Raporda öne çıkan saptamalar:
Yasadışı ölümcül güç ve makul olmayan şok tabancası kullanımı da dahil olmak üzere aşırı güç kullanıldı,
Şüphelileri soruşturmaya yönelik vakalara ilişkin güç kullanımı da dahil olmak üzere, gözaltı uygulamalarında siyahlara ve Amerikan yerlilerine karşı hukuka aykırı bir şekilde ayrımcılık yapıldı,
Yasalarla koruma altında olan konuşmalara ilişkin kişilerin hakları ihlal edildi,
Yardım çağrılarına yanıt verirken, davranışsal engeli olan kişilere karşı ayrımcılık yapıldı.
ABD Adalet Bakanlığı’nın George Floyd’un 2020 yılında Minneapolis eyaletinde görevli polisler tarafından vahşi bir şekilde öldürülmesine ilişkin yürüttüğü soruşturmanın sonuçları, geçtiğimiz cuma günü açıklandı. Adalet Bakanı Merrick Garland’ın bir basın toplantısıyla açıkladığı 92 sayfalık raporda, Minneapolis Emniyet Müdürlüğü’ndeki sorunların, George Floyd’un ölümüne yol açtığının altı çiziliyor.
25 Mayıs 2020 tarihinde, 46 yaşındaki siyah ABD vatandaşı George Floyd, sigara almak için ödediği 20 dolarlık kâğıt paranın sahte olduğu şüphesi üzerine, ırkçı bir grup Minneapolis polisi tarafından gözaltına alınmıştı. Floyd, defalarca “nefes alamıyorum” diye uyarmasına karşın, ekipten beyaz bir polis olan Derek Chauvin’in diziyle ensesine dokuz dakikadan fazla bir süreyle baskı uygulaması sonucu yaşamını yitirmişti.
Floyd’un ölümünün, Floyd’un ve çevrede bulunan çok sayıda tanığın uyarılarına rağmen polisin gözaltına alma sırasında uyguladığı aşırı güç sonucu gerçekleşmiş olması, başta Amerikan kamuoyu olmak üzere tüm dünyada büyük tepki çekmişti. Bu vahşetin tanıklarının çektiği video kayıtları, tüm dünyada milyonlarca insan tarafından izlendi ve ardından ABD tarihinin en büyük protesto eylemlerinin gerçekleşmesine yol açtı. Daha önce de ABD polisinin vahşeti ve ırkçılığına ilişkin çok sayıda suç duyurusu yapılmış ve haber yayımlanmış olmasına karşın, bu görüntüler bir anlamda Amerikan polisinin özellikle siyahlar ve diğer etnik azınlıklara yönelik uyguladığı aşırı güç kullanımının dünya kamuoyu tarafından naklen izlenmesi etkisi yarattı ve ırkçı Amerikan polislerine yönelik büyük bir öfkeye yol açtı.
Floyd’un ölümü, ülkedeki kurumsal ırkçılığın başlıca temsilcilerinden biri olan Trump döneminde gerçekleşti
George Floyd’un katledildiği tarihte, ABD tarihinin en ırkçı başkanlarından biri olan Trump iktidardaydı. Trump, iktidarı boyunca başta mülteciler ve Müslümanlar olmak üzere, aşırı sağın anti-demokratik, ırkçı ve ayrımcı ideolojisiyle ters düşen her türlü azınlığa karşı zalimce ve düşmanca politikalar uyguladı.
Trump’ın bu ırkçı ve ayrımcı uygulamalarından bazıları şunlar oldu:
2017 yılında, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan altı ülkeden gelen vatandaşların ABD'ye girişini yasaklayan ve mültecilere kapıları kapatan bir kararname imzaladı. 28 Ocak'ta, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan yedi ülkeden gelen mülteci ve pasaportlu yolcuları engelleyen bir kararname yayımladı.
Trump yönetiminin ayrımcı politika, uygulama ve söylemlerinin tek mağduru Müslümanlar olmadı. Trump, bir yandan kurumsallaşmış İslamofobi vaat edip bunu hayata geçirirken, Latin ve Afrikalı göçmenleri insandışılaştıran ve aşağılayan ırkçı politikalar da uyguladı. Örneğin, güney sınırını geçenleri tanımlamak için defalarca “hayvanlar” ifadesini kullandı ve göçmenleri suç işlemekle ve çete üyesi olmakla suçladı: “Bu insanların ne kadar kötü olduklarına inanamazsınız. Bunlar insan değil. Bunlar hayvan.”
Oval Ofis'te milletvekilleriyle yaptığı göçmenlik konusundaki görüşmeler sırasında, Haiti, El Salvador ve Afrika ülkelerinden aşağılayıcı bir şekilde bahsederek, “Neden bütün bu bok çukuru ülkelerden gelen insanları buraya alıyoruz?” diye sordu. Ardından Norveç gibi Avrupa ülkelerinden gelen göçün artmasını tercih ettiğini ifade etti.
2020 seçim kampanyası sırasında sıradan insanların yabancı düşmanlığını körükleyen korkuları ve diğer toplumsal kutuplaşmalar üzerine oynamaya devam etti. Güney sınırındaki göçmenlere atıfta bulunulan kampanya reklamlarında, “istiladan” söz edilmekteydi. 2019'daki siyasi bir miting sırasında, kitleye göçmenlerin ülkeye girişini nasıl durduracaklarını sordu. Mitinge katılanlardan bir destekçisi, “vurun onları” diye yanıt verdiğinde, Trump sırıtarak başını salladı ve herhangi bir düzeltme yapmadı.
