'Suriye halkının omuzlarından devasa bir yük kalktı'

Sudan'da generaller halkı katlediyor - Devrimi devam ettirmek isteyenler ne düşüyor?

Sudan'ın başkenti Hartum'da yaşanan bir katliam, ordunun rakip kanatları içinde süren iktidar savaşının sıradan insanlar üzerindeki korkunç etkilerini gösteriyor. Socialist Worker (Sosyalist İşçi) gazetesinde yayınlanan Chris Bambery'in haber-yorumu:  Yerel kaynaklara göre Hartum'un güneyindeki yoksul bir bölgede bulunan bir pazarın bombalanması sonucu en az 27 kişi öldü, 106 kişi de yaralandı. Askerler, düzenli ordunun kontrol ettiği bölgelerden biri olan El Şecere'den Mayo Mahallesi'ne altı tank mermisi ve roket attı. Mayo'da çoğunlukla emekçi insanlar yaşıyor. Yedi hafta önce ordu ile paramiliter Hızlı Destek Güçleri (RSF) arasında çatışmalar başladığından beri Hartum'dan ayrılmaya güçleri yetmiyor. Resmi rakamlara göre sivil ölü sayısı en az 900, ancak gerçek sayı çok daha yüksek. Örneğin Hartum'daki Mygoma Yetimhanesi'nde yetersiz beslenme ve sık sık yaşanan elektrik kesintileri nedeniyle bir günde ölen (en az) 11 bebek bu rakama dahil değil. Dr. Abeer Abdullah, çatışmaların bir avuç personel dışında herkesin yüzlerce çocuğa bakmasını engellediğini söyledi. "Her üç saatte bir beslenmeleri gerekiyordu. Ve orada kimse yoktu," dedi Dr. Abdullah ve şöyle devam ett: "Damardan tedavi vermeye çalıştık ama çoğu zaman çocukları kurtaramadık." Şu ana kadar en az 50 çocuğun öldüğünü tahmin ediyor. Ülke çapında bir milyondan fazla insan evlerinden ayrılmak zorunda kaldı ve 400 bin kişi ülkeyi terk etti. Birleşmiş Milletler'e göre 25 milyon insan -ülke nüfusunun yarısından fazlası- gıda, ilaç ve su sıkıntısı çekiyor. iktidar için savaşı başlatan generaller -Abdül Fettah el-Burhan ve Hemeti- olarak bilinen Muhammed Hamdan Dagalo- katliamdan doğrudan sorumludur. Demokrasi hamlelerini 2021'de bir darbeyle bastıran bu savaş lordları, kendi dar çıkarlarını geliştirmek için kan dökmeye hazır. Silahlı kuvvetlerin başındaki Burhan ve RSF devlet milislerinin lideri Hemet, şimdiye kadar birlikte çalıştı. Farklı bölgesel hükümetler ve büyük emperyalist güçler tarafından desteklenen bu ikili şimdi devlet başkanlığı ganimetleri için yarışıyor. Son dönemdeki cinayetler, halkın diktatör Ömer El Beşir'in 30 yıllık yönetimine karşı ayaklandığı Aralık 2018'den bu yana Sudan'ı değiştirmek için mücadele eden aktivistler için büyük bir meydan okumadır. İsyan Beşir'i kovdu. Ancak muhalif güçlere ideolojik olarak hakim olan liberaller defalarca orduyla yapılan anlaşmalara bel bağladı. Ve generaller sivil yönetime izin vereceklerine dair verdikleri sözleri hiçbir zaman tutmadı. Burhan ve Hemeti ikisi de birbirinden beter iki figür. Alternatif, devrim sırasında oluşan direniş yapılarından ve tabandaki örgütlenme ağlarından gelmelidir. Ancak bu köklü bir değişim anlamına geliyor. Bu yapıların, sadece sosyal dayanışma ve yarım örgütleri olmaktan çıkıp, devlet iktidarına meydan okumaya geçmesi gerekiyor. Direniş komiteleri nasıl ilerleyeceklerini tartışıyor. Bunun bir örneği, tarihi bir işçi direnişi bölgesi olan Atbara kentinde yaşanıyor. Demiryolu işçileri, burada İngiliz sömürgeciliğine karşı mücadele etmişti ve 2018'de fiyat artışlarına karşı ilk direniş alanlarından biri burasıydı. Atbara direniş komiteleri "gayrı resmi ama yoğun tartışmalar" yürütüyor. Middle East Eye internet sitesine konuşan bir katılımcı, "Devrimin ve onun özgürlük, barış ve adalet sloganlarının gasp edilmesinden elitler sorumludur" dedi. Direniş komitelerinin hem Burhan'a hem de Hemeti'ye karşı olduğunu da sözlerine ekledi. Ancak ordunun kendisine, özellikle de genç rütbeli askerlerine ve küçük rütbeli subaylarına karşı bir sempati beslediklerini söyledi. Ancak silahlı