Küresel greve katılım çağrısı: İklim adaleti şimdi!

(Röportaj) 'Fosil yakıt şirketlerini doğrudan hedeflemek zorundayız'

BM İklim Zirvesi COP28 30 Kasım’da, bir fosil yakıt devleti olan Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) ve BAE’nin ulusal fosil yakıt şirketi Adnoc’un CEO’su Sultan El Cebir’in başkanlığında başladı. Zirve bir günlük uzatmayla 13 Aralık’ta sona erdi. COP28 zirvesinde alınan kararları ve zirve değerlendirmesini Açık Radyo programcısı ve iklim adaleti aktivisti Özdeş Özbay ile konuştuk. Sosyalist İşçi: COP28’de hangi kararlar alındı? Özdeş Özbay: Zirvede devletler 10 yeni deklarasyon ilan etti. Elbette tüm katılımcı devletler bu deklarasyonların her birine imza atmadı. Örneğin Türkiye sadece üç tanesine imza verdi. Bu deklarasyonlar arasında gıda sistemlerinin iklim değişimiyle uyumlu hale getirilmesi gibi bazı ilkler de yer aldı ve sağlık sistemlerinin iklime dirençli, düşük karbonlu, sürdürülebilir, eşitlikçi olacak şekilde dönüştürülmesi gibi önemli konulardaki ortak taahhütler de vardı.  Ayrıca “Küresel Karbonsuzlaşmayı Hızlandırma Girişimi” adında bir mutabakat paketi açıkladı. Bu paket zirvedeki en somut ve önemli kararlardan biri oldu. "Küresel yenilenebilir enerji kapasitesini 3 katına, enerji verimliliğini 2 katına çıkarmayı" hedefleyen bu karara Türkiye imza atmadı. Bir başka önemli karar ise, iklim değişimi kaynaklı felaketlerin yol açtığı yıkımların tazmini konusunda, gelişmekte olan ülkelerin yararlanabileceği bir kayıp ve hasar fonu oluşturulduğunun ilanı oldu.  Böyle bir fon oluşturulması uzun zamandan beri tartışılan ve Batı ülkelerinin dahi direndiği bir konuydu. Sürpriz bir karar oldu, diyebilir miyiz? Aslında bu kararın alınması zirve öncesinde bekleniyordu çünkü yoksul ülkeler (çoğunlukla küresel güney ülkeleri) yıllardan beri bu konuda büyük baskı yapıyordu. Bir önceki COP27 zirvesinde de ev sahibi Mısır’ın en yoğun çalışması bu fonun ilan edilmesi üzerineydi fakat başarılamamıştı. Zengin dünyanın bu direnişi büyük tepki çekmişti. Son yıllarda küresel iklim hareketinin de iklim adaleti konusunda en çok öne çıkardığı taleplerden biri buydu. Bu nedenle karar bir sürpriz olmadı; bir mücadelenin sonucuydu. Fakat kararın hemen ardından zengin ülkelerin ilan ettiği bağışlar, işi yokuşa sürmeye çalıştıklarını gösterdi. Mesela, ABD fona sadece 17 milyon dolar bağışlayacağını açıkladı. Ev sahibi BAE 100 milyon dolar bağış yaparak en çok bağış açıklayan devletlerden biri oldu. Toplamda zengin ülkeler 700 milyon dolar civarında bir taahhütte bulundu. İklim değişimi kaynaklı aşırı hava olaylarının, gelişmekte olan ülkelerde her yıl 400 milyar dolar kadar hasara yol açtığı tahmin edilirken ilan edilen bu miktar, gelişmekte olan ülkelerin karşı karşıya kaldığı kayıpların %0,2'sine dahi denk gelmiyor. Okyanusta bir damla diyebiliriz. Zirveye dair tartışmalarda bir de son gün tüm devletlerin oyladığı karar metninde “fosil yakıtlar” kelimelerinin yer almış olması var. Bu bir ilk. Nasıl değerlendirmek gerekiyor bu kararı? Evet, bugüne kadar “fosil yakıtlar” kelimeleri hiçbir COP zirvesi metninde yer almadı. Sorumluyu ilan etmeyen metinler arasında Paris İklim Anlaşması dahi vardı. Fakat küresel iklim adaleti hareketinin büyük baskısı sonucu, zirve, bu kelimelerin geçip geçmeyeceğine odaklandı. Sonunda “fosil yakıtlar” ilk kez karar metnine sokuldu ama içeriği boşaltılarak. Metinde şöyle deniyor; “Enerji sistemlerinde fosil yakıtlardan adil, düzenli ve eşitlikçi bir şekilde uzaklaşılması, 2050 yılına kadar bilime uygun olarak net sıfıra ulaşılması için bu kritik on yılda eylemlerin hızlandırılması. . .” Hareketin ve bilim insanlarının talebi ise karar metninde açıkça “fosil yakıtların terk edilmesi” cümlesinin yer almasıydı. Bu maalesef gerçekleşmedi. Karar metninin ilk taslağında dahi “fosil yakıtların üretiminin ve kullanımının azaltılması” gibi yumuşatılmış olsa bile en azından anlamı çok açık olan bir cümle yer alıyordu fakat ilk taslağın ardından OPEC ülkeleri, Suudi Arabistan ve Irak üzerinden zirveyi kilitlemeye varan tehditlerle direnişe geçti ve de kazandılar. Son karar metninde “fosil yakıtlardan uzaklaşılması” deniyor.  Son derece muğlak bir cümle bu. Fosil yakıt çıkarmaya karşı herhangi bir şey söylemiyor. Ayrıca sadece bu da değil; alınan kararlar arasında 2050 yılına kadar nükleer enerjinin üç katına çıkarılması, bilimsel olarak faydası hala kanıtlanmamış olan karbon yakalama teknolojilerine destek verilmesi ve de “geçiş yakıtı” adı altında sıvılaştırılmış gaz (LNG) üretimine destek verilmesi gibi iklim değişimiyle mücadele açısından olumsuz kararlar da yer aldı. Türkiye zirvede nasıl bir tutum aldı? Türkiye 1.000 kadar katılımcı ile en büyük katılımı gösteren ülkelerden biri olmakla birlikte son derece pasif bir katılım gösterdi. Zirvede devletlerin bir araya gelerek ilan ettikleri 10 deklarasyondan sadece üçüne imzacı oldu. Birkaç başka girişime de imzacı oldu.  Türkiye delegasyonu içerisinde çevre yıkımına sebep olan şirket temsilcileri ve fosil yakıt endüstrisi temsilcileri de yer alıyordu. Mesela Akbelen ormanlarını yok eden YK Enerji’nin ve IC Holding’in yöneticileri, Cengiz Holding temsilcileri, Azeri fosil yakıt şirketi SOCAR’ın Türkiye kolu olan SOCAR Türkiye temsilcileri, termik santral işleten şirket temsilcileri, otomobil şirketleri temsilcileri gibi… Dolayısıyla bu büyük katılım pek de olumlu sonuçlar vermedi. Türkiye yenilenebilir enerji kapasitesinin 2030 yılına kadar üç katına çıkarılmasını taahhüt eden 118 ülke arasında yer almadı. Bu taahhüdün dışında kalan diğer ülkeler ise Suudi Arabistan, Rusya ve Irak’tı. Türkiye ayrıca zirvede “fosil yakıtlardan çıkış” hedefine karşı çıktığı gibi gelişmekte olan ülkeler için kurulan kayıp ve hasar fonundan da yararlanması gerektiğini öne sürdü, kırılgan ülkeler statüsünde değerlendirilmeyi talep etti. İklim değişikliğinin yıkıcı etkilerine en fazla maruz kalan ülkelerden biri olduğunu savundu. Oysa Türkiye bugün en çok sera gazı salımı yapan ülkeler sıralamasında ilk 20'de yer alıyor. Zirvede ABD dahil yedi ülke, önceki zirvelerde kurulan "kömür sonrası temiz enerji ittifakına" katıldığını açıklarken Türkiye bu ittifakta da yer almadı. Bu ittifak, yeni kömürlü termik santral geliştirmeme, mevcut kömür santrallerini aşamalı olarak kapatma ve kömürden temiz enerjiye geçişi hızlandırma taahhüdünde bulunuyordu ve Türkiye “kömüre devam” demiş oldu. Sonuç olarak zirveyi nasıl değerlendirmeli? COP zirvelerinden aslında uzun zamandır pek olumlu bir sonuç beklenmiyor. En büyük kazanım, fosil yakılardan çıkış kararı alınması olurdu ama o bile iklim değişiminin hızıyla kıyasladığımızda çok geç kalınmış bir karar olacaktı.  Zirve, kapitalizmin çoklu krizinin birer yansıması olan iklim değişimi, savaşlar ve küresel eşitsizlikler gibi konularda, var olan hiçbir uluslararası yapının çözüm olamayacağını bir kez daha göstermiş oldu. Tek çözüm, küresel bir antikapitalist mücadelenin inşasında.  Artık reforme edilemeyen bir küresel sistem var karşımızda. O nedenle bizi daha fazla oyalayacak bu zirvelerden bir beklenti içinde olmamız da pek mantıklı gelmiyor. Değişim istiyorsak, bunu bizzat inşa etmek zorundayız: Fosil yakıt şirketlerini hedef alan, iklim adaleti ile ırkçılığı ve militarizmi birbirine bağlayan geniş bir birleşik mücadele hattına ihtiyacımız var.

