20 yıla yakın süre ABD işgaliyle boğuşan Afgan halkı, yardımların kesilmesiyle yoksulluğa mahkûm edilmiş durumda.
BM bünyesinde faaliyet gösteren Kalkınma Programı (UNDP), son yaptığı açıklamada, ABD ve müttefiklerinin geri çekilmesinin ardından insani yardımların hızla düştüğü uyarısında bulundu.
UNDP, Afganistan’ın nüfusu 40 milyon olduğu hesaplandığında, açlık sınırında yaşayanların sayısının ülke nüfusunun yüzde 85’ine denk geldiğine dikkati çekti.
ABD emperyalizmi ülkeyi yıllar boyu savaşla mahvettikten sonra, utanç verici duruma düşüp Afganistan’ı terk etmişti. Bunun ardından ekonomik yardımların kesilmesiyle yoksulların sayısı iki kattan fazla arttı.
ABD ayrıca Afgan bankalarını yağmalarken, offshore hesaplarda tutulan Merkez Bankası rezervlerini de dondurdu.
ABD’nin yarattığı yıkımın ardından iktidara gelen Taliban da baskıcı bir rejim kurdu. Yolsuzluk düşmüş olsa da Taliban kadınlara kan kusturuyor ve onların çalışma hayatına katılmasına izin vermiyor. BM’nin raporu bu olmadan Afganistan ekonomisinin toparlanamayacağını söylüyor.
Geçtiğimiz hafta Paris, Marsilya, Nice, Lyon, Toulouse, Montpelier, Chambery ve Nantes dahil olmak üzere Fransa'nın çeşitli şehirlerinde kendiliğinden protestolar patlak verdi. Fransa anayasa mahkemesinin Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un emeklilik saldırılarının yasal olarak kabul edildiğini açıklaması halkın öfkesini patlamasına neden oldu.
Protestolar, Macron ve hükümetinin bu önlemi demokratik olmayan bir şekilde geçirmesine karşı şiddetlendi.
Mahkeme yeni emeklilik yasasının altı bölümünü iptal etti ancak emeklilik yaşının iki yıl daha uzatılmasını onayladı. Mahkeme ayrıca solun bir kısmı tarafından mevcut emeklilik yaşını koruyacak alternatif bir yasanın referanduma sunulması talebini de reddetti.
Mahkeme kararının ardından Macron'un yasayı uygulamak için resmi olarak 15 günü vardı ama Macron erkenden yasayı uygulamaya başladı.
Bu mücadelenin sona erdiği sadece sendika liderlerinin stratejisinin başarısız olduğu anlamına geliyor.
Sendika liderlerinin koordinasyonu şimdi "tüm işçileri, gençleri ve emeklileri 1 Mayıs'ı emeklilik reformuna karşı ve sosyal adalet için olağanüstü ve popüler bir seferberlik günü haline getirmeye" çağırdı.
Bu mücadelei erteleyen bir yaklaşım. O kadar yavaş ki dört ana demiryolu sendikası bu hafta perşembe günü için "demiryolu öfkesini ifade etme günü" çağrısında bulundu. Sendikaların basın açıklamasında "Bu yasa iptal edilene kadar yolumuza devam etmeyeceğiz" denildi.
Bazı sendika liderleri 1 Mayıs'ı direnişin son perdesi olarak görüyor. CFDT genel sekreteri Laurent Berger, yasa geçtikten sonra hükümetle görüşmelere geri dönmek istediğini söylemişti.
Ancak genişletilmiş bir genel grevi temel alan yeni bir strateji hala kazanabilir. Şubat 2006'da hükümet İlk İstihdam Teması (Fransızca CPE) olarak bilinen bir tedbiri kabul etti. Bu önlem, gençlerin istihdamını arttırmanın yolunun onların haklarını ellerinden almak olduğunu savunuyordu.
İşçiler ve gençler grev yaptı ve milletvekilleri destekledikten sonra bile buna karşı protestolarını sürdürdüler. Sonunda, nisan ayında - yasanın resmi olarak kabul edilmesinden iki ay sonra - Başbakan Dominique de Villepin CPE'nin uygulanması için "koşulların yerine getirilmediğini" açıkladı.