kuvvetlerin mevcut yapılarından herhangi birine güvenilemez. İhtiyaç duyulan şey sıradan askerlerin isyanıdır. Bu da ancak direniş komiteleri generallere karşı sınıf mücadelesi yöntemleriyle savaşırsa sistematik olarak gerçekleşecektir. Yaşamın gerekliliklerini sağlamayı ve devletin "silahlı adamlarına" karşı savunmayı, ordu karşıtı ajitasyonla ve yerel demokratik ağları güçlendirmekle birleştirmelidirler. Hartum'daki bir direniş komitesinin üyesi olan Hamid Murtada şunları söyledi: "Mahalle direniş komitelerinin birbirleriyle işbirliği yapmak için kullandıkları koordinasyon mekanizmaları var. Bu mekanizmalar bilgi alışverişinde bulunmalarını ve sivilleri desteklemek için sosyal koruma ağımızı canlı tutmalarını sağlıyor. Savaşı derhal sona erdirecek girişimlerin desteklenmesinde önemli bir rolleri var. Sonrasında ne olacağı ise başka bir günün hikayesi." Ancak gelecek şansa bırakılamaz. Ordu, direniş komitelerinin temel sosyal ihtiyaçları karşılamasına izin verebilir ve daha sonra aktivistleri katledebilir.  Komiteler, aşağıdan gerçekten demokratik bir iktidar için mücadele etmeye acilen hazırlanmalı ve tüm generallere ve zenginlere bir alternatif sunmalıdır. Devrimin zaman çizelgesi Aralık 2018: Ekmek ve diğer temel ürünlerin fiyatlarının üç katına çıkması protestolara yol açtı. Protestolar kısa sürede, askeri darbeden bu yana 30 yıldır ülkeyi yöneten Ömer El Beşir rejimine karşı siyasi isyana dönüştü. Baskılara rağmen protestolar üç ay boyunca büyüdü. Nisan 2019: Protestocular Hartum'daki bir yürüyüşün sonunda ayrılmak yerine askeri karargahın çevresindeki alanı işgal ederek süresiz oturma eylemine başladı. Kendilerini saldırılardan korumak için barikatlar kurdular, yiyecek, su ve güvenlik sağladılar, kültürel projeler başlattılar ve sürekli tartışmalar düzenlediler. Bu örnek diğer bazı şehirlere de yayıldı. Ve işçiler sadece bireysel olarak değil, işyerlerinden örgütlü gruplar halinde protesto etmeye başladı. 11 Nisan 2019: Protestoların büyüklüğünden korkan askeri liderler, Beşir'in görevden alındığını duyurdu. Ancak ordu, görevde kalmaya devam etti. Protestolar ve oturma eylemleri devam etti. 28 ve 29 Mayıs'ta işçiler güçlü bir genel grev düzenledi. 3 Haziran 2019: Kötü şöhretli Hızlı Destek Kuvvetleri'nin paramiliter güçleri öncülüğündeki askeri konsey Hartum'daki oturma eylemine saldırdı ve en az 180 kişiyi öldürdü. Ancak protestolar ve grevler devam etti. Ağustos 2019: Protestoları orduyu süpürmek için geliştirmek yerine, çürümüş bir anlaşma ordu ve demokrasi yanlısı hareket arasında "güç paylaşımı" fikti egemen oldu. Ekim 2019: Değişimin yavaş ilerlemesine ve ekonomik zorluklara öfkelenen çok sayıda insan sokaklara döküldü. Temmuz 2020: Bir milyon kadar insan "devrimin yolunu düzeltmek için" yürüdü. Ekim 2021: Geçiş dönemi anlaşması ordunun kenara çekilmesi gerektiğini söylüyor, ancak ordu iktidarda kalmak için bir darbe başlattı. Anında sokak protestoları ile karşılandı. 6 Kasım 2021: Sudan genelinde bir milyon kişi orduya karşı gösteri düzenledi. Yolları kapattılar ve askeri kontrolü kabul etmeyeceklerini duyurdular. 21 Kasım 2021: Devrik sivil başbakan Abdullah Hamdok, geçiş dönemi için teknokratlardan oluşan bir hükümete liderlik etmek üzere general Abdülfettah el-Burhan ile anlaştı. Darbe karşıtı muhalefetin çoğu bu hamleyi, ordu fiilen görevde kalırken değişim görüntüsü vermek için tasarlanmış bir düzmece olarak kınadı. 2 Ocak 2022: Devam eden kitlesel sokak protestoları Hamdok'u istifaya zorladı. Birleşmiş Milletler ve Batılı güçler sokaklardaki halk ile generaller arasında bir uzlaşma arayışını sürdürdü. 15 Nisan 2023: Sivil yönetime geçişe yardımcı olma sözlerine rağmen, Burhan ve Hemeti kimin yöneteceği konusunda bir savaş başlattı.