DSİP: Sokak hayvanlarından elinizi çekin!

Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP), sokak hayvanlarına dönük nefret kampanyası ve toplamalar hakkında bir açıklama yayımladı. Açıklama şöyle:  

Ankara’da yüzlerce sokak hayvanının akıbeti meçhul

Ankara Keçiören’de bir çocuğun sokak köpekleri tarafından ağır yaralanmasının ardından, belediyeler sokak hayvanlarına yönelik sürek avı başlattı. Keçiören Bağlum’da bulunan hayvan barınağı civarında yaşayan yüzlerce köpek dünden beri kayıp ve akıbetleri bilinmiyor. Aralarında Hayvan Yaşam Özgürlük İnisiyatifi üyelerinin de bulunduğu hayvan hakları aktivistleri ve hayvan hakları dernekleri temsilcilerinin de bulunduğu bir grup, konuyu görüşmek için bugün Keçiören Hayvan Barınağı’na gitti. Aktivistler, öğle saatlerinde “A Takımı” isimli faşist çetenin mensubu olduğu düşünülen kişiler tarafından tehdit edildi. Akşamüzeri barınak yetkilileri aktivistlerin iki temsilcisiyle görüşmeyi kabul etti. Görüşmeden sonra aktivistler 450 hayvan kapasiteli barınakta bu rakamın üzerinde hayvanın çok kötü koşullarda yaşamaya çalıştığını, bu hayvanların burada bulunma sebebinin “ısırılma vakası” olduğunun söylendiğini, bunun gerçeği yansıtmadığını, barınağın dışında yaşayan yüzlerce köpeğin ne olduğu hakkında ise “bilmiyoruz” açıklamasının yapıldığını anlattılar. Hayvan Yaşam Özgürlük İnisiyatifi’nden Güliz Gündüz, “Daha kalabalık olmayız. Kadınlar, LGBTİ+’lar, hayvanlar da dahil, tüm ezilenlerin hak mücadelesi birlikte yürütülmeli” dedi.

