Lübnan: İsrail tankları BM üssüne zorla girdi

Dünyada Güncel Gelişmeler

Derleyen: F. Levent Şensever Biden’ın Afrika Zirvesi ABD Başkanı Joe Biden, geçtiğimiz hafta Barack Obama’nın sekiz yıl önce düzenlemiş olduğu ‘Afrika Zirvesi’nin ikincisini düzenledi. Washington’da düzenlenen zirveye 49 Afrikalı lider katıldı. Biden Afrikalı liderlere hitap ettiği konuşmasında, “ABD, Afrika’nın geleceğinde her şeyiyle var,” dedi. Afrika kıtasıyla “Serbest Ticaret Alanı Mutabakatı” imzalayacaklarını açıklayan Biden, ABD Kongresi’nin dış yardımlar fonundan 500 milyon dolar kaynak ayıracaklarını ve çeşitli projeler için de 370 milyon dolar düzeyinde yatırım gerçekleştireceklerini belirtti. Zirvenin temel amacı, kıtada uzun yıllardır büyük projelere yatırım yapan Çin’in bölgedeki etkisini azaltmak olduğu açık. Ancak Biden’ın Afrikalı liderleri ikna etmesi kolay olmayacak. Zira kıta liderlerin çoğu, ABD tarafından daha önce birçok kez aldatılmış olduklarını düşünüyor. Obama’nın 2014 yılında düzenlediği zirvede verilen kıta ülkelerini destekleme vaatleri yerine getirilmediği gibi, aksine, Obama yönetimi AIDS ile mücadele için ayrılan fon kaynağını ve dış yardım desteklerini azaltmıştı. Çin, Sahara altı bölgedeki ülkelerin bir numaralı ticaret ortağı konumunda. Bunun dışında, son yirmi yıldır yollar ve limanlar gibi birçok büyük çaplı altyapı projeleri de gerçekleştirirken, bölge ülkelerine yaptığı dış yardımların miktarını da düzenli olarak artırıyor. Bu girişimlerin sonucu Çin’in bölgede siyasi etkisi önemli ölçüde arttı. Örneğin, geçtiğimiz eylül ayında Birleşmiş Milletler’de Çin’in Doğu Türkistan’da “İnsanlığa karşı suç işlemiş” olduğuna dair suçlamalara ilişkin, Çin tarafından söz konusu suçlamaların bir “dezenformasyon” olduğuna dair sunulan önergeyi destekleyen 28 ülkenin yaklaşık yarısı Afrika ülkelerinden oluşuyordu. Biden’ın zirvede attığı en anlamlı adım, Afrikalı kölelerin soyundan gelen Afro-Amerikalı temsilcilerin de bulunduğu bir yemek sırasında, Afrikalı liderlere hitaben, ülkesinin köle ticareti sırasında gerçekleştirdiği “tasavvur edilemeyecek düzeydeki zalimliklerinden” dolayı özür dilemiş olmasıydı. Biden, konuşmasında bunu “Ulusunun işlediği ilk günah” olarak tanımladı. Her ne kadar bu sözleri çok anlamlı olsa da Biden’ın unuttuğu ya da hatırlamak istemediği “ilk günah,” aslında ABD’nin kuruluş döneminde, Kuzey Amerika kıtasının ilk yerleşimcileri olan yerli halklara karşı gerçekleştirdikleri soykırım olmuştu. Afrika’dan kaçırılan kölelerin ABD’ye getirilerek, plantasyonlarda çalıştırılmaları ilk 1619 yılında başlamış ve köle sahiplerinin desteklediği 11 eyaletten oluşan Konfederasyon ile Birlik üyesi eyaletler arasında gerçekleşen iç savaş sonrası sona ermişti. Savaşın galibi Birlik üyesi eyaletlerin hazırladığı yeni anayasaya eklenen 13’üncü maddeyle, ülkede 1865 yılının aralık ayında kölelik feshedilmişti. Bununla birlikte Afrika kökenli Amerikalılara yönelik oluşturulan kurumsal ırkçı altyapı, günümüzde halen birçok eyalette varlığını sürdürüyor.  