Hayvan hakları savunucuları hedef gösteriliyor

Dünya ormanları yanıyor, Çanakkale ormanları da yanıyor

İklim krizi, aşırı sıcaklar ve orman yangınları şimdi Çanakkale'yi vuruyor. Fosil yakıtlara dayalı Türkiye kapitalizmini yöneten iktidar bu durumun sorumlusudur. Komuşu Yunanistan yangınlarla boğuşurken, 22 Ağustos günü öğle saatlerinde Çanakkale'deki ormanlık alanlarda yangınlar başladı. 11 köy tahliye edilirken, 15 kilometrelik alanda etkili olan yangınlar yerleşim yerlerini tehdit etmeye başladı. Rüzgarın artması sonucu ateş körüklendi. Havadan karadan müdahalede zorlaştı. 2 bin 960 personel, 8 uçak, 28 helikopter, 240 arazöz, 77 su tankeri, 445 araç ve iş makinesiyle müdahalede bulundu. Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, Çanakkale'deki orman yangınının kontrol altına alındığını açıkladı.  

Sıcaklar ve orman yangınları dünyanın dört bir yanında hayatları mahvediyor

İklim kaosu sıradan insanların gereksiz yere ölmesine neden oluyor ve sayısız kişiyi evlerini terk etmeye zorluyor. Mısır-Sudan sınırında 15 kamyon şoförü 35 santigrat derece sıcakta hayatını kaybetti. Şoförlere yardım edecek ne bir altyapı ne de yiyecek ve su vardı. Sudan'daki savaşın yol açtığı gecikmeler nedeniyle en az 4 bin şoför kavurucu sıcakta kamyonlarının içinde kuyrukta beklemek zorunda kaldı. Şoförlerden biri internette öfkeli bir video yayınlayarak Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah El Sisi'den yaklaşık 40 millik kamyon kuyruğu konusunda bir şeyler yapmasını istedi. Videoda, "Sınır kapısındaki insanların çoğu yaşlı, çalışmak için evlerini terk ettiler. Allah rızası için insanların suyu ve benzini bitti, gelip bu zavallı insanları ziyaret etmelisiniz." Mısır devletinin Cop27 iklim konferansına ev sahipliği yapmasının üzerinden henüz bir yıl bile geçmedi. Konferans, Sisi'nin devletinin insan hakları ihlallerini gizlemek ve korkunç iklim sicilini karartmak için yeşil göz boyamaya girişmesinin bir yoluydu. Kamyon şoförlerinin ölümü bunun bir aldatmaca olduğunu gösteriyor. Bu arada İspanya'ya bağlı Kanarya Adaları'ndan Tenerife'de çıkan yangınlar 20.800 dönümlük çam ormanını kül etti. Bu alan adanın toplam yüzölçümünün yaklaşık yüzde 4'ünü oluşturuyor. Yangın, Tenerife'nin on yılı aşkın bir süredir yaşadığı en kötü yangın olarak tanımlanıyor. Tropik Fırtına Hillary'nin Meksika, Kaliforniya'nın bazı bölgelerini ve San Diego'yu süpürdükten sonra daha fazla yıkım getirmesi bekleniyor. Uzmanlar fırtınanın yaşamı tehdit eden sellere ve toprak kaymalarına yol açabileceğini tahmin ediyor. Pazartesi günü Kaliforniya'dan Kuzey Idaho'nun bazı bölgelerine kadar yaklaşık 25 milyon kişi sel uyarısı altındaydı. Meksika'da arabası taşan bir dereye sürüklenen kişi hayatını kaybetti. Aynı zamanda, Kuzey Kaliforniya'daki Siskiyou County'de çıkan orman yangınında dört kişi hayatını kaybetti. Kanada'da geçtiğimiz Pazar günü 400'den fazla orman yangını çıktı ve 30.000 hane evlerini boşaltmak zorunda kaldı. Britanya Kolumbiyası genelinde yangınlar o kadar büyüdü ki birleşerek on binlerce kişiyi kaçmaya zorladı. Ndilo ve Dettah'ın Birinci Ulus Yerli topluluklarında yaşayanlar, orman yangınları hakkında kolayca bilgi edinemediler. Kulaktan kulağa ve radyoya güvenmek zorunda kaldılar. Kanada'daki yıkım, çok daha sıcak ve kurak bir yaza yol açan iklim krizi nedeniyle daha da kötüleşti. Dünya genelinde liderlerin eylemsizliği çevresel çöküşün devam etmesine neden oluyor. Aciliyetten yoksun olmaları da sıradan insanları kuraklık, yangın ve sellerle baş başa bırakmaları anlamına geliyor. Sophie Squire (Socialist Worker)

