Hayvan hakları savunucuları hedef gösteriliyor

İklim krizinin çözümüne güç ver!

3-4 Kasım tarihleri, 350.org’un çağrısıyla 'Küresel Eylem Günü' ilan edildi. Küresel iklim aktivistleri grubu 350.org, fosil yakıt şirketlerinin 2023’ün bir çeyreğinde daha inanılmaz kârlar elde etmesi karşısında küresel birlik ve eylem çağrısı yaptı. Adil ve sürdürülebilir enerji sistemlerine geçişin aciliyeti ortadayken fosil yakıt endüstrisi kendi cebini doldurmayı hepimizin, tüm türlerin yaşamından üstün tutuyor, iklim çöküşünü durdurmaya yönelik girişimleri engellemeye çalışıyor.  Exxon, Shell, Total ve Chevron 2023'ün ilk çeyreğinde 33,2 milyar ABD doları gibi şaşırtıcı bir kâr elde etti ki bu 33 milyar dolar ile enerjiye ve şebekeye erişimi olmayan 55 milyon kırsal haneye enerji hizmeti verilebilirdi. Diğer taraftan, yenilenebilir enerjiye yatırılan her bir dolar, fosil yakıt projelerine yapılan yatırıma kıyasla neredeyse üç kat fazla istihdam yaratıyor.  Bu acımasız tablo, fosil yakıt şirketlerinin egemenliğine meydan okuma zamanının geldiğini gösterir. İklim hareketi bu yıl, küresel enerji sistemlerindeki bu adaletsizliğe 'Power Up' (Güç Ver) diyerek çağrıda bulunduğu eylemle ve adil geçiş talebiyle yanıt verecek. Küresel iklim eylemi çağrısında şöyle deniyor:  Dünyanın dört bir yanında, küresel ölçekli bir yenilenebilir enerji devrimine güç vermek için bir araya geleceğiz!  Parayı ve siyasi etkiyi fosil yakıt şirketlerinden uzaklaştırıp herkes için temiz ve eşitlikçi bir geleceğe doğru kaydıralım! Fosil yakıt şirketleri milyar dolarlık kârlarını büyütmeye devam ederken, adil bir yenilenebilir enerji geçişinin sadece mümkün değil, aynı zamanda tam olarak istediğimiz şey olduğunu göstermek için sokaklarda olacak, bu devrimi gerçekleştirecek olanın bizler olduğumuzu göstermek için her kıtada, her büyük şehirde ya da küçük adada harekete geçeceğiz.  Petrol endüstrisinin açgözlülüğünü gözler önüne serecek, gücünü güneş ve rüzgârdan alan adil bir geleceği finanse etmek için gereken paraları – ve elbette gücü de – onlardan geri alacağız. Sokaklara çıkıyoruz çünkü öfkeliyiz. Ama aynı zamanda umutluyuz da. Ve öfkemizi de umudumuzu da bu mücadele için, kendimiz ve gezegenimiz için daha iyi bir gelecek inşa etmek için kullanmaya kararlıyız. Bize katılın, bu değişim dalgasına güç verin! . . . Fosil yakıt endüstrisinin kazarak, yakarak ve kirleterek elde ettiği servet, dünya genelinde yüz milyonlarca haneye güneş ve rüzgar enerjisi sağlamak için kullanılabilirdi. Evleri yalıtabilir, hastanelerde ve okullarda ışıkları açık tutabilir, her yerde temiz elektriğe istikrarlı erişim sağlayabilir, halkları yoksulluktan kurtarabilir ve hepimizi iklim krizinin en kötü etkilerinden koruyabiliriz. Kömür, petrol ve gazdan kurtulmanın, ihtiyaç duyduğumuz acil dönüşümün bedelini kirleticilere ödetmenin zamanı geldi!  Daha iyi bir dünya hayaliyle bir araya gelirken, fosil yakıt şirketlerini de verdikleri zarardan sorumlu tutacağız. . . . Bu enerji dönüşümünü gerçekleştirmek için gereken tüm araçlara, kaynaklara ve teknolojiye sahibiz. Eksik olan tek şey, bizlerin ve gezegenin geleceğini fosil endüstrisinin kârından üstün tutacak bir dünya ve toplumlarımızın böyle bir dünyayı inşa etmek için ihtiyaç duyduğu parayı onlardan geri alacak bir siyasi iradedir. Kasım’da tüm hükümetleri, fosil yakıt endüstrisinin elindeki serveti geri almak için gereken finansal araçları kullanmaya çağıracağız. İster vergiler yoluyla, ister sübvansiyonları sona erdirerek ya da eski ve yeni tüm fosil yakıt projelerine yapılan yatırımları durdurarak olsun, bu parayı adil olan, kaynakları dünya geneline eşit bir şekilde dağıtan küresel yenilenebilir enerji devrimini güçlendirmek için kullanma zamanıdır. Hep birlikte o geleceğe güç verelim!

İkizköylüler Ankara'da, Dikmece köylüleri yanlarında: 'Her yer Akbelen, her yer direniş!'

Akbelen Ormanı'nın şirketler tarafından yok edilmesine direnen İkizköylüler, TBMM olağanüstü oturumuna katılmak için Ankara'ya geldi. Hatay'da toprakları zorla istimlak edilen Dikmeceliler de. Gece yarısı Akbelen'den yola çıkan köylüler, otobüslerinin defalarca durdurulduğunu söyledi ve kendilerini "marjinal" ve  "provokatör" olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yanıt verdi: "Marjinalikse en marjinal biziz" diyerek 90 yaşındaki İkizköylü nine ve 70 yaşındaki amcaya işaret ettiler. Yaşlı bir köylü kadın ise iklim krizine dikkat çekerek seslendi: "Ormanları kesmeyin." Ankara'da direnişçileri, KESK, DİSK, TTMOB, TTB ve TDB yöneticileri karşıladı. DSİP üyeleri de eyleme destek verdi. Eylemde sık sık "Her yer Akbelen, her yer direniş", "Havama, suyuma, toprağıma" dokunma sloganları atıldı. Meclisteki Akbelen oturumu 15:00'da başlayacak. Köylüler orada olacak. Ankara'dan gelişmeleri aktarmaya devam edeceğiz.

