Chris Hedges: Üniversitelerde İsyan

Batı, Ukrayna'daki emperyalist savaşta daha fazla kişinin ölmesini istiyor

Rakip emperyalistler savaşırken sıradan insanlar kanlı bedeller öder. Socialist Worker'den Chalie Kimber ve Yuri Prasad, Ukrayna ile birlikte Tayvan ve Pakistan'da olanları ele alarak Batı emperyalizmini eleştirdi. Geçen hafta yapılan bir ankete göre ABD'de halkın çoğunluğu hükümetlerinin Ukrayna savaşı için daha fazla para harcamasını istemiyor. CNN tarafından yapılan ankete göre Amerikalıların yüzde 55'i artık Ukrayna için Kongre'den daha fazla fon sağlanmasına karşı çıkıyor. Bu büyük bir değişim ve ilk kez çoğunluk bu savaş için daha fazla para harcanmasına hayır diyor. New York Times'ın haberine göre savaşın başladığı Şubat 2022'den bu yana ölen ya da yaralanan Ukraynalı ve Rus askerlerin sayısı 500 bine yaklaşıyor. İsmi açıklanmayan ABD'li yetkililerden alıntı yapan gazete, Rusya'nın askeri kayıplarının 120 bin ölüm ve 170 bin ila 180 bini yaralanma olmak üzere 300 bine yaklaştığını söyledi.  Ukrayna'da ise ölü sayısının 70 bine yaklaştığı ve 100 bin ila 120 bin arasında yaralı olduğu belirtildi. Washington Post, ABD istihbarat kurumlarının Ukrayna'nın saldırısının ana hedeflerine ulaşamayacağını düşündüğünü içeren bir makale yayınladı. Gerekçeleri ise Ukraynalıların yeterince fazla sayıda ölmek istememeleri. Analiz, ABD ve İngiltere için bunun bir vekalet savaşı olduğunun altını çiziyor. NATO'nun Rusya'ya karşı çıkarlarını savunmak için Ukraynalıların çok sayıda katledilmesi gerekiyor! Post'un haberine göre "ABD istihbarat topluluğu Ukrayna'nın karşı saldırısının güneydoğudaki kilit kent Melitopol'e ulaşamayacağını değerlendiriyor." Bu da "Kiev'in bu yılki hamlesinde Rusya'nın Kırım'a uzanan kara köprüsünü koparma hedefini gerçekleştiremeyeceği" anlamına geliyor. The Post, "Çatışmaların ilk haftasında Ukrayna, ABD Bradley Savaş Araçları, Alman yapımı Leopard 2 tankları ve özel mayın temizleme araçları da dahil olmak üzere yeni alınan bir dizi Batı teçhizatına sahip olmasına rağmen Rusya'nın iyi hazırlanmış savunmasına karşı büyük kayıplar verdi" diye ekledi. Makalede ABD, İngiliz ve Ukrayna orduları tarafından yürütülen "savaş oyunlarının" bu tür kayıpları öngördüğü belirtiliyor. Ancak Volodimir Zelenski hükümetinin "kayıpları Rusya'nın ana savunma hattını delmenin bedeli olarak kabul edeceğini" düşünüyorlardı. Ancak ABD medyasına göre, şimdi "zayiattan kaçınır" hale geldiler. NATO için (ne yazık ki diye düşünüyorlar)  "Ukrayna savaş alanındaki kayıpları durdurmayı ve cephenin farklı bölgelerinde ilerlemek için daha küçük birliklere güvenme taktiğine geçmeyi seçti." Ukrayna henüz yeterli sayıda askerini mayın tarlalarında saldırılara sürmediği için askeri ilerleme yavaş oldu. ABD son Ukraynalı ölene kadar savaşın devam etmesini talep etmeye devam edecektir. Geçtiğimiz Pazar günü Hollanda ve Danimarka, pilot eğitimi tamamlandıktan sonra Ukrayna'ya 61 adet F-16 savaş uçağı hibe edeceklerini açıkladı. Kısa bir süre önce ABD, Hollanda ve Danimarka'ya jetlerin Ukrayna'ya transferini destekleyeceğini duyurdu. Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin üzerinden 18 ay geçti. Rakip emperyalistler güç ve kâr için savaşırken her iki tarafta da sıradan insanlar kanlı bedeller ödüyor. --- Çin Tayvan'a misilleme yapıyor Eğer ABD Ukrayna'da Rusya'yı küçük düşürürse, Çin'le karşı karşıya gelme konusunda cesaretlenecektir. Şimdiden gerilim artıyor. Geçtiğimiz Cumartesi günü (19 Ağustos) Çin ordusu, ABD'ye destek veren ve Çin'in kendi devletinin bir parçası olduğunu iddia ettiği bağımsız bir ülke olan Tayvan çevresinde kapsamlı hava ve deniz tatbikatları başlattı. Askeri tatbikatları, Tayvan Başkan Yardımcısı Lai Ching-te'nin ABD'ye yaptığı ziyaret izledi. Tayvan'da 2024 yılında yapılacak başkanlık seçimlerinin favorisi olan Lai, Paraguay'a giderken New York'u ziyaret etti. Lai dönüş yolunda Kaliforniya'da mola verdi. Çin buna karşılık olarak önlemler alacağı uyarısında bulundu. ABD Kongresi'nde bazı kesimler, adaya yönelik bir Çin saldırısını önlemek için ABD'nin Tayvan'ı "tepeden tırnağa silahlandırması" gerektiğini savunuyor. Ancak Çin'in son eylemleri, ABD Tayvan'a askeri ve diplomatik desteğini arttırdıkça adanın daha fazla askeri baskıyla karşı karşıya kalacağını açıkça ortaya koydu. --- Pakistan liderinin düşüşünün arkasında ABD devleti var  Gizli belgeler, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Pakistan hükümetini İmran Han'ı başbakanlıktan azletmeye teşvik ettiğini doğruluyor. Bunu da Rusya'nın Ukrayna'yı işgaline karşı tarafsızlığı nedeniyle yapmışlar. Intercept sitesinin haberine göre bu hamle, Han'ın parlamentodaki ittifakının dağılmasından ve ülke ordusunun desteğini kaybetmesinden sadece haftalar önce meydana geldi. Khan daha sonra güvensizlik oylamasını kaybetti ve görevden alındı. Ülkenin en popüler siyasetçisi o zamandan beri yolsuzluk suçlamalarıyla karşı karşıya ve üç yıl hapis cezasına mahkum edildi.Bu ceza, bu sonbaharda yapılması planlanan seçimlere katılmasını engellemek üzere tasarlandı. Yeni sızdırılan ve "Gizli" ibaresi taşıyan telgraflarda, Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ile Pakistan'ın o dönemki ABD Büyükelçisi arasında yapılan bir toplantıya ilişkin bilgiler de yer alıyor.Toplantıdan bir gün önce Khan bir mitingde konuşma yapıyor ve Batı'nın Pakistan'ın Ukrayna'nın arkasında toplanması talebine doğrudan yanıt verdi: "Biz sizin köleniz miyiz?" Khan kalabalığa seslendi. "Bizim hakkımızda ne düşünüyorsunuz? Sizin köleniz olduğumuzu ve bizden ne isterseniz yapacağımızı mı?" dedi. "Biz Rusya'nın dostuyuz ve aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri'nin de dostuyuz. Çin'in ve Avrupa'nın dostuyuz. Biz herhangi bir ittifakın parçası değiliz." Dışişleri Bakan Yardımcısı Donald Lu, devirme öncesi yapılan toplantıda ABD'nin Han'ın sözlerinden duyduğu hoşnutsuzluğu dile getirerek onu "agresif bir şekilde tarafsız" olarak tanımladı. Khan hükümetinin Ukrayna konusundaki tarafsızlığı, yeni ve seçilmemiş bir hükümetin göreve gelmesiyle kısa sürede tersine döndü. Ve toplantıda söz verildiği üzere, ABD hükümeti yeni yönetime hızla ısındı.

