7 Mayıs 2024 günü FU Berlin Üniversitesi kampüsünde kurulan Filistin Kampı’nın polis şiddetiyle dağıtılması ve öğrencilerin kampüste gözaltına alınmasına dair Berlin’deki akademisyenler bir imza metni yayınladı. Metnin Türkçesini paylaşıyoruz.
Berlin'deki üniversitelerde görev yapan akademisyenler olarak, kendi kavrayışımız, öğrencilerimize eşit bir yaklaşımın yanı sıra, aynı zamanda onları korumamızı ve asla polis şiddetine maruz bırakmamamızı gerektirmektedir.
Protesto kampının somut taleplerini kabul edip etmediğimizden bağımsız olarak, öğrencilerimizin önünde durarak, üniversite alanlarının işgalini de içeren barışçıl protesto haklarını savunuyoruz. Toplanma ve ifade özgürlüğü bilhassa üniversitelerde korunması gereken temel demokratik haklardır. Refah'ın bombalanması ve Gazze'de giderek kötüleşen insani kriz göz önüne alındığında, protesto edenlerin taleplerinin aciliyeti, bütün somut taleplere katılmayan veya seçilen eylem biçimini uygun bulmayanlar için de anlaşılır olmalıdır.
Diyaloga yönelik olması, temel haklarla korunan protestolar için bir önkoşul değildir. Tam tersi olarak, mümkün olduğu kadar diyalog temelli ve şiddet içermeyen bir çözüm için çaba göstermenin üniversite yönetiminin görevi olduğuna inanmaktayız. FU Berlin Üniversitesi'nin yönetimi, önceden bir diyalog teklifi dahi olmaksızın, protesto kampının polis tarafından dağıtılmasını istediği için bu görevini ihlal etmiştir. Anayasal olarak barışçıl bir biçimde toplanma hakkı, ifade edilen görüşten bağımsız olarak geçerlidir. Toplanma özgürlüğü Federal Anayasa Mahkemesi ("Fraport" kararı) yerleşik hükmüne göre, özel konut hakkını da kısıtlayabilmektedir. Kaldı ki FU Berlin Üniversite kampüsü gibi kamuya açık alanlar, kamusal amaçlar da dahil olmak üzere, çeşitli amaçlara hizmet için vardır.
Berlin'deki üniversitelerin yönetimlerini kendi öğrencilerine yönelik polis operasyonlarından ve ceza soruşturmalarından kaçınmaya çağırıyoruz. Öğrencilerle diyalog ve üniversitelerin eleştirel kamusal alanlar olarak korunması, en yüksek önceliğe sahip olmalıdır. Bunların her ikisi de kampüsteki polis operasyonları ile bağdaşmaz. Akademisyenler ve üniversiteler olarak misyonumuzu yalnızca tartışma ve münazara yoluyla yerine getirebiliriz.
Birçok ülkede örgütlenen, Türkiye'de DSİP'in de bir parçası olduğu Uluslararası Sosyalist Akım'ın açıklaması:
Aşırı sağ küresel ölçüde gelişmeyi sürdürüyor. Arjantin’in yeni “liberteryen” başkanı Javier Milei, uzlaşmaz bir neoliberal iktisadı desteklemekle kalmıyor, ülkede 1976 ile 1983 arasında iktidarda olan kanlı askeri diktatörlüğü de savunuyor. Bir diğer aşırı sağcı lider, Narendra Modi, Hindistan’da tekrar aday oluyor. İtalya’nın faşist başbakanı Giorgia Meloni anayasayı değiştirmeye ve gücü kendi elinde merkezileştirmeye çalışıyor. Geert Wilders’in Hollanda başbakanı olması engellenmiş olabilir ama onun “Özgürlük Partisi” (PVV) geçen yılın Kasım ayında yapılan parlamento seçimlerinden oyların neredeyse yüzde 24’ini alarak birinci çıktı. Almanya ve Fransa’daki faşist partiler, Almanya için Alternatif (AfD) ve Ulusal Birlik (RN) Avrupa parlamentosu seçimlerinde görece güçlü sonuçlar almayı ve daha önceki genel ve yerel seçimlerdeki başarılarının üzerine çıkmayı umuyorlar.
Ana akım sağ partilerde Britanyalı Muhafazakâr Partili Suella Braverman ve Alman CDU partisinden Friedrich Merz gibi aşırı sağ retorik saçanlar, giderek daha fazla referans oluşturuyorlar. Avrupa’da merkez sağ giderek artan bir şekilde parlamentodaki aşırı sağ oylara bel bağlamaya çalışıyor. Tüm bunlar olurken ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump, çok güçlü Cumhuriyetçi seçmen tabanı sayesinde çoğu ankette yarışı Joe Biden’ın önünde götürüyor.
Aşırı sağın ilerleyişi, merkez sağdan ve merkezden soldan anaakım neoliberal partilerin başarısızlığının doğrudan bir sonucu. Bu partilerin 2007-2009 finansal krizine tepkisi, krizin bedelini kemer sıkma önlemleri dayatarak çalışanlara ödetmek oldu. Örneğin Yunanistan’da 2023’te kişi başına düşen gayri safi yurtiçi hasıla 22.314 dolardı, bu en yüksek değer olan 2008 yılındaki 31.902 doların hala çok altında. Ücretler ayrıca, pandemi ve Ukrayna savaşının yol açtığı enflasyondaki artıştan da olumsuz etkilendi. Bu durum aşırı sağın demagojik bir şekilde “seçkinleri” veya “kastı” suçlamasını kolaylaştırdı. Utanç verici bir şekilde, çoğu zaman NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı yürüttüğü vekalet savaşını sadece bu partilerin eleştirdiği gerçeği de bu partilere katkıda bulundu.
Aşırı sağ, çalışan insanların küresel finansal krizin patlak vermesinden bu yana hayatlarındaki kötüleşmeye karşı duydukları haklı ve yaygın öfkeyi, mültecileri ve göçmenleri hedef alarak saptırıyor. Oysa şu an sistemin içinden geçtiği çok boyutlu krizin en büyük kurbanları arasında mülteciler ve göçmenler de var. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nin ve müttefiklerinin geniş Ortadoğu bölgesindeki egemenliklerini sürdürmek için yürüttükleri emperyalist savaşlarda en az 38 milyon kişinin yerinden edildiği tahmin ediliyor. Benjamin Netanyahu’nun soykırımcı İsrail hükümeti Gazze’den Filistinlileri çıkarmaya çalışıyor. Yerinden edilenler Avrupa’ya sığınmak istediklerinde geri itiliyor ve eziyetle karşılaşıyorlar. Akdeniz’de Yunanistan yakınlarında Yunan sahil güvenliği tarafından tekneleri geri itilirken alabora olan 600 mülteci boğularak öldü.
Aşırı sağ partiler, iktidardaki ana akım partilerin baskıyı arttırarak, göç kontrollerini sıkılaştırarak ve yurttaşlık haklarına saldırarak onları yatıştırmaya çalışmasından dolayı son derece güçlendiler. Britanya’da Rishi Sunak’ın başarısız Muhafazakâr Parti hükümeti umutsuzca Manş Denizi’ni geçen botları durmaya çabalıyor, Avrupa Parlamentosu ise yeni göçmen karşıtı yasaları oylamayla kabul ediyor ve böylece AB’nin “Avrupa Kalesi” politikasını daha da kötüleştiriyor. İslamofobi Batı emperyalizminin Ortadoğu’daki müdahalelerini meşrulaştırmanın bir yolu olarak başladı ama aşırı sağ tarafından “aşağıdan” geliştirildi. Vaaz ettikleri korkunç Müslüman karşıtı ırkçılık, iktidardaki partiler tarafından yaygın hale getirildi. Aşırı sağın islamofobisi onları güçlü bir şekilde İsrail’i desteklemeye yönlendirirken, aynı zamanda Yahudi karşıtı temalar da kullanıyorlar. Hükümetler İsrail’i eleştirenleri Yahudi düşmanı olarak damgalayarak ve özellikle soykırıma karşı mücadele eden Müslümanlarla Siyonizm karşıtı Yahudileri hedef alarak aşırı sağ partileri destekliyorlar.
