İsrail yayılmacılığı Suriye topraklarında

Filistin'de soykırım 9. ayında

Gazze Sağlık Bakanlığı verilerine göre, soykırım makinesi, geride bıraktığımız 9 ay içinde en az 37.396 kişiyi öldürdü.  İsrail’in geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği bir başka katliamda ise bir okula sığınan ve çoğunluğunu kadınlar ile çocukların oluşturduğu onlarca Filistinli öldü, çok daha fazlası da ağır yaralandı.  Bu, çaresiz Filistinlilerin sığındığı bilinen dördüncü okul bombardımanı. İsrail, Gazze'nin merkezindeki Nuseyrat mülteci kampında bulunan BM himayesindeki bir okula da füze saldırısı düzenledi; bu saldırıda 16 kişiyi öldürdü, onlarcasını uzuv kaybına uğrattı. Gazze Sağlık Bakanlığı'na göre kamp, buraya sığınmak zorunda bırakılmış 2.000 kişiye ev sahipliği yapıyordu.  Altyapının inanılmaz şekilde tahrip edilmiş olması nedeniyle Gazze’den veri toplamak da giderek zorlaşıyor. Mayıs ayında sayısı 35 bin olduğu raporlanan ölümlerin yüzde 30'unda kimlik tespit edilememişti. Bunun üzerine, Gazze Sağlık Bakanlığı “kimliği belirlenemeyenler” diye bir kategori oluşturmak zorunda kaldı. Sivil toplum kuruluşu Airwars, Gazze’deki ölümlerin tamamının Bakanlığın listesinde yer almadığını, raporlamanın son derece zor koşullarda yapılmaya çalışıldığını, yani sayının bildirilenden çok daha yüksek olduğunu açıkladı.  Gözü gönmüş İsrail’in yarattığı yıkım öylesine akıl almaz boyutlarda ki halen enkaz altında bulunanların sayısının 10.000'den fazla olduğu tahmin ediliyor. --- Ateşkes yalanları İsrail’in okullara yönelik saldırıları, Katar'ın başkenti Doha'da yeni turu başlayacak olan arabuluculuk ve ateşkes görüşmelerini tehlikeye attı.  Hamas, ateşkesin sağlanabilmesi için bazı tavizler vermiş olmasına rağmen –ateşkes görüşmelerinden önce İsrail'in tüm saldırılarını sona erdirme taahhüdü vermesi gibi kilit bir talebi geri çekti– soykırımcı İsrail bir yandan yolları ve binaları yıkarak Kuzey Gazze’de yaşayanları evlerini terk etmeye zorluyor, diğer taraftan okulları bombalamaya devam ediyor. Hamas, son okul saldırısını "Siyonist terörist hükümet tarafından halkımıza karşı yürütülen imha savaşının bir uzantısı" olarak nitelendirirken küresel ölçekli protestoları büyütme çağrısında bulundu. İsrail’in Filistin halkını kasıtlı aç bırakma planları, okullara ve hastanelere yönelik bombardımanları, soykırımdan kaçan Filistinlilerin sığındığı BM kamplarında dahi füzelerin hedefi haline gelmeleri, bu soykırım şebekesinin bir ateşkes değil Filistin halkının toptan imhasını istediğinin çok açık göstergeleridir.  --- İntifadanın gücü ingiltere ve fransa seçimlerine yansıdı 

Trump suikastı: ABD'de kriz derinleşiyor

Trump bir mitingde konuşma yaparken suikasta uğradı. Kurşunlardan biri Trump’ın kulağına isabet ederken tetikçi Thomas Crooks öldürüldü, bir miting katılımcısı hayatını kaybetti ve iki kişi de yaralandı.  ABD’de ve dünyada bütün ırkçılar, otoriter siyasiler ve aşırı sağcılar şimdi coşkuyla sola, göçmenlerle dayanışanlara ve demokratlara saldırıyor.  Hollanda’da aşırı sağcı Başbakan Wilders "Sağcı siyasetçileri ırkçı ve Nazi olarak yaftalayan birçok solcu siyasetçi ve medyanın nefret söylemi sonuçsuz kalmıyor," derken İngiltere’de aşırı sağcı Reform UK partisinin lideri Farage de "Trump'a karşı çıkan liberaller tarafından Trump hakkında ortaya atılan söylem çok çirkin, çok tatsız ve bence bu tür davranışları neredeyse teşvik ediyor" dedi. Trump’ın bir önceki seçimin sonuçlarını kabul etmeyen ve Kongre baskınını teşvik eden tacizci bir milyoner olduğu unutuluyor.  Dış politikada üç sorun alanı Bu suikast girişimi ve Trump ile aşırı sağcıların bu olayı kullanma tarzları ABD siyasetinin içine yuvarlanmakta olduğu krizin derinliğini gösteriyor.  ABD dış politikada üç derin sorunla karşı karşıya. Çin emperyalizminin yükselişi, Ortadoğu'da daha geniş bir savaş tehdidi, Ukrayna'da Rus emperyalizmi ile sürdürülen başarısız bir vekalet savaşı.  Bu üç konuda da ABD şimdi, 20 yıl önceki halinden bile daha kötü bir halde ve ne yapacağını bilemediği bir durumda.  İç politikada ise Biden yönetiminin tüm umutları sönümlendirmesi, istikrarsızlığa çözüm üretme becerisi sergileyememesi gibi unsurlar son dört yılda yaşanan sosyal çürümeyi hızlandırdı. Ekonomik sıkıntılar ve siyasal kutuplaşmanın derinliği ise Trump’a yönelik suikasttan önce zaten derinleşmekte olan sorunlar arasındaydı. ‘Amerikan rüyası’nın çöküşü Biden’ın Trump karşısındaki rezalet performansı Trump’ı başkanlık yarışında daha avantajlı bir konuma getirmişti. Trump ‘Amerikan rüyası’nın ölümüne tepkiyi çok iyi örgütlemişti ilk dönem kampanyasında.  ABD’de en üstteki yüzde 1'lik kesim 2022 yılında yılda yaklaşık 845 bin dolar ortalama gelire sahip oldu. Nüfusun en üstteki yüzde 20'si yılda yaklaşık 285 bin dolar ortalama gelire sahipken, en alttaki yüzde 20'lik kesim yaklaşık 16.300 dolarla geçiniyor. Trump yoksulların bazı kesimlerinin tepkisini örgütlemeyi başardı ve “elitlere karşı” biriken bu öfkeyi, ırkçılığı körükleyerek, göçmenleri günah keçisi ilan ederek konsolide edip yönlendirdi. ‘Amerikan rüyası’nın ABD’de tüm ezilenler için bir kâbus olduğunu kanıtlayacak ve iktidarında neo-naziler ile tüm aşırı sağcıları cesaretlendiren Trump’ı sokağa çıkamaz hale getirecek bir aşağıdan mücadele dalgasına ve sosyalist bir alternatife ihtiyacımız var.