Trump nasıl hayatta kalacak?

Eski ABD Başkanı Donald Trump, yolsuzluk ve dolandırıcılık suçlamalarıyla yüzleşmek üzere bu hafta Georgia eyaletindeki yetkililere teslim olacağını söyledi.  Bu davada, 2020 seçim kaybını tersine çevirmek için plan yapmakla suçlanıyor. Ancak 100'e yakın suçlamayla karşı karşıya olmasına rağmen, gelecek yılki başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçilerin adayı olmak için favori isim olmaya devam ediyor. Yakın zamanda yapılan bir ankette Cumhuriyetçi seçmenlerin yüzde 62'si Trump'ı desteklediğini söyledi. Diğer favori aday Ron DeSantis ise sadece yüzde 16 oy alabildi.  Trump -muhtemelen doğru bir şekilde- önde olmak için her türlü gerçeklikle temastan kaçınması gerektiğine karar verdi. Geçtiğimiz hafta sonu Çarşamba günü Cumhuriyetçi başkan adayları arasında yapılacak ilk münazaraya ya da gelecekteki herhangi bir tartışmaya katılmayacağını açıkladı. Ve Joe Biden yönetimi işçiler, Maui yangınından etkilenenler ya da Ukrayna savaşının sona ermesini isteyenler için bir şey yapmadığı için bazı konularda başarısız oldu. Biden'ın başarısızlıkları Trump'a ve onun siyaset tarzına kapı açabilir. Trumpizmi yenecek olan savcılar ve zeki avukatlar olmayacaktır. Sokaklarda ve işyerlerinde Demokratların ötesine geçen bir hareket bunu başarabilir.

(Dosya) Pirinç krizi açlığı nasıl yayacak?