Adalet Bakanlığı, dönemin Arizona şerifi Joe Arpaio'nun “ABD tarihindeki en kötü ırkçı profilleme modelini denetlediği” sonucuna vardı. Tespit edilen kullandığı yasadışı taktikler arasında, “aşırı ırkçı profilleme ve Latin kökenli mahkumlara işkence, aşağılama ve küçük düşürmeyi içeren sadist cezalar” vardı. Bakanlık, yasadışı ayrımcı davranışları nedeniyle kendisine karşı dava açtı. Şerif, Bakanlığın emirlerini göz ardı etti ve daha sonra Latin kökenli ABD vatandaşlarının ırkçı profilini çıkarmaya devam ettiği gerekçesiyle, mahkemeye itaatsizlikten mahkum edildi. Başkan Trump Arpaio’yu “büyük bir Amerikan vatanseveri” olarak niteleyerek, daha hüküm giymeden affetti.
Trump’ın ırkçılığına ilişkin yukarıda sıralanan örnekler çoğaltılabilir, ancak tüm örnekler bu yazının sınırını aşacak kadar fazla.
Bununla birlikte, herhangi bir kuşkuya mahal bırakmayacak bir şekilde şu tespiti yapabiliriz: Trump, her ne kadar aşırı bir ırkçı başkan olsa da ABD’deki kurumsal ırkçılığın yegane üst düzey temsilcisi değil. Üyesi ve adayı olduğu ve Amerikan siyasetinin merkezinde yer alan iki partiden biri konumundaki Cumhuriyetçi Parti vekillerinin çoğunluğu da tıpkı liderleri Trump gibi, aşırı sağ ve ırkçı politikaların temsilcilerinden oluşuyor.
Floyd’un ölümü Amerikan polisinin kurumsallaşmış ve sistematik şiddetinin bir sonucu
Amerikan polisinin başta siyahlar olmak üzere, etnik azınlıklara yönelik aşırı güç kullanımı ve bunun sonucu gerçekleşen ölümcül vakalar, tekil olaylarla sınırlı olmayıp, sistematik ve yapısal bir örgü teşkil ediyor.
ABD’de her 20 cinayetten biri polis tarafından işleniyor. 2022 yılında ülkede silahlı bir cinayete kurban giden yaklaşık 25 bin kişinin en az yüzde 5’ini oluşturan 1.192 kişi polis tarafından öldürüldü. 1980 yılından bu yana polisler tarafından öldürülen Amerikan vatandaşlarının sayısı 32 binden fazla. Gerçek sayının bu resmi verilerin çok üstünde olması muhtemel. Zira, Washington Üniversitesi tarafından 2021 yılında gerçekleştirilen bir araştırmanın sonuçlarına göre, ölümcül vakalara ilişkin açıklanan resmi verilerin, gerçek rakamların çok altında olduğunu ortaya koydu. Ölümcül vakaların birçoğu FBI kayıtlarına ilişkin istatistiklerde, “tamamlanmamış soruşturmalar” kategorisi altında yer alıyor.
Bazı bölgelerdeki emniyet müdürlüklerinin yetki alanlarında polisler tarafından gerçekleştirilen ölümler ortalamanın oldukça üstünde. Örneğin, Kaliforniya eyaletindeki Vallejo bölgesi polis şiddeti konusunda öne çıkıyor. Bu bölgedeki emniyet müdürlüğüne bağlı polisler, 2012 yılında bölgede işlenen cinayetlerin yaklaşık yüzde 30’undan sorumluydu.
Öte yandan aynı araştırmanın sonuçlarına göre, Son 40 yılda polisler tarafından gerçekleştirilen ölümcül vakaların kurbanları arasında siyahların oranının, polis şiddetinin beyaz kurbanlarının 3,5 katı düzeyinde olduğunu, İspanyol kökenli ve yerli Amerikaların ölüm oranlarının da beyazlara göre aşırı yüksek gerçekleştiğini ortaya koyuyor.
ABD, gelişmiş diğer ülkelerle karşılaştırıldığında, polisler tarafından gerçekleştirilen ölümcül vakalarda çok daha yüksek oranlara sahip. Örneğin, Avrupa’nın bütününde polislerin sorumlu olduğu ölümcül vakaların yıllık ortalaması 10 vakanın altındaki düzeylerde gerçekleşiyor. ABD’de polisler tarafından gerçekleştirilen ortalama yıllık binden fazla ölümcül vaka sayısı, Brezilya, Kolombiya, Venezüella, Libya veya Sudan gibi ülkelerle karşılaştırılabilecek düzeyde.
Bu veriler karşısında, Biden yönetiminin Çin ile olan jeopolitik hegemonya mücadelesinde demokrasiyi bir kaldıraç olarak kullanma taktiğini de tartışılır hale getiriyor.
F. Levent Şensever
---
Kaynaklar:
Investigation of the City of Minneapolis and the Minneapolis Police Department, United States Department of Justice, Civil Rights Division and United States Attorney's Office District of Minnesota Civil Division, June 16, 2023 (Erişim tarihi: 17 Haziran 2023).
Beckett, Lois, "One in 20 US homicides are committed by police – and the numbers aren’t falling," Guardian, 15 Şubat 2023, https://www.theguardian.com/us-news/2023/feb/15/us-homicides-committed-by-police-gun-violence (Erişim tarihi: 19 Haziran 2023).
Fatal Police Shootings in the United States Are Higher and Training Is More Limited Than in Other Nations, New Jersey Devlet Üniversitesi, 27 Eylül 2022, https://www.rutgers.edu/news/fatal-police-shootings-united-states-are-higher-and-training-more-limited-other-nations (Erişim tarihi: 19 Haziran 2023).
Abdelkader, Engy, "When It Comes to Religion and Politics, Race Trumps," Berkley Center, Georgetown Üniversitesi, 24 Mayıs 2021, https://berkleycenter.georgetown.edu/responses/when-it-comes-to-religion-and-politics-race-trumps (Erişim tarihi: 19 Haziran 2023).