Güney Amerika liderleri Erdoğan'ı neden tebrik etti?

Antiemperyalizm ve sosyalizm aynı şey değildir. Solu, ABD emperyalizmine karşıtlık olarak ele alan siyasi çizgilerin nereye varabileceği, Erdoğan'ı tebrik eden devletler listesinde karşımıza çıktı. Başta belirtmek gerekir: ABD'deki Biden yönetimi Erdoğan'ı tebrik ederken, Batı emperyalizminin savaş örgütü NATO'nun genel sekreteri Külliye'deki törende hazır bulundu. Güney Amerika'daki bir dizi yönetim Erdoğan'ın galibiyetini emperyalizme karşı çıkan bir liderin galibiyeti olarak selamladı. Türkiye solunda Güney Amerika'daki sol ya da solcumsu yönetimlere sempati her zaman güçlü oldu. Merkez sol ya da sosyal demokrat olarak adlandırabilecek eski sendikacı Lula De Silva'nın, aşırı sağcı Bolsonaro'yu yenmesi ise tüm dünyada sevinçle karşılandı. "Cehenemin kapılarını kapatacağız" sözü Türkiye seçimlerinde dile getirilen (Garip bir şekilde ırkçı ve antikomünist Sinan Oğan tarafından yaygınlaştırılarak) Lula, otokrat Erdoğan yönetimini Twitter'dan tebrik etti: "Barış için küresel işbirliğinde, dünyada yoksulluk ve kalkınmaya karşı mücadelede Brezilya'nın ortaklığına güvenin." Erdoğan'a, Brezilya devlet başkanı Lula'dan gelen destek, aslında düzenin kuralları içinde oynayan ve bu yüzden geçmişte aşırı sağ tarafından yenilen İşçi Partisi'ni sol (çünkü antiemperyalist) olarak görenler şok oldu. Fakat asıl şok, Küba Komünist Partisi Genel Sekteri ve Küba Devlet Başkanı Miguel Mario Diaz-Canel Bermudez'den geldi: "Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak yeniden seçilmesi vesilesiyle, kendisine görevinde başarılar diliyor, iki ülke arasındaki dostluk ve işbirliği bağlarını geliştirmeye devam etme isteğimizi yineliyoruz." Küba devleti ile resmi ilişkiler yürüten, elçileriyle birlikte etkinlikler düzenleyen, "Küba'da müthiş sağlık sistemi var" gibi efsanelerle özünde otokrat, küresel şirketlere imtiyazlar veren devlet kapitalist bir yönetimi sosyalizm diye yutturmaya kalkanlar herhalde yutkunmuştur. Külliye'de törene bizzat katılan kötü şöhretli Maduro hakkında fazla bir şey söylemeye gerek yok. Chavez'in yolundan çoktan sapmış olan Maduro, Venezuela ordusuyla kurduğu ittifak ve zorlu yaşam koşullarına ittiği işçilerin sendikalarıyla birlikte hem baskıcı hem de yoksulluk içinde bir ülkeyi yönetiyor. Diğerlerine göre daha sempatik gözüken Evo Morales de antiemperyalist/antiABD solcuların hışmına uğradı. Sol popülist, Sosyalizm İçin Hareket'in lideri Morales, 2006-2019 yılları arasında Bolivya'yı yönetmişti. Fakat gerek egemen sınıfın saldırısı gerekse AB ablukasına ek olarak gereken dış yatırımları ülkeye çekememesi, aynı anda tabandan kopması sonucu iktidarını kaybetti. Bir zamanların - Pembe Kuşak diye adlandırılan - halkçı, esnek, çeşitli ittifaklara dayanan sol hükümetlerinin yerinde yeller esiyor. Kıtada hala sol hükümetler hakim durumda. Onları oylarıyla işbaşına getiren, işçi, köylü, yoksul hareketleri zaman zaman geri çekilse de hep geri geliyor.  Çıkarılabilecek sonuçlar - Sosyalizm, antiemperyalizmden ibaret değildir. Antiemperyalizm de Amerikan karşıtlığından. ABD ve Batı emperyalizminin yanısıra Çin ve Rusya gibi emperyalist devletlerle de mücadele etmeliyiz.  - Sadece büyük devletler yok. Emperyalizmin küresel hiyerarşisinin orta yerinde duran, bölgesel güçler var. Kimileri ekonomi, kimileri nüfus ve askeri güçleriyle. Lula ve Maduro Güney Amerika bölgesel güçleri yani alt emperyalist devletleri yönetiyor. Meksika'da Obrador da öyle. Bölgesel bir güç olan Erdoğan ile anlaşmaları tesadüf değildir. Bir tür üçüncü dünyacılık etrafında, kavgalı oldukları ABD ile diğer emperyalist devletler arasındaki çatışmalar etrafında oluşan boşlukları değerlendirmek istiyorlar. Hepsinin sorunu borçlar, dertleri kredi bulmak. - Güney Amerika solunun deneyimi, büyük övgüler kadar önemli deneyimlerin eleştirisi ile birlikte ele alınmayı hak ediyor. Tepedeki liderliklerin yetersiz solculuğu, bürokratikliği, egemen sınıflarla uzlaşma arayışı, yönetici sınıf olmak istemeleri karşısında, hayal kırıklarına kapılmadan her seferinde sağcı sermaye partilerine meydan okumayı bilen emekçi sınıflar. Sosyalistler enternasyonalizmi savunur. Dayanışmamız devlet yöneticileri ve hakim sınıf partileriyle değil her yerde işçiler ve yoksullardadır.