Parlamentonun çıkarttığı yasayı sokaklar ve işyerlerindeki direniş püskürtebilir.
Devrimci Sosyalist İşçi Partisi'nin (DSİP) açıklaması:
İsrail dün akşam bir kez daha dünyanın en büyük ve kalabalık açık hava cezaevi durumundaki Gazze’yi vurdu. Saldırılarına gerekçe olarak Filistinli direniş örgütlerinin Lübnan’dan ve Gazze’den attıkları roketleri gösteren İsrail, kendini savunma hakkını kullandığını iddia ediyor. Oysa içerisinde faşistlerin ve türlü aşırı sağcı partilerin bulunduğu yeni koalisyon hükümeti başa geldiğinden beri Filistinliler sürekli bir saldırı altındaydı.
İsrail ordusu, şubat ayında Nablus’u “terörle mücadele” adı altında basarak 11 kişiyi öldürmüş çok sayıda kişiyi de yaralamıştı. Filistinliler grevlerle katliamı protesto etmişti. Mart’ta Ramallah kentinde İsrailli yerleşimciler, Filistinli bir ailenin evini ateşe verdi. Nablus çevresinde de benzer saldırılar yaşandı. Mescid-i Aksa'ya saldırılar düzenlendi. Ramazan başladıktan bu yana da El Aksa camisinde sürekli çatışmalar yaşanıyor. Sadece iki gün önce İsrail polisi camide namaz kılanlara cop ve silah dipçikleriyle saldırmıştı.
Geçen ay İsrail güvenlik kuvvetleri destekli faşist paramiliterler Batı Şeria’daki Huvvara’da pogrom gerçekleştirmiş, Filistinlilere ait yüzlerce ev ve işyerini ateşe vermiş, bir kişiyi öldürmüştü. Haftalardır Müslüman ve Hıristiyan sivillerin işyerlerine, arabalarına ve kendilerine sokaklarda saldırılıyor. Sadece birkaç hafta önce İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, "Filistinliler diye bir şey yok çünkü Filistin halkı diye bir şey yok” dedikten sonra Huvvara'nın “yeryüzünden silinmesi” gerektiğini söylemişti. Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ise İsrail’de Filistin bayrağı taşınmasını yasakladığını duyurmuştu. İsrail’de terör örgütü üyeliği ve propagandasından davaları ve cezası da bulunan Ben-Gvir bir süredir doğrudan kendisine bağlı bir paramiliter polis gücü kurmak istiyor.
İsrail güvenlik güçleri tarafından yılın başından bu yana geçen dört ayda, çoğu sivil olmak üzere yaklaşık 100 Filistinli öldürüldü. 2022 yılı için uzun bir aradan sonra en kanlı çatışmaların olduğu yıl denmişti ve yıl boyunca öldürülen Filistinlilerin sayısı yaklaşık 220’ydi.
Diğer yandan İsrail’de 13 haftadır yüzbinlerce kişi Netanyahu liderliğindeki aşırı sağcı hükümeti protesto etmek için sokaklarda. Eylemlerde ilk kez yüzlerce istihbarat gönüllüsü, bürokrat, yedek asker ve hava kuvvetlerindeki elit pilotlar hükümetin verdiği görevleri yapmayı reddetmişti. Netanyahu bu durumu son derece tehlikeli bularak İsrail için “varoluşsal bir tehdit” demişti. Gösterilerin büyüklüğü sonucu hükümet tartışmalı “yargı reformu” yasa tasarısını geri çekmişti. Eylemciler arasında Filistin bayrakları da taşıyanlar oldu ancak polis her seferinde bayrak taşıyanlara sert şekilde müdahale etti.
İsrail kamuoyu aşırı sağcı hükümetin açık ırkçı ve şiddet yanlısı uygulamaları ile faşist paramiliter grupların saldırılarının üçüncü bir intifadaya neden olabileceğini düşünüyor. Ancak intifada İsrail için güvenlik meselesi olsa da Filistinliler için varlık yokluk mücadelesi.
İsrail saldırılarını derhal sonlandırmalıdır. Filistinlilere yönelik tüm ambargolar kaldırılmalıdır. İsrail Filistinli otoritelerle müzakereye yanaşmalıdır.
