyı şeridindeki dağınık adalarda yaşayan küçük balıkçı topluluklarını şimdiden yerle bir etmiş durumda. Korkunç koşullar Bangladeş'in güney doğusunda bulunan ve yaklaşık bir milyon Rohingya'ya ev sahipliği yapan dev Kutupalong mülteci kampını da yok etmekle tehdit ediyor.
Rohingya Müslümanları, ordunun etnik temizlik misyonunun bir parçası olarak ülkenin batısını yakması, işkence etmesi ve tecavüz etmesi üzerine 2017 yılında Myanmar'dan kaçtı. Sivil başbakan Aung San Suu Kyi askerlerini destekledi.
Sığınacak bir yer arayan Rohingyalar sınırı geçip Bangladeş'e girdiklerinde kendilerini aşağılanmış ve çoğu insanın yaşadığı kasaba ve şehirlerden uzaktaki kamplara hapsedilmiş olarak buldular. Çalışmalarına izin verilmeyen mülteciler, Birleşmiş Milletler'in (BM) sınırlı yardımlarıyla hayatta kalmaya çalışıyor. Bu finansman da her an geri çekilebilecek ya da reddedilebilecek devletlerden gelen paraya dayanıyor.
Şu anda hayal edilebilecek en kötü koşullardan bazılarında yaşıyorlar, ancak hayatları daha da kötüleşmeye hazırlanıyor. Bangladeş hükümeti, acil bir durumda bile kamplarından ayrılmalarını yasaklıyor.
Şimdi binlerce kişi rüzgâr ve selden kurtulma umuduyla fırtına yardım merkezlerine doluşuyor. Normalde okul ve sağlık merkezi olan bu binalar, kaçmaya çalıştıkları bambu ve branda kulübelerden çok az daha güvenli. Ve herkesi barındırmaya yetecek kapasiteye sahip değil.
Dışarıdaki gökyüzü su tabakaları ve uçuşan enkaz yağdırıyor. Barınak olmadan pek çok kişinin öleceği kesin, ancak sayımı kimin yapacağı açık bir soru olarak kalıyor!
Batı'nın yöneticileri için iklim felaketi, etnik temizlik ve Rohingya halkının trajedisi sadece ara sıra timsah gözyaşları dökmelerine neden oluyor. Rohingyalar ancak Doğu ve Batı arasındaki savaşta stratejik bir konuma sahip olurlarsa, iktidardaki herhangi birinin davalarına sahip çıkmasını bekleyebilirler.
Avrupa çapında okullar ve üniversitelerde “Fosili Bitir: İşgal Et!” başlığıyla eylemler başladı. Kıta çapında 22 okul ve üniversitede işgaller var.
İklim değişikliği konusunda adım atmasını isteyen gençler Avrupa çapında okul ve üniversite işgallerine başladı. Bir ay sürece kampanyanın başlığı “Fosili Bitir: İşgal Et!”. Almanya’da Wolfenbüttel, Magdeburg, Münster, Bielefeld, Regensburg, Bremen ve Berlin üniversiteleri işgal edildi. Barcelona’da Barcelona Özerk Üniversitesi’ni işgal eden öğrenciler, iklim değişikliğine dikkat çeken açık hava dersleri örgütledi. Belçika’da 40 öğrenci Ghent Üniversitesi’ni işgal ederken, Çek Cumhuriyeti’nde 100 kadar öğrenci Ticaret ve Endüstri Bakanlığı önünde kamp yaptı. İngiltere’de ise Leeds, Exeter ve Falmouth üniversitelerinde işgal hazırlıkları sürüyor.
The Guardian’ın haberine göre en radikal eylemler öğrencilerin yedi okul ve iki üniversiteyi işgal ettiği Portekiz’in Lizbon kentinde yaşanıyor. Lizbon Üniversitesi Beşeri Bilimler Fakültesi’nde öğrenciler kendilerini dekanın odasına kilitledi. Lizbon'da öğrenciler ayrıca işgal eylemleriyle dayanışma için sokak barikatları da kurarak trafiği de engelledi.
Ankara’da kurulan Hayvan, Yaşam, Özgürlük İnisiyatifi, geçen hafta bir basın açıklamasıyla ilk kez sokağa çıktı. İnisiyatifin kurucularından, oyuncu, aktivist ve yerel hayvan koruma görevlisi Güliz Gündüz’le konuştuk.
Böyle bir inisiyatif kurma fikri nasıl aklınıza geldi?