NATO dünyayı yok oluşa sürüklemeye kararlı

Geçtiğimiz nisan ayında 75. yılını dolduran NATO’nun bu yılki zirvesi ABD’nin başkenti Washington’da toplandı. Geçtiğimiz yıl Finlandiya ve İsveç’in katılımıyla üye sayısını 32’ye çıkaran örgüt, bu yıl yayınladığı bildiride Ukrayna’nın üyelik sürecinin de “geri döndürülemez” olduğunu duyurdu. Yine aynı bildirgede üye ülkeleri birbirine bağlayan ortak değerlerin “bireysel özgürlük, insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü” olduğu ifade edilirken “Uluslararası hukuka ve Birleşmiş Milletler Şartı’nın amaç ve ilkelerine bağlıyız ve kurallara dayalı uluslararası düzeni korumaya kararlıyız” denildi.  Örgütün kuruluşundan beri sürdürdüğü misyona taban tabana zıt olan bu açıklamalar, Batı emperyalizminin on yıllardır uyguladığı sömürgeci, yayılmacı ve üstenci politikaları da görünmez kılmayı amaçlıyor. Zira NATO üyeliğinin koşullarından biri ülkenin gayrı safi milli hasılasının %2’sini savunma harcamaları adı altında savaş bütçesine akıtmak. Geçmişte bu kural çok katı bir şekilde uygulanmasa da günümüzde 23 ülke bu koşulu sağlıyor ve bu durumun ortaya çıkmasında önemli etkenlerden biri Rusya-Ukrayna savaşı. Avrupa devletleri bu çatışmayı bahane ederek ordularının modernizasyonu amacıyla, asker toplamak için ve Ukrayna’ya hem hibe yoluyla hem de doğrudan savaş mühimmatı satarak askeri harcamalarını arttırdı. Keza NATO Genel Sekreteri Stoltenberg de “Ukrayna'ya desteğimiz bir hayırseverlik işi değil, bunu kendi güvenliğimiz için yapıyoruz.” ifadesiyle Ukrayna’daki savaşın NATO için adeta bir “itici güç” olduğunu ifşa etmiş oldu. Rusya’ya karşı Ukrayna’ya eşi görülmemiş destek Zirvenin sonuçlarından bir diğeri ise Ukrayna’ya olan desteğin teyit edilmesiydi. Sonuç bildirgesinde “Rusya'nın Ukrayna'yı topyekûn işgali Avrupa-Atlantik bölgesinde barış ve istikrarı sarsmış ve küresel güvenliğe ciddi zarar vermiştir. Rusya, müttefiklerin güvenliğine yönelik en önemli ve doğrudan tehdit olmayı sürdürmektedir.” ifadelerine yer verilirken, Çin’e de Rusya’ya maddi ve manevi destek olmaması için çağrı yapıldı. Şimdiye kadar Ukrayna’ya benzeri görülmemiş siyasi, ekonomik, askeri, mali ve insani destek sağlandığına dikkat çekilirken, 2025 yılında da 40 milyar euroluk bir yardım yapılacağı ilan edildi. Türkiye de 1 milyar euro destekle bu çalışmanın bir parçası olacak. 2026 NATO zirvesi Türkiye’de Savaş harcamalarını GSYH’sının %2’si düzeyine çıkaran Türkiye’nin hediyesi ise 2025’te Lahey’de yapılacak olan zirveden bir sonraki toplantının Türkiye’de yapılacağının ilan edilmesi oldu. Öte yandan “NATO’nun terörizmle mücadeledeki katkıları ve izleyeceği strateji hakkındaki belge” başlıklı metin de güncellendi ve Türkiye’nin NATO’yu “terörle mücadele” alanında da müttefik olarak işe koşmasının adımlarından biri daha atılmış oldu. Nitekim Türkiye yürüttüğü sınır ötesi operasyonlarda NATO’nun ve diğer üye ülkelerin aktif desteğini almak ya da bu süreçlerde onların yaptırımlarına maruz kalmamak istiyor. 

