Filistin'de soykırım 9. ayında

Irkçılık karşıtları, mülteci hapishanesi gemisinde ölümcül bakteri bulunmasının ardından protesto gösterisi yaptı

İngiltere'de Irkçılığa Karşı Dur'un aktivistleri Portland Limanı'ndaki Bibby Stockholm gemisinin dışında protesto gösterisi düzenledi Irkçılık karşıtları, Dorset'teki hapishane gemisinde potansiyel olarak ölümcül bir bakterinin keşfedilmesinin ardından Muhafazakarlar'ı “mültecilerin hayatlarına saygı duymamakla” suçladılar. 39 mültecinin Portland'daki Bibby Stockholm'e zorla bindirilmesinden sadece dört gün sonra, yapılan testlerde geminin su sisteminde Lejyonella bulununca, mülteciler gemiden indirildi. Mülteciler, Lejyonella'yı ve otellere taşınacaklarını ancak ırkçılık karşıtları onlarla iletişime geçtikten sonra öğrendiler. Bir mülteci şöyle bir mesaj attı, “Kimse bize taşınacağımızı söylemedi. Haberlerden yeni duyduk. Kimse bizimle ilgilenmiyor.” Hastalık haberi duyulur duyulmaz, Irkçılığa Karşı Dur'un (SUTR) Dorset'ten aktivistleri, Muhafazakarlar'a karşı geminin dışında bir protesto çağrısı yaptı. Yerel grubun eş başkanı Lynne Hubbard, Socialist Worker'a "İyi bir katılım oldu," dedi. “Gerçekten şok edici olan şey, mülteciler gemiye alınmadan önce test sonuçlarının açıklanmamış olması. Bu oldukça berbat bir durum. Muhafazakarlar mültecilerin hayatlarına saygı duymuyor ama bizden kaçıyorlar. “Bu durum, yangın güvenliğini teyit edip etmediklerini ve sertifikaları tamamlayıp,  tamamlamadıklarını da sorgulamamıza neden oluyor. Hala dar koridorlar ve 500'den fazla kişiyi almayacak bir tahliye alanı gibi sorunlar var.” Bakteriler, bir tür pnömoni olan Lejyoner hastalığına neden olabilir. Hastalığa yakalanan her on kişiden biri hastalıktan ve komplikasyonlardan ölüyor. Yerel çevre sağlığı tarafından testler yapıldı ve sonuçlar ilk 15 mültecinin geldiği Pazartesi günü bir üstlenici tarafından alındı. Ancak İçişleri Bakanlığı devam etti ve sonuçları almadan önce mültecileri tekneye bindirdi. Konsey Çarşamba günü İçişleri Bakanlığını "alt katlar" hakkında bilgilendirdi. Perşembe günü alınan diğer sonuçlar "resmi değiştirdi". Birleşik Krallık Sağlık Güvenliği Teşkilatı Perşembe günü gemideki altı yeni sığınmacının karaya çıkması ve şimdi hepsinin gemiyi boşaltması gerektiği tavsiyesinde bulundu. İçişleri Bakanlığı, gemiye binmek istemeyen mültecileri, binmezlerse tüm desteği kaybetmekle tehdit etti. Uzmanların gemiyi (Londra'da, 2017'de 24 katlı Grenfell Tower'da çıkan ve 72 kişinin ölümüne neden olan yangına atıfla) "yüzen bir Grenfell" olarak tanımlamasının ardından, yangın güvenliği endişeleri taşınma tarihinde gecikmelere neden oldu. Muhafazakarlar, 500 mülteci erkeğin sığınma davalarıyla ilgili kararı beklerken gemide barınmalarını istediler. Bir mülteci BBC'ye, sakinlerden birkaçının boğaz ağrısı çektiğini, öksürdüğünü ve nefes alma sorunları yaşadığını söyledi. İçişleri Bakanlığı, gemideki hiçbir mültecinin semptom göstermediğini ve "uygun tavsiye ve destek" aldığını iddia ediyor. Lynne, mültecilerin yaşam koşullarındaki sürekli değişikliklerden derinden etkilendiğini söyledi. "Mültecilerden biri Çarşamba günü SUTR toplantımıza geldi ve psikolojisi bozulmuştu" dedi. “Bu, bazı mülteciler için bardağı taşıran son damla oldu. Nereye taşınacaklarından emin değiller. Birçoğu, çevre ve arkadaşlarının olduğu Bournemouth'daki otellerdeydi. "Ancak aktivistlerimiz yardıma ihtiyaçları olursa arayabilecekleri bir numara belirlediler. Ve birbirleriyle bağlantı kurmak için kendi WhatsApp gruplarına sahipler. Kendi ajansları ve onlarla çalışmak isteyen insanlarla kendi kendini organize etme yetenekleri var. Bu da gerçekten önemli.” İşçi Partisi'nin gölge göçmenlik bakanı Stephen Kinnock, hükümetin kendisini "gülünç duruma" düşürdüğünü söyledi. Ancak Muhafazakârların sığınmacılara yönelik gaddarlığında komik bir şey yok ki, İşçi Partisi de buna uymak istiyor. Kinnock, İşçi Partisi'nin sığınmacılara baskı yapma konusunda daha iyi bir iş çıkaracağını göstermek istiyor. Portland'ın İşçi Parti'li Belediye Başkanı Caroline Parks, "endişeli yerel sakinler" adına geminin planlama izni konusunda yasal bir itiraz başlattı. Lynne, mültecilerin gelmesine karşı protestolar düzenleyen mülteci karşıtı kampanyacıların daha zor örgütlendiğini ancak Pazar günü bir protesto düzenlemeyi planladıklarını belirtti. Lynne, "gittikçe daha fazla insan bu duruma şaşırıyor ve mücadeleye müdahil oluyor" dedi. "Tüm beyaz işçi sınıfının ırkçı olduğu fikrini ortadan kaldırıyoruz." Irkçılık karşıtları tarafından bu fikirlere meydan okunduğu takdirde "insanların yalanlara ve günah keçisi ilan etmeye kanmayacaklarını" kanıtladıklarını söyledi. Gemiyi protesto etmeye, mültecileri karşılamaya ve Muhafazakârlara karşı durmaya devam edeceğiz.”