Sıcaklar ve orman yangınları dünyanın dört bir yanında hayatları mahvediyor

İklim kaosu sıradan insanların gereksiz yere ölmesine neden oluyor ve sayısız kişiyi evlerini terk etmeye zorluyor. Mısır-Sudan sınırında 15 kamyon şoförü 35 santigrat derece sıcakta hayatını kaybetti. Şoförlere yardım edecek ne bir altyapı ne de yiyecek ve su vardı. Sudan'daki savaşın yol açtığı gecikmeler nedeniyle en az 4 bin şoför kavurucu sıcakta kamyonlarının içinde kuyrukta beklemek zorunda kaldı. Şoförlerden biri internette öfkeli bir video yayınlayarak Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah El Sisi'den yaklaşık 40 millik kamyon kuyruğu konusunda bir şeyler yapmasını istedi. Videoda, "Sınır kapısındaki insanların çoğu yaşlı, çalışmak için evlerini terk ettiler. Allah rızası için insanların suyu ve benzini bitti, gelip bu zavallı insanları ziyaret etmelisiniz." Mısır devletinin Cop27 iklim konferansına ev sahipliği yapmasının üzerinden henüz bir yıl bile geçmedi. Konferans, Sisi'nin devletinin insan hakları ihlallerini gizlemek ve korkunç iklim sicilini karartmak için yeşil göz boyamaya girişmesinin bir yoluydu. Kamyon şoförlerinin ölümü bunun bir aldatmaca olduğunu gösteriyor. Bu arada İspanya'ya bağlı Kanarya Adaları'ndan Tenerife'de çıkan yangınlar 20.800 dönümlük çam ormanını kül etti. Bu alan adanın toplam yüzölçümünün yaklaşık yüzde 4'ünü oluşturuyor. Yangın, Tenerife'nin on yılı aşkın bir süredir yaşadığı en kötü yangın olarak tanımlanıyor. Tropik Fırtına Hillary'nin Meksika, Kaliforniya'nın bazı bölgelerini ve San Diego'yu süpürdükten sonra daha fazla yıkım getirmesi bekleniyor. Uzmanlar fırtınanın yaşamı tehdit eden sellere ve toprak kaymalarına yol açabileceğini tahmin ediyor. Pazartesi günü Kaliforniya'dan Kuzey Idaho'nun bazı bölgelerine kadar yaklaşık 25 milyon kişi sel uyarısı altındaydı. Meksika'da arabası taşan bir dereye sürüklenen kişi hayatını kaybetti. Aynı zamanda, Kuzey Kaliforniya'daki Siskiyou County'de çıkan orman yangınında dört kişi hayatını kaybetti. Kanada'da geçtiğimiz Pazar günü 400'den fazla orman yangını çıktı ve 30.000 hane evlerini boşaltmak zorunda kaldı. Britanya Kolumbiyası genelinde yangınlar o kadar büyüdü ki birleşerek on binlerce kişiyi kaçmaya zorladı. Ndilo ve Dettah'ın Birinci Ulus Yerli topluluklarında yaşayanlar, orman yangınları hakkında kolayca bilgi edinemediler. Kulaktan kulağa ve radyoya güvenmek zorunda kaldılar. Kanada'daki yıkım, çok daha sıcak ve kurak bir yaza yol açan iklim krizi nedeniyle daha da kötüleşti. Dünya genelinde liderlerin eylemsizliği çevresel çöküşün devam etmesine neden oluyor. Aciliyetten yoksun olmaları da sıradan insanları kuraklık, yangın ve sellerle baş başa bırakmaları anlamına geliyor. Sophie Squire (Socialist Worker)