Fransa: Faşistler seçimleri kaybetti ama mücadele devam etmeli

Milyonlarca kişi faşist RN'nin seçimde birinci çıkmaması sayesinde rahatladı ancak RN sandalye sayısını ikiye katladı  Pazar akşamı Fransa'da genel seçim sonuçlarını öğrenmek için endişeyle toplanan halk, büyük bir rahatlama ve sevinçle tepki gösterdi.  Çıkış anketleri faşist, Ulusal Birleşme (RN) partisinin parlamentoda çoğunluğa sahip olabileceği ve lideri Jordan Bardella'nın başbakan olabileceği korkusunu ortadan kaldırdı.  Bunun yerine, çıkış anketleri Yeni Halk Cephesi (NPF) bloğunun 172 ile 192 arasında, en fazla sandalyeyi kazanacağını gösterdi. NPF, Jean Luc Melenchon'un LFI partisini, Yeşilleri, Komünist Partiyi ve Sosyalist Partiyi bir araya getiriyor.  Anketler, neoliberal başkan Emmanuel Macron'la bağlantılı milletvekillerinin 150 ila 170 sandalyeye sahip olacağını öngörüyordu. Faşistler ise 150 ila 170 sandalyeyle üçüncü sırada yer alacak.  Çıkış anketleri doğruydu. Tüm resmi sayımlar sona erdiğinde NFP 180 sandalye kazanırken, onu 168 sandalyeyle Macroncular izledi. Le Pen'in partisi ve müttefikleri 143 sandalyeyle üçüncü sıraya geriledi. Ancak bu, bir önceki mecliste sahip olduğu 88 milletvekiline göre önemli bir artıştı.  Ana akım muhafazakar Les Republicains ise 60 sandalye kazandı.  Bu tür sonuçlar, göreve gelme şansını kaçıran ve zaten otoriter olan devlet aygıtını daha da sertleştirmek isteyen RN'ye bir darbe olacaktır. Müslümanların, göçmenlerin ve tüm siyahilerin hayatını cehenneme çevireceklerdi.  Sonuçlar belli oldukça kutlamalar yapılması şaşırtıcı değil. Çoğu insan RN'nin toplumu yönetmesini istemediğini gösterdiler. Faşistleri geride tutmanın en güçlü faktörü, geçen ay sokaklara çıkan ve onlara karşı kampanya yürüten 800.000 kişiydi.  Bu tür çabalar, katılımın 2022'deki yüzde 46 ve 2017'deki yüzde 43'e kıyasla yüzde 67'ye çıkmasını da sağladı.  Financial Times şöyle yazdı: “İlk sonuç tahminleri geldiğinde RN seçim partisinde korku ve gözyaşı vardı. Geçen haftaki ilk turdan sonra gelen bayrak sallama ve tezahüratların yerini şaşkın bir sessizlik aldı.  "Şampanya standı, Paris'teki RN taraftarları için taziye merkezi haline geldi."  Ancak bu oylar faşist büyümeyi durduramayacak. Bu sonuçlar, RN'nin rekor sayıda milletvekili kazandığını gösteriyor. Ve NPF, Macron'un destekçilerinin birçok sandalye kazanmasını sağlamak için adaylarını geri çekerek, gerçek sol politikaların uygulanmasına yönelik her türlü fırsatı ortadan kaldırdı.  NPF, korkunç Makronculara oy verilmesini teşvik etti. Bunlar arasında ırkçı baskının mimarı İçişleri Bakanı Gerald Darmanin ve emekli maaşlarına yönelik saldırıların savunucusu eski başbakan Elisabeth Borne da vardı.  Darmanin ve Borne kazandı ancak NPF'ye katılan devrimci NPA partisinden Philippe Poutou kaybetti.  Darmanin derhal radikallerin olmadığı bir ulusal hükümet çağrısında bulundu. “Bugün kimse bu parlamento seçimlerini kazandığını söyleyemez. Özellikle, birkaç dakika önce televizyonda çok iddialı görünen Bay Melenchon hiç söyleyemez" dedi.  “Seçmenlerde değişim arzusu var. Cumhuriyetçi sağın hala çok güçlü olduğunu belirtmek isterim. Belki de bu Cumhuriyetçi sağa biraz daha açılmalıyız.”  Darmanin'in "Cumhuriyetçi" polisleri, Pazar günü geç saatlerde Paris'te RN'nin yenilgisini kutlayan binlerce kişiye göz yaşartıcı gaz ve cop kullanarak saldırdı.  NPF, ana akım partilerin “Cumhuriyetçi Cephesi”nin etkisiz olduğu kanıtlanmış başka bir versiyonunu yarattı. Sonuçların, bir başbakan bulma konusunda kaotik anlaşmalara yol açması muhtemel. En fazla yumuşak bir sol başbakan olabilir ama yalnızca Macron ve suç ortaklarının kabul edeceği bir başbakan olabilir. NPF içinde ana akım Sosyalist Parti 59 sandalye kazandı, bu da LFI'nin 74 sandalyesinin pek gerisinde değildi. Yeşiller 28, Komünistler ise dokuz sandalye aldı.   NPF, ölü ve gömülü görünen PS'yi yeniden canlandıran bir oksijen çadırı görevi gördü.  Ancak faşistlerin amansız yükselişinin yolunu açan şey kesinlikle Sosyalist Parti ve destekçilerinin politikalarıdır.  İş dünyası yanlısı politikalar uygulayan bir hükümet, faşistlerin birleşmiş elitlere karşı sıradan insanların yanında yer aldıklarını söylemelerini sağlayacak. Le Pen'in Pazar günü yaptığı açıklamada, RN'nin zaferinin yalnızca "gecikmiş" olduğunu söylemesinin nedeni budur. "Gelgit artıyor. Bu sefer yeterince yükselmedi ama yükselmeye devam ediyor” dedi. Şimdilik faşistler engellendi. Ancak solda bir strateji değişikliğine ihtiyaç var.  Irkçılık karşıtı Marche des Solidarite grubu, “Mahallelerimizde, işyerlerimizde, sokaklarda dayanışmamız ve birliğimizle en güçlüyüz” derken haklıydı.  Mücadele, önümüzdeki Pazar, Bastille Günü'nde ırkçılığa ve sömürgeciliğe karşı kitlesel bir gösteriyle kararlılıkla sürecek. Charlie Kimber (Socialist Worker) 

