'Suriye halkının omuzlarından devasa bir yük kalktı'

Arjantin'de büyük grev: Aşırı sağcı Milei aşağıdan yükselen muhalefetle karşı karşıya

Okullar ve işletmeler kapandı. Yüzlerce uçuş iptal edildi. On binlerce protestocu, Buenos Aires ve diğer şehirlerde, işçi düşmanı Milei'ye karşı yürüdü.  20 Kasım 2023'te seçilerek yönetime gelen aşırı sağcı Javier Milei, koltuğa oturduktan iki ay sonra büyük bir toplantısı muhafeleti karşısında. 24 Ocak günü Arjantin'in en büyük sendikası Genel İş Konfederasyonu (CGT) ve bağlı sendikaların çağrısıyla gerçekleşene greve katılım büyük oldu. Nakliye sürücüleri, sağlıkçılar, öğretmenler, havaalanı işçileri aşıı sağcı hükümetin grevleri yasaklama, kamu bütçesinde ücretleri ve sosyal alanları radikal şekilde kısma, özelleştirme paketine hayır dedi. En büyük protesto gösterisi başkent Buenos Aires'te oldu. Kongre binası önünde toplananlar sadece işçiler değildi. Öğrenciler, emekliler, sanatçılar, kadın ve LGBTİ+ aktivistleri gibi pek çok sosyal hareketten insan mücadele birleşti. Arjantin kapitalizmi uzun süredir ekonomik bunalımdan çıkamıyor. Yüksek faizler, ülkenin para birimi pesonun değer kaybının önüne geçemediği gibi yüksek enflasyon bunaltıcı şekilde sürdü. Azılı bir sağcı olan Milei, bu durumdan Peronistleri sorumlu gösterdi ve tepki oylarıyla işbaşına geldi. Fakat yönetimiyle durum daha da kötüleşti. Yılık enflasyon Kasım ayında yüzde 12,8'den, Aralık'ta yüzde 25,5'e yükseldi . Yıllık enflasyon yüzde 211,4 ile son otuz yılın en yüksek seviyesine ulaştı. Peso, dolar karşısında yüzde 50'den fazla değer kaybetti. Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu'nda "neo-marksistlere" atıp tutan sert sağcı Milei'nin yarattığı korku iklimi kısa sürede bozulmuş durumda.

