'Suriye halkının omuzlarından devasa bir yük kalktı'

Putin'in zayıflığı: Prigojin Rusya'da, Wagner askerleri Polonya sınırında

Rus ordusu generallerine karşı kısa süreli ayaklanan paralı askerlerin lideri, St. Peterburg'da yapılan Rusya-Afrika zirvesinde boy gösterdi. Rusya devlet başkanı Putin'in "ihanetle" suçlaması sonrası, Belarus'a sığındığı söylenen Prigojin Orta Afrika Cumhuriyeti’nin (OAC) üst düzey yetkililerinden Büyükelçi Freddy Mapouka ile el sıkışırken görüldü. Geçen hafta Belarus'ta görüntülenen Wagner lideri, askerlerini selamlarmış ve Ukrayna cephesindeki “utanç” diye tanımlamıştı. Ardından Rusya'da boy gösteren Prigojin, Putin rejiminin zayıflığını bir kez daha tescillemiş oldu. Haziran ayında meydana gelen 24 saatlik ayaklanmada, Ukrayna sınırından Moskova yakınlarına 200 kilometrelik yolu engelsiz yürüyen Wagner birliklerinden başka bir haberde Polonya sınırından geldi. Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki, yüzlerce Wagner savaşçısının, Belarus'un Polonya sınırındaki Grodno şehri yakınlarına yerleştiği öne sürdü. Morawiecki, bu durumu "hibrid savaş" olarak niteleyerek Wagner birliklerini Avrupa birliği sınırlarına girmemeleri konusunda uyardı. Yaşanan bu iki gelişme, Ukrayna Savaşı'nda istediğini alamayan Putin'in Rusya'da zayıfladığını gösteriyor. Ayrıca daha büyük bir savaş tehdidinin arttığını da. Keza NATO Polonya ve Doğu Avrupa'da askeri gücünü artırırken, ABD Başkanı Biden ölümcül kitle silahı misket bombalarının Ukrayna ordusuna gönderilmesine izin vermişti. ABD ve Rusya arasındaki emperyalist çekişme Ukrayna'yı yıkarken, savaşın gölgesi Doğu Avrupa'yı kaplıyor.