Aşırı sağın ve daha geniş ırkçılığın taarruzuna karşı bıkmadan usanmadan ve olası en geniş ölçekte savaşılması gerekiyor. En büyük ilerlemeyi seçimlerde kaydettikleri için onlara bu alanda da karşı koyulmalı. Ancak bunu yapmak bu politikalara karşı çıkmak için demagojik olarak, bir yandan neoliberal politikalar uygularken diğer yandan aşırı sağı ve aşırı sağın göçmen karşıtı ırkçılığını yatıştırma politikaları uygulayan merkez sol partileri desteklemek anlamına gelmiyor. Gelecek seçimlerde, örneğin Avrupa Parlamentosu seçimlerinde, kemer sıkma politikalarına, ırkçılığa, savaşa karşı çıkan ve Filistin halkıyla dayanışmayı örgütleyen listelere veya adaylara oy verilmesi çağrısı yapıyoruz
Ancak bu seçim alanından çok daha önemlisi, sokaklardaki ve işyerlerindeki mücadeledir. Örgütlü faşistlere karşı kitlesel direnişi seferber etmek için çalışıyor, faşist saldırıları ve yürüyüşleri engellemek için sendikacı dostlarımızla, soldaki siyasal örgütlenmelerle ve mahalle örgütleriyle bir araya gelmek istiyoruz. Irkçılığa karşı çıkan, göçmenlerle ve mültecilerle dayanışmayı destekleyen herkesi birleştirecek olan, olası en geniş kitlesel hareketleri inşa etmeyi amaçlıyoruz.
Irkçılığın ve faşizmin kökleri kapitalist sistemin derinliklerinde yatıyor. Bu sistemin krizi aşırı sağın yükselişini besliyor. Bir akım olarak, kapitalizmin dünyasından ve onun getirdiği tüm kötülüklerden kurtulmak, aşağıdan gerçek demokrasi temelinde herkes için adalete ulaşmak için ihtiyacımız olan uluslararası sosyalist devrim için çalışıyoruz. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ilham verici öğrenci eylemlerinin temsil ettiği Filistin ile dayanışma hareketi nasıl bir antiemperyalist ve ırkçılık karşıtı sol inşa etmemiz gerektiğini gösteriyor.
Uluslararası Sosyalist Akım Koordinasyonu
2 Mayıs 2024
Polisin City Kolej Gazze Dayanışma Kampına yaptığı baskının ardından üniversite çalışanları greve çıktı. Bu PSC sendikasının 52 yıllık tarihinde bilinen ilk iş bırakma eylemi.
New York'un dört bir yanındaki karakollarından yüzlerce polis memuru 30 Nisan Salı akşamı Columbia Üniversitesi ve City College of New York'a baskın düzenlemek üzere Harlem'de toplandı. Üniversite rektörleri, her iki okuldaki Gazze Dayanışma Kamplarını ve Columbia'da kampüs alanını işgal eden öğrencileri zorla çıkarmak için polis gücünü kampüse davet etmişti.
Okullar yaklaşık 20 blok arayla bulunuyor. Polis, Columbia'daki saldırısını tamamladıktan sonra, silahlarını çekerek üst kattaki bir pencereden içeri girdi. Çok sayıda polis ise City Kolej'e doğru hareket etti. Her iki okuldaki aktivistler, aralarında öğrenci ve öğretim görevlilerinin de bulunduğu en az 100 kişinin tutuklandığını tahmin ediyor.
Normalde açık bir kampüs olan City Kolej binalarına girmek için City University of New York (CUNY) kimliği gerekiyor. Ancak araziye girmek için kimlik gerekmiyor. Birkaç gün önce kolej, daha önce kilitlenmemiş olan tüm girişlerin etrafına geçici çitler kurdu ve gece çıkış noktalarını tutmaya başladı. İnsanların dışarı çıkmasına izin verdiler ancak içeri girmelerini engellediler. Polis şiddeti ve tutuklamalar, hem kampüs içinde hem de dışında meydana geldi.
CUNY İş ve Kent Çalışmaları Okulu'nda öğretim üyesi olan Marc Kagan, Çarşamba sabahı gönderdiği bir e-postada kapıların dışında yaşananların bir kısmını anlattı:
Pazartesi akşamı, Profesyonel Personel Kongresi (PSC-CUNY, AFT Local 2334) ile örgütlenen sendikalı CUNY çalışanları, durumu tartışmak ve sonraki adımları oylamak üzere bir araya geldi. Uzun tartışmalardan sonra kabul edilen öneri, 1 Mayıs Uluslararası İşçi Günü'nde iş bırakma eylemi yapılmasıydı.
En az 250 çalışanın bu öneriye destek vermesi önerisi karşılık buldu. Ve sayı kısa sürede aşıldı. Sendika üyelerinin kararıyla grev başladı.
Eylemde atılan sloganlardan biri "Gazze çağırıyor, CUNY cevap veriyor!" oldu
New York Eyaleti'ndeki yasalara göre kamu çalışanlarının greve çıkması yasak. Buna rağmen sendika 52 yıllık tarihindeki ilk grevi yaptı.
Üniversitenin iş bırakma eylemine katılan işçilere karşı yasal ya da disiplin soruşturması başlatıp başlatmayacağı henüz belli değil. PSC halihazırda eylemi reddeden ve üyelerini eyleme katılmaktan caydıran bir açıklama yayınladı. Ama sendikanın bu kolejde örgütlenen şubesi üyeleri bu açıklamanın altına yazdıkları yorumlarla sendika üst yönetimini protesto etti.
Filistin için örgütlenen PSC üyelerinin severek haykırıyor: "Arap, Yahudi, Siyah ve beyaz, dünyanın işçileri birleşin!"
Columbia İklim Okulu mezunları, 26 Nisan Cuma günü yayınladıkları açık bir mektupla üniversite yönetimini kampüsteki Gazze protestolarının şiddetle bastırılmasına onay verdiği için kınadı.
Columbia İklim Okulu mezunları, 26 Nisan Cuma günü yayınladıkları açık bir mektupla üniversite yönetimini kampüsteki Gazze protestolarının şiddetle bastırılmasına onay verdiği için kınadılar. Mezunlar, iklim değişimi ile savaşlar arasındaki ilişkiye ve 1968’de Columbia Üniversitesi’nde yaşananlarla bugün yaşananlara dikkat çektiler. Mezunlar, mektupta, İsrail'in saldırılarına karşı muhalefeti bastırma girişimlerinin “dünya çapında iklim aktivistlerine karşı giderek artan baskı ve gözetimi” andırdığını savundular.
Mektubunun tamamı şu şekildeydi:
Başkan Shafik'e, Başkan Rosenbury'ye, Dekan Shaman'a ve Columbia Üniversitesi Mütevelli Heyeti'ne,
Columbia Üniversitesi'nin İklim Okulu, SUMA ve Yeryüzü Enstitüsü mezunları olarak, Gazze Dayanışma Kampı'nın cesur öğrencileriyle tam bir dayanışma içindeyiz. Ayrıca, Columbia'nın İsrail'in işgal, apartheid ve Filistin'deki soykırım eylemlerinden kar elde eden veya bu eylemlere karışan kurumlardan tamamen ayrılması için protesto eden öğretim üyeleri, personel ve toplum destekçileri ile de dayanışma içindeyiz. Bunun yapılması, çevresel adalet ve iklim acil durumunun üstesinden gelmek için temel derecede önemlidir.