Dünya genelinde yaklaşık 3,5 milyar insan ana öğünlerini pirinçten karşılıyor. Ancak iklim değişikliği, çevresel tahribat ve serbest piyasanın bir araya gelmesi, üretimi ve hayatları tehlikeye atıyor. Yıllardır artan pirinç hasadına rağmen, Senegal'de hala herkese yetecek kadar pirinç yok. Diğer birçok Afrika ülkesi gibi Senegal de pirincinin büyük kısmını Hindistan'dan ithal ediyor. Bu tahıl, Senegal'de her gün yenen milyonlarca yemeğin ana malzemesini oluşturuyor. Ancak başkent Delhi'de yüksek makamlarda bulunan kişiler tarafından alınan kararlar, yoksul ülkelerin sahip olduğu sınırlı gıda güvenliğini yerle bir etmek üzere. Pirinç fiyatlarını çok yükseltecekler. Tekrarlanan kuraklıklar ve muson yağmurlarının giderek düzensizleşen doğası, Asya'da pirinç ekimini azalttı. Dünyanın en büyük tedarikçileri olan Hindistan, Tayland ve Vietnam bu durumdan kötü etkilendi. Hindistan Başbakanı Narendra Modi, ülkedeki kıtlığı ve gıda fiyatlarındaki enflasyonu önlemek amacıyla bu yaz basmati olmayan tüm pirinç ihracatını yasakladı. Ülke dünyanın en büyük pirinç tedarikçisi konumunda. Haziran ayında yağması gereken Muson yağmurları bu yıl geç geldi ve kuzey doğuyu olması gerekenden çok daha sert vurdu. Bu da sellere, mahsullerin mahvolmasına ve altyapının çökmesine neden oldu. Doğu ve güneyde ise olması gerekenden çok daha az yağmur yağdı ve bu da mahsul verimini normalin çok altına düşürdü. Benzer şekilde düzensiz hava koşulları Doğu Asya'yı da etkiliyor. Tahminciler, dünyanın sera gazı emisyonları ve El Nino hava modelinin geri dönüşü nedeniyle uzun yıllar sürecek olağanüstü bir sıcaklık dönemine girebileceği konusunda uyarıyor. Eskiden yılda iki ürün yetiştiren pek çok çiftçi artık sadece bir ürün ekiyor. Patronların Dünya Ekonomik Forumu, iklim değişikliğinin 2050 yılına kadar pirinç verimini yüzde 15 azaltabileceğini tahmin ediyor. Ancak çiftçiler olumsuz hava koşullarından çok daha fazlasıyla karşı karşıya. Yıllardır gübre kullanarak yapılan yoğun ekim yeraltı sularını tüketti ve toprağı tuzlandırarak verimi daha da düşürdü.  Spekülatörler ve büyük işletmelerin stokçuları var olan arzı tüketmek için harekete geçti ve fiyatları neredeyse 15 yılın en yüksek seviyelerine çıkardı. Singapur, Filipinler ve Endonezya gibi pirince bağımlı daha zengin ülkeler stok yapmaya çalışıyor. Açığa satış yapanlar ise yükselen piyasa üzerinden spekülasyon yaparak para kazanmaya çalışıyor. Fiyat artışları, Asya ile kuzey ve batı Afrika'daki en yoksul ülkeleri şimdiden pirinç tüketimini azaltmaya ve daha ucuz alternatiflere yönelmeye zorluyor. Ancak diğer temel gıda maddelerinin fiyatları da yükseliyor. Rusya ile Ukrayna arasındaki Karadeniz ticaret anlaşmasının bozulmasıyla daha da kötüleşen durum, buğday ve mısır arzını vuracak. Bombay Hindistan Teknoloji Enstitüsü'nden Raghu Murtugudde, serbest piyasanın etkisinin pirincin ötesinde de hissedildiğini söylüyor. "Endonezya'da balıkçılık zaten muhtemelen zarar gördü çünkü El Nino'nun etkisi oldukça güçlü" diyor. "Ardından et etkileniyor, bu da sığır yemi olarak kullanılan mısıra olan talebi artırıyor. Bu da etanol üretimini etkiliyor ve ardından yakıt fiyatları yükseliyor, bu da ulaşımı etkileyerek sebze fiyatlarının artmasına neden oluyor." Bir başka deyişle, temel gıda maddelerinin fiyatlarındaki artış, Küresel Güney ve ötesinde yoksulları vuran bir enflasyon dalgasına yol açıyor. 2022'de yaşanan sel felaketinin ülkedeki mahsulün büyük bir kısmını alıp götürdüğü Pakistan'da yıllık gıda enflasyonu Mayıs ayında yüzde 49'a ulaştı.  Yönetici sınıfın kendisi fiyat artışlarından tamamen yalıtılmış olsa da, birçok kesim artan hayat pahalılığının sokaklarda isyana yol açabileceğinden endişe ediyor. Pirinç krizine yönelik "çözümleri" ise piyasa alternatiflerinden ziyade teknik düzeltmelerle sınırlı. Dünya Ekonomik Forumu, bazı iklim baskılarına dayanabilecek genetiği değiştirilmiş yeni pirinç türlerine umut bağlayan pek çok kuruluş arasında yer alıyor.  Ancak bu tür mühendislik ürünü tohumların tümü, fiyatları yüksek tutmakta her türlü çıkarı olan büyük şirketlere ait olacaktır. Bu şirketlerin dünyanın en yoksulları adına hareket edecekleri düşüncesi tamamen hayal ürünüdür. Şu anda dünyayı kasıp kavuran iklim ve tarım krizi çok daha temel bir yanıt gerektiriyor. Bu da gıdanın bir vurguncu metası değil, temel bir insan hakkı olduğu önermesiyle başlamalıdır. --- Yanlış tarım politikaları Hindistan'ın 1960'lar ve 70'lerdeki "Yeşil Devrimi", tarım bilimi ve politikasında büyük bir ilerleme olarak dünya çapında selamlandı. Bağımsızlığını yeni kazanan ülkeye gıda güvenliği getirdiği söyleniyordu. Pirinç ve buğday gibi temel ürünlerin verim ve üretimindeki artış, İngiliz sömürge yönetimine özgü tekrarlayan kıtlıkların önlenmesine yardımcı oldu. Ancak o dönemden itibaren tarımın yoğunlaştırılması birçok yeni sefalet biçimini beraberinde getirdi. Gübreler toprağı zehirledi ve ekosisteme zarar verdi. Ve tek bir nakit ürüne bel bağlanması, çiftçileri özellikle güneş yanması ile hastalıklara ve piyasa dalgalanmalarına karşı savunmasız hale getirdi. Ancak Yeşil Devrim'in en büyük başarısızlığı sürdürülemez su kullanımıdır. Hindistan şu anda dünyanın en fazla su sıkıntısı çeken ülkeleri arasında yer alıyor. 2019'da yayınlanan bir hükümet raporunda 600 milyon Hintlinin "yüksek ila aşırı su stresi" ile karşı karşıya olduğu tahmin edildi. Başkent Yeni Delhi de dahil olmak üzere 21 büyük şehirde yeraltı suyunun birkaç yıl içinde tükeneceği uyarısında bulunuldu. Sadece 1 kg pirinç üretmek için 3 bin ila 5 bin litre su gerekiyor.  Üretim arttıkça ve muson yağmurları güvenilmez hale geldikçe, çiftçiler mahsulleri için daha fazla yeraltı suyu çıkarmak zorunda kaldı. Bu da suyun daha tuzlu olmasına neden oluyor. Yeşil Devrim'in su yoğun ürünleri teşvik etmesinin tek bir sonucu olabilirdi: İnsanlar için su eksikliği. İklim değişikliği de toprağın tuzlanmasına sebep oluyor.  Okyanus sıcaklıkları artıyor ve daha sıcak su daha fazla yer kaplıyor. Buz tabakaları ve buzullar eriyor; okyanuslara akarak su hacmini artırıyor. Bilim insanları küresel deniz seviyesinin 2100 yılına kadar 50 cm'ye kadar yükseleceğini öngörmekte. Bu süreç, batıda Gujarat'tan doğuda Bengal'e kadar uzanan kıyı şeridi boyunca tuzlu suyu karaya itiyor. İkinci kez maskaralık  2005 yılında Hindistan başbakanı Manmohan Singh ve ABD başkanı George W. Bush açlığı ortadan kaldıracak bir yol olarak tanıtılan bir plan üzerinde anlaştılar. Bunun karşılıklı işbirliğine dayalı bir çaba olması gerekiyordu. Bunun yerine ABD merkezli biyoteknoloji firmalarının Hindistan'ın geniş tarımsal araştırma enstitüleri ağına erişimine tek taraflı izin verildi. Ayrıca, küresel tohum pazarının yaklaşık dörtte birine sahip olan Monsanto da dahil olmak üzere ABD'li çokuluslu şirketlerin Hindistan'daki yasal rejimi etkilemesine de izin verildi. 2007 yılında Hindistan'ın genetik mühendisliği onay komitesi, genetiği değiştirilmiş gıdaların artık denetim ve onaydan geçmeyeceğini duyurdu.  Yeni yasalar ayrıca "bilimsel kanıt" olmaksızın genetiği değiştirilmiş ürünler hakkında halkı "yanlış bilgilendirme" girişimlerini (yani eleştiri ve itirazları) ağır para ve hapis cezalarıyla cezalandıracaktı. Hindistan'ın bağımsızlığından yaklaşık 76 yıl sonra atılan bu adımlar, Batılı şirketlerin ülkenin gıda zincirini yeniden sömürgeleştirmesine olanak sağladı. --- Sıcaklıkları El Nino mu yoksa daha fazla sera gazı mı tetikliyor?   Pirinç mahsullerine yönelik bir diğer tehdit de El Nino hava fenomeni. Bu yılın Haziran ayında Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi, normalden bir ya da iki ay önce bir El Nino hava olayının geldiğini duyurdu.  El Nino, okyanus sıcaklıkları uzun dönem ortalamasının 0,5 santigrat derece üzerine çıktığında ilan edilir. El Nino'nun tam tersi olan La Nina ise okyanus yüzeyinin ortalama olarak daha soğuk olduğu durumdur. Bu hava modelleri gezegenin genel sıcaklığının yükselmesine ya da düşmesine neden olur. Bir El Nino, daha sıcak ve yağışlı havaya neden olur. El Ninolar ve La Ninolar yeni bir şey değil - 1900'lerden beri gözlemleniyorlar. Ancak bu son hava olayının küresel sıcaklıkları sanayi öncesi seviyelerin 1,5 santigrat derece üzerine çıkaracağı tahmin ediliyor. Böyle bir artışın gezegen üzerinde yıkıcı bir etkisi olabilir.  Dünya Meteoroloji Örgütü, "Tropikal Pasifik'te yedi yıldır ilk kez El Nino koşullarının geliştiğini, bunun da küresel sıcaklıklarda muhtemel bir artışa, yıkıcı hava ve iklim modellerine zemin hazırladığını" söylüyor.  Herkes bir El Nino yaşadığımızdan emin değil. Bazı bilim insanları ve uluslararası kuruluşlar, El Nino'yu ilan etme konusunda çok temkinli davranıyor.  Böyle bir olay başladıysa bile henüz emekleme aşamasında olduğunu söylüyorlar. Ana akım basın El Nino'yu sel, aşırı sıcaklar ve sıtma salgınları gibi çevresel felaketlerin arkasındaki tek faktör olarak sunma eğiliminde. El Nino bu olayların bazılarını tetiklese ya da bu olaylarda bir faktör olsa da, tek suçlu değildir.  İngiltere Meteoroloji Dairesi'nden Grahame Madge, "El Nino yüksek sıcaklıklardan tek başına sorumlu değil, ancak bunu insan kaynaklı ısınmaya eklediğinizde... küresel sıcaklıkları yeni bir rekor yıla taşıması muhtemel. "[El Nino] daha yeni ortaya çıktı ve bu yüzden gördüğümüz şey aslında El Nino'dan kaynaklanmıyor. Gördüğümüz şey, özellikle okyanuslar olmak üzere hemen hemen her yerdeki genel ısınmadır. "Bunun devam edeceğini düşünmemizin nedeni, atmosfere sera gazı salmaya devam etmemiz. Bunu yapmayı bırakana kadar sıcaklıklar yükselmeye devam edecek." NASA'nın Goddard Uzay Araştırmaları Enstitüsü'ndeki bilim insanları El Nino'nun en önemli etkisinin gelecek yıl görüleceğini söyledi. Bu da 2024'ün kayıtlara geçen en sıcak yıl olmasına yardımcı olabilir. Küresel ısınma ile özellikle aşırı El Ninolar arasında net bir bağlantı olup olmadığını tespit etmeye çalışıyorlar. En güçlü El Nino olaylarından bazıları son 50 yılda meydana gelmiştir - fosil yakıt emisyonlarının arttığı dönemle aynı dönem. En güçlü El Nino'lardan üçü 1982-1983, 1997-1998 ve 2015-2016 yıllarında gerçekleşti.  Ancak bu hava olayı ile iklim değişikliğinin ayrı konular olduğunu düşünerek aldanmamalıyız. İklim değişikliğinin neden olduğu daha yüksek sıcaklıklar El Nino'larla daha da artacak. El Ninolar insan kontrolü dışında gerçekleşen doğal hava olaylarıdır. Ancak kapitalist sistem fosil yakıtların yakılmasına dayandığı için daha tehlikeli ve ölümcül hale gelecekler. Yuri Prasad - Sophie Squire (Socialist Worker)

