Son günlerdeki gelişmeler küresel emperyalizmin krizinin, siyasi istikrarsızlığın büyük bir ivme kazanmasına yol açtığını ortaya koydu. Bunun en önemli örneği, Suriye'de Esad rejiminin şaşırtıcı bir şekilde aniden çökmesidir. Ne yazık ki bu bir halk ayaklanmasının değil, 2011'den bu yana Suriye'den beslenen güçlerin – Türkiye, Rusya, İran ve İsrail – yeniden hizalanmasının bir sonucuydu.
Esad, ABD'nin başını çektiği liberal emperyalist bloğa karşı olan ve “Düşmanlar Ekseni” olarak adlandırılan grubun bir temsilcisiydi. Diğer çalkantılar ise Batı kampında yaşandı: Romanya'da cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunun geçersiz sayılması, Fransa'da Michel Barnier hükümetinin düşmesi ve en dikkate değer olanı da sağcı devlet başkanı Yoon Suk Yeol'un Güney Kore'de sıkıyönetim ilan etme girişiminin başarısızlıkla sonuçlanması.
Güney Kore dünyanın en büyük 12’inci ekonomisi ve aynı zamanda ABD'nin Asya-Pasifik bölgesindeki kilit müttefiklerinden biridir. Ancak bu durum, ABD'nin 1961-1987 yılları arasında iktidarı elinde tutan askeri diktatörlüğe verdiği destek nedeniyle Güney Kore içinde tartışmalı bir hale geldi.
Financial Times, emperyalistler arası rekabetin dünya siyasetine hakim olmaya başladığı bir dönemde “ABD'de ve bilhassa da geçen yıl Washington'daki bir devlet yemeğinde ‘Amerikan Turtası’ şarkısını yorumlamasıyla sadık bir Amerikan yanlısı olarak tanınan Yoon, komşusu Japonya ile bağları onardı ve solcu selefi Moon Jae-in'e göre Kuzey Kore ve Çin'e karşı daha savaş yanlısı bir tutum izledi” diyor.
Sıkıyönetimin uygulanması, Yoon ve savunma bakanı tarafından, muhalefetteki Demokrat Parti'nin hakimiyetindeki Ulusal Meclisi rafa kaldırmak için hazırlanmış bir oyun gibi görünüyor. Ancak aynı zamanda Güney Kore'nin güçlü işçi hareketine de yönelikti; grevleri ve protestoları yasakladı ve grevdeki sağlık çalışanlarına işe dönme emri verdi.
Bu, özel kuvvetlere karşı Ulusal Meclisi savunmak isteyenlerin kitlesel seferberlikle engellediği beceriksiz bir darbeydi. Bu başarısızlıktan sonra gördüğüm bir tweet’te şöyle söyleniyordu: “Hiperpolitika çağında darbeler: doğaçlama, kaotik ve yarını olmayan.”
Uluslararası Sosyalist Akım tarafından yapılan açıklamada da belirtildiği üzere, darbelerin geçmişte kaldığını düşünmek ahmakça bir yaklaşımdır; “21. yüzyılın en önemli kitlesel ayaklanması olan 25 Ocak 2011 Mısır Devrimi, 3 Temmuz 2013'te Mareşal Abdülfettah El-Sisi tarafından gerçekleştirilen kanlı askeri darbe ile bastırıldı.”
“Hiperpolitika”, 2007-2009 küresel finansal krizden bu yana neoliberal merkezin siyasi hakimiyetinin çatladığı gerçeğine atıfta bulunan gösterişli bir ifade. Bu gelişmenin sonucunda kamuoyu daha değişken ve sosyal medyanın etkisine daha açık hale geldi. Gerçekte bu durum, ordu da dahil olmak üzere, otoriter yöntemlere başvurulması ihtimalini artırmış oluyor.
Romanya seçimlerinin iptali buna iyi bir örnektir. Anayasa Mahkemesi, sağcı milliyetçi Calin Georgescu'nun ilk turu, TikTok'ta Rusya tarafından yürütülmüş olan bir kampanyanın sonucunda kazandığını iddia ederek yeni bir oylama yapılmasına karar verdi. Financial Times'ın Avrupa editörü bile bunun gülünç olduğunu düşünüyordu. Elon Musk, Donald Trump'ın seçilmesi için en az 277 milyon dolar harcadı ve Twitter'ı seferber etti. Kimsenin bu seçimi iptal ettirmek için Yüksek Mahkeme'ye gideceğini sanmıyorum.
Barnier'in düşüşü, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Temmuz ayındaki seçimlerde Ulusal Meclis'in kontrolünü kaybetmesine rağmen kemer sıkma politikalarını sürdürme ısrarının bir sonucuydu. Eğer Macron iktidarı bırakmamakta ısrar ederse, hiç şüphe yok ki muhalif parlamento çoğunluğunu atlatmak adına daha tehlikeli yöntemlere de başvuracaktır. Nitekim Fransa Beşinci Cumhuriyeti de [Fransa’nın mevcut cumhuriyetçi sistemi] Mayıs 1958'deki bir askeri ayaklanmadan doğmuştu.
Arjantin'de ‘aşırı serbest piyasacı’ başkan Javier Milei de kontrol edemediği bir Kongre ile karşı karşıya. Yakın zamana kadar ülke katliamcı bir askeri diktatörlük tarafından yönetiliyordu. Milei'nin başkan yardımcısı Victoria Villarruel de bu rejimin bir savunucusudur.
Bunların hiçbiri, ordunun –herhangi bir yerde— iktidarı ele geçirme ihtimalini güçlendirmiyor. Ancak, küresel kriz aynı zamanda bir demokrasi krizidir. Bu da Güney Kore'deki kitle hareketinin başlattığı işi sonuna kadar götürerek Yoon'u iktidardan uzaklaştırmasını daha da dikkat çekici hale getiriyor ve bu hepimiz için örnek alınacak bir ilham kaynağı olacak.
Alex Callinicos