Filistin'de soykırım 9. ayında

Kıbrıs'taki protestoda Yemen'e karşı kullanılan İngiliz üssü kınandı

Kıbrıs'taki Akrotiri üssü, aynı zamanda İsrail'e silah ve bomba tedarik etmek için kullanılıyor. Güney Kıbrıs'ta mücadele sosyalistlerden Demetrios Hadjidemetriou yazdı. 15 Aralık günü binden fazla kişi Kıbrıs'taki Akrotiri İngiliz RAF üssü önünde gösteri yaptı. Bu üs birkaç gün önce Yemen'e yapılan İngilitere saldırılarında kullanılmıştı. Gençlerden ve şu anda Kıbrıs'ta yaşayan çok sayıda Filistinliden oluşan bir topluluk vardı. Akrotiri'deki üs, İsrail'e Gazze'deki Filistinlileri öldürmek ve yok etmek için kullanılan silahları bombaları tedarik etmek için kullanılıyor. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Christodoulides, İngiliz yetkililerin Yemen bombardımanı için kendisini bilgilendirmediğini ya da kendisinden izin istemediğini söyledi. Ancak bu uçuşları kınamayı reddetti. Kıbrıs Barış Konseyi'nin çağrısıyla yapılan protesto, Akrotiri üssü önünde düzenlenen ilk gösteri oldu. Daha önceki gösteriler şehir merkezlerinde düzenlenmişti. Atılan sloganlarda İngiliz üslerinin Kıbrıs'tan tamamen kaldırılması, Gazze'de ateşkes sağlanması ve soykırıma son verilmesi talep edildi. Yürüyüşçüler İngiliz, ABD ve Kıbrıs hükümetlerini Filistin halkına karşı işlenen vahşetin ortağı olmakla suçladı. Konuşmacılar arasında, İsrail'in Gazze'nin güneyinde neredeyse tüm ailesini nasıl öldürdüğünü anlatan ve şu anda Kıbrıs'ta yaşayan Filistinli genç Şadi de vardı. Güvenli bir yer bulma umuduyla Gazze'nin kuzeyinden taşınmışlar ve toplam 72 kişinin yaşadığı bir evde ellerinden geldiğince yaşamaya çalışmışlar. Shadi, 19 Aralık'ta kardeşinden gelen bir telefonla İsrail'in evlerini bombaladığını ve anne babası da dahil olmak üzere neredeyse herkesin öldüğünü öğrendi. Sadece iki kardeşi hayatta kalmış. Miting için üssün dışında barışçıl bir şekilde dururken, üssün içinden bir insansız hava aracı bizi gözetliyordu - şüphesiz filme alıyor ve fotoğraf çekiyorlardı.

Apartheid hayaleti İsrail’e musallat olmak ve Filistinlilere umut vermek üzere geri döndü

Eski bir apartheid karşıtı aktivist olan Güney Afrikalı gazeteci Tony Karon, Güney Afrika’nın Filistin’e verdiği desteği yazdı.  Bir hayalet uzun zamandır İsrail’in üzerinde dolanıyor: Güney Afrika’nın hayaleti. Özel olarak İsrailli liderler dünyanın Filistinlilerin ezilmesini bir apartheid sistemi olarak tanımasının, Güney Afrika’daki beyaz azınlığı yönetimi sistemine son vermeye yardımcı olan uluslararası izolasyonun İsraile’e dönük olarak da dayatılabileceğini düşünmesinden korkarlardı. Ancak, çok az İsrailli lider bu uyarının Lahey’de soykırım iddiasıyla açılan bir Güney Afrika hukuk davası biçiminde ortaya çıkacağını düşünürdü. BM Genel Kurulu’ndaki son oylama, uluslararası toplumun büyük çoğunluğunun İsrail’in Gazze’deki acımasızlığı karşısında dehşete kapıldığını ancak harekete geçmekten aciz olduğunu gösterdi. Sanki, İsrail ABD’nin konuşulmayan ama genel kabul gören ayrıcalığı tarafından korunuyor. Elbette, Güney Afrika’nın eylemini daha da dikkate değer hâle getiren İsrail’i soykırımla suçladığınızda, onun koruyucusu ve diplomatik destekçisi ABD’yi de bütün suçlara ortak olma suçuyla bilfiil suçladığınız gerçeği.  Peki, Güney Afrika bu cesur adımı niye attı?  Merhum başkan Nelson Mandela, 1997’de “Bizim özgürlüğümüz Filistinlilerin özgürlüğü olmadan tamamlanmamıştır” dediğinde halkı adına bir ahlaki sorumluluk üstlenmişti. Afrika Ulusal Kongresi (ANC), Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) apartheid’ın aşağılama ve baskısından özgürleşme çabalarında aktif destek veren yakın bir müttefik olarak görüyordu. Güney Afrika, 1990’ların başında kendi mücadelesi ve uluslararası destek aracılığıyla özgürleşince, Mandela artık Filistinlilerin ve kendi kaderlerini tayin etmek için savaşan diğer güçlerin haklarının güvence altına alınmasının zamanı geldiğine inanmaya başladı.  Bu ilişki, 1960’larda ANC bağlantısızlar hareketinin ve kendini hâlâ bağımsızlık için savaşan kurtuluş hareketlerine yardım etmeye adayan daha radikal Tricontinental konferansının bir parçasıyken başladı.  ANC, gelişmekte olan ülkelerdeki, bazıları şu anda iktidarda olan, diğerleriyse hâlâ kurtuluş mücadelesi veren devrimci hareketlerden oluşan bir ağ içinde faaliyet gösteriyordu. Müttefikleri yeni özgürleşmiş Angola ve Mozambik’ten Küba’ya, Cezayir’e, Etiyopya’ya, Vietnam’a ve ötesine kadar uzanıyordu. Ancak Filistinliler, bu isyan gökkubbesinin vatansız aydınları, Güney Afrika’da özgürlük mücadelesi verenlerin kalplerinde hep özel bir yere sahip olmuştur. Bunun sebebi her iki mücadelenin de, birbirleriyle yakın ittifak içindeki şiddetli, yerleşimci-sömürgeci rejimlerle karşı karşıya gelmesiydi.  Güney Afrika solunda yer alan genç bir siyonistken bile -bu kimliğin yanılsamaları saçmalıklarının ağırlıkları altında çökmeden ve yolum ANC’ye katılmakta bulmadan önce- apartheid karşıtı eğilimlerim İsrail’in apartheid rejiminin en yakın müttefiki olması konusunda beni özellikle rahatsız ediyordu. İsrail 1976'da, İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler'in askeri-istihbarat servisi Abwehr ile bağlantılı paramiliter bir sabotaj örgütünde çalıştığı için hapse atılmış açık bir Nazi olan Güney Afrika başbakanı John Vorster'i ağırladığında çoğumuz dehşete düşmüştük.  Daha sonra, İsrail’in BM silah ambargosunu ihlal eden Güney Afrika ile silah anlaşmaları yaptığı, hatta nükleer silah geliştirme konusunda işbirliği yaptığı ortaya çıkınca dehşetimiz daha da büyüdü.  İki yıl sonra bir tanıdığım bana Güney Afrika’daki askerlik görevi sırasında nasıl önemli bir görev elde ettiğini anlattığında endişem daha da derinleşti. Yahudi okulunda aldığı eğitim sayesinde İbranice ve Güney Afrika dilini akıcı bir şekilde konuşması Güney Afrika Savunma Kuvvetleri’nde sessizce görevlendirilen İsrailli yetkililere tercümanlık yaptığı bir göreve getirilmesini sağlamıştı.  1978 gibi erken bir tarihte, Güney Afrika’dan Habonim kibutzuna göç eden ateşli Siyonistler, Batı Şeria ve Gazze’nin kalıcı işgalinin, İsrail’in vatandaşlık hakkını reddettiği milyonlarca Filistinliyi yönettiği bir apartheid rejimi anlamına geldiğini anlatmıştı.  O hâlde, apartheid'a karşı paralel mücadeleler ile Aimé Césaire'in vaat ettiği gibi hem sömürgecinin hem de sömürgeleştirilenin insanlığını yeni bir aidiyet topluluğu içinde kurtaracak bir sömürgesizleştirme umudu arasındaki bağlantıyı görmek zor değildi. ANC, apartheid yerine, içinde yaşayan herkese güvenlik, haysiyet, özgürlük ve eşitlik sağlayan yeni bir devleti geçirmek için savaşıyordu. Biz de İsrail apartheid’ının yerine nehirden denize her yerde yaşayanlar için bunları garanti altına alacak yeni bir sistem geçirme mücadelesini destekledik.  Ancak içinde yetiştiğimiz bağlantısızların üçüncü dünya politikası, 1989'dan itibaren Berlin Duvarı'nın yıkılması ve neoliberal ABD tek kutupluluğunun başlamasıyla büyük ölçüde söndü. Bu dönem, ABD'nin uluslararası toplumun İsrail-Filistin meselesinin tartışmasız sahibi olduğunu iddia ettiği ve İsrail'in uluslararası hukuka uymasını sağlamaya yönelik her türlü girişimi, hayali bir "iki devletli çözüm" için "yararsız" olarak niteleyip savuşturduğu bir dönemdi. Böylece otuz yıldır devam eden apartheid işgalinin ve İsrail'in mevcut savaş suçları çılgınlığının temelini oluşturan fütursuz cezasızlığın kökenleri ortaya çıktı. İsrail, sistematik suçluluğu için ABD'nin koşulsuz desteğine güvenebilir. Ve "teröre karşı savaşında" ve Irak işgalinde uluslararası hukuku alenen çiğneyen akıl hocası ABD'nin izinden gitmekte kendini rahat hissedebilir. Belki de Güney Afrika'nın bu noktadaki dayanışması, ABD'nin itirazlarına rağmen, Washington'un tek kutuplu hegemonyasını uygulama kabiliyetindeki gerilemeyi de yansıtmaktadır. Uluslararası Adalet Divanı'nda İsrail'e karşı açılan soykırım davası, dünyanın geri kalanına değerlere dayalı bir dayanışmanın yeniden bir seçenek olabileceğine dair bir çağrıdır ve farklı bir dünya düzeninin mümkün olduğunu göstermektedir. Tony Karon (The Guardian)