Doğu Türkistan-Uygur teşkilatları: Soykırım ve insanlık suçlarından vazgeçin

Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Politbüro Üyesi, Dışişleri Bakanı Vang Yi Türkiye'de ağırlanıyor. Doğu Türkistan-Uygur teşkilatları ortak bildiri yayınlayarak Pekin rejimini teşhir etti ve taleplerini duyurdu. Doğu Türkistan-Uygur teşkilatlarının ortak açıklamasının tam metni: "Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin 26 Temmuz tarihinde Türkiye’yi ziyaret edeceği açıklanmıştır. Bu münasebet ile Doğu Türkistan-Uygur teşkilatları olarak, devlet yetkilileri ve Türk kamuoyunu Çin’in Doğu Türkistan’da Uygur ve diğer Müslüman Türk halklarına uygulamakta olduğu “soykırım ve insanlığa karşı suç” teşkil eden politikalarına karşı bilgilendirmek ve taleplerimizi ortaya koymak amacıyla bu basın bildirisi hazırlanmıştır. Çin’in 2017’den itibaren milyonlarca Uygur ve diğer Müslüman Türk halkına yönelik geniş çaplı tutuklama gerçekleştirerek Nazi tipi Çin toplama kampları ve hapishanelerde öldürme, işkence, zorla kaybetme, zorla çalıştırma, zorla kısırlaştırma, zorla Çinlilerle evlendirme, cinsel taciz, tecavüz, çocukları ailelerinden ayırarak asimilasyon kamplarına kapatma gibi gayri insani uygulamalarının yanı sıra bir milletin beyni sayılan düşünürler, bilim insanları, öğretmenler, doktorlar, yazarlar ve dini alimleri toplama kamplarına kapattığı ve onlarca yıllık hatta ömür boyu hapis cezalarına çarptırdığı bilinmektedir. Aynı zamanda tanınmış sevilen sanatçılar, sporcular, iş insanları, esnaf ve toplum önderleri gibi milliliği ayakta tutan, değer katan zümreye karşı da topyekûn imha politikasını planlı, sistematik bir biçimde uygulamakta olduğu bunun “soykırım ve insanlığa karşı suç” teşkil edendavranışlar olduğu, Çin tarafından her ne kadar inkar ve manipüle edilmeye çalışılsa da, kamp mağdurları ve şahitlerin tanıklıkları, araştırmacılar ve uluslararası kuruluşların raporları, gazetecilerin elde ettiği belgeler ve Çin polis arşivlerinden sızdırılan çok gizli belgeler ile sabittir. Dünyadan gelen tepkiler üzerine kamplara kapatılanların bir kısmı serbest bırakılmış olsa da çoğu göstermelik sözde yargılama sonucu uzun süreli hapis cezalarına çarptırılmıştır. BM İnsan Hakları Komiserliği raporunda Çin’in Doğu Türkistan’da (Sincan Uygur Özerk Bölgesinde) “ciddi insan hakları ihlalleri” ve “insanlığa karşı suç" düzeyine varabilecek işkence vakaları için güvenilir kanıtlar bulunduğunu belirtmiştir. Şimdiye kadar Avrupa Birliği ve ABD başta olmak üzere 10’dan fazla ülke Çin’in Doğu Türkistan’da (Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde) Uygur ve diğer Müslüman Türk halklarına uygulamakta olduğu politikalarını soykırım ve insanlığa karşı suç olarak tanımıştır. Londra'da kurulmuş olan Bağımsız Uygur Mahkemesi 9 Aralık 2021 tarihinde Çin’in Uygur ve diğer Müslüman Türk halklarına karşı “soykırım ve insanlığa karşı suç” işlediğine hükmetmiştir. BM’de 50 ülkenin imzaladığı açıklamada, Çin’in “ağır ve sistematik” insan hakları ihlalleri kınanırken, Uygur Türkleri ve “keyfi olarak özgürlüklerinden mahrum bırakılan herkesi” serbest bırakması gerektiği talep edilmiştir. BM’de Türkiye'nin de desteklediği Çin’in insan hakları ihlallerinin araştırılması önergesi, çoğu Müslüman ülkenin Çin tarafında yer alması sonucu reddedilmiştir. Müslüman ülkelerin Doğu Türkistan’da binlerce caminin tahrip edilmesi, kutsal kitabımız Kur'an-i kerimin toplatılarak yakılması ve ibadet özgürlüğünün yasaklarına karşı sessiz kalması da anlaşılır bir tutum değildir. Demokrasi, insan hakları, adalet, özgürlük ve hukukun üstünlüğüne inanan ve bu istikamette ilerleyen Türkiye Cumhuriyeti, Doğu Türkistan meselesi bakımından çok büyük önem arz etmektedir. Talepler Bu nedenle, Wang Yi’nin ziyareti sırasında Türk devlet yetkililerinden aşağıdaki konuların gündeme getirilmesini talep ediyoruz: 1. Çin’in Doğu Türkistan’daki soykırım politikalarından bir an önce vaz geçmesi, Uygurlar başta olmak üzere tüm Doğu Türkistan halkının insan haklarının, özellikle ana dil ve dini inanç özgürlüğünün korunması, 2. Doğu Türkistan’a Çinli göçmenleri yerleştirerek bölgenin demografik yapısını değiştirme ve Uygurları asimile etme çabalarının durdurulması, 3. Haksız yere keyfi olarak kamplarda ve hapishanelerde tutulanların derhal serbest bırakılması, 4. Türkiye’den bir heyetin Doğu Türkistan’da engelsiz ve takipsiz bir şekilde araştırma ve gözlem yapabilmesinin talep edilmesi, 5. Doğu Türkistan’da kamplarda ya da hapishanelerde tutulan Türk vatandaşlarının serbest bırakılıp, Türkiye’ye dönmesine izin verilmesi, 6. Türk vatandaşı veya Türkiye’de yaşayan binlerce Uygurun Doğu Türkistan’da kalan aile fertleri ile irtibata geçebilmesi, paramparça olan aileleri yeniden birbirine kavuşturarak, bu çeşit trajedilere derhal son verilmesi, 7. Uygurlara uygulanan Seyahat kısıtlamalarının kaldırılması. Kamuoyuna saygıyla duyurulur; Dünya Uygur Kurultayı Vakfı Uygur Akademisi Vakfı Doğu Türkistan Araştırmaları Vakfı Uygur Hareketi Teşkilatı Uygur Araştırmaları Merkezi"

Rusya’da cinsiyet uyum sürecini yasaklayan yasa kabul edildi

Yurtiçinden ve yurtdışından gelen eleştirilere rağmen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 24 Temmuz’da cinsiyet uyum ameliyatlarını ve cinsiyet uyum süreciyle ilgili ilaç ve hormonların kullanılmasını yasaklayan yasayı imzaladı. Yasa, akşam saatlerinde hükümete ait bir internet sitesinde yayınlanarak derhal yürürlüğe girmiş oldu. Rusya parlamentosunun alt kanadı Duma, sağlık ve medeni durum alanlarında mevcut yasaları değiştiren tasarıyı 14 Haziran'da oybirliğiyle kabul etmişti. Mayıs ayı sonunda bir önerge olarak parlamentoya sunulan tasarı cinsiyet uyum süreçlerini yasaklıyor ve sadece "çocuklarda doğuştan gelen anomalilerle bağlantılı" istisnalar öngörüyor. Bundan böyle kimliklerdeki cinsiyet hanesinde sadece atanmış cinsiyet yer alacak ve bunda değişiklik yapılamayacak. Başka ülkelerde yapılan cinsiyet uyum geçişleri de kabul edilmeyecek.  Yeni yasa, resmi cinsiyet kaydını uyumlulaştırmış olan transların evlat edinmesini veya koruyucu ebeveynlik yapmasını da yasaklıyor.  Medyada yer alan çelişkili haberlere göre, bu kişilerin evliliklerinin geçersiz sayılması ya da boşanma gerekçesi olarak kabul edilmesi de söz konusu. Rusya’da LGBTİ+fobi devlet tarafından her gün tırmandırılıyor. 2013 yılında kabul edilen ve sonrasında kapsamı genişletilen "Eşcinsellik Propaganda Yasası" ise onur yürüyüşü gibi etkinliklerin durdurulması ve eşcinsel haklarını savunanların gözaltına alınmasında kullanılıyor. 2020'de yürürlüğe giren yeni anayasada, evlilik yalnızca kadın ve erkek arasında kurulan bir birlik olarak tanımlanıyor. Bu yasanın kabul edilmesiyle, evlilik sadece cis kadınlar ve cis erkekler arasında gerçekleştirilebilecek. Türkiye’de de benzer bir yasa teklifi verilmesi gündeme gelmiş, sonra teklif geri çekilmişti. Ancak geçtiğimiz günlerde Erdoğan bir kez daha aynı yasa teklifinin sinyallerini verdi. Yeniden Refah ve Hüda Par gibi sağcı LGBTİ+fobik partiler de değişikliğe destek veriyor. Rusya, Avrupa ve Orta Asya'daki 600'den fazla örgütle birlikte çalışan ILGA-Europe adlı sivil toplum kuruluşunun LGBTİ+ dostu ülkeleri sıraladığı Rainbow Europe (Gökkuşağı Avrupa) listesinde sondan üçüncü sırada yer aldı.