Almanya: Hayat pahalılığı ekonomiyi küçültüyor

Avrupa kapitalizminin kalbi olan Almanya beklenmedik bir şekilde resesyona girdi. Yüksek enflasyon nedeniyle tüketicilerin satın alma gücünün azalması durgunluğun başlıca nedeni. Resesyon yani durgunluk, ekonominin küçülmesidir. Depresyon yani çöküşün öncesini ifade eder. Almanya ekonomisi üst üste iki çeyrek küçülme sonucu teknik olarak durgunluğa girdi. Yüzde 0,3'lük küçülme sonucu, yılın geri kalan iki çeyreğine dair büyüme tahminleri alta çekildi. Alman kapitalizmi, bu durgunluktan çıkacak. Geçen yılın ilk iki çeyreğinde ekonomi yüzde 0,5 küçülmüştü. İki daralma üzerine büyüme hızı yavaşlayacak.  Almanya Federal İstatistik Ofisi (Destatis), bu duruma yol açan durumu şöyle açıklıyor: “Yüksek fiyat artışlarının devam etmesi, yılın başında Alman ekonomisini baskılamaya devam etti. Hane halkı yiyecek ve içecek, giyim, ayakkabı ve mobilyalara bir önceki çeyreğe göre daha az harcadı. Ayrıca yılın başında plug-in hibrit araçlara teşviklerin kaldırılması ve elektrikli araç primlerinin düşürülmesi nedeniyle daha az yeni otomobil alındı.” - Kamu harcamaları yüzde 4,9 geriledi. Makine ve ekipman harcamalarında yüzde 3,2 ve inşaat yatırımlarında yüzde 3,9 artış gözlemlendi. - Aynı dönemde mal ve hizmet ihracatı ise yüzde 0,4 artarken, ithalat 0,9 düştü. Almanya'da enflasyonu artıran başlıca etken, Ukrayna savaşı sebebiyle enerji fiyatlarının artışı olarak kabul ediliyor. Perakende ürünler - Türkiye'de olduğu gibi - pahalandıkça pahalanıyor. Yüksek enflasyon küresel bir sorun ve her yerde sınıf mücadelesinin konusu.

Meksika: Ülkenin ilk non-binary pasaportu düzenlendi

Meksika’da 17 Mayıs Uluslararası Homofobi, Bifobi ve Transfobi Karşıtı Gün’de düzenlenen bir törenle Ociel Baena'ya Meksika'nın ilk non-binary pasaportu verildi. Artık kendini kadın ya da erkek olarak tanımlamayan, ikili cinsiyet sisteminin dışında olduğunu beyan eden vatandaşlar, cinsiyet kategorisini 'X' ile değiştirebilecek. Bu gelişmeyi Twitter hesabından "İnsanların özgürlüğü ve onuru için büyük bir adım" olarak nitelendiren Dışişleri Bakanı Marcelo Ebrary, sözlerini "Tüm haklar tüm kimlikler için garanti altına alınmalıdır. Artık nefret söylemi yok - çeşitlilik zenginleşir ve gelişir" diyerek tamamladı. Geçen senen Nisan ayında ABD de non-binary pasaportlar düzenlemeye başlamıştı. Meksika, böylelikle non-binary pasaport düzenleyen bir düzeinden fazla ülkenin arasına katılmış oldu. Temmuz ayından itibaren Meksika’nın dış temsilcilikleri de ikili cinsiyet sisteminin dışında olduğunu beyan eden vatandaşları için pasaport vermeye başlayacak. Meksika’da LGBTİ+ hareketi yaklaşık kırk yıl önce kurumsallaşmaya başladı. Yıllar içinde peş peşe güçlü kazanımlar elde eden hareket, son yıllarda bütün dünyayı etkisi altına alan sağcılaşma rüzgârının etkilerine maruz kaldıysa da, bu son gelişmeyle bu süreci atlattığını ortaya koydu. Türkiye’de ise LGBTİ+ hareketini zor günler bekliyor. Parlamento seçimlerinde AKP listelerinden meclise giren Yeniden Refah Partisi ve Hüda-Par gibi fobik partiler, seçim çalışmaları boyunca LGBTİ+ örgütlerini kapatacaklarını vaat etmişlerdi. Keza hükümet mensupları da LGBTİ+’lara nefret kusmayı sürdürüyor. 