Akbelen'den milletvekillerine çağrı: Koltukları boş görmek istemiyoruz

Yarın (8 Ağustos Salı) TBMM, Akbelen Ormanı'nda yıkım olağanüstü gündemiyle toplanıyor. Oturum öncesi çağrı yapan İkizköylüler ve aktivistler, milletvekillerini meclise davet etti. Köylüler oturuma katılacak. Meclis önünde basın açıklaması çağrısı da yapıldı. Oturum 15:00'da başlayacak. Tüm siyasi partilerin vekillerine neden bu çağrı yapıldı? Temmuz'un ikinci haftası, zamlar ve  vergi oranlarının yükseltilmesini içeren ek bütçe görüşmelerinde bir skandal yaşandı. AKP-MHP teklifinin görüşüleceği TBMM Genel Kurul oylamasında muhalefet milletvekillerinin yarısına yakını oy kullanmadı. CHP’den 74, Yeşil Sol Parti’den 41, İYİP'ten 26, Saadet Partisi'nden 7, DEVA Partisi’nden 14, EMEP’ten 2, HDP’den 2, Demokrat Parti’den 2, Türkiye İşçi Partisi’nden de 1 milletvekili oylamaya katılmadı. Çünkü tatile çıkmışlardı. İktidarın teklifi oy çokluğuyla kabul edildi. Ertesi hafta bu kez muhalefetin çağrısıyla meclis vergileri ve zamları görüşmek için olağanüstü toplandı. Muhalefetin teklifi AKP-MHP oylarıyla reddedilirken İYİP'ten 10, CHP’den 7, DEVA Partisi’nden 2, DP’den 1, YSP’den 24, TİP’den 1, milletvekili oylamaya katılmadı. 491 kişilik oylamadan 234 kabul, 257 ret çıktı. Eğer muhalefet vekilleri tam katılım göstergesiydi, AKP-MHP oyları azınlıkta kalacaktı.