İsrail’de demokrasi için sokaklara inen yüzbinlerin sesini ırkçılığa ve savaşa karşı da yükseltmesi İsrail’in saldırganlığını durdurabilir.
Her yer Filistin, her yer intifada! Filistin’e özgürlük!
DSİP
07.04.2023
Finlandiya'nın NATO ittifakına katılmasıyla Avrupa daha tehlikeli bir yer haline geldi. Bu, NATO ile rakibi Rusya arasında doğrudan silahlı çatışmaya ve savaşa doğru gidişin daha da hızlandığına işaret eden bir gelişme olarak görülmeli.
Finlandiya onlarca yıldır Avrupa'daki NATO üyeleri ile Rusya arasındaki huzursuz rekabet arasında sözde tarafsız bir devletti.
Ancak Rusya'nın geçen yıl Ukrayna'yı işgal etmesinden bu yana, Avrupa'daki ülkeler giderek askerileşen ve saldırganlaşan iki kamp arasında savruluyor. Şimdi NATO'nun Rusya sınırında bir askeri gücü daha oldu.
Finlandiya NATO'ya katılmak daha yeni, sadece yıl başvurdu. Üyelik süreci normalde yıllar sürer ve NATO'nun her üyesinin onay vermesi gerekir. Bu kez süreç çok hızlı bir şekilde işletildi. Komşu İsveç de yakında Finlandiya’yı takip edecek gibi görünüyor.
Finlandiya, Kürtlerle çatışan NATO üyesi Türkiye'yi memnun etmek için orada yaşayan Kürt aktivistlere baskı uygulayacağına söz vermek zorunda kaldı.
Ayrıca sürekli savaşa hazır olmak için her yıl milyarlarca dolar harcamayı taahhüt etmek zorunda. Dolayısıyla, tam da üyelik başvurusu onaylandığı sırada seçilen yeni sağcı hükümet NATO'ya çok uygun.
NATO liderleri için bu, Batı'nın Avrupa'ya daha fazla yayılma hırsının ete kemğie bürünmesi için bir çok olumlu bir gelişme. İttifakın genel sekreteri Jens Stoltenberg'in geçen ayın başlarında söylediği gibi, "Başkan Putin, Avrupa'da daha az NATO alanına sahip olmak amacıyla Ukrayna'yı işgal etti. Tam tersini elde ediyor. Avrupa'da daha fazla NATO olacak".
NATO uzun zamandır Batı'nın askeri ve ekonomik rakibi Rusya'yı çevrelemek amacıyla genişleme ve büyüme arayışında. NATO'ya 1990'dan bu yana 13 ülke katıldı ve sınırı 800 mil doğuya taşındı. NATO aynı zamanda diğerleriyle "birlikte çalışabilirliğini"-birlikte savaşabilme yeteneğini- arttırmaya çalışıyor. Bu da orduların silahlandırılması, eğitilmesi ve Avrupa'nın dört bir yanında savaşa hazır askerlerin konuşlandırılmasını gerektirdi.
Birkaç yıl süren bu evre geçen yıl Ukrayna'da savaşın başlamasına yol açtı. Rusya'nın Ukrayna'yı işgali bu süreci sadece hızlandırdı.
Rusya ise NATO ülkelerine daha yakın olan müttefiki Belarus'a taktik nükleer füzeler yerleştirme tehdidinde bulundu. Finlandiya'nın NATO'ya girmesine Finlandiya'ya yakın bölgelerde kendi askeri gücünü arttıracağını söyleyerek karşılık verdi.
Bu da sınırın ötesinde Fin ve Rus askerleri arasında silahlı bir çatışma ihtimalini korkutucu bir şekilde gündeme getiriyor.
Bunun her iki taraf için de "savunmacı" bir yanı yok. Bu, Avrupa'da askeri ve ekonomik hakimiyet için dünyayı parçalamaya hazırlanan iki rakip gücün gerilimi tırmandırmasıdır.
Savaş güdüsünü sona erdirmenin yolu bu döngüyü kırmaktır. Bu da NATO'nun genişlemesini alkışlamak değil, sona ermesini talep etmek anlamına geliyor.