BBC, Yunan sahil güvenliğinin Çarşamba günü meydana gelen ve yüzlerce kişinin öldüğünden korkulan göçmen gemisi kazasıyla ilgili açıklamasına şüphe düşüren kanıtlar elde etti.
Bölgedeki diğer gemilerin hareketlerinin analizi, aşırı kalabalık balıkçı gemisinin alabora olmadan önce en az yedi saat boyunca hareket etmediğini gösteriyor.
Sahil güvenlik hala bu saatler boyunca teknenin İtalya'ya doğru yol aldığını ve kurtarılmaya ihtiyacı olmadığını iddia ediyor.
Yunan makamları BBC'nin bulgularına henüz yanıt vermedi.
En az 78 kişinin öldüğü biliniyor, ancak BM 500 kadar kişinin hala kayıp olduğunu söylüyor.
BM, geniş çaplı bir kurtarma girişiminin başlatılması için daha önce harekete geçilmesi gerektiği iddiaları üzerine Yunanistan'ın felaketle ilgili tutumunun soruşturulması çağrısında bulundu.
Yunan yetkililer gemidekilerin yardım istemediklerini ve tekneleri batmadan hemen öncesine kadar tehlikede olmadıklarını söylediklerini savunuyor.
BBC, bir denizcilik analiz platformu olan MarineTraffic tarafından sağlanan izleme verilerinin bilgisayar animasyonunu elde etti.
Veriler, göçmen teknesinin daha sonra battığı küçük, belirli bir alana odaklanan saatlerce süren faaliyeti göstermekte ve resmi iddiaya göre navigasyonunda herhangi bir sorun olmadığı konusunda şüphe uyandırmaktadır.
Balıkçı teknesinde takip cihazı bulunmadığından haritada gösterilmemiştir. Konumlarını paylaşmak zorunda olmayan sahil güvenlik ve askeri gemiler de aynı şekilde.
Resmi sahil güvenlik hesabının zaman çizelgesine itiraz edildi
AB'nin sınır gücü Frontex, göçmen teknesini ilk olarak Salı günü TSİ 08:00 sularında tespit ettiğini ve Yunan makamlarını bilgilendirdiğini açıkladı.
Denizde başı dertte olan göçmenler için acil yardım hattı olan Alarm Phone, GMT 12:17'de teknenin tehlikede olduğuna dair bir çağrı aldıklarını söylüyor.
BBC tarafından doğrulanan video ve fotoğrafların yanı sıra mahkeme kayıtları ve gemi kayıtlarını kullanarak ilerleyen saatlerde bölgedeki gemi hareketlerini analiz ettik.
Deniz Trafiği animasyonunda Lucky Sailor adlı bir geminin GMT saatiyle 15:00'te aniden kuzeye döndüğü görülüyor.
Lucky Sailor'ın sahibi bize seyir defterini verdi ve Sahil Güvenlik tarafından göçmen teknesine yaklaşıp yiyecek ve su vermesinin istendiğini doğruladı.
Yaklaşık yarım saat sonra, TSİ 15:35'te sahil güvenlik helikopteri göçmen teknesini buldu. Yetkililer teknenin o sırada sabit bir rotada ilerlediğini iddia etmeye devam ettiler.
Ancak iki buçuk saat sonra, TSİ 18:00 sularında, Faithful Warrior adlı başka bir gemi aynı bölgeye gitmiş ve tekneye malzeme vermiştir.
Faithful Warrior'un sahipleri bizi soruşturma makamlarına yönlendirdi.
Faithful Warrior'dan çekildiği bildirilen ve göçmen gemisine suda bir halat aracılığıyla erzak teslim edildiğini gösterdiği iddia edilen bir video ortaya çıkmıştır. Başka hiçbir gemi görülmüyor.
BBC videoyu inceledi ve görüntülerde hareket etmeyen geminin, fotoğraflarda görülen göçmen gemisinin şekliyle ve hava koşullarının da o sırada bildirilenlerle eşleştiğini tespit etti. Bu videonun tam olarak ne zaman çekildiği bilinmiyor.
Yunan yetkililer başlangıçta 19:40 ile 22:40 arasında teknenin "sabit bir rota ve hızda" seyrettiğini iddia etmişlerdi.
İlk açıklamalarında tekneyi belli bir mesafeden gözlemlediklerini iddia etmişlerdi, ancak daha sonra yayınladıkları yakın çekim bir görüntü - bu zaman aralığına ait - göçmen teknesinin hiçbir yere gitmediğini gösteriyor.
Bir hükümet sözcüsü daha sonra sahil güvenliğin tehlikeyi değerlendirmek üzere tekneye çıkmaya çalıştığını ancak teknedekilerin bağlı bir halatı çıkardıklarını ve yardım istemediklerini söyledi.
Son yedi saatteki tüm denizcilik faaliyetlerinin belirli bir nokta etrafında yoğunlaşmış olması, göçmen teknesinin neredeyse hiç hareket etmediğini göstermektedir.
Animasyonlu haritanın ölçeği teknenin birkaç deniz milinden daha az yol aldığını göstermektedir ki bu da Akdeniz'in en derin yerinde rüzgâr ve dalgalarla savrulan bir tekneden beklenebilecek bir durumdur.
Tehlike içindeki insanların gemiyi sallayan hareketleri de herhangi bir harekete katkıda bulunmuş olabilir.
Bu süre zarfında Yunan yetkililer geminin zor durumda olmadığı ve güvenli bir şekilde İtalya'ya doğru yol aldığı konusunda ısrar etmiş ve bu nedenle sahil güvenlik kurtarma girişiminde bulunmamıştır.
Saat 23:00'te tekne içinde yüzlerce kişiyle birlikte battı ve izleme animasyonu yardıma gelen gemilerin çılgınlığını gösteriyor.