Protestoların, Filistin'in kurtuluşu ve Yahudi halkının güvenliğinin aynı hedef olduğuna dair temel inancını onaylıyoruz: soykırımı ve etnik temizliği her yerde ve her biçimde sona erdirmek. Antisemitizmi, İslamofobiyi, yabancı düşmanlığını ve şiddeti (sözlü ve fiziksel) tamamen kınıyor ve tüm öğrencilerin güvenliğinin garanti altına alınması gerektiğini savunuyoruz. Yahudi kimliğinin silah haline getirilmesini reddediyor ve anti-Siyonizm'i kararlılıkla destekliyoruz. Kampın, dinler arası dayanışma ve topluluk oluşturma yoluyla öğrenci güvenliğini beslediğini gözlemliyoruz. Columbia Profesörü Kimberlé Crenshaw'ın feminist kesişimsellik hakkındaki öğretileriyle uyumlu olarak, barış olmadan iklim adaletinin ve Filistin halkının kurtuluşu olmadan barışın olamayacağının farkındayız.
Mezun dostlarımızın, özellikle de Müslüman, Yahudi, Yerli, Hıristiyan, Latin, Güney Asyalı ve Siyah toplulukların, Barnard ve Columbia Kolejlerinin ve Columbia Gazetecilik, SIPA, MSPH, Öğretmenler Koleji, Sosyal Hizmetler, Genel Çalışmalar ve Hukuk Okulları mezunlarımızın mektuplarını yeniden onaylıyoruz. Küresel çapta kampüslerde ortaya çıkan kampları alkışlıyoruz, bu da Üniversitenin bireyleri baskı altında tutabilmesine rağmen bu hareketin susturulamayacağını gösteriyor. Columbia'nın emriyle tutuklanan 100'den fazla öğrenci, bize iklim adaleti ve kesişimsel özgürlük için her gün bedenlerini riske atan toprak savunucularını hatırlatıyor. Bize şunu hatırlatıyorlar: "100 gülü öldürebilirsiniz ama baharın gelişini engelleyemezsiniz." Filistin'i hayatımız boyunca özgürleştirmeye yönelik bu adanmışlık, öğrencilerin şu sloganlarında somutlaşıyor: "İfşa edin! Tasfiye edin! Daha fazla açığa alma, daha fazla tutuklama yok! Durmayacağız! Dinlenmeyeceğiz!"
Columbia'daki Baskılar İklim Adaleti Aktivistlerini Tehlikeye Atıyor
Columbia'nın baskıları, dünya çapında iklim aktivistlerine karşı telafisi mümkün olmayan artan baskı ve gözetimi yansıtıyor ve buna katkıda bulunuyor. Şiddet içermeyen çevre aktivistlerine şantaj ve ülke içi terör suçlamaları yöneltilirken, temel insan hakkı olan protesto gösterileri suç sayılıyor. Bu özellikle Siyahlar, Renkli İnsanlar ve Yerli halklar için ciddi bir durumdur. 2023'te eşcinsel eşcinsel arazi savunucusu Manuel "Tortuguita" Teran'ın öldürülmesi - ki bu ölüm ABD tarihinde polisin bir iklim aktivistini öldürmesine ilişkin kaydedilen ilk örnektir - ve Ulusal Muhafızların 1970'te Kent State'teki savaş karşıtı öğrencileri katletmesi, Columbia'nın eylemlerinin mantıksal sonucunu gösteriyor.
Columbia ve Kongre'den Ulusal Muhafızları öğrencilerin üzerine salma yönünde bildirilen tehditler karşısında dehşete düştük ve BIPOC halkına karşı yaygın polis vahşeti geçmişi göz önüne alındığında, Başkan Shafik'in NYPD'nin herhangi bir şekilde toplumun güvenliğine hizmet ettiği yönündeki iddiasını tamamen reddediyoruz. Kampüslerdeki acımasız polis baskısı haberlerinin artmasıyla, renkli öğrencilerin göz yaşartıcı gazla, elektroşoka maruz bırakıldığı , kauçuk mermilerle vurulduğu ve Emory Üniversitesi'nde bir profesörün polis tarafından saldırıya uğradığı raporlarının yanı sıra, Indiana Üniversitesi'ne muhtemelen bir keskin nişancı polisin gönderildiği ve Emerson Kolejinin parke taşlarını kanın lekelediği bilgisiyle size hatırlatırız ki bu baskıyı Columbia başlattı. İfade özgürlüğünü vaaz eden Columbia'nın bunun yerine aktivistlere yönelik şiddetli baskıyı ve muhaliflerin suç sayılmasını normalleştirmesinden tiksiniyoruz.
Columbia ve Başkan Shafik, Üniversite Senatosu'nun onayı olmadan öğrencilere karşı şiddet içeren polis gücüne izin vererek, Tüzüğün 444. Maddesini ihlal ederek ve öğrencinin Başlık VI medeni haklarını ihlal ederek demokratik yönetimi baltaladı. Columbia'nın, çok taraflı iklim müzakerelerini engelleyen aynı yükselen faşizmi körüklüyor olmasından fazlasıyla endişe duyuyoruz. Columbia, muhalefeti tek taraflı olarak ezerek demokrasiye yönelik otoriter saldırılarla aynı doğrultuda ilerlerken, yanan bir gezegenin alevlerine yakıt döküyor.
İklim Okulunun Görevi
Dünyanın ilk İklim Okulu'na ev sahipliği yapan Üniversite, bu mektubun gerçeklerini anlamış olmasına rağmen öğrettiği bilimlerin arkasında durmak için ahlaki olarak çok aciz olduğunu kanıtladı. 2023 Kasım ayında İklim Okulu öğrencileri ve mezunları tarafından çevresel adaletsizlikler konusunda ateşkes çağrısında bulunulmasına, okul yöneticileri insafsızca kayıtsız kalmıştır. Columbia, aktivistleri bastırarak ve savaşa yatırım yaparak İklim Okulu'nun misyonunu ihlal ederek bir iklim lideri gibi davranamaz.
Üniversite, "geniş fikir birliğine" ihtiyaç olduğunu ve "yatırımların siyasi amaçlar için kullanılmasından kaçınıldığını" öne sürerek apartheid tasfiyesine karşı çıkıyor. Ancak tüm yatırımlar doğası gereği politiktir. Dahası, antropojenik iklim değişikliği konusunda %99.9'luk bilimsel uzlaşma ortamında, BM İklim Değişikliği Paneli, "yüksek güvenilirlikle" sömürgecilik gibi, İsrail'in de içinde bulunduğu, iklim acil durumunu tetikleyen faktörleri belirledi. Ayrıca, BM Stockholm İnsan Çevre Bildirgesi, ekosistemleri korumanın dekolonizasyonu ve tüm ırk ayrımcılığının sona ermesini gerektirdiğini belirtmektedir. Uluslararası ve İsrail insan hakları örgütleri arasında İnsan Hakları İzleme Örgütü, Uluslararası Af Örgütü ve B'Tselem de dahil olmak üzere tümü, İsrail'i bir ırk ayrımcılığı devleti olarak ilan etmiştir. Bu nedenle, geniş bir bilimsel ve politik uzlaşma, iklim acil durumunu aşmak için ırk ayrımcılığından çekilme ihtiyacını desteklemektedir.
İklim Okulu topluluğunun sorumluluğu, özellikle Okulumuzun 2024 Mezuniyet Öğrenci Sözcüsü haksız bir şekilde tutuklanıp ve uzaklaştırılırken, Sosyal Sorumlu Yatırım Danışma Komitesi'nin (ACSRI) oy hakkına sahip öğretim üyelerinin tamamı ve Başkanının İklim Okulu bağlantısı olmasıdır.
Columbia, tasfiyenin, protestonun ve öğrenci disiplininin İklim Okulu'nun görev alanı dışında kaldığını iddia ediyor. Ancak bilim, çevresel adaletin savaş ve ırk ayrımcılığından çekilme gerektirdiğini ve sivil itaatsizliğin iklim acil durumunu aşmak için hayati olduğunu kanıtlıyor. İklim Okulu'nun misyonu bu nedenle öğrencilerin muhalif olma haklarını savunmayı ve ‘apartheid’in tasfiye davasını desteklemeyi zorunlu kılmaktadır.
