Küresel imza kampanyası: Bogdan Syrotiuk'a özgürlük

İki tür ırkçılık karşıtlığı vardır; sadece bir tanesi işe yarar

Liberal ırkçılık karşıtları kelime dağarcığı üzerinde tartışırken, radikaller doğrudan eyleme geçiyor - ki sistemi değiştirmenin tek yolu da bu. Her yerdeki ırkçılık karşıtı kampanyacıları memnun etmesi gereken bir haberde, son zamanlarda herkes ırkçılık karşıtlığı hakkında konuşuyor gibi görünüyor. Dünyanın en güçlü finans şirketlerinden biri olan BlackRock'ın Larry Fink gibi üst düzey yöneticileri "sistemik" ırkçılığın ele alınması çağrısında bulunuyor. Çocuklara ırkçılık karşıtlığını öğreten kitaplar en çok satanlar arasına giriyor. Muhafazakârlar tüm bunları "uyanık" - vaaz veren, elitist ve gereksiz - olarak reddediyor, ancak bu konuda konuşmayı bırakamıyorlar gibi görünüyor. Ancak her zaman, tartışmanın her iki tarafı da yanlışlıkla tek bir tür ırkçılık karşıtlığı olduğunu varsayıyor. Biri liberal, diğeri radikal olmak üzere birbirinden oldukça farklı iki ırkçılık karşıtı gelenek arasında ayrım yapmakta başarısız oluyorlar. Liberal gelenek ırkçılığı esasen irrasyonel inançlar ve tutumlar meselesi olarak görmektedir. Antropolog Ruth Benedict ve eşcinsel hakları öncüsü Magnus Hirschfeld gibi kurucuları, 1930'larda nazizmin yükselişini anlamakla ilgilenmişlerdir. Irksal önyargıların yaygın olduğu toplumlarda liberal demokrasinin, siyasi aşırılık yanlılarının güç kazanmak için ırkçı nefreti körüklemesiyle baltalanabileceği sonucuna vardılar. Bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için liberal kurumlara, kitleleri, özellikle de yoksul ve eğitimsiz olanları ırkçı görüşlerin meşru bir temeli olmadığına ikna etmeleri çağrısında bulundular. Bu yaklaşım, ABD'de 4,3 milyar dolarlık bir iş kolu olan ve Suella Braverman'ın İçişleri Bakanlığı çalışanlarının bile benimsediği çeşitlilik eğitimine duyulan hevesten, Hollywood filmlerinde daha iyi temsil edilmenin bizi önyargılarımızdan kurtaracağı umuduna kadar, bugün de liberal ırkçılık karşıtlığının merkezinde yer almaktadır. Şimdi aradaki fark, liberallerin bilinçli zihin kadar bilinçaltındaki ırkçı tutumları da ortadan kaldırmaya çalışmasıdır. Radikal gelenek ise ırkçılığı, ekonomik kaynakların ırk grupları arasında nasıl farklı dağıtıldığıyla ilgili bir mesele olarak görmektedir. Örneğin Trinidadlı yazar CLR James, 1938 yılında "Afrika'da ırkçılık" üzerine yazdığı bir makalede, İngiliz sömürge ırkçılığının bir dizi inanç ya da tutum değil, ekonomik sömürüyü mümkün kılan, genel olarak gözlemlenen sosyal kurallar ve politikalardan oluşan bir yapı olduğunu savunmuştur. Bireysel ırkçı tutumlar şüphesiz mevcuttu ancak belirleyici faktör değildi. Benzer şekilde, Martinikli psikiyatrist Frantz Fanon da 1956 yılında "ırkçılığı zihnin bir eğilimi, psikolojik bir kusur olarak görme" alışkanlığından vazgeçmemiz gerektiğini savunmuştur. Aksine, "askeri ve ekonomik baskı çoğu zaman ırkçı inançlardan önce gelir, onları mümkün kılar ve meşrulaştırır". Ve bu "bir halka yönelik sistematik baskı", vatandaşların çoğunluğu bilinçsizce ya da başka bir şekilde ırkçı önyargılara sahip olmasa bile devam edebilir. Radikal ırkçılık karşıtları, bu baskıyla mücadele etmenin tek yolunun mevcut toplumsal sistemleri yıkma ve yenilerini inşa etme gücüne sahip özerk örgütler kurmak olduğunu savunmaktadır. Onlara göre ırkçılık kapitalizmle yakından bağlantılıdır. Bunun nedeni kısmen ırkçılığın beyaz işçileri dünyadaki emekçilerin çoğundan ayırarak sınıf mücadelesini zayıflatmasıdır. Daha da temelde ırkçılık, kapitalizmin belirli işçi kategorilerini - köleleştirilmiş, sözleşmeli, sömürgeleştirilmiş köylüler, göçmen işçiler - daha yoğun bir şekilde sömürebilmesi ve ekonomi için gereksiz görülen halkların bir kenara atılmasını meşrulaştırabilmesi için bir araç sağlamaktadır. Liberal ve radikal ayrımını yapmak ırkçılık karşıtlığı tartışmasını dönüştürmektedir. Irkçılık karşıtlarının elitizmine yönelik muhafazakâr saldırılar pek çok kişiye doğru geliyor çünkü liberal ırkçılık karşıtları gerçekten de işçi sınıfı insanlarını irrasyonel inançlarından vazgeçirmenin elitlerin görevi olduğunu düşünüyor. Ancak radikal ırkçılık karşıtları için bu durum daha az geçerlidir: beyaz işçilerin diğer sömürülen sınıflarla birleşme konusundaki tarihsel isteksizliği karşısında umutsuzluğa kapılabilirler ancak asıl düşmanlarının varlıklı elitler olduğu konusunda nettirler. Onlara göre ırkçılık karşıtlığı, farklı konumlardaki emekçi gruplar arasında kolektif güç inşa etmenin yollarını bulmakla ilgilidir. Liberal ırkçılık karşıtları son yarım yüzyılda kişiler arası ilişkilerde ırksal önyargıları azaltmayı başarmışlardır. Ve popüler kültürü dönüştürdüler: beyaz olmayan insanlar artık Hollywood filmlerinde ABD nüfusundaki varlıklarıyla orantılı seviyelerde temsil ediliyor. Ancak önyargıların azaltılması ve temsilin iyileştirilmesinde