Bu gemiler arasında felaket sonrası görüntülerin çekildiği ve daha sonra BBC'ye gönderilen Celebrity Beyond da yer almaktadır.
Daha sonra Mayan Queen adlı lüks bir yata, hayatta kalan 104 kişiden bazılarının karaya çıkarılmasına yardımcı olması talimatı verilir.
Kurtarılanlar Kalamata limanında güvenli bir yere ulaştılar ancak geride Yunanistan'ın müdahalesine ilişkin bir dizi rahatsız edici soru bıraktılar.
Jake Sullivan ABD’nin Ulusal Güvenlik Danışmanı. “Yeni Washington Konsensüsü” adı verilen ABD dış politikası hakkında bir konuşma yaptı. Ekonomist Michael Roberts eski konsensüsün IMF, Dünya Bankası ve ABD Hazinesi gibi Washington merkezli kuruluşlar tarafından yönetilen ve kriz içindeki gelişmekte olan ülkeler için desteklenen "standart" reform paketi olarak kabul edilmiş on ekonomik politika önerisi içerdiğinin altını çiziyor. Türkiye’de de yakından bildiğimiz süreçleri, yani işçi sınıfının haklarının ‘serbest piyasaya odaklanma’ adı altında gasp edilmesini, ticaret ve finansın liberalleştirilmesini ve kamusal alanın hızla özelleştirilmesini içeriyordu.
Diğer taraftan, küresel ekonomik kriz ve 2008 büyük finansal çöküşü kapitalizmin merkezlerinde yaşanan sıkıntıların göstergeleriydi.
Veriler bu sıkıntının boyutlarını da gösteriyor: 1980 ile 2000 arasında ABD'nin küresel GSYİH payı yüzde 25'ten yüzde 30'a yükseldi, ancak 21. yüzyılın ilk yirmi yılında bu pay tekrar yüzde 25'in altına düştü. Bu iki on yılda Çin'in payı ise yüzde 4'ten yüzde 17'ye yükseldi, yani dört kat arttı. Diğer G7 ülkeleri olan Japonya, İtalya, İngiltere, Almanya, Fransa ve Kanada'nın payları keskin bir şekilde düşerken, (Çin hariç) gelişmekte olan ülkeler küresel GSYİH içinde paylarını korumuş ve bu payları, emtia fiyatları ve borç krizleriyle değişmiştir.
Bu verilere Çin’in küresel rakip olarak yükselmesi de eklendiğinde, ABD’nin Güvenlik Danışmanı Sullivan’ın "Ekonomik durgunluk, siyasi kutuplaşma ve iklim acil durumu gibi artan krizlerle karşı karşıya olduğumuzda, yeni bir yeniden yapılandırma gündemi gereklidir” demiş olması ve ABD’nin emperyalist hegemonyasının güçlendirilmesi gerektiğini söylemesi anlaşılır oluyor. Sullivan'a göre, ABD, hegemonyasını sürdürmek zorunda, ancak "hegemonya, bir üstünlük sağlama becerisi sunmaz – asıl güç; “egemenlik, diğerlerinin (kısıtlamalarla) kendilerini takip etme isteği ve gündemleri belirleme kapasitesidir". Başka bir deyişle, ABD yeni gündemi belirleyecek ve küçük ortakları takip edecek – istekli olanların ittifakı. Takip etmeyenler se bunun sonuçlarıyla yüzleşebilir.
Bu yeni konsensüs, Michael Roberts tarafından şöyle özetleniyor: Serbest ticaret ve sermaye akışlarına ve hükümet müdahalesine son verilecek, hükümetlerin ulusal hedeflerin yerine getirilmesi için sermaye sahiplerine sübvansiyon ve vergilendirme yoluyla müdahale ettiği bir "endüstriyel strateji" yöntemi izlenecek. Daha fazla ticaret ve sermaye kontrolü, daha fazla kamu yatırımı ve zenginlerin daha fazla vergilendirilmesi anlamına geliyor. Bu temaların altında, 2020'lerde ve sonrasında her ülkenin kendi çıkarlarını koruması gerektiği yatmaktadır - küresel anlaşmalar değil, bölgesel ve ikili anlaşmalar; serbest dolaşım değil, ulusal olarak kontrol edilen sermaye ve işgücü.
Bu durum ise elbette bu yeni konsensüsü uygulamak için yeni askeri ittifaklara ihtiyaç duyulacağı anlamına da geliyor.
Uzlaşma, yoksul ülkelerin borçlarını silmek ya da borç verme koşullarını değiştirmek gibi önerileri içermiyor. Tersine, borçlu ülkeler hükümet harcamalarını daha da sıkı bir önlemle azaltmaya ve geride kalan tüm kamusal varlıkları satmaya zorlanıyor.
Atlantik deklarasyonu
ABD Başkanı Biden ve Birleşik Krallık Başbakanı Sunak bir Atlantik deklarasyonu üzerinde anlaştılar.
Financial Times’ın haberine göre, iki ülke arasındaki bağlar güçlendirilecek ve müttefikler açısından küreselleşme değil Çin’in tedarik zincirinden çıkartılması önemli olacak.
ABD ve İngiltere Çin’e bağımlılığı azaltacak yeni bir tedarik zinciri oluşturmak üzere Japonya, Avustralya ve AB gibi müttefiklerle müzakere edilen özel ikili anlaşmalar hedefliyor.
Bu arada emperyalizmin merkezlerinden gelen bu “konsensüs ve deklarasyon” sesleri, ABD ve İngiltere'nin Ukrayna konusunda ve Pasifik'te Çin'e karşı nükleer güçle çalışan denizaltılar geliştirmek üzere, Avustralya ile birlikte askeri bir ortaklık geliştirmek üzere yakın bir çalışma yürüttükleri gerçeğini de gizleyemiyor.