Fransa’da emeklilik yaşı konusundaki düzenli protestolar, rejimin daha derin bir krizine dönüştü.
Fransa'daki bazı sosyalistler "devrim öncesi dönem", "devrimci kriz" ya da "devrimci potansiyel"den söz ediyor. Haklılar mı ve eğer haklılarsa kitle mücadelesinden devrimci bir dönüşüme doğru nasıl yol alınabilir?
Şu anda emekli maaşları konusunda bir sendikal mücadeleden çok daha fazlası yaşanıyor. Sendikalar tarafından çağrısı yapılan on günlük eylemler büyük grevlere sahne oldu ve milyonları sokaklara döktü. Ancak tabandaki kararlı örgütlenmeden güç alan işçi kesimleri de çöp toplama, rafineriler, enerji, rıhtım, liman ve ulaşım gibi alanlarda süresiz grevlere devam ediyor.
Devrimci bir durumun göstergeleri
Gençler her zamankinden daha kitlesel bir şekilde seferber olurken, hükümet geçen hafta zorunlu ulusal hizmet dayatma planlarından geri adım attı. Bir bakanlık danışmanı "kendi kendimize, patlayıcı bir kokteyle patlayıcı bir madde daha eklemenin iyi bir fikir olmadığını söyledik" dedi.
Geçtiğimiz Perşembe günü, devlet baskısına öfkelenen on binlerce insan polis şiddetine karşı ülke çapında 165'ten fazla gösteriye katıldı. Bazı gösterilere polis acımasızca saldırdı.
Birinci Dünya Savaşı'nın başında yazan Rus devrimci Lenin, devrimci bir krizin bazı belirtilerini şöyle özetlemişti:
"Marksistler için devrimci bir durum olmadan devrimin olabilmesi tartışılamaz, daha da öteye, her devrimci durum bir devrime yol açmaz. Genel olarak konuşacak olursak, devrimci durumun özellikleri nelerdir? Aşağıdaki üç önemli özelliği belirtirsek kesinlikle yanılmış olmayız. (1) Egemen sınıflar için bir değişiklik yapmadan egemenliklerini sürdürmeleri mümkün olmadığı zaman; ‘üstteki sınıflar’ arasında şu veya bu biçimde bir kriz olduğu zaman; bu kriz egemen sınıfın politikalarında ezilen sınıfların hoşnutsuzluk ve kırgınlıklarının ortaya çıkmasını sağlayacak bir yara açtığı zaman. Bir devrimin olabilmesi için ‘alttaki sınıfların’ eski biçimde yaşamak ‘istememeleri’ yetmez, ‘üstteki sınıfların’da eski biçimde ‘yaşayamaz duruma’ gelmeleri gerekir; (2) Ezilen sınıfların çektikleri ve gereksinmeleri her zamankinden daha şiddetle büyüdüğü zaman; (3) Yukarıdaki nedenlerin bir sonucu olarak ‘barış döneminde’ soyulmalarına sessizce katlanan ama ortalık karıştığında hem krizin yarattığı koşullar hem de bizzat ‘üstteki sınıflarca’ bağımsız tarihsel bir eyleme sürüklenmeleri ile, yığınların faaliyetinde önemli bir yükseliş olduğu zaman.”
Bu önemlidir çünkü tepedeki bölünmeler "ezilen sınıfların hoşnutsuzluk ve öfkesinin patladığı bir çatlak" işlevi görür. Ancak aynı zamanda "Ezilen sınıfların çektikleri ve gereksinmeleri her zamankinden daha şiddetle büyüdüğünde" mücadele için de bir kararlılık olması gerekir.
"Ezilen sınıfların acı ve yoksunluklarının daha da keskinleşmesi” ile "kitlelerin faaliyetlerinde önemli bir artış"ın yaşanması toplumsal patlamaların işçi sınıfının siyasal devrimi yönünde ivmelenmesini sağlayabilir.