kaydedilen ilerlemeler, hukukta, politikada ve daha geniş ekonomik ve kurumsal uygulamalarda var olan ırkçılığı azaltmamıştır. Örneğin, 2021 yılında çoğunluğu Meksikalı olmak üzere bir milyondan fazla insanın ABD'den sınır dışı edilmesini ele alalım. Bunun arkasındaki politika, dünya çapında ırksal bir iş bölümünü sürdürme ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Bunu gerçekleştiren göçmenlik memurunun ve bundan kazanç sağlayan işverenin çeşitlilik farkındalığı eğitiminde gerçekten çok çalışmış olması fark etmez. ABD ve Avrupa'daki egemen sınıflar, zenginliğin yeniden dağıtılması yönündeki kitlesel hareketleri yenilgiye uğratmak için neoliberal bir piyasa güçleri anlayışını harekete geçirdiklerinden, 1970'lerden bu yana ırkçılık kendini yapısal düzeyde yeniden üretmiştir. Bu yenilgilerle birlikte, Siyahlara ve küresel güneye hükmetmenin yeni yolları mümkün hale geldi. Mesele sadece ırkçılığın açık biçimleri yenilgiye uğratıldıktan sonra daha incelikli ya da bilinçsiz hale gelmesi değildi. Daha da ötesi, artık ırksal üstünlüğün rutin olarak açıkça iddia edilmesine gerek kalmamıştı. Irksal eşitsizlikler, suç, göç ve terörizmle ilgili görünüşte ırktan bağımsız kaygılar adına yürütülen ve yeni yoğunlaşan hükümet şiddeti altyapılarının yanı sıra piyasa sistemleri aracılığıyla yeniden üretildi. İngiltere'nin göç politikasının aynı zamanda ırksal bir ayrıştırma politikası olduğu, geçen yıl hükümetin beyaz Ukraynalılara 238,562 vize verirken, Suriye ve Afganistan'daki savaşlardan kaçanlardan sadece 5 binine İngiltere'ye güvenli geçiş imkanı sağlamasıyla bir kez daha gözler önüne serildi. Dünya genelinde neoliberal kapitalizmin gerekliliklerinden fazlalık olarak değerlendirilen ve piyasa sistemlerine karşıt kültürel değerlerin taşıyıcısı olarak çerçevelenen milyonlarca insan bu şiddet biçiminin hedefidir. Ülkelerinin yıkımından kaçan 40.000'den fazla kişi 1993'ten bu yana Avrupa'ya girmeye çalışırken, çoğu Akdeniz'de boğularak öldü. Aynı tek kullanımlık insanlık, terör ve uyuşturucuya karşı yürütülen küresel savaşlarda da katledilmiştir - Brown Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre, 11 Eylül sonrası savaş bölgeleri olan Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye ve Yemen'de tahmini 3,6 milyon dolaylı ölüm gerçekleşmiştir. İngiltere'de polis şiddeti en çok kendi terk edilmiş - orantısız bir şekilde Siyah - nüfusumuza yönelmektedir. Liberal ırkçılık karşıtları bu yeni yapısal ırkçılığa karşı güçsüzdür. Doğru ırkçı kelimeleri kullanmamızı talep ediyorlar, aşağılayıcı terimler kullandıklarında Muhafazakar milletvekillerini ya da spor yorumcularını ayıplıyorlar; ancak bir kelimeyi ortadan kaldırmak onun ifade ettiği sosyal güçleri ortadan kaldırmıyor. Çeşitlilik eğitim programları uyguluyorlar, ancak ırkçılığın artık esas olarak bilinçaltında bulunduğu şeklindeki yanlış önermeden dolayı bunlar başarısız oluyor. Ve baskıcı zulmün nefret dolu bir eğilimin davranışsal ifadesi olduğu varsayımıyla "nefret söylemi" ve "nefret suçlarından" bahsediyorlar - nefret tutumları olmaksızın, güvenlik ve kâr adına ırkçı şiddet altyapılarını rutin ve sakin bir şekilde işleten şirket yöneticilerini, varlık yöneticilerini, kanun yapıcıları, hükümet yetkililerini, yargıçları, polis memurlarını, hapishane gardiyanlarını, askeri personeli ve göçmenlik memurlarını görmezden geliyorlar. Liberal ırkçılık karşıtları, ırkçılığı bilinçaltına, uygunsuz sözcüklerin kullanımına ve aşırılık yanlısı uçlara yerleştirerek, ırkçı uygulamalardan en çok sorumlu olan kurumları temize çıkarmaktadırlar. Polis güçlerinde, sınır ajanslarında ve orduda daha fazla siyahi insanın üst düzey görevlere getirilmesinde etkili olsalar da, aynı kurumlar tarafından öldürülen siyahi insanların sayısını azaltmayı başaramıyorlar. Bu nedenlerle, liberal ırkçılık karşıtlığını çözüm olarak görmek - ne kadar iyi niyetli olursa olsun - yapısal ırkçılığın sürdürülmesine yardımcı olmak demektir. Beyaz liberaller kendi bilinçdışı önyargılarıyla istedikleri kadar kahramanca yüzleşsinler, yine de bu yapılar varlığını sürdürecektir. Bugün ırkçılık karşıtı olmak demek, ırkçı sınır, polis, karkeral ve askeri altyapıları ortadan kaldırmak için örgütlerle birlikte kolektif olarak çalışmak demektir. Polisi okullarımızdan çıkarmak için toplum içinde örgütlenmek; sınır dışı edilmelere karşı doğrudan eyleme geçmek ve şiddet ticareti yapan şirketlerle yüzleşmek anlamına gelir. Küresel güneyin yoksullarının da en az kuzeyin varlıklı sakinleri kadar dünya kaynakları üzerinde eşit haklara sahip olduğunu anlamak demektir. Nihayetinde, hangi renkten olursa olsun tüm emekçi sınıfları yücelten bir öldürme değil bakım ekonomisi inşa etmemizi gerektirir. Radikal gelenek, antikapitalist itkisiyle bir zamanlar pratik görünmeyebilirdi. Şimdi ise uygulanabilir tek ırkçılık karşıtı siyasettir.