Lahey'de 2. gün: İsrail Gazze'deki katliamı yüzsüzce savundu

Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) soykırım suçlamasıyla yargılanan İsrail, davacı Güney Afrika'yı suçladı. Gazze'de yaşayanların topyekun katliama maruz bırakılmasını "kendini savunma hakkı" olarak sundu. Hollanda'nın Lahey kentindeki mahkemenin ikinci günü İsrail devletinin savunmasıyla geçti.  Mahkeme salonunun önünde Filistin halkını destekleyenler yine seslerini yükseltti. Aralarında siyonizme karşı Yahudiler de vardı. Hep birlikte Güney Afrika'ya destek verdiler ve Gazze'ye saldırıların durdurulması talebini dile getirdiler. Aynı anda İsrail ordusu saldırılarına devam etti: Filistin Kızılay'ı, İsrail'in Deir el-Balah'ın el-Maşa'la bölgesine düzenlediği hava saldırısında 9 Filistinlinin öldüğünü, 13 kişinin de yaralandığını bildirdi. Save the Children örgütü, en az 10 bin çocuğun, yani Gazze'deki toplam çocuk nüfusunun yüzde 1'inin öldürüldüğünü söyledi. Siyonizme karşı Yahudiler Gazze'deki katliamı mahkeme önünde protesto etti. Soykırımcıların argümanları İsrail'i temsil eden avukatlar savunmalarını şöyle yaptı: ► 'Güney Afrika taraflıdır. Hamas ile ile ilişkileri vardır.' Burada Batı devletlerinin Hamas'ı terör listesine aldıklarına dayanarak kendi eylemlerini meşrulaştırmak istediler. Oysa G. Afrika'nın İsrail ile de ilişkileri vardı ve duruşmanın ilk gününde İsrail'in davaya katılmasını teşekkürle karşılamışlardı. Hamas ise 2006'da gerçekleşen seçimlerde Gazze'de çoğunluğun oylarını almıştı. İsrail'in ablukası ve saldırıları nedeniyle tekrar seçim olmadı. ► İsrail savunması, Filistin direniş güçlerinin Gazze ablukasından çıkıp İsrail yurttaşlarını öldürmesine odaklandı. 7 Ekim 2023'te düzenlenen Hamas saldırısında ölü sayısı 1.139 kişiydi. Bunun üzerine Gazze'ye yapılan ağır bombardımanlarda 23 bin 700'den fazla kişi sivil öldürüldü. İsrail avukatları, bir halkın topluca cezalandırılması suçlamasına yanıt vermedi. ► Siyonist işgalcilerin tarihsel argümanı olan, korsan devlet İsrail'in kendini savunma hakkı savunmanın merkezine konuldu. Elbette yalanlarla. İsrail avukatları, sivilleri koruduklarını ve hastaneleri vurmadıklarını iddia etti. ► İşgalcilerin yoğunlaştığı nokta UAD'ın ara kararında Gazze'ye yapılan askeri saldırıların durdurulmasının çıkmasını engellemekti. Mahkemenin alabileceği geçici tedbirlerden korktuklarını ve tanımayacaklarını üstü örtülü bir şekilde dile getirdiler. ► Hamas'ın elindeki rehinelerin fotoğraflarını gösterdiler. Rehinelerin aileleri kitlesel eylemlerle aşırı sağcı Netanyahu hükümetini suçluyor ve Gazze'ye yapılan askeri harekatın durdurulmasını istiyor. Duruşmayı takip eden birçok kişi İsrail'in yarattığı vahşeti soğukkanlılıkla savunmasına hayret edip, tepki gösterdi. Mahkeme ara kararını bir kaç gün içinde açıklayacak. Gerçekleşmekte olan bir soykırımı durdurmak, insanlığın geleceği için acil bir görevdir. Filistin'e Özgürlük Platformu'na katılalım. Küresel dayanışmayı ve mücadeleyi  büyütelim. Soykırım bir daha asla!

ABD ve İngiltere Yemen'i vurdu; emperyalist ittifak saldırıları artırmak istiyor

ABD ve İngiltere, Yemen'de birçok noktayı vurdu. Saldırının hedefindeki Husi savaşçıları, Gazze'ye desteğe ve İsrail'e giden gemileri hedef almaya devam edeceklerini duyurdu. Başkent Sana ve birçok bölge gece yarısı iki emperyalist devletin orduları tarafından bombalandı. Hedef alınan 76 nokta arasında havaalanları, askeri üsler var. Saldırı havadan ve denizden yapıldı. Batı destekli ve Suudi liderliğindeki koalisyona karşı yaklaşık on yıl süren savaşın ardından Yemen'in çoğunu kontrol eden Husi hareketi, İsrail'e karşı savaşında Hamas'ın güçlü bir destekçisi. Ayrıca İran ile siyasi ittifak halinde. Husiler, Kızıldeniz'de Batı'ya ait birçok gemiyi hedef almış, bazı gemileri ele geçirmişti. Uluslararası tedarik zincirini alt üst eden bu eylemler karşısında ABD liderliğinde emperyalist savaş ittifakı kuruldu. Kızıldeniz, dünya nakliyesinin yaklaşık yüzde 15'ini oluşturan Avrupa ile Asya arasındaki önemli bir güzergahta bulunuyor. ABD, İngiltere, Avustralya, Bahreyn, Kanada, Danimarka, Almanya, Hollanda, Yeni Zelanda ve Güney Kore'den yapılan ortak açıklamada, "amacın Kızıldeniz'de gerilimi azaltmak ve istikrarı yeniden sağlamak" olduğu belirtildi. Yemen'e 2016'dan bu yana gerçekleştirilen bu ilk saldırı gerilimi azaltmak bir yana Gazze merkezli savaşın daha geniş bir alana yayılmasına neden olabilir. Husi askeri sözcüleri, saldırılarda 5 ölüm ve 6 yaralanma olduğunu duyurdu. Sivil kayıp ise bildirilmedi.  Saldırı sonrası petrol fiyatları tırmanışa geçti. Brent petrolün varil fiyatı 80 dolara dayandı. Emperyalist ittifaktan yapılan açıklamalara bakıldığında Yemen'e saldırıların artarak devam edeceği anlaşılıyor. 2015 yılından bu yana süren Yemen'deki savaşta 400 bin yakın insanın hayatını kaybetmişti. İç savaş rakip emperyalist devletler ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçlerin katılımıyla küresel bir çatışma alanına dönüşmüştü.

Tarihi bir günün notları: 'Soykırımı durdurun'