Gizlenemeyen bir başka gerçek ise “Çin haricinde, Küresel Güney'deki ekonomik büyümenin 2022'deki yüzde 4.1'den 2023'te yüzde 2.9'a düşecek olmasıdır. Yüksek enflasyon, artan faiz oranları ve rekor düzeydeki borç seviyeleriyle sarsılan birçok ülke daha da yoksullaşmaktadır. Düşük gelirli on dört ülkede şu anda borç sıkıntısı riski yüksek seviyelerde bulunmaktadır, bu sayı 2015 yılında sadece altıydı. Düşük gelirli ülkelerde – özellikle en yoksullarında– zarar daha da büyük: Bu ülkelerin yaklaşık üçte birinde, kişi başına düşen gelirler 2024'te ortalama yüzde 6 daha düşük olacak."
ABD’nin yükselen güç Çin’e karşı hamleleri süslü isimlerle bezense de küresel kapitalizmin krizinin faturasını yoksullara ve yoksul ülkelerin halklarına çıkartmak, Çin’e karşı yeni ve etkin ittifaklarla gezegeni tehlikeli bir askeri gerilim alanına çevirmek dışında bir içeriğe sahip değil.
Emperyalist devletler arasındaki hegemonya mücadelesinin son alanı olan Ukrayna'daki savaş tüm yıkıcılığı ile devam ederken, enflasyonist ve militarist ataklarla dünyayı içine çekiyor.
Rusya ve eski sömürgesi Ukrayna arasındaki savaş aslında 2014'te başladı, 2022 kışında Putin’in emriyle harekete geçen Rus ordusunun işgali ile birlikte Avrupa'da İkinci Dünya Savaşından bu yana yaşanan en büyük çarpışmalar başladı.
En az 62 bin kişi öldü.
Bir o kadar kişinin yaralandığı tespit edildi (Bunlar sadece tespit edilebilenler)
En az 15 bin kişi kayıp var.
17 milyon kişi zorunlu olarak yaşadıkları yerlerden göç etti. (Ukrayna'nın nüfusu 22 milyon, mülteci sayısı ise Suriye'yi açık ara geçti)
Yıkılan bina sayısı en az 140 bin civarında: ülkenin alt yapısı büyük oranda tahrip edildi.
Ekonomik zararın 411 milyar dolar olduğu söyleniyor ki bu, Türkiye kapitalizminin toplam dış borcuna yakın bir meblağ.
Rakamlar bu savaşın boyutlarını gösteriyor. Ukrayna ve Rusya'da açtığı manevi yaralar ise sayılarla ölçülemez.
Yüksek enflasyon
Savaş sadece Ukrayna ve Rusya halklarında yıkım yaratmakla kalmadı, uluslararası tedarik zincirlerini de bozdu, enerji, gıda ve emtia fiyatlarındaki yükselişi körükledi.
Dünyanın her yerinde hayat pahalılığı baş gösteriyor. Bunun tek sebebi elbette Ukrayna Savaşı değil. Fakat Rusya'nın işgali ve ABD liderliğinde Batı emperyalizminin de savaşa dahil oluşu ile birlikte, ABD-ÇİN ticaret savaşı ve Covid-19 kapanma dönemi ile bozulan küresel ekonomik dengeler büyük şoklarla karşılaştı.
Militarizmin yükselişi
Rusya, Batı kampına göre zayıf olsa da emperyalist bir devlet. Üstelik bir silah üreticisi ve ordusu da gerek sayısal gerek teknik açıdan Ukrayna ile kıyas götürmeyecek kadar üstün. İşgale karşı Ukrayna halkının canla başla direnişini bir kenara koyarsak geriye (çok önceden) Ukrayna ordusunu eğiten, silahlandırdıkça silahlandıran ABD ve NATO kalıyor.
ABD liderliğindeki NATO'nun Avrupa'daki yayılmacılığı, bir ateşkesi ve siyasi müzakereleri imkânsız kıldı. Putin liderliğindeki Rusya – ABD yaptırımlarına ve ablukasına karşı– bunu zaten hesaplamıştı.
Şimdi Ukrayna, Rusya'ya karşı bir savaş başlattı. Ukrayna'nın doğusunu ele geçirmiş olan Rus ordusu da buna yanıt veriyor.
Kiev'in taarruzunun başarısızlıkla sonuçlanacağına dair Batı'da gelişen öngörüler daha önce bu sayfalarda yazılmıştı.
Peki Ukrayna'yı silah deposuna çeviren ve savaşın devam etmesinden sorumlu olan Batı güçleri ne yapıyor:
NATO'nun 'tarihteki en büyük hava tatbikatı' Almanya’da başladı.
Tatbikata 25 ülkeden yaklaşık 10 bin sivil ve askeri personel katıldı. (Elbette NATO üyesi Türkiye de katıldı).
Bu tatbikatta Rusya'nın komşu bir devleti işgali sırasında verilecek tepki "oynandı."
Batı emperyalizmi, emperyalist rakibi Rusya'ya gözdağı verdi.
Bu bir oyun değil. Emperyalistler arasında, Avrupa'da gelişebilecek bir savaş canlandırıldı.
Nükleer tehdit
Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsünün (SIPRI) 2023 yılı raporuna göre nükleer silahlar yükselişte. Başlıca sebebi, Ukrayna Savaşı ile oluşan küresel gerilimler.
2023 Ocak ayı itibarıyla dünyada tahmini olarak 12 bin 512 nükleer başlık bulunduğu, aralarında 9 bin 576'sının potansiyel kullanım için depolarda hazır durumda olduğu bilgisi paylaşıldı.
Silahların yüzde 90'ı, ABD ve Rusya'nın, yani Ukrayna'yı savaş sahasına çeviren iki emperyalist devletin envanterinde bulunuyor.