Yunanistan seçimleri: Syriza güç kaybetti, muhafazakârlar kazandı

Syriza'nın kemer sıkma politikaları muhafazakârlara kapı araladı. Muhafazakâr Başbakan Kiriakos Miçotakis, "siyasi deprem" olarak nitelendirdiği Yunanistan genel seçimlerini, oyların yaklaşık yüzde 40.8'ini alarak kazandı. Alexis Çipras’ın bir zamanlar radikal olan Syriza partisi ise yüzde 20.1 ile onun gerisinde kaldı. Bu sonuç, köklü bir değişimi, var olan sistemin içinde ve parlamento yöntemleriyle sağlamaya çalışmanın temelinde yatan sorunları ortaya sermektedir. Sosyalist İşçi Partisi'nin Yunanistan'daki kardeş örgütü SEK'ten Petros Constantinou, Socialist Worker'a verdiği demeçte, Miçotakis liderliğindeki muhafazakâr Yeni Demokrasi Partisi'nin (YDP) kazandığı seçimleri yorumlarken, "Bunun Yeni Demokrasi'ye geçişle ilgisi yoktur" dedi; "Oyları açısından değerlendirirsek, bir öncekine nazaran yüzde 1 daha fazla almış oldular. Yaşadıkları kriz bu seçimle de sona eremeyecek – istikrarlı bir hükümet kuramayacaklar, çünkü söyledikleri yalanlar hızla açığa çıkıyor." Petros, bu seçime özgü tek farkın "Syriza'nın çöküşü" olduğunu ekliyor; "Neredeyse yüzde 12 civarında, yani yaklaşık 600,000 oy kaybetti."  "Syriza alenen sağa kaydı çünkü merkezdeki oyları da istiyordu. Böylece kendi içindeki sol seslere saldırarak kendini yeniden biçimlendirmeye girişti ki bu da fiilen tabanını susturmak anlamına gelir." Miçotakis’in Yeni Demokrasi Partisi (YDP) [300 sandalyelik] mecliste 146 sandalye kazandı, ancak meclis çoğunluğunu sağlayabilmesi için 151 sandalye gerekiyordu. Dolayısıyla şimdi bir koalisyon hükümeti kurmak yerine çoğunluğu elde edebilmenin peşinde ve 25 Haziran'da yeniden bir seçim yapılması çağrısında bulunuyor. Yunan parlamentosu, bu şekilde tekrar bir seçime gidildiğinde birinci sıradaki partiye fazladan 50 sandalye daha kazanma şansı tanır. Dolayısıyla eski bankacı Miçotakis’in parlamentoda elde etmek istediği güce erişmesi için aynı oy oranını tekrar kazanması yeterli olacak. YDP 2019'da iktidara geldiğinden bu yana halkına tek bir şey bile sunabilmiş değildi ki bu gerçek, 2023’ün Şubat ayında yaşanan ve özelleştirmenin neden olduğu bir tren kazasında 57 kişinin hayatını kaybetmesiyle yeni bir boyuta taşındı. YDP’nin bütçe kesintileri, personelin azaltılmasıyla sonuçlandı, güvenlik uyarıları göz ardı edildi ve demiryolu ulaşımı çok daha da tehlikeli bir hal aldı. Bunun üzerine bir de YDP’nin şirketlere sunduğu vergi kesintileri eklendi, toplumun değil büyük işletmelerin ihtiyaçlarına öncelik verildi ve hükümetin bu politikalarına tepki gösteren öfkeli bir kitle hareketi oluştu. Çipras, Syrizia'nın seçimde elde ettiği sonucun "son derece kötü" olduğunu söylüyordu. Geçmişte gücünü genel grevler, işgaller ve öğrenci mücadelelerinden almış olan Çipras, 2015 seçimlerini radikal sol vaatleri sayesinde kazanmıştı. Ancak göreve gelir gelmez finans dünyasının taleplerine boyun eğmeye başladı. Bankacıların şart koştuğu kurtarma paketlerini kabul etti ve beş yıl süren yıkıcı kemer sıkma politikalarının bedelini halkına ödetti. Petros, "Seçimlerden bir ay önce yaşanan tren kazası nedeniyle YDP'yi hedef alan kitlesel bir öfke patlaması gerçekleşti” diyor; “Yunanistan nüfusunun yüzde 30'u gösterilere katıldı ve bu da 8 Mart'taki genel greve uzanan yolu açtı. Ne var ki Syriza bu mücadeleyi büyütmek yerine durdurmaya çalışıyordu.” "Demiryolunun yeniden kamulaştırılması talep ediliyordu ki buna da karşı çıktı. Sokağa çıkan bu insanların öfkesi dinmiş değildir ama maalesef sandıkta bu partilerin karşısında yer alabilecek güçlü bir alternatif de mevcut değil. Ve bu gerçek pek çok kişinin oy kullanmamasına sebep oldu." Sağa karşı kitlesel mücadele Sol partiler içinde yer alan PASOK Partisi de oyların yüzde 11,46'sını alarak bir önceki seçimde yüzde 8,10 olan oranını artırmayı başardı. Partinin lideri Nikos Androulakis'in YDP ile bir koalisyona girmesi beklenmiyor, çünkü o da nihayetinde lider sol parti konumunu Syriza'dan almak isteyecektir. Syriza patronlara teslim oldu, meclisi muhafazakârlara bıraktı. Alexis Çipras’ın Syriza'daki geleceğinin de sorgulanacağı ortadadır.  Yunanistan'daki kardeş örgütümüz SEK (Sosyalist İşçi Partisi) yeni hükümete karşı kitlesel mücadele çağrısında bulundu.  SEK’in açıklamasında şöyle deniyor; "Haziran ayında hastanelerde, belediyelerde, su hizmetleri ve demiryollarında grevler düzenlenmelidir. İkinci bir seçim yapılacaksa, bu döneme işçi hareketiyle girelim, sokaklarda olalım ve ölüm saçan özelleştirmeleri nasıl durduracağımızı gösterelim."

