Küresel imza kampanyası: Bogdan Syrotiuk'a özgürlük

Nijer'de darbe Batı yanlısı cumhurbaşkanını devirdi

Batı Afrika'da Nijer'de gerçekleşen darbe, Batı emperyalizminee büyük bir darbedir. BBC'nin "güvenlik muhabiri" Frank Gardner -İngiliz devletinin düşünceleri konusunda her zaman güvenilir bir rehber olmuştur- "Batı'nın bölgedeki etkisi kurak mevsimde bir su havuzu gibi daralıyor" dedi. Devlet Başkanı Mohamed Bazoum, Çarşamba günü ordunun büyük bölümünün desteklediği bir darbeyle kendi başkanlık muhafızları tarafından gözaltına alındı. Ertesi gün Nijer'in başkenti Niamey'de toplanan yüzlerce kişi Rus bayrakları salladı. Abdourahmane Tchiani, Bazoum'un konutuna barikat kurarak ve istifasını talep ederek isyana öncülük etti. Tchiani Cuma günü televizyonda kısa bir süre görünerek ülkeyi ele geçirdiğini söyledi. Rusya'nın Wagner Grubu'nun başkanı Yevgeny Prigojin darbeyi memnuniyetle karşıladı ve yeni liderlere kendi paralı asker grubunun hizmetlerini teklif etti. Şimdi görevden alınan Bazum, tomar tomar para karşılığında Batılı askeri güçlerin ülke içinde faaliyet göstermesine büyük bir hevesle izin vermişti. Ayrıca Avrupa Birliği'ne (AB) mültecilerin Avrupa'ya ulaşma yolundaki geçişlerini zorlaştıracağına dair söz vermişti. Afrika ve dünyanın dört bir yanındaki diktatörlükleri destekleyen İngiliz hükümeti bu hafta yaptığı açıklamada "kabul edilemez olayların sona ermesini ve Nijer'in demokratik yollarla seçilmiş kurumlarının tam ve hızlı bir şekilde restore edilmesini" istediğini belirtti. Nijer geçen yıl Birleşmiş Milletler'de Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini kınayan bir karar tasarısını desteklerken pek çok Afrika ülkesi desteklememişti. Fransa'nın Niamey'de büyük bir üssü var ve Almanya da Nijer askerlerini eğitiyor. ABD'nin biri çöl kenti Agadez yakınlarında olmak üzere iki insansız hava aracı üssü ve ülkede 1.100 askeri bulunuyor. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken Bazoum'a hala "kararlı desteğini" sunuyor ve onu tutuklayanları "yüz milyonlarca dolarlık yardımın" risk altında olduğu konusunda uyarıyor. Ancak bu boşa kürek çekmektir. Bazoum'un görevine iade edilmesi pek olası görünmüyor. Şubat ayında AB, darbeye destek veren aynı ordudan birliklerin eğitimini desteklemek üzere bir "askeri ortaklık misyonu" başlattı ve Mart ayında bu misyona 35 milyon Sterlin sağlamayı kabul etti. Batı, Nijer'i bölgedeki nüfuzunu arttırmak ve Rusya ile Çin'i dışarıda tutmak için kullanmak istiyordu. Nijer, nükleer enerjinin önemli bir bileşeni olan dünya uranyumunun yaklaşık %5'ini üretiyor ancak bunun tamamını, elektriğinin %70'ini nükleer kaynaklardan elde eden Fransa'ya ihraç ediyor. AB'nin baş diplomatı Josep Borrell, Bazoum'la -ve muhtemelen bazı isyancılarla- sadece 23 gün önce görüştü. Bu gezi sırasında Borrell Nijer'i "bir istikrar cenneti" olarak selamladı. Borrell, "Nijer hem siyasi hem de güvenlik açısından sağlam ve güvenilir bir ortak," dedi. "Başkan Bazoum'u tüm gücümüzle destekliyoruz." Financial Times gazetesinin haberine göre, "Ne yazık ki Borrell için ayaklanmacı özel kuvvetlerin başka planları vardı." Nijer'deki kargaşa, komşu Mali ve Burkina Faso'da 2021 ve 2022 yıllarında yaşanan ve Sahra Çölü çevresindeki bölgede Batı etkisini zayıflatan darbelerin ardından geldi. Mali'de 2021 darbesinin ardından yeni rejim Fransız askerlerini sınır dışı etti ve Wagner ajanlarıyla bir sözleşme imzaladı. Burkina Faso Cumhurbaşkanı İbrahim Traore, Cuma günü düzenlenen Rusya-Afrika Zirvesi'nin bir oturumunda yaptığı konuşmada şunları söyledi: "Afrika ülkeleri on yıllar boyunca modern kölelik biçimi olarak adlandırılabilecek barbarca ve acımasız bir sömürgecilik ve emperyalizm biçiminden mustarip oldu. "Ancak özgürlüğü için savaşmayan bir köle hiçbir hoşgörüye layık değildir. Afrika devlet başkanları emperyalistlerin elindeki kuklalar gibi davranmamalıdır." Ancak Putin'in emperyalizmi ya da Wagner, Batı müdahalesine olumlu bir alternatif sunmuyor. Nijer dünyanın en yoksul ülkelerinden biri. Ve 14.8 yaş ortalamasıyla dünyanın en genç nüfusuna sahip. Emperyalizm ve kapitalizm Nijer halkına yoksulluk, baskı ve iklim kaosundan başka bir şey sunmuyor. Bu ay Nijer şiddetli bir sıcak hava dalgasının pençesindeydi. Bilim insanları Nijer'deki sıcaklıkların dünyanın geri kalanına göre bir buçuk kat daha hızlı arttığını söylüyor. Büyük güçlerin hiçbiri -ya da Nijer'deki kan davalı askeri gruplar- sıradan insanlarla ilgilenmiyor.