(Seçtiklerimiz) Adil geçiş süreci dünyanın yaşanmaz hale gelmesini önleyebilir

Noam Chomsky ve Robert Pollin, iklim krizinin çözümüne yönelik küresel politikaları tartışıyor. Independent Türkçe'de yayınlanan Yasin Sofuoğlu'nun çevirisi: Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri António Guterres, mart sonunda yaptığı açıklamada iklim değişikliğinin "gezegenimizi yaşanmaz hale getirdiğini" söyledi. Yaklaşan iklim krizinin tehditleri gerçekten de çok somut hale geldi ve dünyanın önde gelen bilim insanları, şimdi harekete geçmezsek Dünya'nın çok yakında tehlikeli bir sıcaklık eşiğini geçeceği uyarısında bulunuyor. Bununla birlikte gezegenin başına gelenlerle iklim eylemi için ihtiyaç duyulanlar arasındaki uçurum kapanmak yerine açılıyor çünkü Noam Chomsky'nin Robert Pollin'le verdiği ortak söyleşide işaret ettiği gibi, kolektif eylem iktidardakileri rotayı değiştirmeye zorlamadığı sürece "sistem böyle işlemeye devam ediyor." Dahası adil bir geçişin işçiler, topluluklar ve dünyanın tüm bölgeleri için dönüştürücü iklim eylemi açısından çok önemli olduğu giderek belirginleşiyor. Pollin adil bir geçişin ne anlama geldiğini ve neden bu kadar önemli olduğunu gösteriyor. Noam Chomsky, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde (MIT) Dilbilim ve Felsefe Bölümü'nde ordinaryüs profesör, Arizona Üniversitesi'nin Çevre ve Sosyal Adalet Programı'nda de Agnese Nelms Haury Kürsüsü başkanı ve dilbilim profesörüdür. Kendisi dünyanın en çok atıf yapılan akademisyenlerinden biri ve milyonlar tarafından ulusal ve uluslararası bir hazine olarak görülüyor. Chomsky dilbilim, siyasi ve sosyal düşünce, siyasi ekonomi, medya çalışmaları, ABD dış politikası ve dünya meseleleri alanlarında 150'den fazla kitap yayımlamıştır.  Son yayımladığı eserler arasında şunları yer alıyor: Gayrimeşru Otorite: Çağımızın Zorluklarıyla Yüzleşmek (Illegitimate Authority: Facing the Challenges of Our Time) (C. J. Polychroniou'yla birlike; Haymarket Books, 2023); Kelimelerin Gizemi (The Secrets of Words) (Andrew Moro'yla birlikte; MIT Press, 2022); Geri Çekilme: Irak, Libya, Afganistan ve ABD'nin Kırılgan Gücü (The Withdrawal: Iraq, Libya, Afghanistan, and the Fragility of U.S. Power) (Vijay Prashad'la birlikte; The New Press, 2022); Uçurum: Neoliberalizm, Pandemi ve Toplumsal Değişimin Aciliyeti (The Precipice: Neoliberalism, the Pandemic, and the Urgent Need for Social Change) ( C. J. Polychroniou'yla birlikte; Haymarket Books, 2021). Robert Pollin, Massachusetts Amherst Üniversitesi'nde ordinaryüs ekonomi profesörü ve Politik Ekonomi Araştırma Enstitüsü'nün eş direktörüdür. İlerlemeci ekonomi alanında dünyanın önde gelen isimlerinden biri olan Pollin, istihdam ve makroekonomi, işgücü piyasaları, ücretler ve yoksullukla çevre ve enerji ekonomisi üzerine çok sayıda kitap ve akademik makale yayımlamıştır. Foreign Policy dergisi tarafından "2013'ün Önde Gelen 100 Küresel Düşünürü" biri olarak seçilmiştir. Chomsky ve Pollin, İklim Krizi ve Küresel Yeşil Yeni Düzen: Gezegeni Kurtarmanın Politik Ekonomisi (Climate Crisis and the Global Green New Deal: The Political Economy of Saving the Planet) (C. J. Polychroniou'yla birlikte; Verso, 2020) kitabını birlikte kaleme aldı. İkili, iklim acil durumu hakkında yeni bir kitap üzerinde de çalışmalarını sürdürüyor.  C.J. Polychroniou: Avrupa Birliği'nin (AB) ormansızlaşmaya karşı kabul ettiği yasa, hükümetlerin sürekli olarak iklim değişikliğine yönelik epey eksik eylem planları oluşturmasına güzel bir örnek sunuyor. Yeni yasa kapsamında Avrupa hükümetleri ormansızlaşmayla bağlantılı ürünlerin ithalatını yasaklasa da Avrupa merkezli bankalara veya yatırımcılara, ormansızlaşmaya yol açan projelere finansman sağlamayı durdurma zorunluluğu getirilmedi. Peki, politika üretme ve ekonomik çıkarlar arasındaki bağlantı, çevresel yıkımı durdurmak ve küresel ısınmanın daha da kötüleşmesini önlemek için kapsamlı stratejiler uygulamamızı engelliyorsa, bu açmazdan nasıl çıkabiliriz? Chomsky: İki yıl önce ABD Başkanı Joe Biden'ın İklim Özel Temsilcisi John Kerry, "bilim insanlarının 2050 veya 2045'e kadar (sıfıra emisyona ulaşmak için) yapmamız gereken azaltımın yarısının henüz sahip olmadığımız teknolojilerden geleceğini söylediğini" aktarmıştı. Her ne kadar iyimser bir hava yaratma amacı taşısa da bu tahmin muhtemelen pek güven verici değildi.  Birkaç ay sonra, Glasgow'daki COP27 Uluslararası İklim Zirvesi'ne ABD'yi temsilen katılan Kerry hâlen iyimserliğini koruyordu. Varlık yöneticileri yaklaşan felaketin üstesinden gelmek için onlarca trilyon dolar taahhüt ederken, Kerry büyük bir sevinçle piyasanın artık bizim tarafımızda olduğunu söyledi.  Siyasi iktisatçı Adam Tooze ise burada bir hususa dikkat çekti: Bu vaat, yatırımlar kârlı olduğu ve Dünya Bankası'yla Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) garantileriyle "riskten arındırıldığı" sürece geçerli. "Henüz sahip olmadığımız teknolojiler", henüz elimizde olmayan ya da gerçekçi şekilde öngöremediğimiz teknolojiler olarak kalacak. Bazı ilerlemeler kaydedilse de bunlar yaklaşan krizle başa çıkmak için hiç yeterli değil.  Mevcut tehlike, fosil yakıt kullanımının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlerin, gelecekte atılacak bir teknolojik atılımın imdadımıza yetişeceği bahanesiyle bir kenara bırakılmasıdır. Bu arada dünyayı yakıp tüketmeye devam edebilir ve fosil yakıt endüstrisinin, artık inanılmaz zenginliğiyle ne yapacağını bilemeyecek kadar arşa çıkmış kârına daha da fazla para akıtabiliriz. Endüstri elbette bu bahaneyi memnuniyetle karşılıyor. Hatta karbon yakalama teknolojisi için belki de muhasebecilerinin bir yuvarlama hatasına denk gelecek miktarda nakit fon bile ayırabilirler. Yeter ki her zamanki niteliklerde olsun: Dost vergi mükellefi tarafından finanse edilsin ve riskten arındırılsın. Bu arada daha fazla federal arazi fosil yakıt üretimine açılıyor. Hatta onlara, Demokratik Parti'den Batı Virginia Senatörü Joe Manchin'in küresel ekonomiyi çökertmeme şartını oluşturan, yaklaşık 483 kilometre uzunluğundaki Mountain Valley Boru Hattı ve benzeri diğer kolaylıklar da armağan ediliyor.  