İspanya seçimleri: Aşırı sağın beklediği olmadı

İspanya'da mücadele eden devrimci sosyalist örgüt Marx21'den Rodrigo Lombo yazdı: İspanya'da Pazar günü gerçekleştirilen erken seçim, Muhafazakar Halk Partisi (PP) ve aşırı sağcı Vox'un salt çoğunluğu elde edeceği yönündeki tahminleri boşa çıkardı. Çoğunluk olma şansını yedi sandalye ile kaçırdılar, ancak hayal kırıklıklarının bedelini sol koalisyon ödedi. PP yaklaşık 8,2 milyon oyla birinci parti oldu ve 2019'a kıyasla 47 sandalye daha kazanarak meclisteki koltuk sayısını 136’ya çıkardı.  Koalisyon hükümetinin başını çeken Sosyalist İşçi Partisi PSOE de yaklaşık 7,8 milyon oyla muhafazakarların oyuna yetişti, meclisteki koltuk sayısını ikiye katlayarak 122'ye çıkardı. Aşırı sağcıların partisi Vox ise 600.000'den fazla oy kaybetti, önceden 52 olan koltuk sayısı 33’e düştü.  Bir zamanların radikal sol partisi olan Podemos, Komünist Parti liderliğindeki Birleşik Sol’un da dahil olduğu [ve Katalonya ve Bask bölgelerinin bağımsızlık taleplerini savunan] sol koalisyonun hemen üstünde yer aldı. Koalisyonun küçük ortağı Sumar, 2019 seçimlerine Unidas Podemos olarak girdiği döneme kıyasla yedi sandalye kaybetti, seçimi 31 sandalye ile bitirdi. Sonuçlar, 2019 sonunda kurulan sol koalisyonun da bir irtifa kaybı yaşadığını gösteriyor – üstelik bir önceki hükümet asgari ücretin artırılması, konut yasaları ve trans hakları gibi pek çok önemli reformu onaylamıştı. Bu güç kaybının nedeni ise, Unidas Podemos ile sol kanattaki Katalan ve Bask partilerinden (Katalonya Cumhuriyetçi Solu ve EH Bildu) gelen baskısıydı. Sol, büyük şirketleri ve bankaları da memnun etmeye çalışmıştı. Aynı hükümet geçen yıl Melilla ile Fas arasındaki sınırda, büyük çoğunluğunu Afrika’dan gelenlerin oluşturduğu onlarca göçmenin katledilmesini de meşrulaştırmıştı. Sağın salt çoğunluğu sağlayamamış olmasına rağmen, sol koalisyon hükümetinin devam edip edemeyeceği de henüz kesin değil. Kaderini, Katalan bağımsızlık mücadelesinin siyasi güçleri belirleyecek – bu güçler solda olduğu kadar sağda da mevcuttur. Seçim sonuçlarına dair en iyi haber ise şüphesiz Vox'un güç kaybetmiş olmasıydı. İspanya nüfusunun büyük çoğunluğu Franco diktatörlüğünü savunan, translara ve göçmenlere saldıran, kadına yönelik şiddetin varlığını inkar eden bu partiye sırtını döndü. Vox oylarının büyük bir kısmı, Donald Trump yönetimindeki Cumhuriyetçiler örneğinde olduğu gibi sağa doğru radikalleşme eğilimi gösteren Muhafazakar Halk Partisi’ne (PP) kaydı. Dolayısıyla aşırı sağdan gelen tehdit henüz ortadan kalkmış değil – sadece seçimlerde değil toplumsal alanda da etkili olmaya devam ediyorlar. Bu nedenle, hepimizin en acil görevi faşizme ve ırkçılığa karşı birleşik mücadeleyi inşa etmektir. Katalonya'da çok geniş bir yelpazeye yayılan çeşitli toplumsal hareketlerin yanı sıra solun kendisini de kapsayan büyük bir oluşum olan Faşizme ve Irkçılığa Karşı Birleşelim hareketi varlığını sürdürmeye devam ediyor. Faşistlerin partisi olan Katalunya Platformu’nu (PxC) yenmeyi başardıklarında ne kadar güçlü olduklarını herkese gösterdiler. PxC 2010-11 aralığında bölgedeki en tesirli faşist yapıydı ancak artık tarihe karıştı. Özetle, solun geri kalanının şimdi hiç vakit kaybetmeden birleşik cephe ihtiyacına yanıt verecek şekilde faşizme ve ırkçılığa karşı birleşmesi ve buradan gelen gücünü İspanya’nın tamamında büyütmesi gerekiyor. Fakat bunun da ötesinde, faaliyetlerini seçimlere endekslemeyip gelecek için gerçek bir umut sunan aşağıdan mücadeleleri büyütmeye adanacak daha güçlü ve daha tutarlı bir anti-kapitalist solu inşa etmemiz gerekiyor.  Rodrigo Lombo, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi'nin (DSiP) İspanya’daki kardeş örgütü Marx21'in üyesidir. Çeviri: Tuna Emren