Putin'in zayıflığı: Prigojin Rusya'da, Wagner askerleri Polonya sınırında

Rus ordusu generallerine karşı kısa süreli ayaklanan paralı askerlerin lideri, St. Peterburg'da yapılan Rusya-Afrika zirvesinde boy gösterdi. Rusya devlet başkanı Putin'in "ihanetle" suçlaması sonrası, Belarus'a sığındığı söylenen Prigojin Orta Afrika Cumhuriyeti’nin (OAC) üst düzey yetkililerinden Büyükelçi Freddy Mapouka ile el sıkışırken görüldü. Geçen hafta Belarus'ta görüntülenen Wagner lideri, askerlerini selamlarmış ve Ukrayna cephesindeki “utanç” diye tanımlamıştı. Ardından Rusya'da boy gösteren Prigojin, Putin rejiminin zayıflığını bir kez daha tescillemiş oldu. Haziran ayında meydana gelen 24 saatlik ayaklanmada, Ukrayna sınırından Moskova yakınlarına 200 kilometrelik yolu engelsiz yürüyen Wagner birliklerinden başka bir haberde Polonya sınırından geldi. Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki, yüzlerce Wagner savaşçısının, Belarus'un Polonya sınırındaki Grodno şehri yakınlarına yerleştiği öne sürdü. Morawiecki, bu durumu "hibrid savaş" olarak niteleyerek Wagner birliklerini Avrupa birliği sınırlarına girmemeleri konusunda uyardı. Yaşanan bu iki gelişme, Ukrayna Savaşı'nda istediğini alamayan Putin'in Rusya'da zayıfladığını gösteriyor. Ayrıca daha büyük bir savaş tehdidinin arttığını da. Keza NATO Polonya ve Doğu Avrupa'da askeri gücünü artırırken, ABD Başkanı Biden ölümcül kitle silahı misket bombalarının Ukrayna ordusuna gönderilmesine izin vermişti. ABD ve Rusya arasındaki emperyalist çekişme Ukrayna'yı yıkarken, savaşın gölgesi Doğu Avrupa'yı kaplıyor.