Kadınlar Futbol Dünya Kupası’nda, LGBTİ+ yasağı sürüyor

FIFA, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın ev sahipliğinde düzenlenecek Kadınlar Dünya Kupası’nda takım kaptanlarının LGBTİ+ haklarını destekleyen gökkuşağı ve “OneLove” kol bantlarını artık takamayacaklarını söyledi. 2022 yılında Katar'da düzenlenen Erkekler Futbol Dünya Kupası'nda kaptanlık kol bantları konusunda büyük bir tartışma yaşanmış, gökkuşağının yanı sıra, "One Love" kol bandı da FIFA tarafından yaptırım tehdidi altında yasaklanmıştı. Bu yasak başta Almanya olmak üzere bazı takımlar tarafından protesto edilmiş, Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser stadyuma "One Love" pazubandı takarak gelmişti. Kadınlar Futbol Dünya Kupası’nda takımlar kollarına “Dahil etmek için birleşin”, “Yerli halklar için birleşin”, “Toplumsal cinsiyet eşitliği için birleşin”, “Barış için birleşin”, “Herkese eğitim için birleşin”, “Açlığı bitirmek için birleşin”, “Kadına karşı şiddete son vermek için birleşin” ve “Futbol; eğlence, barış, aşk, umut ve tutkudur” yazılı bantlar takabilecekler. Ancak LGBTİ+ temalı kol bantlarına kadınlarda da izin verilmiyor. FIFA’nın homofobik kararı, bütün dünyada LGBTİ+ aktivistleri tarafından protesto edildi. İngiliz LGBTİ+ aktivisti Peter Tatchell, gökkuşağı yasağını ve "eşcinselliği dışlayan" FIFA kol bantlarını eleştirdi. 71 yaşındaki aktivist, Twitter mesajında "Alternatifler LGBT+ hakları hariç tüm insan haklarını destekliyor. Bu açıkça homofobi ve straightwashing” dedi. Straightwashing, başta sinema olmak üzere çeşitli kurgularda LGBTİ+ karakterlerin heteroseksüel olarak tasvir edilmesi anlamına geliyor. Türkçede yaygın olarak kullanılan bir karşılığı bulunmamaktadır.

Almanya: AfD tehlikesi giderek büyüyor

Göçmen düşmanı ve ırkçı AfD Partisi (Almanya İçin Alternatif) üyesi bir siyasetçinin Almanya’da döner ve pizza yasağı getirilmesine dair önerisi tepki toplamaya devam ediyor. Benzer uygulamalar Nazi Almanya’sında da yapılmış, “Ari” olmadıkları gerekçesiyle portakal vb. egzotik meyvelerin Almanya’ya ithali ve yenmesi yasaklanmıştı. Almanya'da ırkçı ve yabancı düşmanı parti Almanya İçin Alternatif'in (AfD) 2024 yılında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Rheinland-Pfalz eyaletinin liste başı adayı olan Alexander Jungbluth, medyaya verdiği bir demeçte "Parti programımızda da belirtildiği gibi çeşitlilik içinde birliği savunacağız. Bu, Avrupa'nın her yerinde kebap tezgâhları ve nargile barları istemediğimiz anlamına geliyor. Almanya’da bir Alman kültürü var. Fransa'da bir Fransız kültürü ve İtalya'da bir İtalyan kültürü. İhtiyacımız olan şey, çok kültürlü birlik bulamacı değil.” demişti.  Son kamuoyu araştırmalarına göre, 26 Eylül 2021 tarihinde yapılan genel seçimlerde toplam oyların yüzde 10,3’ünü alan AfD’nin şu anki oy oranı yüzde 18’e yükselmiş durumda. Almanya’nın doğusundaki eyaletlerde AfD şimdiden en güçlü parti konumuna geldi. Söz konusu eyaletlerde AfD’nin yüzde 26, Birlik Partileri CDU/CSU’nun yüzde 23 ve SPD’nin yüzde 20 oy alması bekleniyor. AfD’nin Saksonya ve Thüringen'deki oy oranın yüzde 30’un üzerinde olduğu belirlendi. Geçtiğimiz günlerde Thüringen’de bir ilçenin en üst yöneticiliğine bir AfD’li seçilmiş ve böylece bir ilk yaşanmıştı. AfD, Almanya da dahil olmak üzere, dünyanın içinde bulunduğu ve giderek derinleşen sosyoekonomik krize sağ ve ırkçı politikalar üreterek cevap veren, göçmenleri hedef gösteren, homofobik ve kadın düşmanı bir parti. İçinde bilinen Nazilerin de bulunduğu parti, özellikle krizin etkisiyle giderek umutsuzluğa kapılan orta sınıfların oyunu alıyor ve hegemonyasını her geçen gün güçlendiriyor.