Güney Afrika'nın İsrail'e karşı açtığı soykırım davası Lahey'de başladı. Dışarıda Filistin halkıyla dayanışanlar, içeride işgal ve savaş suçlarının hesabını soranlar vardı. Hollanda'nın Lahey kentinde bulunan Uluslararası Adalet Divanı'nda tarihi duruşmalar başladı. İsrail'in Gazze'deki eylemlerinin aleni bir soykırım olduğunu 84 sayfalık sağlam ve delillendirilmiş bir şekilde dile getiren ve davayı açan, apartheid rejimini mücadeleyle yıkan Güney Afrika oldu. Filistinliler duruşmadan önceki akşam, soykırım davasına destek için işgal altındaki Batı Şeria'daki Ramallah kentindeki Nelson Mandela Meydanı'nda toplandı. Gazze'deki birçok insanın kulağı ve kalbi Lahey'deydi. Fakat İsrail, gün boyunca saldırılarına devam etti. Lahey'de mahkemenin bulunduğu Barış Sarayı önünde toplanan birçok ülkeden işgal karşıtı eylemciler Gazze'deki katliamı protesto etti. Davanın sürdüğü salonda dışarıdan gelen slogan sesleri duyuldu: "Durdurun, soykırımı durdurun", "Hepimiz Filistinliyiz", "İsrail'i boykot edin..." El Cezire muhabirlerinin duruşmanın ilk gününde yaşananlara dair notları şöyle: ► Kayıt memuru Güney Afrika'nın İsrail'e karşı açtığı davanın içeriğini okudu: "Başlıca madde, İsrail'in Gazze'deki askeri operasyonlarını derhal durdurması gerektiğidir. İsrail saldırılarında 7 Ekim'den bu yana 23 binden fazla Filistinlinin öldürüldüğünü ve yaklaşık 60.000 Filistinlinin yaralandığını hatırlatalım." ► Güney Afrika'nın Hollanda büyükelçisi söz aldı. Vusimuzi Madonsela konuşmasına şöyle başladı: “Güney Afrika, 1948'den bu yana İsrail'in sömürgeleştirme yoluyla Filistin halkının devam eden Nakba'sını tanıdı.” “Güney Afrika, İsrail Devleti'nin soykırım eylemleri ve kararlarının 1948'den bu yana Filistin halkına karşı gerçekleştirilen yasadışı eylemler dizisinin bir parçasını oluşturduğunu kabul ediyor." "Başvuru, İsrail'in soykırım eylemlerini ve buna verilen izinleri, 75 yıllık apartheid, 56 yıllık işgal ve Gazze Şeridi'ne uyguladığı 16 yıllık kuşatma bağlamında daha geniş bir çerçeveye oturtuyor.” ►Güney Afrika Adalet Bakanı Ronald Lamola davanın açılış konuşmasını yaptı: “Filistin halkına elimizi uzatırken, bunu insanlığın bir parçası olduğumuzun bilinciyle yapıyoruz. Bunlar kurucu başkanımız Nelson Mandela'nın sözleriydi; Güney Afrika, 1998'de Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme'ye bu ruhla katıldı." “Sözleşmenin taraflarından biri olarak bu mahkemeye bu ruhla yaklaşıyoruz. Bu herkese, Filistin halkına ve İsraillilere verilmiş bir taahhüttür.” “Filistin ve İsrail'deki şiddet ile yıkım 7 Ekim 2023'te başlamadı. Filistinliler, 76 yıldır, bu yana her gün sistematik baskı ve şiddete maruz kalıyor." "İsrail, Gazze Şeridi'nde 2004'ten bu yana hava sahası, karasuları, kara geçişleri, su, elektrik ve sivil altyapının yanı sıra kilit hükümet işlevleri üzerinde kontrol uygulamaya devam ediyor." “Bir devletin topraklarına yapılan hiçbir silahlı saldırı, ne kadar ciddi olursa olsun, vahşet suçlarını içeren bir saldırı bile, ister hukuk ister ahlak meselesi olsun, sözleşme ihlallerine gerekçe veya savunma sağlayamaz." “İsrail'in 7 Ekim saldırısına verdiği yanıt bu çizgiyi aştı ve sözleşmenin ihlal edilmesine yol açtı.” “Bu tür kanıtlarla karşı karşıya kalan ve Sözleşme'nin 1. maddesinde yer alan soykırımı önlemek için elimizden geleni yapma görevimiz karşısında Güney Afrika hükümeti bu davayı başlattı." ► Güney Afrika'nın davasını temsil eden avukatlardan Adila Hassim söz aldı: "Bu, Soykırım Sözleşmesi'nin önsözünde ifade edildiği gibi, ortak insanlığımızın özünü vurgulayan bir davadır." “Güney Afrika, İsrail'in soykırım tanımına giren eylemlerde bulunarak sözleşmenin 2. maddesini ihlal ettiğini ileri sürüyor. Eylemler, soykırım sonucunun çıkarılabileceği sistematik davranış kalıplarını gösteriyor.” Hassim, "çoğunlukla kimliği belirlenemeyen" cesetlerin gömüldüğü toplu mezarların fotoğraflarını gösterirken, "ilk soykırım eyleminin Gazze'deki Filistinlilerin toplu öldürülmesi olduğunu" söyleyerek devam etti: “İsrail haftada 6 bin bomba atıyordu. Güvenli olduğunu söylediği güney Gazze'ye en az 200 kez 907 kglik bomba attı." "Hiç kimse bağışlanmadı. Yeni doğmuş bebekler bile. Birleşmiş Milletler (BM) yöneticileri burayı çocuklar için bir mezarlık olarak tanımladı.” Salona gösterilen Gazze haritasına dikkat çeken Haşim şu noktaları sıraladı: Gazze, İsrail'in 1967'den bu yana işgal ettiği Filistin topraklarını oluşturan iki bölgeden biri. Yaklaşık 365 kilometrekarelik dar bir şerittir. İsrail, hava sahası, karasuları, kara geçişleri, su, elektrik ve elektromanyetik alan ile Gazze'deki bazı altyapıların yanı sıra temel hükümet işlevleri üzerinde kontrol uygulamaya devam ediyor. İsrail'in yalnızca iki geçiş noktasını işletmesi nedeniyle Gazze'ye hava ve deniz yoluyla giriş-çıkış yasaktır. Dünyanın en yoğun nüfuslu yerlerinden biri olan Gazze'de neredeyse yarısı çocuk olmak üzere yaklaşık 2,3 milyon Filistinli yaşıyor. İsrail'in Gazze'deki Filistinlilere ciddi bedensel ve zihinsel zarar vermesi Soykırım Sözleşmesi'nin 2B Maddesini ihlal etmektedir. İsrail'in saldırıları, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 60 bine yakın Filistinlinin yaralanmasına ve sakat kalmasına neden oldu. Bütün bunlar sağlık sisteminin neredeyse çöktüğü koşullarda oldu. Aralarında çocukların da bulunduğu çok sayıda Filistinli sivil tutuklanıyor, gözleri bağlanıyor, zorla soyundurulup kamyonlara yükleniyor ve bilinmeyen yerlere götürülüyor. Filistin halkının maddi ve manevi acısı inkar edilemez. ► Uluslararası Adalet Divanı Başkanı Joan Donoghue, Güney Afrika'nın İsrail'e karşı açtığı tarihi soykırım davasıyla ilgili duruşmaları başlattı. ► Güney Afrika'yı temsil eden ikinci avukat Tembeka Ngcukaitobi söz aldı: Güney Afrika, İsrail'in Gazze'deki Filistinlilere yönelik soykırım söylemine dikkat çeken tek ülke değil. 15 BM özel raportörü ve 21 BM çalışma grubu üyesi, Gazze'de yaşananların, yapım aşamasındaki bir soykırımı yansıttığı konusunda uyarıda bulundu. Gazze'deki Filistinlilere yönelik soykırım niyeti, İsrail'in askeri saldırısının yürütülme şeklinden açıkça görülüyor. 7 Ekim'den bu yana Gazze'deki Filistin nüfusunun yüzde biri sistematik olarak yok edildi ve her dört kişiden biri de yaralandı. İsrail'in siyasi liderleri, komutanları ve resmi makamlarda bulunan kişiler, sistematik ve açık bir şekilde soykırım niyetlerini beyan etti. Bu açıklamalar Gazze'de Filistinlileri ve Gazze'nin fiziki altyapısını yok etmeye çalışan askerler tarafından tekrarlanıyor. Ngcukaitobi  sosyal medyada paylaşılan ve askerlerin "Gazze silinsin" sloganı atıp şarkı söylediği bir videoyu izletti. Ve şöyle devam etti: İsrail Knesset'inde soykırım söylemi yaygındır. Knesset üyeleri defalarca Gazze'nin yok edilmesi, dümdüz edilmesi, silinmesi ve ezilmesi yönünde çağrıda bulundu. Gazze'de hiç masum olmadığını defalarca ileri sürerek, olaylara karışmayan Gazzeliler için üzülen herkese üzüldüklerini söylediler. İsrailli milletvekilleri acımasızca havadan bombalama çağrısında bulunurken, bazıları nükleer silah kullanımını savundu. Gazeteciler ve yorumcular kadınların, hamile kadınların ve bebeklerin de düşman olduğunu, Gazze Şeridi'nin mezbahaya dönüştürülmesi gerektiğini ifade etti. İsrail'in bu tür soykırım kışkırtmalarını kasıtlı olarak kınamaması, önlememesi ve cezalandırmaması, başlı başına Soykırım Sözleşmesi'nin ağır bir ihlali anlamına gelmektedir. Askerler bu dilin ve eylemlerinin kabul edilebilir olduğuna inanıyor. Çünkü Gazze'de Filistinlilerin yaşamının yok edilmesi açıkça ifade edilmiş bir devlet politikasıdır. Üst düzey siyasi ve askeri yetkililer, 1948'de Filistinlilere karşı düzenlenen Deir Yasin katliamında gazi olan 95 yaşındaki İsrail Ordusu yedek askeri Ezra Yahin'i, Gazze'deki kara işgali öncesinde askerlerle konuşması konusunda kınamadan teşvik etti. Konuşmasında, İsrail ordusunun kıyafetlerini giymiş bir halde, İsrail ordusuna ait bir araçla dolaşırken aynı duyguyu tekrarladı: 'Muzaffer olun, işlerini bitirin ve kimseyi geride bırakmayın. Bunların hafızasını silin. Onları, ailelerini, annelerini, çocuklarını silin. Bu hayvanlar artık yaşayamaz. Arap komşunuz varsa hiç beklemeyin, evine gidin ve onu vurun. Eskisi gibi değil arık işgal etmek istiyoruz. Önümüze girip yok etmek istiyoruz. Evleri yok edin, ardından tüm gücümüzle tamamen yok olacak şekilde onları yok edin. Girin ve yok edin'.” ► Profesör John Dugard söz aldı. Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki yükümlülüklerin, "bir bütün olarak uluslararası topluma karşı yükümlülükler” olduğunu hatırlatarak "bu sözleşmeye taraf devletler yalnızca soykırım eylemlerinden vazgeçmekle değil, aynı zamanda bunları önlemekle de yükümlüdür" dedi. ► Duruşma kısa bir aradan sonra devam etti. Söz Güney Afrika'yı temsil eden avukat Profesör Max du Plessis'e verildi. Gazze'deki Filistinliler, Filistin ulusal, ırksal ve etnik grubunun çok önemli bir parçası olarak, var olma hakkına sahiptir. Şu anda Gazze'de olup bitenler, iki taraf arasındaki basit bir çatışma olarak konulduğunda doğru bir şekilde gösterilmiyor. Bu yaklaşım, Filistin halkını yarım yüzyıldan fazla bir süredir baskıcı ve uzun süreli kendi kaderini tayin etme haklarının ihlaline maruz bırakan işgalci güç İsrail tarafından gerçekleştirilen yıkıcı eylemlere yol açıyor. Bu ihlaller, İsrail'in yıllardır kendisini hukukun ötesinde ve üstünde gördüğü bir dünyada meydana geliyor. Du Plessis, deçici tedbirlere ilişkin şunları söyledi: "Güney Afrika'nın Soykırım Sözleşmesi kapsamında öne sürdüğü haklar ve bunların korunması, sözleşmenin amacına uygundur. Ayrıca, Güney Afrika'nın, soykırımı gerçekleştiren veya soykırımı doğrudan kamuya açık bir şekilde kışkırtan kişilerin eylemlerini etkili bir şekilde engellemek için yetkisi dahilindeki tüm makul önlemleri almak da dahil olmak üzere soykırımı önleme yükümlülüğünün olduğu da makul bir prensiptir." "O halde açık konuşayım: Güney Afrika'nın yükümlülüğü, Gazze'deki Filistinlileri koruma ihtiyacından ve onların soykırım eylemlerine maruz kalmama yönündeki mutlak haklarından kaynaklanıyor." ► Güney Afrika'yı temsil eden diğer bir avukat Blinne Ni Ghralaigh, UAD'ye “Gazze'deki Filistinlileri İsrail'in soykırım sözleşmesini ihlal etmesinden kaynaklanan onarılamaz önyargılardan korumak için geçici önlemlere acil ihtiyaç olduğunu” söyledi. Dünya Gıda Programı'na göre şu anda Gazze'de her beş kişiden dördü kıtlık ya da felaket türünde bir açlıkla karşı karşıya. Uzmanlar, açlık ve hastalık risklerinden kaynaklanan ölümlerin, bombalamalardan kaynaklanan ölümlerden çok daha fazla olabileceği konusunda uyarıyor. Her gün ortalama 247 Filistinli öldürülüyor. Bunlar arasında her gün 48 anne, her saatte iki anne ve her gün 117'den fazla çocuk bulunuyor. Hiçbir azalma emaresi göstermeyen mevcut saldırı hızla devam ederse, her gün en az üç sağlık görevlisi, iki öğretmen, birden fazla BM çalışanı ve birden fazla gazeteci öldürülecek. Her gün ortalama 629 kişi yaralanacak. Her gün en az 10 Filistinli çocuğun bir veya her iki bacağı kesilecek, çoğuna anestezi yapılmadan."  ► Güney Afrika neden Hamas'a karşı mahkeme kararı istemiyor? Avukat Vaughan Lowe bu soruyu ele aldı: Bu dava, İsrail'in, BM Güvenlik Konseyi'nin üç hafta önce İsrail tarafından “1967'de işgal edilen toprakların ayrılmaz bir parçası” olduğunu vurguladığı Gazze'deki eylemleriyle ilgilidir. Mahkemenin de anlayacağı gibi Hamas bir devlet değildir ve Soykırım Sözleşmesi'ne taraf olamaz, bu yargılamalara da taraf olamaz. Geçmişte diğer aktörlere karşı işlenen zulümlerle ilgili olarak atılacak adımlara ilişkin sorunları ele alabilecek başka organlar ve süreçler de var. Sözleşme uyarınca hukuk gereği Güney Afrika bu mahkemeden Hamas aleyhine bir emir talep edemez. ► Güney Afrika temsilcisi Vusimuzi Madonsela mahkemeye, Güney Afrika'nın “soykırımı önlemek ve bunu Güney Afrika ve sözleşme kapsamındaki diğer tüm devletlere düşen uluslararası yükümlülüğün yerine getirilmesi amacıyla” UAD'ye geldiğini söyledi. “İsrail uluslararası yükümlülüklerini gözümüzün önünde göz ardı ederken, açık ve spesifik geçici önlemler belirtilmemesinin ve müdahale için adım atılmamasının sonuçlarının, korkarız ki, gerçekten çok vahim olacaktır: Gazze'de daha fazla soykırım eylemi riskiyle karşı karşıya olan Filistinliler için Sözleşmenin bütünlüğü, Güney Afrika'nın hakları ve Sözleşme kapsamındaki hakların etkili bir şekilde hayata geçirilmesini sağlayacak donanıma sahip olan ve yetkilerini kullanması gereken bu mahkemenin itibarı için."