Hayvan, Yaşam, Özgürlük İnisiyatifi: Sokak hayvanlarının yeri sokaklardır

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sokak hayvanlarının barınaklarda toplanmasını savunan sözleri, hayvan hakları aktivistlerinin tepkisiyle karşılandı. Hayvan, Yaşam, Özgürlük İnisiyatifi bir açıklama yayınlayarak 5911 sayılı kanunu hatırlattı.

Naci Görür: 'Bu işin şakası yok'

17 Ağustos 1999 Gölcük depreminin yarattığı yıkım ve can kayıpları unutulmadı. Depremin yıldönümünde yaklaşan Marmara Depremi ve alınmayan önlemler konuşuluyor. Yerbilimci  Prof. Dr. Naci Görür uyarıyor: "Gölcük depremi Marmara'nın ortasında sismik boşluk oluşturdu. Bu oluşan boşlukta deprem bir ihtimal değil, zorunluluktur." Ve yaklaşan büyük depreme karşı şu önlemlerin acilen alınması gerektiğini söylüyor: "1- Yerleşim alanları o bölgeye özel mikro bilgilendirme verileri ışığında yapılanacak. Cumhurbaşkanına, belediye başkanına ya da valiye göre şekillenmeyecek. Deprem bölgelerinde yönetim özel bilgi ve birikim ister. Deprem azgınlıktan oldu diyenle nasıl depreme hazırlanılacak? 2- Halk bilinçli olacak. Halk denetleyici olmazsa imar barışı yapılır, yapanlar da omuzlara alınır. 3- Yol, viyadük, kanalizasyon, içme suyu şebekesi gibi unsurlarda eksiklikler tespit edilip güçlendirilecek. 4- Nüfusa fazlasıyla doymuş bir şehirde yeni konutlar, yeni yıkım ve ölümler demek. İstanbul’da imar ve iskân, özel durumlar dışında yasaklanmalı. Seçilen rezerv bölgelere yeni konut yerine geçici prefabrik konutlar yapılmalı. 5- 6 Şubat depremleri sonrası ortaya çıkan yüz milyon ton göçük malzemesinde her türlü zehirli madde var. Moloz dökme işlemleri uluslararası yöntemlere uygun yapılmalı. 6- Bu işin şakası yok, deprem en büyük ekonomik felaket. Türkiye’yi İstanbul’un beslediği yerde Marmara depremi ile Türkiye diz üstü çöker. Ekonomik, hatta siyasi bağımsızlığını kaybeder. Vakit kaybetmeden ekonomiyi teşvikle Anadolu’ya göndermek, oraya yaymak gerekiyor." Sonuncu maddedeki bağımsızlık milliyetçi vurgusuna şerh düşerek paylaşıyoruz; marksist.org sadece işçilerin ve emekçilerin çıkarlarını savunuyor. 