Varlık yöneticileriyle ve teknolojik mucizelerle ilgili coşkunun arka planında, eski Savaş Bakanı Henry Stimson'ın 80 yıl önce savaş için büyük seferberliği denetlerken oluşturduğu Stimson Doktrini yatmaktadır: Eğer kapitalist bir ülkede savaşa girmeye ya da savaşa hazırlanmaya çalışacaksanız, iş dünyasının bu süreçten para kazanmasına izin vermelisiniz aksi takdirde işler yürümez. Biz izin verdiğimiz sürece sistem böyle işliyor. Savaşın başlarında iş dünyası pazarlığı kabul etmekte isteksizdi. Çoğu reformist Yeni Düzen'den nefret ediyor ve çıkarlarına tamamen bağlı olmayan bir yönetimle işbirliği yapmak istemiyordu. Ancak musluğun ağzı açılınca bu tür çekinceler ortadan kalktı. Hükümet savaş üretimine büyük kaynaklar aktardı. Stimson Doktrini'ne bağlı kalınarak, politikalar müteahhitlere büyük kârlar sağlayacak şekilde yapılandırıldı. Bu, çok daha sonra askeri-endüstriyel kompleks diye eleştirilen fakat daha doğru bir ifadeyle herkesçe bilinen ABD sanayi politikası sistemi diye tanımlanabilecek, kamunun gelişen yüksek teknoloji ekonomisini finanse ettiği aygıtın temelini oluşturdu. Seymour Melman ve diğerlerinin incelediği gibi son derece verimsiz bir sistemdi. Fakat kabul gören söylemin, cömert "istihdam yaratıcılarının" herkesin yararı adına gece gündüz çalışmasını sağlayan bir serbest girişim sistemi diye adlandırdığı şey için Kongre'den onay almanın kolay bir yoluydu. Eisenhower galiba ilk başta "askeri-endüstriyel-Kongre kompleksi" terimini kullanmak istemişti. Bu uygun olurdu. Peki Kongre neden buna müsaade ediyor? Bunun en önemli nedenlerinden biri, siyasi iktisatçı Thomas Ferguson'ın yaygın kabul gören "siyasetin yatırım teorisi "dir. Kendisi son yaptığı güncellemede, teoriyi bir kez daha doğrulayarak varılan önemli sonucu şöyle özetler:  Amerikan siyasetine ilişkin baskın gerçek, onun para odaklı karakteridir. Bizim dünyamızda her iki büyük siyasi parti de her şeyden önce, herhangi bir şeyin gerçekleşmesi için doldurulması gereken banka hesaplarıdır. Seçmenler siyaseti yönlendirebilir ama bu kolay değildir. Sistemin işlemesi için çok ciddi zaman ve çaba harcamaya hazır olmadıkları sürece veya kontrol ettikleri örgütler (sendikalar ya da parti tabanına hitap eden muteber oluşumlar) bunu yapmadıkça, sistemde sadece finanse edilebilen siyasi itirazlar yer alabilir, onlar da yararlı saptırmalar olarak kaldıkları sürece. "Bizim dünyamıza" ilişkin bu içgörü, aynı zamanda söz konusu muammadan çıkış yollarına dair tavsiyeler de sunuyor. Ayrıca dünyanın geri döndürülemez derecede ısınmasının korkunçe ve eli kulağında tehdidi açısından düşünüldüğünde, insan türü için sanal bir kitabe niteliğindeki egemen Stimson Doktrini'yle yüzleşmenin yollarını da gösteriyor. Biyoçeşitlilikteki keskin düşüş de dahil gezegenin başına gelenlerle çevre ve iklim hakkında eyleme geçme açısından gerekenler arasındaki uçurumun kapanmak yerine büyüdüğünü göz ardı etmek intihardır. Duruma baktığımızdaysa karışık bir tabloyla karşılaşıyoruz.  Amazon ormanları önemli vakalardan biri. Küresel ekolojideki merkezi rolü iyi anlaşılmış bir yer. Kendi kendini idame ettirebilir fakat zarar görmesi halinde hızla geri dönüşü olmayan bir düşüşe geçebilir ve bunun, hem bölge hem de tüm dünya için yıkıcı etkileri olabilir. Brezilya'da Jair Bolsonaro'nun iktidarda olduğu dönemde tarım, madencilik ve ağaç kesme sektörleri, ormana ve orada uzun süredir doğayla uyum içinde yaşayan yerlilere karşı bir saldırı başlattı. Bir örnek vermek gerekirse "Dönemin Devlet Başkanı Jair Bolsonaro yönetiminde 2019-2022'de Brezilya'daki ormansızlaşma arttı ve bunun bir numaralı nedeni sığır çiftçiliğiydi." Sığır eti ihracatı için 800 milyondan fazla ağaç yok edildi. Yerli halkları uzmanı Bruno Pereira ve gazeteci ortağı Dom Phillips gibi tanınmış araştırmacılar, Amazon'da çalışmalarını yürütürken öldürüldü. Brezilyalı bilim insanları, ormanın bazı kesimlerinde çoktan geri dönülemez eşiğin geçildiğini, buraların savanaya dönüştüğünü ve kalıcı tahribata uğradığını belirtiyor.  2022'de Lula'nın seçilmesi bu yıkımı sınırlama, belki de sona erdirme umudu verdi. Çevre Bakanı olarak gerçekten etkileyici bir sicile sahip, cesur ve adanmış bir çevreci olan Marina Silva'yı atadı. Ancak ekonominin sahibi olan (Adam Smith'in deyimiyle) "insanlığın efendileri" asla vazgeçmiyor. Onların Kongre'deki destekçileri Silva'nın yetki alanını kısıtlamayı sürdürüyor.  