Revolutionäre Linke - Çiftçilerin eylemleri haklıdır: Sorun borç frenidir!

Almanya'da çiftçiler hükümetin yakıt desteği kesinti, vergi artışı gibi planlarına karşı otoyol ve şehir merkezlerinde eylemlere başladı. Revolutionäre Linke grubu devam etmekte olan çiftçi eylemlerine dair bir ilk açıklama yayınladı. Açıklamanın Türkçe çevirisini paylaşıyoruz. Çiftçilerin protestolarının nedeni borç freni ve bunun sonucunda oluşan çıkan bütçe açığıdır. Mevcut durumda borç freni, krizin maliyetlerini işçilerin ve yoksulların üzerine yüklemenenin bir aracıdır, çiftçiler de bundan etkilenmektedir.  Corona-krizi sırasında büyük şirketleri desteklemek için 400 milyar Euro'luk borç almak sorunsuzca mümkün olmuştu. Bu para neden hayati önemdeki diğer alanlar için kalmıyor? Zenginler ve büyük şirketler için daima yeterli para var, ancak ısınma maliyetleri, işçiler için enflasyon dengelemesi ve çiftçiler için tarımsal yakıtı destekleyecek para yok mu? Bu inanılmaz bir argümandır. Eğer istenseydi, hem işçiler hem de çiftçiler için para olurdu. Para temini için pek çok mümkün yol var. Enflasyon ve fiyat artışları döneminde halkın temel ihtiyaçları ve kamu destekleri için yeni borçlar elbette gerekli olacaktır. Ayrıca yıllardır askıya alınan servet vergisi yeniden devreye sokulabilir ya da ordunun savaş araçlarına ayrılan 100 milyar Euro'luk özel bütçe azaltılabilir. CDU'nun muhafazakarlarının ve Afd'nin sağ radikallerinin protestoları sahiplenme girişimleri gülünçtür ve böyle adlandırılmalıdır. Hem CDU hem de Afd sorunun kaynağı olan borç frenini destekliyor ve gerçek bir iyileştirmeyi sağlayacak hiçbir politik öneriye sahip değildir. Hatta Afd, programında çiftçilere yönelik tüm kamu desteklerinin kaldırılması talebinde bile bulunuyor. CDU ve Afd gibi, hükümet ortağı partiler de, 100 milyar Euro'luk parayı işçileri ve çiftçileri rahatlatmak için değil, yeni cinayet araçlarına harcamayı tercih ettiler. Sahte sol, liberal bir hükümetin, muhafazakar ya da sağcı bir hükümetin yerine getirilmesinin bir faydası yok. İhtiyaç duyulan şey aşağıdan yükselen protestolar için açık bir sol programdır. Tarıma yönelik kamu desteklerinin, yenileri konulmadan kaldırılması, öncelikli olarak işçileri etkileyen, gıda maddeleri fiyatlarında artışlara neden olmaktadır. Gerçekten çevre dostu bir tarım için bir şeyler yapmak isteyen herkes, tarımsal dizel fiyatlarının artırılmasını savunmamalı, aksine bunun yerine tam olarak bunu teşvik eden ek kamu mali finansmanını savunmalıdır. Hükümet ortakları her halükarda bu önlemle çevrenin korunmasına katkıda bulunmuyor, bizzat çevreye zarar veriyor. Maliyet fiyatlarının patlamasına karşı mücadele, hükümet ortaklarına ve sağcıların eylemleri sahiplenme girişimlerine karşı mücadele anlamına gelmektedir. Gerçekten bir değişim oluşturmak için, yaklaşan GDL/tren makinistleri grevi gibi işçi grevleri ile çiftçilerin bu yoksullaştırma hükümetine karşı protestolarıyla bir araya getirilmesi gerekiyor!