Devletin acımasız baskısına rağmen Fransız isyanları büyüyor

Fransız hükümeti ülke nüfusunun büyük bir bölümüyle savaş halinde. Ancak baskı işe yaramıyor. Nanterre'de 17 yaşındaki Fransız-Cezayirli Nahel M'nin polis tarafından infaz edilmesinin ardından başlayan ayaklanmalar ve öfkeli protestolar yayılıyor. Neredeyse hiçbir şehir polis karakollarına, yüksek profilli şirket mağazalarına ve devlet kurumlarına yapılan saldırılardan muaf değil. Bazı kırsal kasabalarda direniş görüldü ve Güney Amerika'daki Fransız Guyanası kolonisinde bile protestolar var. Solcu Liberation gazetesinin haberine göre, "Son günlerde patlak veren kentsel şiddet karşısında ön saflarda yer alan polis, ülke genelindeki isyancıların sayısı ve kararlılığı karşısında şaşkına dönmüş görünüyor. Sosyal ağlarda sayısız hasar ve yağma videosu dolaşıyor. Parisli bir polis memuru durumu özetliyor: 'Onları durdurmak imkansız'." Ve pek çok durumda isyancılar, donanımlı polisleri geri çekilmek zorunda bıraktı. Polise duyulan nefret, on yıllardır süren ırkçı baskı ve cinayetlerin sistematik yoksulluk ve ayrımcılıkla birleşmesinden kaynaklanıyor. Ancak öfke daha da genişliyor. Pek çok insan Nahel'i öldüren polisin Sarı Yelekliler hareketine şiddet uygulayan, emeklilik protestolarına saldıran ve çevre aktivistlerine saldıran polisle aynı polis olduğunu biliyor. Cayenne, Guyana'da protestolar sırasında bir adam serseri bir kurşunla hayatını kaybetti. Fransa'nın kuzey doğusundaki Mont-Saint-Martin'de bir özel tim polisi isyancılara bir el bombası attı ve bir kişiyi ölümle yaşam arasında asılı bıraktı. Fransız sosyalist ve ırkçılık karşıtı Denis Godard şunları söyledi: "Ayaklanmalar, Fransa'da bu yıl yaşanan kitlesel grev ve gösterilerin, emeklilik saldırılarından çok daha fazlası tarafından körüklendiğini gösteriyor. Solun ilk görevi sokağa çıkmak ve polisle mücadele edenleri desteklemektir. Herhangi bir işyeri aktivistinin sınavı, artık insanları polise karşı öfke duyanlara destek vermeye ikna edip edemeyeceğidir. Sendika liderleri emeklilik eylemlerini sonlandırırken mücadelenin devam edeceğini söylediler. Şimdi harekete geçme zamanı, eğer sendikalar milyonları harekete geçirirse Macron'un işi biter. Ancak, emeklilik grevlerini nasıl geri çektilerse, şimdi de büyük bir sosyal kriz Fransa'yı kasıp kavururken pasif kalıyorlar." Cuma akşamı Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un hükümeti 45,000 polisi ve özel askeri ve polis birliklerini sokaklarda savaşmak üzere harekete geçirdi. Ayrıca bazıları 30 mermilik bomba atar, göz yaşartıcı gaz bombası ve dakikada 1.000 mermi atan FN MAG 58 makineli tüfekle donatılmış zırhlı araçlar da kullanıyorlar. Ülke çapında tüm toplu taşıma araçları akşam 9'da durmaktadır. Kuzey Fransa'daki Beauvais ve orta Fransa'daki Châtauroux şehirlerinde 18 yaşın altındaki refakatsiz gençler akşam 10 ile sabah 6 arasında dışarı çıkamayacak. Paris'in banliyölerinden Clamart'ta ise akşam 9'dan sabah 6'ya kadar genel sokağa çıkma yasağı uygulanmaktadır. Devlet, kolluk güçlerini daha şiddetli olmaya çağırıyor. İçişleri Bakanı Gérald Darmanin tüm polislerin "cesaretini, soğukkanlılığını ve profesyonelliğini" övdü. Onlara şu güvenceyi verdi: "Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile birlikte hepimiz tamamen sizin yanınızdayız" Alliance Police Nationale "sendikası" buna çok sevindi. "Bugün polis savaşta çünkü biz savaştayız" şeklinde bir basın açıklaması yayınladı. Darmanin, polislerin Perşembe akşamı en az 917 kişiyi tutukladığını ve tutuklananların yaş ortalamasının 17 olduğunu söyledi. Ancak daha fazla isyan, protesto ve grev hükümeti yıkabilir. --- Polis Nahel'i nasıl infaz etti? Polisler 17 yaşındaki Nahel M'yi vurarak öldürdü ve ardından bu konuda yalan söyledi. Polis onu Salı günü Paris'in dış mahallelerinden Nanterre'de vurdu. Fransız-Cezayirli bir aileden gelen Nahel'in bir aracı durdurmaya çalışan polis memurlarının üzerine sürdüğü belirtildi. Ancak Twitter'da yayınlanan bir video, polisin trafikte durma noktasına gelen aracın yanında olduğunu gösterdi. Polislerden biri silahını sürücüye doğrultur ve araç uzaklaşırken Nahel'i kalbinden vurur. Videoda silahlı polisin "Kafana bir kurşun sıkacağım" dediği duyuluyor. İkinci bir polis memuru "Vur onu" diyor. Cinayet, polislerin sıradan insanları hor görmesiyle ilgiliydi ve ırkçılıkla daha da şiddetlenmişti. İşçi Partili Francois Hollande'ın cumhurbaşkanı olduğu 2017 yılında yapılan ve "meşru müdafaa" aracı olarak ateş etme kurallarını gevşeten yasa değişikliğinden bu yana polis tarafından işlenen cinayetler arttı. Yasadan bu yana "itaat etmeyi reddetme" nedeniyle meydana gelen ölümlerin sayısı (geçen yıl en az 13 olmak üzere) artış gösterdi.