Amerikalı ve Avrupalı 100’den fazla vekil COP28 zirvesi başkanının görevden alınmasını istiyor

Yüzden fazla Amerikalı ve Avrupalı vekil, bu yılsonu Birleşik Arap Emirliği’nde (BAE) gerçekleşecek Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Konferansı’na (COP28) başkan olarak atanan, BAE yönetimi bakanlar kurulu üyesi olan ve Abu Dabi Ulusal Petrol Şirketi’nin (ADNOC) başkanlığını yürüten, Sultan Ahmed Al Jaber’in görevden alınması çağrısı yaptı. Çağrıyla ilgili olarak ABD Başkanı Joe Biden, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ve BM’nin iklim işlerinden sorumlu başkanı Simon Stiell’e iletilen mektup, 99 Avrupalı ve 34 Amerikalı vekil tarafından imzalandı.  Mektup imzacılarından Avrupa Parlamentosu (AP) vekili Manon Aubry mektubun amacı konusunda verdiği demeçte, “milyarlarca insan için COP28 ve sonrasındaki uluslararası iklim müzakerelerinin sonuçlarına ilişkin müzakereler yaşam ve ölüm, kaos ve dayanışma arasındaki farkı yaratacak nitelikte. Kurumsal açgözlülük ve lobicilerin yalanları bizi bu iklim krizine sürükledi. Özel sektörün çıkarları doğrultusunda siyasete müdahale etmelerini önleyecek ve geleceğimize yeniden sahip çıkacağız,” dedi. Bu, Al Jaber'in görevden alınması için gösterilen ilk çaba değil. Bu yılın ocak ayında 27 ABD'li vekil, ülkenin iklim elçisi John Kerry’ye diplomatik baskı uygulaması çağrısında bulunmuştu. Yine şubat ayında, AP’nin Yeşil milletvekilleri de BM temsilcisi Stiell’e gönderdikleri bir mektupla benzeri bir talebi dile getirmişti. Al Jaber yönetimindeki ADNOC, Uluslararası Enerji Ajansı ve iklim konusunda çalışan bilim insanlarının kabul ettiği, COP sürecinde belirlenen küresel ısınma sınırlarını aşmasına neden olabilecek petrol ve doğal gaz gibi, fosil yakıtların üretimini artırmaya hazırlanıyor. Al Jaber, aynı zamanda BAE’de bir kamu kuruluşu olan yenilenebilir enerji şirketi Masdar’ın da başkanı. Tüm bu baskı ve itirazlara rağmen, COP28 organizatörleri Al Jaber’in organizasyon başkanlığını desteklemeye devam ediyor. Organizatörler adına bir e-postayla açıklama yapan sözcü konuya ilişkin, “Dr. Sultan’ın bir mühendis olarak enerji alanındaki deneyimiyle sektördeki üst düzey küresel liderlik deneyiminin bileşiminin, BAE’nin COP28’e yönelik dönüştürücü yaklaşımını yönlendirmeye yardımcı olacak bir nitelikte olduğuna inanıyoruz” ifadelerini kullandı. İklim adaleti aktivistleri de BM’yi uyardı  Fosil yakıt şirketlerinin COP28 süreçlerini kendi çıkarları doğrultusunda etkilemeye çalışmalarına iklim adaleti aktivistleri de şiddetle karşı çıkıyor.  2023 yılı başında 450’den fazla iklim adaleti örgütünden oluşan küresel bir ağ, BM’ye çağrıda bulunarak, fosil yakıt endüstrisinin COP28 sürecini etkilemesi ve alınacak kararları dikte etmesine izin verilmemesi talebinde bulunmuştu. Yapılan çağrıda, buna izin verildiği takdirde, zirvenin bundan önceki zirvelerde olduğu gibi başarısızlıkla sonuçlanacağı uyarısında bulunulmuştu.  Çağrıda, “bir petrol şirketi yöneticisini COP28’in başkanı olarak atamanın, BM iklim süreci tarihinde bugüne kadar yapılan en büyük küstahlıktır,” denilerek, “bir fosil yakıt yöneticisi tarafından denetlenen hiçbir COP zirvesi meşru olamaz,” uyarısında bulunuldu. Fosil yakıt şirketlerinin COP zirvelerini kendi çıkarları doğrultusunda etkilemeye çalıştığı bilinen bir gerçeklik. 2022 yılının kasım ayında düzenlenen COP27 zirvesindeki görüşmelere katılmak üzere 630’dan fazla fosil yakıt lobicisi kayıt yaptırmış ve o dönemde BAE’nin ülke delegasyonunda, diğer tüm ülkelerden daha fazla fosil yakıt lobicisi yer almıştı.  F. Levent Şensever