Batı, soykırım mahkemesinde İsrail'in yanında sanık sandalyesine oturacak

Deneyimli gazeteci Jonathan Cook yazdı. Uluslararası Adalet Divanı bu hafta Güney Afrika'nın İsrail'in Gazze'de soykırım yaptığına dair açtığı davayı görüşmeye hazırlanırken, İsrail Batılı devletleri kendi yanında yer almaya çağırıyor. Güney Afrika mahkemeden, daha fazla can kaybını önlemek için İsrail'in küçük yerleşim bölgesine yönelik askeri saldırısını durdurmasını emreden acil tedbir kararı çıkarmasını talep ediyor. İsrail'in şu ana kadar çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 23 bin Filistinliyi öldürdüğü biliniyor ve binlercesinin de enkaz altında kaldığına inanılıyor. On binlerce kişi de ağır yaralı. Nüfusun büyük çoğunluğu üç aydır devam eden bombalama kampanyası nedeniyle evlerini kaybetti. İsrail ordusu, Filistinli sivillere kaçmalarını emrettiği sözde "güvenli bölgeleri" yoğun bir şekilde ve defalarca hedef aldı. Gazze'nin altyapısının neredeyse tamamını yok etti ve yardımların çoğunun bölgeye ulaşmasını engelliyor. Kıtlık ve hastalıkların ölü sayısını hızla arttırması muhtemel. Güney Afrika'nın 84 sayfalık özeti, İsrail'in bombalama kampanyası ve kuşatmasının, soykırımı "ulusal, etnik, ırksal veya dini bir grubu tamamen veya kısmen yok etmek amacıyla işlenen fiiller" olarak tanımlayan 1948 Soykırım Sözleşmesi'ni ihlal ettiğini savunuyor. İsrail Batılı başkentlerden destek bekliyor. Çünkü İsrail aleyhine çıkacak bir karardan en az İsrail kadar onlar da korkuyor. Özellikle ABD ve İngiltere, Gazze halkına karşı kullanılan silahları göndererek, kendilerini de potansiyel olarak suç ortağı haline getirerek, ölüm çılgınlığını kararlı bir şekilde destekledi. İsrail Dışişleri Bakanlığı'ndan Axios internet sitesine sızdırılan bir telgrafa göre İsrail, eylemlerini savunmak için yasal bir dava açmanın zorlukları göz önüne alındığında, bunun yerine mahkemenin yargıçları üzerindeki diplomatik ve siyasi baskının günü kurtaracağını umuyor. Biden yönetimi geçen hafta Güney Afrika'nın ayrıntılı hukuki özetini "liyakatsiz, ters tepen ve hiçbir gerçek temeli olmayan" şeklinde reddederek buna öncülük etti. Batılı izleyicilere Gazze'yle ilgili ciddi bir haber sunulsaydı bu açıkça gülünç olurdu. Ancak İsrail bir yandan Gazze'ye erişimi büyük ölçüde kısıtlarken bir yandan da haber yapmalarını engellemek için Filistinli gazetecileri görülmemiş bir hızla öldürüyor. Buna ek olarak, batılı medya İsrail'in zahmetli sansür rejimine isteyerek -ve gizlice- boyun eğiyor. Soykırıma teşvik Sızdırılan telgrafa göre İsrail'in mahkemedeki "stratejik hedefi" yargıçları soykırım yaptığına dair bir karar vermekten caydırmak. Ancak daha da önemlisi Lahey mahkemesinin saldırıyı geçici olarak durdurma kararı almasını engelleme ihtiyacı. Axios'un haberine göre İsrailli yetkililer, Gazze'ye yönelik sürekli saldırılarının, "yok etme niyetiyle birlikte nüfusun hayatta kalmasına izin vermeyen koşullar yaratmayı" gerektiren soykırım eşiğine ulaşmadığını savunacak. İsrail yargıçları, Gazze'ye insani yardımı arttırmaya ve sivillere verilen zararı en aza indirmeye çalıştığına ikna etmeye çalışacak.  İsrail'in bu iddiası Güney Afrika'nın topladığı kanıtlarla çelişiyor.  Dava özeti, Başbakan Benjamin Netanyahu, kabinedeki üst düzey isimler, Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, birçoğu görevdeki ve eski İsrailli askeri komutanın açıklamaları da dahil olmak üzere İsrailli liderlerin açık soykırım niyetini gösteren dokuz sayfalık beyanlarını içeriyor. Savaş Konseyi Bakanı Benny Gantz'ın danışmanı Giora Eiland, İsrail'in hedefini "Gazze'de yaşamın sürdürülemez hale geldiği koşullar" yaratmak olarak tanımladı. İsrailli bir askeri sözcü en başından beri amacın Gazze'ye "azami zarar" vermek olduğunu belirtti. Herzog tüm sivil nüfusun meşru bir askeri hedef olduğunu öne sürerken, Netanyahu Filistinlilerden İncil'de geçen bir düşman olan "Amalek" olarak bahsediyor. Eski Ahit'te Tanrı İsraillilere Amaleklileri yok etmelerini, "erkekleri, kadınları, çocukları ve bebekleri öldürmelerini" emretmektedir. Soykırım Sözleşmesi'nin hükümlerinden biri de soykırıma teşvikin mutlak bir şekilde yasaklanmasıdır. İsrail'in en üst düzey siyasetçileri ve askeri komutanları tartışmasız bir şekilde sözleşmenin bu bölümünü ihlal etti. Geçtiğimiz hafta bir grup İsrailli akademisyen, avukat, insan hakları aktivisti ve gazetecinin İsrail başsavcısına gönderdiği mektup bu noktanın altını çizdi. Mektupta soykırım kışkırtıcılığının "İsrail'de gündelik bir mesele" haline geldiği uyarısında bulunuldu. Mektupta şu ifadeler yer alıyordu: "Yok etme, silme, yıkım ve benzeri çağrılarda bulunan normalleştirilmiş söylem, [Gazze'deki] askerlerin davranış biçimlerini etkileyebilir." Eldivenleri çıkarmak Ancak tek sorun soykırımın habercisi olan insanlıktan çıkarma değil. İsrail'in "Hamas'ın kökünü kazımak için savaş" olarak adlandırdığı süreç, kendi soykırım tanımına tamamen uymaktadır. "Nüfusun hayatta kalmasına izin vermeyen koşullar", İsrail'in Hamas'ın 7 Ekim'de Gazze'den çıkmasının hemen ardından başlattığı saldırıdan çok önce yaratılmıştı. Bunu takip eden katliamda yaklaşık 1,140 İsrailli ve diğer ülke vatandaşları öldürüldü. Bölgede yaşananlarla ilgili ileri geri konuşmalarda çoğunlukla unutulan şey bu bağlamdır: Birleşmiş Milletler yetkilileri yaklaşık on yıl önce İsrail'in 17 yıldır sürdürdüğü Gazze kuşatmasının bölgeyi "yaşanmaz" hale getirmek üzere tasarlandığı uyarısında bulunmuştu. Başka bir deyişle, İsrail tam olarak "nüfusun hayatta kalmasına izin vermeyen koşullar yaratıyordu." İsrail, şu anki uzun süreli saldırısından önce bile, enklavın 2,3 milyonluk nüfusunun suya erişimine ciddi kısıtlamalar getirmişti. Bunun doğrudan bir sonucu olarak, Gazze'nin altındaki aşırı gerilmiş yeraltı su kaynakları deniz suyunun içeri girmesine izin veriyor ve bu da bölgenin içme suyunu insan tüketimi için uygunsuz hale getiriyordu. Gıda da benzer şekilde yetersizdi. 2012'de İsrailli insan hakları grupları, ordunun 2008 yılından itibaren Gazze'ye giren gıdayı sıkı bir şekilde kontrol ettiğini gösteren gizli belgeyi kamuoyuna açıklamayı başardı. Sonuç olarak nüfusun üçte ikisi gıda güvencesinden yoksundu ve her 10 çocuktan biri yetersiz beslenme nedeniyle bodur kalıyordu. Amaç uzun vadeli gıda yoksulluğu yaratarak halkı açlık diyetine sokmaktı. İsrail'in son 15 yılda Gazze'ye yönelik tekrarlanan saldırıları - İsrail'in "çimleri biçmek" olarak adlandırdığı - evlerin çoğunu ve altyapının çoğunu tahrip etti. Giderek daha fazla aşırı kalabalık ve sağlıksız koşullar yarattı. İsrail'in Gazze'nin tek elektrik santralini defalarca bombalaması ve ek enerji tedarikini engellemesi, elektriği günde birkaç saatle sınırladı. İsrail kuşatması ilaç ve tıbbi malzemelerin bölgeye girişini engelleyerek ciddi sağlık sorunlarının tedavisini zorlaştırdı ya da imkansız hale getirdi. Ve İsrail'in Gazze'ye giren ve çıkan mallara getirdiği kısıtlamalar göz önüne alındığında, nüfusun neredeyse yarısının işsiz olduğu ekonomi zaten harap durumdaydı. Uzun zaman önce, 2016'da, İsrail askeri istihbarat başkanı Herzi Halevi, İsrail'in Gazze'de tasarladığı felaketin yüzüne patlayabileceği konusunda uyarıda bulundu - gerçekten de 7 Ekim'de olduğu gibi. İsrail'in üç aylık saldırısı, uzun süredir yerleşik olan tüm soykırım politikalarını basitçe hızlandırdı ve yoğunlaştırdı. Hamas'ın atağı, İsrail'e eldivenlerini çıkarma ruhsatı verdi. Gazze 'yaşanmaz' hale geldi Bu nedenle BM'nin insani işlerden sorumlu başkanı Martin Griffiths, geçen hafta Gazze'nin gerçekten de "yaşanamaz" bir noktaya geldiğini ilan etti. Griffiths sözlerine şunları da ekledi: "İnsanlar şimdiye kadar kaydedilen en yüksek gıda güvensizliği seviyesiyle karşı karşıya. Kıtlık kapıda." Nüfusun büyük çoğunluğunun evsiz olması ve çoğu hastanenin artık çalışmaması nedeniyle bulaşıcı hastalıklar yayılıyor.  