Binlerce kişi Nahel'e adalet için yürüdü

Fransa'da polisin katlettiği 17 yaşındaki Nahel'in annesinin çağrısıyla Nanterre'de yapılan yürüyüşe binlerce kişi katıldı. Aynı anda birçok kentte protesto gösterileri yapıldı. Macron hükümeti, özellikle gece protestolarını engellemek için 4 kentte gece sokağa çıkma yasağı ilan etti. Paris'in banliyösü Nanterre'deki bir çevirmede trafik polisinin 17 yaşındaki Cezayir asıllı Nahel'i silahla vurarak öldürmesinin ardından başlayan protestolar 3. günü geride bıraktı. Öldürülen gencin annesinin çağrısıyla 29 Haziran günü yapılan "Beyaz Yürüyüşe" binlerce Nanterre sakini katıldı. Nahel için Adalet pankartı arkasında toplanan kalabalık sık sık "katil polis" sloganı attı. Yürüyüş sırasında bazı protestocular ile polis arasında çatışma çıktı. Göstericilerin attığı taşlara polis gaz bombalarıyla yanıt verdi. Aynı anda Fransa'nın birçok şehrinde protesto yürüyüşleri yapıldı ve göstericiler polisle çatıştı. Üç gündür süren protestolarda gözaltına alınanların sayısı 500'e yaklaşırken, çoğunun 14-18 yaş arası gençler. Macron hükümeti, dört kentte gece sokağa çıkma yasağı ilan etti.  Öte yandan cinayeti işleyen polisin, Nahel'in ailesinden özür dilediği belirtiliyor. Ne olmuştu? Bir trafik polisi Nahel adlı genci tabancayla vurmuştu. Polisler, arabada yer alan üç gencin dur ihtarına uymadıkları ve mukavemet gösterdikleri için kendilerini savunduklarını iddia etmişti. Cinayet sonrası ortaya çıkan videoda polisin bir araca silah doğrultup tehdit ettiği görülüyor. Bu noktadan sonra yürüyüş hızında ilerleyen araca ölümcül atış yapılıyor ve sürücü Nahel kalbinden vuruluyor. Araç çarparak duruyor. Görüntülerin dolaşıma girmesi ile öfke patladı. Cezayir asıllı genç bu yıl polis çevirmesinde öldürülen ikinci kişi. Geçen sene Fransa genelinde 12 kişi polis kurşunlarıyla öldürüldü. 2017'den bu yana bu şekilde öldürülenlerin çoğunu siyah ya da Arap oldukları tespit edilmişti. Nanterre'de sokağa çıkan yüzlerce kişi, polise molotof attıve bir elektrik tesisini yaktı. Polis semtten kısmen çekilmek zorunda kaldı.  Fransa'nın kuzeyindeki Lille kentinde de göstericiler polisle çatıştı. Şehrin banliyölerinden Mons-en-Barœul'de Belediye Meclisi binası tahrip edildi. Ülkenin batısındaki Rennes şehrinde ise ellerindeki meşalelerle Nahel M için anma töreni düzenleyen 300 kadar kişi polis tarafından zorla uzaklaştırıldı. Daha önceki cinayetler de kamu görevlileri yargı tarafından korunmuştu. Son cinayette ise - görüntülerin ortaya çıkmasının ardından - söz konusu polis cinayet suçlamasıyla tutuklandı. Kamu davası da açıldı. Protestolar iki akşamı geride bırakırken, cinayetlerin tartışmasında iki karşıt kamp oluştu. Fransa'da ikinci büyük siyasi güç olan Marie Le Pen'in faşist partisi, polisin şiddetini savunuyor. Daha önce de Sarı Yeleklilere uygulanan polis saldırılarını meşrulaştırmaya çalışmışlardı. Sol ise polis cinayetlerinin durdurulması, cinayetlere karışanların yargılanıp cezalandırılmasını istiyor. İktidardaki otoriter merkez sağ hükümet ise bir yandan son cinayeti "şok edici" olarak niteledi. Fakat Macron hükümetinin emrindeki polisler cinayetlere devam ediyor.