Bolivya'da darbeci askerler yenildi

Bolivya'da solcu hükümete karşı darbe girişimi halkın direnişiyle püskürtüldü. Başkent La Paz'da hükümet binalarının bulunduğu Murillo Meydanı'nı kuşatan General Juan Jose Zuniga liderliğindeki askerler, bir zırhlı araçla hükümet binasının kapısını kırdı. Ardından silahlı askeri polisler içeriyi girdi. Binanın için bekleyen hükümet üyeleri askerlerin önüne set çekti. Aynı anda çok sayıda darbe karşıtı Murillo Meydanı'nda toplanarak demokrasiyi savundu. Daha önce bir darbeyle devrilen ve bir yıl sürgünden ülkesine dönen solcu başkan Evo Morales, kuşatma başlar başlamaz halkı direnmeye ve genel greve çağırmıştı. Saatler süren darbe girişiminin sonunda kalkışmaya girişen askeri birlikler kışlalarına dönmek zorunda kaldı. Darbecilerin lideri olan general ise açıklama yaparken canlı yayında tutuklandı. Sosyalizm Hareket Partisi üyesi başbakan Luis Arce Catocora, büyük sevinç gösterileriyle başkanlık sarayının balkonundan halkı selamladı ve birlikte zafer sloganları attı. Ordunun tepe yönetimine yeni komutanlar atanırken bu Bolivya halkı için büyük bir başarı. Arce'nin öncülü olan Evo Morales, 1999'da başkan seçilmiş fakat sağcı muhalefetin şiddetli gösterileri ve ordunun muhtırası üzerine istifa ederek ülkeden ayrılmak zorunda kalmıştı. 2020 yılında tekrarlanan seçimlerde Morales'in partisinin adayı Arce, oyların yüzde 52,5'unu alarak başkan seçilmişti. Dört yıl sonra, 2025 yılında yapılacak seçimlere az kaldı ordu yeniden darbe yapmaya kalktı. Fakat bu kez başarmadılar. Ülkede kutlama gösterileri devam ediyor.