Güliz Gündüz: Türkiye’de birçok dernek, konfederasyon var. Ancak bu dernekler ve oluşumlar ne yazık ki hayvan haklarını bir direniş cephesinden savunamıyorlar. Bu yüzden arkadaşlarımızla beraber daha fazla direniş gösterebilecek bir inisiyatif kurmak istedik çünkü diğer oluşumlar genellikle bir hak arayışı üzerinden değil de merhamet üzerinden bir söylem geliştiriyor. Hayvanlar bizim gibi bireyler, hisseden, acıyı, mutluluğu bizim gibi hisseden bireyler. O yüzden arkadaşlarımızla bir direniş hattı kurmak istedik ve bu inisiyatifi kurduk.
Bu inisiyatifin talepleri nelerdir?
Öncelikle 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda bir değişiklik yapılmak isteniyor. Bu kanunun 6’ıncı maddesinde der ki “sokak hayvanları aşılanıp, kısırlaştırılıp, yerlerine geri bırakılmak zorundadır”. Şimdi hükümet bu maddeyi tamamen ortadan kaldırmaya çalışıyor. Biz buna karşı duruyoruz çünkü biz mahallemizde sokak hayvanları ile beraber ortak bir kültürü devam ettiriyoruz ve hiçbir şekilde bu devasa barınaklara hayvanların tıkılmasını istemiyoruz. İlk talebimiz bu.
Bunun dışında 5199’un genişletilmesini istiyoruz. Şöyle ki, hayvanlara tecavüz, işkence, cinayet vakaları çok arttı. Bunun nedeni ise cezasızlık çünkü yatarı olan hapis cezası yok. Varmış gibi görünüyor ama yok. Yasaklı ırk kavramının ortadan kalkmasını istiyoruz çünkü hiçbir ırk yasaklı olamaz. Hayvan ticaretinin kesinlikle yasaklanmasını istiyoruz. Genel isteklerimiz bu yönde.
Son zamanlarda barınaklardaki durum da gündeme geldi. Biraz anlatır mısınız?
Barınaklar korkunç durumda. Aslında biz barınak değil, toplama kampı diyoruz oralara çünkü bunlar bir barınma yeri değil hayvanlar için. Sürekli öldürüldükleri, aç bırakıldıkları, susuz bırakıldıkları, tıkış tıkış bir arada kaldıkları bir yer. Bu aslında hayvanların doğasına da aykırı, normalde hayvanlar sokakta ikişerli-üçerli belirli bölgelerde dururlar. Siz bir yere 100-200 köpek koyduğunuzda o hayvanlar doğal olarak alan koruması yapacağı için birbirlerine girerler. Konya’da birini gördük ama kafalarına kürekle vurulan onlarcasının olduğunu biliyoruz. Şu anda oraya giriş zaten yine yasak. Mamak’ta da kısır, küpeli, aşılı hayvanlar barınakta tutuluyor yani yasa çiğneniyor. Genel olarak barınaklar bu durumda. Ben Türkiye’de hiç iyi barınak görmedim.
Boğaziçi Üniversitesi’ndeki hayvan barınma alanında neler oluyor?
Boğaziçi Üniversitesi’nde mezun olan Defne Hanım’ın öncülüğünde bir alan kurulmuştu. Bu alan Boğaziçi Üniversitesi’nin içinde ve burada hayvanlar hapsedilmiş değildi. Geniş bir alanda beraber yaşıyorlardı. Buradaki hayvanlar genel olarak daha yaşlı, hasta, bakıma muhtaç hayvanlardı. Çok güzel bir alanları, kulübeleri vardı. Oradaki gönüllü arkadaşlarımız, öğrenci arkadaşlarımız ilaçlarını düzenli veriyor, düzenli gezdirmelerini yapıyorlardı. Sonra cumhurbaşkanının talimatıyla, bir vakfın anlaşmalı olarak verdiği bir alana alınması istendi bu hayvanların. Buna karşı çıktık çünkü vakıf her an ellerinden bu yeri alabilir ve bu alan evlere çok yakın olduğu için köpek havlamalarından şikayet edileceği aşikardı. Bir Pazar günü, kimseye haber vermeden kulübeleri yıkıp hayvanları apar topar bu alana taşıdılar. Şu anda gönüllülerin, öğrencilerin girişi yasaklandı. Oradaki bakıma muhtaç hayvanların hiçbir bakımını yapamıyor Boğaziçili arkadaşlar. Şimdi de çok fazla şikayet varmış havlamalarından dolayı ve “sahiplendirme yapacağız ve hayvanlar birkaç gün içinde buradan gidecek” demişler. Biz “sahiplendirme” yapmayacaklarını biliyoruz.
Ankara’da bir basın açıklaması yaptınız. Nasıl geri dönüşler aldınız?