Leon Troçki' Lenin’in saydığı faktörlerin her birinin diğeriyle etkileşim halinde olduğunu söylüyordu:
"Proletarya ne kadar kararlı ve kendinden emin bir şekilde hareket ederse, ara tabakayı peşinden getirmeyi o kadar iyi başaracak, egemen sınıf o kadar izole olacak ve moral bozukluğu o kadar keskinleşecektir. Öte yandan, egemenlerin moralinin bozulması devrimci sınıfın değirmenine su taşıyacaktır."
Devrimci bir kriz basitçe büyüyen bir toplumsal hareketin son noktası değildir. Sınıflar arasındaki kesişen ilişkilerin bir sonucudur. Ve aynı zamanda devrimci durumlar toplumdaki gerçek bölünmelerin ortaya çıktığı, hatta gizlenemez hale geldiği bir andır.
İnsanlar mücadele içinde patronların, polisin, yargıçların, medyanın ve hükümetin düşmanlığı ve ezilenlerin dayanışması hakkında sayısız öğe hakkında bilgi sahibi olur ve deneyim kazanımlar. Troçki ayrıca devrimlerin proleter mücadele termometresinde bir noktaya ulaşmakla ilgili olmadığını da söylüyordu: Devrimler "kitlelerin tarihsel olaylara doğrudan müdahale ettiği" anlar olarak görülmelidir.
Devrimci bir kriz, sömürülenlerin ve ezilenlerin, bir parçası oldukları gerilimlerin içinde, sınıf mücadelesinin daha keskin biçimler kazandığı kolektif deneyimin ezilenleribaşka hiçbir süreni yapamayacağı bir şekilde olgunlaştırdığı bir dönemdir. Fakat devrimci bir durumun potansiyel varlığından söz etmek, bugün Fransa'da devrimci bir ayaklanmanın hemen gerçekleşeceği anlamına gelmez. Bu, esas olarak bu günkü direnişin devrimci sonuçlara işaret eden bir süreci başlatmaya yetecek kadar büyük olduğunu gösterir.
Devrimci işçilerin örgütlülüğü
Örneğin Macron'u görevden almak, seçimlerin ve resmi siyasi mekanizmaların ötesinde bir değişimin mümkün olduğunu gösterecektir.
Önemli olan devrimcilerin, sınıf örgütlenmesi aracılığıyla ekonomik ve siyasi mücadeleyi bir araya getiren talepleri ilerletecek kadar güçlü olmalarıdır. Sendika liderlerinden ve reformist siyasi partilerden bağımsız olmalıları yaşamsal bir önem arz eder. Amaç, işçilerin kendi potansiyel güçlerinin farkına varması ve parlamenter manevralara ve sahte umutlara bel bağlamaktan uzaklaşmasıdır. devrimci bir örgütün ve devrimci işçilerin her kitlesel isyanda ve bugün Fransa’da atması gereken asli adım budur.
En iyi talepler işçileri "gerçekçilik" deli gömleğinden kurtaran taleplerdir. Güncel, pratik ve acil mücadelelerin yanı sıra daha ileriye uzanan, daha genel hedeflere sahip olan mücadelelere de ihtiyaç vardır. Toprak, barış, ekmek ve tüm politik gücün işçi konseylerine verilmesi talebi 1917 Rusya'sından bir örnektir.
Macron'u devirmek, dikkatleri cumhurbaşkanının kararnamelerle emeklilik saldırılarını dayatmasına izin veren Beşinci Cumhuriyet'in son derece antidemokratik anayasasını ortadan kaldırmaya yöneltecektir. Bu, işçi sınıfı içinde anayasanın yerine ne konulacağına dair bir tartışma sürecini başlatmalıdır.
İşçiler emeklilik yaşını yükseltme girişimini bozguna uğratmanın yanı sıra, emeklilik yaşını düşürmek için de mücadele etmelidir. Kendilerini sadece emekli maaşları konusunda ajitasyon yapmanın bürokratik darlığından kurtaran işçiler, herkes için ücret artışı çağrısında bulunmalıdır. Grev gözcülüğü ve protesto haklarının tam olarak tanınması ve devletin ve şirketlerin bazı grevcileri para cezası ve hapis tehdidiyle işe geri göndermesine izin veren yasaların kaldırılması için mücadele etmelidirler.