(Seçtiklerimiz) Organik tarımın adı var kendi yok

Pestisitler, böceklerden (yani insektisitler), kemirgenlerden (rodentisitler) ve yabani otlardan (herbisitler) mikroorganizmalara (yani algisitler, fungisitler veya bakterisitler) kadar tarımsal üretimde bir sorun olarak nitelenen her türlü haşereyi önlemek, yok etmek, püskürtmek veya sayılarını azaltmak için kullanılan zehirli kimyasal maddelerdir. Pestisit kullanımı bir zorunluluk değildir. Agroekolojik, organik, permakültür, bütüncül tarım vb gibi pestisit kullanımını azaltacak ya da ortadan kaldıracak çeşitli alternatifleri vardır. Ülkemizde pestisit kullanımı hakkındaki bilgiler çok yetersiz. Çiftçilerin pestisitlere ne ölçüde maruz kaldığı, gıdalardaki pestisit kalıntıları, toprak, su hava gibi çevresel ortamlara ne ölçüde pestisit bulaştığı ya da pestisitlerin yol açtığı biyolojik çeşitlilik kaybının boyutları gibi önemli meseleler hakkındaki bilgilerimiz yok denecek kadar az.  Tarım ve Orman bakanlığı sadece il bazında hangi pestisit grubunun ne miktarda kullanıldığı bilgisini açıklıyor. Ancak bu bilgi bile güvenilir değil. Türkiye'den ihraç edilen gıda ürünlerinde yurtdışında yapılan analizler yıllardır yasak olan pestisitlerin hala kullanıldığını gösteriyor çünkü. Sadece bu tespit bile tarımda kullanılan pestisit miktarının açıklanan rakamlardan daha fazla olduğuna işaret ediyor. Pestisit kullanımı artıyor Pestisitlerin insan sağlığı ve çevre üzerindeki olumsuz etkileri hakkında 1960'lı yıllardan beri süregelen ve son yıllarda daha sıklıkla dile getirilen haklı endişeler var. Örneğin dünya genelinde gözlenen biyolojik çeşitlilik kaybı sorununa yol açan en önemli faktörlerden biri olarak pestisit kullanımı gösteriliyor. Pestisit kullanımını azaltacak yöntemlere geçiş yapmanın önemini Dünya Tarım Örgütü (FAO) gibi piyasanın suya sabuna dokunmayan aktörleri bile kabul ediyor. Türkiye'de ise bu konuda bir tartışma dahi yok. Pestisit kullanımı yıldan yıla artış gösteriyor. Son on yıl içinde Türkiye genelindeki pestisit kullanımı %40 artış gösterdi. 2013 yılında yaklaşık 39 bin ton olan pestisit kullanımı, 2022 yılı sonu itibariyle 55 bin ton civarına çıktı. İnsektisit kullanımı %58, fungisit kullanımı %20 artarken, akarisit kullanımında 3 kat, herbisit kullanımında ise 2 kat artış olduğu görülüyor. Pestisit kullanımındaki artışa rağmen tarım yapılan alanlar küçülüyor. Tarım ve Orman Bakanlığı'nın açıkladığı verilere göre, tarım yapılan alanlarda son 10 yılda %5 oranında azalma oldu. Dolayısıyla pestisit kullanımı sonucu açığa çıkan insan ve çevre sağlığı sorunlarının azalmak bir yana daha da şiddetlenmiş olacağını düşünmek akla uygundur. Organik tarım ne durumda? Pestisit kullanımının olmadığı organik tarımın ya da sınırlı olduğu iyi tarım uygulamalarının ülkemiz tarımsal üretimindeki payı ise çok düşük. Organik tarım, insan sağlığına ve çevreye zarar vermeyen ve üretimde kimyasal girdi kullanılmadan, üretimden tüketime kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı tarımsal üretim biçimi olarak tanımlanır. Çevre, insan ve hayvan sağlığına zararlı yöntemlerin kullanılmadığı, doğal kaynakların korunduğu, tarımda izlenebilirlik ve sürdürülebilirlik ile güvenilir ürün arzının sağlanmasına yönelik tarımsal faaliyetler ise iyi tarım uygulamaları olarak tanımlanıyor. 2021 yılı itibariyle, ülkemiz genelindeki toplam ekilebilir alan 23 milyon 446 bin hektar olarak belirtiliyor. Bu alanın 194 bin hektarında (%0,8) organik tarım, 207 bin hektarında (%0,9) ise iyi tarım yapılıyor. Organik ve iyi tarım uygulamalarının ülke genelindeki tarımsal faaliyetler içindeki toplam payı sadece %1,7'dir. Bu oranlar çok feci, çok üzücü. Üstelik organik tarımın kapsamının agroekolojik bir yaklaşıma göre daha dar olduğunu da vurgulamalıyım. Bir başka deyişle, geçtim agroekolojik bir politikadan ülkemizde henüz organik tarımın bile esamisi okunmuyor... Ortada bu fecaati idrak edecek ve agroekolojik bir perspektife dayanan onarıcı-toparlayıcı bir politik yaklaşımı acilen yürürlüğe koyacak bir siyasal iktidar olmadığı da çok açık. Aksine mevcut iktidar tüm gücüyle gıda üretiminin zeminini oluşturan fiziki varlıklara verilen zararların (örneğin onca itiraza rağmen Akbelen ormanının tahrip edilmesi) önünü açmakla meşgul. Zamanla karşımıza çıkacak ilave sorunlar gıda güvencesi ve güvenliğine dair meseleleri daha da ağırlaştıracak üstelik. Örneğin iklim krizinin yol açtığı ve açacağı sorunlar en fazla gıda üretim-tüketim zincirini etkileyecek. Fiziki varlıkları, doğal hayatı, yaşam alanlarını korumaya odaklı bir siyasal perspektife çok ihtiyaç var. Topraktan sofraya uzanan gıda zincirinde egemen kılınacak siyasal perspektifin adı ise agroekolojidir. Topraktan sofraya uzanan bu zincirinin dayanıklılığı, bir yıkım-kriz karşısında yeniden toparlanma gücü agroekolojik faaliyetlerin ülke genelinde yaygınlaşmasına bağlı. Henüz geç kalınmış değil. Agroekolojik faaliyetlerin nasıl hayata geçirileceği sorusuna yanıtlar vardır. Yanıtı belirsiz olan soru bu değişimi kim yapacak sorusudur... Bülent Şık  (bianet)