Basın açıklamamız çok güzel geçti. Yeşil Sol Partili milletvekili adayları katıldı, hayvan hakları aktivistleri, LGBTİ+ örgütlerinden, kadın örgütlerinden arkadaşlarımız vardı. Ancak biz açıklamayı Kuğulu Park’ta yapacaktık ve polis yasal hakkımızı kullanmamızı engelleyerek burada bize açıklamayı yaptırmadı. Buna rağmen iyi bir adım atmış olduk ve hak mücadelerini ortaklaştırdığımız bir açıklama oldu. İnisiyatifimiz büyüyor, sesimiz daha fazla duyulmaya başladı. Şunu bilsinler ki, değil parkta açıklama yapamamak o parktan dışarı taşacağımız günler yakında.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Biz bu nefretin nereden geldiğini biliyoruz. Şu anda AKP’nin beraber hareket ettiği bazı tarikat ve cemaatler, özellikle de meclise sokmaya çalıştıkları Hüdapar. Bunların kadın, LGBTİ+ ve hayvan düşmanı olduklarını biliyoruz. Özellikle köpekler üzerinden bir nefret örgütleniyor. Havyan dostlarımızın da, kadın haklarında dayanışma içinde olduğumuz arkadaşlarımızın da, LGBTİ+ arkadaşlarımızın da yanında olduğumuzu vurgulamak istiyorum. Bu nefrete boyun eğmeyeceğiz.
Bursa Su Kolektifi, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü önünde düzenli basın açıklamaları yapmaya devam ediyor. Bu ayki eylemin gündemi, olası depremleri felakete dönüştürecek tehlike maddeler riski oldu.
Hayvan, Yaşam, Özgürlük İnisiyatifi hayvanlara yapılan katliamın durdurulması ve 5199 sayılı yasanın geliştirilerek uygulanması talepleriyle Ankara'da eylem yaptı. Basın açıklamasına çok sayıda hak ve özgürlük savunucusu katıldı.
Yeşil Sol Parti 1. Bölge Adayları Emirali Türkmen, Çağdaş Küpeli, Zişan Kürüm, Ruken Dilara Zaf, Hatice Göz ve Bülent Kaya de basın açıklamasına destek verdi.
13 Nisan günü Kuğulu Park’ta yapılacağı ilan edilen basın açıklaması, “kamusal alanda basın açıklaması yapılamayacağı” gerekçesiyle polisler tarafından anayasaya aykırı olarak engellendi. İnisiyatif üyeleri ve katılımcılar, yaklaşık 200 metre uzakta kuytu bir yerde toplanmaya zorlandı. Açıklamadan önce gazeteci Mehmet Onur Yılmaz, polisler tarafından tartalanarak Kuğulu Park’tan dışarı çıkartıldı.
İnisiyatif adına basın açıklamasını okuyan Güliz Gündüz, sözlerine “Ekonomik kriz derinleşirken, bir de Türkiye tarihinin en büyük depremiyle sarsıldık. Krizin faturasını çalışanlara yüklemeye çalışan patronlar ve hükümet bu sefer de faturayı dayanışma örgütleyenlere, muhalefete, yoksullara, göçmenlere, öğrencilere, kadınlara, LGBTİ+’lara kesmeye çalışıyor. On binlerce insan ve hayvanın hayatını kaybetmesine neden olan deprem değil, doğayı devasa bir inşaat alanına çeviren rant politikalarıdır. Sebebi başka yerde aramamızı isteyenlere karşı sesimizi çıkarmanın şu anda tam zamanı” diye başladı.
Basın açıklamasının tam metni şöyle:
HAYVAN CİNAYETLERİNİ DURDURUN, HAYVAN HAKLARINI TANIYIN!
Ekonomik kriz derinleşirken, bir de Türkiye tarihinin en büyük depremiyle sarsıldık. Krizin faturasını çalışanlara yüklemeye çalışan patronlar ve hükümet bu sefer de faturayı dayanışma örgütleyenlere, muhalefete, yoksullara, göçmenlere, öğrencilere, kadınlara, LGBTİ+’lara kesmeye çalışıyor. On binlerce insan ve hayvanın hayatını kaybetmesine neden olan deprem değil, doğayı devasa bir inşaat alanına çeviren rant politikalarıdır. Sebebi başka yerde aramamızı isteyenlere karşı sesimizi çıkarmanın şu anda tam zamanı.
Biz yükseltilen nefret dalgasına yabancı değiliz. Otoriterleşme ile el ele giden baskı ve nefret politikaları sadece insanları değil hayvanları da vuruyor. Özellikle sokak hayvanları üzerinden yürütülen nefret kampanyası sebebiyle hayvan cinayetlerinde ciddi bir artış yaşanıyor.