Gazze mahşerinin dört atlısı

Amerikalı deneyimli savaş ve işgal karşıtı gazeteci Chris Hedges, İsrail'in Gazze savaşına destek veren ABD'li yöneticilerin gerçekte kim olduklarını ve ne istediklerini ayrıntılı bir şekilde teşhir ediyor. Joe Biden, İsrail ve Orta Doğu'ya yönelik politikalarını formüle etmek için dünyayı Batı'nın yeryüzünün "aşağı ırklarını" medenileştirme misyonu prizmasından gören danışmanlarına güveniyor. Joe Biden'ın Orta Doğu stratejistlerinden oluşan yakın çevresi - Antony Blinken, Jake Sullivan ve Brett McGurk - Müslüman dünyası hakkında çok az bilgiye ve İslami direniş hareketlerine karşı derin bir düşmanlığa sahip. Avrupa, ABD ve İsrail'i aydınlanmış Batı ile barbar Ortadoğu arasında bir medeniyetler çatışması içinde görüyorlar. Şiddetin Filistinlileri ve diğer Arapları kendi isteklerine boyun eğdirebileceğine inanıyorlar. ABD ve İsrail ordusunun ezici ateş gücünü bölgesel istikrarın anahtarı olarak savunuyorlar ki bu da bölgesel savaşın alevlerini körükleyen ve Gazze'deki soykırımı devam ettiren bir yanılsamadır. Kısacası, bu dört adam fena halde beceriksiz. Birinci Dünya Savaşı'nın intiharvari katliamına ellerini kollarını sallayarak giren, Vietnam bataklığına saplanan ya da Irak, Libya, Suriye ve Ukrayna'daki son askeri fiyaskolar dizisini düzenleyenler gibi diğer bilgisiz yöneticiler kulübüne katılıyorlar. Kongre'yi bypass etme, İsrail'e silah sağlama, Yemen ve Irak'ta askeri saldırılar gerçekleştirme yetkisi Yürütme Organı'na verilmiştir. Gerçek inananlardan oluşan bu yakın çevre, Biden yönetiminin devam eden soykırımı durdurması için İsrail'e baskı yapmayı reddetmesini akılsızca ve tehlikeli olarak gören Dışişleri Bakanlığı ve istihbarat topluluklarındaki daha incelikli ve bilgili danışmanları göz ardı etmektedir. Biden her zaman ateşli bir militarist oldu  - ABD'nin Irak'ı işgalinden beş yıl önce savaş çağrısı yapıyordu. Siyasi kariyerini, beyaz orta sınıfın, 1960 ve 1970'lerde ülkeyi sarsan savaş karşıtı ve sivil haklar hareketleri de dahil olmak üzere halk hareketlerinden duyduğu hoşnutsuzluğa hizmet ederek inşa etti. Kendisi Demokrat kılığına girmiş bir Cumhuriyetçidir. Siyah öğrencilerin sadece beyazların gittiği okullara alınmasına karşı çıkmak için Güneyli ayrımcılara katıldı. Kürtaj için federal finansmana karşı çıkmış ve eyaletlerin kürtajı kısıtlamasına izin veren bir anayasa değişikliğini desteklemiştir. 1989'da Başkan George H. W. Bush'a "uyuşturucuya karşı savaşta" çok yumuşak davrandığı için saldırdı. ABD hapishane nüfusunu iki katından fazla artıran, polisi militarize eden ve insanların şartlı tahliye olmaksızın ömür boyu hapsedildiği uyuşturucu yasalarını yürürlüğe koyan 1994 suç yasasının ve bir dizi diğer acımasız yasanın mimarlarından biriydi. İşçi sınıfına 1947 Taft-Hartley Yasası'ndan bu yana en büyük ihanet olan Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması'nı destekledi. Her zaman İsrail'in kararlı bir savunucusu oldu ve Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi (AIPAC) için diğer tüm Senatörlerden daha fazla bağış topladığını söyleyerek övündü.  "Birçoğunuzun daha önce söylediğimi duyduğu gibi, İsrail olmasaydı, Amerika bir tane icat etmek zorunda kalacaktı.  Bir tane icat etmek zorunda kalırdık çünkü... siz bizim çıkarlarımızı bizim sizinkileri koruduğumuz gibi koruyorsunuz" diyen Biden, 2015 yılında Washington D.C.'de düzenlenen 67. Yıllık İsrail Bağımsızlık Günü Kutlamalarında İsrail Büyükelçisi'nin de aralarında bulunduğu  dinleyici kitlesine yaptığı konuşmada "İşin gerçeği size ihtiyacımız var.  Dünyanın size ihtiyacı var. Eğer İsrail ayakta, canlı ve özgür olmasaydı, bunun insanlık ve 21. yüzyılın geleceği hakkında ne söyleyeceğini bir düşünün." Yedi dönem Delaware senatörlüğü yapan Biden, 1990'dan bu yana İsrail yanlısı bağışçılardan diğer tüm senatörlere göre daha fazla mali destek aldı. Biden, senatörlük kariyerinin Obama'nın başkan yardımcısı olduğu 2009 yılında sona ermesine rağmen bu rekoru elinde tutuyor. Biden, İsrail'e olan bağlılığını "kişisel" ve "siyasi" olarak açıklıyor.  Başı kesilen bebekler ve Hamas savaşçılarının İsrailli kadınlara yaygın tecavüzleri gibi uydurmalar da dahil olmak üzere İsrail propagandasını papağan gibi tekrarladı ve Kongre'den 7 Ekim saldırısından bu yana İsrail'e 14 milyar dolar ek yardım sağlamasını istedi. Gazze'deki yakıp yıkma harekatında kullanılan en az 100 adet 2 bin kiloluk bomba da dahil olmak üzere binlerce bomba ve mühimmatı İsrail'e tedarik etmek için Kongre'yi iki kez bypass etti.  İsrail, Gazze'de neredeyse her 20 kişiden biri olan 90 bine yakın Filistinliyi öldürdü veya ciddi şekilde yaraladı. Konutların yüzde 60'ından fazlasını yıktı ya da hasar verdi. Gazze'nin güneyinde yaklaşık 2 milyon Gazzelinin kaçması için talimat verilen "güvenli bölgeler" bombalandı ve binlerce kişi hayatını kaybetti. BM'ye göre Gazze'deki Filistinliler şu anda dünya genelinde kıtlık ya da felaket derecesinde açlıkla karşı karşıya olan insanların yüzde 80'ini oluşturuyor. Nüfusun dörtte biri açlık çekiyor, yiyecek ve içilebilir su bulmakta zorlanıyor. Kıtlık çok yakın. Beş yaşın altındaki 335 bin çocuk yüksek oranda yetersiz beslenme riski altında. Yaklaşık 50 bin hamile kadın, sağlık hizmetlerinden ve yeterli beslenmeden yoksundur. Ve ABD bu duruma müdahale etmeyi seçerse her şey sona erebilir. Emekli İsrailli Tümgeneral Yitzhak Brick, Jewish News Syndicate'e verdiği demeçte "Tüm füzelerimiz, mühimmatımız, hassas güdümlü bombalarımız, tüm uçaklarımız ve bombalarımız, hepsi ABD'den geliyor" dedi. "Musluğu kapattıkları anda savaşmaya devam edemezsiniz. Hiçbir kabiliyetiniz yok... Herkes ABD olmadan bu savaşta mücadele edemeyeceğimizi anlıyor. Nokta." Antony Blinken, Biden'ın Dış İlişkiler Komitesi'nde Demokratların en kıdemli üyesi olduğu dönemde Biden'ın baş dış politika danışmanıydı. Biden ile birlikte Irak'ın işgali için lobi faaliyetlerinde bulundu. Obama'nın ulusal güvenlik danışman yardımcısıyken 2011'de Libya'da Muammer Kaddafi'nin devrilmesini savundu. ABD güçlerinin Suriye'den çekilmesine karşı çıktı. Irak'ın etnik hatlara göre bölünmesini öngören felaket Biden Planı üzerinde çalıştı. NATO'nun gayri resmi düşünce kuruluşu Atlantik Konseyi'ne göre, "Obama Beyaz Saray'ında Blinken, 2014'te Kırım ve Doğu Ukrayna'nın işgali nedeniyle Rusya'ya yaptırım uygulanmasında etkili bir rol oynadı ve daha sonra ABD'nin Ukrayna'yı silahlandırması için yapılan ve başarısızlıkla sonuçlanan çağrılara öncülük etti."  Blinken, 7 Ekim'de Hamas ve diğer direniş gruplarının saldırılarının ardından İsrail'e indiğinde, Başbakan Benjamin Netanyahu ile birlikte düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi: "Karşınıza sadece ABD Dışişleri Bakanı olarak değil, aynı zamanda bir Yahudi olarak çıkıyorum." İsrail'in Gazze'den etnik temizlemeyi planladığı 2.3 milyon Filistinli mülteciyi kabul etmeleri için İsrail adına Arap liderlere lobi yapmaya çalıştı ve bu talebi öfke uyandırdı. Biden'ın ulusal güvenlik danışmanı Sullivan ve McGurk, İsrail lobisi de dahil olmak üzere egemen güç merkezlerine hizmet eden mükemmel fırsatçılar, Makyavelist bürokratlardır.   Sullivan, Hillary Clinton'ın Asya ekseninin baş mimarıydı. ABD'nin Çin'i kontrol altına almasına yardımcı olacağı şeklinde pazarlanan şirket ve yatırımcı imtiyazlarını içeren Trans-Pasifik Ortaklık Anlaşmasını destekledi. Trump nihayetinde ABD halkının kitlesel muhalefeti karşısında ticaret anlaşmasını iptal etti. Trump'ın  da odak noktası, ABD ordusunun genişletilmesi de dahil olmak üzere yükselen Çin'i engellemektir.  