Doğu Türkistan-Uygur teşkilatları: Soykırım ve insanlık suçlarından vazgeçin

Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Politbüro Üyesi, Dışişleri Bakanı Vang Yi Türkiye'de ağırlanıyor. Doğu Türkistan-Uygur teşkilatları ortak bildiri yayınlayarak Pekin rejimini teşhir etti ve taleplerini duyurdu. Doğu Türkistan-Uygur teşkilatlarının ortak açıklamasının tam metni: "Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin 26 Temmuz tarihinde Türkiye’yi ziyaret edeceği açıklanmıştır. Bu münasebet ile Doğu Türkistan-Uygur teşkilatları olarak, devlet yetkilileri ve Türk kamuoyunu Çin’in Doğu Türkistan’da Uygur ve diğer Müslüman Türk halklarına uygulamakta olduğu “soykırım ve insanlığa karşı suç” teşkil eden politikalarına karşı bilgilendirmek ve taleplerimizi ortaya koymak amacıyla bu basın bildirisi hazırlanmıştır. Çin’in 2017’den itibaren milyonlarca Uygur ve diğer Müslüman Türk halkına yönelik geniş çaplı tutuklama gerçekleştirerek Nazi tipi Çin toplama kampları ve hapishanelerde öldürme, işkence, zorla kaybetme, zorla çalıştırma, zorla kısırlaştırma, zorla Çinlilerle evlendirme, cinsel taciz, tecavüz, çocukları ailelerinden ayırarak asimilasyon kamplarına kapatma gibi gayri insani uygulamalarının yanı sıra bir milletin beyni sayılan düşünürler, bilim insanları, öğretmenler, doktorlar, yazarlar ve dini alimleri toplama kamplarına kapattığı ve onlarca yıllık hatta ömür boyu hapis cezalarına çarptırdığı bilinmektedir. Aynı zamanda tanınmış sevilen sanatçılar, sporcular, iş insanları, esnaf ve toplum önderleri gibi milliliği ayakta tutan, değer katan zümreye karşı da topyekûn imha politikasını planlı, sistematik bir biçimde uygulamakta olduğu bunun “soykırım ve insanlığa karşı suç” teşkil edendavranışlar olduğu, Çin tarafından her ne kadar inkar ve manipüle edilmeye çalışılsa da, kamp mağdurları ve şahitlerin tanıklıkları, araştırmacılar ve uluslararası kuruluşların raporları, gazetecilerin elde ettiği belgeler ve Çin polis arşivlerinden sızdırılan çok gizli belgeler ile sabittir. Dünyadan gelen tepkiler üzerine kamplara kapatılanların bir kısmı serbest bırakılmış olsa da çoğu göstermelik sözde yargılama sonucu uzun süreli hapis cezalarına çarptırılmıştır. BM İnsan Hakları Komiserliği raporunda Çin’in Doğu Türkistan’da (Sincan Uygur Özerk Bölgesinde) “ciddi insan hakları ihlalleri” ve “insanlığa karşı suç" düzeyine varabilecek işkence vakaları için güvenilir kanıtlar bulunduğunu belirtmiştir. Şimdiye kadar Avrupa Birliği ve ABD başta olmak üzere 10’dan fazla ülke Çin’in Doğu Türkistan’da (Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde) Uygur ve diğer Müslüman Türk halklarına uygulamakta olduğu politikalarını soykırım ve insanlığa karşı suç olarak tanımıştır. Londra'da kurulmuş olan Bağımsız Uygur Mahkemesi 9 Aralık 2021 tarihinde Çin’in Uygur ve diğer Müslüman Türk halklarına karşı “soykırım ve insanlığa karşı suç” işlediğine hükmetmiştir. BM’de 50 ülkenin imzaladığı açıklamada, Çin’in “ağır ve sistematik” insan hakları ihlalleri kınanırken, Uygur Türkleri ve “keyfi olarak özgürlüklerinden mahrum bırakılan herkesi” serbest bırakması gerektiği talep edilmiştir. BM’de Türkiye'nin de desteklediği Çin’in insan hakları ihlallerinin araştırılması önergesi, çoğu Müslüman ülkenin Çin tarafında yer alması sonucu reddedilmiştir. Müslüman ülkelerin Doğu Türkistan’da binlerce caminin tahrip edilmesi, kutsal kitabımız Kur'an-i kerimin toplatılarak yakılması ve ibadet özgürlüğünün yasaklarına karşı sessiz kalması da anlaşılır bir tutum değildir. Demokrasi, insan hakları, adalet, özgürlük ve hukukun üstünlüğüne inanan ve bu istikamette ilerleyen Türkiye Cumhuriyeti, Doğu Türkistan meselesi bakımından çok büyük önem arz etmektedir. Talepler Bu nedenle, Wang Yi’nin ziyareti sırasında Türk devlet yetkililerinden aşağıdaki konuların gündeme getirilmesini talep ediyoruz: 1. Çin’in Doğu Türkistan’daki soykırım politikalarından bir an önce vaz geçmesi, Uygurlar başta olmak üzere tüm Doğu Türkistan halkının insan haklarının, özellikle ana dil ve dini inanç özgürlüğünün korunması, 2. Doğu Türkistan’a Çinli göçmenleri yerleştirerek bölgenin demografik yapısını değiştirme ve Uygurları asimile etme çabalarının durdurulması, 3. Haksız yere keyfi olarak kamplarda ve hapishanelerde tutulanların derhal serbest bırakılması, 4. Türkiye’den bir heyetin Doğu Türkistan’da engelsiz ve takipsiz bir şekilde araştırma ve gözlem yapabilmesinin talep edilmesi, 5. Doğu Türkistan’da kamplarda ya da hapishanelerde tutulan Türk vatandaşlarının serbest bırakılıp, Türkiye’ye dönmesine izin verilmesi, 6. Türk vatandaşı veya Türkiye’de yaşayan binlerce Uygurun Doğu Türkistan’da kalan aile fertleri ile irtibata geçebilmesi, paramparça olan aileleri yeniden birbirine kavuşturarak, bu çeşit trajedilere derhal son verilmesi, 7. Uygurlara uygulanan Seyahat kısıtlamalarının kaldırılması. Kamuoyuna saygıyla duyurulur; Dünya Uygur Kurultayı Vakfı Uygur Akademisi Vakfı Doğu Türkistan Araştırmaları Vakfı Uygur Hareketi Teşkilatı Uygur Araştırmaları Merkezi"