Konya’daki barınak katliamında örneğini gördüğümüz gibi barınaklar içler acısı hâlde ve hayvanlara işkence yapılan toplama kamplarına çevrilmiş durumda. Özellikle sokak köpekleri hedefe konularak yürütülen nefret kampanyası sebebiyle sokak hayvanlarının bu toplama kamplarına gönderilmesi planlanıyor. Barınaklar aynı zamanda ekolojik yıkımı da beraberinde getiren bir rant kapısına dönüşmüş durumda. Doğal alanlar, barınak inşaatı adı altında müteahhitlere peşkeş çekiliyor. İnsanlar tarafından işlenen bazı cinayetlerin hayvanlar hedef gösterilerek üzeri örtüldüğü gibi, hayvanlara işkence eden ve öldürenler de cezasızlıkla ödüllendiriliyor.
Tüm bu tablo depremle beraber daha da ağırlaştı. Henüz arama kurtarma çalışmaları bitmeden enkazlar kaldırılmaya başlandı, sayısız insan ve hayvanın akıbeti bilinmiyor. Tüm canlılar oradaki gönüllülerin çabalarına terk edilmiş durumda. Bu duruma rağmen hemen her yerde sıradan insanlar, tüm güçlerini birleştirmiş durumda. Bir yandan insanlar için yardımlar toplanırken, hayvan hakları aktivistleri de sahada sürekli olarak bölgedeki hayvanları dışarı çıkarmak, tedavi ettirmek, onlara geçici ve kalıcı yuva bulmak için çaba sarf ediyor.
Geçtiğimiz günlerde Boğaziçi Üniversitesi’nde gönüllüler tarafından idare edilen hayvan barınağı, Cumhurbaşkanı’nın kararıyla apar topar boşaltıldı. Öğrencilerin ve gönüllülerin barınağa girişine izin verilmedi.
Bütün bunlar olurken hâlihazırda uygulanmayan 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda değişiklik yapılmak isteniyor. Kanunun 6’ıncı maddesine göre sokak hayvanları eğer kötü durumdalarsa rehabilite etmek, kısırlaştırmak ve ya tedavi etmek amacıyla kısa bir süre barınakta tutulabiliyorlar. Bu işlemler bittiği zaman sokak hayvanının alındığı yere geri bırakılması gerekiyor. Hükümet, bu maddeyi ortadan kaldırarak hayvanları barınaklara hapsetmek istiyor. Depremle beraber unutturulmaya çalışılan gerçeklerden biri de bu olacak. Bunun unutulmasına izin vermemeliyiz.
Sokak hayvanlarına dönük cinayetlerde cezasızlık tüm hızıyla devam ediyor. Sokak hayvanlarını soğukkanlılıkla öldürenler sokaklarda özgürce gezerken, hayvanlar barınaklarda ölüme terk ediliyor.
En temel sorunlardan biri de çeşitli köpek türlerinin “tehlikeli” ilan edilerek yasaklanması. Bu hayvanları besleyenler cezalarla karşılaşırken, toplatılan türler barınaklarda ölümü beklemeye zorlanıyor.
Biz, tüm temel hakların ortak olduğuna inanıyoruz; sokak hayvanlarının hisseden, seven, üzülen, arkadaşlık kuran bireyler olduğunu biliyoruz. Hayvanların kurtuluşu ile insanların kurtuluşu ortaktır. Hayvanların katledilmesine ve hapsedilmesine karşı mücadele etmeden kendi özgürlüklerimizi de koruyamayız. Bu sebeple herkesi bu özgürlük mücadelesine katılmaya çağırıyoruz.
- İnsan ve hayvanların yaşamını koruyamayan yetkililer hesap vermeli, yıkıma yol açan politikaların tüm sorumluları yargılanmalıdır.
- 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu, Hayvan Hakları Kanunu’na dönüştürülmeli, bu temelde genişletilmeli ve uygulanması sağlanmalıdır.
- Hayvanlara dönük şiddet eylemlerinde cezasızlığa son verilmeli, belediyeler başta olmak üzere sorumluluklarını yerine getirmeyen yetkililer hakkında etkin, caydırıcı, adli ve idari yaptırımlar getirilmelidir.
- Hiçbir köpek türü yasaklı ilan edilmemelidir.
- Sokakta yaşayan hayvanların yaşadıkları yerde karşılaştığı sorunlar ortak yaşam kültürüne bağlı kalınarak çözülmelidir.