Hollywood Yapay Zekayı protesto ediyor!

Hollywood oyuncuları ve yazarları, 1960’dan bu yana ilk kez daha iyi ücret ve çalışma koşulları için ortak grev kararı aldı. Yüzlerce oyuncu ve yazar, herhangi bir düzenleme olmaksızın eserlerinin yapay zekayı eğitmek için kullanılmasından, kendi eserleriyle eğitilmiş yapay zekaya senaryo yazdırılmasından rahatsız ve mesleki varlıklarına tehdit olarak gördükleri yapay zekâ kullanımına ilişkin kısıtlama talep ediyorlar.  Bir işçi sendikası olan Amerika Yazarlar Birliği - Writers Guild of America (WGA), işçilerin yerine yapay zeka kullanımının yasaklaması için ilk ciddi adımı attı ve Sinema ve Televizyon Yapımcıları Birliği'nden (Alliance of Motion Picture and Television Producers - AMPTP) yapay zekanın kendilerine ait kaynaklardan/eserlerden faydalanarak hazırladığı eserlerle ilgili düzenleme talep etti. WGA’nın önerisinde, yapay zeka tarafından üretilen eserlerin "edebi malzeme(hikayeler, senaryolar, diyaloglar, eskizler vb." veya "kaynak malzeme(senaryonun dayandırılabileceği romanlar, oyunlar, makaleler vb." olarak kabul edilmemesi gerektiği belirtiliyor. Bu sayede bir yapay zeka programı "edebi malzeme" üretemeyecek ve projede "yazar" olarak kabul edilmeyecek.  Oyuncular Sendikası SAG-AFTRA yapay zekanın, oyuncuların ses ve görüntülerini birebir taklit etmesine ilişkin çekincelerini de dile getiriyor. SAG-AFTRA sendikasından Duncan Crabtree-Ireland, stüdyoların sanatçıların yüzlerini tarayıp "sonsuza kadar, istedikleri herhangi bir projede, rıza ve tazminat olmaksızın" kullanmak istediklerini belirtti. "Performans klonlama" konusunda benzer endişelerini dile getiren bir diğer isim de İngiliz oyuncular sendikası Equity'den Liam Budd oldu.  İngiltere yazarlar sendikası Writers' Guild of Great Britain – WGGB de yapay zeka geliştiricilerinin yazarların çalışmalarını onların izni olmadan kullanmasından ve yazarların telif haklarını ihlal ediyor olmasından şikayetçi. Konuya ilişkin yapmış oldukları açıklamada yapay zeka kullanımının artmasının yazarların iş imkanlarını azaltacağına ve yazarların ücretlerini düşüreceğine vurgu yapılıyor. WGGB, yazarların korunmasına amacıyla, yapay zeka geliştiricilerinin yazarların çalışmalarını yalnızca kendilerine açık izin verildiği takdirde kullanmaları ve hangi verilerin kullanıldığı konusunda şeffaf olmaları konularında tavsiyede bulunuyor.  Yapay zekanın bu denli hızlı gelişmesi kanuni düzenlemelerdeki eksiklikleri gün yüzüne çıkardı. DrawAnyone, DALL-E ve Snapchat gibi yapay zeka uygulamaları aracılığıyla üretilen portreler kamu malı sayılıyor ve herkes tarafından ücretsiz olarak kullanılabiliyor. Bu görüntüler telif hakkı koruması altında değil, tüm bu tartışmalar telif hakkı yasalarında önümüzdeki günlerde kaçınılmaz değişikliklerin olacağına işaret ediyor.   Duru H. Ozaner