Gazze'nin acılarını dile getirmekten vazgeçmeyeceğiz - insan hakları olmadan iklim adaleti olmaz

Greta Thunberg ve Fridays for Future İsveç  Genç iklim aktivistleri 'radikalleşmedi' - dışlanan insanlarla dayanışma her zaman mesajımızın merkezinde yer aldı En az 6 bini çocuk olmak üzere 15 binden fazla insan... İsrail'in Gazze Şeridi'nde birkaç hafta içinde öldürdüğü bildirilen insan sayısı bu ve rakamlar hâlâ artıyor. İsrail, temel altyapı ile hastaneler, okullar, sığınaklar ve mülteci kampları gibi sivil hedefleri bombaladı. İsrail, işgal altındaki Gazze Şeridi'nde mahsur kalan 2,3 milyon Filistinliye gıda, ilaç, su ve yakıt ulaşmasını engelleyen kuşatması Oxfam'ın İsrail'i "açlığı bir savaş silahı" olarak kullanmakla suçlamasına yol açtı. Düzinelerce Birleşmiş Milletler uzmanı durumu "oluşmakta olan bir soykırım" olarak tanımladı. Yüzlerce uluslararası akademisyen, gelişmekte olan bir soykırım konusunda uyarıda bulundu ve önde gelen İsrailli soykırım uzmanı Raz Segal bunu "ders kitabı niteliğinde bir soykırım vakası" olarak nitelendirdi. Ancak dünyanın büyük bir kısmı, özellikle de sözde küresel kuzey, başka tarafa bakıyor. Bu dehşete rağmen, bazıları kamuoyundaki tartışmayı iklim adaleti hareketindeki gençlerin Gazze ile ilgili açıklamalarını gayrimeşrulaştırma girişimlerine odaklamayı tercih etti. Birçoklarının iddia ettiğinin aksine, Fridays for Future "radikalleşmedi" ya da "politikleşmedi." Biz her zaman politik olduk, çünkü her zaman bir adalet hareketi olduk. Filistinliler ve tüm mağdur sivillerle dayanışma içinde olmayı hiçbir zaman sorgulamadık.  İklim adaletini savunmak, temelde insanları ve onların haklarını önemsemekten kaynaklanıyor. Bu, insanlar acı çektiğinde, evlerini terk etmek zorunda kaldığında veya öldürüldüğünde - nedeni ne olursa olsun - sesimizi yükseltmek anlamına gelir. Sápmi, Kürdistan, Ukrayna ve diğer pek çok yerdeki azınlık topluluklarla, onların emperyalizme ve baskıya karşı adalet mücadeleleriyle dayanışmak için her zaman grevler düzenlememizin nedeni de bu. Filistin ile dayanışmamız da bundan farklı değil ve kamuoyunun odağının Filistinlilerin karşı karşıya olduğu korkunç insani acılardan uzaklaşmasına izin vermeyi reddediyoruz. Bize yönelik hedef şaşırtan ilgi ve pozisyonumuzun yanlış yorumlanması nedeniyle, duruşumuzu bir kez daha açıklığa kavuşturmak istiyoruz. Tüm Fridays for Future grupları özerktir ve bu makale FFF İsveç dışında kimsenin görüşlerini temsil etmemektedir. Hamas'ın İsrailli sivillere yönelik korkunç cinayetleri, İsrail'in devam eden savaş suçlarını hiçbir şekilde meşrulaştıramaz. Soykırım meşru müdafaa olmadığı gibi, hiçbir şekilde orantılı bir karşılık da değildir. Ayrıca bunun, Uluslararası Af Örgütü'nün apartheid rejimi olarak tanımladığı, Filistinlilerin on yıllardır boğucu bir baskı altında yaşadığı daha geniş bir bağlamda gerçekleştiği de göz ardı edilemez. Tüm bunlar tek başına bu durum hakkında yorum yapmak için yeterli bir sebep olsa da, İsveçli bir hareket olarak, İsveç'i İsrail'in işgaline ve kitlesel katliamlarına ortak eden İsrail silah şirketleriyle askeri işbirliği nedeniyle de sesimizi yükseltme sorumluluğumuz var. Şu anda İsveç'te ve dünyada, antisemitist ve İslamofobik söylemlerde, eylemlerde ve nefret suçlarında keskin bir artış görüyoruz. İsveç koalisyon hükümetindeki en büyük partinin lideri camileri yıkmaktan bahsediyor ve Malmö'de bir sinagogun önünde İsrail bayrağı yakıldı. Bu kabul edilemez bir durumdur. Antisemitizm ve İslamofobi de dahil olmak üzere her türlü ayrımcılığı kayıtsız şartsız kınıyoruz. Bu krizle ilgili konuşan herkesin Hamas’la Müslümanlar ve Filistinliler; İsrail devletiyle Yahudiler ve İsrailliler arasında ayrım yapma sorumluluğu vardır. Geçtiğimiz birkaç hafta içinde yitirilen canların yasını tutuyor ve bu sayıların artmaya devam etmesine izin verilmesi karşısında dehşete düşüyoruz. Gazze Şeridi'ndeki ölüm oranı, sadece birkaç hafta içinde binlerce çocuğun öldürülmesiyle tarihi bir seviyeye ulaşmıştır. Yaşanan bu acılar anlaşılmazdır ve devam etmesine izin verilemez. BM uzmanları dünyayı bir soykırımı önlemek üzere harekete geçmeye çağırdığında, insan olarak sesimizi yükseltme sorumluluğumuz vardır. Bu affedilemez şiddete son verilmesini talep etmek temel bir insanlık meselesidir ve yapabilecek herkesi bunu yapmaya çağırıyoruz. Sessizlik suç ortaklığıdır. Gelişmekte olan bir soykırımda tarafsız olamazsınız. Bu makalenin yazarları: Greta Thunberg, küresel iklim eylemsizliğine karşı bir okul grevi hareketi olan Fridays for Future'a ilham veren İsveçli aktivist Alde Nilsson, küresel kalkınma öğrencisi ve Fridays for Future İsveç'te iklim adaleti aktivisti Jamie Mater, araştırmacı ve Fridays for Future Sweden'da iklim adaleti aktivisti Raquel Frescia, yazar/araştırmacı ve Fridays for Future Sweden ile iklim adaleti aktivisti

İklim Hareketi'nden Açık Mektup: Özgürlük mücadelelerinde Filistinlilerle dayanışma içindeyiz