Orta Doğu'ya odaklanmasa da Sullivan, dünyayı ABD'nin taleplerine göre şekillendirmek için güç kullanmayı benimseyen bir dış politika şahinidir. Askeri Keynesçiliği benimsiyor ve silah endüstrisine yapılan büyük devlet harcamalarının iç ekonomiye fayda sağladığını savunuyor. Foreign Affairs dergisi için kaleme aldığı ve yaklaşık 1.200 İsraillinin ölümüne neden olan 7 Ekim saldırılarından beş gün önce yayınlanan 7 bin kelimelik makalesinde Sullivan, Orta Doğu'nun dinamiklerini anlamadığını ortaya koymuştur. Makalenin orijinal versiyonunda "Orta Doğu'da süregelen zorluklar devam etse de bölge on yıllardır olmadığı kadar sakin" diye yazan Sullivan, "ciddi" sürtüşmeler karşısında "Gazze'deki krizleri yatıştırdık" diye de ekliyor. Sullivan, 7 Ekim saldırılarının ardından alelacele yeniden kaleme aldığı makalesinde Filistinlilerin isteklerini ve Washington'un iki devletli çözüme verdiği retorik desteği görmezden geliyor. Orijinal yazısında şöyle yazıyor: Başkan geçen yıl Suudi Arabistan'ın Cidde kentinde düzenlenen bir toplantıda Körfez İşbirliği Konseyi üyeleri Mısır, Irak ve Ürdün liderlerine hitaben yaptığı konuşmada Orta Doğu politikasını ortaya koydu. Başkan'ın yaklaşımı ABD politikasına disiplin getirmektedir. Saldırganlığı caydırmayı, çatışmaları azaltmayı ve ortak altyapı projeleriyle İsrail ile Arap komşuları arasında da dahil olmak üzere yeni ortaklıklar yoluyla bölgeyi bütünleştirmeyi vurguluyor. Başkan Biden'ın yardımcısı ve Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi'nde Orta Doğu ve Kuzey Afrika koordinatörü olan McGurk, Bush'un Irak'ta kan dökülmesini hızlandıran "dalgalanmanın" baş mimarıydı. Geçici Koalisyon Otoritesi'nin hukuk danışmanı ve Bağdat'taki ABD Büyükelçisi olarak çalıştı. Daha sonra Trump'ın IŞİD karşıtı çarı oldu. O Arapça bilmiyor - dört adamdan hiçbiri bilmiyor - ve Irak'a tarihi, halkları ya da kültürü hakkında hiçbir bilgisi olmadan geldi. Yine de Irak'ın geçici anayasasının hazırlanmasına yardımcı oldu ve Koalisyon Geçici Otoritesi'nden Başbakan Ayad Allawi liderliğindeki Geçici Irak Hükümeti'ne yasal geçişi denetledi. McGurk, 2006-2014 yılları arasında Irak'ın başbakanlığını yapan Nuri El Maliki'nin ilk destekçilerinden biriydi. El Maliki, Sünni Arapları ve Kürtleri derinden yabancılaştıran Şii kontrolünde mezhepçi bir devlet inşa etti. 2005 yılında Ulusal Güvenlik Konseyi'ne (NSC) transfer olan McGurk, burada Irak'tan sorumlu direktörü daha sonra Başkan'ın özel yardımcısı ve Irak ve Afganistan'dan sorumlu kıdemli direktör olarak görev yaptı. 2005-2009 yılları arasında NSC kadrosunda görev aldı. 2015 yılında Obama'nın IŞİD'le Mücadele Küresel Koalisyonu Özel Başkanlık Temsilcisi olarak atandı. Aralık 2018'deki istifasına kadar Trump tarafından görevde tutuldu.  Nisan 2021'de New Lines Magazine'de eski BBC dış haberler muhabiri Paul Wood tarafından kaleme alınan "Brett McGurk: Zamanımızın Bir Kahramanı" başlıklı makale McGurk'ün portresini sertçe çizdi. Wood şöyle yazıyor: Bağdat'ta görev yapmış üst düzey bir Batılı diplomat bana McGurk'ün Irak için tam bir felaket olduğunu söyledi: "Washington'da mükemmel bir uygulayıcı ama Iraklılarla ya da Irak'ın gerçek insanlarla dolu bir yer olmasıyla ilgilendiğine dair hiçbir işaret görmedim. Bu onun için sadece bürokratik ve siyasi bir meydan okumaydı." McGurk ile birlikte Bağdat'ta bulunan bir eleştirmen onu Makyavelli'nin reenkarne olmuş hali olarak tanımlıyor. "Zeka artı hırs artı ne pahasına olursa olsun yükselmek için mutlak acımasızlık." [....] McGurk geldiğinde elçilikte bulunan bir ABD'li diplomat onun istikrarlı ilerleyişini hayret verici buluyor: "Brett sadece İngilizce konuşan insanlarla görüşüyor. ... Hükümette İngilizce bilen dört kişi falan var. Ve bir şekilde şimdi Irak'ın kaderine karar vermesi gereken kişi o mu oldu? Bu nasıl olabildi?" McGurk'ten hoşlanmayanlar bile onun müthiş bir zekaya sahip olduğunu ve çok çalışkan olduğunu kabul etmek zorundaydı. Aynı zamanda yetenekli bir yazardı, Yüksek Mahkeme Başyargıcı William Rehnquist'in katipliğini yapmış olması şaşırtıcı değildi. Yükselişi, Nuri El Maliki adlı Iraklı bir politikacının yükselişini yansıtıyordu; bir kariyerist diğerine yardım ediyordu. Bu McGurk'ün ve Irak'ın trajedisi. [....] McGurk'ü eleştirenler, Arapça bilmediği için El Maliki'nin toplantılarda söylediklerinin mezhepçi tonlarını en başından beri ayırd edemediğini söylüyor. Çevirmenler sansürledi ya da yetişemedi. Irak'taki pek çok Amerikalı gibi McGurk de etrafında olup bitenlere karşı sağırdı. El Maliki, ABD'nin yaptığı iki hatanın sonucuydu. McGurk'ün bu hatalarla ne kadar ilgisi olduğu ise tartışmalı. İlk hata Irak'ı yönetmek için "Yüzde 80 Çözümü" idi. Sünni Araplar, kanlı bir isyan başlatmışlardı ama nüfusun sadece %20'sini oluşturuyorlardı. Teoriye göre Irak'ı Kürtler ve Şiilerle birlikte yönetebilirdiniz. İkinci hata ise Şiileri, İran'ın desteklediği sertlik yanlısı dini partilerle özdeşleştirmek oldu. Dinci Dava Partisi'nin bir üyesi olan El-Maliki bundan faydalandı. Mayıs 2022'de HuffPost'ta Akbar Shahid Ahmed tarafından kaleme alınan "Biden'ın Üst Düzey Orta Doğu Danışmanı 'Evi Yaktı ve Yangın Hortumuyla Ortaya Çıktı'" başlıklı yazıda McGurk, adının açıklanmasını istemeyen bir meslektaşı tarafından "şimdiye kadar gördükleri en yetenekli bürokrat, ancak şimdiye kadar gördükleri en kötü dış politika muhakemesine sahip" olarak tanımlanıyor. McGurk, Biden yönetimindeki diğerleri gibi, tuhaf bir şekilde İsrail'in soykırım kampanyasını durdurmaya çalışmak yerine ondan sonra geleceklere odaklanmış durumda. McGurk insani yardımın engellenmesini ve tüm İsrailli rehineler serbest bırakılana kadar Gazze'deki çatışmalara ara verilmesini önerdi. Biden ve en yakın üç politika danışmanı, İsrail'in Gazze'yi yerle bir etmeyi bitirmesinin ardından Filistin Yönetimi'nin - Filistinlilerin çoğu tarafından nefret edilen İsrail kuklası rejim - Gazze'nin kontrolünü ele geçirmesi çağrısında bulundu. İsrail'e 7 Ekim'den bu yana iki devletli çözüm yönünde adımlar atması çağrısında bulundular ki bu plan Netanyahu tarafından Biden Beyaz Saray'ına yönelik aşağılayıcı bir azarlamayla reddedildi. Biden Beyaz Sarayı, İsrail ile ilişkileri normalleştirmek, Gazze'nin yeniden inşasına yardımcı olmak için lobi yapan İsrailliler ve Suudilerle konuşmaya, en iyi ihtimalle akla sonradan gelen Filistinlilerden daha fazla zaman harcıyor. HuffPost'un haberine göre McGurk'ün "Kudüs-Cidde Paktı" olarak adlandırdığı çok gizli bir belgede özetlenen, Filistin direnişini sona erdirmenin anahtarının Riyad'da bulunduğuna inanıyor. 20 Ocak'ta Suriye'nin başkenti Şam'da bir yerleşim bölgesine düzenlenen ve İran Devrim Muhafızları'ndan beş askeri danışmanın ölümüne neden olan füze saldırısı ile 21 Ocak'ta Güney Lübnan'da Hizbullah'ın iki üst düzey üyesinin ölümüne neden olan insansız hava aracı saldırısı da dahil olmak üzere İsrail'in kana susamışlığını engelleyemiyor ya da engellemek istemiyor. 21 Ocak'ta Irak'ın batısındaki militanlar tarafından fırlatılan, Esad Hava Üssü'nde görevli ABD personelini hedef alan balistik füze ve roketlerin de gösterdiği gibi İsrail'in bu provokasyonları cevapsız kalmayacaktır. Gazze'deki katliam sona erdiğinde İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki diplomatik bir anlaşmanın bölgesel istikrarın anahtarı olacağı yönündeki Alice Harikalar Diyarında fikri şaşırtıcıdır. İsrail'in soykırımı ve Washington'un suç ortaklığı, özellikle Küresel Güney ile Müslüman dünyasında ABD'nin güvenilirliğini ve etkisini parçalıyor. Aileleri yok edilen ve evleri yıkılan öfkeli Filistinlilerin intikam peşinde koşacakları yeni bir nesli garanti altına alıyor. Biden yönetimi tarafından benimsenen politikalar sadece Arap dünyasındaki gerçekleri görmezden gelmekle kalmıyor. Aynı zamanda İsrail lobisi tarafından satın alınan ve parası ödenen Kongre ile Biden Beyaz Sarayı'nın ne hayal ettiğini daha az umursamayan aşırılık yanlısı bir İsrail devletinin gerçeklerini de görmezden geliyor. İsrail'in yaşayabilir bir Filistin devleti kurmak gibi bir niyeti yoktur. İsrail'in amacı 2.3 milyon Filistinlinin Gazze'den etnik olarak temizlenmesi ve Gazze'nin İsrail tarafından ilhak edilmesidir. İsrail'in Gazze'yle işi bittiğinde ise, İsrail'in neredeyse her gece baskınlar düzenlediği ve 7 Ekim'den bu yana binlerce kişinin suçsuz yere gözaltına alınıp tutuklandığı Batı Şeria'ya yönelecektir.  Biden Beyaz Saray'ında şovu yönetenler fantastik bir hayalin peşinden koşuyor. Bu dört kör farenin önderlik ettiği ahmaklık yürüyüşü, Filistinlilerin çektiği korkunç acıları devam ettirmekte, bölgesel bir savaşı körüklemekte, ABD'nin Orta Doğu'da yirmi yıldır süren askeri fiyaskolarının başka bir trajik ve kendi kendini yenilgiye uğratan bölümünün habercisi olmaktadır. Görsel: Kan Kardeşleri - Mr. Fish yaptı