Rusya’da cinsiyet uyum sürecini yasaklayan yasa kabul edildi

Yurtiçinden ve yurtdışından gelen eleştirilere rağmen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 24 Temmuz’da cinsiyet uyum ameliyatlarını ve cinsiyet uyum süreciyle ilgili ilaç ve hormonların kullanılmasını yasaklayan yasayı imzaladı. Yasa, akşam saatlerinde hükümete ait bir internet sitesinde yayınlanarak derhal yürürlüğe girmiş oldu. Rusya parlamentosunun alt kanadı Duma, sağlık ve medeni durum alanlarında mevcut yasaları değiştiren tasarıyı 14 Haziran'da oybirliğiyle kabul etmişti. Mayıs ayı sonunda bir önerge olarak parlamentoya sunulan tasarı cinsiyet uyum süreçlerini yasaklıyor ve sadece "çocuklarda doğuştan gelen anomalilerle bağlantılı" istisnalar öngörüyor. Bundan böyle kimliklerdeki cinsiyet hanesinde sadece atanmış cinsiyet yer alacak ve bunda değişiklik yapılamayacak. Başka ülkelerde yapılan cinsiyet uyum geçişleri de kabul edilmeyecek.  Yeni yasa, resmi cinsiyet kaydını uyumlulaştırmış olan transların evlat edinmesini veya koruyucu ebeveynlik yapmasını da yasaklıyor.  Medyada yer alan çelişkili haberlere göre, bu kişilerin evliliklerinin geçersiz sayılması ya da boşanma gerekçesi olarak kabul edilmesi de söz konusu. Rusya’da LGBTİ+fobi devlet tarafından her gün tırmandırılıyor. 2013 yılında kabul edilen ve sonrasında kapsamı genişletilen "Eşcinsellik Propaganda Yasası" ise onur yürüyüşü gibi etkinliklerin durdurulması ve eşcinsel haklarını savunanların gözaltına alınmasında kullanılıyor. 2020'de yürürlüğe giren yeni anayasada, evlilik yalnızca kadın ve erkek arasında kurulan bir birlik olarak tanımlanıyor. Bu yasanın kabul edilmesiyle, evlilik sadece cis kadınlar ve cis erkekler arasında gerçekleştirilebilecek. Türkiye’de de benzer bir yasa teklifi verilmesi gündeme gelmiş, sonra teklif geri çekilmişti. Ancak geçtiğimiz günlerde Erdoğan bir kez daha aynı yasa teklifinin sinyallerini verdi. Yeniden Refah ve Hüda Par gibi sağcı LGBTİ+fobik partiler de değişikliğe destek veriyor. Rusya, Avrupa ve Orta Asya'daki 600'den fazla örgütle birlikte çalışan ILGA-Europe adlı sivil toplum kuruluşunun LGBTİ+ dostu ülkeleri sıraladığı Rainbow Europe (Gökkuşağı Avrupa) listesinde sondan üçüncü sırada yer aldı.