Bu açık mektup, iklim hareketinin Filistin ile ilkeli bir dayanışma geliştirmesi ve iklim adaletini dünya çapında sömürgeleştirilmiş halkların mücadeleleriyle ilişkilendirmesi için bir başlangıç noktasıdır. İklim adaleti için örgütlenen gruplar olarak Filistinlilerin özgürlük mücadelesiyle dayanışma içindeyiz ve Gazze'de devam eden soykırımı kınıyoruz. Gazze'ye yönelik bu saldırı, İsrail'in daha geniş kapsamlı yerleşimci-sömürgeci projesinin sadece bir belirtisidir. Gazze halkı uluslararası toplumdan üç basit talepte bulundu: gerçeği paylaşmak, derhal ateşkes çağrısında bulunmak ve Batılı hükümetlere İsrail ile ilişkilerini kesmeleri için baskı yapmak. Bu çağrıya, mücadelelerimizin birbiriyle bağlantılı olduğunu ve sömürgecilikten kurtulmanın iklim adaleti açısından merkeziliğini vurgulayarak yanıt veriyoruz. Bu açık mektubu, iklim hareketinin Filistin ile ilkeli bir dayanışma geliştirmesi ve iklim adaletini dünya çapında sömürgeleştirilen halkların mücadeleleriyle birleştirmesi için bir başlangıç noktası olarak görüyoruz. Filistinliler 75 yılı aşkın bir süredir topraklarının çalınmasına, işgal edilmesine ve doğal kaynaklarının sömürülmesine karşı direnmektedir. Filistinlilere yönelik etnik temizlik, aralarında İngiltere, ABD ve Avrupa Birliği'nin de bulunduğu Batılı güçler tarafından desteklenmektedir. İşgal altındaki Filistin topraklarında İsrail, Filistinlilere karşı acımasızca bir baskı ve tahakküm sistemi uygulamaktadır [1].  Kudüs'te Filistinliler rutin olarak İsrailli yetkililerin şiddetli mülksüzleştirme tehdidiyle karşı karşıya kalmaktadır [2]. Gazze'de Filistinliler 16 yıldır İsrail ablukası altında yaşamakta, temel ihtiyaç maddelerine erişimleri kısıtlanmakta ve askerileştirilmiş sınırlar her türlü hareket özgürlüğünü engellemektedir [3].  Daha birkaç ay önce Cenin'de Filistinliler '2000-2005 İkinci İntifada'dan bu yana işgal altındaki topraklarda düzenlenen en büyük askeri operasyonla' karşı karşıya kalmış ve uluslararası toplumdan hiçbir kınama gelmemişti [4]. Filistinlilere yönelik şiddet ne sadece 14 Ekim'de El-Ahli hastanesinde yaşanan katliamla ne de Gazze'deki yoğun bombardımanıyla başladı. Sömürgeci şiddet Filistinliler için süregelen bir gerçekliktir. Emperyal merkezdeki iklim aktivistleri olarak, hükümetlerimizin Filistin'deki yerleşimci-sömürgeciliği kolaylaştırmada oynadığı rolü biliyoruz. Birleşik Krallık, Balfour Deklarasyonu aracılığıyla İsrail sömürge devletinin doğuşuna büyük ölçüde dahil olmuştur [5]. Bugün Birleşik Krallık, Filistinliler üzerinde kullanılan ve daha sonra "savaşta test edilmiş" olarak pazarlanan silahları İsrail'e lisanslayıp ihraç ederek bu mirası sürdürmektedir [6]. ABD her yıl vergi mükelleflerinin ödediği en az 3,3 milyar doları İsrail'e mali yardımda bulunmak ve işgal güçlerini desteklemek için göndermektedir [7]. Son dört hafta içinde Gazze'ye atılan bombaların çoğu uluslararası üretimdir [8]. Fosil yakıtların son bulması, iklim tazminatları ve eko-sosyalist bir gelecek için mücadele ederken, ABD, Birleşik Krallık ve AB'yi askeri yardımlarına ve İsrail'in sömürgeci işgalindeki suç ortaklığına son vermeye çağırmalıyız. Yerleşimci sömürgecilik ve emperyalizm, içinde yaşadığımız dünyayı, bizi birbirimize bağlayan mücadeleleri ve karşı karşıya olduğumuz iklim acil durumunu temelden şekillendirmektedir. Karşı mücadele ettiğimiz fosil yakıt endüstrisinin genişlemesi, Orta Doğu ve ötesinde sömürgeci çıkarma ve askeri operasyonlar yoluyla kolaylaştırılmaktadır. 'Muazzam bir CO2 kirliliği kaynağı' olan ABD askeri-endüstriyel kompleksi, yerli halkı Turtle Island'da ve yurtdışında hakları olan topraklarından mahrum bırakmaktadır. İsrail, Filistinlileri Gazze'den etnik olarak temizlemeye çalışan soykırım saldırılarının devam ettiği bir dönemde, aralarında BP ve ENI'nin de bulunduğu şirketlere Gazze Şeridi açıklarında 12 doğalgaz arama ruhsatı verdi [9]. İsrail'in soykırımını besleyen silahları üreten, motive eden ve bunlardan kâr sağlayan da bu gezegensel yıkım sistemidir. Ayrıca, Batılı güçler ve İsrail arasındaki polis ve istihbarat işbirliği, ortak baskı sistemleriyle mücadele ederken dayanışmamızı zorunlu kılmaktadır. Eğer iklim hareketi enternasyonalist iklim adaleti çağrısında ciddiyse, o zaman askerden arındırma ve sömürgesizleştirme taleplerimizin merkezinde yer almalıdır. Sömürgeleştirilmiş bir halkın soykırıma uğramasına göz yuman bir dünya, iklim adaletinin mümkün olduğu bir dünya değildir. Baskı sistemlerini bulduğumuz her yerde kökünden söküp atmalıyız. Kaplumbağa Adası'ndan Abya Yala'ya ve Filistin'e kadar, toprağı geri alma mücadelelerini destekliyor ve Batılı hükümetlerin sömürgecilik ve emperyalizmi küresel olarak kolaylaştırmadaki rollerine karşı çıkıyoruz. Bu siyasi an, Filistin halkıyla gerçek dayanışma içinde olmak için birbiriyle bağlantılı mücadelelerimiz üzerinde düşünmemizi gerektiriyor. Yaşadığımız süre içinde nehirden denize kadar özgür bir Filistin görebilmemiz dileğiyle. İmzacılar Britanya All African Women’s Group Cambridge Land Justice Campaign against Climate Change Chesterfield Climate Alliance Climate Camp Scotland Climbers for Climate Climate Live UK  Climate Vanguard Community Action for Land Liberation/ ESEA Green Lions Extinction Rebellion Families Extinction Rebellion Youth Oxford Flame (The Landworkers’ Alliance Youth) Fossil Free Pride  Green at Barts Health Global Majority VS Islamic Foundation for Ecology and Environmental Sciences Let’s stop the East African Crude Oil Pipeline UK  Land in our Names  Movimiento Jaguar Despierto No Borders in Climate Justice Nowadays on Earth  Organisation of Radical Cambridge Activists (O.R.C.A.) Plymouth Hub for Climate Justice Positive Money Resist Glencore Scientists for Global Responsibility (SGR) Stop Rosebank  Stop Rosebank Sheffield  Sustainably Muslim The People’s Health Hearing Collective The Landworkers’ Alliance Tipping Point UK Trademark Belfast Transition Crich Two Billion Strong Women of Colour in the Global Women’s Strike Youth in Resistance Edinburgh Uluslararası Al Manakh (Kuwait) Animal Rebellion (Ireland) Culture Hack Labs (International) Climate Clock DRC (Congo) Ecojustice Ireland (Ireland) End Fossil Barcelona (Spain) Fridays for Future Mumbai (India) Future Generations Kerry (Ireland) Futureproof Clare (Ireland) Organised Students for Radical Climate Action (Netherlands) Palestine Institute for Biodiversity and Sustainability (Palestine) Rave Revolution (International) Scientists Rebellion (Ireland) Socialists Lawyers Association of Ireland: Ecosocialists (Ireland) Stop East African Crude Oil Pipeline (International) The Dublin Ecofeminists (Ireland) Transnational Institute (Netherlands) We Smell Gas (Belgium) Youth for Green Action (Kenya) Youth for Green Nature (Congo) 3 Aralık 2023 Kaynak: mondoweiss.net -------  [1] https://www.amnesty.org/en/latest/campaigns/2022/02/israels-system-of-apartheid/ [2] https://www.ohchr.org/en/press-releases/2023/04/israel-un-experts-urge-international-community-end-forced-displacement-and#:~:text=GENEVA%20(13%20April%202023)%20–,%2C%20UN%20experts*%20said%20today.  [3] https://www.amnesty.org/en/latest/news/2023/10/israel-opt-israel-must-lift-illegal-and-inhumane-blockade-on-gaza-as-power-plant-runs-out-of-fuel/ [4] https://www.aljazeera.com/news/2023/7/3/a-real-massacre-israels-attack-on-palestinians-in-jenin  [5] https://www.newarab.com/opinion/balfour-britains-role-colonisation-palestine [6] https://strafasia.com/israels-weaponry-gaza-being-battle-tested-for-the-global-market/ [7] https://usafacts.org/articles/how-much-military-aid-does-the-us-give-to-israel/ [8] https://www.opendemocracy.net/en/israel-palestine-hamas-war-arms-exports-uk-government/ [9] https://www.middleeastmonitor.com/20231103-israel-awards-licences-to-uks-bp-italys-eni-to-explore-gas-deposits/