NATO’nun alması gereken tek karar dağıtılması olmalı

Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta gerçekleşen NATO liderler Zirvesi Bildirisi, bu suç makinesinin yayılmasından memnuniyeti dile getiren bir metin.  Bildiri esas olarak Ukrayna-Rusya konusuna odaklanmış durumda. “Rusya bu savaşı derhal durdurmalı, Ukrayna’ya yönelik güç kullanımına son vermeli ve Ukrayna topraklarından tüm kuvvet ve teçhizatını tamamen ve koşulsuz çekmelidir. Ülkeleri Rusya’nın saldırganlığına herhangi bir şekilde yardım etmemeye çağırıyor ve Rusya’nın savaşını aktif olarak kolaylaştıran herkesi kınıyoruz”  diyen NATO kendisinin Rusya için bir tehdit oluşturmadığını savunuyor. Durumun böyle olmadığını biliyoruz. Ukrayna’yı işgal eden Rusya ne kadar saldırgan bir güçse, Ukrayna’yı Rusya ve Doğu’ya karşı bir kalkan olarak kullanan ve sürekli olarak yeni katılımlarla gelişmeyi hedefleyen NATO kat be kat saldırgan bir güçtür. Rusya’nın saldırgan tutkunu durdurmasını isteyen NATO, ilişkilerin normalleşmesinin bu adımın atılması şartına bağlı olduğunu açıklıyor. Öte yandan Çin’i de tehdit eden NATO bildirisi “Çin Halk Cumhuriyeti'nin (ÇHC) belirtilen hırsları ve zorlayıcı politikaları çıkarlarımıza, güvenliğimize ve değerlerimize meydan okuyor” diyerek gezegende sadece kendisinin iyi niyetli bir örgüt olduğunu dile getirmiş oluyor. Bildiri NATO liderlerinin Erdoğan’la NATO arasında varılan anlaşmayı da memnuniyetle karşıladığını gösteriyor. Erdoğan ve İsveç Başbakanı arasında NATO Genel Sekreteri'nin katılımıyla geçen görüşmede Türkiye’nin, İsveç’in NATO’ya katılımının önündeki engellemeye son verdiği açıklandı. TBMM’nin İsveç’in üyeliğine bir an önce onay vermesine yönelik bir girişimin başlayacağı Erdoğan tarafından açıklandı. Türkiye İsveç’ten bir çok sığınmacının iadesini istiyordu.  NATO, genişleme çabalarına ara vermeyen haydut bir kuruluştur. Savaşların sonlanmasına hiçbir katkısı olamaz. tersine, NATO bir savaş örgütüdür. NATO dağıtılmalıdır. her hangi barışçıl bir adımın ilk şartlarından birisi budur. Türkiye ise NATO’dan derhal ayrılmalıdır.