Fakat dünyayı kurtarmayı umanlar da vazgeçmiyor. Brezilyalı ekolojistler, ormanın koruyucusu yerli toplulukları desteklemenin ve onların etki alanlarını genişletmenin yollarını arıyor. Mücadele devam ediyor. Diğer cephelerde de sürüyor. Washington Post (WP), Çin'deki olumlu gelişmeleri yazmıştı. Birçok araştırmayı gözden geçiren Post, "yenilenebilir enerji alanında agresif şekilde ilerlemesi" nedeniyle Çin'in "batarya, güneş paneli ve enerji dönüşümünün diğer temel bileşenlerini üretmekte" küresel çapta açık ara önde olduğunu ve ABD'yi çok geride bıraktığını bildirmişti. Söz konusu fark kişi başına çok fazla. Çin "2030'dan önce emisyonlarını zirveye çıkarıp, 2060'a kadar da net sıfır emisyona ulaşma hedefine doğru ilerliyor. Geçen yıl rekor miktarda güneş enerjisi kapasitesi oluşturdu. Bu yıl da tek başına ABD'nin mevcut güneş enerjisi kapasitesinin tamamından daha fazlasını inşa etmeye hazırlanıyor." Ancak makaleyi size doğru aktarmıyorum. WP aslında Çin'i övmüyor, kınıyor. Gazete, yenilenebilir enerjiye geçişte kendisine biçtiği üstün konumdan, haberin başlığından bir ifadeyle söyleyecek olursak "iklim felaketini önlemek için Çin'e baskı yapmanın" yollarını arayan ABD'yi övüyor. Haberde Çin'in, ABD'ninkinden iki kat daha fazla emisyondan sorumlu olduğuna dair endişelendirici bir uyarı yer alıyor. Ya da Yenisöylem dilinden tercüme edersek, Çin kişi başına düşen emisyonlarda ABD'nin çok gerisinde. Haberde, iklimi kurtarmaya yönelik ulu mücadelemizde Çin'i de bize katılmaya ikna etmek için kullanılacak araçlar tartışılırken, bunlardan en önemlisinden hiç bahsedilmiyor:  Ticaret Bakanı Gina Raimondo, salı günkü açıklamasında ABD'nin dünyanın en büyük ikinci ekonomisi üzerinde baskı kurmak için müttefiklerini bir araya toplayacağını söyledi. Raimondo, 'Çin'in inovasyon hızını gerçekten yavaşlatmak istiyorsak, Avrupa'yla birlikte çalışmamız gerekiyor' dedi. Çin'in dünyayı kurtarabilecek ileri teknolojiyi üretmesini sağlayacak inovasyonlarını denetim altında tuttuğumuzdan emin olmalıyız. Açıkça ilan edilen ve övgüler toplayan başlıca yöntem, Çin'in ileri teknoloji için gerekli bilgisayar çiplerine erişimini engellemek. Raimondo aynı zamanda Pekin yönetimine, ABD'nin "Çin'in Micron Technology şirketinden bellek çipi satın alınmasına getirdiği yasağa 'müsamaha göstermeyeceğini' ve bu tür 'ekonomik baskıları' değerlendirmek için müttefikleriyle yakın şekilde çalıştığı" uyarısında da bulundu. Bu da dünya yanarken bize, ünlü "kurallara dayalı uluslararası düzen" ve onun incelikli tasarımı hakkında daha fazla bilgi sunuyor. Polychroniou: Hindistan dünyanın en kalabalık ülkesi olarak Çin'i geride bıraktı ve nüfusunun gelecek yıllarda artmaya devam edeceği kesin. Gezegeni kurtarmak için küresel nüfusu azaltmamız mı gerekiyor?  Chomsky: Küresel nüfus muhtemelen önemli ölçüde azaltılmalı. Neyse ki bu sonuca ulaşmak için gezegeni kurtarma hedefinden ayrı ve çok daha insani bir yöntem var: kadınların eğitimi. Bunun hem zengin hem de yoksul ülkelerde nüfusun keskin şekilde azalmasına yol açtığı ortaya konmuştur. Kadınların eğitimi, 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nde öngörüldüğü üzere diğer insani yöntemlerle de desteklenmelidir:  Anne ve çocuklar, özel bakım ve yardım hakkına sahiptir. İster evlilik içi ister evlilikdışı doğmuş olsun, bütün çocuklar aynı sosyal korumadan faydalanır. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, ABD tarafından başlatılmıştı. Ancak bu, Yeni Düzen'in sosyal demokrasisinin, nihayetinde Reagan'la hedeflerine ulaşan sert iş dünyası tarafından henüz baltalanmadığı farklı bir dönemde gerçekleşmişti. O zamana kadar, az önce alıntılananlar da dahil olmak üzere bildirinin sosyoekonomik hükümleri "Noel Baba'ya mektup" (Reagan'ın BM Büyükelçisi Jeane Kirkpatrick) diye alay konusu olmuştu. Kirkpatrick'in tavrı, Reagan ve Bush yönetimlerinde insan hakları ve insani işlerden sorumlu yetkili Paula Dobriansky tarafından da devam ettirildi. Dobriansky, "(bildirgedeki) 'ekonomik ve sosyal hakların' insan haklarını oluşturduğu efsanesini" ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Bu mitler " belirsiz umutların ve belirsiz beklentilerin yer aldığı, kimseyi tatmin etmeyen şeyler." İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'ndeki sosyoekonomik hükümlerin çok benzerlerinin yer aldığı BM Kalkınma Hakkı'na karşı tek ret oyunu kullanan George H. W. Bush'un temsilcisi Morris Abram'ın ifadesiyle bunlar "saçma" olduğu gibi "tehlikeli bir kışkırtma" niteliği de taşıyordu. Noel Baba'ya yazılan mektubun reddedilmesi o zamana dek büyük ölçüde hem Demokratlardan hem de Cumhuriyetçilerden destek almıştı. Fakat halihazırda Kongre'deki soytarılıklarda gördüğümüz gibi Cumhuriyetçiler vahşilikte halen lider. Bununla ilgili daha söylenecek çok şey var ama başka zaman konuşuruz. Polychroniou: Bob, iddialı iklim değişikliği politikalarını ilerletmek için "adil bir geçiş" şart görülüyor. Etkili bir iklim eylemi için "adil geçiş" neden bu kadar önemli ve sıradan yurttaşları tam olarak nasıl etkiliyor? Robert Pollin: "Adil geçiş" terimi çeşitli şekillerde kullanılıyor. Ben bunu öncelikle, gelirleri ve refahları açısından halen fosil yakıt endüstrisine bağımlı işçileri ve toplulukları desteklemeye yönelik tedbirlere atıfta bulunmak için kullanacağım. Daha sonra terimin ikinci bir kullanımını, yüksek gelirli ekonomilerin düşük gelirli ekonomiler tarafından geliştirilen Yeşil Yeni Düzen programlarını nasıl desteklemesi gerektiğini ele alacağım. Fosil yakıt endüstrisine bağımlı işçilerin ve toplumların desteklenmesine ilişkin ilk hususta meselenin daha geniş bir bağlamda ele alınması çok önemlidir. Daha önce birçok kez tartıştığımız üzere, küresel çapta sıfır emisyonlu bir enerji altyapısı oluşturmak için enerji verimliliği ve yenilenebilir enerjiye yapılacak yatırımlar, genel anlamda istihdam yaratılmasında itici güç olacaktır. Yani genelde gezegeni kurtarmak istihdam için çok iyidir. Tabii sadece Donald Trump gibilerden değil, daha geniş bir siyasi yelpazedekilerden de bunun tam tersi feryatlar duyuyoruz. Bu görüşün bir dereceye kadar muteber görülen versiyonunda, fosil yakıt tüketiminin aşamalı şekilde durdurulmasının çevre açısından faydalı olsa da istihdamı yok edeceği savunuluyor. Zengin kıyı elitleri dışındaki herkes de istihdamı çevreden daha fazla önemsiyor.  