COP bir fosil zirvedir!

Devrimci Sosyalist İşçi Partisi'nin (DSİP) açıklaması: Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 28. Taraflar Konferansı (COP28) bu yıl da daha başlamadan çöktü. Çökeceği bu yılın ilk haftalarında COP28’in başına, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) fosil yakıt şirketi Adnoc’un CEO’su Sultan El Cabir’in getirilmesinden belliydi.  Zirvenin başına bir fosil yakıt şirketi patronunun getirilmesini kabul etmiyor, COP28’den gezegen için hiçbir hayırlı sonuç çıkmayacağını düşünüyoruz. Geride bıraktığımız 11 ay içerisinde gezegende sıcaklık rekorları defalarca kırıldı. 6 Temmuz’da 17,23 derece ile gezegenin en yüksek sıcaklık ortalaması ölçüldü. Ardından da BM, Temmuz ayının ilk haftasının gezegenin en sıcak haftası olduğunu ilan etti. Daha sonra da Temmuz ayı gezegenin en sıcak ayı ilan edildi. Ardından Ağustos, Eylül ve Ekim ayları da kayıtların tutulmaya başlandığı dönemden bu yana en sıcak aylar oldu.  Paris İklim Anlaşması’nın küresel ısınmayı 1,5C artışla sınırlandırma hedefini tehlikeye atan bir başka gelişme daha yaşandı. Bu yıl 86 gün, küresel sıcaklık ortalaması sanayi öncesi seviyelerin 1,5 derece üzerinde geçti. Geçtiğimiz haftalarda da ilk kez gezegenin sıcaklık ortalaması 2 derece eşiğini aştı. Tüm bunlar yaşanırken, COP28 zirvesinin başlamasına günler kala zirve hakkında skandal haberler patladı. COP28’in “tartışma noktaları” diye geçen belgelerinin basına sızması sonucu BAE’nin bu zirvede fosil yakıt anlaşması için 15 ülkeyle görüşme planları yaptığı ortaya çıktı. Hemen ardından basına sızan başka bir skandal belgeyle bu kez de Suudi Arabistan’ın, Petrol Talebinin Sürdürülebilirliği Programı kapsamında, yoksul ülkelerin petrol tüketimlerini artıracak projelerine, “kalkınma” adı altında destek verdiği ortaya çıktı.  Bu skandalların hemen ardından da COP28 zirvesinin 30’a yakın büyük sponsorundan sadece altısının şirketlere yönelik BM destekli bir iklim eylemi vaadi olan Bilimsel Temelli Hedefler’i (science-based targets) imzaladığı, bunlardan sadece birinin gereken yükümlülükleri yerine getirdiği ortaya çıktı. Ayrıca karbon salımında fosil yakıt endüstrisinden hemen sonra gelen hayvancılık endüstrisinin büyük bir lobi faaliyetine hazırlandığı ve “sürdürülebilir gıda” adı altında et üretiminin teşvik edilmesine yönelik planlar yaptığı da ortaya çıkarıldı. İşgal altında iklim adaleti olmaz! İklim aktivizmi de COP’ların bir süredir hedefinde. COP25 Şili’de yapılacakken ülkede yaşanan büyük toplumsal hareketler nedeniyle bu ülkeden kaçırılıp İspanya’ya alınmıştı. COP26 yoksul ülkelerden aktivistlerin katılmasının neredeyse imkansız olduğu, son derece pahalı olan İskoçya’da yapılmış ve COP27 ise eylemlerin yasak olduğu bir diktatörlükte, Mısır’da gerçekleştirilmişti.  Bu yıl sadece COP zirveleri özelinde değil dünya genelinde iklim aktivizmine yönelik saldırılar yaşandı.  ABD ve Birleşik Krallık’ta görünüşte ulusal güvenliği ya da fosil yakıt boru hatları gibi kritik gördükleri altyapıyı korumayı amaçlayan protesto karşıtı yasalar çıkarıldı. Almanya, Fransa, İtalya, İsveç, Hollanda ve Birleşik Krallık'ta yetkililer iklim protestolarına kitlesel tutuklamalarla, şiddet içermeyen protestolara ağır cezalarla karşılık verdi ve iklim aktivistlerini holigan, sabotajcı veya eko-terörist olarak etiketleyen açıklamalar yapıldı.  İklim İçin Cumalar (Fridays for Future) hareketinin kurucusu Greta Thunberg, neredeyse altı yıldır iklim eylemleri yapmasına rağmen bu yıl arka arkaya gözaltına alındı, cezalandırıldı ve hedef gösterildi. Önce Almanya'nın Lützerath kentinde kömür madeninin genişletilmesine karşı eylemlere katıldığı için gözaltına alındı, sonra da Norveç’te ve en son da İngiltere’de katıldığı iklim eylemleri nedeniyle gözaltındaydı. Kendi ülkesi İsveç’te ise yine katıldığı iklim eylemlerinden dolayı iki defa para cezasına çarptırıldı.  Greta en son Filistin’le dayanıştığı için hedef oldu. Daha önce Ukrayna’nın işgaline karşı paylaşımlar yapan aktivist bu sefer Gazze’nin işgaline karşı çıktığı için Batı medyasının hedefi haline geldi. Filistin bayrağı ile yaptığı paylaşımda “soykırımın” durdurulması ve dünyanın acil ateşkes için İsrail’e baskı yapması gerektiğini yazması nedeniyle antisemit ilan edildi. Hollanda’daki iklim yürüyüşünün ardından yaptığı bir konuşmada ise “Uluslararası dayanışma olmadan iklim adaleti sağlanamaz. İşgal altındaki topraklarda iklim adaleti olamaz" dedi.  Greta haklıydı. İklim adaleti militarizmin yükseldiği ve işgallerin sürdüğü bir dünyada sağlanamaz. İklim hareketi, uzun zamandan beri gözünü haklı olarak yoksul dünyaya çevirmiş durumda. Yoksul ülkelerin borçlarının silinmesi, iklim değişimi kaynaklı yıkıcı hava olaylarının etkilerinin azaltılması için kayıp ve hasar fonu oluşturulması, iklim değişikliğine adaptasyon için yoksul ülkelere uyum fonu verilmesi, işsizlikle mücadelede adil geçiş programlarının hayata geçirilmesi ve benzeri iklim adaletini hem bölgesel hem de sınıfsal düzeyde ele alan birçok talebi var. Bu nedenle de Batılı ve beyaz bir hareket olmanın ötesine geçebiliyor. Cesaretli ve gerçekçi talepleri yükselttiği için umut yaratabiliyor. İşgal altında iklim adaleti olmaz!  Her yerde savaşlara ve işgallere hayır! Savaş bütçeleri iklim değişimiyle mücadelede kullanılsın!   COP’a değil mücadeleye güven COP28 iklim değişimini durdurmaya yönelik olumlu tek bir gerçekçi adım dahi atılmadan sona ereceğini şimdiden kanıtladı. Bugüne kadar elde edilen hangi kazanım varsa her biri iklim hareketinin yükseldiği ve devletleri zorladığı koşullarda elde edildi. COP zirvelerinde dahi arsızca yeni fosil yakıt anlaşmaları planlanabilmesini engellemenin yolu güçlü hareketler inşa etmek. Küresel ısınmayı sınırlamak için hala geç değil. Daha önce olduğu gibi yine güçlü ve radikal bir iklim hareketine ihtiyacımız var. İklimi değil sistemi değiştir! Başka bir dünya mümkün!