SIPRI Direktörü Dan Smith, raporu şöyle yorumladı; "İnsanlık tarihinin en tehlikeli dönemlerinden birine doğru sürükleniyoruz."
Bu savaşı durdurmalıyız:
Derhal ateşkes sağlansın.
Rusya, Ukrayna'dan çekilsin.
NATO yayılmacılığına son!
Yunanistan’da ırkçılık karşıtı grup Keerfa, ‘kapalı sınır ırkçı politikasının neden olduğu toplu bir cinayet’ olduğunu söyledi.
Yunanistan açıklarında bu yıl meydana gelen en ölümcül göçmen gemi kazasında en az 78 kişi boğuldu ve çok daha göçmenin de kayıp olmasından endişe ediliyor.
Bu, Avrupa Birliği’nin göçmen karşıtı rejiminin korkunç faturasıdır.
Neredeyse tamamı Afganistan ve Pakistanlı erkeklerden oluşan kurbanlar, seyahat ettikleri teknenin güney Mora Yarımadası açıklarında alabora olması sonucu boğuldular. Birkaç yüz kişiyi taşıdığı düşünülen tekne Libya’nın doğusundan İtalya’ya doğru yola çıkmıştı.
Yunan ırkçılık karşıtı grup Keerfa Perşembe akşamı için bir protesto mitingi çağrısında bulundu. Grup yaptığı açıklamada, “Onlarca ölü mülteci. Bu, kapalı sınır ırkçı politikasının neden olduğu toplu bir cinayettir.
“AB’nin ırkçı politikaları nedeniyle sevdiklerini haksız yere kaybeden ölü yakınlarına başsağlığı diliyoruz.
Bu bir kaza değil, her türlü güvenli kara geçişini engelleyen katil tel örgüleri yükselterek Akdeniz’i mülteciler için bir ölüm tuzağına dönüştüren Yunan hükümeti ve AB hükümetlerinin işlediği bir suçtur.
“Mültecileri bu şekilde Libya’dan girmeye çalışan insan tacirlerinin ve mafyanın eline itiyorlar. Bu toplu katliam, AB bakanlarının utanç verici ırkçı yeni bir anlaşmayı imzalamasından sadece birkaç gün sonra gerçekleşti. Bu anlaşma tel örgüleri yasallaştırıyor, ilticayı engelliyor ve ülkelerindeki savaşlar, diktatörlükler ve felaketler nedeniyle ölümden kaçmaya çalışan her mültecinin önüne daha da fazla engel koyuyor.
“Yunan hükümeti, İtalyan faşist Giorgia Meloni ile birlikte bu anlaşmaya öncülük etti.
“Ayağa kalkmanın ve Yunan hükümetinin faşistlerin önünü açan cani ırkçı politikasını tarihin çöplüğüne atmanın zamanı geldi. Kapalı sınırlar, tel örgüler ve sınırda caydırıcılık gibi ırkçı politikaları çöpe atmanın zamanı geldi.
“Sınırların açılmasını, tel örgülerin kaldırılmasını, sığınma hakkı, vatandaşlık hakkı ve mültecilere barınak sağlanmasını talep ediyoruz.”
Yunan liman yetkililerinden yapılan açıklamaya göre, göçmenlerin teknesi ilk kez Salı günü öğleden sonra Avrupa Sınır Gözetleme Ajansı Frontex’e ait bir uçak tarafından tespit edildi.
Ancak Frontex’in iddiasına göre gemidekiler “herhangi bir yardımı reddetti”. Frontex onları daha da büyük bir tehlikenin içine itmeye çalışmadığı sürece bu bir yalandır.
Kim sığınma talebinde bulunabileceği güvenli bir yerde karaya çıkarılmayı reddeder ki?
Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsünün (SIPRI) 2023 yılı raporuna göre nükleer silahlar yükselişte. Ukrayna Savaşı, nükleer silahlanmayı körüklüyor.
SIPRI raporunda öne çıkanlar:
Dünyadaki nükleer silah sahibi güçler: ABD, Rusya, Birleşik Krallık, Fransa, Çin, Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore ve İsrail. Bu ülkelerin operasyonel nükleer silahlarının sayısının arttı, modernizasyon projelerine hız verildi.
2023 Ocak ayı itibarıyla dünyada tahmini olarak 12 bin 512 nükleer başlık bulunduğu, aralarında 9 bin 576'sının potansiyel kullanım için depolarda hazır durumda.
Silahların yüzde 90'ı, ABD ve Rusya'nın, yani Ukrayna'yı savaş sahasına çeviren iki emperyalist devletin envanterinde. 2023 itibarıyla depolarda tutulan ve potansiyel kullanıma hazır başlık sayısı ABD'de bin 938, Rusya'da 2 bin 815, Birleşik Krallık'ta 105 ve Fransa'da 10 iken Çin'de 410 olarak kaydedildi.
SIPRI Direktörü Dan Smith raporu şöyle yorumladı: "İnsanlık tarihinin en tehlikeli dönemlerinden birine doğru sürükleniyoruz. Dünyadaki hükümetlerin jeopolitik gerilimleri yatıştırmak, silahlanma yarışını yavaşlatmak, çevresel sorunlar ve artan açlığın sonuçlarıyla başa çıkmak için işbirliği yollarını bulması hayati önem taşımakta."
Doğrudan eylemci çevre grupları ve diğerleri, polisin aktivistlerin evlerini basmasının ardından Fransa genelinde protesto çağrısında bulundu.
Jandarma ve Terörle Mücadele Alt Müdürlüğü (SDAT) görevlileri 5 Haziran'da ülkenin çeşitli bölgelerinde evlere baskın düzenleyerek yaklaşık 15 kişiyi gözaltına aldı. Bu kişiler, Aralık 2022'de Lafarge çimento fabrikasında gerçekleştirilen bir "itaatsizlik eylemi" ile bağlantılı olduğu iddia edilen "organize yıkım" ve "suç örgütü" suçlamalarıyla karşı karşıya.