İspanya seçimleri: Aşırı sağın beklediği olmadı

İspanya'da mücadele eden devrimci sosyalist örgüt Marx21'den Rodrigo Lombo yazdı: İspanya'da Pazar günü gerçekleştirilen erken seçim, Muhafazakar Halk Partisi (PP) ve aşırı sağcı Vox'un salt çoğunluğu elde edeceği yönündeki tahminleri boşa çıkardı. Çoğunluk olma şansını yedi sandalye ile kaçırdılar, ancak hayal kırıklıklarının bedelini sol koalisyon ödedi. PP yaklaşık 8,2 milyon oyla birinci parti oldu ve 2019'a kıyasla 47 sandalye daha kazanarak meclisteki koltuk sayısını 136’ya çıkardı.  Koalisyon hükümetinin başını çeken Sosyalist İşçi Partisi PSOE de yaklaşık 7,8 milyon oyla muhafazakarların oyuna yetişti, meclisteki koltuk sayısını ikiye katlayarak 122'ye çıkardı. Aşırı sağcıların partisi Vox ise 600.000'den fazla oy kaybetti, önceden 52 olan koltuk sayısı 33’e düştü.  Bir zamanların radikal sol partisi olan Podemos, Komünist Parti liderliğindeki Birleşik Sol’un da dahil olduğu [ve Katalonya ve Bask bölgelerinin bağımsızlık taleplerini savunan] sol koalisyonun hemen üstünde yer aldı. Koalisyonun küçük ortağı Sumar, 2019 seçimlerine Unidas Podemos olarak girdiği döneme kıyasla yedi sandalye kaybetti, seçimi 31 sandalye ile bitirdi. Sonuçlar, 2019 sonunda kurulan sol koalisyonun da bir irtifa kaybı yaşadığını gösteriyor – üstelik bir önceki hükümet asgari ücretin artırılması, konut yasaları ve trans hakları gibi pek çok önemli reformu onaylamıştı. Bu güç kaybının nedeni ise, Unidas Podemos ile sol kanattaki Katalan ve Bask partilerinden (Katalonya Cumhuriyetçi Solu ve EH Bildu) gelen baskısıydı. Sol, büyük şirketleri ve bankaları da memnun etmeye çalışmıştı. Aynı hükümet geçen yıl Melilla ile Fas arasındaki sınırda, büyük çoğunluğunu Afrika’dan gelenlerin oluşturduğu onlarca göçmenin katledilmesini de meşrulaştırmıştı. Sağın salt çoğunluğu sağlayamamış olmasına rağmen, sol koalisyon hükümetinin devam edip edemeyeceği de henüz kesin değil. Kaderini, Katalan bağımsızlık mücadelesinin siyasi güçleri belirleyecek – bu güçler solda olduğu kadar sağda da mevcuttur. Seçim sonuçlarına dair en iyi haber ise şüphesiz Vox'un güç kaybetmiş olmasıydı. İspanya nüfusunun büyük çoğunluğu Franco diktatörlüğünü savunan, translara ve göçmenlere saldıran, kadına yönelik şiddetin varlığını inkar eden bu partiye sırtını döndü. Vox oylarının büyük bir kısmı, Donald Trump yönetimindeki Cumhuriyetçiler örneğinde olduğu gibi sağa doğru radikalleşme eğilimi gösteren Muhafazakar Halk Partisi’ne (PP) kaydı. Dolayısıyla aşırı sağdan gelen tehdit henüz ortadan kalkmış değil – sadece seçimlerde değil toplumsal alanda da etkili olmaya devam ediyorlar. Bu nedenle, hepimizin en acil görevi faşizme ve ırkçılığa karşı birleşik mücadeleyi inşa etmektir. Katalonya'da çok geniş bir yelpazeye yayılan çeşitli toplumsal hareketlerin yanı sıra solun kendisini de kapsayan büyük bir oluşum olan Faşizme ve Irkçılığa Karşı Birleşelim hareketi varlığını sürdürmeye devam ediyor. Faşistlerin partisi olan Katalunya Platformu’nu (PxC) yenmeyi başardıklarında ne kadar güçlü olduklarını herkese gösterdiler. PxC 2010-11 aralığında bölgedeki en tesirli faşist yapıydı ancak artık tarihe karıştı. Özetle, solun geri kalanının şimdi hiç vakit kaybetmeden birleşik cephe ihtiyacına yanıt verecek şekilde faşizme ve ırkçılığa karşı birleşmesi ve buradan gelen gücünü İspanya’nın tamamında büyütmesi gerekiyor. Fakat bunun da ötesinde, faaliyetlerini seçimlere endekslemeyip gelecek için gerçek bir umut sunan aşağıdan mücadeleleri büyütmeye adanacak daha güçlü ve daha tutarlı bir anti-kapitalist solu inşa etmemiz gerekiyor.  Rodrigo Lombo, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi'nin (DSiP) İspanya’daki kardeş örgütü Marx21'in üyesidir. Çeviri: Tuna Emren