Militarizm ve İklim Adaleti Ayrılmaz Şekilde Bağlantılıdır ve Temelde Uyumsuzdur
İklim krizi ve küresel askeri-endüstriyel kompleks derinden iç içe geçmiş durumdadır. Savaşın yıkımı, insanların yaralanması ve ölümüyle sınırlı kalmıyor, aynı zamanda büyük emisyonlar, su ve hava kirliliği ve nesiller boyunca hissedilen çevresel yıkım yoluyla ekosistemlere ve iklime de zarar veriyor. Columbia'nın kendi Küresel Enerji Politikası Merkezi Direktörü Jason Bordoff yakın zamanda İsrail'i tartışan bir panelde bu derin bağlantıyı kabul etti. Climate Defiance'lı mezun aktivistler, Üniversitenin savaş vurguncuları ve fosil yakıt şirketlerinin en büyük yatırımcılarından biri olan BlackRock'u platforma almasını protesto etmek için tartışmayı engellediler ve Columbia'nın bu tür firmalardan aldığı etik olmayan araştırma finansmanını vurguladılar. Bu mali ilişkiler, üniversitenin araştırmalarını yozlaştırıyor, akademik özgürlüğü baltalıyor ve aktivistlere yönelik baskılar ve savaş vurguncularıyla olan bağları gibi, Üniversiteyi de vicdansız zararlara suç ortağı haline getiriyor. Bu nedenle, tasfiye ve tam ayrışma açıkça gereklidir.
İsrail'in onlarca yıldır Filistin'e uyguladığı kuşatmanın iklim değişikliğiyle birleşen çevresel adaletsizliği arasında su kıtlığı, çevre katliamı, tarımsal hasar ve ambargo, bombalama ve insani yardım engelinden kaynaklanan altyapı çöküşü yer alıyor. Filistinliler arasında hastalık ve ölümün yanı sıra bu durum, atık su sistemi arızalarına neden oluyor, en az 2018'den bu yana Filistin suyunun %97'sini içilemez hale getiriyor ve kanalizasyonun kıyı ekosistemlerini zehirlemesine ve deniz yaban hayatına zarar vermesine neden oluyor. Filistin halkının devredilemez kendi kaderini tayin etme ve yönetişim haklarını destekliyoruz; bunlar arasında temiz havaya, temiz suya, toprağa çevresel açıdan adil erişim ve geri dönüş hakkı da var; bunların tümü uluslararası insan hakları hukuku tarafından destekleniyor.
Savaş ve istikrarlı bir iklim bağdaşmaz. ABD ordusu, 140 ülkeyi geride bırakarak en büyük kurumsal sera gazı yayıcısı konumunda ve İsrail'in 2023'te Gazze'ye uyguladığı kuşatmanın ilk iki ayı tek başına "iklim açısından en savunmasız 20 ülkenin" yıllık emisyonlarını geride bıraktı. İklim acil durumu açıkça askeri-endüstriyel kompleksin ortadan kaldırılmasını gerektiriyor. Bu nedenle, Üniversitenin yatırımlarını ahlaki açıdan kınanabilir ve bilimsel açıdan sakıncalı buluyoruz ve soykırım, apartheid ve savaştan kâr sağlayan fosil yakıt şirketleri de dahil olmak üzere bu tür firmaların tamamen tasfiye edilmesini talep ediyoruz; —bu yatırımların biyoçeşitlilik, kamu sağlığı, insan yaşamı, insan hakları ve istikrarlı bir iklimle uyumsuz olduğunu kabul ediyoruz.
Columbia'nın Tarihi Tasfiyeyi Gerektiriyor
İsrail'in Filistin'deki ekokırımı ve savaş suçları ABD'nin Vietnam'daki eylemlerini hatırlatıyor - bu, Columbia'nın Harlem'i ayrımcı bir şekilde yeniden yapılandırması ile birlikte, üniversitenin 1968 protestolarını başlatmıştı. Columbia'nın Harlem'i yeniden yapılandırmak Columbia'nın Harlem'i yeniden yapılandırmak için kullandığı emlak edinme hakkı, hem İsrail'de hem de ABD'de devam eden yerleşimci-sömürgeci şiddeti taklit ediyor; kampüsünün bulunduğu ABD'de, Lenni-Lenape ve Wappinger halklarının çalınmış toprakları üzerine kurulmuştur ve çalınmış bedenlerden elde edilen kârlarla inşa edilmiştir. Devasa bağışları ve New York City'deki en büyük özel arazi sahibi olarak Columbia'nın çekilme yapacak maddi imkanı kesinlikle vardır. Ancak, bu sonuçta maddi imkân meselesi değil, soykırımı reddetmek için açık bir ahlaki sorumluluk meselesidir.
Soykırımdan çekilme ve sivil itaatsizliğin temel hakkını savunma, iklim adaleti için önemli ahlaki yükümlülüklerdir. Bu nedenle, İklim Okulu ve Üniversite'nin öğrenci ve mezun taleplerini, bunlar arasında ancak bunlarla sınırlı olmamak üzere yerine getirmesini ısrarla talep ediyoruz:
Bağış ve araştırma finansmanı da dahil olmak üzere finansal olarak çekilmeli ve İsrail'in ‘apartheid’'ından, işgalinden ve Filistin'e yönelik soykırımından kâr elde eden veya suç ortağı olan kuruluşlardan tamamen uzaklaşılmalıdır
Columbia Üniversitesi Apartheid Divest'in Sosyal Sorumlu Yatırım Danışma Komitesi'ne sunduğu önerinin ve Gazze Dayanışma Kampı öğrencilerinin Üniversiteye yönelik taleplerinin yasalaşması
Columbia'nın tüm yatırımları, araştırma fonları ve mali bağları için tam şeffaflık sağlayın
Baskıyla karşı karşıya kalan tüm öğrenciler, öğretim üyeleri ve personel için yasal işlem ve disiplin affının sağlayın
Okuldan uzaklaştırılan öğrencileri, ‘Filistin'deki Adalet İçin Öğrenciler’ ve ‘Barış için Yahudilerin Sesi’ gruplarını, derslere katılım, barınma, sağlık hizmetleri ve kampüs içi gıda erişimi de dahil olmak üzere eski durumuna getirin
NYPD'nin kampüsten ve çevre bölgelerden derhal ve sürekli olarak çekilmesi ve aktivistlere yönelik gözetimin durdurulması da dahil olmak üzere Columbia'nın aktivistlere yönelik baskısına son verin
Tel Aviv Küresel Merkezi ve Tel Aviv Üniversitesi Çift Diploma Programının açılışını iptal ederek akademik olarak boykot yapın, çünkü bunlar şu anda dışlayıcıdır ve söylem ve eğitimin nihai olarak barışa giden bir köprü olduğunu teyit ederken askeri bir laboratuvar işlevi görmektedir
Akademik özgürlüğü, ifade özgürlüğünü, ortak yönetimi ve protesto hakkını destekleyin
İklim Okulu, tutuklanan ve uzaklaştırılan mevcut C+S Öğrenci Sözcüsü için af sağlamalı ve Mezuniyet/Ders Günü'nde konuşmalarına izin verilmesini sağlamalıdır
İklim Okulu, soykırımın sona ermesi için kamuoyuna çağrıda bulunmalı ve savaş karşıtı öğrenci aktivistlere destek beyan etmelidir
Bu talepler karşılanana kadar, İklim Okulu Mezunları olarak biz, okulda yeni personel veya öğretim üyesi pozisyonlarını, konuşma görevlerini veya danışmanlık rollerini kabul etmeyeceğiz, Üniversiteye bağışta bulunmayacağız, üniversiteye kurumsal olarak destek vermeyeceğiz, kültürel olarak katkıda bulunmayacağız veya üniversiteyi tanıtmayacağız.