Hollywood grevde: Emmy Ödülleri 4 ay ertelendi

Senaristlerin başlattığı greve, set ve ofis işçileri, ardından oyuncular katıldı. Grev o kadar etkili oldu ki TV alanının prestijli ödüllerinin töreni, ertelenmek zorunda kaldı. Ajansların bu durumu "11 Eylül 2001 saldırılarından sonra bir ilk" olarak geçti. Neden grevdeler? - İlk sebep tüm işçiler gibi Hollywood emekçilerine de düşük ücretlerin dayatılması. Ücretlerinin artırılmasını talep ediyorlar. - Yapay zeka ile dil öğrenme yeteneğine sahip yazılımların senaryo yazımında yaygın olarak kullanılmaya başlanması sonucu, senaristler işten atılmaya başlamıştı. Senaristler iş güvenliği güvencesi istiyor. Sendika Hollywood oyuncularını temsil eden Beyaz Perde Aktörleri Derneği ve Amerikan Televizyon ve Radyo Sanatçıları birliği (SAG-AFTRA) üyeleri yukarıdaki talepler karşılanmadığı için 2 Mayıs’ta grev başlatmıştı.. SAG-AFTRA üyelerinin film prömiyerlerine katılması, yer aldıkları yapımlar için röportaj vermesi, ödül törenlerine gitmesi, film festivallerine katılması ve sosyal medyada filmlerinin reklamını yapması yasaklamıştı. Grev, setlerde tam katılımla sürüyor. Diziler çekilemeyip, bekliyor.