(Dosya) Fransa’da isyan

Polis şiddeti, ırkçılık ve sosyal eşitsizlik Fransa’da yeniden gündemde. Fransa’da neler olup bittiğini anlamak için en önemli kavramlar bunlar.  Ekonomik durgunluk, devlet yatırımlarının geri çekilmesi, azaltılması, işsizlik oranlarındaki tırmanış, artık sistematik hale gelmiş olan polis şiddeti halihazırda ırkçılık karşıtı öfkenin güçlenmesine neden oluyordu. Fakat Fransa’da başka bir olgu daha var: 15 yıldan uzun bir süreden beri devam eden ırkçılık karşıtı aktivizm, ırkçıların işlediği suçlara ve ırkçı polis şiddetine karşı bir siyasi seferberlik halindeydi.  Fransa’da ırkçı şiddet üzerinde biraz durulup geçilecek bir öğe değil. Yerel topluluklara nüfuz eden ve nesiller boyunca aktarılan ırkçı şiddetin hatıralarıyla birleştiğinde toplumsal öfkenin ırkçılık karşıtı bir bağlamda patlaması için derin kökler sağlamış oluyordu. Fransa’da 1990’lar ve 2000’lerin genç kuşakları ırkçı suçlara sürekli olarak maruz kaldılar. Polisten nefretin kesin bir tarihsel bağlamı var. Fransız polisi gösterileri bastırırken bile uyguladığı bir toplu şiddet eğilimi içinde. Bunun arkasında Fransız sömürgeciliğinin kibri, kurumsal ırkçılığın azınlıkları hedef alan geleceği yatıyor. Bu yüzden, Fransa’da polis şiddetine karşı toplumsal patlamalar sık sık yaşanıyor. 2005’te yaşanan huzursuzluk 20 güden fazla sürdü. Fransa’nın birçok farklı bölgesini etkiledi. Avrupa’daki en büyük sosyal patlama haline geldi.  Kentsel dönüşüm politikaları, polis ve devletin kurumsal ırkçılığı ve sürekli hale gelen şiddeti, karşı şiddetin neden devletin birçok sembolünü hedef aldığını da açıklıyor.  Şimdi yaşanan isyanda, bu etkenlerin yanı sıra polisin şiddet kullanmada elini rahat hissetmesinin de bir etkisi var. 2017’de sürücülerin “işbirliği yapmayı reddetmesi durumunda” müdahale etmek için polise daha güçlü yetkiler veren mevzuat değişikliği polis şiddetini güçlendirirken şiddete karşı ezilenlerin isyanını da sertleştiren bir faktör oldu. Polis bu yetkiyi sık sık kullandı. Trafikte araçları durdurdular ve yaralama ile ölümlerde kesin bir artış yaşandı. Yoldan geçenler ve sürücüler öldürülmeye başlandı. Bu mevzuat değişikliği polis sendikaları tarafından talep edilmişti ve Fransız polisi kentsel ve kırsal alanlardaki mücadeleleri şiddetle bastırmasıyla ünlüydü zaten. Fransa’dan bir akademisyenin vurgulamış olduğu gibi, sivil toplum kuruluşları yıllardır ülkedeki yapısal ırkçılığın altını çiziyor.  Katili aklıyorlar Polisler içlerindeki katilleri aklamak için ellerinden geleni yapıyor.  İşçi sınıfının düşmanları sadece polisler değil. Onları soruşturması gereken kurumlar da kesin bir şekilde polislerin yanındalar. Görevdeki ya da emekli Fransız polis memurlarıyla dolu bir kurum, Nahel M'yi infaz eden polisi aklamak için yapmadığını bırakmıyor. Üstelik cinayeti kanıtlayan bir videoya rağmen yapıyorlar bunu. Polis geçtiğimiz hafta Salı günü Paris'in dış mahallelerinden Nanterre'de genç Nahel'i vurdu.  Twitter'da yayınlanan bir videoda, bir polis silahını sürücüye doğrultuyor. Araba uzaklaşırken Nahel'i kalbinden vuruyor. Katil polisin ateş etmeden önce "Kafana bir kurşun sıkacağım" dediği duyuluyor. İkinci bir polis memuru "Vur onu" diyor. Ancak bir gazeteciye sızan bilgilere göre IPGN (Polis suçlarını örtmeye çalışan kurum) farklı bir diyalog duyuyor. Görünüşe göre ikinci polis "Vur onu" yerine "Ellerini başının arkasına koy" diyor ve kimsenin "Kafana bir kurşun sıkacağım" demediği düşünülüyor. Fransa’da ırkçılığa maruz kalanların söyledi gibi:  "Adalet sistemi bir adaletsizlik sistemidir. Beyaz zenginleri kayırıyor ve Arapların ve siyahların hayatlarını mahvediyor. Sonunda bu polis memurunu hapse göndermek zorunda kalsalar bile, bahse girerim erken çıkacaktır. Kuzey Afrikalı bir aileden gelen bir adamın suçlu bulunması gibi olmayacaktır." Fransız sosyalist ve ırkçılık karşıtı Denis Godard ise yaşananları şöyle yorumluyordu:  "Ayaklanmalar, Fransa'da bu yıl yaşanan kitlesel grev ve gösterilerin, emeklilik saldırılarından çok daha fazlası tarafından körüklendiğini gösteriyor. Solun ilk görevi sokağa çıkmak ve polisle mücadele edenleri desteklemektir. Herhangi bir işyeri aktivistinin sınavı, artık insanları polise karşı öfke duyanlara destek vermeye ikna edip edemeyeceğidir. Sendika liderleri emeklilik eylemlerini sonlandırırken mücadelenin devam edeceğini söylediler. Şimdi harekete geçme zamanı, eğer sendikalar milyonları harekete geçirirse Macron'un işi biter. Ancak, emeklilik grevlerini nasıl geri çektilerse, şimdi de büyük bir sosyal kriz Fransa'yı kasıp kavururken pasif kalıyorlar."