Liderliklerin işlevi ve kapitalist devlet
Bu da liderlik sorununu gündeme getirmektedir. Bu, CGT sendika federasyonunun başında devrimci bir sosyalist olsaydı Fransa'da şimdi bir ayaklanma olurdu anlamına gelmiyor. Liderlik, işçi sınıfının önemli kesimlerini kapsamalıdır, bir öncü işçiler ağı tarafından belirlenmelidir.
Lenin partiyi devrimci bir durumu devrimci bir krizden ayıran şey olarak görür. Parti, sadece bir dizi önemli meseleyi sıralamakla kalmayıp, tüm cephelerdeki mücadeleyi işçi iktidarının omurgası etrafında birleştiren bir araçtır.
Devrimciler, işyeri sorunları için mücadele ederken aynı zamanda işçilerin göçmen karşıtı Darmanin Yasası’na (bu yasa geçerse Fransa’da yabancılar söz hakkı olmaksızın sınır dışı edilebileekler) ve Müslüman ve siyah insanlara baskı ve zulüm uygulayan tüm önlemlere karşı koymaları gerektiğini söylüyor.
Derin kriz dönemlerinde devlet ve onun güçleri stratejik hedef haline gelir. Devlet, siyasi kontrol ile büyük şirketlerin ekonomik diktatörlüğünün kesiştiği noktadır. Devlet gücünü zayıflatmak için, aşırı baskıcı Brav-M (Şiddet Eylemlerini Bastırmak için Motorize Tugaylar) biriminin kaldırılması ve polislerin el bombası ve gaz cephaneliğinin ortadan kaldırılması gibi talepler olmalıdır.
Tüm bu talepler ancak hem tek tek işyerlerinde hem de işyerleri arasında eşgüdüm sağlanarak taban örgütlenmesinin sistematik bir şekilde büyümesiyle gerçekleştirilebilir.
Tüm bu talepler bugün yerine getirilse bile bu sosyalizme bir gecede ulaşılacağı anlamına gelmez. Ancak işçiler, kapitalist devleti yok edip yerine geçebilecek alternatif güç ve karar alma yeteneklerini ve kaynaklarını görmeye başlayacaktır. Bu süreci saptıran ve geciktiren her şey ölümcüldür. Bu süreci saptıran ve geciktiren her şey ölümcüldür. Bürokratların mücadelenin aktivistlerinin ve sendikalarda örgütlü işçi kitlelerini canını sıkmasına olanak sağlar.
Lenin şöyle yazmıştır: "Her devrimci durum bir devrime yol açmaz. Devrim ancak nesnel değişimlere öznel bir değişimin, yani devrimci sınıfın, kriz döneminde bile asla 'düşmeyen' eski hükümeti yıkacak (ya da yerinden oynatacak) kadar güçlü devrimci kitlesel eyleme geçme yeteneğinin eşlik ettiği bir durumda ortaya çıkar."
Mayıs 1968 Fransa’sı: Bir deneyim
Devrimci liderlik eksik olduğunda, sendika liderlerinin ve reformistlerin ölü eli en güçlü ayaklanmayı bile yanlış yönlendirebilir. Mayıs 1968 Fransa'sı bugünkünden çok daha büyük bir isyan dalgasına sahne oldu. Öğrenci protestocuların bastırılması muazzam bir işçi hareketini tetikledi.
13 Mayıs'ta, sendika liderlerinin sınırlı vizyonunu aşan muazzam bir gösteri, okul ve üniversite öğrencileri ile ülkenin dört bir yanından gelen işçileri bir araya getirdi. O günlerin tanıklıkları, yürüyüşçüleri "modern kapitalist toplumun ete kemiğe bürünmüş hali, bitmek bilmeyen bir kitle, eğer isterse önündeki her şeyi silip süpürebilecek bir güç" olarak tanımlıyor.
O günden itibaren, ülke çapında 10 milyon işçiyi harekete geçiren üç haftalık bir genel grev başladı. Bu, o zamana kadar tarihteki en büyük genel grevdi. Fabrikalar sadece kapanmakla kalmadı, birçok grevci fabrikaları işgal etti ve üretim yerlerini kolektif siyasi örgütlenme alanlarına dönüştürdü.
Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle, ordu ve polisin emirlerine uyup uymayacağından emin değildi. Ancak sendika liderleri ve milletvekilleri mücadelenin yeni bir toplum türü için değil, ücret artışları için olduğunda ısrar ettiler. İşçilerin mücadele ufkunu daha iyi ücretler seviyesine indirgediler, hükümet ve patronlar da bunu kabul ettiler ancak mücadele durulduğunda acı bir intikam dönemi başlattılar.
Devrim imkansız değildi. Sendika bürokratlarının ve reformist Komünist Parti'nin zehirli liderliği yüzünden başarısız oldu. Devrimciler için zorlu görev bugün de benzer bir sürecin yaşanmasını engellemektir.
ABD’nin aşırı sağcı eski başkanı, porno filmleri oyuncusu Stormy Daniels’a aralarındaki ilişkiyi gizli tutması karşılığında yaptığı “sus payı” ödemesiyle ilgili hakim karşısına çıktı.
Kendisine yöneltilen 34 ayrı suçlamayı reddeden Trump, 1 saat sonra serbest bırakıldı.
Böylelikle Donald Trump, ABD tarihinde hakkında ceza davası açılan ilk eski başkan oldu.
Trump hakkında halihazırda bir dizi başka soruşturma da devam ediyor. Senato baskınındaki rolü, Georgia eyaletinde seçim sonuçlarını değiştirmeye çalışması ve Beyaz Saray’da kalması gereken gizli belgelerin Florida’daki malikanesi Mar-a-Lago’ya götürülmesi gibi soruşturmalar öne çıkıyor. Ancak bunların bir iddianame haline getirilerek Trump’ın dava edilip edilmeyeceği henüz kesinleşmedi.
Trump ise durumu siyasi bir mücadelenin parçası yaptı ve “Kavgaya hazırız” mesajları veriyor. Geçtiğimiz haftalarda seçim kampanyasının startını veren Trump, "Bu tarihteki en üst düzeydeki siyasi zulüm ve seçim müdahalesidir" diyor ve dava girişimlerini "radikal solcu Demokratların 'Amerika'yı Yeniden Büyük Yap' hareketini yok etmek için cadı avı" olarak tanımlıyor. Aşırı sağcı lidere göre “George Soros tarafından özenle seçilen ve finanse edilen Manhattan Savcısı Alvin Bragg tam bir rezalet. New York'u ele geçiren benzeri görülmemiş suç dalgasını durdurmak yerine, odaklanması gereken cinayetleri, hırsızlıkları ve saldırıları görmezden gelerek Joe Biden'ın kirli işini yapıyor”.
Trump’ın başkanlığı döneminde ve onun dışında elbette ki sayısız suçu var. Tüm ezilenlere düşman olan aşırı sağcı bir kapitalist. Ancak ona karşı mücadelede yalnızca ABD mahkemelerinin inisiyatifine güvenmemeliyiz.
Aşırı sağın ve otoriterleşme dalgasıyla ortaya çıkan faşist güçlerin gerilemesi için Bolsonaro örneğinde olduğu gibi bazı seçim sonuçları ve ABD başta olmak üzere birçok yerdeki kitle hareketleri hepimize umut veriyor. Ancak neoliberal merkezcilerin anlattığı gibi, işlerin “normale” döneceğini ve bittiklerini düşünemeyiz. Trump göçmenlere düşman, siyahlara düşman, kadınlara düşman, LGBTİ+lara düşman, işçilere düşman, iklim aktivistlerine düşman korkunç bir sağcı. Aşırı sağın yükseldiği her yerde ırkçılığa, faşizme ve her tür ayrımcılığa karşı işçi sınıfının merkezinde olduğu birleşik cepheleri örmemiz gerekiyor. Trump ve benzerlerinin hedef aldığı herkesle dayanışmalı, aşırı sağın her hamlesine karşı çıkmak için sokakta mücadele etmeyi sürdürmeliyiz.
Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un emeklilik yaşını yükseltmeye yönelik popüler olmayan planına karşı işçi sendikaları tarafından ülke çapında düzenlenen onuncu protestoya Salı günü Fransa genelinde daha küçük kalabalıklar katılırken, grevler ulaşımı aksattı ve Eyfel Kulesi ile Versay Sarayı'nı kapattı.