Avrupa Parlamentosu seçimleri: Aşırı sağ ve faşistlerin yükselişi

6-9 Haziran tarihleri arasında yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde pek çok ülkede aşırı sağ veya faşist partiler oylarını arttırdılar. Fransa’da Marine Le Pen’in partisi Ulusal Birlik (RN) yüzde 31,5 oyla birinci parti olurken, Eric Zemmour’un partisi Yeniden Fetih! (Reconquista) yüzde 5,4 oy aldı. Avusturya’da FPÖ yüzde 25,3 ile birinci olurken, İtalya’da da Başbakan Meloni’nin partisi “İtalya’nın Kardeşleri” yüzde 28,7 oy aldı. Bunun yanında Faşist Salvini’nin listesi de yüzde 9 oy aldı. Seçimlerden birinci çıkan bu partilerin yanı sıra pek çok aşırı sağ parti de önemli oranda oy aldı. Almanya’da Almanya için Alternatif (AfD) yüzde 15,8 ile ikinci parti oldu, Hollanda’da Geert Wilders’in partisi PVV yüzde 17 oy aldı. Polonya’dan Portekiz’e Yunanistan’dan İspanya’ya pek çok ülkede aşırı sağ partiler yüzde 9 ile 12 arasında oy oranlarına ulaştılar. Macron bu sonuçlar üzerine erken seçime gitme kararı aldı.  Aşırı sağın ve faşistlerin oylarındaki bu artış, dünyanın içinde bulunduğu genel siyasal krizle ilgili. Hem merkez sağın hem de merkez solun uyguladığı neoliberalizm politikaları, bu partileri giderek birbirine benzetirken, demokratik kurumların ve denetimin altını oydu. İnsanlar fiyatların arttığı, iklim krizinin etkilerinin giderek şiddetlendiği, Rusya’nın Ukrayna işgalinin bir Üçüncü Dünya Savaşı’na dönüşme riskinin her gün daha fazla dillendirildiği bir dünyada kendi düşüncelerinin ve kaygılarının ana akım siyaset tarafından önemsenmediğini düşündüler. Onların hoşnutsuzlukları seçimlere katılımın azalmasına ve merkez partilerin oy kaybetmesine neden oldu. Bu siyasal krize sosyalist sol, kapitalizmi ve neoliberalizmi sorgulayan, demokrasinin aşınmasının piyasa mantığının gelişimiyle bağlantısını gösteren bir noktadan müdahale ederken, aşırı sağ ve faşistler kapitalizmi temize çıkarıp suçu Müslümanların, göçmenlerin, LGBTİ+’ların kısacası ötekilerin üzerine attılar. AB seçimleri bir yandan Ukrayna savaşının etkilerinin diğer yandan göç meselesinin öne çıktığı bir ortamda yapıldı. Farklı AB ülkelerinin liderleri seçim kampanyalarında silah fabrikalarında, tankların önünde röportajlar verdiler ve NATO’nun Ukrayna’ya daha doğrudan müdahale edebilmesini savundular. Fransa Cumhurbaşkanı Macron NATO askerlerinin Ukrayna’ya gönderilmesini savunurken, Almanya “Rus tehdidine karşı” orduya daha fazla bütçe ayıracağını açıkladı. Avrupa ülkeleri aynı zamanda mülteciler konusunda da giderek daha sert politikalar uygulamaya başladılar. Aralık 2023’te kabul edilen Göçmenlik ve Mültecilik Anlaşması (PEMA) ile Türkiye, Tunus, Mısır ve Arnavutluk gibi ülkelere para verilerek bu ülkelerin Avrupa’ya göçmen akışını kesmek için kullanılması tasarlanıyor. Merkez sağ ve solun bu adımları aşırı sağın meşrulaşmasına, onun tezlerinin ana akım haline gelmesine yardımcı oluyor. Bu durum özellikle Fransa’da ve Almanya’da çok belirgin: Macron’un İçişleri Bakanı Darmanin’in göçmenlik yasası RN’nin taleplerini kısmen karşıladı. Polisin yetkileri arttırıldı, bazı Filistin eylemleri yasaklandı. Merkez sağın ırkçı fikirleri benimsemesi aşırı sağ partilerin güçlenmesini kolaylaştırdı. Bu partiler giderek ırkçı veya aşırı partiler olarak değil, normal partiler olarak görülmeye başlandı.  Aşırı sağ partilerin yükselişi çoklu bir stratejiye dayanıyor. Bu partiler bir yandan korku politikalarıyla birleşik homojen bir ulusu tehdit eden iç ve dış düşmanlar algısı yarattılar. Küresel seçkinlerin ulus devleti yıkmaya çalıştığı, göçmenlerin zaten kısıtlı olan refah devleti imkanlarından onlara göre daha fazla yararlandığı, Müslümanların hepsinin potansiyel cihatçı olduğu gibi argümanlar giderek daha fazla yaygınlaştırıldı. Diğer yandan, merkez siyasetin krizinden faydalanarak halkın hoşnutsuzluklarını dile getiren bir ses, “gerçek” halkın temsilcisi olarak kendilerini öne çıkarmaya çalıştılar. Ancak aslında her durumda patronların temsilcisi oldular. Örneğin Fransa’da RN, asgari ücretin arttırılmasına ve kiraların dondurulmasına her seferinde hayır dedi.  Ancak Avrupa’daki durum umutsuz değil. Hem Almanya’da hem de Fransa’da sol, aşırı sağın yükselişine karşı çeşitli inisiyatiflerde bir araya geliyor. Fransa’da AB seçim sonuçlarının açıklanmasından hemen sonra ülkenin dört bir tarafında toplam 640.000 kişinin katıldığı eylemler yapıldı. Ayrıca 30 Haziran’da ilk turu yapılacak seçimlerde de Boyun Eğmeyen Fransa Partisi, Sosyalist Parti, Fransız Komünist Partisi ve Ekolojistlerden oluşan Yeni Halk Cephesi hem Le Pen’in faşizmine hem de Macron’un piyasacılığına karşı alternatif bir odak yarattı. Yeni Halk Cephesi, emeklilik yaşının 60’a düşürülmesi, temel gıdada fiyatların dondurulması, zenginlere vergi getirilmesi, asgari ücretin yüzde 15 arttırılması, eğitim ve sağlıkta daha fazla istihdam gibi talepleri savunuyor. Ancak aynı zamanda Hamas’ı terörist olarak adlandırıyor veya Ukrayna’ya “gerekli silahların gönderilmesini” de savunuyor. Almanya’da Sol Parti yüzde 2,74 ile tarihinin en kötü sonuçlarından birini alırken ondan ayrılan Sahra Wagenknecht’in kurduğu yeni parti (BSW) yüzde 6,17 oy aldı. BSW, göçmenlik konusunda AfD’nin hattına taviz veren bir politika savunurken LGBTİ+’ların özgürlük mücadelesi gibi konuları “kimlik mücadelesi” olarak görüyor. Alman ırkçılık karşıtları 28-30 Haziran’da Essen’de yapılacak AfD kongresine karşı büyük kitlesel eylemler gerçekleştirecek. Avrupa’daki sosyalistleri sıcak bir yaz bekliyor.