Akbelen Ormanı'nda büyük buluşma

Dört yıldır kömür madeni için ağaç katliamına kaşı mücadele eden İkizköylülerin çağrısı ile Akbelen'deki nöbet alanında eylem yapılacak. İstanbul ve başka illerden yola çıkan aktivistler, İkizköylülerin haklı mücadelesine destek verecek. Çağrıları şöyle:  

Kapitalizm hepimizi yakacak

Avrupa'nın büyük bölümünü kasıp kavuran orman yangınları ve yakıcı sıcaklar, ipleri patronların elinde olan bu sistemin nelere yol açabileceğinin korkunç kanıtlarıdır. Üstelik bu yaşananlar, işçi sınıfına yönelik daha kapsamlı bir saldırının parçası. Ve bizi yönetenlerin hayatlarımızı nasıl da değersiz gördüklerini gösteriyor.  Saldırıları, bizler için eziyet ve acı anlamına gelen enerji fiyatlarındaki artışlardan kitlesel ölümlere karşı kayıtsızlıklarına kadar, her şeyi kapsayacak kadar büyüdü. Pandemi zamanlarında çok sayıda insanı ölüme mahkum eden bu rejimler iklim krizine çözüm sunma konusunda da aynı başarısızlığı sergiliyor. Britanya’da Boris Johnson, pandemide "cesetlerin üst üste yığılmasına" ses çıkarmamıştı. Aynısı şimdi iklim krizi için de gündeme gelebilir. Yunanistan bunun açık bir örneği.  Restoran çalışanı Giorgos Anastassas, geçtiğimiz günlerde yangınlarla kavrulan Rodos adasında neler yaşadığını anlatırken Yeni Demokrasi Partisi hükümetini suçluyor ve Rodos halkının bu yangınlar sona erdiğinde protestolara başlayacağını söylüyor: "Her şey kontrolden çıktı. Yaşananlar o kadar kötüydü ki tarif etmekte zorlanıyorum. Hükümet bize hakkımız olan desteği bile çok gördü. Tam bir felaketti – çok kötü ve çok yanlış planlanmış olmasa yangını ilk üç günde kontrol altına alabilirdik." Ancak orman yangınlarına ilişkin eylemsizlik ve müdahalelerdeki bu başarısızlık yalnızca bir beceriksizlik göstergesi değil, zira politikaları da tam olarak bu zaten. Rodos yandı, devlet izledi Sosyalist İşçi Partisi'nin Yunanistan'daki kardeş örgütü SEK'ten Panos Garganas (ve aynı zamanda İşçi Dayanışması gazetesinin editörü) ise hükümetin yangını söndürmeye çalışmak yerine insanları alevlerden uzaklaştırmaya odaklandığını iletiyor. "Alevlerin yayılmasına izin veriyor ve çevredeki insanları uzaklaştırıyorlar. Temel politikaları bu. Ve bunun öncelikli sebebi yine bizzat bu hükümet tarafından yapılan kesintilerdir.” "Bir adada yangın çıktığında, alevler genellikle denize ulaşana kadar sönmez.”  “Yangına müdahale etmeye çalışanların büyük bir kısmı gönüllülerden oluşuyordu. Çıplak elleriyle ve bahçelerindeki hortumlarla koştular. Devletten hiçbir şekilde destek alamadılar. Tahliye planları genellikle felaketle sonuçlanıyor ve polisler devreye giriyordu. Bu durum, geçen hafta turistlerin Rodos da dahil olmak üzere tüm adalardan kaçmak zorunda kalmasıyla ayyuka çıktı. Korkunç koşullarda tahliye edildiler ve Yunanistan hükümeti bu konuda bile dişe dokunur bir destek sunamadı." Panos, hükümetin yangınlarla mücadele için gereken yeni ekipmanlara yatırım yapmadığını, bunun yerine savaşları ve yeni fosil yakıt projelerini finanse etmek için can attığını da ekliyor; "Yunanistan devleti Akdeniz'deki muazzam doğal gaz rezervlerini kimin kullanacağı konusunda diğer ülkelerle rekabet ediyor. Aynı zamanda askeri imkan ve kabiliyetlerini de hızla genişletiyor.” “Bizler bu mücadelenin içindeki aktivistler olarak, yatırımların savaş için kullanılacak jetlere değil yangın söndürme uçaklarına yönlendirilmesini talep ediyoruz." “Yakın bu hükümeti!” Geçen hafta Yunanistan'ın batısındaki bir köprünün çökmesiyle en az bir işçinin ölümüne yol açan da yine bu kapitalist mantıktı. Ne de olsa kâr, insan hayatından önce gelir. Depremden Korunma Örgütü Başkanı, ERT televizyonuna yaptığı açıklamada köprüdeki sorunların yetkililer tarafından da bilinmekte olduğunu aktarıyordu. Onlar için, patronların cebini doldurmak, kendi ülkelerinin alevler içinde kalmasını ya da koca enkaz haline gelmesini önlemekten bile önemli. Yangınların ardından İşçi Dayanışması gazetesinin kapağında şöyle yazıyordu: "Yakın bu hükümeti!"  Emekçiler tam da bunu yapmalı. Hatta bu sistemi de onlarla birlikte yakmalılar. Cezayir’de devlet, yangınların suçunu hayali kundakçılara attı Geçtiğimiz perşembe Cezayir'i kasıp kavuran orman yangınlarında 30'dan fazla kişi hayatını kaybetti.  O insanların çoğu Cezayir'in kuzeyindeki Toudja kasabası yakınlarındaki bir köyde yaşıyordu. Yangında kaybedilen on altı köy sakininin dokuzu aynı aileye mensuptu. Ath Oussalah köyü hızla alevler içinde kaldı. Düğün hazırlıkları yapan bir kadın, iki kız kardeşiyle birlikte alevlere yakalandı.  Yangınları kundakçıların çıkardığı söyleniyor ki devletin de bu söylentilerin yayılmasında büyük payı var. Savcılar hızla yangınların nasıl başladığına dair cezai soruşturma başlattı.  Ortada gerçek bir kanıt olmadan, yangını kundakçıların başlattığına dair verilen güvencenin ilk ve tek örneği bu değil elbette. 2021 yılında orman yangınları çok sayıda can aldığında Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tebbun da buna benzer bir söyleme başvurmuştu. Devletin bu kışkırtmaları sonucunda kuzeydeki Larbaa Nath Irathen kasabası sakinleri, polis minibüsünde bulunan bir kişiyi, kundakçı olduğundan şüphelendikleri için araçtan indirip kasabanın meydanına getirerek öldürdüler. Öldürdükleri kişinin, yangınların söndürülmesine yardım etmek için gelen bir aktivist ve sanatçı olduğu ortaya çıktı. Cezayir hükümeti 2021'deki başarısızlıklarını örtbas etmek için, ne zaman bir orman yangını yaşansa bunun suçunu her zaman birilerine yıkmaya çalışıyor – ve asla iklim değişikliğiyle mücadeleden bahsetmiyor.  