Javier Milei - Aşırı sağın Arjantin için yeni umudu

Arjantin'deki son seçimlerde şok bir şekilde öne geçen Donald Trump benzeri figür kim ve neden bu kadar destek topluyor? Javier Milei aşırı sağcı liberteryan bir ekonomistken televizyon yıldızı ve radyo sunucusu oldu. Latin Amerika ülkesindeki son seçimlerde oyların yüzde 30'unu topladı.   Torcuato di Tella Üniversitesi'nden siyaset bilimci Juan Negri, "Milei için böyle bir sonucu kimse hayal etmiyordu. Hiçbir yapıya ya da desteğe sahip olmadığı bölgelerde birinci geldi. Yanımızdan bir fil geçti ve biz onu görmedik." Guardian da dahil olmak üzere bazı gazeteler onu "soytarı" olarak nitelendirdi. Ancak Liberty Advances adlı sağ kanat parti koalisyonuna başkanlık eden Milei bundan çok daha korkutucu. Tecavüz vakalarında bile kürtaj karşıtı ve iklim değişikliğinin "sosyalist bir yalan" olduğunu düşünüyor. Bir konuşmasında insan organlarının ticaretinin yasal hale getirilmesi gerektiğini çünkü bunun "sadece başka bir pazar" olduğunu söyledi.  20 yılı aşkın bir süredir kapitalizmi meşrulaştırmaya çalışan sağ kanat ekonomi akımları üzerine çalışıyor ve dersler veriyor. Milei, patronlar ve şirketler için ekonomiyi istikrara kavuşturmak amacıyla, refah ve kamu hizmetleri için yapılan devlet harcamalarını kısmak istiyor. Ve ABD dolarını ulusal para birimi olarak kabul ettirmek amacında; böylece önemli ekonomik kararları ABD'ye devredecek.  Ayrıca ülkenin ulusal petrol şirketinin özelleştirilmesi ve Arjantin'in kamu sağlık sisteminin değiştirilmesi taraftarı.  Milei'nin aldığı büyük oyun ardından, piyasalarda çalkantı yaşanırken, hükümet Arjantin para birimi Peso'yu yüzde 22 oranında devalüe etti.  Bu, Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) talebi üzerine yapılmıştı. Ancak şimdi yatırımcılar Milei'nin ekonomi politikasının, ekonominin ihtiyacı olduğunu düşündükleri "şok terapisini" sağlayabileceğini düşünüyorlar. Bazı patronlar artık Milei'nin iktidardaki Vatan için Birlik koalisyonunun başkan adayı Sergio Massa'dan daha güvenli bir seçenek olduğu kanısında.  Bazı patronların kendi tarafında yer alması ve sıradan insanların geleneksel partilerden ve siyasetçilerden bıkmış olması nedeniyle Milei, (tıpkı Javier Bolsonaro'nun Brezilya'da benzer koşullarda yaptığı gibi) seçimden zaferle çıkabilir. Son seçimler, her partinin kendi başkan adayını seçtiği ön seçimlerdi. Bir parti ya da koalisyon ancak ulusal oyların yüzde 1,5'ini alırsa sonraki seçimlere katılabiliyor. Ekim ayında yapılacak seçimlerde cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanı yardımcısı ve parlamento belirlenecek. Bir adayın cumhurbaşkanlığını kazanabilmesi için oyların yüzde 45'ini ya da en az yüzde 40'ını alması, ancak rakiplerine yüzde 10 fark atması gerekiyor. Bu başarılamazsa, ilk iki aday arasında ikinci tur oylama yapılacak. --- Enflasyon, yoksulluk, açlık ve çaresizlik tepkiyi körüklüyor 2019'daki son başkanlık seçimlerinde Milei'nin Özgürlükçü Partisi, José Luis Espert'in adaylığıyla oyların yalnızca yüzde 1,47'sini almayı başardı. Peki bu aykırı parti ve Milei gibi bir figür için dört yılda ne değişti? Bunun en bariz yanıtı Arjantin ekonomisinin derin bir kriz içinde olması.  Arjantin'de yıllık enflasyon Mart ayında yüzde 100'ü aştı. Ocak-Şubat arasındaki tek ayda gıda fiyatları neredeyse yüzde 10 arttı. Bu ay yıllık enflasyon yüzde 115.6'ya ulaşmıştı. Şu anda 15 yaşın altındaki çocukların yarısı yoksulluk içinde yaşıyor.   Çocuklarıyla birlikte bir yardım kuruluşundan ücretsiz atıştırmalık alan bir anne, De Monde gazetesine sıradan insanların içinde bulunduğu çaresiz durumu şöyle anlattı: "Her şey çok pahalı. Yiyecek ve ilaç alabilmek için cep telefonumu satmak zorunda kaldım. Biz anneler çocuklarımız yemek yiyebilsin diye kendimizi mahrum bırakmayı tercih ediyoruz." Arjantin'de sıradan insanlar aç, ancak ana akım siyasi partiler neredeyse hiçbir çözüm sunmadı. Arjantin siyasi sistemi karmaşık bir yapıya sahip ve siyasi partiler hükümete girmek için geniş çaplı koalisyonlar kuruyor.  Şu anki Devlet Başkanı Alberto Fernández, Vatan için Birlik adlı koalisyonun bir parçası. Başkanlığı boyunca sürekli olarak düşük onay oranlarına sahip olmuştur. Vatan için Birlik, partileri son yirmi yıldır Arjantin siyasetine hakim olan iki ana koalisyondan birini oluşturuyor. Şimdi Arjantin'deki sıradan insanlar, bu politikacıların düzeltemediği aynı sefalet, artan fiyatlar ve yoksulluktan bıkmış durumda. Milei'nin partisi Freedom Advances'ın gençlik örgütünün eski liderlerinden Mila Zurbriggen, gençlerin neden onun gibi politikacılara yöneldiğini şu şekilde açıklıyor: "Benim kuşağımın öfkesi çok derin. Politikacılara karşı derin bir tiksinti duyuyor. Bence (Milei) bu reddedişi çok iyi kanalize edebildi. Benim kuşağımın gerçekliğinden kopuk ve verdikleri zararın farkında olmayan politikacılar yüzünden Milei var. İhtiyaçlarımızı görmezden geldiler ve bizi bir gezintiye çıkardılar." --- Solun başarısızlıkları sağa yardımcı oldu Milei kendisini "kast" olarak adlandırdığı yapıdan bir kopuş olarak konumlandırdı. Aslında kastettiği, Arjantin siyasetine hakim olan siyasi ideolojilerden bir kopuş olduğu. Bunlardan ilki, adını 1940'ların ortasında iktidarı ele geçiren subay Juan Peron'dan alan Peronizm. 1946'dan bu yana 13 devlet başkanından 10'u Peronist idi. Bu ideolojinin temel dayanakları sanayiye daha fazla devlet müdahalesi ve işçiler ile sözde "vatansever patronlar" arasında arabulucu olmak. Diğeri ise eski başkan Néstor Kirchner ve şimdiki başkan yardımcısı Cristina Fernández de izlediği Kirchnerizm'dir. Peronizm'in bir kolu olan Kirchnerizm, Komünist Parti'yi ve Sosyalist Parti'nin bazı bölümlerini de içine alan sol bir parıltıya sahip. Ancak bu ideolojilerin hiçbiri düzenli ekonomik krizlere bir cevap olamadı. Peronist ve Kirchnerist liderler, kapitalist sorunların bedelini işçi sınıfı ve yoksullara ödetmek için kemer sıkma politikalarını dayattı.  Milei gerçek bir tehlikedir. Fakat değişimi getirecek olan Peronizm, Kirchnerizm ya da ana akım alternatifler olamaz. Sıradan insanların, tüm egemen sınıf manevralarına karşı olan bağımsız işçi direnişine ve sosyalist politikalara ihtiyacı var. --- Aşırı sol meydan okuma  Arjantin'de bazılarıaşırı sağa oy verirken, aşırı sola verilen oylar da düşmedi. Birkaç Troçkist partiyi bir araya getiren koalisyon, İşçilerin Sol Cephesi-Birlik (FIT-U) seçimlerde oyların yüzde 2,65'ini alarak beşinci sırada yer aldı.  Bu sonuç, 2015'te bu koalisyonun bir parçası olan cumhurbaşkanı adaylarının aldığı oyların toplamından biraz daha azdı. O zaman toplam oyların yüzde 3.25'ini almayı başardılar. Myriam Bregman FIT-U'nun başkan adayı olacak. Sophie Squire (Socialist Worker)