(Seçtiklerimiz) Ukrayna hükümetine Açık Mektup: Bogdan Syrotiuk’u serbest bırakın!

Sosyalist Eşitlik Partisi’nin ve Dünya Sosyalist Web Sitesi Uluslararası Yayın Kurulu’nun aşağıdaki mektubu, 13 Haziran Perşembe günü Washington D.C.’deki Ukrayna Büyükelçisi Oksana Markarova’ya teslim etti. Sosyalist Eşitlik Grubu İstanbul'daki Ukrayna Başkonsoluğu önünde mektubu okudu. Ayrıca Berlin, Londra gibi şehirlerdeki Ukrayna elçilikleri önündeki protestolarda okundu Ukrayna Hükümetine Açık Mektup: Bogdan Syrotiuk’u Serbest Bırakın! Sayın Başkonsolos: Ukrayna hükümetinin devlet güvenlik servisi SBU, 25 Nisan 2024 tarihinde, Rusya, Ukrayna ve eskiden Sovyetler Birliği’nin parçası olan diğer ülkelerde faaliyet gösteren Troçkist örgüt Bolşevik-Leninistlerin Genç Muhafızları’nın (YGBL) 25 yaşındaki lideri Bogdan Syrotiuk’u tutukladı. Syrotiuk yoldaş geçtiğimiz yedi haftadır Mıkolayiv’deki bir hapishanede kimseyle görüştürülmeden tutuluyor. Temsil ettiğiniz hükümet tarafından kendisine yöneltilen asılsız iddialara karşı çıkmak için yeterli hukuki temsilden mahrum bırakılıyor. Kiev ve Mıkolayiv’de Ukrayna hükümetinin siyasi amaçlı kovuşturmaları ve kumpaslarıyla mücadele konusunda deneyimli avukatlar, kendi can güvenliklerinden endişe etmelerine neden olan misilleme tehditleri üzerine Syrotiuk’u temsil etme tekliflerini geri çektiler. Bogdan Syrotiuk’a yönelik iddialar en ufak bir olgusal kanıttan yoksundur. Kendisinin vatana ihanet ettiği iddiası tamamen, Ukrayna-Rusya savaşı konusunda Dünya Sosyalist Web Sitesi’nde [http://wsws.org] yayımlanan makalelerinde alenen dile getirdiği muhalefete dayanmaktadır. Syrotiuk’un demokratik ifade özgürlüğü hakkını kullanmasını kriminalize etmek için gözü dönmüş şekilde bir girişimde bulunan SBU komplocuları, suçlama belgelerinde Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin “bir Rus propaganda ve enformasyon ajansı” olduğunu iddia ediyorlar. Bu çirkin iddiayı destekleyecek en ufak bir kanıt yoktur. Bu yalanın saçmalığı, Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin her okuru için açık olduğu gibi, Troçkist hareketin 1923’te kuruluşundan bu yana savunduğu sosyalist enternasyonalist ilkelere dayanan Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) tarihini ve politikasını bilenler için de oldukça açıktır. DEUK, savaşın patlak vermesinden bu yana Dünya Sosyalist Web Sitesi’nde yayımlanan yüzlerce makalede, hem Ukrayna hem de Rusya hükümetlerinin askeri politikalarına karşı olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Uluslararası Komite’nin sesi olan WSWS, Rus istilasının başladığı 24 Şubat 2022’de şunları deklare etmiştir: "Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK) ve Dünya Sosyalist Web Sitesi (WSWS), Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesini kınar. ABD ve NATO güçlerinin provokasyonlarına ve tehditlerine rağmen, sosyalistler ve sınıf bilinçli işçiler, Rusya’nın Ukrayna’yı istilasına karşı çıkmalıdır.1991’de Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasıyla harekete geçirilen felaket, Vladimir Putin tarafından temsil edilen kapitalist egemen sınıfın çıkarlarına hizmet eden bütünüyle gerici bir ideoloji olan Rus milliyetçiliğine dayanarak önlenemez." Ukrayna devletinin polisi, bu genç ve cesur sosyaliste yönelik vatana ihanet suçlamalarını kanıtlayamayacaklarını çok iyi bilmektedir. Bu nedenle, Sovyetler Birliği’ndeki Stalinist rejiminin Terör ve Moskova Duruşmaları döneminde Troçkist muhaliflerini Nazi Almanya’sının ajanları olarak suçlarken kullandığı türden yalanlara başvurmak zorunda kalmaktadır. Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasına ve Ukrayna’da kapitalizmin restorasyonuna rağmen, Stalinist polis teşkilatlarının yöntemleri ve ruhu yaşamaya devam etmektedir. SBU iddianamesi, Bogdan Syrotiuk’un ve WSWS’nin Rus propagandası ajanları olduğu iddiasıyla çelişerek şunu kabul etmektedir: Dünya Sosyalist Web Sitesi “dünyadaki temel sosyo-politik sorunları, sosyalist devrim yoluyla dünya sosyalizmini kurma hedefiyle kapitalist piyasa sistemine devrimci muhalefet bakış açısından ele almaktadır.” Putin’in kapitalist rejimi tarafından nefret edilen WSWS’nin Marksist-Troçkist programının bu gerçekçi açıklaması, Bogdan Syrotiuk’un hapsedilmesinin ve kovuşturulmasının düzmece niteliğini gözler önüne sermektedir. Bogdan Syrotiuk her iki ülkenin oligarşik kapitalist seçkinlerinin çıkarları doğrultusunda yürütülen bir savaşa karşı Ukrayna ve Rusya işçi sınıfının birliği çağrısında bulunduğu için zulüm görmekte ve ömür boyu hapisle tehdit edilmektedir. Skoropadskyi, Petliura ve en kötüsü Nazi yanlısı Stepan Bandera ve onun Ukraynalı Milliyetçiler Örgütü günlerinden bu yana burjuva Ukrayna milliyetçi hareketlerini karakterize eden çok şiddetli gerici ideolojileri ve programları yücelten hükümetiniz, Ukrayna işçi sınıfı içinde sosyalist düşüncelerin yeniden canlanmasından ve bu düşüncelerin kaçınılmaz olarak Rusya’daki sınıf kardeşleriyle birleşme ve savaşı reddetme çabası biçimini almasından korkmaktadır. İşte bu yüzden, Bogdan Syrotiuk’un tutuklanmasını, 3 Haziran 2024’te, Ukrayna genelinde Dünya Sosyalist Web Sitesi’ne internet erişimini yasaklayan bir devlet yönergesi takip etti. Seçimleri iptal eden ve sıkıyönetimle ülkeyi yöneten Zelenskiy rejiminin Ukrayna’daki tüm sol ve sosyalist örgütleri yasa dışı ilan ettiği iyi bilinmektedir. ABD Dışişleri Bakanlığı bile Mayıs ayında Demokrasi, İnsan Hakları ve Çalışma Bürosu tarafından yayımlanan bir raporda hükümetinizin son derece baskıcı karakterine dikkat çekmek zorunda kalmıştır. Raporda insan hakları ihlalleri olarak özellikle şunlar belirtilmiştir: “zorla kaybetme; işkence ve zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ya da ceza; ağır ve hayati tehlike arz eden cezaevi koşulları; keyfi tutuklama veya gözaltı; yargının bağımsızlığı ile ilgili ciddi sorunlar; medya mensuplarınınki dahil ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar…” Bogdan Syrotiuk, hükümetinizin hukuksuzluğunun bir kurbanıdır. Syrotiuk’un 25 Nisan’da tutuklanması, uluslararası medyada Ukraynalı işçiler ve gençler arasında savaşa karşı yükselen muhalefete ilişkin çok sayıda haberin çıktığı bir dönemde gerçekleşmiştir. Syrotiuk’a vatana ihanet suçlamasıyla komplo kurulmasının amacı açıktır: hükümetinizin Ukrayna’nın kapitalist seçkinlerinin ve emperyalist müttefiklerinin çıkarları doğrultusunda yürüttüğü savaşa karşı çıkanlara gözdağı vermek. Bogdan Syrotiuk’un tutuklanması ve yargılanması tüm dünyada öfkeli bir muhalefete yol açtı. İlerici ve sosyalist örgütler bu siyasi kumpası kınadılar. Syrotiuk’un özgürlüğü için yürütülen uluslararası kampanya her geçen gün güç kazanıyor. Dünyanın dört bir yanından binlerce insan –işçiler, gençler, sanatçılar ve akademisyenler– bu kumpasa son verilmesini ve Bogdan Syrotiuk’un derhal serbest bırakılmasını talep eden bir dilekçeyi imzaladı. Sayın Başkonsolos, bu mektubu ve Bogdan Syrotiuk’un özgürlüğüne ilişkin talebimizi hükümetinize iletmenizi rica ediyoruz. Münasip duygularımızla, Sosyalist Eşitlik Grubu (Türkiye) Dünya Sosyalist Web Sitesi (Türkçe)