Paris banliyöleri polis cinayetlerine karşı ayakta

Paris'in batısındaki Nanterre'de bir trafik çevirmesinde polis, 17 yaşındaki genci öldürdü. Ortaya çıkan görüntüler, polisin ifadelerini yalanlarken banliyöler öldürülen Arap ve siyah gençler için adalet istiyor. Bir trafik polisi Nahel adlı genci tabancayla vurmuştu. Polisler, arabada yer alan üç gencin dur ihtarına uymadıkları ve mukavemet gösterdikleri için kendilerini savunduklarını iddia etmişti. Cinayet sonrası ortaya çıkan videoda polisin bir araca silah doğrultup tehdit ettiği görülüyor. Bu noktadan sonra yürüyüş hızında ilerleyen araca ölümcül atış yapılıyor ve sürücü Nahel kalbinden vuruluyor. Araç çarparak duruyor. Görüntülerin dolaşıma girmesi ile öfke patladı. Cezayir asıllı genç bu yıl polis çevirmesinde öldürülen ikinci kişi. Geçen sene Fransa genelinde 12 kişi polis kurşunlarıyla öldürüldü. 2017'den bu yana bu şekilde öldürülenlerin çoğunu siyah ya da Arap oldukları tespit edilmişti. Nanterre'de sokağa çıkan yüzlerce kişi, polise molotof attıve bir elektrik tesisini yaktı. Polis semtten kısmen çekilmek zorunda kaldı.  Fransa'nın kuzeyindeki Lille kentinde de göstericiler polisle çatıştı. Şehrin banliyölerinden Mons-en-Barœul'de Belediye Meclisi binası tahrip edildi. Ülkenin batısındaki Rennes şehrinde ise ellerindeki meşalelerle Nahel M için anma töreni düzenleyen 300 kadar kişi polis tarafından zorla uzaklaştırıldı. Daha önceki cinayetler de kamu görevlileri yargı tarafından korunmuştu. Son cinayette ise - görüntülerin ortaya çıkmasının ardından - söz konusu polis cinayet suçlamasıyla tutuklandı. Kamu davası da açıldı. Protestolar iki akşamı geride bırakırken, cinayetlerin tartışmasında iki karşıt kamp oluştu. Fransa'da ikinci büyük siyasi güç olan Marie Le Pen'in faşist partisi, polisin şiddetini savunuyor. Daha önce de Sarı Yeleklilere uygulanan polis saldırılarını meşrulaştırmaya çalışmışlardı. Sol ise polis cinayetlerinin durdurulması, cinayetlere karışanların yargılanıp cezalandırılmasını istiyor. İktidardaki otoriter merkez sağ hükümet ise bir yandan son cinayeti "şok edici" olarak niteledi. Fakat Macron hükümetinin emrindeki polisler cinayetlere devam ediyor.

Doğuda batıda tüm egemen sınıflara karşı isyan

Paralı askerlerin lideri Yevgeni Prigojin'in geçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirdiği kısa ömürlü "Moskova yürüyüşünün" ardındaki ayrıntılar hala gizemini koruyor. Ancak bazı net sonuçlar var. Panik ve belirsizlikle geçen 24 saat, Rus egemen sınıfı ve ordusu içindeki bölünmelerin altını çizdi. Prigojin'in Wagner güçlerinin Rostov-on-Don'daki kilit askeri merkez de dahil olmak üzere geniş toprak parçalarını ele geçirme kolaylığı, Putin rejiminin kırılganlığını gösterdi. ABD ve müttefikleri huzursuzluktan faydalanmayı umuyordu ve bunu günler öncesinden biliyorlardı. New York Times'ın haberine göre, "Amerikalı istihbarat yetkilileri Çarşamba günü üst düzey askeri ve idari yetkililere, paralı asker Wagner Grup'un lideri Prigojin'in üst düzey Rus savunma yetkililerine karşı askeri eylem hazırlığında olduğu bilgisini verdi. ABD casusluk teşkilatları, günler öncesinden Prigojin'in bir şeyler planladığına dair işaretler almıştı." Rus devlet medyası, Prigojin'in isyanı durdurmasının ardından Putin'in büyük bir zafer kazandığını ilan ediyor. Putin hükümeti, özel askeri şirketleri Savunma Bakanlığı'nın kontrolü altına alacak yeni bir yasa açıkladı. Ancak bu girişim, Wagner'e karşı çok yumuşak bir tonda sergilendi. Rus Parlamentosu alt kanadı Duma'nın Savunma Komitesi Başkanı Andrei Kartapolov, Rostov-on-Don'daki Wagner savaşçılarının "kınanacak bir şey yapmadıklarına" inandığını söyledi. Onların "sadece komutanlarının emirlerini yerine getirdiklerini" ekledi. Kartapolov'a göre, "kimseyi rahatsız etmediler ya da hiçbir şeyi kırmadılar." Ve hiç kimse onlardan şikayetçi değil - "ne Rostov sakinleri, ne Güney Askeri Bölgesi'ndeki askerler, ne de kolluk kuvvetleri." Kartapolov, Wagner Grup'un kaderinin henüz belirlenmediğini, ancak yasaklanması gerektiğine inanmadığını da sözlerine ekledi. Baskıcı hükümetler genellikle yaygın bir isyana bu şekilde tepki vermezler. Bu, Wagner'e verilen destekten duyulan korkuyu ya da daha geniş çaplı isyanları provoke etmeme arzusunu yansıtıyor olabilir. Her halükarda Putin'in zayıf görünmesine neden oluyor. Putin, geçen hafta sonu "birliğimizi parçalayan eylemler, halkımıza ihanettir" diyerek tarihi kasıtlı olarak çarpıttı. Bu, ülkemizin ve halkımızın sırtından vurulmuş bir bıçaktır: Rusya'ya 1917'de Birinci Dünya Savaşı'nda savaşırken böyle bir darbe vurulmuştur ve zaferi çalınmıştır iddiasını dile getirdi. "Ordunun ve halkın arkasından çevrilen entrikalar, çekişmeler ve politikalar en büyük felakete, ordunun ve devletin yok olmasına, büyük toprakların kaybedilmesine, bir trajediye ve iç savaşa neden oldu" diyerek 1917 Rus Devrimi'nden bahsetmesi gerçek bir isyandan korktuğunu gösteriyor. Ekim Devrimi'nde askerlerin isyana katılması bir "sırtından bıçaklama" değildi. Milyonları ölüm tarlalarına savuran emperyalist savaşı sürdüren "liberal" bir rejime karşı işçilerin, askerlerin ve köylülerin muazzam bir hareketiydi. Şimdi de böyle bir harekete ihtiyaç var. Prigojin'in darbesi, dikkatleri Ukrayna'nın kanlı karşı atağından kaçırdı. NATO'nun parası ve silahlarıyla sonuna kadar desteklenen bu saldırı, korkunç kayıplar pahasına yalnızca çok sınırlı kazanımlar elde etti. Bir ABD medya raporu şu itirafta bulunuyor:  "Ukrayna'nın Rusya'ya karşı umutları açısından kritik önem taşıyan karşı saldırının üçüncü haftasında Ukrayna ordusu, Batı'nın sağladığı yeni sofistike silahları kullanırken bile planlarını zorlaştıran bir dizi can sıkıcı sorunla karşılaşıyor. "Rusya'nın savunma hattını koruyan ve güneydeki açık bozkırda ilerleyen Ukrayna birlikleri için bir ölüm alanı oluşturan geniş mayın tarlaları da cabası."  Bu durum, yöneticilerin ve generallerin insani bedeli ne olursa olsun taarruza geçtikleri Birinci Dünya Savaşı saldırılarını andırıyor. Ancak bugünkü silahlar çok daha korkutucu. Çözüm, elitlerin manevralarından ya da bir grup askeri haydudun yerine bir başkasını getirmekle gelmeyecektir. Bunun yerine, hem doğuda hem de batıda orduya, politikacılara ve savaşa yol açan sisteme karşı aşağıdan devrimci bir isyan başlatılmalıdır.