Maui'de ölümcül yangınlar yayılırken insanlara 'hiçbir uyarı' yapılmadı

Acil durum alarmları, Hawaii'nin Maui adasındaki sıradan insanları orman yangınlarının adayı kasıp kavurduğu konusunda uyarmakta başarısız oldu. Sözde sorumluların, iklim değişikliğinin neden olduğu şiddetli orman yangınları ve hava koşullarıyla başa çıkmak için nasıl hazırlıksız olduklarının şoke edici bir uyarısıydı. Pazar günü itibariyle, ölümcül yangınlarda yaklaşık 100 kişi öldü ve 2.200 yapı hasar gördü veya yıkıldı. Trajik bir şekilde, daha birçok zayiatın keşfedilmesi bekleniyordu. Hawaii Acil Durum Hizmetleri İdaresi, her hafta test edilen bir acil durum alarmının yangınların başladığı gün çalışmadığını doğruladı. Birçok bölge sakini medyaya, yangından ancak üzerlerine yaklaştığını gördüklerinde haberdar olduklarını bildirdi. Yerel sakin Lynn Robinson, “Uyarı yoktu. Kesinlikle hiçbiri yoktu. Kimse gelmedi.” İtfaiyeciler yangınların, cesetlerin teşhis edilmesini neredeyse imkansızlaştıracak kadar yüksek bir ısı ürettiğini söylediler. Yetkililere göre, Lahaina kasabasının yaklaşık yüzde 80'i yangında tamamen yok oldu. Bu, yaklaşık 4.500 kişinin barınaklarda kalmaya zorlandığı anlamına geliyor. Yangınlar, yakınlardaki bir kasırganın neden olduğu saatte 160 km/sa hıza ulaşan şiddetli rüzgarlar nedeniyle ada genelinde çok hızlı yayılabildi. Amerika'nın 50. eyaleti olan Hawaii küresel ısınma nedeniyle son on yılda normalden çok daha az yağış alıyor. Bu iki faktörün birleşimi, Hawaii tarihindeki en şiddetli orman yangınlarına yol açtı. Şimdi, yangınlarda evleri yıkılan insanlar, Maui'de hayatlarını ve evlerini asla yeniden inşa edemeyeceklerinden endişe ediyorlar. Maui'nin fakir sakinleri, zengin müteahhitlerin yeni ve daha pahalı evler ve oteller inşa etmek için yangından yararlanmasından endişe ediyor. Yerel şef Richy Palalay, "Ben daha çok büyük arazi müteahhitlerinin gelip bu yanmış araziyi yeniden inşa etme fırsatı olarak görmesinden endişeleniyorum. İçinde yaşamaya gücümüzün yetmeyeceği oteller ve apartmanlar inşa edeceklerinden endişeleniyoruz - korktuğumuz şey bu." Zaten adadaki emlak fiyatları astronomik. Maui'de bir evin ortalama fiyatı 1.2 milyon dolar (32,473,560 ₺). Ortalama apartman dairesi 850.000 $'dır (23,002,105 ₺). Amerika Birleşik Devletleri başkanı Joe Biden, geçen Perşembe günü Hawaii için bir felaket bildirgesini onayladı. Bu beyan, sakinlere evlerini yeniden inşa etmeleri için hibe verme vaatlerini içeriyordu. Ancak bu paranın bölge sakinlerine hızlı bir şekilde ulaşmayacağına veya yeniden inşa etmeye yetmeyeceğine dair başka endişeler de var. Pek çok Ada sakini hâlâ, 1992'de Adayı kasıp kavuran Iniki Kasırgası'nın ardından kendilerine vaat edilen ödemeleri bekliyor. Kapitalist akbabalar iklim krizini, kar için evlerin fiyatlarını yükselterek sıradan insanları yerinden etmenin bir yolu olarak görecek. Sadece, müteahhitlere ve iklim krizine karşı bir mücadele, onların istediklerini yapmalarını engelleyebilir. Ayrıca ABD'de meydana gelen bu ölçekte bir felaket, iklim değişikliğinin şu anda harap ettiği Küresel Güney ile sınırlı olmadığını gösteriyor. İklim değişikliği tüm dünya için geliyor, ancak liderler yine de bunun ölümcül sonuçlarını görmezden gelecek. Sophie Squire (Socialist Worker, Çeviri: Ali Baydaş)