- Hayvan satışı derhal yasaklanmalıdır.
- Bu talepleri kabul eden herkesi bizimle birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz.
HAYVAN, YAŞAM, ÖZGÜRLÜK İNİSİYATİFİ
Ankara’da kurulan Hayvan, Yaşam, Özgürlük İnisiyatifi, 13 Nisan Perşembe günü hayvan cinayetlerine karşı basın açıklaması yapacak.
Hayvan, Yaşam, Özgürlük İnisiyatifi, “Hayvan cinayetlerini durdurun, hayvan haklarını tanıyın!” diyerek sokağa çıkıyor. 13 Nisan Perşembe günü, saat 18:00’de Ankara Kuğulu Park’ta toplanacak olan inisiyatif, temel hak ve özgürlüklerin hem hayvanlar hem insanlar için geçerli olmasını, bütün ezilenlerin birleşerek mücadele etmesini isteyen herkesi basın açıklamasına davet ediyor.
İklim ve su krizini her ay düzenli eylemlerle halka duyuran Bursa Su Kolektifi, Dünya Su Günü'nde basın açıklaması yaptı.
Bursa Su Kolektifi'nin açıklamasının tam metni:
"Ucuz işgücü göçü ile plansız nüfus artışına uğratılan kentlerdeki sorunların başında susuzluk gelmektedir. Son yıllarda kış aylarında dahi kuraklığı yaşamaya başladık. Son yağışlardan önce Nilüfer Barajı’nda su seviyesi 0 iken Doğancı Barajı’nda %24 seviyesinde idi. Daha düşük seviyelere inmemesi için de yeraltı suyunun kullanımına ağırlık verildiğini biliyoruz. Yapılan uzun dönemli hava tahminleri, bahar aylarında da beklenen yağış müjdesini vermiyor.
Endişeleniyoruz çünkü iklim krizinin bilimsel olarak havadaki karbondioksit ile bağlantısının kurulduğundan bu yana on yıllar geçti. Birleşmiş Milletler çağrısıyla bir araya gelen ülkelerin temsilcileri yıllarca havanda su dövdü. Kapitalizmin güdümündeki hükümetler, kömür gibi fosil yakıtların yarattığı havadaki karbon emisyonlarını azaltmadı. Hükümetler, halk adına ürünlerde kalite ve kullanım ömrü standartlarını yükselterek kalitesiz üretimi engelleyebilir, düşen enerji ihtiyacı ile kömürlü santralleri kapatarak karbon emisyonunu düşürebilirdi. Bunun yerine, sürekli büyümek zorunda olan ve büyürken enerji gereksinimini ve havada kirlilik ve karbondioksiti arttıran sermayenin kapitalizmin taleplerini yerine getirdiler.
20 yıldır Türkiye'nin yönetiminde olan AKP Hükümetlerinin politikaları iklim krizini körükledi. Yeni kömürlü termik santralleri, çimento, demir çelik gibi diğer ülkelerin kaçırdığı yoğun enerji tüketen yatırımları teşvik etti. AKP, devletin halk adına korumakla yükümlü olduğu ormanlarımızı talana açtı. Ormanlar iklim krizini önlemede birinci derecede öneme sahipken AKP orman yangınlarına izleyici kaldı. THK uçaklarının orman yangınlarını söndürmelerine izin vermedi. Kirlilik denetim mekanizmalarını yozlaştırması patronların işine yaradı. Derelerimiz, göl ve denizlerimiz daha önce hiç görülmeyen boyutta kirletildi. Sudaki kirliliğin iklim krizinin yarattığı kuraklıktan farkı kalmadı. Su derede akıyor ama kirletilmiş olduğu için kullanılamıyor. İklim krizine bağlı kuraklığın yanı sıra kirletilmiş sular da kuraklık yaratıyor. Bursa Büyük Şehir Belediyesi kentte inşa edilen atık su arıtma tesislerinin çokluğuna dem vuruyor. Evsel ve endüstriyel kullanımdan çıkan atık sular arıtılıyorsa Nilüfer Çayı ve Bursa genelindeki diğer dereler neden zehir akıyor? Trakya’daki Ergene Nehri gibi Bursa’nın gözbebeği Nilüfer Çayı’ndan akan sular başka hiç bir amaçla kullanılmayacak boyutta kirletilmiş durumdadır. Nilüfer Çayı’ndan su içen hayvan ölür, sulanan tarlalar ürün vermez.