Almanya’da yüz binlerce antifaşist sokakta

Almanya’nın birçok şehrinde Nazi partisi AfD’ye ve ırkçılığa karşı yapılan gösterilere yüz binlerce antifaşist katıldı. Almanya genelinde göstericilerin sayısı bir milyonu aştı. Protestoların nedeni, AfD politikacılarının çeşitli göçmen karşıtı / sağcı kişi ve gruplarla birlikte milyonlarca göçmeni ülkeden kovma planları yapmasıydı. Büyük mücadele dalgası Cuma günü başlayan gösterilerin en büyüklerinden biri Hamburg’da yapıldı. Yaklaşık 160.000 antifaşistin katıldığı gösteri, izdihamdan kaynaklı güvenlik gerekçesiyle vaktinden önce sona erdirildi. Cumartesi günü de Almanya genelinde düzenlenen ve en büyükleri Frankfurt am Main, Hannover, Dortmund ve Braunschweig şehirlerinde gerçekleştirilen ırkçılık karşıtı gösterilere yaklaşık 300.000 kişi katıldı. Pazar günü Münih'te düzenlenen gösteriye, 250.000 kişinin katıldığı tahmin ediliyor. Bu gösteri de izdihamdan kaynaklanan güvenlik gerekçesiyle vaktinden önce sona erdirildi. Berlin'de de 100.000 kadar kişi sokağa çıktı; kalabalığın giderek artması nedeniyle göstericilere ayrılan alan giderek genişletildi.  Köln'deki gösteriye yaklaşık 70.000, Bremen'deki gösteriye ise 45.000 kişi katıldı. Saarbrücken, Görlitz, Cottbus ve çok sayıda başka şehirde de gösteriler düzenlendi. Eski Doğu Almanya eyaletlerinde de yüz binlerce insan AfD ve ırkçılığa karşı sokaklardaydı. Dresden'de yaklaşık 50.000, Leipzig'de 40.000'den fazla ve Chemnitz'de yaklaşık 12.000 olmak üzere sadece Saksonya'da toplam 110.000 kadar kişi gösterilere katıldı. Göstericiler “Her yerde insan düşmanlığına karşı”, "Tüm Berlin AfD’den nefret ediyor” ve "Hep birlikte faşizme karşı” sloganları atarak, “Sessiz kalan onaylar”, “Nazilere defolun!”, “Bir daha asla!”, “Aşırı sağı seçmek Alternatif değildir”, "AfD – Almanya’nın kâbusu" ve Nazi döneminde gönderme yapan "Kahverengi şişeler çöpe aittir, parlamentoya değil" yazılı pankartlar taşıdı. Ne olmuştu? Bir süre önce, Kasım 2023’de bazı AfD politikacılarının, bazı Hristiyan Demokrat Partisi üyelerinin ve sağcı işadamlarının, Almanya'nın Postdam şehrinde milyonlarca göçmen kökenli insanın Almanya'dan zorla sınır dışı edilmesini öngören plan üzerine gizlice görüştükleri ortaya çıkmıştı. Avusturya'daki aşırı sağcı "Kimlikçi Hareketi"nin eski lideri Martin Sellner'in de katıldığı toplantıda, Almanya vatandaşı olup olmadığına bakılmaksızın, sözde “Avrupa kültürünü” benimsemediği iddia edilen göçmenlerin sınır dışı edilmesi tartışılmıştı. Bu görüşmenin ortaya çıkması üzerine AfD'nin kapatılmasına ilişkin tartışmalar başlamış, milyonlarca antifaşist AfD'ye ve ırkçılığa karşı tepki için göstermek için sokaklara çıkmıştı. Kapitalizmin 2008 yılında girdiği ve giderek derinleşerek süren krizi, dünyanın birçok ülkesinde otoriter/sağ hükümetlerin iktidara gelmesine ya da sağcı/faşist partilerin giderek kuvvetlenmesine neden olmuştu. Almanya’da da gelecek kaygısına ve umutsuzluğa kapılan çok sayıda insan AfD tarafından örgütlenmiş, bu Nazi partisinin oyları ülke genelinde %20’lere, doğu eyaletlerinde ise %30’lara kadar yükselmişti.

İsrail, Gazze ve Batı Şeria'ya terör saçıyor

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İsrail'in “iki devletli çözüme” asla izin vermeyeceği gerçeğini ortaya koydu. Kendisi, "Gelecekteki herhangi bir düzenlemede İsrail'in, Ürdün Nehri'nin batısındaki tüm toprakların güvenlik kontrolüne ihtiyacı var" dedi. Sözleri, Beyaz Saray'ın İsrail'in iki devletli çözüme ulaşmak için çalışması gerektiğine dair güvencelerinin yalan olduğunu ortaya koyuyor. ABD'nin bunları yapmasının tek nedeni, Filistin'e verilen desteğin Ortadoğu'da kendi çıkarlarını tehdit eden daha geniş bir isyanı tetiklemesinden korkması. Netanyahu'nun sözleri, İsrail devletinin Gazze'deki Filistinlileri katlettiği ve Batı Şeria'ya terör yaydığı bir dönemde geldi. Birleşmiş Milletler'in yeni raporuna göre Gazze'deki Filistinliler şu anda dünya çapında kıtlık veya felaket düzeyinde açlık çeken insanların yüzde 80'ini oluşturuyor. Gazze'deki herkesin en azından aç olduğu, nüfusun dörtte birinin şu anda açlıktan öldüğü ya da yeterli yiyecek alamadığı söyleniyor. BM Acil Yardım Koordinatörü Martin Griffiths, açlık riskiyle karşı karşıya olan 400 bin Filistinlinin "sadece kıtlık riski altında değil, aslında kıtlık içinde" olduğunu vurguladı. Gazze'de beş yaşın altındaki yaklaşık 335 bin çocuğun tamamı, büyümelerini engelleyebilecek ciddi yetersiz beslenme riskiyle karşı karşıya. Yardımın sınırı geçerek Gazze'ye geçişini engellemeye çalışan İsrail devleti bu durumu planladı. İsrail devleti planlanan teslimatların yalnızca yüzde 21'ine izin verdi. Gıda ve diğer malzemeleri içeren 24 teslimattan yalnızca beşi Gazze'nin kuzeyindeki varış noktalarına ulaşabildi. BM, yardım kamyonlarına yönelik yavaş inceleme sürecinin ve İsrail'in sınır geçişlerini açma konusundaki isteksizliğinin krizi daha da kötüleştirdiğini söyledi. Bir milyondan fazla Filistinli, İsrail'in bombalarından kaçmayı deneyerek Refah şehrine kaçtı. Bu kadar çok insan bölgeye akın etmek zorunda kalırken, BM'nin insanlara vereceği çadırlar hızla tükendi. Artık çoğu kişi ellerine geçen her türlü malzemeden çadır yapmak zorunda kalıyor. Salam Al-Sinwar ailesiyle birlikte Refah'a kaçtı. Kendilerine çadır verilmeden önce üç gün boyunca sokakta uyumaya zorlandıklarını söyledi: "Refeh'e vardığımızda biri bize bu çadırı getirene kadar üç gün sokaklarda kaldık. “Burada kumun altından çıkan böcekler var ve hava dondurucu soğuk. Yetişkinler bu havayla, özellikle de geceleri baş edemiyor; peki çocuklar nasıl baş edebilir ki? “Çocuklarım hasta. Her zaman üşüyorlar ve açlar. Yiyecek almaya paramız yetmiyor, bu yüzden yardım kamyonlarıyla yiyecek getirmelerini bekliyoruz. Yemek yemek, su içmek istemiyorum. Tek istediğim çocuklarım için yiyecek ve temiz su.” Durum, İsrail'e ve onun Beyaz Saray ile Londra'daki emperyalist destekçilerine karşı harekete geçmenin gerekliliğini ortaya koyuyor. --- 'Asker ve yerleşimci korkusuyla yaşıyoruz' Yasmeen, kocası ve iki küçük çocuğuyla birlikte Batı Şeria'daki Ramallah yakınlarındaki küçük bir köyde yaşıyor. Geçen yıl İsrail askerlerinin evine habersizce baskın yapmasının ardından hâlâ travma yaşıyorlar. "İsrail askerleri gece yarısı evime girdi" dedi ve şöyle devam etti: “Askerleri köpekleri ve silahlarıyla görür görmez çpcuklar çığlık atmaya ve ağlamaya başladı. “Oğlum o geceden sonra hâlâ köpeklerden korkuyor ve artık bensiz uyumak istemiyor. Bebeklerimiz silah görmemeli. Oynuyor olmalılar. “Görme engelliyim ve askerlere neden evime geliyorsunuz diye sordum. Biz nasıl bir tehdidiz?” “Askerler baskınlarını, keskin nişancılı kişileri aradıklarını söyleyerek gerekçelendirdi. İsrail askerleri köyümüzde başkalarının da evlerine baskın yaptı, hatta insanların mobilyalarını bile yok ettiler.” “Yerleşimcilerden gerçekten korkuyoruz. Köye geldiklerinde seni öldürmek istediklerini biliyorsun. Akşam 20:00'den sonra herkes evlerinin kapısını kilitliyor ve yerleşimcilerin gelip çocuklarını öldürmemesini umuyor. Yasmeen, Batı Şeria'nın her yerinde Filistinlilerin yerleşimcilerden ve askerlerden gelecek saldırı korkusuyla yaşadığını da sözlerine ekledi:  "Çocuklarıma ilaç ve bebek bezi almak için Ramallah'a gittim. “Pazarda alışveriş yaparken İsrail askerleri üzerimize ateş açtı. Ölmekten korkmuyordum ama çocuklarımı bırakmaktan korkuyordum. Ben olmasaydım hayatlarının nasıl olacağını düşündüm. “Benim hissettiklerimi hissetmelerini istemedim. Bir yerleşimci, babamı öldürdü. Onu kalbinden vurdu ve orada öldü. Onu kaybetmenin acısı beni hiç terk etmedi. Sanırım yaşadığım sürece de orada olacak.” Ancak Yasmeen, İsrail saldırılarının direnişi artıracağını söylüyor: "İnsanları hayatları boyunca bir şişeye hapsederseniz, bir gün özgür olmaya çalışacaklardır."