Kısa Kısa: Dünya Haberleri #31

Dünya'da neler oluyor? Neler konuşuluyor? F. Levent Şensever derledi... » 4 Ağustos: Naziler, Anne Frank’ın ailesinin saklandığı evi basıyor Naziler, 4 Ağustos günü Anne Frank ve ailesinin saklandıkları evin çatı katındaki gizli bölümü ortaya çıkardı ve evde saklanan aile bireylerini tutuklayarak, ölüm kamplarına gönderdi. Anne’nin Nazilerden saklanmak zorunda kaldığı ve son derece kötü koşullarda yaşamaya mahkum edildiği dönemde, bu anları kaleme aldığı Hatıra Defteri, bu dönemin vahşetini, korkularını ve umutlarını genç bir Yahudi kızın bakış açısından bizlere en sade ve çarpıcı bir şekilde aktaran tarihi belgelerden biri oldu.  Anne Frank, Holokost’un en çok tanınan ve üzerine en çok makale ve haber yazılan kurbanlarından biri. Ama o, Nazi vahşetinin bir kurbanı olmasının ötesinde, aynı zamanda ve her şeyden önce hayata tutunmaya çalışan genç bir kız; geleceğe dair düşleri olan bir çocuk, bir ailenin ferdi, bir kız kardeş ve yetenekli bir yazar olmaya aday bir insandı. Naziler, bütün bu insani değerlere rağmen Anne ve onun gibi yüz binlerce çocuktan sadece onların etnik kimlikleri, inançları, sakatlıkları, cinsel yönelimleri ya da düşünceleri nedeniyle nefret ediyordu. Nazilerin iktidarı boyunca estirdiği terör ve zulüm, 12 milyondan fazla insanın yaşamına mal oldu. Kanlı Nazi rejimi, Avrupalı Yahudilerin üçte ikisini katletti. Bir milyonun üzerinde Yahudi çocuk olmak üzere, toplam altı milyon Yahudi yaşamını kaybetti. Öldürülenler sadece direnenler ya da rejim karşıtlarıyla sınırlı değildi. Örneğin rejime doğrudan karşı çıkmasalar bile Yahudiler, Romanlar ve Sintiler, komünistler, sosyalistler, sendikacılar, sosyal demokratlar, engelliler, LGBTİ+ bireyleri ve daha niceleri, sırf düşünceleri, dini, etnik ve diğer kimlikleri, zihinsel/fiziksel engelleri nedeniyle çocuk, kadın ve yaşlı gözetilmeksizin acımasız bir zulme maruz kaldı ve endüstriyel bir ölüm makinasına dönüştürülen mekanizmalarla vahşice katledildiler. Almanya ve Nazilerin işgal ettiği sınırlar içindeki 40 binin üzerindeki zulüm ve ölüm tesisi, kurbanları toplamak, tutsak olarak zulmetmek ve katletmek üzere kullanıldı. » Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının yıldönümü İnsanlık tarihinin en büyük felaketlerinden biri olan, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, 6 Ağustos 1945 tarihinde Japonya’nın Hiroşima kentine ve 9 Ağustos 1945 tarihinde ise Nagazaki kentine attığı atom bombalarının sonucu, iki kentte toplam 220 binden fazla insan öldü. 2007 yılında, Nagazaki belediyesinin resmi sitesinde açıklanan verilere göre, bombanın atıldığı an kentte ölenlerin yanı sıra, kurtulanlar arasında atom bombasının yarattığı ölümcül etkiler sonucu ölenlerin toplam sayısı 143 bin 124 kişi oldu.  Emperyalist ülkeler bu korkunç felakete rağmen tarihten ders çıkarmadı. Dünyada 2022 yılı itibariyle Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının yüzlerce kat gücünde 12 bin 700 nükleer başlıklı silah stoğu olduğu tahmin ediliyordu. Günümüzde az sayıda ülkenin silah stoklarında, 9 bin 440 kadar füzelerle, uçaklar, gemiler veya denizaltılardan atılmaya hazır nükleer silah bulunuyor. Rusya ve ABD, birlikte nükleer başlıklı silah stoklarının yüzde 86’ısından fazlasına sahip. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Kuzey Kore ile Güney Kore ve bölge ülkeleri arasında yaşanan gerginlikler ve ABD ile Çin arasında sürmekte olan küresel hegemonya mücadelesi, günümüzde Soğuk Savaş döneminden bu yana en büyük nükleer savaş riskinin ortaya çıkmasına yol açtı. Rusya’nın üst düzey yetkililerinden olan ve 2008 ile 2012 yılları arasında ülkede Başkanlık mevkiinde görev yapan Dmitry Medvedev, 30 Temmuz günü daha önce de dile getirdiği nükleer tehditlerini yineledi. Medvedev konuyla ilişkili olarak şu açıklamalarda bulundu: “Düşünün ki... [Ukrayna’nın] NATO’yla birlikte gerçekleştirdiği saldırısı başarılı oldu ve topraklarımızın bir kısmının elimizden alınmasıyla sonuçlandı. Böyle bir durumda Rusya Başkanlık Kararnamesi’nin hükümleri uyarınca nükleer silah kullanmak zorunda kalırdık. Başka bir çözüm söz konusu olmazdı. Düşmanlarımız, dünyanın nükleer alevler içinde kalmasına izin vermemeleri için savaşçılarımıza dua etmelidir.” » Eski ABD Başkanı Donald Trump’a açılan davalar ABD eski başkanı Trump’a yönelik açılan davalar gün geçtikçe artıyor. Dört yılda bir gerçekleşen başkanlık seçiminin gerçekleşeceği gelecek yıl içinde daha şimdiden Trump’a karşı açılan beş farklı davanın duruşması var.  Hakkında açılan davalar arasında, eski bir porno yıldızına seçim kampanyası bütçesinden yapmış olduğu yasadışı sus payı ödemesi; başkanlık görevinin son bulmasının ardından, devlete ait gizli ve çok gizli belgeleri özel malikanesine götürmesi ve bu konuda yetkililerin soruşturmaları sırasında asılsız bilgiler vermiş olması; 2020 yılında gerçekleşen başkanlık seçiminin ardından, seçim sonuçlarını etkilemek üzere girişimlerine yönelik üç ceza davası ve iki tane daha hukuk davası bulunuyor. Trump, bütün bu suçlamaları reddederken, soruşturmaları yürüten yargıçlar ve savcıları da tehdit etmekten geri durmuyor. Ancak, özellikle 2020 seçimlerine yönelik yolsuzluklar ve devlete ait gizli belgeleri özel malikanesine götürmüş olması gibi davalarda ceza alması büyük bir ihtimal gibi görünüyor. Trump’a geçtiğimiz nisan ayında açılan ilk dava, ABD tarihinde eski veya görevde olan bir başkana açılan ilk dava olma özelliği taşıyor.  » Nijer’de darbe: Afrika, emperyalistler arasındaki hegemonya mücadelesinin yeni alanı Ordunun 26 Temmuz’da Nijer’de gerçekleştirdiği darbe, kısa sürede Emperyalistler ve Afrika ülkelerinin de müdahil olduğu bölgesel hegemonya mücadelesine dönüştü. Nijer eski bir Fransız sömürgesiydi. 1960 yılında bağımsızlığını ilan ettiği günden bu yana dört farklı darbe daha yaşadı. Bunlardan sonuncusu 2010 yılında gerçekleşmişti. Bunların yanı sıra, sonuncusu 2021 yılında olmak üzere birkaç kere de başarısız darbe girişimi gerçekleşti.  Ordu, son gerçekleştirdiği darbe ile Devlet Başkanı Muhammed Bazoum’u başkanlık sarayında alıkoyarak, devlet yönetimini ele geçirdi. Askeri cunta, anayasayı feshederek, tüm kurumları askıya aldı ve bir ‘geçiş hükümeti’ kurdu.  Darbeler, Afrika’da neredeyse sıradanlaşmış durumda.1950’li yılların sonundan itibaren sömürgeci ülkelere karşı başkaldıran ve ulus-devletlerini kuran Afrika devletlerinde, o dönemden günümüze yaklaşık 205 kadar darbe yaşandı.  