Fabrikalar, arıtma tesisleri gerektiği gibi denetlenmiyor. Ne Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, ne Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, ne de Sağlık Bakanlığı kendine görev çıkarıp sulardaki kirletilmeyi engelleyecek gerekli denetim mekanizmaları oluşturmuyorlar. Bu durum AKP Hükümetlerinin devlet organlarının halk için değil şirketlerin, patronların yani kapitalizmin güdümünde olduğunu gözler önüne sürmektedir.
Sağlık Bakanlığı’nın çevrenin sağlık üzerine etkisi araştırma sonuçları halka açıklamadığı için araştırmada görev alan Bülent Şık analiz sonuçlarını basınla paylaştı. Sanayi atıkları sızan içme sularında arsenik, ağır metal ve tarım zehiri olduğu ortaya çıktı. Bu belgeleri açıkladığı için Bülent Şık’ın yargılanması, AKP Hükümetlerinin suyu kirleten patronların karlılığını halkın sağlığından daha üstün tuttuğunu açıkça kanıtladı. Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Dilovası’nda yaptığı araştırmada kimyasal kirliliğin anne sütünden bebeklere geçtiğini ortaya çıkardığı için hakkında dava açılıp KHK ile akademik görevinden uzaklaştırılması, kirliliği ortaya çıkaran akademisyenlere AKP Hükümetinin yaşama hakkı tanımadığını göstermektedir
AKP Hükümetleri, halk adına derelerin, sularımızın kirletilmesini engellemek, kentlerdeki kullanılan suların arıtılarak gene kent içinde kullanımını sağlamak yerine barajlar ve gölet projeleri ile yine inşaat ekonomisine hizmet etmektedir. Binlerce sulama göleti inşa etti. Böylece doğanın kılcal damarları olan
Küçük derelerin önü sulama göletleriyle tıkandı. Vadilerde akan sular bir vadiye yönlendirilerek diğer vadiler kurutuldu. Doğada yaşayan hayvanlar susuzluktan öldü. Bitkiler, ağaçlar kurudu. Bununla da kalmadı AKP Hükümetleri sulama göletlerinden köylüye verdiği suyu parayla sattı. Sulama Birlikleri adıyla bir çeşit özelleştirmeye giderek sulamadaki devlet teşvik ve desteğini ortadan kaldırdı. Kılcal damarlarımız tıkanırsa yaşayamayız. Sulama göletleriyle kurutulan küçük dereler doğada yaşayan tüm canlıları bir bütün olarak ölümüne sürüklemektedir. Yapılması gereken sulama göletleri inşa etmek değil derelerimizi sanayi ve maden kirliliğinden engelleyerek suyun temiz ve berrak akmasını sağlamaktır. Baraj projeleri ile su havzalarına şiddetli bir şekilde müdahale edilmekte, ekolojik açıdan biyoçeşitlilik büyük bir kayba uğramaktadır. Nehirlerin akış yönü boyunca kapladığı alan ve çevresinde yaşam yok olma noktasına gelmektedir. Büyük barajlar bölgesel iklimde değişiklik yaratmakta, toplumları borçlandırmakta, tarım topraklarını hatta tarihi yok etmektedir. Toplumlar göçe zorlanmakta, göçle birlikte toplumların kültürleri, ortak bellekleri ve uzun süre içinde gelişen sosyal yapıları da çoğu zaman silinmektedir.
Kaçak kuyu kullanımları ve deşarjlar önlenmelidir. Sanayinin kentin atık suyunu arıtarak veya yağmur suyunu kullanmasının önünü açacak düzenleme ve teşvikler verilmelidir. Bursa’daki içme suyu fabrikalarına verilen suyun satışı engellenmeli ve içme suyu sistemine verilmelidir. Herkesin temiz suya erişimi haktır. Yerel yönetimlerin önceliği bunu sağlamak olmalıdır.
Geldiğimiz noktada derelerimiz, göl ve denizlerimiz kirletildi ya da önü barajlarla kesilerek sermaye düzenini kutsayan su baronlarına teslim edildi. Sermayenin ucuz işgücü talebini emir kabul eden AKP Hükümetleri köyden kente göçü teşvik ederek kentlerimizin nüfusunu katladı. Bursa gibi Hatay, Kahramanmaraş’ta ve daha pek çok tarım kentinde ovaların betonlaşmasına fabrikalar ve konutlar inşa edilmesine göz yamuldu. Ovada yapılaşma gıda krizine kapı aralarken ülkemizin içinde bulunduğu yüksek deprem riski göz ardı eden AKP Hükümetleri, dayanıksız binalar üretilmesine izleyici kaldı. 6 Şubat günü Hatay ve Kahramanmaraş depremzedeleri büyük acılar yaşadı. Resmi olarak 50 bine yakın insan yaşamını yitirdi. Depremden sağ kurtulanlar, susuzluk, açlık ve barınma olmak üzere çok daha büyük sorunlarla baş başa kaldılar.