Ayrıca, Amerikan Üniversite Profesörleri Birliği'nin Barnard ve Columbia Chapter'ın, ortak yönetişimi ve akademik özgürlüğü ihlal etmesi nedeniyle Columbia yönetimine duyulan güvenin kaybıyla ilgili açıklamasına da katılıyoruz. Kongre'nin Başkan Şhafik'i günah keçisi ilan etme girişimlerini reddederken, aynı zamanda Üniversite yönetimini akademik bağımsızlık pahasına devlet baskısına teslim olduğu için kınıyoruz. Benzer şekilde, Columbia'nın farklı ırklardan bireylere karşı şiddet tarihine sahip militarize polisi, özellikle de BIPOC kadınlar tarafından öncülük edilen barış karşıtı aktivistlere karşı ölümcül güç tehdidi taşıyan militarize polisi yetkilendirmesi, ahlaki olarak kınanabilir, ima edilen ırkçılık içeren ve tehlikeli bir şekilde sorumsuz bir görev ihmalidir. Dolayısıyla Başkan Şhafik'e ve Columbia yönetimine olan güvenimizi tamamen kaybetmiş durumdayız.
Son olarak, bu aktivizm sonuçta Columbia'ya odaklanmıyor; odak noktası özgür bir Filistin'in gerçekleştirilmesi ve her yerde ve her biçimde soykırıma ve etnik temizliğe son verilmesidir. Columbia, bu şiddetsiz, dinler arası barış karşıtı hareketi bastırmak için "öğrenci güvenliği"ni bahane ederken, "Gazze'de artık tek bir güvenli kampüs kalmadı" sözlerinde ve aslında Gazze'de hiç üniversite kalmadığına dair raporlarda netlik buluyoruz.
Üniversiteler olmadan iklim bilimi olamaz ve özgür Filistin olmadan iklim adaleti olamaz.
Dayanışma içinde,
Columbia Üniversitesi İklim Okulu Mezunları
* Columbia Üniversitesi İklim Okulu Mezunları'nın 'Columbia Climate School Alumni Stand with the Gaza Solidarity Encampment' adlı mektubu Nil Sarrafoğlu tarafından çevrilmiştir.
Princeton Üniversitesi Halkla İlişkiler bölümünde yüksek lisans öğrencisi olan Achinthya Sivalingam, bu sabah sabah 7'de uyandığından kısa bir süre sonra Gazze'deki soykırımı protesto etmekten ülke çapında tutuklanan, kampüsten tahliye edilen ve men edilen yüzlerce öğrenciye katılacağını bilmiyordu.
Ben onunla konuşurken üzerinde mavi bir sweatshirt var ve arada gözyaşlarına engel olmaya çalışıyor. Biz, artık giremediği üniversitenin yarım blok ötesindeki Witherspoon Caddesi'ndeki Small World Coffee dükkanında küçük bir masada oturuyoruz, artık yaşayamadığı daire ve birkaç hafta içinde mezun olması planlanan kampüsünden uzak.
Geceyi nerede geçireceğini merak ediyor.
Polis, dairesindeki eşyaları toplaması için ona beş dakika süre verdi.
“Gerçekten rastgele şeyler aldım” diyor. “Nedense yulaf ezmesini de almışım. Gerçekten kafam karışıktı."
Ülke genelinde öğrenci protestocular, birçokları uzaklaştırma ve atılma ile yüz yüze kalsalar da, ahlaki ve fiziksel cesaret sergiliyorlar - bu durum ülkedeki her büyük kurumları utandırıyor. Onlar, kampüs yaşamını bozmaları veya Yahudi öğrencilere saldırmaları nedeniyle değil - protesto edenlerin birçoğu Yahudidir - ancak iktidar elitlerinin ve kurumlarının suçların suçu soykırımın durdurulmasındaki alçakça başarısızlıklarını ortaya koydukları için tehlikelidir. Bu öğrenciler, çoğumuz gibi, İsrail'in Filistin halkını canlı yayında katletmesini izliyorlar. Ancak çoğumuzun aksine, harekete geçiyorlar. Onların sesleri ve protestoları, etraflarındaki ahlaki iflasa güçlü bir karşı duruştur..
Hiçbir üniversite rektörü İsrail'in Gazze'deki bütün üniversiteleri yok etmesini kınamadı. Hiçbir üniversite rektörü acil ve koşulsuz ateşkes çağrısında bulunmadı. Hiçbir üniversite rektörü “apartheid” ya da “soykırım” kelimelerini kullanmadı. Hiçbir üniversite rektörü İsrail'e yaptırım veya tasfiye çağrısında bulunmadı.
Bunun yerine bu akademik kurumların başkanları ise zengin bağışçılar, şirketler —silah üreticileri de dahil olmak üzere— fanatik sağcı politikacılar karşısında boyun eğen bir tavır sergiliyorlar. Tartışmayı Yahudilere zarar verme etrafında şekillendiriyorlar, Filistinlilerin günlük katliamını, binlerce çocuğun ölümünü göz ardı ediyorlar. Suçluları — Siyonist devlet ve destekçilerini — kendilerini mağdur olarak tanımlamalarına izin veriyorlar. Bu yanlış hikaye, antisemitizme odaklanarak, medya da dahil olmak üzere güç merkezlerinin gerçek mesele olan soykırımı göz ardı etmelerine olanak tanıyor. Tartışmayı kirletiyor. Bu, "reaktif kötüye kullanım"ın klasik bir örneğidir. Adaletsizliği kınamak için sesinizi yükseltirseniz, uzun süreli kötü muameleye tepki gösterirseniz, direnmeye çalışırsanız, suçlayan birdenbire mağdur rolüne bürünür.
Princeton Üniversitesi, ülke genelindeki diğer üniversiteler gibi soykırımın durdurulması çağrısında bulunan kampları durdurmaya kararlı. Görünüşe göre bu, ülke genelindeki üniversitelerin koordineli bir çabası.
Üniversite önerilen kamp yerini önceden biliyordu. Öğrenciler bu sabah beş toplama alanına ulaştıklarında, üniversitenin Kamu Güvenliği Departmanı ve Princeton Polis Departmanından çok sayıda kişi tarafından karşılandılar.Firestone Kütüphanesi önündeki önerilen kamp alanı polislerle doluydu. Bu, öğrencilerin planlarını üniversite e-postalarından uzak tutmasına ve güvenli olduğunu düşündükleri uygulamalarla sınırlı olmasına rağmen gerçekleşti. Bu sabah polisin arasında Princeton'daki Şabat Evi'ni kuran ve yöneten Haham Eitan Webb de vardı.
Öğrenci aktivistlere göre, soykırımın sona erdirilmesini talep edenleri antisemit olarak açıkça suçlamak için üniversite etkinliklerine katılmıştı.
Yaklaşık 100 protestocu konuşmacıları dinlerken, bir helikopter gürültülü bir şekilde tepemizde daireler çizdi. Ağaca asılan pankartta "Nehirden Denize Filistin Özgür Olacak" yazıyordu.
Öğrenciler, Princeton'ın "İsrail Devleti'nin devam eden askeri kampanyasından kar elde eden veya bu kampanyaya katılan şirketlerden" çekilene kadar, Savunma Bakanlığı tarafından finanse edilen "savaş silahları" üzerine üniversite araştırmalarını sonlandırıncaya kadar, İsrail kurumlarına akademik ve kültürel boykot uygulayıncaya kadar, Filistinli akademik ve kültürel kurumları destekleyip, derhal ve koşulsuz ateşkesi savunana kadar protestolarını sürdüreceklerini belirtti.
Ancak öğrenciler tekrar çadırlar kurmaya kalkışırlarsa — bu sabah iki kişinin gözaltına alınmasının ardından 14 çadır indirildi — görünüşe göre hepsinin tutuklanacağı kesin gibi görünüyor.