Yunanistan seçimleri: Muhafazakarların zaferi, solun başarısızlığından kaynaklanıyor

Muhafazakar Yeni Demokrasi (YD) partisi, Yunanistan seçimlerini kazandı ve Kiriakos Miçotakis başbakan olarak kalmaya devam etti. YD, Mayıs ayındaki seçimlerde en büyük parti olmuştu, ancak Miçotakis tek başına yönetmek için yeterli koltukları kazanmak amacıyla ikinci bir oylama çağrısında bulundu. 25 Haziran Pazar akşamı oyların yüzde 98'i sayıldı, çıkan sonuca göre: İktidar partisi YD oyların yüzde 40.5'ini aldı, bir zamanlar radikal olan hükümet partisi Syriza'dan yüzde 18 daha önde çıktı. Yunanistan seçim kurallarına göre, ikinci bir oylama sonrasında çoğunluğu kazanan partiye 50 koltuk fazla verilir. YD'nin 300 koltuklu parlamentoda 158 koltuğa, Syriza'nın ise sadece 48 koltuğa sahip olacağı tahmin ediliyor. DSİP'in kardeş örgütü SEK'in (Sosyalist İşçi Partisi) üyesi ve örgütün yayın organı İşçi Demokrasisi gazetesinin editörü Panos Garganas şunları söyledi: "Syriza'nın liderliği, Muhafazakarlar'a kolay bir zafer kazandırmaktan sorumludur. Daha solda çok sayıda insan oy vermeyi reddetti." Seçim aynı zamanda faşistlerin ve diğer iki aşırı sağcı partinin geri dönüşüne sahne oldu. Spartalı Partisi, Yunan parlamentosuna girmek için gereken yüzde 3'lük seçim barajını aşarak yüzde 5 oy ve 13 koltuk aldı. Vasilis Stigkas liderliğindeki Spartalılar, hapisteki eski lideri Ilias Kasidiaris de dahil olmak üzere şimdilerde suçlu durumda olan Altın Şafak partisinin Nazi destekçileri tarafından destekleniyor. Panos "Spartalılar, Altın Şafak'ın bazı unsurlarının geri dönüşü için bir kalkan işlevi görüyor. Bu solcular için bir uyarı işareti olmalı. Bu seçimin en kötü yanı budur" şeklinde konuştu.  "İnsanlar mültecilerin katledilmesine karşı sokaklara çıkmaya hazırdı. Faşistlerin büyümesini durdurmak için tekrar harekete geçmek zorunda olduğumuz güç budur" diye devam etti. Seçim, Yunan sahilinin açıklarında 750 mülteci taşıyan bir göçmen teknesinin batmasından sadece iki hafta sonra gerçekleşti. Şu ana kadar sadece 81 ceset bulundu ve 104 kişi kurtarıldı. Yunan sahil güvenliği, balıkçı teknesine yardım etmeyi reddetme ve batırma rolünü hala örtbas etmeye çalışıyor. Panos, büyük hareketliliklerden sonra Syriza'nın insanların öfkesini kullanamadığını söyledi: "Resmi muhalefet, hükümetin üç günlük yas kararını kabul etti. Syriza hiçbir şey düzenlemedi. Mayıs'ta elde edilen ilk sonuç Syriza'nın sağ kanadının örgütlenmesini ve ılımlı muhalefetini açığa çıkardığı halde, ikinci seçimde aynı şekilde devam etti." Syriza'nın bu seçimdeki performansı, 2015 seçimlerini kazandıktan sonra Avrupa Birliği'ne, Yunan zenginlere ve Uluslararası Para Fonu'na (IMF) boyun eğmesiyle olan ihanetlerinin devamıdır. Syriza lideri Alexis Çipras, pazar günü "büyük ve yaratıcı bir tarihsel dönemin kapandığını" tweetledi. Kendi kurallarını kullanarak sistemi yenmeye çalışmaları nedeniyle başarısızlık döngüsü oluştu. Aşırı sağın geri dönüşü, YD'nin güçlendirilmiş ırkçı ajandasının bir sonucudur:  Bunlar arasında Yunanistan'ın sınırlarını kapatma ve Akdeniz'de geri itme eylemlerinin artırılması yer almaktadır. "Faşistlerin geri dönüşünde sorumluluğu muhafazakar hükümete yüklemek