Kıbrıs'taki protestoda Yemen'e karşı kullanılan İngiliz üssü kınandı

Kıbrıs'taki Akrotiri üssü, aynı zamanda İsrail'e silah ve bomba tedarik etmek için kullanılıyor. Güney Kıbrıs'ta mücadele sosyalistlerden Demetrios Hadjidemetriou yazdı. 15 Aralık günü binden fazla kişi Kıbrıs'taki Akrotiri İngiliz RAF üssü önünde gösteri yaptı. Bu üs birkaç gün önce Yemen'e yapılan İngilitere saldırılarında kullanılmıştı. Gençlerden ve şu anda Kıbrıs'ta yaşayan çok sayıda Filistinliden oluşan bir topluluk vardı. Akrotiri'deki üs, İsrail'e Gazze'deki Filistinlileri öldürmek ve yok etmek için kullanılan silahları bombaları tedarik etmek için kullanılıyor. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Christodoulides, İngiliz yetkililerin Yemen bombardımanı için kendisini bilgilendirmediğini ya da kendisinden izin istemediğini söyledi. Ancak bu uçuşları kınamayı reddetti. Kıbrıs Barış Konseyi'nin çağrısıyla yapılan protesto, Akrotiri üssü önünde düzenlenen ilk gösteri oldu. Daha önceki gösteriler şehir merkezlerinde düzenlenmişti. Atılan sloganlarda İngiliz üslerinin Kıbrıs'tan tamamen kaldırılması, Gazze'de ateşkes sağlanması ve soykırıma son verilmesi talep edildi. Yürüyüşçüler İngiliz, ABD ve Kıbrıs hükümetlerini Filistin halkına karşı işlenen vahşetin ortağı olmakla suçladı. Konuşmacılar arasında, İsrail'in Gazze'nin güneyinde neredeyse tüm ailesini nasıl öldürdüğünü anlatan ve şu anda Kıbrıs'ta yaşayan Filistinli genç Şadi de vardı. Güvenli bir yer bulma umuduyla Gazze'nin kuzeyinden taşınmışlar ve toplam 72 kişinin yaşadığı bir evde ellerinden geldiğince yaşamaya çalışmışlar. Shadi, 19 Aralık'ta kardeşinden gelen bir telefonla İsrail'in evlerini bombaladığını ve anne babası da dahil olmak üzere neredeyse herkesin öldüğünü öğrendi. Sadece iki kardeşi hayatta kalmış. Miting için üssün dışında barışçıl bir şekilde dururken, üssün içinden bir insansız hava aracı bizi gözetliyordu - şüphesiz filme alıyor ve fotoğraf çekiyorlardı.

Apartheid hayaleti İsrail’e musallat olmak ve Filistinlilere umut vermek üzere geri döndü

Eski bir apartheid karşıtı aktivist olan Güney Afrikalı gazeteci Tony Karon, Güney Afrika’nın Filistin’e verdiği desteği yazdı.  Bir hayalet uzun zamandır İsrail’in üzerinde dolanıyor: Güney Afrika’nın hayaleti. Özel olarak İsrailli liderler dünyanın Filistinlilerin ezilmesini bir apartheid sistemi olarak tanımasının, Güney Afrika’daki beyaz azınlığı yönetimi sistemine son vermeye yardımcı olan uluslararası izolasyonun İsraile’e dönük olarak da dayatılabileceğini düşünmesinden korkarlardı. Ancak, çok az İsrailli lider bu uyarının Lahey’de soykırım iddiasıyla açılan bir Güney Afrika hukuk davası biçiminde ortaya çıkacağını düşünürdü. BM Genel Kurulu’ndaki son oylama, uluslararası toplumun büyük çoğunluğunun İsrail’in Gazze’deki acımasızlığı karşısında dehşete kapıldığını ancak harekete geçmekten aciz olduğunu gösterdi. Sanki, İsrail ABD’nin konuşulmayan ama genel kabul gören ayrıcalığı tarafından korunuyor. Elbette, Güney Afrika’nın eylemini daha da dikkate değer hâle getiren İsrail’i soykırımla suçladığınızda, onun koruyucusu ve diplomatik destekçisi ABD’yi de bütün suçlara ortak olma suçuyla bilfiil suçladığınız gerçeği.  Peki, Güney Afrika bu cesur adımı niye attı?  Merhum başkan Nelson Mandela, 1997’de “Bizim özgürlüğümüz Filistinlilerin özgürlüğü olmadan tamamlanmamıştır” dediğinde halkı adına bir ahlaki sorumluluk üstlenmişti. Afrika Ulusal Kongresi (ANC), Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) apartheid’ın aşağılama ve baskısından özgürleşme çabalarında aktif destek veren yakın bir müttefik olarak görüyordu. Güney Afrika, 1990’ların başında kendi mücadelesi ve uluslararası destek aracılığıyla özgürleşince, Mandela artık Filistinlilerin ve kendi kaderlerini tayin etmek için savaşan diğer güçlerin haklarının güvence altına alınmasının zamanı geldiğine inanmaya başladı.  Bu ilişki, 1960’larda ANC bağlantısızlar hareketinin ve kendini hâlâ bağımsızlık için savaşan kurtuluş hareketlerine yardım etmeye adayan daha radikal Tricontinental konferansının bir parçasıyken başladı.  ANC, gelişmekte olan ülkelerdeki, bazıları şu anda iktidarda olan, diğerleriyse hâlâ kurtuluş mücadelesi veren devrimci hareketlerden oluşan bir ağ içinde faaliyet gösteriyordu. Müttefikleri yeni özgürleşmiş Angola ve Mozambik’ten Küba’ya, Cezayir’e, Etiyopya’ya, Vietnam’a ve ötesine kadar uzanıyordu. Ancak Filistinliler, bu isyan gökkubbesinin vatansız aydınları, Güney Afrika’da özgürlük mücadelesi verenlerin kalplerinde hep özel bir yere sahip olmuştur. Bunun sebebi her iki mücadelenin de, birbirleriyle yakın ittifak içindeki şiddetli, yerleşimci-sömürgeci rejimlerle karşı karşıya gelmesiydi.  Güney Afrika solunda yer alan genç bir siyonistken bile -bu kimliğin yanılsamaları saçmalıklarının ağırlıkları altında çökmeden ve yolum ANC’ye katılmakta bulmadan önce- apartheid karşıtı eğilimlerim İsrail’in apartheid rejiminin en yakın müttefiki olması konusunda beni özellikle rahatsız ediyordu. İsrail 1976'da, İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler'in askeri-istihbarat servisi Abwehr ile bağlantılı paramiliter bir sabotaj örgütünde çalıştığı için hapse atılmış açık bir Nazi olan Güney Afrika başbakanı John Vorster'i ağırladığında çoğumuz dehşete düşmüştük.  Daha sonra, İsrail’in BM silah ambargosunu ihlal eden Güney Afrika ile silah anlaşmaları yaptığı, hatta nükleer silah geliştirme konusunda işbirliği yaptığı ortaya çıkınca dehşetimiz daha da büyüdü.  İki yıl sonra bir tanıdığım bana Güney Afrika’daki askerlik görevi sırasında nasıl önemli bir görev elde ettiğini anlattığında endişem daha da derinleşti. Yahudi okulunda aldığı eğitim sayesinde İbranice ve Güney Afrika dilini akıcı bir şekilde konuşması Güney Afrika Savunma Kuvvetleri’nde sessizce görevlendirilen İsrailli yetkililere tercümanlık yaptığı bir göreve getirilmesini sağlamıştı.  1978 gibi erken bir tarihte, Güney Afrika’dan Habonim kibutzuna göç eden ateşli Siyonistler, Batı Şeria ve Gazze’nin kalıcı işgalinin, İsrail’in vatandaşlık hakkını reddettiği milyonlarca Filistinliyi yönettiği bir apartheid rejimi anlamına geldiğini anlatmıştı.  O hâlde, apartheid'a karşı paralel mücadeleler ile Aimé Césaire'in vaat ettiği gibi hem sömürgecinin hem de sömürgeleştirilenin insanlığını yeni bir aidiyet topluluğu içinde kurtaracak bir sömürgesizleştirme umudu arasındaki bağlantıyı görmek zor değildi. ANC, apartheid yerine, içinde yaşayan herkese güvenlik, haysiyet, özgürlük ve eşitlik sağlayan yeni bir devleti geçirmek için savaşıyordu. Biz de İsrail apartheid’ının yerine nehirden denize her yerde yaşayanlar için bunları garanti altına alacak yeni bir sistem geçirme mücadelesini destekledik.  Ancak içinde yetiştiğimiz bağlantısızların üçüncü dünya politikası, 1989'dan itibaren Berlin Duvarı'nın yıkılması ve neoliberal ABD tek kutupluluğunun başlamasıyla büyük ölçüde söndü. Bu dönem, ABD'nin uluslararası toplumun İsrail-Filistin meselesinin tartışmasız sahibi olduğunu iddia ettiği ve İsrail'in uluslararası hukuka uymasını sağlamaya yönelik her türlü girişimi, hayali bir "iki devletli çözüm" için "yararsız" olarak niteleyip savuşturduğu bir dönemdi. Böylece otuz yıldır devam eden apartheid işgalinin ve İsrail'in mevcut savaş suçları çılgınlığının temelini oluşturan fütursuz cezasızlığın kökenleri ortaya çıktı. İsrail, sistematik suçluluğu için ABD'nin koşulsuz desteğine güvenebilir. Ve "teröre karşı savaşında" ve Irak işgalinde uluslararası hukuku alenen çiğneyen akıl hocası ABD'nin izinden gitmekte kendini rahat hissedebilir. Belki de Güney Afrika'nın bu noktadaki dayanışması, ABD'nin itirazlarına rağmen, Washington'un tek kutuplu hegemonyasını uygulama kabiliyetindeki gerilemeyi de yansıtmaktadır. Uluslararası Adalet Divanı'nda İsrail'e karşı açılan soykırım davası, dünyanın geri kalanına değerlere dayalı bir dayanışmanın yeniden bir seçenek olabileceğine dair bir çağrıdır ve farklı bir dünya düzeninin mümkün olduğunu göstermektedir. Tony Karon (The Guardian)