Dün Almanya’nın en büyük iki sendikasının çağrısıyla, ulaşım sektöründe çalışan yüz binlerce kamu çalışanı uyarı grevi yaptı. Büyük şehirlerin tümünde hava ulaşımı durdu, demiryolu seferleri yapılmadı. Çalışanlar maaşlarına asgari 650 Euro zam yapılmasını talep ediyor.
Son 30 yılın en büyük uyarı grevi, dün yerel ve uzun mesafeli yolcu taşımacılığını, hava ulaşımını ve yük taşımacılığını felç etti. Greve on binlerce demiryolu çalışanı, otobüs, tramvay ve metro sürücüsü, bakım ve onarım görevlileri, otoyol çalışanları, havaalanı yer hizmetleri, güvenlik ve gişe personeli ile liman ve otoyol bakım depolarında çalışan işçiler katıldı. Devlete iştirakli demiryolu şirketi Deutsche Bahn çalışanları da yedi federal eyalette yerel ve uzun mesafeli toplu taşıma hizmetleriyle birlikte greve gitti.
Münih, Düsseldorf, Frankfurt, Berlin, Hannover, Hamburg ve Bremen'deki havaalanlarının çalışanları da greve katıldı. Yaklaşık 380.000 yolcu ülke çapında uçuşlarını gerçekleştiremedi. Birçok havalimanında taşeron işçiler, yer hizmetleri çalışanları ve güvenlik personeli de greve katıldı. Grevci işçiler, yaptıkları bütün fazla mesailerin, hafta sonu çalışmalarının karşılığını hiçbir zaman tam olarak alamadıklarını, oysa operasyonu ayakta tutanların kendileri olduklarını söylediler.
Birleşmiş Hizmet İşleri Sendikası Verdi, kamu sektöründe 2.5 milyon çalışanı etkileyecek toplu sözleşme için bu hafta son müzakereleri yürütüyor. Verdi resmi olarak yüzde 10.5 ücret artışı ya da on iki aylık bir dönem için aylık 500 Euro talep ediyor. Müzakerelere 24 Nisan'da yeniden başlayacak olan demiryolları ve nakliyat sendikası EVG de 12 aylık bir dönem için yüzde 12 ücret artışı ya da ayda en az 650 Avro zam talep ediyor.
Şubat ayında İngiltere’de çeşitli iş kollarından en az 500.000 kişi hayat pahalılığı nedeniyle greve gitmişti. Fransa’da en az bir milyon kişi günlerden beri emeklilik yaşının yükseltilmesine karşı dev gösteriler düzenliyor. Almanya’da yapılan bu dev uyarı grevi, Avrupa işçi sınıfının mücadele dalgasını yükseltmeye kararlı olduğunu ortaya koyuyor.
Fransız hükümeti geçen hafta, göçe karşı yeni, daha sert ve ırkçı bir yasa projesinin erteleneceğini duyurdu. Bu geri adım, iktidarın grev, işgal ve gösteri dalgası karşısındaki zayıflığının bir simgesiydi.
Yine de bir televizyon röportajı sırasında Macron, "Önümüzdeki haftalarda bir göç yasası olacak" dedi. Ancak sağcı ve faşist milletvekillerinin oylarını garanti altına almak için yasa bölünerek daha kötü yanları öne çıkarılacak.
Macron'un kararsızlıkları hareketin gücünün bir ürünüdür.
Bu mücadele artık toplumun nereye gittiği, kimin karar vereceği ile ilgilidir - kapitalistler ya da biz, Macron ya da grevciler, patronlar ya da işçiler ve öğrenciler. Fransız ya da göçmen, belgeli ya da belgesiz, sınıfımızın kazanmak için güçlü bir birlik ve dayanışmaya ihtiyacı var.
Bu da mücadelenin sadece emekli maaşlarıyla ilgili olmadığı anlamına geliyor. Bu nedenle Cumartesi günü ülkenin dört bir yanında ırkçılığa ve faşizme karşı, göç yasasına karşı gösteriler düzenledik. Bu, Macron'u ve hükümeti devirmek için yeni bir adımdır.