Hollywood Yapay Zekayı protesto ediyor!

Hollywood oyuncuları ve yazarları, 1960’dan bu yana ilk kez daha iyi ücret ve çalışma koşulları için ortak grev kararı aldı. Yüzlerce oyuncu ve yazar, herhangi bir düzenleme olmaksızın eserlerinin yapay zekayı eğitmek için kullanılmasından, kendi eserleriyle eğitilmiş yapay zekaya senaryo yazdırılmasından rahatsız ve mesleki varlıklarına tehdit olarak gördükleri yapay zekâ kullanımına ilişkin kısıtlama talep ediyorlar.  Bir işçi sendikası olan Amerika Yazarlar Birliği - Writers Guild of America (WGA), işçilerin yerine yapay zeka kullanımının yasaklaması için ilk ciddi adımı attı ve Sinema ve Televizyon Yapımcıları Birliği'nden (Alliance of Motion Picture and Television Producers - AMPTP) yapay zekanın kendilerine ait kaynaklardan/eserlerden faydalanarak hazırladığı eserlerle ilgili düzenleme talep etti. WGA’nın önerisinde, yapay zeka tarafından üretilen eserlerin "edebi malzeme(hikayeler, senaryolar, diyaloglar, eskizler vb." veya "kaynak malzeme(senaryonun dayandırılabileceği romanlar, oyunlar, makaleler vb." olarak kabul edilmemesi gerektiği belirtiliyor. Bu sayede bir yapay zeka programı "edebi malzeme" üretemeyecek ve projede "yazar" olarak kabul edilmeyecek.  Oyuncular Sendikası SAG-AFTRA yapay zekanın, oyuncuların ses ve görüntülerini birebir taklit etmesine ilişkin çekincelerini de dile getiriyor. SAG-AFTRA sendikasından Duncan Crabtree-Ireland, stüdyoların sanatçıların yüzlerini tarayıp "sonsuza kadar, istedikleri herhangi bir projede, rıza ve tazminat olmaksızın" kullanmak istediklerini belirtti. "Performans klonlama" konusunda benzer endişelerini dile getiren bir diğer isim de İngiliz oyuncular sendikası Equity'den Liam Budd oldu.  İngiltere yazarlar sendikası Writers' Guild of Great Britain – WGGB de yapay zeka geliştiricilerinin yazarların çalışmalarını onların izni olmadan kullanmasından ve yazarların telif haklarını ihlal ediyor olmasından şikayetçi. Konuya ilişkin yapmış oldukları açıklamada yapay zeka kullanımının artmasının yazarların iş imkanlarını azaltacağına ve yazarların ücretlerini düşüreceğine vurgu yapılıyor. WGGB, yazarların korunmasına amacıyla, yapay zeka geliştiricilerinin yazarların çalışmalarını yalnızca kendilerine açık izin verildiği takdirde kullanmaları ve hangi verilerin kullanıldığı konusunda şeffaf olmaları konularında tavsiyede bulunuyor.  Yapay zekanın bu denli hızlı gelişmesi kanuni düzenlemelerdeki eksiklikleri gün yüzüne çıkardı. DrawAnyone, DALL-E ve Snapchat gibi yapay zeka uygulamaları aracılığıyla üretilen portreler kamu malı sayılıyor ve herkes tarafından ücretsiz olarak kullanılabiliyor. Bu görüntüler telif hakkı koruması altında değil, tüm bu tartışmalar telif hakkı yasalarında önümüzdeki günlerde kaçınılmaz değişikliklerin olacağına işaret ediyor.   Duru H. Ozaner