Emperyalizmin Afganistan'daki çürümüş mirası

Afganistan'daki savaş ve emperyalizm, kadınları asla özgürleştirmedi. Bunun yerine daha fazla vahşete yol açtı. Taliban'ın Afganistan'ın başkenti Kabil'i ele geçirmesinin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen ülke halkı, özellikle de kadınlar, korkunç koşullarla karşı karşıya. Ancak bu durum İngiltere ve ABD'nin suçlarını aklamak için kullanılmamalı.  Onların müdahalesi Afgan toplumunu parçaladı ve Taliban'ın büyümesi için gerekli koşulları yarattı. 2001 yılındaki istila ve 20 yıllık işgal Afganistan'ın ekonomisini yok etti. Halkı derin bir yoksulluğa sürükledi.  Emperyalizm kadınları özgürleştirmedi. Daha geniş çaplı bir savaşın parçası olarak binlerce kişiyi katletti. Predator insansız hava araçları, Özel Kuvvetler, gözaltı kampları ve yabancı işgalciler herhangi bir gerçek ilerlemeye karşıydı.  İşgalden sekiz yıl sonra, Afganistan'daki BM Yardım Misyonu, "Mevcut gerçeklik, Afgan kadınlarının yaşamlarının şiddet nedeniyle ciddi şekilde tehlikeye girdiği ve kadınların en temel insan haklarından mahrum bırakıldığıdır" şeklinde bir rapor yayınladı.   Afgan bir kadın Batı medyasına şunları söylemişti: "Kadınları desteklemek insanların sözde önem verdiği bir şey ama para ve yardım asla onlara ulaşmıyor. Yolsuzluk ve savaş canavarı tarafından yeniliyor." Ve Avrupa'ya ulaşmaya çalışan Afganlara karşı derin bir düşmanlık var. Hem Avrupa'da hem de Türkiye'de. Geçtiğimiz Cumartesi günü ölen altı kişi de dahil olmak üzere Manş Denizi'ni küçük teknelerle geçmeye çalışanların çoğunu Afganların oluşturmasının önemli bir nedeni de budur.  Emperyalist manevralara bakıldığında ABD'nin Taliban ile daha yakın ilişkiler kurmayı düşündüğü görülüyor.  Çin'in bölgedeki nüfuzunun yayılmasını engellemek isteyen ABD'li yetkililer kısa süre önce Afgan mevkidaşlarıyla görüşmelerde bulundu. ABD, yeniden angajman yolunu açmak için "insan hakları" söylemini rafa kaldırdı. Hem ABD hem de Çin, Afganistan'ın başta bakır ve lityum olmak üzere kaynaklarına erişimin yanı sıra siyasi nüfuz da istiyor.   İngiltere ve ABD- Batı emperyalizmi - Afganistan'daki en büyük suçlulardır. İnsanlara hiçbir zaman adalet ya da barış getiremeyecekler.