Afrika’da yaşanan darbeler ve istikrarsızlıklar konusunda özellikle Batılı sanayileşmiş ülkelerin rolü büyük. Rusya’nın paralı askerleri Wagner grubunun darbecilerin yanında yer alması, ülkede asker bulunduran başta Fransız, Amerikan ve Almanların ülkedeki nüfuzunun kaybolmakta olduğunun açık bir göstergesi niteliğinde.  Nijer’in dünyadaki en büyük uranyum üretici olması, Batılı ülkeler nezdinde bu ülkeyi çok daha cazip kılıyor. Darbenin ardından, askeri cunta Fransa’ya yönelik uranyum ve altın satışlarını yasakladı. Avrupa’nın en çok sayıda nükleer enerji santraline sahip ülkesi olan Fransa, santralleri için gerekli uranyumun büyük bir kısmını Nijer’den tedarik ediyordu. » Suudi Arabistan’da düzenlenen Rus-Ukrayna savaşına yönelik ‘barış’ toplantısı Suudi Arabistan’ın ev sahipliğinde düzenlenen, aralarında Türkiye, Çin, Hindistan, ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinin de bulunduğu 40’tan fazla ülkenin katıldığı, Ukrayna savaşının barışçıl bir şekilde sonra erdirilmesine yönelik temel meselelerin ele alındığı toplantıya Rusya davet edilmedi.  Toplantıya Rusya’nın davet edilmemesine rağmen Çin’in katılması, Çin’in Rusya ile olan ilişkisinde bir politika değişikliğine işaret edip etmediği konusunda spekülasyonlara yol açtı. Öte yandan, Ukrayna Başkanı Zelenskyy’nin gerek toplantının çerçevesi gerekse sonuçları bakımından oldukça memnun kaldığı gözlemlendi. Zelenskyy, toplantının ardından bu yıl içinde toplantıda kararlaştırılan prensipler üzerine küresel bir zirvenin düzenlenmesini arzu ettiğini açıkladı.  Suudi Arabistan medyası katılımcıların barış yolunda fikir alışverişinin sürmesinin önemi konusunda anlaştıklarını aktardı. AB yetkilileri de katılımcıların, savaşın yol açtığı spesifik sorunların ele alınması amacıyla çalışma gruplarının kurulması yönünde karar aldıklarını açıkladı.  Öte yandan Rus devlet medyası, Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergei Ryabkov’un toplantı hakkındaki görüşlerine yer verdi. Ryabkov toplantı konusunda verdiği demeçte, “Toplantının Batı'nın, Zelenskyy'nin pozisyonunun arkasında Küresel Güney’i beyhude bir şekilde harekete geçirme çabalarının bir yansıması” olduğunu ifade etti. » Hindistan’da şiddet olayları Hindistan'ın kuzeydoğusundaki Manipur eyaletinde etnik gruplar arası gerçekleşen şiddet olayları son üç aydır kesintisiz sürüyor. Son olarak geçen hafta çıkan çatışmalarda üç kişinin öldürüldüğü ve çok sayıda evin ateşe verildiği bildiriliyor. Çatışmalar, eyaletteki çoğunluğu oluşturan Meitei etnik grubu ile Kuki aşiret grupları arasında yaşanıyor ve komşu eyaletlere sıçrama riski taşıyor. Meitei etnik grubu Manipur eyaletinin toplam nüfusunun yaklaşık yüzde 50’sini, Kukiler ise yüzde 25’ini oluşturuyor. Başbakan Narendra Modi'nin hükümeti, şimdiye kadar şiddeti ya da şiddetin altında yatan, göç sorunları ve bölgedeki etnik gerilimler gibi daha geniş sorunları ciddi bir şekilde ele almak ve etkili adımlar atmak konusunda yetersiz kaldı.  Manipur'daki Meitei ve Kuki topluluklarının sakinleri, 3 Mayıs'tan bu yana eyalet hükümetinin bir zamanlar sadece Kukiler için ayrılmış olan yardımları ve işleri Meiteileri de kapsayacak şekilde genişletme çabaları nedeniyle, tecavüzler, kundaklamalar ve kafa kesmeler de dahil olmak üzere korkunç şiddet olaylarının gerçekleştiğini bildiriyor.  Son üç ay içerisinde aşırı bir hal alan şiddet olayları nedeniyle, en az 150 kişinin öldürüldüğü ve en az 60 bin kişinin yerinden edildiği bildiriliyor.  Yaşanan şiddet olayları nedeniyle Modi hükümetine karşı bir güvensizlik önergesi verildi. Ancak bu girişimin Modi hükümetini etkilemesi beklenmiyor. » Türkiye’den dört savunma şirketi, ABD’li Defense News sitesinin dünyadaki en büyük 100 savunma şirketinden oluşan ‘Top 100’ listesine girdi Türkiye’nin, son yıllarda savunma alanında artan oranda yerli silahlara yönelik yatırımları ve girişimlerinin sonuç vermeye başladığı gözlemleniyor. Özellikle havacılık aksamları ve insansız hava araçları (İHA), askeri deniz platformları, füzeler ve askeri kara araçları gibi alanlarda hızla büyüyen yerli savunma şirketleri, bu doğrultuda dış satım cirolarını da artırıyor.  Dünyada silahlanma ve savunma harcamaları konusunda önce gelen kurumlardan biri olan Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) verileri, Türkiye’nin 2013 ile 2017 yılları arasında dünya toplam silah satışları içinde yüzde 0,6 düzeyinde olan payının, 2018 ile 2022 yıllarını kapsayan dönemde yüzde 0,5 artarak, yüzde 1,1 düzeyine ulaştığını gösteriyor. Bu verilere göre, 2013-2017 dönemi ile 2018-2022 dönemleri karşılaştırıldığında, Türkiye’nin silah ihracatı yüzde 69 düzeyinde bir artış kaydederken, aynı dönemde silah ithalatında ise yüzde 49 düzeyinde bir düşüş gerçekleşti. Defense News sitesinin düzenlediği 100 şirketten oluşan listenin başını çeken ilk on şirket arasında altı ABD’li, üç Çinli ve bir de İngiliz şirket yer alıyor. 100 şirket arasında toplam 52 ABD’li şirket bulunuyor.  Türkiye’den listeye giren dört şirket ise sırasıyla ASELSAN, TUSAŞ, ROKETSAN ve ASFAT oldu. Listede yer alan Türk şirketlerinin hepsi kamu kuruluşu. Bunlardan üçü Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı’nın şirketi, biri ise Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı bir kamu işletmesi.    » Türkiye kilit Birleşmiş Milletler toplantısına ev sahipliğinden vazgeçti Türkiye, gelecek yıl 21 Ekim – 1 Kasım tarihleri düzenlenecek olan COP16 toplantısının ev sahipliğini gerçekleştiremeyeceğini bildirdi. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından düzenlenen toplantılar dizisi, 190 ülkenin taraf olduğu BM Biyoçeşitlilik sürecinin bir parçası.  COP16 görüşmeleri sürecinin bir parçası olarak gerçekleşen geçen yılki toplantıda, biyoçeşitlilik konusunda çok önemli kararlar alınmıştı. Alınan kararlar arasında en önemlilerden biri, 2030 yılına kadar gezegenin en az yüzde 30’unun koruma alanları haline getirilmesi kararıydı.  Ankara’nın aldığı kararın gerekçesi olarak, şubat ayında gerçekleşen depremler gösterildi. Ancak, depremin ardından çeşitli devasa spor etkinlikleri ve son olarak gerçekleşen savunma fuarı, IDEF gibi büyük ölçekli etkinliklerin düzenlenmesinin devam ediyor olması, akıllara gerçek iptal nedeninin, BM’nin bu toplantılarının Türkiye açısından pek cazip olup olmadığı sorusunu getiriyor.