"Olanlar, beklediğimden çok daha öteye gitti," diyor klasiklerde okuyan doktora öğrencisi Aditi Rao. "Kamp kurulmaya başladıktan yedi dakika sonra insanları gözaltına almaya başladılar."
Princeton Kampüs Hayatından Sorumlu Başkan Yardımcısı Rochelle Calhoun Çarşamba günü toplu bir e-posta göndererek öğrencileri kamp kurmaları halinde tutuklanabilecekleri ve kampüsten atılabilecekleri konusunda uyardı.
"Bir kamp kurma, işgal etme veya diğer yasa dışı yıkıcı davranışlara karışan ve bir uyarıdan sonra durmayı reddeden herhangi bir kişi tutuklanacak ve kampüsten derhal men edilecektir" diye yazdı. "Öğrenciler açısından kampüsten bu şekilde dışlanma, yarıyılı tamamlama yeteneklerini tehlikeye atacaktır."
Bu öğrencilerin uzaklaştırılabileceğini veya okuldan atılabileceğini de sözlerine ekledi.
Sivalingam, profesörlerden protestoya destek istemek için bir tanesine denk geldi ve ona yalvardı. O da kendisinin ayrıcalıklı olduğunu ve katılamayacağını belirtti. Öğrettiği dersin adı "Ekolojik Marksizm".
“Tuhaf bir an oldu” diyor. “Geçen dönemi sosyal değişim gibi fikirler, evrim ve sivil değişim hakkında düşünerek geçirdim. Çılgın bir andı."
Ağlamaya başlıyor.
Sabah 7'yi birkaç dakika geçe polis, çadır kuran öğrencilere "Princeton Üniversitesi Uyarısı ve Mülk İhlali Bildirimi" başlıklı bir broşür dağıttı. Broşürde, öğrencilerin "Princeton Üniversitesi mülkü üzerinde Üniversite kurallarını ve yönetmeliklerini ihlal eden, başkalarının güvenliğine ve mülküne tehdit oluşturan ve Üniversitenin düzenli faaliyetlerini bozan davranışlarda bulundukları" belirtildi. Bu davranışlar arasında kamp kurma ve/veya bir Üniversite etkinliğini engelleme bulunmaktadır."
Broşür, "yasaklı davranışlarda bulunanların" New Jersey ceza hukuku uyarınca "İzinsiz Meydan Okuyan Mülk İhlalcisi (N.J.S.A. 2C:18-3) olarak kabul edileceğini ve derhal gözaltına alınacağını" belirtiyordu.
Birkaç saniye sonra Sivalingam bir polis memurunun "Şu ikisini alın" dediğini duydu.
Pakistan asıllı ekonomi alanında doktora öğrencisi Hassan Sayed, çadırlardan birini kurmak için Sivalingam ile birlikte çalışıyordu. Kelepçelendi. Sivalingam'ın elleri o kadar sıkı bağlanmıştı ki ellerine giden kan dolaşımı kesildi. Bileklerini çevreleyen koyu morluklar var.
Sayed, "Polislerden ilk olarak 'İzinsiz giriyorsunuz' veya 'Bu sizin ilk uyarınız' gibi bir uyarı geldi" diyor. "Biraz gürültülüydü. Fazlasını duymadım. Bir anda eller arkama doğru itildi. Bu olurken sağ kolum biraz gerildi ve ‘Bunu yaparsan tutuklanmaya direniyorsun’ dediler. Kelepçeleri taktılar.”
Tutuklayan polislerden biri ona öğrenci olup olmadığını sordu. Öyle olduğunu söylediğinde hemen ona kampüsten yasaklandığını bildirdiler.
"Duyabildiğim kadarıyla suçlamaların ne olduğundan bahsedilmedi bile" diyor. “Bir arabaya götürüldüm. Beni biraz okşadılar. Öğrenci kimliğimi istediler.”
Sayed, plastik kelepçeden dolayı acı çeken Sivalingam ile birlikte kampüs polis arabasının arkasına yerleştirildi. Polisten Sivalingam'daki plastik kelepçeyi gevşetmesini istedi; bu işlem, onu araçtan çıkarmak zorunda kaldıkları ve makas plastiği kesemediği için birkaç dakika sürdü. Tel kesici bulmaları gerekiyordu. Üniversite polis karakoluna götürüldüler.
Sayed'in telefonu, anahtarları, kıyafetleri, sırt çantası ve AirPod'ları alındı ve bir nezaret hücresine yerleştirildi. Kimse ona Miranda haklarını okumadı.
Kendisine yine kampüsten yasaklandığı söylendi.
"Bu bir tahliye mi?" kampüs polisine sordu.
Polis cevap vermedi.
Avukat çağırmak istedi. Polis hazır olduğunda avukat arayabileceğini söyledi.
"İzinsiz girişten bahsetmiş olabilirler ama net olarak hatırlamıyorum" diyor. "Kesinlikle dikkatimi çekmedi."
Ona zihinsel sağlığı ve ilaç kullanıp kullanmadığı hakkında formlar doldurması gerektiği söylendi. Daha sonra kendisine "izinsiz girme" suçundan suçlandığı bilgisi verildi.
“Ben öğrenciyim, bu nasıl mülk ihlali olabilir? Burada okuyorum" diyor. “Gerçekten iyi bir cevapları yok gibi görünüyor. Tekrar ediyorum, kampüste yaşadığım için kampüsten men edilmemin tahliye anlamına gelip gelmediğini soruyorum. Sadece ‘kampüse girme yasağı’ diyorlar. Bu tür bir yanıtın soruyu yanıtlamadığını söyledim. Her şeyin bir mektupta açıklanacağını söylüyorlar. Ben de, 'Mektubu kim yazıyor?' diyorum. 'Lisans bölüm dekanı' diyorlar.
Sayed kampüsteki evine götürüldü. Kampüs polisi anahtarlarını almasına izin vermedi. Telefon şarj cihazı gibi eşyaları alması için kendisine birkaç dakika verildi. Apartmanın kapısını kilitlediler. O da Small World Kafesine sığınmak istiyor.
Sivalingam yaz tatilleri için sık sık doğduğu güney Hindistan'daki Tamil Nadu'ya dönüyordu. Çevresindekilerin yoksulluğu ve günlük hayatta kalma mücadelesi, hayatta kalmak için, "ciddi bir ders oldu.” diyor.
"Benim hayatım ile onlarınki arasındaki eşitsizlik, bu şeylerin aynı dünyada var olması nasıl uzlaştırılabilir" diyor, sesi duygudan titriyordu. “"Her zaman çok tuhafıma giderdi.. Sanırım eşitsizliği ele almaya, Amerika Birleşik Devletleri dışındaki insanları insan olarak, yaşamları ve onuru hak eden insanlar olarak düşünebilmeye olan ilgimin büyük kısmı buradan geliyor.
Şimdi kampüsten sürgün edilmiş olmasıyla başa çıkmak zorunda.
Artık kampüsten sürülmeye alışması gerekiyor.
"Uyuyacak bir yer bulmalıyım," diyor, "aileme haber vermem gerekecek, ama bu biraz tartışma yaratacak, ve hapis desteği ve iletişimde bulunmanın yollarını bulmalıyım çünkü orada olamıyorum, ama hala harekete geçmeye devam edebilirim."
Amerikan tarihinde pek çok utanç verici dönem vardır. Yerli halklara karşı yürüttüğümüz soykırım. Kölelik. Yüzlerce işçinin ölümüne yol açan işçi hareketinin şiddetle bastırılması. Linç. Jim ve Jane Crow. Vietnam. Irak. Afganistan. Libya.
Finanse ettiğimiz ve desteklediğimiz Gazze'deki soykırım o kadar korkunç boyutlarda ki, bu suçlar panteonunda önemli bir yer edinecek.