Karabağ sorunu ve kardeş ülke Azerbaycan

Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki diplomatik sorun Türkiye’de yaşayan herkesin sık sık duyduğu bir meseledir. Elbette ki bu sorun Azerbaycan tarafının haksızlığına dair kesin bir yargı içerecek şekilde çözülmüş olsa durum hiç de böyle olmazdı. Karabağ sorunu, ülkemizde yaşayan Ermenilere karşı tabiri caizse bir silah gibi kullanılabiliyor. Bu durum, Azerbaycan – Türkiye arasındaki “kardeşlik” ilişkisi güvenli bir şekilde Ermeni düşmanlığı yapılabilecek bir diplomatik alan açtığı için böyle. Böyle bir alan olmamış olsaydı muhtemelen bu konuyu Türkiye’de yaşayan Ermenilerden başka kimse konuşmuyor olacaktı.  Yukarıdaki sebeplerle, Karabağ sorununun Türkiye’de kendisine muhalif diyen çevrelerde etraflıca tartışılması ve Türkiye – Azerbaycan arasındaki “kardeşliğe varan” diplomatik ilişkinin de kime yararlı olduğunun ve doğasının etraflıca masaya yatırılması gerekir. Bu yüzden Karabağ sorununa dair farklı tutumları bir araya toplamaya ve meseleyi eni konu anlamaya çalışmaya özen gösterilmesi bir zorunluluktur.  Yeni Akit gazetesinde Azerbaycan - Türkiye ilişkileri  Öncelikle Yeni Akit gazetesinin seçtiği haber başlıkları göz önünde bulundurulduğunda Ermenistan eleştirilirken yaratıcılık sınırlarının çok da zorlanmadığı söylenebilir. Örneğin insan hakları savunmak konusunda Türkiye’de çok da iyi bir karnesi bulunmayan Yeni Akit gazetesini rahatlıkla İran’da alıkonan Azeri bir doktorun haklarını savunurken görebilirsiniz. Türkiyeli insan hakları savunucularını hiç de dinlemiyor değiller demek ki.  Aynı şekilde Ermenistan’la ilgili haberler söz konusu olduğunda ise Yeni Akit gazetesini gayet savaş karşıtı buluveriyoruz bir anda. Örneğin Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan “Bir barış anlaşması imzalanmadığı ve böyle bir anlaşma iki ülke parlamentosu tarafından onaylanmadığı sürece elbette yeni bir savaş çok muhtemel.” Gibi bir açıklama yaptığında bu açıklamayı sanki Ermenistan Karabağ’da hak iddia ediyormuş gibi vererek olası bir savaş ihtimalinin önüne geçmeyi bir amaç ediniyor Yeni Akit gazetecileri. Bahsi geçen haberi “Paşinyan kaşınıyor” başlığı ile veren internet sitesi, yine aynı haberde “kardeş” ülke Azerbaycan’ın çözüm önerisini de haberin sonuna iliştirmekten hiç imtina etmiyor. Oysaki aynı Paşinyan, aynı röportajda “Dağlık Karabağ halkının kaderini belirleyemeyeceğini”, sadece 29.800 metrekarenin başbakanı olduğunu ve “Sadece Dağlık Karabağ Ermenilerine kendi evlerinde, doğdukları yerde yaşama fırsatları yaratma konusunu tartıştığını” da söylüyordu. Yeni Şafak gazetesinde Türkiye - Azerbaycan ilişkileri  Yeni Şafak gazetesinin bu konuda Yeni Akit gazetesine göre çok daha yaratıcı olduğu söylenebilir. Çünkü Yeni Şafak sadece Türkiye – Azerbaycan ilişkilerini savaş karşıtı bir perspektifle vermiyor aynı zamanda Azerbaycan yönetiminin “Paşinyan hükümetinin, Laçın Yolu’nu provoke etmek için gönderdiği yardım tırlarının geçişini” engellemek gibi ulvi bir amaçla hemhal olmuş durumda. Dağlık Karabağ bölgesinde yaşayan Ermenilere gönderilecek olası bir yardımın neden önüne geçilmesi gerektiğini uzun uzun anlatıp Azerbaycan askeri makamlarıyla görüşmeler yapan Yeni Şafak gazetesi Nikol Paşinyan’ın “kaşınıyor” oluşunun da önüne geçiyor böylece.  Sonuş olarak Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan olası bir savaşta ülkesinin göreceği zarardan Yeni Şafak’ın diğerkamlığı ve Türkiye – Azerbaycan dostluk ilişkisi sayesinde korumuş oluyor. Allah korusun eğer yardım tırları sınırdan geçer de Dağlık Karabağ Ermenilerine ulaşırsa bir savaş çıkabilir ve kabak da Paşinyan’a patlayabilir. Çünkü bilindiği gibi birisi kaşınırsa onu kaşıyacak birileri de elbette çıkar. Yeni Şafak ve Yeni Akit’e Ermenistan’a ve Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’a karşı gösterdikleri bu olgun ve sahip çıkan tavırlarından ötürü teşekkür ediyoruz.  Rumeysa Özüyağlı