Sağcı hükümetten insanlık dışı uygulama: Yüzen mülteci hapishanesi

İngiltere hükümeti Bibby Stockholm adlı devasa gemiye ilk mülteci grubunu gönderdi. 500 kadar mültecinin iltica başvuruları sonuçlanana dek Dorset bölgesinde demirli olan büyük bir gemide tutulması planlanıyor. İnsan hakları grupları, mültecileri böyle bir gemide, cezaevine benzeyen koşullarda tutmanın "insanlık dışı" olduğunu söyleyip, tasarıya karşı çıkmıştı. Gemi, tek kişilik kabinlerde 222 kişiyi alacak şekilde yapılmıştı. İçişleri Bakanlığıysa, 506 mülteciyi çok kişilik odalara yerleştirmeyi planlıyor. Bu, gemide difteri gibi bir salgın olması durumunda birçok kişinin enfekte olabileceğini belirten bir hükümet içi belgesine rağmen plan uygulamaya konuldu. Nitekim daha önce Kent'teki Manston işlem merkezinde bir adam difteriye yakalandıktan sonra ölmüştü. Braintree'deki başka bir merkezdeyse, mültecilerde verem, uyuz ve iskorbüt saptanmıştı. Ayrıca yangın güvenliği sorunları, İtfaiye Birliği tarafından "potansiyel bir ölüm yolculuğu" olarak adlandırılan gemiye taşınma tarihinin ertelenmesine yol açmıştı. Gemiye yanaşacağı Portland limanının sahibi olan aile şirketi, mavnayı 18 aylığına yanaştırmak için 2.5 milyon sterlini cebe indirdi. Firmanın ırkçı UKİP partisiyle bağları var. İngiliz hükümetinin, bir diğer mülteci düşmanı planıysa, Manş Denizi üzerinden bot veya teknelerle ülkeye giren düzensiz göçmenleri engellemeye yönelik 7 Mart’ta açıkladığı yasa tasarısı. Bu tasarı  göçmenlerin yakalandığı anda gözaltına alınmasını ve adli soruşturma olmaksızın 28 gün içinde kendi ülkelerine ya da Ruanda gibi güvenli kabul edilen üçüncü ülkelere sınır dışı edilmelerini öngörüyor. Mültecileri Ruanda'ya sürme planı belirsizliğini korurken, şimdi de yoksulluktan, baskıdan ve iklim kaosundan kaçan çaresiz insanları güney Atlantik'teki ıssız bir volkanik ada olan Ascension Adası'na göndermeyi planlıyorlar. Birleşmiş Milletler (BM), İngiliz parlamentosundan geçen tartışmalı Yasa Dışı Göç Yasa Tasarısı'nın ülkenin uluslararası insan hakları ve mülteci hukuku kapsamındaki yükümlülükleriyle çeliştiğini bildirdi.