Tarih çoğumuza nazik olmayacak. Ama bu öğrencileri kutsayacak ve onlara saygı duyacaktır.
Bu yazı Nil Sarrafoğlu tarafından Chris Hedges'in Revolt in Universities isimli makalesinden çevrilmiştir.
Amerika Birleşik Devletleri'nde Columbia Üniversitesi ve Barnard College öğrencileri ve çalışanları sert baskılara meydan okuyarak, Filistin ile dayanışma eylemlerini sürdürüyor. Bu eylemler, on yıllardır kampüslerde gerçekleştirilen en büyük hareketler oldu.
Protestocular, New York'un en seçkin üniversitesindeki 50 çadırlık işgal kamplarını, 108 kişiyi tutuklayan polislere rağmen sürdürdüler. Polis öğrencileri yedi saate kadar plastik kelepçelerle tuttu. Üniversite yetkilileri tutuklananlardan bazılarını öğrenci yurtlarından tahliye etti, kimliklerini iptal etti ve derslere girmelerini yasakladı.
Protestocu öğrenci Maryam Iqbal şunları söyledi: "Barnard tarafından uzaklaştırıldım ve evimden çıkarıldım. Bu durum Filistin'in özgürlüğüne bağlılığımı daha da güçlendirdi. İsrail'e yatırımların sona ermesi için mücadele etmeye devam edeceğime söz veriyorum.
"Filistin için uzaklaştırılmak bir onurdur. Filistin için tutuklanmak bir onurdur. Gazze'deki Filistinlilerin bize protestoya devam etmemizi söylediğini gördüğümde, başka hiçbir şeyin önemi kalmıyor." Bir öğrenci gazetesi olan Columbia Spectator, polislerin eyleminin 1960'lardaki Vietnam Savaşı protestolarından bu yana kampüsteki ilk toplu tutuklama olduğunu bildirdi.
Columbia Üniversitesi'ndeki direniş önemli bir odak noktası haline geldi ve diğer öğrencilere kendi eylemlerini gerçekleştirmeleri için ilham verdi. Columbia'dan sadece birkaç km ötedeki New School'da bir "Gazze Dayanışma Kampı" başladı. Geçen hafta Cuma günü Connecticut'taki Yale Üniversitesi'nde yüzlerce öğrenci bir protesto başlattı. Ohio ve Kuzey Carolina'da öğrenciler kendi işgal kamplarını kurdular.
Protestolar o günden bu yana yayılıyor. New York Üniversitesi (NYU) ve Yale'in yanı sıra Berkeley'deki California Üniversitesi, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) Boston, Michigan Üniversitesi, Emerson College ve Tufts'ta da kamplar kuruldu.
Ayrıca, USC Los Angeles, Harvard, Stanford, Brown, UT Dallas, UT Austin, Whitman College, New Mexico’da da bu hafta Gazze dayanışma kampı kurulan ABD üniversiteleri oldu.
NYU'lu protestocular da akranları gibi kurumlarının "silah üreticileri ve İsrail işgalinden çıkarı olan şirketlere ait finansman ve bağışları" ifşa etmesini ve soykırım yatırımlarını bırakmasını talep ediyor.
Öğrencilerden Alejandro Tanon AFP haber ajansına yaptığı açıklamada, ABD'nin "kritik bir anda" olduğunu belirterek, protestoları Vietnam Savaşı ve Güney Afrika'daki apartheid ile ilgili tarihi gösterilere benzetti.
Columbia'daki protestonun da diğerleri gibi üç talebi var. Bunlardan ilki, üniversitenin İsrail ırk ayrımcılığından kâr eden şirketlere yaptığı tüm yatırımlara son vermesi.
İkincisi Columbia'nın finansal yatırımları konusunda açıklık. Üçüncüsü ise "Filistin'e özgürlük hareketinde disipline verilen ya da işten atılan" tüm öğrenci ve işçiler için af.
Pazartesi sabahı erken saatlerde protestocular "soykırım yatırımlarından vazgeç" çağrılarıyla ilgili bir bildiri yayınladılar.
"Kendimizi bilerek tehlikeye attık çünkü Columbia'nın okul harçlarımızı ve hibe fonlarımızı ölümden kâr eden şirketlere aktarmasına daha fazla ortak olamayız. Her gün, öldürülen ebeveynlerinin cesetleri başında ağlayan çocukları, yiyecek yemeği olmayan aileleri ve anestezi olmadan ameliyat yapan doktorları izleyerek dehşete düştük. Üniversitemiz bu şiddetin suç ortağıdır ve bu yüzden protesto ediyoruz. Zorla uzaklaştırılana ya da Columbia taleplerimizi kabul edene kadar burada kalacağız."
Başkan Joe Biden'ın yetkilileri, protestoları temelsiz bir şekilde "açıkça antisemitik" olarak nitelendirerek kınadı. Oysa, kendisini güvensiz hissetmesine neden olan şeyin üniversite olduğunu söyleyen Iris Hsiang'ın da aralarında bulunduğu protestocuların birçoğu Yahudiydi.
Filistin ile dayanışan aktivistler, kısa bir süre önce ABD genelinde ana yolları kapatarak Chicago O'Hare Uluslararası ve Seattle-Tacoma Uluslararası havaalanlarına erişimi kısıtladılar. Ayrıca San Francisco Golden Gate Köprüsü ve New York Brooklyn Köprüsü'nü de ulaşıma kapattılar.
Almanya devleti, Berlin’de düzenlenen Filistin Kongresi’ni bastı, elektrikleri keserek katılımcıları zorla salondan çıkardı ve sokakta yapılması planlanan gösterileri yasakladı. Yunanistan’ın eski Maliye Bakanı Varoufakis’in elektronik ortam da dahil olmak üzere, Almanya’da herhangi bir siyasi faaliyette bulunması yasaklandı.
12 Nisan Cuma günü Berlin’de Filistin’e destek için Avrupa'da Demokrasi Hareketi 2025 (DiEM25) tarafından düzenlenen Filistin Kongresi, en başından beri Alman polisinin ağır baskısına maruz kaldı. Filistin asıllı İngiltere vatandaşı hekim Dr. Ghassan Abu Sittah’ın ülkeye girmesine izin verilmedi, havaalanında 3,5 saat boyunca sorgulandı ve hapisle tehdit edildi. Abu Sittah, Gazze’de yaşanan soykırıma dair görgü tanıklığını anlatacaktı.
Kongrenin yapılacağı binayı abluka altına alan polis, yüzlerce katılımcının beklemesine rağmen sadece 250 kişinin binaya girmesine izin verdi. Tek tek kimlik ve bilet kontrolü yaparak katılımcıları içeri alan polis, kongrenin en az 2 saat gecikmeli olarak başlamasına neden oldu. Ayrıca İsrail yanlısı medyanın provokasyon amacıyla getirilen “gazetecilerinin” tümünü, kongre düzenleyicileri tarafından akredite olmamalarına rağmen içeri aldı.
Kongrenin başlamasıyla birlikte “gazeteci” sıfatlı provokatörlerin bir kısmı kürsüyü işgal etti, Dr. Abu Ghassan online olarak konuşmaya başladığı anda polis önce canlı yayını, ardından da binanın elektriklerini kesti. Bunun üzerine katılımcılar sloganlarla polise tepki gösterdi. Yaklaşık bir saatin ardından polis, Filistin Kongresi’nin sonlandırıldığı anonsunu yaparak katılımcıları zorla dışarı çıkardı. Bu esnada, kongrenin organizatörlerden biri olan Yahudi aktivist Udi Raz gözaltına alındı. Raz ile birlikte gözaltına alınanların sayısı üçe yükseldi.