Kazdağları'nda ağaç kıyımı başladı

Yargı sürecini tanımayan Cengiz Holding, bakır madeni için tarihi doğal alanı yok ediyor. Yöre halkı "zorla kamulaştırmayla" tehdit edilirken, en az 149 bin 250 ağacı kesmeyi planlıyorlar. - Proje dosyasına göre, alanın 513.80 hektarı ormanlık araziden oluşuyor. Bu da yaklaşık 685 futbol sahasına denk geliyor. Yaklaşık 294 bin ağacın bulunduğu alandaki madencilik faaliyeti yürütülmesi için belirlenen 257.79 hektarlık bölgede 149 bin 250 adet ağaç olduğu öngörülüyor. -  Maden, Çanakkale’de yaşayan 100 binin üzerinde insanın bir yılda kullanacağı suyu tek başına tüketecek.  Topraklarını Cengiz Holding'e satmayan yöre halkı ise "zor kamulaştırma" dayatmasıyla karşı karşıya. Çevre ve iklim aktivistleri, köylülerle birlikte bu girişimin durdurulması için hukuki mücadelelerini sürdürüyor. Ne olmuştu? - İktidar 26 Temmuz 2022'de Kazdağları'nda bakır madeni ve atık su tesisinin çevreye olumsuz etkisi olmadığını belirten ÇED raporunu vermişti. Bu izni alan şirket, yol genişletme ve maden sahası için ağaçları kesmeye başlamıştı. - Buna karşı dava açan köylüler ve çevreciler, mahkemece haklı bulunarak yürütmeyi durdurma kararı aldırmıştı. - Cengiz Holding, çevredeki arazileri sahiplerinden satın almaya girişmiş, satmak istemeyenlerin topraklarını "zor kamulaştırma" yani devlet tarafından el koyma ile tehdidi edilmişti. - Bunlar üzerine yöre halkı ve aktivistler, 2. bir dava açarak ruhsat izninin iptal edilmesi girişiminde bulundu. Dava henüz sonuçlanmadığı halde, Cengiz Holding kıyıma başladı. Ona bu cüreti veren başından itibaren devletin desteği oldu.