İngiltere’de polisin yetkileri artırılıyor

Kral III. Charles’ın tahta çıkış gününde monarşi karşıtı göstericilerin gözaltına alınması, İngiltere’de polisin genişletilen yetkilerini tartışmaya açtı. Ülkede 2022 yılında polise geniş yetkiler tanıyan “Polis, Suç ve Ceza Yasası”, muhafazakâr Tory hükümetinin sağa doğru attığı otoriter bir adımı temsil ediyordu. Bu yasayla polislere protesto gösterilerine müdahale edebilmesinin olanakları açılıyor, sokaklarda insanları durdurup arama yapma hakları genişletiliyordu. Bu tasarının birçok daha sert maddesi, kamuoyunun baskısı sonucu Lordlar Kamarası’nda reddedilmiş ve yasa tasarısı törpülenmişti. Ancak sağcı hükümet benzer yasaları çıkarmaya devam ediyor. Bu sefer Lordlar Kamarası’nda törpülenemeyecek şekilde yürürlüğe konulan Kamu Düzeni Yasası’nda, daha önce kabul ettirilemeyen kimi maddeler, örneğin iklim hareketlerini hedef alan, polisin, yol kapatma ve yavaş yürüyüşlerle “insanları mağdur eden” taktiklere başvuran “bozguncu azınlıklara” ne zaman müdahale edileceği konusunda “daha fazla esneklik ve netlik" sağlanması planlanıyor. İklim hareketleri ve insan hakları örgütleri yeni yasayı, protesto hakkına doğrudan saldırı olarak tanımlıyor. Nitekim yasanın sonucunda kralın tahta çıkma törenini protesto eden 64 kişi gözaltına alındı. Polis teşkilatından yapılan yazılı açıklamada bu kişilerin, yanlarında kendilerini bir yere zincirlemeye yarayabileceği düşünülen bazı eşyalar bulunduğu ve bu yolla taç giyme törenini sekteye uğratabilecekleri kuşkusuyla gözaltına alındıkları kaydedildi. Ancak daha sonra bunun ispatlanamadığı da kabul edildi. Bir gösterici polislerin evinin kapısına kadar gelip kendisinden özür dilediğini aktardı. İngiltere Başbakanı Sunak, protesto hakkına saldırıları, “azınlığa karşı çoğunluğu koruma” gibi anlatıyor ve gösteri yapmanın “mutlak bir hak olmadığını” savunuyor. Küresel kapitalistler bugün dünyada yaşanan mücadelenin “liberal demokrasiler” ile “otoriter rejimler” arasında olduğunu iddia ededursun, Batılı kapitalist ülkeler de işçi sınıfının ve ezilenlerin direnişlerine karşı aynı taktikleri hayata geçiriyor. İngiltere’nin yanı sıra Fransa’da da mezarda emeklilik yasasına karşı mücadele edenler birçok yerde polis şiddetiyle karşılaşıyor.