İsrail'in "tam kuşatma" politikası yardımın içeri giremeyeceği anlamına geliyordu. Griffiths'e göre İsrail yolları tahrip etmiş, iletişim sistemlerini bloke etmiş, BM kamyonlarına ateş açmış ve yardım görevlilerini öldürmüştü.  Hafta sonunda Mısır sınır kapısına yaptıkları ziyaretten dönen iki ABD'li senatör, İsrail'in makul olmayan koşullar dayatarak yardımların Gazze halkına ulaşmasını engelleyen sonu gelmez gecikmelere yol açtığını gözlemledi. Başka bir deyişle, İsrail şu anda başarılı bir şekilde "nüfusun hayatta kalmasına izin vermeyen koşullar yaratmıştır." İkinci Dünya Savaşı ve Nazi Holokostu'nun hemen ardından hazırlanan 1948 Soykırım Sözleşmesi'nin amacı sadece soykırımları gerçekleştirenleri cezalandırmak değildi. Sözleşme, bir soykırımın erken aşamalarında tespit edilmesine yardımcı olmak ve Uluslararası Adalet Divanı'nın kararları aracılığıyla durdurulabileceği bir mekanizma oluşturmak üzere tasarlanmıştır. Başka bir deyişle, Güney Afrika'nın davasının amacı, çok sayıda gözlemcinin hayal ettiği gibi, İsrail Gazze'deki Filistinlileri yok ettikten sonra ne olacağı konusunda hakemlik yapmak değildir. Çok geç olmadan İsrail'in Gazze halkını yok etmesini engellemektir. İsrail'in destekçileri garip bir mantıkla soykırım suçlamasının yersiz olduğunu, çünkü asıl amacın Gazze'deki Filistinlileri yok etmek değil, onları kaçmaya teşvik etmek olduğunu ima ediyor.  İsrailli liderler de bu varsayımı destekliyor. Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, 7 Aralık'ta verdiği bir mülakatta Gazze'deki nüfus için - bombalandıktan, evsiz bırakıldıktan, aç bırakıldıktan ve hastalıklara karşı savunmasız bırakıldıktan sonra - "yüz binlercesi şimdi gidecek" dedi. İkiyüzlü bir şekilde bunu "gönüllü" bir kitlesel göç olarak nitelendirdi. Ancak böyle bir sonuç -ki bu insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur- tamamen Mısır'ın Filistinlilerin ölüm tarlalarından kaçmasına izin vermek için sınırlarını açmasına bağlıdır. Eğer Kahire İsrail'in şiddetli şantajına boyun eğmeyi reddederse, Gazze nüfusunu yok eden İsrail'in bombaları, yol açtığı kıtlık ve saldığı ölümcül hastalıklar olacaktır. Uluslararası Adalet Divanı, İsrail'in bombardıman kampanyası ve kuşatmasının imhaya mı yoksa "sadece" etnik temizliğe mi yol açtığını düşünerek bekle ve gör yaklaşımını benimsememelidir. Bu, uluslararası insancıl hukukun tüm geçerliliğini ortadan kaldıracaktır. Kumdaki çizgi İsrail ve Batılı müttefikleri mahkemeye boyun eğdirmeyi başaramaz ve Güney Afrika'nın davası kabul edilirse, yasal zorluklarla karşılaşan sadece İsrail olmayacaktır.  Mahkemeden çıkacak bir soykırım kararı diğer devletlere de yükümlülükler getirecektir: Hem silah ve diplomatik koruma sağlamak gibi yollarla İsrail'in soykırımına yardım etmeyi reddetmek hem de buna uymaması halinde İsrail'e yaptırım uygulamak. İsrail'in saldırısını durduran bir ara karar, kumda bir çizgi görevi görecektir. Bu karar alındıktan sonra, tedbir kararına uymayan her devlet soykırıma ortak olma riskiyle karşı karşıya kalacaktır.  Bu da Batı'yı ciddi bir hukuki çıkmaza sokacaktır. Ne de olsa Batı, Gazze'deki soykırımı görmezden gelmekle kalmıyor, aktif olarak destekliyor ve bu soykırıma ortak oluyor.  İngiltere'de Başbakan Rishi Sunak ve muhalefet lideri Keir Starmer gibi liderler ateşkese kararlı bir şekilde karşı çıkmış ve İsrail'in soykırım politikasının temel direklerinden biri olan, halkı açlık ve ölümcül salgın hastalıklarla karşı karşıya bırakan Gazze'ye yönelik "tam kuşatma "nın arkasında durmuşlardır. İngiliz ve ABD hükümetleri silah akışının durdurulmasına yönelik tüm çağrıları reddetti. Biden yönetimi, sivil bölgeleri yerle bir eden ayrım gözetmeyen "aptal" bombalar da dahil olmak üzere İsrail'e silah tedarikini hızlandırmak için Kongre'yi bile atladı. İsrail'in İngiltere Büyükelçisi Tzipi Hotovely, İngiliz medyasında düzenli olarak soykırıma varan açıklamalarıyla yer alıyor. Daha geçen hafta bir röportajcı Hotovely'nin Gazze'nin tamamının - tüm okulların, camilerin ve evlerin - yok edilmesi çağrısında bulunuyor gibi göründüğünü belirttiğinde Hotovely şöyle cevap verdi: "Başka bir çözümünüz var mı?" İngiliz ve ABD medyası soykırımı açıkça kışkırtan İsrailli yetkililere yer veriyor. Kararın ardından tüm bunların derhal durdurulması gerekecektir. Batılı ülkelerdeki polisin soykırımı teşvik eden ya da teşvik için platform sağlayanları soruşturması ve mahkemelerin kovuşturması beklenecektir.  Devletlerin İsrail'e silah vermemeleri ve İsrail'e ekonomik yaptırımlar uygulamaları beklenecektir - aynı zamanda soykırıma ortak olan tüm devletlere de.  İsrailli yetkililer, batı ülkelerine seyahat ettikleri için tutuklanma riskiyle karşı karşıya kalacaklardır.  Çifte standart Elbette pratikte bunların hiçbirinin gerçekleşmesi mümkün değil. İsrail, Batı için - gücünün petrol zengini Orta Doğu'daki izdüşümü olarak - feda edilemeyecek kadar önemli.  BM Güvenlik Konseyi aracılığıyla bir soykırım kararının uygulanmasına yönelik her türlü çaba Biden yönetimi tarafından engellenecektir. Bu arada İngiltere, Kanada, Almanya, Danimarka, Fransa ve Hollanda ile birlikte kendi çifte standartları konusunda ne kadar utanmaz olduklarını çoktan gösterdi.  Haftalar önce Uluslararası Adalet Divanı'na Myanmar'ın Rohingya etnik grubuna karşı soykırım yaptığına dair resmi argümanlarını sundular. Temel argümanları Rohingyaların "geçimlik bir diyete, sistematik olarak evlerinden sürülmeye ve temel sağlık hizmetlerinin asgari gerekliliğin altında verilmesine" maruz bırakıldıklarıydı. Ancak bu Batılı devletlerin hiçbiri Güney Afrika'nın aynı mahkemeye yaptığı soykırım başvurusunu desteklemiyor - İsrail tarafından tasarlanan Gazze'deki koşullar daha da kötü olmasına rağmen. Gerçek şu ki, mahkemenin vereceği soykırım kararı Batı'nın başına bir bela açacak ve uluslararası hukuk hükümlerinin kendisi için de geçerli olduğunu kabul etmeye hazırlayacaktır. İsrail on yılı aşkın bir süredir Gazze'de uluslararası hukuku ortadan kaldırma çabalarının ön saflarında yer alıyor. Şimdi de soykırım suçunu işlediğini, sanki dünyanın bunu durdurmasına meydan okurcasına gösterişli bir şekilde sergiliyor.  Tersine, Nazi Holokost'unun tekrarlanmasını önlemek için uygulamaya konulan uluslararası güvenceleri tersine çeviriyor.  Batı İsrail'e mi yoksa mahkemeye mi meydan okuyacak? Batı'nın Irak ve Afganistan'da işlediği savaş suçlarının üzerine gidilmemesi nedeniyle zaten sarsılmış olan uluslararası hukukun temelini oluşturan savaş sonrası konsensüs, tamamen çökmenin eşiğinde. Ve hiç kimse bu sonuçtan İsrail devletinden daha mutlu olmayacaktır.