Başta AFAD ve Kızılay olmak üzere devlet organlarındaki yozlaşma ve beceriksizlik çok sayıda insanın yaşamını yitirmelerine neden oldu. Yaşadığımız bu acı depremden kurtulanlar için susuzluğun ne büyük bir sorun olduğunu bir kez daha kanıtladı. Altyapılar için Afet ve Acil Durum Müdahale Hizmetleri Yönetmeliği ’ne göre 72 saatte depremzedelere su gereksiniminin karşılanması gerektiği yazdığı halde aradan haftalar geçtiği halde depremzedelerin su sorunu çözülemedi. TMMOB Çevre Mühendisleri Odası’nın deprem bölgesinde yaptığı incelemelerde kuyu, şebeke ve tanker sularında bulanıklık, demir, alüminyum ve ağır metal değerlerinin standardın çok üzerinde olduğu ayrıca bütün kuyu sularının mikrobiyolojik kirlendiği belirlendi. Yaşananlardan ders çıkartılmalı Bursa’nın da yüksek deprem riski göz önüne alınarak afetlerde, suya erişimi, gıda ve barınma gereksinimini hızla çözen yapılar oluşturulmalıdır.
Bursa Su Kolektifi olarak Dünya Su Günü’nde uyarılarımızı tekrarlıyoruz. Başta içme suyu sorunu olmak üzere dere, göl ve denizlerimizi kirletilmesini engelleyecek sıkı önlemler alınması ve acil önlem planı oluşturularak kirletilmiş kuraklığa son verilmesini istiyoruz. Her zaman olduğu gibi suyu savunmaya, yanlış yapılanları ve yapılmayanların takipçisi olmaya devam edeceğiz. 22.03.2023
Bursa Su Kolektifi"
6 Şubat 2023 günü 11 ilde büyük yıkıma sebep olan ve resmi rakamlara göre 50binden fazla kişinin hayatını kaybettiği depremin ardından, 15 Mart 2023 günü de özellikle Adıyaman ve Şanlıurfa’da etkili olan sel ve su baskınlarında 16 kişi yaşamını yitirdi; kaybolan 5 kişi aranıyor.
Gerçekleşen her doğa olayının bir afete, felakete dönüşmesine sebep olan yanlış planlama, plansızlık, merkeziyetçi mekânsal politikalar, yaşanan son depremde en çıplak haliyle kendini göstermişti. Yüzyıllardır yer hareketleri ile şekillenen, sayısız su kaynağı, dağlar tepeler, vadilerden oluşan bu coğrafya, insan eliyle ve akıl dışı politikalar ile topyekûn ağır hasarlı bir coğrafyaya dönüşmüş durumda. Geçmişte gerçekleşen tüm yıkıcı depremlerin ardından ısrarla vurgulanan temel gerçekler, 6 Şubat’ın ardından da defalarca dile getirildi. İmara açılmaması gereken yerlere verilen yapılaşma izinleri, imar afları, denetimsizlik ile kısa vadeli kazanç politikalarını yaşama tercih eden zihniyet, yıkımın ardından can kurtarmayı da kurtulabilenleri insan onuruna yakışır bir şekilde yaşatmayı da gündeminde tutmadı.
Depremin ardından gerçekleşen ve aynı bölgeyi etkileyen sel, doğa olaylarını kader ile ilişkilendirerek, önlenebilir tüm riskleri felaket boyutuna taşıyanların ısrarlı tutumu nedeniyle, en çok yoksulun, yaratılan riskler ile burun buruna yaşamak zorunda bırakılmış olanların felaketi olmaya devam ediyor.
Deprem bölgesi için meteorolojinin yaptığı kuvvetli yağış uyarılarına rağmen, hala sağlıklı geçici barınma olanaklarının sağlanmamış olması nedeniyle, özellikle Adıyaman’da yaşam koşulları daha da zorlayıcı bir noktaya geldi. Planlama ilkelerini hem geçici hem de kalıcı yerleşim alanlarının belirlenmesi için devreye sokma gereği duymayanlar, bu konuda yapılan bilimsel uyarı ve önerileri dikkate almayanlar, depremin ardından şimdi de yoğun yağış koşulları ile bireylerin kendilerinin çözüm bulmasını bekliyor. Biriken öfkeyi de en fazla “kader” söylemi ile geçiştirmeye çalışıyor.