Maui'de ölümcül yangınlar yayılırken insanlara 'hiçbir uyarı' yapılmadı

Acil durum alarmları, Hawaii'nin Maui adasındaki sıradan insanları orman yangınlarının adayı kasıp kavurduğu konusunda uyarmakta başarısız oldu. Sözde sorumluların, iklim değişikliğinin neden olduğu şiddetli orman yangınları ve hava koşullarıyla başa çıkmak için nasıl hazırlıksız olduklarının şoke edici bir uyarısıydı. Pazar günü itibariyle, ölümcül yangınlarda yaklaşık 100 kişi öldü ve 2.200 yapı hasar gördü veya yıkıldı. Trajik bir şekilde, daha birçok zayiatın keşfedilmesi bekleniyordu. Hawaii Acil Durum Hizmetleri İdaresi, her hafta test edilen bir acil durum alarmının yangınların başladığı gün çalışmadığını doğruladı. Birçok bölge sakini medyaya, yangından ancak üzerlerine yaklaştığını gördüklerinde haberdar olduklarını bildirdi. Yerel sakin Lynn Robinson, “Uyarı yoktu. Kesinlikle hiçbiri yoktu. Kimse gelmedi.” İtfaiyeciler yangınların, cesetlerin teşhis edilmesini neredeyse imkansızlaştıracak kadar yüksek bir ısı ürettiğini söylediler. Yetkililere göre, Lahaina kasabasının yaklaşık yüzde 80'i yangında tamamen yok oldu. Bu, yaklaşık 4.500 kişinin barınaklarda kalmaya zorlandığı anlamına geliyor. Yangınlar, yakınlardaki bir kasırganın neden olduğu saatte 160 km/sa hıza ulaşan şiddetli rüzgarlar nedeniyle ada genelinde çok hızlı yayılabildi. Amerika'nın 50. eyaleti olan Hawaii küresel ısınma nedeniyle son on yılda normalden çok daha az yağış alıyor. Bu iki faktörün birleşimi, Hawaii tarihindeki en şiddetli orman yangınlarına yol açtı. Şimdi, yangınlarda evleri yıkılan insanlar, Maui'de hayatlarını ve evlerini asla yeniden inşa edemeyeceklerinden endişe ediyorlar. Maui'nin fakir sakinleri, zengin müteahhitlerin yeni ve daha pahalı evler ve oteller inşa etmek için yangından yararlanmasından endişe ediyor. Yerel şef Richy Palalay, "Ben daha çok büyük arazi müteahhitlerinin gelip bu yanmış araziyi yeniden inşa etme fırsatı olarak görmesinden endişeleniyorum. İçinde yaşamaya gücümüzün yetmeyeceği oteller ve apartmanlar inşa edeceklerinden endişeleniyoruz - korktuğumuz şey bu." Zaten adadaki emlak fiyatları astronomik. Maui'de bir evin ortalama fiyatı 1.2 milyon dolar (32,473,560 ₺). Ortalama apartman dairesi 850.000 $'dır (23,002,105 ₺). Amerika Birleşik Devletleri başkanı Joe Biden, geçen Perşembe günü Hawaii için bir felaket bildirgesini onayladı. Bu beyan, sakinlere evlerini yeniden inşa etmeleri için hibe verme vaatlerini içeriyordu. Ancak bu paranın bölge sakinlerine hızlı bir şekilde ulaşmayacağına veya yeniden inşa etmeye yetmeyeceğine dair başka endişeler de var. Pek çok Ada sakini hâlâ, 1992'de Adayı kasıp kavuran Iniki Kasırgası'nın ardından kendilerine vaat edilen ödemeleri bekliyor. Kapitalist akbabalar iklim krizini, kar için evlerin fiyatlarını yükselterek sıradan insanları yerinden etmenin bir yolu olarak görecek. Sadece, müteahhitlere ve iklim krizine karşı bir mücadele, onların istediklerini yapmalarını engelleyebilir. Ayrıca ABD'de meydana gelen bu ölçekte bir felaket, iklim değişikliğinin şu anda harap ettiği Küresel Güney ile sınırlı olmadığını gösteriyor. İklim değişikliği tüm dünya için geliyor, ancak liderler yine de bunun ölümcül sonuçlarını görmezden gelecek. Sophie Squire (Socialist Worker, Çeviri: Ali Baydaş)

Sosyalist İşçi Birliği (SWL): Darbeye de emperyalist müdahalelere de hayır

Nijeryalı devrimci sosyalistlerin, Nijer'deki darbeye ve Batı Afrika Ülkeleri Ekonomik Topluluğu’na ilişkin açıklaması: Sosyalist İşçi Birliği (SWL), Nijer Cumhuriyeti'nde devam eden durumdan derin endişe duymaktadır.  Barışa ve Nijer'deki emekçilerin kendi kaderlerini tayin etme haklarına olan bağlılığımızda kararlıyız. Ancak şunu açıkça ifade etmeliyiz ki Nijer halkı bu baskılardan ve emperyalizmden kurtuluşunu kendisi gerçekleştirmelidir. İster askeri ister sivil olsun, egemen sınıfın hiçbir kesimi bu rolü onlar adına üstlenemez. Dahası, General Abdourahaname Tchiani'nin Nijer'de uzun süredir devlet başkanlığı muhafız birliğinin başında olduğu göz önüne alınacak olursa, 26 Temmuz 2023'te görevden aldığı Devlet Başkanı Muhammed Bazoum ile arasında nitelik itibariyle pek bir fark olduğu da söylenemez. Son üç yıl içerisinde Afrika'da askerler tarafından devrilen dördüncü seçilmiş hükümet olması ve Nijer'i Sahra Altı Afrika'da askeri cuntada bulunan altıncı ülke haline getirmesi de dikkat çekicidir. Kıtadaki askeri yönetimin tarihine baktığımızda, bu darbe furyasından kimseye hayır gelmeyeceğini söyleyebiliriz.  SWL Nijer'deki darbeyi, iç içe geçmiş çelişkilere dair herhangi bir önyargıda bulunmaksızın kınamaktadır. SWL, Nijerya Devlet Başkanı Bola Ahmed Tinubu tarafından yönetilmekte olan Batı Afrika Ülkeleri Ekonomik Topluluğu’nun (ECOWAS) gerçekleştirdiği müdahaleyi de bundan ayrı değerlendirmiyor. Bu müdahaleler arasında bazı yaptırımların yanı sıra, Nijer'e elektrik tedarikinin kesilmesi ve Burkina Faso, Gine ve Mali hükümetlerinin ECOWAS güçlerinin saldırısı durumunda Nijer'i destekleme sözü vermesi gibi baskı ve zorlamalara dayalı, bölgesel bir savaşa yol açabilecek bazı ihlaller de bulunmaktadır. Bu yaptırımlar, ülke varlıklarının yozlaşmış yönetici sınıf tarafından yağmalanması ve başta eski sömürgecisi Fransa ile ABD olmak üzere çeşitli emperyalist güçler tarafından sömürülmüş olmaları nedeniyle iyice yoksullaştırılan Nijer halkının karşı karşıya olduğu güçlükleri daha da içinden çıkılmaz hale getirecek. Üstelik bu şekilde ortaya konulan yaptırımlar, Bazum hükümetinin başarısızlığının temel nedenlerine de eğilmediği için, ordunun yönetime el koymasının yolunu açmaktadır. Ülkedeki demokrasi krizinin temel nedeni tek başına askeri darbeler değildir. Gerçek sorumlusu sivil hükümet olmuştur; onların başarısızlığı ordunun yönetime el koymasına giden yolun taşlarını döşedi. Sivil hükümet siyaseti demokratikleştirme, güvensizlik ortamını iyileştirme ve yoksul Nijer halkının ekonomik durumuna çare bulma vaatlerini yerine getirmedi. İşte bu durum halk arasında huzursuzluğa yol açmış ve darbeye yönelik toplumsal bir destek yaratmıştır.  Ekonomik yaptırımlar ya da askeri müdahaleler darbe liderlerini derinden etkilemeyebilir ancak Nijer'deki yoksul emekçi halk bundan büyük zarar görecektir. Tinubu/ECOWAS'ın müdahalesi ise ne yazık ki demokrasiyi savunmak için gerçekleştirilmiyor. Daha ziyade Fransa'nın/Batılı emperyalist güçlerin çıkarlarını savunmaya yönelik bir girişim bu.  Nijerya'nın Tinubu liderliğindeki hükümeti, akaryakıt pompa fiyatlarındaki inanılmaz zamlar ve devalüasyon gibi uluslararası para fonundan (IMF) esinlenen bir dizi halk karşıtı politikası ile Batı emperyalizminin neoliberal gündemini benimsediğini gösterdi. Bu politikalarıyla Nijerya'daki emekçi halkı da eşi benzeri görülmemiş sıkıntılara maruz bıraktı. Kendi ülkesinde milyonlarca kişilik nüfusu dayanılmaz hale gelen yoksulluğa ve zor koşullara mahkum etmişken birkaç kişinin kalkınmasına hizmet etmeye adanmış bir hükümetin demokrasi yanlısı olduğu söylenemez. Fransa'nın bölgedeki eski sömürgeleriyle oynadığı emperyalist rol de ne kadar vurgulansa azdır. Bu eski sömürgeci devletleri istismarcı bir kıskaç altında tutmuş, doğal kaynaklarını gasp etmiş ve ekonomi politikaları alanını en acımasız yöntemlerle kısıtlamıştır. Bu nedenle, darbecilerin Fransa ile olan sömürge anlaşmalarını bozmalarını memnuniyetle karşılıyor olsak da cuntanın kilit oyuncularının on yıllardır bu anlaşmaları destekleyen hükümetlerde bulundukları gerçeğin hareketle, doğru yönde atılan bu adımı, sürekliliği olan bir anti-emperyalist gündemin parçası olmaktan ziyade, kitlesel bir destek tabanı oluşturmaya yönelik popülist bir girişim olarak değerlendiriyoruz. Darbeci güçler de tıpkı devrik hükümet gibi, Nijer'deki sömürücü ve baskıcı egemen sınıfın temsilcileridir. Toplumsal ilerlemeyi ve aşağıdan köklü bir demokrasiyi temin edecek gerçek güç, öncelikle Nijer'in emekçi halkının iradesi olacaktır.  ,Nijer'de ortaya çıkan durumun nasıl sonuçlanacağını kestirmek için henüz çok erken. Fakat açıktır ki bu sürecin Fransa ya da Rusya gibi yabancı güçler tarafından değil Nijer halkı tarafından yönlendirilmesi hayati önem taşımaktadır. Bizler Sosyalist İşçi Birliği olarak, Nijerya İşçi Kongresi (NLC) ve İşçi Sendikaları Kongresi'ni (TUC) Nijer'deki her türlü savaş girişimini kınamak ve işçi sınıfını bu emperyalist ve kapitalist çıkarların üzerinde tutan bir demokrasi için mücadele etmek üzere, bölgedeki tüm işçi örgütleriyle birlikte çalışmaya çağırıyoruz.  Hedefimiz değişmemiştir: İleriye uzanan yolun emekçi halkın gücüyle, bizzat halk tarafından belirlendiği, onlar tarafından yönetilen demokratik bir Nijer istiyoruz.  Bunun yolu, darbeci politikalardan ya da emperyalist müdahalelerden değil, Nijer emekçileri ile gençlerinin devrimci demokrasi ve aşağıdan sosyalizm için örgütlenmesinden, bunun için verilecek mücadeleden geçmektedir. SWL Merkez Komitesi adına Frances AKINJOLE ve Mobolaji OTUYELU Çeviri: Tuna Emren