Bill McKibben yazdı: Yozlaşmış Bir COP

Yeni ifşalar petrol üreticisi ülkelerin gerçekten ne kadar korkunç olduğunu gösteriyor. Dubai'deki COP28'in başladı, ancak daha başlamadan bitmişe benziyor. Dün ortaya çıkan bilgiler, ev sahibi ülkenin, küresel ölçekte yürütülen yeni petrol ve gaz anlaşmalarında üstünlük sağlayabilmek adına resmi konumunu kullandığını gösterdi. Bu, Exxon veya Shell ahlaki değerlere ne kadar önem veriyorsa, esasen birer petrol şirketi gibi faaliyet gösteren ülkelerin de anca o kadar önem verdiğini göstermesi açısından iyi bir hatırlatma oldu. İngiltere'deki İklim Raporlama Merkezi tarafından elde edilen ve ilk olarak BBC tarafından yayımlanan belgeler, bu yılın COP başkanı ve aynı zamanda BAE'nin ulusal petrol şirketi başkanı olan Sultan Ahmed Al-Jaber’in en az 28 ülkenin yetkilileri ile, resmi görüşmelerin başlamasından önce yapmayı planladığı toplantıların gündemlerini gösteriyor. Örneğin Çin’e dair maddede şöyle deniyor: BAE'nin devlet petrol şirketi Adnoc, "Mozambik, Kanada ve Avustralya'da uluslararası LNG (sıvılaştırılmış doğal gaz) fırsatlarını ortaklaşa değerlendirmeye isteklidir." Kolombiyalı bir bakana ise, Kolombiya'nın fosil yakıt kaynaklarının geliştirmesini destekleme konusunda Adnoc'un "hazır olduğu" söylenmesi tavsiye edilmiş.  Adnoc'un, fosil yakıt projeleri geliştirmek için, aralarında Almanya ve Mısır'ın da bulunduğu 13 ülke hükümetleriyle çalışmak istediğinin bildirilmesi gibi bir gündem maddesi de mevcut. Aynı günün ilerleyen saatlerinde, İklim Araştırmaları Merkezi’nin yayınladığı daha da şok edici başka belgeler ortaya çıktı. Bu (yeni) belgeler, BAE'nin yakın müttefiki olan Suudi Arabistan'ın, Afrika ve Asya ülkelerini fosil yakıtlara bağımlı hale getirmeyi amaçlayan bir Petrol Geliştirme Sürdürülebilirlik Programı üzerinde çalıştığını gösteriyordu. Çizgi romanlardaki kötü karakterler gibiler: “Soruşturma, zengin ülkeler giderek temiz enerjiye geçerken Afrika ve diğer (yoksul) bölgelerde fosil yakıtla çalışan otomobiller, otobüsler ve uçakların kullanımını artırmaya yönelik bazı planlar hakkında detaylı bilgiler elde etti.  Petrol Geliştirme Sürdürülebilirlik Programı, konvansiyonel uçaklardan üç kat daha fazla jet yakıtı kullandığı belirtilen süpersonik hava seyahatinin geliştirilmesini hızlandırmayı ve ucuz bir içten yanmalı motorlu aracın seri üretimi için bir otomobil üreticisi ile ortaklık kurmayı planlıyor. Ayrıca programda, kıyı bölgelerine elektrik sağlamak için, aşırı emisyon üreten akaryakıtı veya petrolü kullanacak termik santral gemilerinin teşvik edilmesini amaçlayan başka planlar da mevcut.” İnanması güç olduğundan mutlaka bakmanızı önerebileceğim bu yeni dokümanlar, bundan 10 yıl önce Exxon'un iklim yalanlarını ortaya çıkaran belgelerin yaptığı kadar önemli bir görevi yerine getiriyor, çünkü bu ülkelerin sektörü tasfiye edebilmek için iyi niyetle çabaladıkları iddiasını sona erdirmiş oldu. Bilakis, ham petrol talebini devam ettirecek ucuz araçlar üretmek adına otomobil üreticilerine yöneliyorlar. PowerShift Africa'nın deneyimli kampanyacısı ve başkanı olan Mohammed Adow’un Guardian'a aktardığı şekliyle; "Suudi hükümeti, Afrika'yı zararlı ürününe (fosil yakıtlara) bağımlı hale getirmeye çalışan bir uyuşturucu satıcısına benziyor... Dünyanın geri kalanı kirli ve kirletici olan fosil yakıtlardan kendini arındırırken Suudi Arabistan daha fazla müşteriye ihtiyaç duyup gözlerini Afrika'ya dikiyor. İğrenç bir tutum.” Petrol devlerinin bu ülkedeki iğrenç davranışlarına alışkınız, özellikle de kendi bilim insanları sonuçları konusunda uyarmışken bile iklim eylemini geciktirmek için on yıllardır sürdürdükleri dezenformasyon kampanyalarına. Aslında Amerika da petrol çıkarları konusunda tam olarak aynı şekilde davranıyor. Bundan sadece üç yıl önce The Times'ta, Afrika'yı plastikle doldurmak için yürüttükleri lobi faaliyetine dair bir haber yayımlanmıştı: “Dünyanın en büyük kimyasal üreticilerini ve fosil yakıt şirketlerini temsil eden bir sanayi grubu, Amerika Birleşik Devletleri'nin Afrika'nın en büyük ekonomilerinden biri olan Kenya ile plastik torba yasağı da dahil olmak üzere plastiklere yönelik katı sınırlarını tersine çevirmesi için yapılan ticaret müzakerelerini etkilemek için lobi faaliyetleri yürütüyor. Ayrıca Kenya'nın, sınırlama sözü verdiği plastik çöp