Gazze'de üç aydır süren İsrail teröründen çıkarılan beş ders

1. İsrail'in Filistin'e karşı savaşı sadece Hamas'la ilgili değil Gazze'nin üç aydır acımasızca bombalanmasından ve yıkımından sonra bir şey çok açık. İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısı sadece Filistinli direniş grubu Hamas'ı yenilgiye uğratmak değil, cinayet ve yerinden etme yoluyla etnik temizlik yapmaktır. İsrail devleti şu ana kadar en az yüzde 70'i kadın ve çocuk olmak üzere 23 binden fazla Filistinliyi öldürdü. Filistin medyası, 65 bin evin yıkıldığını ve 290 bin evin hasar gördüğünü bildiriyor. Uydulardan alınan görüntüleri inceleyen uzmanlar, Gazze'nin kuzeyindeki yapıların yaklaşık üçte ikisinin yıkıldığını tahmin ediyor. İsrail temel tıbbi malzemelerin, su arıtma cihazlarının ve hatta çadır direklerinin bile yardım kamyonlarıyla Gazze'ye girişini engelledi. Birleşmiş Milletler Filistin yardım kuruluşu bu hafta Gazze'de 1,9 milyon insanın - nüfusun yüzde 85'i - ülke içinde yerinden edildiğini tahmin etti. Gazze'nin merkezindeki Deir el-Balah'ta yaşayan Ibtisam, çatışmalar ve hava saldırıları nedeniyle evini terk etmek zorunda kaldığını söyledi: "Gidiyoruz, kötü bir şey olmaması için dua ediyorum. Çocuğumun hayatını kurtarmak için sorumlu düşünmeliyim." İsrail'in Gazze'de Filistinlileri maruz bıraktığı vahşet tasarım gereğidir. İsrailli politikacılar Filistinlilere acı çektirme planlarını açıkça dile getiriyor. İsrail Miras Bakanı Amichay Eliyahu 5 Ocak'ta , İsrail'in Filistinlilerin "ulusal rüyasını" kırması gerektiğini söyledi. Eliyahu, Filistinlilerin "7 Ekim'de bizi katlettiklerini, bu yüzden orada (Gazze'de) olmamaları gerektiğini" de sözlerine ekledi. Eliyahu konuşmasını İsrail'in "Gazzelilerle ölümden daha acı verici bir şekilde başa çıkmanın yollarını bulması" gerektiğini söyleyerek bitirdi. 2. Batı medyası yalan söyler ve her zaman İsrail'i destekler Ana akım medya sürekli olarak İsrail'i savunuyor ve Gazze'deki vahşeti küçümsüyor. Filistinlilerin hayatlarının İsraillilerinki kadar değerli olmadığı fikrini kabul ettiği için de elleri kanlı. Medya analistleri Greg Philo ve Mike Berry tarafından hazırlanan yeni bir rapora göre, BBC bu konuda en suçlu kuruluşlardan biri. Geçen yıl 7 Ekim ve 4 Kasım tarihleri arasında yapılan haber araştırması, BBC'nin İsraillilerin ve Filistinlilerin ölümleri hakkında radikal biçimde farklı kelimeler kullandığını gösterdi. BBC, İsraillilerin öldürülmesini tanımlamak için rutin olarak "cinayet", "barbarca öldürüldü", "vahşet" gibi kelime ve ifadeler kullanıyor. Ancak bu kelimeler İsrail devletinin Filistinlileri nasıl öldürdüğünü tanımlamak için asla kullanılmamakta. Bu tür ifadeler BBC tarafından İsrail'deki ölümlerle ilgili olarak toplam 52 kez kullanılmış, ancak Filistinliler için asla kullanılmadı. Kanada'nın önde gelen haber kuruluşu CBC geçtiğimiz günlerde İsrail teröründen "canice", "gaddarca", "katliam" ya da "kıyım" gibi terimlerle bahsedemeyeceğini çünkü Filistinlilerin öldürülmesinin "uzaktan" gerçekleştiğini söyledi. Ana akım medya, Filistinlilerin İsrail'e karşı direnişinin hangi bağlamda gerçekleştiğini de kasıtlı olarak gizledi.  Rapora göre, Siyonistlerin 75 yılı aşkın bir süredir Filistinlilere karşı savaş yürüttüğü ve onları topraklarından sürmek için her türlü yöntemi kullandığı belirtilmiyor. Şaşırtıcı bir şekilde, medya İsrail'in Filistinli gazetecilere yönelik saldırılarını kınama zahmetine bile girmedi. İsrail geçen hafta El Cezire Gazze büro şefi Wael Al-Dahdouh'un oğlu Hamza al-Dahdouh'u hedef gözeten bir saldırıda öldürdü. Diğer ana akım haber kaynaklarının bildirdiği gibi "öldürülmedi" ve "ölmedi". İsrail güçleri arabasına bir füze fırlatarak onu katletti. Hamza el-Dahdouh'un infazı, 7 Ekim'den bu yana İsrail tarafından öldürülen 100'den fazla medya çalışanına eklendi. 3. Filistin direnişi mücadeleye devam ediyor Üç aydan fazla bir süre geçmesine rağmen İsrail, Filistin direnişini ezmeyi başaramadı. Gazze'de Hamas ve diğer gruplar İsrail güçleriyle savaşmaya devam ediyor. Hamas'ın silahlı kanadı El Kassam Tugayları, geçtiğimiz hafta sonu Al-Maghazi mülteci kampını işgal eden bir İsrail askeri taşıyıcısını imha etti. Direniş güçleri ayrıca Gazze'nin güneyindeki Han Yunus'un Al-Mahatta bölgesine giren birlikleri de hedef aldı. Yoğun baskıya rağmen Batı Şeria'da da hem sokaklarda hem de silahlı direniş yoluyla mücadele büyüyor. Kudüs yakınlarında yaşayan bir Filistinli, "İşgali reddetmek en önemli şey" dedi. "Burada insanlar ordunun büyük baskısı altında. İnsanlar WhatsApp'taki bir paylaşım ya da mesaj nedeniyle tutuklanıyor. Batı Şeria'dan İsrail tarafından hapsedilenlerin sayısı artmaya devam ediyor. Ama yine de insanlar seslerini yükseltiyor. Kuzeydeki mülteci kamplarında İsraillilere karşı savaşan El Fetih'ten insanlar var. Farklı renklerden gruplar ellerindeki basit silahlarla karşılık veriyor. Biz de boykotlar yapıyoruz. Ne satın alacağımızı İsrailliler kontrol ediyor, bu yüzden onların mallarını boykot ediyoruz. Hamas lideri Saleh al-Aruri'nin Lübnan'da İsrail tarafından öldürülmesinden sonra genel grev yapıldı. Yakınımda hiçbir dükkan ya da fırın açık değildi." Batı Şeria sakini İsrail baskısının arttığını da sözlerine ekledi: "Benim bölgemde İsrail protesto gösterisi yapan 17 yaşındaki bir genci öldürdü. Batı Şeria'nın B ve C bölgelerinde İsrail askerleri ve yerleşimciler yüzünden protesto yapmak çok daha zor. A bölgesindeki büyük şehirlerde ise daha kolay. Ancak her bölgede her gün gösteriler oluyor. İnsanlar hala sosyal medyayı kullanıyor ve toplantılar yapıyor. Nasıl hissettiklerini söylemek için bir araya geliyorlar. Bana göre Filistin ulusal hareketi büyüyor ve Filistin halkına yönelik saldırıları durdurmak için bir araya gelmeye çalışıyor." 4. İsrail Batı Şeria'daki işgalini derinleştiriyor Batı Şeria'da yaşayan Filistinliler için hayat 7 Ekim'den bu yana tamamen değişti. Mayar Derbashi, hayatının nasıl değiştiğini anlattı: "Kudüs'te çalıştığım için tüm Filistinlilerin giriş izinlerinin iptal edilmesi nedeniyle işimi kaybettim. Düğünümü iptal etmek zorunda kaldım. Filistin Yönetimi için çalışanlar da dahil olmak üzere Batı Şeria'da yaşayanların çoğu gelir kaybıyla boğuşuyor. Bir mülteci kampında yaşıyorum. Güvenlik ve polisiye önlemler her geçen gün daha da yoğunlaşıyor. Kampın girişine yaklaşık 100 gündür erişilemiyor. Bu durum hareket kabiliyetini ciddi şekilde kısıtladı. Yaşlı ve hastaları önemli ölçüde etkiledi. Güvenlik önlemleri, işgaller ve kapatmalar yoğunlaşarak işe gidiş gelişleri ve günlük faaliyetleri sekteye uğrattı. İsrail askerlerinin ve yerleşimcilerin otoyollarda artan saldırıları, Filistinliler için genel bir istikrarsızlık ve korku duygusuna katkıda bulundu. Filistinliler ayrım gözetmeksizin hedef alınmakta, bu da rutin faaliyetlerini tehlikeli hale getirmektedir. İster yolda yürürken, ister arabanızı sürerken ya da sadece pencerenizden İsrail işgalini izlerken hedef alınıyorsunuz." Mayar, Batı Şeria'da yaşayan Filistinlilerin İsrail'in kendileri için planladıklarından dehşete düştüklerini de söyledi: "İsrail'in planının sıralı bir yaklaşım içerdiğine, önce Gazze'yi bitirip sonra Batı Şeria ile ilgileneceğine dair yaygın bir inanç var. Buradaki olayların ani ve yoğun doğası nedeniyle tahminlerde bulunmayı zor buluyorum. 7 Ekim'den kısa bir süre sonra durumun doruk noktasına ulaştığına inanıyordum, ancak aksi kanıtlandı ve sürekli olarak daha korkunç gelişmeler ortaya çıktı. Şimdi, daha ne kadar kötüleşebileceğini düşünmeden edemiyorum. Bu savaşın daha kısa süreceğini düşünmüştüm. Ancak çatışmaların devam etmesi bir öngörülemezlik atmosferi yarattı ve yarının ne getireceğini tahmin etmeyi zorlaştırıyor." Mayar, Batı Şeria'da "artan bir direniş arzusu" olduğunu da sözlerine ekliyor:  "Artan güvenlik önlemleri, 7 Ekim'den bu yana artan polisiye tedbirler ve çeşitli kapatmalar, işgaller ve tutuklamalar, direniş gruplarının veya bireylerin örgütlenme ve harekete geçme kabiliyetlerini önemli ölçüde kısıtladı ve sınırladı. Ancak direnişin pek çok farklı biçimi vardır ve Filistinliler her türlü yöntemle direnmektedir." 5. Emperyalist liderler katliamı durdurmak için hiçbir şey yapmayacak Aralarında İngiltere ve ABD'nin de bulunduğu Batılı liderler İsrail'in Filistinlilere yönelik saldırılarını alkışlıyor. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken geçen hafta Orta Doğu turuna başladı. Turda sivillerin korunmasının "zorunlu" olduğunu söyledi. Ancak ABD Başkanı Joe Biden'ın Kongre'yi bypass ederek İsrail'e daha fazla Filistinliyi öldürmesi için 116 milyon Sterlin vermesinin üzerinden henüz iki hafta geçmedi. Savaş çığırtkanları İsrail'in savaşını, daha önce karşı çıktıkları rejimlere silah satışını meşrulaştırmak için de kullanıyor. Almanya'nın Yeşiller Partili Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Suudi Arabistan'a Eurofighter jetlerinin satışına getirilen yasağın kaldırılmasını istiyor. Çünkü ona göre bu acımasız diktatörlük şu anda İsrail'in Yemen'e saldırmasına yardım etmekte iyi bir rol oynuyor. Almanya, 2018 yılında gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesinin ardından Suudi Arabistan'a silah satışını durdurmuştu. İngiltere de Suudi Krallığı'nın Yemen'deki katliamlarına devam etmesini istiyor. Çünkü Husi savaşçıları Kızıldeniz'de Batılı gemileri hedef alıyor. ABD Husilere karşı askeri harekata girişmek istiyor. Blinken, saldırıların "dünyanın dört bir yanındaki insanlara zarar verdiğini" söyledi ve "bir düzineden fazla ülke Husilerin gelecekteki saldırılardan sorumlu tutulacağını açıkça belirtti" diye ekledi. Batılı liderler sadece Gazze'deki katliamı teşvik etmekle kalmıyor, aynı zamanda İsrail'in saldırısını kendi emperyalist hedeflerini genişletmek için kullanıyor. Sophie Squire (Socialist Worker)