Cumartesi günü Berlin’de senato önünde toplanan Filistin yanlısı büyük bir kalabalık, sloganlarla parlamentoya doğru yürüyüşe geçti. Yahudi aktivistler tarafından “Yahudiler soykırıma karşı”, “Almanya, sen hiçbir şey öğrenemedin” dövizlerinin taşındığı coşkulu yürüyüşün önü bir süre sonra polis tarafından kesildi, en az 10 kişi gözaltına alınarak yürüyüş dağıtıldı.
Son yıllardaki jeopolitik gerilimlerin sonucu olarak, özellikle Suriye, Libya, Kafkaslar, Ortadoğu ve Pasifik bölgesindeki askeri çatışma riskleri önemli ölçüde artıyor. Bu durum karşısında söz konusu gerilimlerin tarafı olan ülkelerin silahlanma ve bölgesel savaş risklerine karşı askeri tedbir çabaları da hızla artıyor.
Avrupa’nın önde gelen 20 ülke liderinin katıldığı, 27 Şubat günü Paris’te gerçekleşen toplantının ardından, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un yaptığı açıklamalar, askeri çatışma risklerinin geldiği boyutu gözler önüne sermesi açısından dikkat çekici bir örnek teşkil ediyor. Macron’un, toplantıda ortak bir karar alınmamasına rağmen, yaptığı basın açıklamasında Ukrayna’nın Rusya’ya karşı kazanmasına destek olmak üzere Avrupa’nın birliklerini gönderme olasılığından bahsetmesi, bir anda NATO-Rusya savaşına yönelik spekülasyonlara ve tepkilere yol açtı.
Kremlin, Macron’un açıklamalarına hızla tepki vererek, “Avrupalı NATO üyelerinin savaşmak üzere Ukrayna’ya asker göndermesi durumunda, Rusya ile ABD liderliğindeki NATO ittifakı arasında bir çatışmanın kaçınılmaz olacağı” konusunda uyarıda bulunurken, ardından Putin, “Ulusa Sesleniş” konuşması sırasında, Batı’nın askeri müdahalesinin “nükleer bir tırmanışa yol açabileceği” uyarısında bulundu. Bu uyarıların ardından, ABD, Almanya, Polonya, Finlandiya ve İsveç, Macron’un açıklamalarıyla aralarına mesafe koyan açıklamalar yaptı.
Macron’un bu çıkışının, basit bir gaf veya dil sürçmesi olarak yorumlanması açık ki naiflik olur. Bu çıkışı daha ziyade, bölgesel çatışmaların nasıl hızla küresel boyuttaki bir savaşa evrilebileceğine dair bir uyarı olarak yorumlamak gerekiyor. Nitekim, Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, geçtiğimiz günlerde, “Avrupa’nın savunma sanayisini güçlendirmenin zamanı geldi,” şeklinde bir açıklama yaptı.
Bu doğrultuda silahlanma çabaları hızla artıyor. Geçtiğimiz günlerde Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından açıklanan Uluslararası Silah Transferi Eğilimleri raporuna göre, Avrupa’nın 2019-2023 yıllarını kapsayan dönemde büyük boyutlu silah ithalatı, 2014-2018 dönemine göre yüzde 94 oranında artış gösterdi. Aynı dönemde en çok silah ihraç eden ilk beş ülke arasında ABD başı çekerken, Fransa, Rusya, Çin ve Almanya’dan oluşan beş ülkenin küresel silah satışları içindeki payı toplam yüzde 75,4 oldu.
Aşağıda imzası bulunan bizler, 13 Şubat'ta önde gelen Rus sosyalist entelektüel ve savaş karşıtı aktivist Dr. Boris Kagarlitski'nin (65) beş yıl hapse mahkum edildiğini öğrendiğimizde derin bir şok yaşadık.
Dr. Kagarlitski geçen yıl Temmuz ayında 'terörizmi meşrulaştırmak' gibi saçma bir suçlamayla tutuklanmıştı. Bir yazar, kapitalizm ve emperyalizm eleştirmeni olarak dünya çapındaki ününü yansıtan küresel bir kampanyanın ardından, davası 12 Aralık'ta suçlu kararı ve 609.000 ruble (6550 ABD Doları) para cezası ile sonuçlandı.
Savcılık daha sonra para cezasına 'aşırı hoşgörülü olması nedeniyle haksız' olduğu gerekçesiyle itiraz etti. Dr. Kagarlitski'nin para cezasını ödeyemeyecek durumda olduğunu ve mahkemeyle işbirliği yapmadığını iddia etti. Aslında cezanın tamamını ödemiş ve mahkemenin talep ettiği her şeyi sağlamıştı.
13 Şubat'ta bir askeri temyiz mahkemesi Dr. Kagarlitski'yi beş yıl hapse mahkum etti ve serbest bırakıldıktan sonra iki yıl boyunca bir internet sitesi yönetmesini yasakladı.
İlk mahkeme kararının bozulması, Dr. Kagarlitski'ye saygı duyan ve serbest bırakılması için yürütülen küresel kampanyada yer alan dünyanın dört bir yanındaki binlerce aktivist, akademisyen ve sanatçıya yönelik kasıtlı bir hakarettir. Rus yasalarının Dr. Kagarlitski'ye karşı kullanılan bölümü ifade özgürlüğünü etkin bir şekilde yasaklamaktadır. Para cezasının hapis cezasıyla değiştirilmesi kararı ise tamamen uydurma bir bahaneyle verilmiştir. Kuşkusuz mahkemenin bu kararı, Rusya Federasyonu'nda hükümetin Ukrayna'da yürüttüğü ve ülkeyi bir hapishaneye çeviren savaşa yönelik eleştirileri susturmaya yönelik bir girişimdir.
Dr. Kagarlitski'nin düzmece davası, Rusya'daki sol hareketlere yönelik acımasız baskı dalgasının sonuncusudur. Emperyalizmi, Batılı ya da başka türlü, sürekli eleştiren örgütler şimdi doğrudan saldırı altında ve birçoğu yasaklanmış durumda. Onlarca aktivist, sırf Rus hükümetinin politikalarına karşı çıktıkları ve seslerini yükseltme cesaretini gösterdikleri için uzun hapis cezalarına çarptırılmış durumda. Birçoğu işkence görüyor ve Rus ceza kolonilerinde temel tıbbi bakımdan mahrum bırakılarak hayati tehlike arz eden koşullara maruz bırakılıyor. Sol görüşlü politikacılar cezai suçlamalarla karşı karşıya kalarak Rusya'dan kaçmak zorunda kalmaktadır. IndustriALL ve Uluslararası Taşımacılık Federasyonu gibi uluslararası sendikalar yasaklanmıştır; onlarla herhangi bir temas uzun hapis cezaları ile sonuçlanacaktır.
Rus soluna yönelik bu baskının açık bir nedeni var. Savaşın ağır bilançosu, emekçi kitleler arasında giderek artan bir hoşnutsuzluğa yol açıyor. Yoksullar bu katliamın bedelini hayatları ve refahlarıyla ödüyor. Savaş karşıtlığı en yoksullar arasında sürekli olarak en yüksek seviyede. Sol, emperyalist savaş ile insanların çektiği acılar arasındaki bağlantıyı ortaya koyacak mesaja ve kararlılığa sahiptir.
Dr. Kagarlitski mahkemenin çirkin kararını sükunet ve vakarla karşıladı: 'Sadece biraz daha yaşamamız ve ülkemiz için bu karanlık dönemi atlatmamız gerekiyor' dedi. Rusya radikal bir değişim ve çalkantı dönemine yaklaşmaktadır. Dr. Kagarlitski ve diğer aktivistlerin özgürlüğü, bu değişimlerin ilerici bir seyir izleyebilmesi için bir koşuldur.
Boris Kagarlitski ve diğer tüm savaş karşıtı mahkumların derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılmasını talep ediyoruz.
Ayrıca Rusya Federasyonu yetkililerini muhalefete yönelik artan baskılarını tersine çevirmeye ve vatandaşlarının ifade özgürlüğüne ve protesto hakkına saygı göstermeye çağırıyoruz.