ithalatına devam etmesi için de baskı yapıyor. Plastik üreticileri Kenya sınırlarının ötesine de göz dikti. Amerikan Kimya Konseyi'nin uluslararası ticaret direktörü Ed Brzytwa, Amerika Birleşik Devletleri Ticaret Temsilcisi Ofisi'ne yazdığı 28 Nisan tarihli bir mektupta şöyle söylüyor: ‘Kenya'nın gelecekte, bu ticaret anlaşması aracılığıyla, Amerika'da üretilen kimyasallar ve plastiklerin Afrika'daki diğer pazarlara tedariki için bir merkez olarak hizmet verebileceğini öngörüyoruz’." Times’a göre bu hamle, "dünya iklim değişikliğiyle mücadele ederken kaçınılmaz bir düşüşe hazırlanan petrol endüstrisinin durumunu” yansıtıyordu; “Kârları koronavirüs salgını sırasında düşüyor ve endüstri, iklim değişikliğinin dünyayı fosil yakıtlardan uzaklaşmaya zorlayabileceğinden korkuyor. Üreticiler, arz fazlası petrol ve gaz için yeni kullanım alanları yaratmaya çalışıyor. Rüzgâr ve güneş enerjisi giderek daha uygun hale geliyor ve hükümetler, iklim değişikliğiyle mücadele etmek için fosil yakıtların yakılmasını azaltan yeni politikaları değerlendiriyor." Kanımca, petrol şirketlerinin ve petrol ülkelerinin bu gezegeni mahvetmeye devam etme çabalarından daha sistematik bir kötülük hayal etmek zor; bu, tütün şirketlerinin ABD'de hukuki kayıplarla karşılaşırken Asya'daki pazarlarını genişletmeye yönelik stratejilerine benziyor. Ancak bu sefer pasif içicilik de ölüm getirecek. Petrol dünyası, ürünlerinin yol açtığı zararın sorumluluğunu üstlenmek ve bunu nasıl telafi edeceğini bulmaya çalışmak yerine, geçen hafta HeatMap'teki iyi gazetecilerin "kazançlı düşüş" olarak adlandırdığı şeye hazırlanıyor. Şöyle diyorlardı; “Petrol devleri, enerji kullanıcılarının her yerdeki değişken, pahalı ve kirletici (ancak çok kârlı) bir enerji kaynağına bağımlı kalmasını umarken, gerileyen bir sektörden elde edebilecekleri son kârların peşine düşüyor. Eğer ki yeni egemen üreticiler oyuna geç girmeye çalışırlarsa (Barbados, Senegal ve Mozambik gibi), daralan petrol piyasasına yakalanabilirler. Bu, daha ucuz ve daha iyi sermayeli üreticilerin (Körfez ülkeleri veya ABD'nin önde gelen üreticileri) zirve öncesi dönemde elde edeceklerinden biraz daha düşük olsa da rahat bir kârla satış yapmaya devam etmesine neden olacak.” Kendisi de Kuveytli bir petrol yöneticisi olan OPEC'in başkanı dün yaptığı açıklamada sektörü sorumlu tutmaya yönelik her türlü çabanın kendilerini "iklim krizinin sebebi olmakla haksız yere karaladığını" belirtti ve yeni raporlamanın "en hafif tabirle diplomatik olmaktan uzak" olduğunu söyledi. Diplomatik olmadığı söylenen şey, kimilerinin suçlarını örtbas etmek ve sürdürebilmek için bu müzakere sürecini kullanma çabalarıdır ki bunların su yüzüne çıkarılmasından rahatsızlar. Böyle olunca insan, COP öncesinde Antarktika'ya yaptığı büyük geziyle dünyanın dikkatini bu küresel ölçekli intihar yolculuğuna çekmeye çalışan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'e de üzülüyor. Şöyle diyordu; “Uyuyan devden, Antarktika'dan yeni döndüm. İklim kaosuyla uyanan bir dev. Antarktika ve Grönland 1990'ların başına kıyasla üç kat daha hızlı eriyor. Antarktika'daki buzun üzerinde durmak ve ne kadar hızlı kaybolduğunu oradaki bilim insanlarından duymak son derece şok edici.” Guterres tek umudun "1,5 derece sınırına uygun bir zaman diliminde fosil yakıtların aşamalı olarak ortadan kaldırılmasına yönelik açık ve inandırıcı bir taahhüt" olduğunu söyledi. Oysa yeni belgeler BAE ve Suudi Arabistan’ın bunu engellemek için ellerinden geleni yaptığını gösteriyor. Guterres'e basın toplantısında yöneltilen ilk soru El Cezire'den gelmişti ve bu belgelerle ilgiliydi: “BAE'nin COP’un arka planında karbon yakıt anlaşmaları müzakere ettiği ve niyetlerinin de bu olduğu yönündeki iddialara nasıl tepki veriyorsunuz? Bu durumun COP’u etkisizleştireceğinden endişe duyuyor musunuz?” Guterres zorlukla yutkunarak "Bunun doğru olduğuna inanamıyorum" dedi. Ama tabii ki inanabiliyordu, nitekim son 35 yıldır dikkatle takip edenlerin hiçbiri inanmakta zorluk yaşamadı. Bu, kendileri için gezegeni feda etmekten hiç çekinmeyen ahlaksız bir grup insanın mantıksal sorunudur. COP için – yani aslında gezegen için– tek umut, böyle belgeler karşısında hissettiğimiz bu tiksintinin bir şekilde, petrol devlerinin gücünü kırabilecek kadar güçlü bir hareketi teşvik ediyor oluşudur.