Batı, Filistin'e karşı savaşını genişletme tehdidinde bulunuyor

İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşının daha geniş çaplı bir çatışmayı ateşleme riski artmaya devam ediyor. İsrail, Lübnan'ın kuzey sınırında yer alan kasaba ve köyleri düzenli olarak bombalıyor. Ve her patlama Hizbullah savaşçılarını İsrail'in savaşına çekme riski taşıyor. Batı, İslami militanlıktan beslendiğini ve roketlerle silahlandığını söylediği Hizbullah direniş grubunu "terörist" olarak nitelendiriyor. Ancak Hizbullah onların klişelerine uymuyor. Yüz binlerce destekçisi olan ve geçmişte Lübnan hükümetini kurmuş olan kitlesel bir siyasi parti. Ayrıca 2006'da İsrail'in Lübnan'ı işgalini bozguna uğratabilmiş deneyimli ve iyi silahlanmış bir milis grubu. Ardından bir halk ayaklanmasını iyi çalışılmış askeri taktiklerle birleştirerek dünyayı şaşırttı. Hizbullah, Batı yapımı silahlarının kendilerine üstünlük sağladığını düşünen İsraillileri küçük düşürdü. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, geçtiğimiz hafta İsrail'e karşı "sınırsız bir savaş" yürütmeye hazır oldukları uyarısında bulundu. Hizbullah, kuruluşundan bu yana, emperyalist saldırganlığa karşı ülkenin savunucusu olarak Lübnan halkının geniş desteğini kazanmıştır. Bunun en büyük nedeni, son derece parçalanmış ve mezhepçi Lübnan "devletinin" İsrail'le yüzleşmek için bir araya gelmemesidir. Lübnan'da devlet iktidarı dini mezhep partileri arasında paylaşılmaktadır. Böl ve yönet anlayışını yaymak için uydurulan bu sistem, 1943 yılında Lübnan'a resmen bağımsızlığını veren Fransız emperyalistleri tarafından kuruldu. Her mezhep grubundan siyasetçiler, kendi çıkarları için rekabet ederek, ülkenin kaynaklarını tüketiyor ve sıradan insanları krize sürüklüyor. Lübnan devleti ve ekonomisi uzun yıllar boyunca çöküşün eşiğinde gezindi. Hizbullah 1982'de kurulduğunda, savaşan diğer mezhepçi partilerden farklı olduğunu göstermeye çalıştı. Aşağıdan gelen direnişle doğan örgüt, özellikle siyasi olarak yeterince temsil edilmeyen ve en yoksul halklardan olan Şii Müslümanlar arasında kök saldı. İsrail'in 1982'deki işgali Hizbullah'ın düşmanla uzlaşmayacağını göstermesini sağladı ve daha fazla destek toplamasına yol açtı. Bu destek İsrail'in 2006'daki talihsiz işgalinden sonra daha da arttı. Ancak Hizbullah her zaman bir ikilemle karşı karşıya kaldı: Lübnan'ın mezhepçi sistemine meydan mı okumalı yoksa onun bir parçası mı olmalı? Grup, parlamenter sistemin yozlaşmış olduğunu söylese de 1992'de parlamentoya girdi. Ve 2006'daki savaştan sonra kitlesel desteğe sahip olmasına rağmen değişim için radikal, özgürleştirici bir güç olmak yerine mezhepçi sistemdeki diğer partilere benzer bir parti olmayı tercih etti. Lübnan halkı 2019'da, kendilerini daha da yoksulluğa sürükleyen kemer sıkma politikalarına öfkelenerek ayaklandı. Lübnanlı sosyalist Simon Assaf'a göre "Hizbullah kendisini bu ayaklanmanın dışında buldu." Assaf "Hatta ayaklanmayı bastırmak için diğer partilere askerlerini teklif ettiler" diyor:  "Geçen yıl Hizbullah, Siyonistlerin Doğu Akdeniz'den gaz çıkarabilmesi için İsrail ile bir anlaşma yaptı. Ve bir süredir aşırı sağ partilerle birlikte hareket ediyorlar." "Hizbullah güneydeki Şiiler dışında eskiden sahip olduğu desteğe sahip değil." "Ama tabii ki 7 Ekim'den bu yana her şey altüst oldu. Çelişkilere rağmen Lübnan halkı, İsrail'in sınır ötesi saldırılarını durdurma girişimlerinde Hizbullah'ın yanında. Hizbullah'ı diğer mezhepçi partilerden farklı kılan da her zaman bu olmuştur." Simon Assaf, İsrail'i durdurmak için daha güçlü bir kuvvete ihtiyaç olduğunu söylüyor. "Hizbullah'ın yapabilecekleri sınırlı. Bu savaş onlar için zaten pahalıya mal oldu. Askerlerini ve bazı üst düzey kadrolarını kaybettiler. Ve ABD tarafından silahlandırılan İsrail ordusuna karşı kazanmaları gerçekten mümkün değil. Bu kez kazanmak için sadece füzelere değil kitlelere ve 2011'de bölgede görülen Arap Baharı devrimlerinin yeniden canlanmasına ihtiyacımız var." --- Filistinliler ve Lübnan Filistinliler 1948 Nakba'sının ardından Lübnan'daki mülteci kamplarına yerleşti. Burada, devlet baskısıyla birleşen bir yoksullukla karşı karşıya kaldılar. Lübnan devleti, İsraillilerle anlaşma yapmaya çalıştı ama 1967'de her şey değişti. İsrail Batı Şeria, Gazze Şeridi, Doğu Kudüs ve Golan Tepelerini işgal etti. Birçok Arap ordusu, İsrail'e karşı çıktı ama İsrail onları yendi. Filistinliler o zaman Arap liderlerin kendilerini kurtarmaya gelmeyeceğini biliyordu. Lübnan'da Filistinli mülteciler İsrail'e karşı saldırılar düzenlemek üzere eğitildiler. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) 1960'lardan 1980'lere kadar Lübnan'da üslendi. FKÖ bu dönemde o kadar güçlendi ki Lübnan'ın yöneticilerini tehdit eder hale geldi. İsrail 1982'de FKÖ'yü ezmek için Lübnan'ı işgal ettiğinde, Lübnanlı müttefiklerinin Sabra ve Şatilla mülteci kamplarındaki Filistinlileri öldürmesine izin verdi. FKÖ Lübnan'dan sürüldü. Binlerce Filistinli halen Lübnan'da yaşıyor. Fakat Lübnanlılarla aynı haklara sahip değiler. --- Yemen Dünyanın en güçlü ülkelerinden birçoğu, en zayıf ülkelerden biri olan Yemen'e karşı savaşa hazırlanıyor. Aralarında ABD, Avustralya, Bahreyn, Belçika, Kanada, Danimarka, Almanya, İtalya, Japonya, Hollanda, Yeni Zelanda ve İngiltere'nin de bulunduğu bir çete geçen hafta kuruldu. Yemen'deki Husi savaşçılarına Kızıldeniz'deki Batı gemilerine saldırmayı bırakmaları ya da bombardımanla karşı karşıya kalacakları yönünde son bir uyarıda bulundu. Husi savaşçıları, Filistinlilerle dayanışmak ve ülkelerini harabeye çeviren Batı emperyalizmine karşı çıkmak için hayati önem taşıyan nakliye bölgesindeki kargo gemilerini ve petrol tankerlerini hedef alıyor. İngiltere ve ABD kontrolü yeniden ele geçirmek amacıyla Kızıldeniz'e savaş gemileri gönderdi. Wall Steet Times gazetesi, yeni bombardımanların "gemi savar füzeleri ve insansız hava araçları için fırlatma rampaları, kıyı radar tesisleri gibi altyapıyı ve mühimmat depolama tesislerini hedef alabileceğini" bildirdi. Gerçekte ise Batı, birçok Husi savaşçısının üslendiği kıyı köylerine saldıracaktır. Böyle bir savaş, özgür bir Yemen'i destekleme kisvesi altında başlatılaca. Ancak bunun yerine ABD emperyalizmine itaat eden bir hükümetin kurulmasına yardımcı olacaktır. Husiler, 2011 devriminin ardından patlak veren iç savaşın sonunda Yemen'in büyük bölümünde devlet iktidarını ele geçirdi. Halk ayaklanması Ali Abdullah Salih'in diktatörlüğünü hedef almış fakat Körfez Ülkeleri ve Batılı güçlerin müdahalesiyle raydan çıkarılmıştı. İç savaş, Husiler de dahil olmak üzere Yemen'in kuzeyindeki güçlerle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından desteklenen Güney Yemen'deki silahlı hareketleri karşı karşıya getirdi. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, İngiliz ve ABD silahlarıyla Yemen'e karşı yıkıcı ve kanlı bir savaş başlattı. Silah Ticaretine Karşı Kampanya (CAAT), savaşın başladığı 2015 yılından bu yana Suudi Arabistan'a 26,8 milyar Sterlin değerinde İngiliz yapımı silah satıldığını tahmin ediyor. Savaş, Husilerin yakıt fiyatlarında indirim ve yeni bir hükümet talebiyle başkent Sanaa'nın kontrolünü ele geçirmesinin ardından başladı. Saldırılara, yaygın kıtlığa ve ülkenin yıkımına rağmen Husiler, Suudi ve Birleşik Arap Emirlikleri güçlerine karşı zafer kazandı. Birleşmiş Milletler 2021 yılı sonuna kadar 377.000'den fazla insanın öldürüldüğünü ve dört milyondan fazla insanın evlerini terk etmek zorunda kaldığını tahmin ediyor.  Batı, savaş güdüsünde şüphesiz insani amaçlardan bahsedecektir. Gerçek amaçları ise ekonomik ve stratejiktir. Tüm küresel ticaretin yaklaşık yüzde 10'u Kızıldeniz'den geçmektedir. Yemen'in kuzey bölgesinin petrol açısından zengin olması da emperyalist çıkarların bir başka nedenidir. Sophie Squire - Dáire Cumiskey (Socialist Worker)

Geri 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 İleri

Bültene kayıt ol