NATO’nun alması gereken tek karar dağıtılması olmalı

Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta gerçekleşen NATO liderler Zirvesi Bildirisi, bu suç makinesinin yayılmasından memnuniyeti dile getiren bir metin.  Bildiri esas olarak Ukrayna-Rusya konusuna odaklanmış durumda. “Rusya bu savaşı derhal durdurmalı, Ukrayna’ya yönelik güç kullanımına son vermeli ve Ukrayna topraklarından tüm kuvvet ve teçhizatını tamamen ve koşulsuz çekmelidir. Ülkeleri Rusya’nın saldırganlığına herhangi bir şekilde yardım etmemeye çağırıyor ve Rusya’nın savaşını aktif olarak kolaylaştıran herkesi kınıyoruz”  diyen NATO kendisinin Rusya için bir tehdit oluşturmadığını savunuyor. Durumun böyle olmadığını biliyoruz. Ukrayna’yı işgal eden Rusya ne kadar saldırgan bir güçse, Ukrayna’yı Rusya ve Doğu’ya karşı bir kalkan olarak kullanan ve sürekli olarak yeni katılımlarla gelişmeyi hedefleyen NATO kat be kat saldırgan bir güçtür. Rusya’nın saldırgan tutkunu durdurmasını isteyen NATO, ilişkilerin normalleşmesinin bu adımın atılması şartına bağlı olduğunu açıklıyor. Öte yandan Çin’i de tehdit eden NATO bildirisi “Çin Halk Cumhuriyeti'nin (ÇHC) belirtilen hırsları ve zorlayıcı politikaları çıkarlarımıza, güvenliğimize ve değerlerimize meydan okuyor” diyerek gezegende sadece kendisinin iyi niyetli bir örgüt olduğunu dile getirmiş oluyor. Bildiri NATO liderlerinin Erdoğan’la NATO arasında varılan anlaşmayı da memnuniyetle karşıladığını gösteriyor. Erdoğan ve İsveç Başbakanı arasında NATO Genel Sekreteri'nin katılımıyla geçen görüşmede Türkiye’nin, İsveç’in NATO’ya katılımının önündeki engellemeye son verdiği açıklandı. TBMM’nin İsveç’in üyeliğine bir an önce onay vermesine yönelik bir girişimin başlayacağı Erdoğan tarafından açıklandı. Türkiye İsveç’ten bir çok sığınmacının iadesini istiyordu.  NATO, genişleme çabalarına ara vermeyen haydut bir kuruluştur. Savaşların sonlanmasına hiçbir katkısı olamaz. tersine, NATO bir savaş örgütüdür. NATO dağıtılmalıdır. her hangi barışçıl bir adımın ilk şartlarından birisi budur. Türkiye ise NATO’dan derhal ayrılmalıdır.