Batı emperyalizmi Nijer'de kontrolü yeniden ele geçirme planları yapıyor

Emperyalist bağlantılı güçler, Fransa, ABD ve müttefiklerinin keyfini kaçırdığı için Batı Afrika'daki Nijer'i işgal etmeye hazırlanıyor. Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu'ndaki (Ecowas) Batı yanlısı devletler, Nijer'in yeni rejimine, görevden alınan cumhurbaşkanı Mohamed Bazoum'u geri getirmesi veya sonuçlarına katlanması için Pazar gecesine kadar süre verdi. Buna “güç kullanımı” da dahil olabilir dediler. Geçen hafta sızan bir belge, Nijerya'nın Nijer'in güney sınırındaki Sokoto eyaletinde asker yığmaya hazırlandığını öne sürdü. Temmuz ayı sonunda bir grup general Bazoum'u görevden aldı. Yeni yöneticiler, Batı'nın büyük öfkesine rağmen, Fransa'nın ülkede bir üs ve 1.500 asker bulundurmasına izin veren askeri anlaşmaları iptal ettiler. Nijer'de 1000'den fazla askeri bulunan ABD, ülkenin hava sahası kapalı olduğu için üslerinden insansız hava aracı uçuramıyor. İtalyan hükümetinin şu anda Nijer'de konuşlanmış 350 askeri personeli var. Bir işgal başlarsa tüm bu yabancı güçlerin ne yapacağı belli değil. Ancak Ecowas'ın birliklerine karşı çok sıcak olacaklarını garanti edebiliriz. Batılı hükümetler, Nijer'in Rusya'nın etkisi altına girmesinden ve ABD ile müttefiklerinin bölgede şu anda sahip oldukları kontrolun azalacağından endişe ediyorlar. Nijer'in Fransa'dan bağımsızlığını kazanmasının 63. yıldönümü olan 3 Ağustos Perşembe günü, müdahale karşıtı göstericiler başkent Niamey'de toplandı ve yeni rejime -Anavatanı Koruma Ulusal Konseyi- destek sözü verdiler. Protestoları, Fransız güçlerini geri çekilmeye zorlamak amacıyla geçen yıl kurulan bir koalisyon olan M62 organize etti. Fransız kuvvetleri, komşu devletler Mali ve Burkina Faso'dan çıkarıldıktan sonra Nijer'i bölgedeki operasyonlarının merkezi olarak kullanmayı ummuştu. Ekonomik savaş çoktan başladı. Nijer'e elektriğin yüzde 70'e varan kısmını sağlayan Nijerya, ülkenin elektriğini kesti. Ecowas, Fildişi Sahili'nin mal ithalatını ve ihracatını askıya alması ve bölge merkez bankasının şubelerini kapatması gibi başka yaptırımlar da getirdi. Dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan karayla çevrili ülkedeki gıda fiyatları enflasyonu hızlandı. Herhangi bir askeri hamle Nijer'de şiddetli bir direnişle karşılaşabilir.  Ayrıca , "düzeni yeniden sağlamak" isteyen başlıca devletleri -Senegal ve Nijerya- daha da istikrarsızlaştırabilirler . Pazartesi günü, Senegal Devlet Başkanı Macky Sall hükümeti ana muhalefet partisi Pastef'i yasakladı ve liderini tutukladı. Haziran ayında Senegal'de işsizlik ve yolsuzluk nedeniyle kitlesel protestolar başladı. İsyan o kadar güçlüydü ki Sall, üçüncü bir başkanlık dönemi için aday olma planından şimdilik geri çekildi. Nüfusun yüzde 60'ının 24 yaşın altında olduğu bir ülkede genç işsizliği yüzde 50'ye yakın. Ve Nijerya'da devlet başkanı Bola Tinubu'nun hükümeti, bir dizi petrol, eğitim, sağlık ve elektrik fiyatı sübvansiyonlarını kaldırmasının ardından direnişle karşı karşıya. Geçen Çarşamba ülke çapında protestolara tanık oldu - ancak daha sonra sendika liderleri Tinubu'nun belirsiz vaatlerine dayanarak protestoları sonlandırdı. Büyük güçlerin ve müttefiklerinin hiçbiri - ya da Nijer'deki düşman askeri gruplar - ülkenin sıradan insanlarıyla ilgilenmiyor. Müdahaleye karşı çıkmak çok önemli ama bu, işçilere ve yoksullara yardım etmek ve demokrasiyi kazanmak için önlemler geliştirmekle birlikte ilerlemeli. Afrika genelinde işçiler, kapitalizm yanlısı yöneticilerine karşı aynı çıkarlara sahip.