Kuran yakmak nefret suçudur

Danimarka'daki Uluslararası Sosyalistler tarafından yapılan açıklama: Danimarka hükümeti Kuran'ın yabancı elçiliklerin dışında yakılmasını önlemeyi teklif ederken, önergeden ikiyüzlülük ve sinizm sızıyor. Danimarka'daki Müslüman azınlık Løkke ve ortaklarının zerre kadar umurunda değil. Bu sadece IOC'yi (Müslüman ülkeler örgütü) tatmin etmek için sembolik bir eylemdir. Şimdiye kadar, (kırmızı veya mavi) her hükümet Danimarka'da Müslüman vatandaşlara karşı her türlü ihlal ve ayrımcılığa izin verdi. Rasmus Paludan'ın birkaç yıl önce ülkenin dört bir yanında Kuran'ın yakılmasıyla yaptığı ucube gösterisine izin verildi ve öfkeli protestocular tarafından durdurulmaması için polis korumasına milyonlarca dolar harcandı. Artık dünya değişiyor ve düşman Rusya. Batının, parasıyla, silahıyla, nüfuzuyla Türkiye'ye ve Suudi Arabistan'a ihtiyacı var. Teklifin arkasında sadece sinik emperyalist saikler var. Kuran yakma işlemleri yabancı elçilikler dışında herhangi bir yerde gerçekleşebilir. Rasmus Paludan ve Danimarka Vatanseverleri'nin Kuran'ı yakmasını gerçekten durdurmak istiyorsanız, ırkçılığa karşı yasaları kolayca değiştirebilir ve bunların BM'nin tavsiye ettiği gibi dinlere karşı nefret söylemi ve eylemleri için de geçerli olduğunu netleştirebilirsiniz. Ama önerdikleri bu değil. Burada Sosyalist Halk Partisi (SF) ve Kızıl/Yeşil İttifakı (Enhedslisten), aşırı sağla yatmak yerine, yasal olarak da başka bir yol izleyebilirdi (muhalefet partilerinin hepsi, ifade özgürlüğünün ihlali olarak öneriyi protesto ettiler). Pek çok Müslüman ve ırkçılık karşıtı öneriyi doğru yönde atılmış bir adım olarak görse de, hemen sevinmemek gerekiyor. Müslüman kadınlara yönelik Çalışma Vazifesi Yasası (işyerlerinde başörtüsü giymenin kısıtlanmasıyla ilgili) uygulanmaya devam edecek. İş piyasasında ve diskolarda ayrımcılık itirazsız devam edecek ve depolama kamplarının düşmanca, ırkçı mülteci politikası devam edecek, her zamanki gibi. Müslüman günah keçisi iktidardakiler için çok önemlidir. Kuran yakmanın ifade özgürlüğü ile hiçbir ilgisi yoktur. Sadece Müslümanlara karşı nefreti körüklemek için tasarlanmış bir harekettir. Bu, Paludan ve Vatanseverler'in ana akım 'islamcılık karşıtlığı'nı temel alma ve faşist bir hareket inşa etme girişimidir. Dolayısıyla mesele siyasi bir meseledir ve 'ifade özgürlüğünü savunma' meselesi değildir. Hitler, faşist bir hareketin nasıl inşa edileceği konusunda çok netti. Muhalifleri, özellikle sosyalistleri ve sendikaları terörize edecek kadar güçlü olmak için sokağı fethetmeye çalışıyorsunuz. Aynı zamanda, hareketi başlangıçta ezilseydi, Nazilerin asla iktidara gelemeyeceğinin de aynı derecede farkındaydı. Dolayısıyla sosyalistler ve ırkçılık karşıtları için mesele faşistleri küçücük ve zayıfken ezmektir. Bu nedenle sokaklarda kendilerini ifade etmeleri ve örgütlenmeleri engellenmelidir. Kanunun değiştirilmesi, Paludan, Vatanseverler ve benzeri grupların toplumdaki örtük İslam karşıtlığı kisvesi altında faşizmi örgütlemeyeceğini hiçbir şekilde garanti edemez. Sokaklardaki Kur'an yakma ve benzeri ırkçı eylem ve ifadeleri kitlesel varlığımızla durduracak kadar kalabalık  olmalıyız. Görev budur - güçlü ve kitlesel bir ırkçılık ve faşizm karşıtı hareket inşa etmek.

Geri 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 İleri

Bültene kayıt ol