Trump cinsel taciz suçlusu

Eski ABD Başkanı Donald Trump, yazar E. Jean Carroll’a cinsel istismarda bulunduğu gerekçesiyle 5 milyon dolar tazminat ödeyecek. Aşırı sağcı Trump, aynı zamanda kadın düşmanı görüşleriyle biliniyor. Milyarder kapitalist hakkında yaklaşık 30 yıl önce kendisine tecavüz ettiği ve iftira attığı iddiası ile 25 Nisan'da açılan davada görevli olan 3'ü kadın 9 kişilik jüri kararını verdi. Jüri, yaklaşık 3 saatlik tartışmasının ardından Trump’a tecavüz yerine cinsel tacizden ceza verdi. Trump, kararı “cadı avının devamı” olarak yorumladı. Irkçı kapitalist, daha önce yazar E. Jean Carroll için “tipim değil” demişti. Kadın düşmanı çok sayıda yorumu olan Trump iktidara geldiğinde ABD’de milyonlarca kadın sokaklara protesto için dökülmüştü. Trump hakkında halihazırda bir dizi başka soruşturma da devam ediyor. Senato baskınındaki rolü, Georgia eyaletinde seçim sonuçlarını değiştirmeye çalışması ve Beyaz Saray’da kalması gereken gizli belgelerin Florida’daki malikanesi Mar-a-Lago’ya götürülmesi gibi soruşturmalar öne çıkıyor. Ayrıca Stormy Daniels’a aralarındaki ilişkiyi gizli tutması karşılığında yaptığı “sus payı” ödemesiyle ilgili hakim karşısına çıkmıştı. Donald Trump, bütün bunları bir sonraki başkanlık kampanyasının başlangıcı için siyasi malzeme yapıyor ve kendisini mağdur göstermeye çalışıyor. Bu pislik kapitalistin işini elbette ABD mahkemeleri değil işçi sınıfının ve tüm ezilenlerin mücadelesi görecek.

Arap devletleri, katil Esad’la yakınlaşmak istiyor

Ülkesinde başlayan ayaklanmayı yüz binlerce kişinin öldüğü kanlı bir karşıdevrimle bastıran diktatör Beşar Esad, Arap Birliği ülkelerinin arasındaki yerini yeniden aldı. Suudi Arabistan’ın davetiyle toplantıya katılan Baas rejimi, böylelikle uluslararası arenadaki izolasyonunu yıkma yolunda bir adım attı. Arap Birliği ülkeleri 2011 yılının Kasım ayında Suriye’nin üyeliğini askıya almıştı. Bunun gerekçesi protesto gösterilerine vahşi bir şiddet uygulanmasıydı. Esad, diktatörlük yönetimine isyan eden yurttaşlarını yıllarca bombalarken, özellikle 2015 yılının ardından Rusya’nın ülkeye yerleşerek verdiği aktif askeri desteğin yanı sıra İranlı milislerin de çabalarıyla muhalefeti ezmeye başladı.  BAE ve Suudi Arabistan gibi ülkeler ayaklanmanın başında muhalefet içerisindeki mezhepçi silahlı gruplara destek vererek, Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olmaya çalıştılar. Bu proje başarılı olmayınca katil Esad’la ilişkileri normalleştirmeye başladılar. Önce BAE 2018 yılında Baas diktasıyla ilişkiler kurmaya başladı. Bahreyn, Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün de bu konuda adımlar atıyorlar. Arap Birliği’ne dönüşe yalnızca Fas, Katar ve Kuveyt şerh koydu. Türkiye de yakın dönemde Moskova’da Baas rejimi ile dışişleri bakanları düzeyinde bir araya gelmişti. Esad rejimi uluslararası diplomaside meşruiyet kazandırılması gereken saygın bir devlet değil, tam aksine barışçıl protesto gösterilerine uyguladığı şiddet, gerçekleştirdiği katliamlar, şehirlere yağdırdığı varil bombaları ile eli kanlı bir diktatörlüktür. Ülkeyi yüz binlerce kişinin hayatını kaybettiği bir iç savaşa sürüklemiştir. Suriye’de demokratik bir sürecin başlamasının ilk yolu Esad rejiminin gitmesidir. Ayrıca bütün büyük emperyalistler ve bölgesel yayılmacı güçler Suriye topraklarından çekilmeli, ülkenin geleceğine halkın kendisi karar vermelidir.

Geri 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 İleri

Bültene kayıt ol