gerekiyor. Son dört yılda göç konusunda aşırı sağın ajandasını teşvik etti" diyor Panos. Panos, üç günlük yas kararını "tam bir ikiyüzlülük" olarak nitelendirdi. "Katiller, öldürdüklerinin yasını tuttu." Solun tepkisinin "YD'den gelen büyüyen ırkçılığa veya yükselen faşist tehdide meydan okumak olmadığını" belirterek ekledi: "Mülteci cinayetleri için üzüntülerini ifade ettiler, ancak sınır duvarı veya Avrupa Birliği politikası konusunda hiçbir şey yapmadılar." Seçim sonuçlarının ardından, Yunanistan'daki sıradan insanlar yeni hükümete karşı harekete geçmeye hazır olmalı. "YD, durumun düzeleceğini ve ekonominin iyi gittiğini söylüyor" diyen Panos şöyle devam etti: "Ancak gelecek hükümetin politikası daha fazla kesinti ve kamu harcamalarına saldırı olacak - bu noktada mücadelemizi yoğunlaştırmamız gerekecek. Seçim sırasında oy vermeyi reddedenler, ücret kesintilerine veya ulusal sağlık hizmetindeki kesintilere karşı grevlerde ön saflarda olacaklar." Panos, muhalefetin "sokaklarda olacağını, grev yapacağını ve Altın Şafak'ı hapse gönderen anti-faşist hareketi inşa edeceğini" söyledi. "Eskiden Syriza'nın parlamento yoluyla değişimi getireceğine dair büyük umutlar vardı. Şimdi bunlar geçmişte kaldı. Birçok insan bunun bir yanılsama olduğunu fark ediyor - bunu akılda tutmamız gerekir. Kazanmak için gereken strateji, devrimci solu inşa etmek olmalıdır."

İsyan bitti ama Putin'in gücü sarsıldı

Rusya'yı bir kaç saatliğine kargaşaya sokan paralı askerlerin isyanı, 24 saatte bir anlaşmayla son buldu. Wagner lideri Prigojin Belarus'a sürgüne giderken, askerleri düzenli orduya dahil edildi. Prigojin, birliklerinin çatışmasız olarak Moskova'nın 200 kilometre yakınına geldiğini duyurmuştu. Putin'in isyanı bastırmak için emir verdiği ordunun sert müdahalesi beklenirken anlaşma sağlandı. Wagner birlikleri Rostov'dan çekildi. Putin iktidarıyla değil önde gelen askeri liderlere karşı olan Prigojin, Lukaşenko'nun garantörlüğünde Belarus'a sığındı. Hakkındaki suçlamaların düşürüleceği duyuruldu. Diktatör Lukaşenko, 2020'de büyük protestolarla karşılaştığında imdadına Rusya koşmuştu. Aynı anda Wagner birlikleri Rus ordusuna dahil edildi. 25 bin kişilik Wagner ordusunun, 10 binini profesyonel askerler, 15 binini ise af vaadiyle hapishaneden çıkarılıp Ukrayna'ya gönderilen mahkumlar oluşturuyor.  Uzun süredir Genelkurmay ile anlaşmazlık içinde olan Prigojin'dan Moskova uzun süredir rahatsızdı. İsyan sonunda Prigojin, oyunun dışında kalmış gözüküyor. Fakat Putin'in gücü sorgulanır hale geldi. Ukrayna hükümeti bunu bir zafiyet ve güçsüzlük olarak nitelendirirken, NATO liderlerinin durumdan memnun oldukları tahmin edilebilir. Rusya'daki muhalefet hareketlerinin tutumu, Ukrayna işgalinin Putin rejiminin sonunu getirip getirmeyeceklerini belirleyebilir. Moskova, yaklaşık 1,5 yıldır sürdürdüğü Ukrayna işgalinde istediği hedeflere ulaşmış değil. Binlerce Rus askerinin hayatını kaybettiği belirtiliyor. Bu askeri başarısızlık, işgalin meşruiyetini sorgular bir toplumsal muhalefetin önünü açabilir mi? Zaman gösterecek. İşgal uzadıkça Putin'i zor günler bekliyor.

Geri 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 İleri

Bültene kayıt ol