AB seçimlerinde aşırı sağ ve faşist partiler güçlendi

Neoliberal ve sosyal demokrat politikacıların göçmen karşıtı söylemleri daha geniş çaplı ırkçılığı teşvik ediyor ve aşırı sağı besliyor. Avrupa Parlamentosu için yapılan oylama, aşırı sağ ve faşistlere verilen desteğin arttığını gösterdi. Avrupa'nın büyük kısmında muhafazakâr partiler de başarılı oldu. Fransa'da Marine Le Pen liderliğindeki faşist Ulusal Birlik (RN) partisi oyların %32'sini alarak neoliberal Emmanuel Macron'un ittifakının iki katı oy topladı. RN, 2019'da oyların %23,3'ünü almıştı ve bu kez yükselişi o kadar büyüktü ki küçük düşen Macron acil parlamento seçimleri çağrısında bulundu. Oylamanın ilk turu sadece üç hafta sonra, 30 Haziran'da, ikinci turu ise 7 Temmuz'da yapılacak. Macron'un oynadığı kumar, Le Pen'in yükselişinin yarattığı şokun -ve başka bir faşist partinin oyların %5,3'ünü almasının- seçmenleri panikleterek kendisini desteklemelerine yol açmasına bağlı. Ancak ittifakı çökebilir ve bu da onu muhafazakâr Cumhuriyetçiler ve hatta RN gibi başka bir partiden bir başbakan atamaya zorlayabilir. Olumlu bir işaret ise Avrupa seçim sonuçlarına ve genel seçim duyurusuna tepki olarak binlerce ırkçılık karşıtının pazar gecesi Paris'teki Cumhuriyet Meydanı'nda kendiliğinden toplanması oldu. Fransa'daki diğer partiler de faşistlerin gerisinde kaldı. Birleşik Krallık'taki İşçi Partisi'ne benzeyen Sosyalist Parti %14, Jean-Luc Melenchon'un LFI (Boyun Eğmeyen Fransa) partisi ise %10 oy aldı. Şimdi faşistler dışındaki partilerin birbirlerini desteklemeyi kabul ettiği bir "Cumhuriyetçi cephe"den söz ediliyor. Ancak solu körelten ve kısmen faşistlerin yükseldiği koşulları yaratan da bu uzlaşmacı politikalar. Geniş bir anti-faşist kampanyaya ve güçlü ve militan bir sola ihtiyaç var. 720 üyeli Avrupa Parlamentosu'nun gerçek gücü çok az. Yasa yapma sürecini başlatamıyor ve bütçeye karar veremiyor. Bu yetkiler seçilmeyen Avrupa Komisyonu'na ait. Dolayısıyla sonuçlara fazla ilgi yok ve genel katılım yalnızca %50 civarında. Ancak bu, ortada ciddi bir uyarı olmadığı anlamına gelmiyor. Seçimler, neredeyse tüm ana akım güçlerin savaş yanlısı ve ırkçı politikalarıyla zehirlenmiş bir atmosferde gerçekleşiyor. Fransa'da neoliberal Emmanuel Macron'un ya da Almanya'da sosyal demokrat Olaf Scholz'un göçmen karşıtı söylemleri, daha geniş çaplı ırkçılığı teşvik ediyor. AB Komisyonu Başkanı Alman muhafazakâr Ursula von der Leyen yönetimindeki Avrupa Birliği, göçmenleri ölüme terk ederek caydırma politikası uyguluyor. Son on yılda sadece Akdeniz'de yaklaşık 30.000 kişi Avrupa'ya ulaşmaya çalışırken boğularak hayatını kaybetti. Almanya'da aşırı sağcı AfD (Almanya için Alternatif) %16 oy alarak %30 oy olan muhafazakâr CDU-CSU'nun (Hristiyan Demokrat Birliği ve Hristiyan Sosyal Birliği'nin oluşturduğu siyasi ittifak) ardından ikinci oldu. Ulusal hükümeti oluşturan Sosyal Demokratlar (SPD), Yeşiller ve Liberal Demokratlar'ın (FDP) oyları birlikte tüm oyların üçte birinden azına tekabül ediyor. Sahra Wagenknecht'in (ekonomik solculuğun ve göçmen karşıtı toplumsal muhafazakarlığın bir karışımı olan) partisi BSW %5,7 oy aldı.  Parti ilk kez parlamentoya girecek. Wagenknecht'in ayrıldığı Die Linke ise tüm zamanların en düşük oyunu aldı. Avusturya'da faşist FPO, 2019'a kıyasla 12 puanlık bir artışla %29 oy alarak birinci parti oldu. Muhafazakâr OVP ise 13 puan geriledi. Avusturya genel seçimlerinin eylül ayında yapılması planlanıyor. Bu sonuç faşistlerin en büyük parti olabileceğini gösteriyor ve anti-faşist bir kampanyanın kamçısı olmalı. Avrupa'nın her yerinde her tondan pek çok hükümet, İsrail'in Gazze'deki soykırımını destekliyor ve Ukrayna'nın Rusya'ya karşı gerilimi artırması yönünde çağrıda bulunuyor. Aşırı sağ, mücadeleci bir solun yokluğunda, ana akım siyasetin krizinden faydalanıyor. Bu, faşistlerin yükselişinin kaçınılmaz olduğu anlamına gelmiyor. Avrupa ve Britanya'da milyonları harekete geçiren Filistin hareketi, aynı zamanda kapitalizme ve demokrasinin sınırlarına ilişkin keskin soruları da gündeme getiren anti-emperyalist bir gücün potansiyelini gösteriyor. Devrimci sosyalist bir çekirdek inşa ederken ırkçılığa ve savaşa karşı kitlesel bir birlik oluşturmak her zamankinden daha önemli.

Almanya'da antifaşistler AfD'yi durdurmak için yeniden sokağa çıkıyor

Almanya'da faşist parti Avrupa Parlamentosu seçimlerinden ikinci parti olarak çıktı. Antifaşistler Haziran sonunda toplanacak AfD kongresini kitlesel protestoya hazırlanıyor. Ülkedeki devrimci sosyalist gruplardan biri olan Revolutionäre Linke, antifaşist kitle eyleminin örgüyleyicileri arasında. Şu duyuruyu yaptılar:

Geri 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 İleri

Bültene kayıt ol