(Dosya) Fransa’da isyan

Polis şiddeti, ırkçılık ve sosyal eşitsizlik Fransa’da yeniden gündemde. Fransa’da neler olup bittiğini anlamak için en önemli kavramlar bunlar.  Ekonomik durgunluk, devlet yatırımlarının geri çekilmesi, azaltılması, işsizlik oranlarındaki tırmanış, artık sistematik hale gelmiş olan polis şiddeti halihazırda ırkçılık karşıtı öfkenin güçlenmesine neden oluyordu. Fakat Fransa’da başka bir olgu daha var: 15 yıldan uzun bir süreden beri devam eden ırkçılık karşıtı aktivizm, ırkçıların işlediği suçlara ve ırkçı polis şiddetine karşı bir siyasi seferberlik halindeydi.  Fransa’da ırkçı şiddet üzerinde biraz durulup geçilecek bir öğe değil. Yerel topluluklara nüfuz eden ve nesiller boyunca aktarılan ırkçı şiddetin hatıralarıyla birleştiğinde toplumsal öfkenin ırkçılık karşıtı bir bağlamda patlaması için derin kökler sağlamış oluyordu. Fransa’da 1990’lar ve 2000’lerin genç kuşakları ırkçı suçlara sürekli olarak maruz kaldılar. Polisten nefretin kesin bir tarihsel bağlamı var. Fransız polisi gösterileri bastırırken bile uyguladığı bir toplu şiddet eğilimi içinde. Bunun arkasında Fransız sömürgeciliğinin kibri, kurumsal ırkçılığın azınlıkları hedef alan geleceği yatıyor. Bu yüzden, Fransa’da polis şiddetine karşı toplumsal patlamalar sık sık yaşanıyor. 2005’te yaşanan huzursuzluk 20 güden fazla sürdü. Fransa’nın birçok farklı bölgesini etkiledi. Avrupa’daki en büyük sosyal patlama haline geldi.  Kentsel dönüşüm politikaları, polis ve devletin kurumsal ırkçılığı ve sürekli hale gelen şiddeti, karşı şiddetin neden devletin birçok sembolünü hedef aldığını da açıklıyor.  Şimdi yaşanan isyanda, bu etkenlerin yanı sıra polisin şiddet kullanmada elini rahat hissetmesinin de bir etkisi var. 2017’de sürücülerin “işbirliği yapmayı reddetmesi durumunda” müdahale etmek için polise daha güçlü yetkiler veren mevzuat değişikliği polis şiddetini güçlendirirken şiddete karşı ezilenlerin isyanını da sertleştiren bir faktör oldu. Polis bu yetkiyi sık sık kullandı. Trafikte araçları durdurdular ve yaralama ile ölümlerde kesin bir artış yaşandı. Yoldan geçenler ve sürücüler öldürülmeye başlandı. Bu mevzuat değişikliği polis sendikaları tarafından talep edilmişti ve Fransız polisi kentsel ve kırsal alanlardaki mücadeleleri şiddetle bastırmasıyla ünlüydü zaten. Fransa’dan bir akademisyenin vurgulamış olduğu gibi, sivil toplum kuruluşları yıllardır ülkedeki yapısal ırkçılığın altını çiziyor.  Katili aklıyorlar Polisler içlerindeki katilleri aklamak için ellerinden geleni yapıyor.  İşçi sınıfının düşmanları sadece polisler değil. Onları soruşturması gereken kurumlar da kesin bir şekilde polislerin yanındalar. Görevdeki ya da emekli Fransız polis memurlarıyla dolu bir kurum, Nahel M'yi infaz eden polisi aklamak için yapmadığını bırakmıyor. Üstelik cinayeti kanıtlayan bir videoya rağmen yapıyorlar bunu. Polis geçtiğimiz hafta Salı günü Paris'in dış mahallelerinden Nanterre'de genç Nahel'i vurdu.  Twitter'da yayınlanan bir videoda, bir polis silahını sürücüye doğrultuyor. Araba uzaklaşırken Nahel'i kalbinden vuruyor. Katil polisin ateş etmeden önce "Kafana bir kurşun sıkacağım" dediği duyuluyor. İkinci bir polis memuru "Vur onu" diyor. Ancak bir gazeteciye sızan bilgilere göre IPGN (Polis suçlarını örtmeye çalışan kurum) farklı bir diyalog duyuyor. Görünüşe göre ikinci polis "Vur onu" yerine "Ellerini başının arkasına koy" diyor ve kimsenin "Kafana bir kurşun sıkacağım" demediği düşünülüyor. Fransa’da ırkçılığa maruz kalanların söyledi gibi:  "Adalet sistemi bir adaletsizlik sistemidir. Beyaz zenginleri kayırıyor ve Arapların ve siyahların hayatlarını mahvediyor. Sonunda bu polis memurunu hapse göndermek zorunda kalsalar bile, bahse girerim erken çıkacaktır. Kuzey Afrikalı bir aileden gelen bir adamın suçlu bulunması gibi olmayacaktır." Fransız sosyalist ve ırkçılık karşıtı Denis Godard ise yaşananları şöyle yorumluyordu:  "Ayaklanmalar, Fransa'da bu yıl yaşanan kitlesel grev ve gösterilerin, emeklilik saldırılarından çok daha fazlası tarafından körüklendiğini gösteriyor. Solun ilk görevi sokağa çıkmak ve polisle mücadele edenleri desteklemektir. Herhangi bir işyeri aktivistinin sınavı, artık insanları polise karşı öfke duyanlara destek vermeye ikna edip edemeyeceğidir. Sendika liderleri emeklilik eylemlerini sonlandırırken mücadelenin devam edeceğini söylediler. Şimdi harekete geçme zamanı, eğer sendikalar milyonları harekete geçirirse Macron'un işi biter. Ancak, emeklilik grevlerini nasıl geri çektilerse, şimdi de büyük bir sosyal kriz Fransa'yı kasıp kavururken pasif kalıyorlar."

Geri 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 İleri

Bültene kayıt ol