İki tür ırkçılık karşıtlığı vardır; sadece bir tanesi işe yarar

Liberal ırkçılık karşıtları kelime dağarcığı üzerinde tartışırken, radikaller doğrudan eyleme geçiyor - ki sistemi değiştirmenin tek yolu da bu. Her yerdeki ırkçılık karşıtı kampanyacıları memnun etmesi gereken bir haberde, son zamanlarda herkes ırkçılık karşıtlığı hakkında konuşuyor gibi görünüyor. Dünyanın en güçlü finans şirketlerinden biri olan BlackRock'ın Larry Fink gibi üst düzey yöneticileri "sistemik" ırkçılığın ele alınması çağrısında bulunuyor. Çocuklara ırkçılık karşıtlığını öğreten kitaplar en çok satanlar arasına giriyor. Muhafazakârlar tüm bunları "uyanık" - vaaz veren, elitist ve gereksiz - olarak reddediyor, ancak bu konuda konuşmayı bırakamıyorlar gibi görünüyor. Ancak her zaman, tartışmanın her iki tarafı da yanlışlıkla tek bir tür ırkçılık karşıtlığı olduğunu varsayıyor. Biri liberal, diğeri radikal olmak üzere birbirinden oldukça farklı iki ırkçılık karşıtı gelenek arasında ayrım yapmakta başarısız oluyorlar. Liberal gelenek ırkçılığı esasen irrasyonel inançlar ve tutumlar meselesi olarak görmektedir. Antropolog Ruth Benedict ve eşcinsel hakları öncüsü Magnus Hirschfeld gibi kurucuları, 1930'larda nazizmin yükselişini anlamakla ilgilenmişlerdir. Irksal önyargıların yaygın olduğu toplumlarda liberal demokrasinin, siyasi aşırılık yanlılarının güç kazanmak için ırkçı nefreti körüklemesiyle baltalanabileceği sonucuna vardılar. Bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için liberal kurumlara, kitleleri, özellikle de yoksul ve eğitimsiz olanları ırkçı görüşlerin meşru bir temeli olmadığına ikna etmeleri çağrısında bulundular. Bu yaklaşım, ABD'de 4,3 milyar dolarlık bir iş kolu olan ve Suella Braverman'ın İçişleri Bakanlığı çalışanlarının bile benimsediği çeşitlilik eğitimine duyulan hevesten, Hollywood filmlerinde daha iyi temsil edilmenin bizi önyargılarımızdan kurtaracağı umuduna kadar, bugün de liberal ırkçılık karşıtlığının merkezinde yer almaktadır. Şimdi aradaki fark, liberallerin bilinçli zihin kadar bilinçaltındaki ırkçı tutumları da ortadan kaldırmaya çalışmasıdır. Radikal gelenek ise ırkçılığı, ekonomik kaynakların ırk grupları arasında nasıl farklı dağıtıldığıyla ilgili bir mesele olarak görmektedir. Örneğin Trinidadlı yazar CLR James, 1938 yılında "Afrika'da ırkçılık" üzerine yazdığı bir makalede, İngiliz sömürge ırkçılığının bir dizi inanç ya da tutum değil, ekonomik sömürüyü mümkün kılan, genel olarak gözlemlenen sosyal kurallar ve politikalardan oluşan bir yapı olduğunu savunmuştur. Bireysel ırkçı tutumlar şüphesiz mevcuttu ancak belirleyici faktör değildi. Benzer şekilde, Martinikli psikiyatrist Frantz Fanon da 1956 yılında "ırkçılığı zihnin bir eğilimi, psikolojik bir kusur olarak görme" alışkanlığından vazgeçmemiz gerektiğini savunmuştur. Aksine, "askeri ve ekonomik baskı çoğu zaman ırkçı inançlardan önce gelir, onları mümkün kılar ve meşrulaştırır". Ve bu "bir halka yönelik sistematik baskı", vatandaşların çoğunluğu bilinçsizce ya da başka bir şekilde ırkçı önyargılara sahip olmasa bile devam edebilir. Radikal ırkçılık karşıtları, bu baskıyla mücadele etmenin tek yolunun mevcut toplumsal sistemleri yıkma ve yenilerini inşa etme gücüne sahip özerk örgütler kurmak olduğunu savunmaktadır. Onlara göre ırkçılık kapitalizmle yakından bağlantılıdır. Bunun nedeni kısmen ırkçılığın beyaz işçileri dünyadaki emekçilerin çoğundan ayırarak sınıf mücadelesini zayıflatmasıdır. Daha da temelde ırkçılık, kapitalizmin belirli işçi kategorilerini - köleleştirilmiş, sözleşmeli, sömürgeleştirilmiş köylüler, göçmen işçiler - daha yoğun bir şekilde sömürebilmesi ve ekonomi için gereksiz görülen halkların bir kenara atılmasını meşrulaştırabilmesi için bir araç sağlamaktadır. Liberal ve radikal ayrımını yapmak ırkçılık karşıtlığı tartışmasını dönüştürmektedir. Irkçılık karşıtlarının elitizmine yönelik muhafazakâr saldırılar pek çok kişiye doğru geliyor çünkü liberal ırkçılık karşıtları gerçekten de işçi sınıfı insanlarını irrasyonel inançlarından vazgeçirmenin elitlerin görevi olduğunu düşünüyor. Ancak radikal ırkçılık karşıtları için bu durum daha az geçerlidir: beyaz işçilerin diğer sömürülen sınıflarla birleşme konusundaki tarihsel isteksizliği karşısında umutsuzluğa kapılabilirler ancak asıl düşmanlarının varlıklı elitler olduğu konusunda nettirler. Onlara göre ırkçılık karşıtlığı, farklı konumlardaki emekçi gruplar arasında kolektif güç inşa etmenin yollarını bulmakla ilgilidir. Liberal ırkçılık karşıtları son yarım yüzyılda kişiler arası ilişkilerde ırksal önyargıları azaltmayı başarmışlardır. Ve popüler kültürü dönüştürdüler: beyaz olmayan insanlar artık Hollywood filmlerinde ABD nüfusundaki varlıklarıyla orantılı seviyelerde temsil ediliyor. Ancak önyargıların azaltılması ve temsilin iyileştirilmesinde kaydedilen ilerlemeler, hukukta, politikada ve daha geniş