İklim çöküşünün neden olduğu benzersiz sıcaklıklar ve kuraklık, orman yangınlarının daha hızlı yayılmasına sebep olur. Değişen hava koşulları nedeniyle mevsim normallerinin üzerinde seyreden rüzgarlar da yangınların kontrolden çıkmasına yol açabiliyor.  Ancak bu yangınlar için kundakçıları suçlamak işlerine geliyor, zira bu sayede paçayı kurtardıklarını sanıyorlar. Şimdiye kadar kaydedilen en sıcak Temmuz 2023 Temmuz’u kayıtlara geçen en sıcak Temmuz ayı oldu.  Geçtiğimiz haftalarda Kuzey Amerika, Avrupa ve Çin'de üç ayrı sıcak hava dalgası yaşanmasının yanı sıra okyanuslar da rekor sıcaklıklara ulaştı. Temmuz ayı rekorları, şu anda kış mevsiminin yaşandığı güney yarımküreyi de içeren küresel ortalamalardır. Ve bir önceki rekora göre yaklaşık 0,3 santigrat derecelik büyük bir artış söz konusu. Bu Temmuz ayı, endüstri öncesi Temmuz ayı ortalamasından yaklaşık 1,5 derece daha sıcaktı. Şimdi yaşamakta olduklarımız, yıllık ortalama küresel sıcaklığın 1,5 dereceyi geçmesinin beklendiği önümüzdeki on yıllarda iklim çöküşünün neye benzeyeceğine, nasıl bir yıkım getireceğine dair bir ön gösterime benziyor. Türkiye: İşçiler tehlikeye atılıyor Türkiye'de posta işçisi Berran Özen Kırmızıgül'ün aşırı sıcaklar nedeniyle beyin kanaması geçirerek hayatını kaybetmesi üzerine işçilerin greve gitmesi yönünde çağrılar başlatıldı. Berran Özen Kırmızıgül, PTT'nin taşeron işçisi ve Haber-Sen sendikasının bir üyesiydi.  Haber-Sen 6 No'lu Şube Sekreteri Derya Balseven, PTT Genel Müdürü ve İzmir Başmüdürü’ne öfkeyle seslenerek istifa çağrısı yaptı.  Balseven, "Kârı, Berran'a yaşattıklarınızın üstünde tutmayacağız. Artık bizden korkun!" diyordu. Sendika tarafından düzenlenen eylemde, Berran'ın sabah dağıtım işine gitmek için evden ayrıldığı ve bir daha geri dönmediğini söylendi; "Bundan daha kötüsü olabilir mi? Daha neler yaşayacağız? Sırada ne var? Bunun hesabını kim verecek?"  "Bugün içimizden birinin daha böyle bir şey yaşamayacağının bir garantisi var mı? Bu da mı takdiri ilahidir, bu da mı kaderin planı? Yoksa PTT'de çalıştığımız için işin fıtratında var mı diyeceğiz?”  “Dünya kavurucu sıcakları konuşuyor, televizyonlar, internet kanalları 'sıcaktan kaçının, dışarı çıkmayın' diye bağırıyor.” Balseven sözlerini, posta çalışanlarının sıcaklıklar çok yükseldiğinde iş bırakmaları gerektiğini ekleyerek bitirdi: "Kendinizi iyi hissetmiyorsanız işe gitmeyin. Bu sıcakların sorumlusu siz değilsiniz. Virüsler, siz istediğiniz için ortaya çıkmadı. Deprem, siz bir şeyleri yanlış yaptığınız için yaşanmadı.” İspanya: “İklim çöküşü her zamankinden daha yakınsa neden okula gidiyorum?” Dünyanın dört bir yanında insanlar iklim krizinin nasıl da hızlandığına tanık oluyor ve bizi yönetenleri harekete geçirmenin tek yolunun doğrudan eylem olduğu sonucuna varıyor. Bunlardan biri de İspanya’da Yokoluş İsyanı’na bağlı bir iklim aktivistleri grubu olan Futuro Vegetal'den Nuria Sala de la Torre.  Grup, bir Walmart varisinin lüks yatından aşırı sağcı Vox partisine kadar her şeyi hedef alıyor. "En varlıklı ülkeler, kendileri gibi zengin olmayan ülkelerin, özellikle de Küresel Güney'in kaynaklarını sömürdüler ve halen de sömürüyorlar” diyor Nuria; “Zenginler yetinmeyi bilmez, bunu görebiliyoruz. Her zaman daha fazlasını isterler.” "Geçtiğimiz on yıl boyunca, en varlıklı yüzde 1'lik kesim tüm yeni zenginliğin yaklaşık yarısını ele geçirdi. Zengin bir azınlığın aşırı tüketimi iklim krizini körüklüyor, ancak bunun bedelini yoksul toplumlar ve biz gençler ödüyor.” "Bu derinleşmiş karbon eşitsizliği, hükümetimizin on yıllardır sürdürdüğü büyük ölçüde eşitsiz ve yoğun karbonlu ekonomik büyüme arayışının doğrudan bir sonucudur."  "Tüm bu büyük lobilere ve özel şirketlere karşı harekete geçmemiz gerek.” Futuro Vegetal hükümet binalarını ve siyasi partileri de hedef alan bir grup. Geçtiğimiz ay aşırı sağ parti Vox tarafından asılan bir reklam panosuna boya fırlattılar. "Nefret tuvali" olarak adlandırılan posterde LGBTİ+ karşıtı semboller yer alıyor ve Katalan bağımsızlık mücadelesi kınanıyordu.  Kısa bir süre önce de, İngiltere'de baskı altındaki iklim aktivistleri ve diğer protestocularla dayanışma amacıyla, Madrid'deki İngiliz Büyükelçiliğine siyah ve kırmızı boyalar püskürttüler. Nuria, "Siyasi liderlerin 'yaşanabilir ve sürdürülebilir bir gelecek' sağlamaktan daha yüksek bir önceliği olamayacağını” söylüyor; "Her ülkede, hepimizin kendimiz ve gelecek nesiller için ihtiyaç duyduğu ve istediği bu değil mi?” "Hareketimizdeki insanların çoğu gençlerden oluşuyor. Kendilerine şunu soruyorlar: İklim çöküşü her zamankinden daha yakınsa neden okumak zorundayım? Biz ne yapacağız? Bir geleceğimiz yok. Belirsiz zamanlarda yaşıyoruz. Ve evet, tutuklanma, yüksek para cezaları ödeme veya hapis cezasıyla karşı karşıya kalma riskimiz olsa bile bedenlerimizi ve zihinlerimizi eyleme geçirme ihtiyacı hissediyoruz." Genç aktivistlerin iklim krizine böylesi bir militanlıkla karşılık vermeye hakkı var. Ancak hükümetlere söz dinletmeye çalışmanın ötesine geçen bir harekete ihtiyaç duyduğumuz da ortada. İktidardakiler ikna edilemeyecek.  Gezegeni felakete sürükleyen kâra odaklı bu sistemi durdurabilecek bir kitle hareketine ihtiyacımız var.  Bu hareket, iklim dehşetini de içeren tüm sorunlarımızı bir araya getirmeli ve işçilerin gücünü sistemi değiştirmek için harekete geçirmeye çalışmalıdır. Sophie Squire (Socialist Worker) Çeviri: Tuna Emren