Lahey'de 2. gün: İsrail Gazze'deki katliamı yüzsüzce savundu

Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) soykırım suçlamasıyla yargılanan İsrail, davacı Güney Afrika'yı suçladı. Gazze'de yaşayanların topyekun katliama maruz bırakılmasını "kendini savunma hakkı" olarak sundu. Hollanda'nın Lahey kentindeki mahkemenin ikinci günü İsrail devletinin savunmasıyla geçti.  Mahkeme salonunun önünde Filistin halkını destekleyenler yine seslerini yükseltti. Aralarında siyonizme karşı Yahudiler de vardı. Hep birlikte Güney Afrika'ya destek verdiler ve Gazze'ye saldırıların durdurulması talebini dile getirdiler. Aynı anda İsrail ordusu saldırılarına devam etti: Filistin Kızılay'ı, İsrail'in Deir el-Balah'ın el-Maşa'la bölgesine düzenlediği hava saldırısında 9 Filistinlinin öldüğünü, 13 kişinin de yaralandığını bildirdi. Save the Children örgütü, en az 10 bin çocuğun, yani Gazze'deki toplam çocuk nüfusunun yüzde 1'inin öldürüldüğünü söyledi. Siyonizme karşı Yahudiler Gazze'deki katliamı mahkeme önünde protesto etti. Soykırımcıların argümanları İsrail'i temsil eden avukatlar savunmalarını şöyle yaptı: ► 'Güney Afrika taraflıdır. Hamas ile ile ilişkileri vardır.' Burada Batı devletlerinin Hamas'ı terör listesine aldıklarına dayanarak kendi eylemlerini meşrulaştırmak istediler. Oysa G. Afrika'nın İsrail ile de ilişkileri vardı ve duruşmanın ilk gününde İsrail'in davaya katılmasını teşekkürle karşılamışlardı. Hamas ise 2006'da gerçekleşen seçimlerde Gazze'de çoğunluğun oylarını almıştı. İsrail'in ablukası ve saldırıları nedeniyle tekrar seçim olmadı. ► İsrail savunması, Filistin direniş güçlerinin Gazze ablukasından çıkıp İsrail yurttaşlarını öldürmesine odaklandı. 7 Ekim 2023'te düzenlenen Hamas saldırısında ölü sayısı 1.139 kişiydi. Bunun üzerine Gazze'ye yapılan ağır bombardımanlarda 23 bin 700'den fazla kişi sivil öldürüldü. İsrail avukatları, bir halkın topluca cezalandırılması suçlamasına yanıt vermedi. ► Siyonist işgalcilerin tarihsel argümanı olan, korsan devlet İsrail'in kendini savunma hakkı savunmanın merkezine konuldu. Elbette yalanlarla. İsrail avukatları, sivilleri koruduklarını ve hastaneleri vurmadıklarını iddia etti. ► İşgalcilerin yoğunlaştığı nokta UAD'ın ara kararında Gazze'ye yapılan askeri saldırıların durdurulmasının çıkmasını engellemekti. Mahkemenin alabileceği geçici tedbirlerden korktuklarını ve tanımayacaklarını üstü örtülü bir şekilde dile getirdiler. ► Hamas'ın elindeki rehinelerin fotoğraflarını gösterdiler. Rehinelerin aileleri kitlesel eylemlerle aşırı sağcı Netanyahu hükümetini suçluyor ve Gazze'ye yapılan askeri harekatın durdurulmasını istiyor. Duruşmayı takip eden birçok kişi İsrail'in yarattığı vahşeti soğukkanlılıkla savunmasına hayret edip, tepki gösterdi. Mahkeme ara kararını bir kaç gün içinde açıklayacak. Gerçekleşmekte olan bir soykırımı durdurmak, insanlığın geleceği için acil bir görevdir. Filistin'e Özgürlük Platformu'na katılalım. Küresel dayanışmayı ve mücadeleyi  büyütelim. Soykırım bir daha asla!

ABD ve İngiltere Yemen'i vurdu; emperyalist ittifak saldırıları artırmak istiyor

ABD ve İngiltere, Yemen'de birçok noktayı vurdu. Saldırının hedefindeki Husi savaşçıları, Gazze'ye desteğe ve İsrail'e giden gemileri hedef almaya devam edeceklerini duyurdu. Başkent Sana ve birçok bölge gece yarısı iki emperyalist devletin orduları tarafından bombalandı. Hedef alınan 76 nokta arasında havaalanları, askeri üsler var. Saldırı havadan ve denizden yapıldı. Batı destekli ve Suudi liderliğindeki koalisyona karşı yaklaşık on yıl süren savaşın ardından Yemen'in çoğunu kontrol eden Husi hareketi, İsrail'e karşı savaşında Hamas'ın güçlü bir destekçisi. Ayrıca İran ile siyasi ittifak halinde. Husiler, Kızıldeniz'de Batı'ya ait birçok gemiyi hedef almış, bazı gemileri ele geçirmişti. Uluslararası tedarik zincirini alt üst eden bu eylemler karşısında ABD liderliğinde emperyalist savaş ittifakı kuruldu. Kızıldeniz, dünya nakliyesinin yaklaşık yüzde 15'ini oluşturan Avrupa ile Asya arasındaki önemli bir güzergahta bulunuyor. ABD, İngiltere, Avustralya, Bahreyn, Kanada, Danimarka, Almanya, Hollanda, Yeni Zelanda ve Güney Kore'den yapılan ortak açıklamada, "amacın Kızıldeniz'de gerilimi azaltmak ve istikrarı yeniden sağlamak" olduğu belirtildi. Yemen'e 2016'dan bu yana gerçekleştirilen bu ilk saldırı gerilimi azaltmak bir yana Gazze merkezli savaşın daha geniş bir alana yayılmasına neden olabilir. Husi askeri sözcüleri, saldırılarda 5 ölüm ve 6 yaralanma olduğunu duyurdu. Sivil kayıp ise bildirilmedi.  Saldırı sonrası petrol fiyatları tırmanışa geçti. Brent petrolün varil fiyatı 80 dolara dayandı. Emperyalist ittifaktan yapılan açıklamalara bakıldığında Yemen'e saldırıların artarak devam edeceği anlaşılıyor. 2015 yılından bu yana süren Yemen'deki savaşta 400 bin yakın insanın hayatını kaybetmişti. İç savaş rakip emperyalist devletler ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçlerin katılımıyla küresel bir çatışma alanına dönüşmüştü.