Otomobil merkezli ulaşım politikalarını atılım projeleri olarak tanıtan, dere yatakları ve su yollarını sözde “ehlileştirerek” karayolu ulaşımı ve yapılaşmaya açan, kavşaklar- tüneller ile yer altı ve yer üstü tüm kaynakları insan-petrol-otomobil- kazanç öncelikli politikalar ile yağmalayan bir zihniyetin yarattığı felaketler zinciri bu. Mevcut riskleri bertaraf etmenin, fiziksel ve doğal gerçeklikler ile yaşamanın yolları aklın ve bilimin rehberliğinde, bu coğrafyanın kadim bilgisinde mevcutken, yakın çevre müteahhitlerinin oyun alanı hâline gelen katastrofik bir film setinden sahneler izliyoruz. 15 Mart günü yaşanan kuvvetli yağış sonrasında bir çamur dolgusuna dönüşen Abide Kavşağı bunun en somut sembollerinden biri daha olarak zihinlerimize kazındı. 2012 yılında başlayan çalışmalar ile üst yollar ve alt geçitten oluşan Abide Kavşağı, tartışmalı bir ihale ile 104 milyon TL’ye mal olan üst yolların, Aralık 2022’de Erdoğan’ın yaptığı görkemli açılışı ile tamamlanmıştı.
Tüm kentlerin, birbirine benzer projeler ile daha da dayanıksız hale geldiği ve hemen her doğa olayını bir felaket boyutunda yaşamak zorunda kaldığı gerçeği, en son Şanlıurfa örneğinde kendini bu şekilde gösterdi. Hemen her yıl, Karadeniz başta olmak üzere, iklim koşullarına karşı daha da dayanıksız hale gelen tüm yaşam alanlarımızın ve hayatlarımızın yok oluşuna tanıklık etmek, bu felaketi yaratanların dillerinden düşürmedikleri “coğrafi kader” değil. Kapitalist yıkımın ve neoliberal politikaların kaçınılmaz bir sonucu. Bildiğimiz ezberlerin ötesinde, anlamsızlaşan tekrarlardan uzak, hemen şimdi ve acil olarak, bu politikalara karşı, bütüncül yaşamdan yana tüm sözleri ve eylemleri yükseltme zamanı.
Esra Akbalık
Deprem bölgesinde etkili olan aşırı yağışlar sonucu Urfa ve Adıyaman'da sel felaketi yaşanıyor.
Yaralı şehirlerin, onlarca yıldır AKP'li belediyelerce yönetildiği halde gereken önlemlerin alınmadığı, inşaat planlarının afeti felakete dönüştürür şekilde yapıldığı ortaya çıktı.
Urfa'da belediye başkanı protesto edildi
Türkiye'nin büyük ili, deprem felaketinin ardından sel suları altında kaldı. Köprüler çökerken bazı devlet hastanelerini sular bastı ve hizmet veremez hale geldiler. Şehrin merkezinde yeni tamamlanan alt geçidi sular bastı. Viyadük projesinin, sel baskınını yönlendirmek için Roma döneminden beri kullanılan dere yatağına yapıldığı anlaşıldı. Dalgıçlar, kaybolan insanları arıyor. Belediye ise saatlerce müdahale etmeyerek seyirci kaldı.
Evler ve işyerleri sular altında kalırken, bazı vatandaşlar Şanlıurfa Belediye Başkanı yuhlayarak tepki gösterdi. Korumalarından birinin öfkeli insanlara silah çektiği, bunun üzerine tepkinin büyüdüğü söyleniyor. Belediye başkanı polis ve zabıtalar tarafından etrafı sarılarak oradan kaçırıldı.
Urfa Büyükşehir Belediyesi 2002'den bu yana AKP tarafından yönetiliyor. Birçok uzman, şehrin tarihinde birçok sel baskının yaşandığının bilindiği halde, imar planlarının yanlış yapıldığını söylüyor.
Bir evin bodrumunda yaşayan 5 kişi boğularak can verdi.
Adıyaman'da çadır kentleri su bastı
İki büyük depremden en çok etkilenen illerden biri olan şehrin birçok noktasını sel altında kaldı. Bazı çadır kentlerde ise selin etkili olması sonucu birçok depremzedenin mağdur duruma düştü. Uzmanlar, çadır kentlerin gerekli alt yapı sağlanmadan kurulduğuna dikkat çekti ve yerlerinin yanlış seçildiğini ileri sürüyor.
Adıyaman da AKP tarafından yönetilen illerinden biri ve onlarca yılda hiçbir hazırlık yapılmamasının faturasını on binlerce insan ödüyor.
18 can kaybının olduğu fakat kayıp durumda kişilerin varolabileceği duyuruluyor.