HDP: Ezidi Soykırımı tanınsın

Dokuz yıl önce Irak'ın Şengal bölgesinde IŞİD tarafından katledilen Ezidi halkı anılıyor. Halkların Demokratik Partisi (HDP), Ezidi Soykırımı'nın tanınması ve tarihsel adaletin yerine getirilmesini istedi. HDP'nin çağrısı şöyle: "9 yıl önce katliamcı IŞİD tarafından dünyanın gözleri önünde Êzidî halkı soykırıma uğratıldı, kadınlar ve çocuklar köle pazarlarında satıldı. Katliamda yaşamını yitirenleri, halkını savunmak için toprağa düşenleri saygı ve minnetle anıyoruz. Tüm toplumu bu soykırımın tanınması ve bir daha yaşanmaması için sorumluluk almaya çağırıyoruz."

Büyüme yavaşlıyor, küresel kapitalizm Temmuz'da da daraldı

Emperyalist devletler arasındaki rekabet keskinleşirken, dünyada üretim daralma eğilimleri içinde. Büyüme yavaşlarken, kapitalistlerin yüksek enflasyona dair politikaları dengeleri daha da bozuyor. Temmuz ayında dünya ekonomisinde daralma sert bir şekilde gerçekleşti. Bu daralma ,Covid salgını kapanma döneminin ardından geldi. Üretimdeki gerileme tüm bölgeleri vuruyor. Özellikle Çin ekonomisinin büyümesinde yavaşlama, faizleri yükseltme gibi etkenlerin dünyada üretimi azalttığı görülüyor. Avrupa bölgesindeki Satın Alma Yöneticileri Endeksi PMI'ya bakıldığında fiyatların düşürülmesine rağmen talep azaldı. Motor güç Almanya'da daralmalar görülürken, diğer iki dev Fransa ve İtalya'da da durum aynı. Avrupa Birliği'nden ayrılan İngiltere'de de durum farklı değil. Ajansların aktardığına göre "Avrupa bölgesi PMI verisi Temmuz ayında bir önceki ay görülen 43,4 seviyesinden 42,7’ye geriledi. Bu Mayıs 2020’den beri görülen en düşük değer olarak kayda geçti. Söz konusu PMI değerinin 50’in altında olması ekonomik faaliyetlerde daralmaya işaret ediyor." Çin’de durgunlaşan talep, Japonya, Güney Kore ve Tayvan’da da fabrika üretimlerini yavaşlatıyor. Ekonomi devi Hindistan’da üretim faaliyetlerinin art arda ikinci ayda  geriledi. Uluslararası ekonominin bir parçası olan Türkiye kapitalizmi de aynı sorunlarla karşı karşıya. Fabrikalardaki imalat, yeni siparişlerdeki artış ve üretim sonucu yılın ilk altı ay büyümenin ardından Temmuz ayında hafif bir düşme eğilimi baş gösterdi.

İngiltere Ezidi Soykırımı’nı resmen tanıdı

İngiltere, IŞİD'in 2014 yılında gerçekleştirdiği Ezidi Soykırımı'nı tanıyan ülkeler arasına katıldı. Ezidi Soykırımı'nın dokuzuncu yıldönümü öncesinde İngiltere hükümetinin internet sitesinden yapılan açıklamada, "İngiltere bugün resmen, Ezidi halkına 2014'te IŞİD tarafından soykırım eylemi gerçekleştirildiğini tanımıştır" denildi. Ezidi Soykırımı, İngiltere'nin tanıdığı beşinci soykırım oldu. İngiliz hükümeti geçmişte, Yahudi Soykırımı'nı, Ruanda Soykırımı'nı ve Kamboçya Soykırımı'nı tanımıştı. Ülkenin Ezidi Soykırımı konusunda aldığı karar, Almanya'da eski bir IŞİD militanının Irak'ta Ezidilere karşı soykırım ve insanlığa karşı suç işlemekten suçlu bulunması üzerine geldi. 'Adalet kilit önem taşıyor' İngiltere'nin Ortadoğu'dan Sorumlu Devlet Bakanı Lord Tarig Ahmad, Ezidi halkının dokuz yıl önce IŞİD tarafından maruz bırakıldığı acıların bugün hâlâ hissedildiğini hatırlatarak, "Hayatları yıkılanlar için adalet ve hesap sorulabilirlik kilit önemde. Bugün, Ezidi halkına karşı soykırım eylemi gerçekleştirildiğini tanımak yönünde tarihi bir karar aldık" dedi. Bu kararın Ezidilerin adalete ulaşmasına yardımcı olması umudunu dile getiren İngiliz bakan, "İngiltere, IŞİD'in yok edilmesinde önde gelen bir rol oynamaya devam edecek. Buna, örgütün terörizminden etkilenen toplulukların yeniden inşası ve zehirli propagandasına karşı küresel çabalara liderlik etmek de dahil" diye konuştu. 'Almanya'daki mahkeme kararı etkili oldu' İngiliz hükümetinin açıklamasında, ülkenin pozisyonunun bugüne dek "soykırımların hükümetler veya yargı dışı kurumlar yerine yetkin mahkemeler tarafından tanımlanması" yönünde olduğu, Ezidi Soykırımı'nı tanıma kararının da Almanya'daki IŞİD üyesi hakkındaki soykırım hükmü sonrasında alındığı vurgulandı. Frankfurt'ta bir mahkeme, 30 Kasım 2021 yılında verdiği kararda eski IŞİD militanı Taha Al-Jumailly'yi Ezidi bir kadın ile beş yaşındaki çocuğunu esir alma ve istismar etme suçlamasıyla açılan davada, soykırım ve insanlığa karşı suçlar işlemekten suçlu bulmuştu. Alman Federal Mahkemesi de, 17 Ocak 2023'te sanığın temyiz başvurusunu reddederek bu hükmü korumuştu. Ne olmuştu? IŞİD, 2014 yılında Suriye ve Irak'taki ilerlemesi sırasında, Irak ordusunun ve peşmergenin çekilmesi sonrasında Musul'u ele geçirerek Ezidilerin anayurdu Şengal'e girmişti. 2 Ağustos'ta bölgeye giren örgüt, 3 Ağustos gününden itibaren Ezidileri katletme politikası izlemişti. Binlerce Ezidi Türkiye ve Suriye'ye kaçmaya çalışırken, erkekler ve erkek çocuklar öldürülmüş; binlerce kadın ve kız çocuk esir alınmıştı. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi, 2019 yılında 3 Ağustos gününü 'Ezidi Soykırım Günü' ilan etti. Birleşmiş Milletler'in yanı sıra ABD, Kanada, Avustralya, İrlanda, Portekiz, Hollanda ve Belçika'nın dahil olduğu yaklaşık 15 ülke katliamı soykırım olarak tanımış durumda. 