Hareket geçmezsek daha çok ağaç çok kesilecek, hava ve su kirletilecek

Akbelen Ormanı'nındaki yıkımı durdurma girişimi AKP-MHP oylarıyla engellenirken, meclis genel kurulunda öyle bir konuşma yapıldı ki iktidarın "vahşi kapitalist" yüzü kendini gösteriverdi.  Vahşi kapitalizm terimi 19. yüzyılda yaşanan kuralsız, doğa ve emekçi sınıflar karşıtı dönemi tasvir eder. Fakat kapitalizmin vahşi olmadığı dönem yok. Bu vahşi yüzü, meclis kürsüsüne çıkarak kömür madenciliğini ve Limak gibi holdingleri radikalce savunan eski enerji bakanı Fatih Dönmez'de gördük. Veciz sözlerinden bir bölümü: "Dünyada üç asırdır sanayi devrimi var. Bu arkadaşlar dünyaya geç gelmiş, Orta Çağ'da gelmeniz lazımdı. Hatta bazıları 'Hiç madencilik yapmayalım.' diyor. Onlar çok daha geç gelmiş, Taş Devri'nde gelmesi gerekiyordu." Türkiye kapitalizmi, 2022 yılında atmosfere en fazla karbon emisyonu yollayan 14. ülke konumuna ulaştı. Bunu büyük oranda termik santrallar ve yakıtı olan kömürle yaptı. Bu gidişle Taş Devri'ni aratacak, iklim koşulları yaşayacağız. Kuraklık ve orman yangınları bunun bariz işaretleri. Eski bakan, fosil yakıtların dünyada yaşamı yok edecek bir etken olduğu gerçeğinden habersiz; üstelik Birleşmiş Milletler ve birçok dünya ülkesi bu durumu kabul ederken. Onların ufkunda yenilenebilir enerji yok. Güneş ve rüzgar ülkesinde, fosil yakıtların azaltılmasına dair bir atılım fikri de yok. Akbelen köylülerini ve aktivistleri, başka çağlara havale etse de kendisi vahşi kapitalizm döneminde yaşıyor. 19. yüzyıl, kömür tüketen kapitalist endüstri tarafından iklimin değiştirilmesinin başlandığı dönemdir. Fosil yakıtçı şirketleri öylesine savunuyor ki maden sahası olarak kesilen ormanlık alanların, madenin ömrü bittikten sonra kapatılıp yine şirketler tarafından ağaçlandırıldığını ballandıra ballandıra anlatıyor. Yatağan ve Yeniköy Kemerköy termik santrallarının kömür ihtiyacının karşılanması için Akbelen'in tarihi çam ağaçları kesildi. Oradaki kömür yataklarının çıkarılıp bitirilmesi 4 yıl sürecek. Sonra üstünü kapatıp, başka bir alanı yok etmeye gidecekler. Geride diktikleri fidanların yeniden bir orman haline gelmesi yıllar alacak. AKP'li Dönmez'in dünyasında yok edilen ormanlık alanda yaşayan türlerin yok oluşu, ekosistemin bozuluşu, oksijen kaynaklarının yok edilişi aynı anda iklim krizi gibi hayati konular yok; ormanlar doğanın en önemli karşı koyma mekanizmasıyken, iklim krizinin akıbetinin belirlendiği bu en kritik yıllarda, kömür endüstrisi için yok edilebilirler. TBMM kürsüsünden duyulan bu aşırı sağcı kapitalist nutuklar, iklim krizine karşı mücadelenin büyütülmesinin; köylülerin, işçilerin, aktivistlerin kol kola girerek bu gidişatı tersine çevirecek kitlesel bir sosyal hareketi başlatmasının acil bir iş olduğunu gösteriyor.

Geri 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 İleri

Bültene kayıt ol