Tarihi bir günün notları: 'Soykırımı durdurun'

Güney Afrika'nın İsrail'e karşı açtığı soykırım davası Lahey'de başladı. Dışarıda Filistin halkıyla dayanışanlar, içeride işgal ve savaş suçlarının hesabını soranlar vardı. Hollanda'nın Lahey kentinde bulunan Uluslararası Adalet Divanı'nda tarihi duruşmalar başladı. İsrail'in Gazze'deki eylemlerinin aleni bir soykırım olduğunu 84 sayfalık sağlam ve delillendirilmiş bir şekilde dile getiren ve davayı açan, apartheid rejimini mücadeleyle yıkan Güney Afrika oldu. Filistinliler duruşmadan önceki akşam, soykırım davasına destek için işgal altındaki Batı Şeria'daki Ramallah kentindeki Nelson Mandela Meydanı'nda toplandı. Gazze'deki birçok insanın kulağı ve kalbi Lahey'deydi. Fakat İsrail, gün boyunca saldırılarına devam etti. Lahey'de mahkemenin bulunduğu Barış Sarayı önünde toplanan birçok ülkeden işgal karşıtı eylemciler Gazze'deki katliamı protesto etti. Davanın sürdüğü salonda dışarıdan gelen slogan sesleri duyuldu: "Durdurun, soykırımı durdurun", "Hepimiz Filistinliyiz", "İsrail'i boykot edin..." El Cezire muhabirlerinin duruşmanın ilk gününde yaşananlara dair notları şöyle: ► Kayıt memuru Güney Afrika'nın İsrail'e karşı açtığı davanın içeriğini okudu: "Başlıca madde, İsrail'in Gazze'deki askeri operasyonlarını derhal durdurması gerektiğidir. İsrail saldırılarında 7 Ekim'den bu yana 23 binden fazla Filistinlinin öldürüldüğünü ve yaklaşık 60.000 Filistinlinin yaralandığını hatırlatalım." ► Güney Afrika'nın Hollanda büyükelçisi söz aldı. Vusimuzi Madonsela konuşmasına şöyle başladı: “Güney Afrika, 1948'den bu yana İsrail'in sömürgeleştirme yoluyla Filistin halkının devam eden Nakba'sını tanıdı.” “Güney Afrika, İsrail Devleti'nin soykırım eylemleri ve kararlarının 1948'den bu yana Filistin halkına karşı gerçekleştirilen yasadışı eylemler dizisinin bir parçasını oluşturduğunu kabul ediyor." "Başvuru, İsrail'in soykırım eylemlerini ve buna verilen izinleri, 75 yıllık apartheid, 56 yıllık işgal ve Gazze Şeridi'ne uyguladığı 16 yıllık kuşatma bağlamında daha geniş bir çerçeveye oturtuyor.” ►Güney Afrika Adalet Bakanı Ronald Lamola davanın açılış konuşmasını yaptı: “Filistin halkına elimizi uzatırken, bunu insanlığın bir parçası olduğumuzun bilinciyle yapıyoruz. Bunlar kurucu başkanımız Nelson Mandela'nın sözleriydi; Güney Afrika, 1998'de Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme'ye bu ruhla katıldı." “Sözleşmenin taraflarından biri olarak bu mahkemeye bu ruhla yaklaşıyoruz. Bu herkese, Filistin halkına ve İsraillilere verilmiş bir taahhüttür.” “Filistin ve İsrail'deki şiddet ile yıkım 7 Ekim 2023'te başlamadı. Filistinliler, 76 yıldır, bu yana her gün sistematik baskı ve şiddete maruz kalıyor." "İsrail, Gazze Şeridi'nde 2004'ten bu yana hava sahası, karasuları, kara geçişleri, su, elektrik ve sivil altyapının yanı sıra kilit hükümet işlevleri üzerinde kontrol uygulamaya devam ediyor." “Bir devletin topraklarına yapılan hiçbir silahlı saldırı, ne kadar ciddi olursa olsun, vahşet suçlarını içeren bir saldırı bile, ister hukuk ister ahlak meselesi olsun, sözleşme ihlallerine gerekçe veya savunma sağlayamaz." “İsrail'in 7 Ekim saldırısına verdiği yanıt bu çizgiyi aştı ve sözleşmenin ihlal edilmesine yol açtı.” “Bu tür kanıtlarla karşı karşıya kalan ve Sözleşme'nin 1. maddesinde yer alan soykırımı önlemek için elimizden geleni yapma görevimiz karşısında Güney Afrika hükümeti bu davayı başlattı." ► Güney Afrika'nın davasını temsil eden avukatlardan Adila Hassim söz aldı: "Bu, Soykırım Sözleşmesi'nin önsözünde ifade edildiği gibi, ortak insanlığımızın özünü vurgulayan bir davadır." “Güney Afrika, İsrail'in soykırım tanımına giren eylemlerde bulunarak sözleşmenin 2. maddesini ihlal ettiğini ileri sürüyor. Eylemler, soykırım sonucunun çıkarılabileceği sistematik davranış kalıplarını gösteriyor.” Hassim, "çoğunlukla kimliği belirlenemeyen" cesetlerin gömüldüğü toplu mezarların fotoğraflarını gösterirken, "ilk soykırım eyleminin Gazze'deki Filistinlilerin toplu öldürülmesi olduğunu" söyleyerek devam etti: “İsrail haftada 6 bin bomba atıyordu. Güvenli olduğunu söylediği güney Gazze'ye en az 200 kez 907 kglik bomba attı." "Hiç kimse bağışlanmadı. Yeni doğmuş bebekler bile. Birleşmiş Milletler (BM) yöneticileri burayı çocuklar için bir mezarlık olarak tanımladı.” Salona gösterilen Gazze haritasına dikkat çeken Haşim şu noktaları sıraladı: Gazze, İsrail'in 1967'den bu yana işgal ettiği Filistin topraklarını oluşturan iki bölgeden biri. Yaklaşık 365 kilometrekarelik dar bir şerittir. İsrail, hava sahası, karasuları, kara geçişleri, su, elektrik ve elektromanyetik alan ile Gazze'deki bazı altyapıların yanı sıra temel hükümet işlevleri üzerinde kontrol uygulamaya devam ediyor. İsrail'in yalnızca iki geçiş noktasını işletmesi nedeniyle Gazze'ye hava ve deniz yoluyla giriş-çıkış yasaktır. Dünyanın en yoğun nüfuslu yerlerinden biri olan Gazze'de neredeyse yarısı çocuk olmak üzere yaklaşık 2,3 milyon Filistinli yaşıyor. İsrail'in Gazze'deki Filistinlilere ciddi bedensel ve zihinsel zarar vermesi Soykırım Sözleşmesi'nin 2B Maddesini ihlal etmektedir. İsrail'in saldırıları, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 60 bine yakın Filistinlinin yaralanmasına ve sakat kalmasına neden oldu. Bütün bunlar sağlık sisteminin neredeyse çöktüğü koşullarda oldu. Aralarında çocukların da bulunduğu çok sayıda Filistinli sivil tutuklanıyor, gözleri bağlanıyor, zorla soyundurulup kamyonlara yükleniyor ve bilinmeyen yerlere götürülüyor. Filistin halkının maddi ve manevi acısı inkar edilemez. ► Uluslararası Adalet Divanı Başkanı Joan Donoghue, Güney Afrika'nın İsrail'e karşı açtığı tarihi soykırım davasıyla ilgili duruşmaları başlattı. ► Güney Afrika'yı temsil eden ikinci avukat Tembeka Ngcukaitobi söz aldı: Güney Afrika, İsrail'in Gazze'deki Filistinlilere yönelik soykırım söylemine dikkat çeken tek ülke değil. 15 BM özel raportörü ve 21 BM çalışma grubu üyesi, Gazze'de yaşananların, yapım aşamasındaki bir soykırımı yansıttığı konusunda uyarıda bulundu. Gazze'deki Filistinlilere yönelik soykırım niyeti, İsrail'in askeri saldırısının yürütülme şeklinden açıkça görülüyor. 