Trump’a karşı üçüncü kez dava açıldı

Geçtiğimiz salı günü ABD’nin eski Başkanı Donald J. Trump’a karşı, “kaybetmiş olmasına rağmen iktidarda kalmak amacıyla seçim sonuçlarını çarpıtma” girişimleri nedeniyle dört farklı suçlamayla dava açıldı.  Soruşturmayı yürütmek üzere atanan özel savcı, Trump’ı üç komplo girişiminde bulunmakla suçluyor: Devleti yanıltmaya yönelik komplo, seçim sonuçlarını onaylamakla görevli Seçim Kurulu’nun sonuçları tasdik etmesini engellemeye yönelik komplo ve resmi bir işlemi engellemek ve seçmenlerin oylarının sayılması hakkına karşı komplo kurmak. Açılan bu son dava, Trump’ın 2020 yılında seçimleri kaybetmesine karşın, iktidarda kalmak için suç teşkil eden girişimlerine yönelik suçlamaları kapsıyor. İddianamede Trump’ın seçim sonuçlarının iptal edilmesine yönelik suç teşkil eden çabalarında kendisine yardımcı olan işbirlikçileri olduğunu da belirtiyor. İsim verilmeden, Trump’ın komplo girişimlerinde kendisiyle iş birliği yapan, aralarında dört avukat, eski bir Adalet Bakanlığı yetkilisi ve siyasi bir danışmanın da bulunduğu altı kişiye atıfta bulunuluyor.  Söz konusu dava, 2024 yılının sonunda gerçekleşecek olan ABD Başkanlık seçimleri için Cumhuriyetçi Parti’den aday adaylığını açıklayan ve bu konuda seçim kampanyalarına başlamış olan Trump’a yönelik açılan üçüncü dava oldu. Trump, bu yıl haziran ayında açılan bir başka davada, 40 farklı suç teşkil eden fiil ile suçlanıyor. Söz konusu dava, Trump’ın başkanlık döneminin bitmesinin ardından devlete ait gizli ve çok gizli belgeleri yanında götürdüğü ve bu konuda açılan soruşturmaları yanıltmaya çalıştığına ilişkin suçlamaları kapsıyor. Bu davanın ilk duruşması gelecek yılın mayıs ayında gerçekleşecek. Trump yasadışı sus payı ödemeleriyle ilgili olarak New York’taki bir ceza mahkemesinde açılan bir başka davada, 2016 Başkanlık seçim kampanyası sırasında iş kayıtlarında 34 farklı suç teşkil eden tahrifat yapmakla suçlanıyor. Trump kendisine yöneltilen tüm suçlamaları reddediyor ve bunların kendisine yönelik “politik bir cadı avı” olduğunu ve iktidarın “politik söylemleri suç saydığını” iddia ediyor.   Trump, kendisine yönelik suçlamaları seçim kampanyasına bağış toplanması amacıyla kullanıyor ve kendisine yönelik bu tür soruşturmaların kamuoyunun desteğini artırdığını iddia ediyor. Nitekim Trump’ın seçim kampanyası yetkilileri, salı günü davanın açılmasının hemen ardından üzerinde dava tarihi olan ve “Trump’ın Yanındayım” sloganı yazılı tişörtleri pazarlamaya başladı. Trump hakkında geçtiğimiz nisan ayında açılan ilk dava öncesi, ABD tarihinde hiçbir başkan ya da eski başkana karşı dava açılmamıştı.

Geri 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 İleri

Bültene kayıt ol