ekonomik ve kurumsal uygulamalarda var olan ırkçılığı azaltmamıştır. Örneğin, 2021 yılında çoğunluğu Meksikalı olmak üzere bir milyondan fazla insanın ABD'den sınır dışı edilmesini ele alalım. Bunun arkasındaki politika, dünya çapında ırksal bir iş bölümünü sürdürme ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Bunu gerçekleştiren göçmenlik memurunun ve bundan kazanç sağlayan işverenin çeşitlilik farkındalığı eğitiminde gerçekten çok çalışmış olması fark etmez. ABD ve Avrupa'daki egemen sınıflar, zenginliğin yeniden dağıtılması yönündeki kitlesel hareketleri yenilgiye uğratmak için neoliberal bir piyasa güçleri anlayışını harekete geçirdiklerinden, 1970'lerden bu yana ırkçılık kendini yapısal düzeyde yeniden üretmiştir. Bu yenilgilerle birlikte, Siyahlara ve küresel güneye hükmetmenin yeni yolları mümkün hale geldi. Mesele sadece ırkçılığın açık biçimleri yenilgiye uğratıldıktan sonra daha incelikli ya da bilinçsiz hale gelmesi değildi. Daha da ötesi, artık ırksal üstünlüğün rutin olarak açıkça iddia edilmesine gerek kalmamıştı. Irksal eşitsizlikler, suç, göç ve terörizmle ilgili görünüşte ırktan bağımsız kaygılar adına yürütülen ve yeni yoğunlaşan hükümet şiddeti altyapılarının yanı sıra piyasa sistemleri aracılığıyla yeniden üretildi. İngiltere'nin göç politikasının aynı zamanda ırksal bir ayrıştırma politikası olduğu, geçen yıl hükümetin beyaz Ukraynalılara 238,562 vize verirken, Suriye ve Afganistan'daki savaşlardan kaçanlardan sadece 5 binine İngiltere'ye güvenli geçiş imkanı sağlamasıyla bir kez daha gözler önüne serildi. Dünya genelinde neoliberal kapitalizmin gerekliliklerinden fazlalık olarak değerlendirilen ve piyasa sistemlerine karşıt kültürel değerlerin taşıyıcısı olarak çerçevelenen milyonlarca insan bu şiddet biçiminin hedefidir. Ülkelerinin yıkımından kaçan 40.000'den fazla kişi 1993'ten bu yana Avrupa'ya girmeye çalışırken, çoğu Akdeniz'de boğularak öldü. Aynı tek kullanımlık insanlık, terör ve uyuşturucuya karşı yürütülen küresel savaşlarda da katledilmiştir - Brown Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre, 11 Eylül sonrası savaş bölgeleri olan Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye ve Yemen'de tahmini 3,6 milyon dolaylı ölüm gerçekleşmiştir. İngiltere'de polis şiddeti en çok kendi terk edilmiş - orantısız bir şekilde Siyah - nüfusumuza yönelmektedir. Liberal ırkçılık karşıtları bu yeni yapısal ırkçılığa karşı güçsüzdür. Doğru ırkçı kelimeleri kullanmamızı talep ediyorlar, aşağılayıcı terimler kullandıklarında Muhafazakar milletvekillerini ya da spor yorumcularını ayıplıyorlar; ancak bir kelimeyi ortadan kaldırmak onun ifade ettiği sosyal güçleri ortadan kaldırmıyor. Çeşitlilik eğitim programları uyguluyorlar, ancak ırkçılığın artık esas olarak bilinçaltında bulunduğu şeklindeki yanlış önermeden dolayı bunlar başarısız oluyor. Ve baskıcı zulmün nefret dolu bir eğilimin davranışsal ifadesi olduğu varsayımıyla "nefret söylemi" ve "nefret suçlarından" bahsediyorlar - nefret tutumları olmaksızın, güvenlik ve kâr adına ırkçı şiddet altyapılarını rutin ve sakin bir şekilde işleten şirket yöneticilerini, varlık yöneticilerini, kanun yapıcıları, hükümet yetkililerini, yargıçları, polis memurlarını, hapishane gardiyanlarını, askeri personeli ve göçmenlik memurlarını görmezden geliyorlar. Liberal ırkçılık karşıtları, ırkçılığı bilinçaltına, uygunsuz sözcüklerin kullanımına ve aşırılık yanlısı uçlara yerleştirerek, ırkçı uygulamalardan en çok sorumlu olan kurumları temize çıkarmaktadırlar. Polis güçlerinde, sınır ajanslarında ve orduda daha fazla siyahi insanın üst düzey görevlere getirilmesinde etkili olsalar da, aynı kurumlar tarafından öldürülen siyahi insanların sayısını azaltmayı başaramıyorlar. Bu nedenlerle, liberal ırkçılık karşıtlığını çözüm olarak görmek - ne kadar iyi niyetli olursa olsun - yapısal ırkçılığın sürdürülmesine yardımcı olmak demektir. Beyaz liberaller kendi bilinçdışı önyargılarıyla istedikleri kadar kahramanca yüzleşsinler, yine de bu yapılar varlığını sürdürecektir. Bugün ırkçılık karşıtı olmak demek, ırkçı sınır, polis, karkeral ve askeri altyapıları ortadan kaldırmak için örgütlerle birlikte kolektif olarak çalışmak demektir. Polisi okullarımızdan çıkarmak için toplum içinde örgütlenmek; sınır dışı edilmelere karşı doğrudan eyleme geçmek ve şiddet ticareti yapan şirketlerle yüzleşmek anlamına gelir. Küresel güneyin yoksullarının da en az kuzeyin varlıklı sakinleri kadar dünya kaynakları üzerinde eşit haklara sahip olduğunu anlamak demektir. Nihayetinde, hangi renkten olursa olsun tüm emekçi sınıfları yücelten bir öldürme değil bakım ekonomisi inşa etmemizi gerektirir. Radikal gelenek, antikapitalist itkisiyle bir zamanlar pratik görünmeyebilirdi. Şimdi ise uygulanabilir tek ırkçılık karşıtı siyasettir.

Geri 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 İleri

Bültene kayıt ol