Eylemde 200 kişi Fransa'nın güneyindeki Bouc-Bel-Air'de bulunan fabrikayı işgal etmişti. Yeryüzü Ayaklanmaları (SDLT) örgütüne göre, "kararlı ve neşeli bir atmosferde, kirletici çimento üreticisinin fabrikasının altyapısına her türlü yolla saldırıldı. Bunlar arasında "yakma fırını ve elektrikli cihazlara sabotaj, koparılan kablolar, yırtılan çimento torbaları, hasar gören araçlar ve iş makineleri, hasar gören ofislerin pencereleri, etiketlerle yeniden boyanan duvarlar" yer alıyordu.
Lafarge-Holcim ülkedeki en büyük CO2 üreticilerinden biridir. SDLT şöyle diyor: "Burada, Bouc-Bel-Air'de, uzun süredir endüstriyel atık ve lastiklerle beslenen fırınlar bugün yeşil göz boyamanın sembolü haline gelmiştir. Hava kirliliği kayda değer boyutlarda olup, tüm basın ve yerel halk tarafından defalarca kınanmıştır. Ancak bacalar hala zehirlerini kusmaya devam ediyor."
Devlet şimdi bu eylemin intikamını almak istiyor. Ancak sendika liderleri emekli maaşları konusunda milyonları defalarca sokağa döken yeni eylemleri iptal ederken devlet de gözdağı vermeye devam ediyor. Sendikalara göre Çarşamba günü 900 binn kişi bir başka günlük uyarı eylemine katıldı.
Direnişin boyutu hala çok yüksek. Ancak en büyük sendika federasyonu CFDT'nin lideri Laurent Berger, bunun "emekli maaşları konusunda bu formatta yapılan son gösteri" olduğunu söyledi.
Bir SDAT sözcüsü Socialist Worker'a şunları söyledi: "Tel kesicilerin, balyozların ve ayarlanabilir anahtarların meşru kullanımını terörizmle eş tutmak kabul edilemez. Beton santralleri, biyolojik çeşitliliğin yok edilmesi için kullanılan silahlardır. Onlar iklimin saatli bombalarıdır. Bu nedenle onları silahsızlandırmak her zamankinden daha meşru ve gereklidir."
SDLT, 11 Haziran'da Nantes şehri yakınlarındaki bir başka Lafarge tesisinde kitlesel eylem çağrısında bulundu. Devlet de harekete geçecek. Mart ayında Fransa'nın batısındaki Sainte-Soline'de düzenlenen bir başka SDLT protestosunda polisler iki protestocuyu ağır yaralamış ve onları "ölümle yaşam arasında asılı" bırakmıştı.
30 bin protestocuyla karşı karşıya kalan polisler, iki saatten kısa bir süre içinde yaklaşık 4 bin gaz bombası attı - yani her iki saniyede bir. Devlet 3,200 polisi harekete geçirdi ve tartışmalı bir inşaat alanını kuşatmak için helikopterler, atlı kuvvetler, tazyikli su ve kamyonlar gönderdi.
Devlet daha sonra SDLT'yi yasaklamakla tehdit etti. Ancak dayanışma dalgası karşısında şimdilik geri adım attı. Çevresel adalet için verilen mücadele, emeklilik isyanı sırasında ortaya çıkan işçi sınıfının yaşam standartları, demokrasi için ve polis baskısına karşı verilen mücadelelerle bağlantılıdır. Tüm bu mücadeleler birlikte yürütülmelidir.
(Socialist Worker)
Ukrayna'daki Kakhovka barajının yıkılması Avrupa'nın en büyük nükleer enerji santralinin güvenliğini tehdit etti ve on binlerce çaresiz insanı evlerinden etti.
Bu, Batı ve Rusya'nın vekalet savaşının potansiyel maliyetinin korkunç bir sembolüdür. Ukrayna'nın işgalci Rus güçlerine karşı başlattığı kitlesel saldırı ile yeni ve ölümcül bir aşamaya ulaşmıştır.
Batı, daha ortada ikna edici kanıtlar yokken, barajın yıkılmasının Rusya'nın askerlerinin ilerleyişini durdurmak için yaptığı bir "ekokırım" olduğunu söyledi. Rusya ise Ukraynalıları suçladı. Her iki tarafın da elleri temiz değildir ve her ikisi de geçmişte aynı derecede dehşet verici eylemlerde bulunmuştur. İngiliz egemen sınıfı 1943'teki Dambusters baskınının yıldönümünü kutlamayı yeni bitirdi.
Ukrayna saldırısı yeni düzeyde kan dökülmesi anlamına gelecektir. Ukrayna Devlet Başkanı Volodymyr Zelensky geçtiğimiz hafta sonu Wall Street Journal'a verdiği bir röportajda "Çok sayıda asker ölecek" itirafında bulundu - ama "bunu yapacağız".
Tanklar, mermiler, füzeler ve eğitimin yanı sıra İngiltere, Ukrayna ordusuna seyreltilmiş uranyum içeren zırh delici mermiler sağlamaktadır. Bu korkunç silah daha çok radyasyona maruz kalma ile ilişkilendirilen sağlık sonuçları doğurmaktadır.
Rishi Sunak bu hafta ABD Başkanı Joe Biden ile bir araya gelerek daha fazla savaş kışkırtıcılığını tartışacaktı. Zelensky, Rusya'nın yenileceği düşüncesiyle ağzı sulanan İngiliz bakanlar tarafından alkışlanıyor.