7 Ekim'den bu yana Gazze'deki Filistin nüfusunun yüzde biri sistematik olarak yok edildi ve her dört kişiden biri de yaralandı. İsrail'in siyasi liderleri, komutanları ve resmi makamlarda bulunan kişiler, sistematik ve açık bir şekilde soykırım niyetlerini beyan etti. Bu açıklamalar Gazze'de Filistinlileri ve Gazze'nin fiziki altyapısını yok etmeye çalışan askerler tarafından tekrarlanıyor. Ngcukaitobi  sosyal medyada paylaşılan ve askerlerin "Gazze silinsin" sloganı atıp şarkı söylediği bir videoyu izletti. Ve şöyle devam etti: İsrail Knesset'inde soykırım söylemi yaygındır. Knesset üyeleri defalarca Gazze'nin yok edilmesi, dümdüz edilmesi, silinmesi ve ezilmesi yönünde çağrıda bulundu. Gazze'de hiç masum olmadığını defalarca ileri sürerek, olaylara karışmayan Gazzeliler için üzülen herkese üzüldüklerini söylediler. İsrailli milletvekilleri acımasızca havadan bombalama çağrısında bulunurken, bazıları nükleer silah kullanımını savundu. Gazeteciler ve yorumcular kadınların, hamile kadınların ve bebeklerin de düşman olduğunu, Gazze Şeridi'nin mezbahaya dönüştürülmesi gerektiğini ifade etti. İsrail'in bu tür soykırım kışkırtmalarını kasıtlı olarak kınamaması, önlememesi ve cezalandırmaması, başlı başına Soykırım Sözleşmesi'nin ağır bir ihlali anlamına gelmektedir. Askerler bu dilin ve eylemlerinin kabul edilebilir olduğuna inanıyor. Çünkü Gazze'de Filistinlilerin yaşamının yok edilmesi açıkça ifade edilmiş bir devlet politikasıdır. Üst düzey siyasi ve askeri yetkililer, 1948'de Filistinlilere karşı düzenlenen Deir Yasin katliamında gazi olan 95 yaşındaki İsrail Ordusu yedek askeri Ezra Yahin'i, Gazze'deki kara işgali öncesinde askerlerle konuşması konusunda kınamadan teşvik etti. Konuşmasında, İsrail ordusunun kıyafetlerini giymiş bir halde, İsrail ordusuna ait bir araçla dolaşırken aynı duyguyu tekrarladı: 'Muzaffer olun, işlerini bitirin ve kimseyi geride bırakmayın. Bunların hafızasını silin. Onları, ailelerini, annelerini, çocuklarını silin. Bu hayvanlar artık yaşayamaz. Arap komşunuz varsa hiç beklemeyin, evine gidin ve onu vurun. Eskisi gibi değil arık işgal etmek istiyoruz. Önümüze girip yok etmek istiyoruz. Evleri yok edin, ardından tüm gücümüzle tamamen yok olacak şekilde onları yok edin. Girin ve yok edin'.” ► Profesör John Dugard söz aldı. Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki yükümlülüklerin, "bir bütün olarak uluslararası topluma karşı yükümlülükler” olduğunu hatırlatarak "bu sözleşmeye taraf devletler yalnızca soykırım eylemlerinden vazgeçmekle değil, aynı zamanda bunları önlemekle de yükümlüdür" dedi. ► Duruşma kısa bir aradan sonra devam etti. Söz Güney Afrika'yı temsil eden avukat Profesör Max du Plessis'e verildi. Gazze'deki Filistinliler, Filistin ulusal, ırksal ve etnik grubunun çok önemli bir parçası olarak, var olma hakkına sahiptir. Şu anda Gazze'de olup bitenler, iki taraf arasındaki basit bir çatışma olarak konulduğunda doğru bir şekilde gösterilmiyor. Bu yaklaşım, Filistin halkını yarım yüzyıldan fazla bir süredir baskıcı ve uzun süreli kendi kaderini tayin etme haklarının ihlaline maruz bırakan işgalci güç İsrail tarafından gerçekleştirilen yıkıcı eylemlere yol açıyor. Bu ihlaller, İsrail'in yıllardır kendisini hukukun ötesinde ve üstünde gördüğü bir dünyada meydana geliyor. Du Plessis, deçici tedbirlere ilişkin şunları söyledi: "Güney Afrika'nın Soykırım Sözleşmesi kapsamında öne sürdüğü haklar ve bunların korunması, sözleşmenin amacına uygundur. Ayrıca, Güney Afrika'nın, soykırımı gerçekleştiren veya soykırımı doğrudan kamuya açık bir şekilde kışkırtan kişilerin eylemlerini etkili bir şekilde engellemek için yetkisi dahilindeki tüm makul önlemleri almak da dahil olmak üzere soykırımı önleme yükümlülüğünün olduğu da makul bir prensiptir." "O halde açık konuşayım: Güney Afrika'nın yükümlülüğü, Gazze'deki Filistinlileri koruma ihtiyacından ve onların soykırım eylemlerine maruz kalmama yönündeki mutlak haklarından kaynaklanıyor." ► Güney Afrika'yı temsil eden diğer bir avukat Blinne Ni Ghralaigh, UAD'ye “Gazze'deki Filistinlileri İsrail'in soykırım sözleşmesini ihlal etmesinden kaynaklanan onarılamaz önyargılardan korumak için geçici önlemlere acil ihtiyaç olduğunu” söyledi. Dünya Gıda Programı'na göre şu anda Gazze'de her beş kişiden dördü kıtlık ya da felaket türünde bir açlıkla karşı karşıya. Uzmanlar, açlık ve hastalık risklerinden kaynaklanan ölümlerin, bombalamalardan kaynaklanan ölümlerden çok daha fazla olabileceği konusunda uyarıyor. Her gün ortalama 247 Filistinli öldürülüyor. Bunlar arasında her gün 48 anne, her saatte iki anne ve her gün 117'den fazla çocuk bulunuyor. Hiçbir azalma emaresi göstermeyen mevcut saldırı hızla devam ederse, her gün en az üç sağlık görevlisi, iki öğretmen, birden fazla BM çalışanı ve birden fazla gazeteci öldürülecek. Her gün ortalama 629 kişi yaralanacak. Her gün en az 10 Filistinli çocuğun bir veya her iki bacağı kesilecek, çoğuna anestezi yapılmadan."  ► Güney Afrika neden Hamas'a karşı mahkeme kararı istemiyor? Avukat Vaughan Lowe bu soruyu ele aldı: Bu dava, İsrail'in, BM Güvenlik Konseyi'nin üç hafta önce İsrail tarafından “1967'de işgal edilen toprakların ayrılmaz bir parçası” olduğunu vurguladığı Gazze'deki eylemleriyle ilgilidir. Mahkemenin de anlayacağı gibi Hamas bir devlet değildir ve Soykırım Sözleşmesi'ne taraf olamaz, bu yargılamalara da taraf olamaz. Geçmişte diğer aktörlere karşı işlenen zulümlerle ilgili olarak atılacak adımlara ilişkin sorunları ele alabilecek başka organlar ve süreçler de var. Sözleşme uyarınca hukuk gereği Güney Afrika bu mahkemeden Hamas aleyhine bir emir talep edemez. ► Güney Afrika temsilcisi Vusimuzi Madonsela mahkemeye, Güney Afrika'nın “soykırımı önlemek ve bunu Güney Afrika ve sözleşme kapsamındaki diğer tüm devletlere düşen uluslararası yükümlülüğün yerine getirilmesi amacıyla” UAD'ye geldiğini söyledi. “İsrail uluslararası yükümlülüklerini gözümüzün önünde göz ardı ederken, açık ve spesifik geçici önlemler belirtilmemesinin ve müdahale için adım atılmamasının sonuçlarının, korkarız ki, gerçekten çok vahim olacaktır: Gazze'de daha fazla soykırım eylemi riskiyle karşı karşıya olan Filistinliler için Sözleşmenin bütünlüğü, Güney Afrika'nın hakları ve Sözleşme kapsamındaki hakların etkili bir şekilde hayata geçirilmesini sağlayacak donanıma sahip olan ve yetkilerini kullanması gereken bu mahkemenin itibarı için."

Geri 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 İleri

Bültene kayıt ol