Akbelen'de Limak, Kazdağları'nda Cengiz Holding

Kazdağları'nda bakır madeni inşaatına girişen Cengiz Holding, çevrecilerin açtığı davalara rağmen yol ve şantiye için ağaç katliamına başladı. Halilağa Bakır Ocağı Kapasite Artışı, Cevher Zenginleştirme Tesisi ve Atık Depolama Tesisi Projesi‘ne karşı çıkan çevre aktivistleri açtıkları ilk davayı kazanmıştı. İkinci dava ise sürüyor. Bu duruma rağmen Cengiz Holding hukuk tanımaz bir şekilde faaliyetlerini devam ettiriyor. Kazdağları Kardeşliği, ağaç katliamını duyurdu ve bir kez daha 'Cengiz defol' dedi.

Akbelen Ormanı'nda direniş 10. gününde

Devletin var gücüyle desteklediği Limak Holding'in yıkımına karşı mücadele devam ediyor. Büyük bir ormanlık alan yok edilirken, köylüler ve aktivistler kömür madeni inşasını durdurmakta ısrarlı. - Yine jandarma, yine şiddet. Ağaçları savunan eylemcilere biber gazı sıkıldı. - MHP lideri Devlet Bahçeli, önceki gün yıllardır yaşadıkları ormanı savunan köylüleri hedef göstermişti.

'Doğama, ormanıma dokunma!'

Bursa Artvin Çevre Platformu (BAÇEP), Akbelen Ormanı'nda yapılan ağaç katliamına karşı direnişe destek için Mesken Meydanı'da basın açıklaması yaptı. 1 Ağustos akşamüstü yapılan eylemde okunan basın açıklaması şöyle: “İnsanlık tarihi, doğa ile vermiş olduğu savaşı kaybetmek üzere. Evet, yanlış duymadınız! İnsanlık doğa ile bir savaş halinde, bu savaşın kazananı doğa olacak ve insanlık bu savaşı kendi canıyla ödeyecek. Her şey daha fazla para üzerine kurulu olan bu düzen içinde sırf bir avuç muktedir, servetlerine servet katmak için, sağlıklı geleceğimizi tehlikeye atıp, ipotek altına alınıyor. Sadece ülkemiz değil, Dünya’nın birçok yerinde küresel ısınmanın izleri an ve an artarken, bir ağacın gölgesinin, su tutan köklerinin önemi artarken ülkemizde küresel ısınmanın etkilerini daha acı bir şekilde yaşıyoruz. Tüm bu gerçekler ışığında ne yazık ki köylerinin hemen yanı başında, mahkeme kararlarına rağmen ortaya çıkan madencilerin şafak baskınını yaşadı İkizköylüler. Çocuk, yaşlı, kadın, engelli tüm yöre halkı Anayasal hakları kullandılar, yetkililerden mahkeme kararının uygulanmasını istediler. Ancak durum tam tersi oldu, halka orantısız güç kullanılarak bir saldırı gerçekleşti. Bu kesinlikle kabul edilemez. Sermayeyi temsil eden IC Enerji-Limak Enerji’nin Yeniköy ve Kemerköy Termik Santrallerine kömür sağlamak amacıyla, yüzyılı aşkındır Akbelen’de yaşayan binlerce ağacımızın katledilmesini kabul etmiyoruz! Bizler  Bursada yaşayan Artvinliler olarak kültürümüz gereği doğayla iç içe yaşıyoruz. Kendimizi de doğanın bir parçası olarak kabul ediyoruz. Dolayısıyla göçüp geldiğimiz Artvinin doğasına karşı Cengiz Limak Kolin ve benzerlerinin hatta ağa babalarının  saldırılarına karşı durmaya çalışıyoruz.  Bugün Akbelende yaşanan acıları biz yillardır Artvinde,  Murgulda,  Ceratepede ,Hod'da yaşadık.  Şimdi de Salınbaş'ta yaşıyoruz. Bunca sıkıntı yetmiyormuş gibi derelerimize HES'ler, meralarımıza taş ocakları  ve  ormanlarimizi gençleştirme adi altinda hunharca katledilişinin  acisini yureğimizde hisseden biz Artvın halkı Akbelenin derdini kendi derdimiz olarak görüyoruz. Kültürümüz gereği yaşadığımız her yerde doğaya sahip çıkma bilinciyle Uludağ'ın milli park statüsünden çıkarılıp sermayeye peşkeş çekilmesine karşı durmayı sürdürüyoruz. Bursanın  sularının şişelenerek sermayeye devrine karşı tavır gösteriyoruz. Nilüfer çayının üç beş tane şirketin karı için zehir akmasını, Marmara'yı yok etmesini kabul etmiyoruz. Kalbimiz şimdi de Akbelen'de atıyor. Akbelen halkının neler yaşadığını Artvin'de HES nöbetlerinde yaşadıklarımızdan, Cerratepe direnişimizden aldığımız derslerle yürekten hissediyoruz ve orada direnen kardeşlerimize binlerce selam gönderiyoruz. Ormanda kesimler aralıksız devam ederken, umudunu kaybetmeyen, inadına yaşam alanlarını ve doğayı savunan Akbelen halkının yanındayız! Yetkilileri, mahkeme kararını uygulamaya; halka edilen zulme “DUR” demeye çağırıyoruz! Doğanın hükmedicisi değil, bir parçası olduğumuzu unutma! Doğanın yanında olmaktan vaz geçmeyeceğiz, kazacağınız! Akbelen ormanlarını bir avuç sermayeye peşkeş çekmeyeceğiz. Doğama, ormanıma dokunma! Kömüre inat, Yaşasın Hayat!”

Geri 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 İleri

Bültene kayıt ol