Savunma Bakanı Ben Wallace, saldırının Ukrayna'nın Kırım'ı geri almasını sağlayabileceğini söyledi. "Savaş alanında gördüğümüz şey, Rus güçlerini yanlış yerden vurursanız, gerçekten çökecekleri" diye hayal kurdu.
Ve her siyasetçi Kırım'ın ele geçirilmesinin tam da Vladimir Putin'in taktik nükleer silahlar kullanmasını tetikleyebilecek türden bir senaryo olduğunu biliyor.
Kendisini yöneticilerinin emperyalist savaş dürtüsüne bağlayan bir işçi sınıfı, verdiği diğer tüm mücadelelerde zayıflayacaktır. Sunak hemşirelerin ücretleri, mültecilere yönelik saldırıları ve hayati hizmetlerde kesintiler konusunda yanılıyor. Savaş konusunda da yanılıyor.
Rus birlikleri Ukrayna'dan hemen çıkmalı ama ABD ve İngiltere sıradan Ukraynalılarla ilgilenmiyor. Onların savaşı güçlerini arttırmak, Rusya'yı ezmek ve Çin ile daha fazla çatışmaya hazırlanmak için tasarlandı.
Grevlerin yeniden canlanmasıyla moral bulan ve önümüzdeki hafta grev hattına geri döndüklerinde genç doktorları alkışlayacak olan herkesin savaşa karşı çıkması gerekiyor. Bu Muhafazakar rejimin sona ermesini isteyen herkes aynı zamanda İngiltere'nin Ukrayna'daki çatışmaya silah akıtmasına ve NATO'nun savaşı tırmandırmasına da karşı çıkmalıdır.
Hindistan'ın siyasetçi ve işverenleri, Cuma akşamı meydana gelen korkunç bir tren kazasından sorumludur. Cumartesi öğleden sonra, yetkililer kurtarma operasyonlarını durdurduğunda, resmi ölü sayısı 288 olarak açıklandı ve 803 kişi yaralandı.
Kolkata, Batı Bengal'den Tamil Nadu'daki Chennai'ye giden Coromandel Express, Odisha eyaletinde bir yük treniyle çarpıştı.
Yük treni ise zıt yönde seyreden Howrah Superfast Express treninin bazı vagonlarının raydan çıkmasına neden oldu. Her iki trenin içinde toplamda 3.400'den fazla yolcu bulunuyordu.
Kurtarma ekipleri, bütün gece enkaz ve moloz yığınları arasında ilerleyerek cesetleri çıkardı ve insanları kurtardı. Başbakan Narendra Modi, "sorumlu olanlar ağır cezalandırılacak" sözü verdi. Kendisine bakması gerekiyor. Trenlerin gösterişli isimleri, demiryolu ağının işçi eksikliği ve güvenlik harcamalarıyla dolu olduğunu gizleyemez.
Hindistan Demiryolları her gün 13 milyon kişiyi taşıyor, ancak üst düzey yetkililer maliyetleri azaltmak istiyor. Bu yılın Ocak ayında The Hindu gazetesinde yayınlanan bir makalede, "Hindistan Demiryolları, ülke genelinde 18 bölgeye yayılan 312.000 boş pozisyonla ezici bir personel eksikliğiyle karşı karşıya" denildi.
Makale, Mumbai'deki bir demiryolu işçisinin şu şekilde aktardığını belirtti: "Bizi rahatlatmak için personelimiz olmadığı için 16 saate kadar kesintisiz olarak çift vardiyalı çalışıyorum."
Geçen yıl Kasım ayında, Merkez Demiryolu'nun Ulusal Demiryolu Mazdoor Birliği (NRMU), boş pozisyon sayısı nedeniyle bir protesto düzenledi. NRMU Genel Sekreteri Venu Nair, "Çoğu çalışan için fazla mesai ve izin eksikliğine karşı tepkimizi göstermek istiyoruz. Bu aynı zamanda performans kalitesini etkiliyor" dedi.
Hindistan'daki raydan çıkmalarla ilgili önemli bir çalışmanın başyazarı olan demiryolu uzmanı Prakash Kumar Sen, işçilerin yeterince eğitilmediğini ya da iş yüklerinin çok fazla olduğunu ve yeterince dinlenemediklerini söyledi. Sen sözlerine şunları da ekledi: "Bu raylar çok eski. Üzerlerindeki yük çok fazla, bakım iyi yapılmazsa arızalar meydana gelecektir," dedi.
Cuma günkü kazanın meydana geldiği doğu kıyısı güzergahı, Hindistan'ın kömür ve petrol yükünün büyük bir kısmını taşıdığı için ülkenin en eski ve en işlek güzergahlarından biri.
Patronlar ve politikacılar için yolcuların ve işçilerin hayatı ucuz. Daha geçen hafta Jharkhand'ın Dhanbad bölgesinde altı demiryolu işçisi, diktikleri bir direğin yüksek gerilim hattının üzerine düşmesi sonucu elektrik akımına kapılarak hayatını kaybetti. Görgü tanıkları, sekiz kişinin şantiyede güvenlik teçhizatı olmadan ya da seçim bağlantısını kapatmadan çalıştığını iddia etti.
Aşırı sağcı Modi döneminde "yoksullara hizmet etmekten" çok söz ediliyor. Ancak tüm dikkatler büyük işletmeleri güçlendirmek, işçileri baskı altında tutmak ve ardından yoksulları şiddetli İslamofobi ile bölmek üzerinde.
Hindistan Demiryolları Bakanı Ashwini Vaishnaw, "bu talihsiz tren kazası" olarak adlandırdığı kazada hayatını kaybedenlerin yakınlarına 10.000 Sterlin, ağır yaralılara ise 2.000 Sterlin tazminat sözü verdi. Modi yaşananları "tren kazası" olarak adlandırdı.
Modi ve zümresi, kaza nedeniyle sıradan insanların gazabını hissetmelidir.