Cop28: Fosil yakıt zirvesi toplanıyor

2023 İklim Değişikliği Konferansı (Cop28), 30 Kasım - 2 Aralık tarihlerinde Dubai'de toplanacak. Ülkeler iklim değişikliğini önleyici kararlarından çok petrol anlaşmaları yapacak. Dünyayı fosil yakıtların yol açtığı yıkımdan kurtarmayı amaçladığını söyleyen önemli bir iklim konferansı ev sahipliğinizde toplanıyorsa ne yaparsınız? Eğer Birleşik Arap Emirlikleri iseniz Cop28'e ev sahipliği yapma konumunuzu petrol endüstriniz için yaklaşık 222 milyar dolarlık anlaşmalar imzalamak için kullanırsınız. Cop süreci, her zaman sahte değişim umutları satmış ve fosil yakıt şirketlerini korumuştur. Şimdi bu mantık utanç verici bir şekilde daha da ileri gitti. İklim Raporlama Merkezi'den gazeteciler, BAE temsilcilerinin konferanstan önce 27 yabancı hükümetle görüşme planlarını içeren belgelere ulaştı. BAE, diğer fosil yakıtlarla birlikte dünyanın sekizinci büyük petrol üreticisidir. Petrol şirketi Adnoc, önümüzdeki beş yıl içinde genişleme için 152 milyar dolardan fazla kaynak ayırdı. Cop sürecinin gezegeni kurtarmak için kurulmadığının altını çizelim. Bunun yerine her zaman dünya liderlerinin fosil yakıt kapitalizmini nasıl sürdüreceklerini tartışmak için gittikleri yer olmuştur. Ve BAE, Ortadoğu'da İsrail ile ilişkileri "normalleştiren", son üç yılda apartheid devletiyle yakın ilişki kuran ilk ülkelerden biriydi. BAE ve emperyalist rekabet sistemine kilitlenmiş diğer ülkeler için kâr, dünyayı kurtarmaktan önce gelmektedir. Savaşa ve etnik temizliğe karşı çıkmaktan önce geldiği gibi. Fotoğraf: Sultan el-Jaber / Cop28'in başkanı ve BAE'nin devlet petrol şirketi Adnoc'un da başkanı

Limak gözünü Tekirdağ’a dikti!

Nihat Özdemir’in şirketi Limak, Akbelen’in ardından Tekirdağ’da yeni bir doğa katliamına hazırlanıyor. Doğal alanların talanı ve devletten aldığı destekle adından sıkça söz ettiren şirketlerden biri olan Limak Çimento, Tekirdağ’ın Saray ilçesinde, duvar kaplamalarında ve süslemelerde kullanılan gnays ocağı işletmek için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na başvurdu. Eğer proje onaylanırsa, şirket devlet ormanı içinde bulunan, 78.34 hektarlık bir alanı, yaklaşık 110 futbol sahası büyüklüğünde bir araziyi maden ocağı işletmek üzere kullanacak ve proje değeri 60 milyon 403 bin TL olacak. Projenin Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporuna göre, bölgede Bern Sözleşmesi uyarınca koruma altında olan paçalı şahin, kızıl çaylak, akleylek, kara leylek gibi türler de bulunuyor.

Geri 1 2 3 4 5 6 7 İleri

Bültene kayıt ol