Avrupa Parlamentosu yolsuzluk skandallarıyla çalkanıyor Rüşvet skandalı: Temel özgürlükler, insan hakları, demokrasi ve yolsuzluklara karşı mücadele gibi konularda tüm dünyaya örnek teşkil etme iddiasındaki Avrupa Birliği ülkelerinin ortak parlamentosu, geçtiğimiz günlerde yolsuzluk iddialarıyla çalkalandı. Avrupa’nın başkenti konumundaki Brüksel’de Belçika güvenlik güçlerinin ortaya çıkardığı, Katar’la ilişkili rüşvet suçlamaları, Avrupa Parlamentosu’nun (AP) en düzey yetkililerine kadar sıçradı. Soruşturmalar bir yandan bazı milletvekilleri ve bürokratlarına yönelik AP’nin ekonomik ve siyasi kararlarını etkilemeye yönelik girişimlere yönelik sürerken, bu konuda Katar’ın Avrupa Birliği’yle ilişkilerinde AB’ye vizesiz seyahat gibi ayrıcalıklar elde etmesine yönelik dağıtılan rüşvet iddialarını da kapsıyor. Söz konusu suçlamalar, Parlamento’nun tarihindeki en büyük skandal olarak nitelendiriliyor. Hakkında soruşturma yapılanlar arasında Parlamento’nun Başkan yardımcılarından biri olan Yunanistan milletvekili Eva Kaili de bulunuyor. Belçika savcılık makamının yaptığı açıklamaya göre, federal adli polis, birkaç aydır Katar’ın Parlamento’nun ekonomik ve siyasi kararlarını etkilemek üzere girişimlerde bulunduğundan kuşkulanmakta ve bu amaçla Parlamento’da stratejik pozisyonlardaki bürokratlar ve milletvekilline yönelik büyük miktarlarda rüşvetler döndüğünden şüphelenmekteydi. Soruşturma çerçevesinde evlere ve ofislere yapılan baskınlarda 1,5 milyon euro nakit para ele geçirildi. Evinde 150 bin euro nakit para bulunan ve skandalda adı öne çıkan Kaili, Parlamento’da yapılan oylamada bire karşı 625 oyla başkan yardımcılığı görevinden alındı. Şüpheliler, suç örgütüne katılmak, para aklama ve yolsuzluk suçlamalarıyla karşı karşıya. Mültecilere yönelik hukuk dışı uygulamalar: AP’ye yönelik skandallar bununla sınırlı değil. Avrupa Parlamentosu Sol Blok milletvekilleri, geçtiğimiz günlerde Avrupa Birliği’nin sınırlarında mültecilere yönelik hukuk dışı uygulamalara dair belgeler ve gözlemleri içeren 3 bin sayfadan oluşan bir raporu parlamentoya sundu. Dört bölümden oluşan rapor, binden fazla tanığın ifadelerine yer veriyor. Rapor, dövülerek, tekmelenerek, aşağılanarak ve keyfi olarak tutuklanarak, ardından yasa dışı bir şekilde AB sınırlarının dışına itilen 25 bine yakın mülteci hakkındaki belgeleri içeriyor.   AB’nin sınırlarında gerçekleşen bu hukuksuz uygulamalara ilişkin belgeler, AB üyesi 15 ülkeyi kapsıyor. Konuyla ilgili yapılan açıklamada, “Bu raporda belgelenen çok sayıda dehşet verici vaka, Avrupa sınırlarında geri itmelerin sistematik doğası hakkında hiçbir şüpheye yer bırakmıyor. Bunlar, ‘birkaç çürük elmanın’ neden olduğu münferit olaylar değil; söz konusu şiddet, işkence ve aşağılamalar katlanarak büyümekle kalmayıp, aynı zamanda normalleştirilen “çürümüş bir meyve bahçesine işaret ediyor,” deniliyor. Birleşmiş Milletler Biyoçeşitlilik Konferansı (COP15)  Birleşmiş Milletler’in (BM) 7-19 Aralık tarihleri arasında Kanada’nın Montreal kentinde gerçekleşen Biyoçeşitlilik Konferansı,  Birçok bilim insanı tarafından tarihi bir olay olarak nitelendiriliyor. Bu toplantı, konuyla ilgili konferanslar dizisinin on beşincisi olmakla birlikte, en önemli zirvesi olarak kabul ediliyor. Nitekim, toplantının açılış konuşmasında BM Genel Sekreteri António Guterres, “İnsanlık türlerin kitle imha silahı haline geldi. Bu konferans, söz konusu bu yıkım çılgınlığını durdurmak için bir şans olabilir,” dedi. Biyoçeşitlilik, habitatın yok edilmesi, hastalıklar, işgalci türler, hava kirliliği ve iklim değişikliği gibi bir dizi nedenle hızla yok oluyor. 2019 yılında BM tarafından yayınlanan bir rapora göre, günümüzde kaba bir tahminle bir milyon bitki ve hayvan türü risk altında. WWF’nin bu yıl yayınladığı bir başka rapora göre, 1970 yılından bu yana türlerin toplam popülasyonu ortalama yüzde 69 düzeyinde azaldı. Bazı bilim insanları, gezegenin bugüne kadar yaşadığı türlerin altıncı kitlesel yok oluşu sürecinin içinde olduğumuza inanıyor. Ancak bundan önceki beş kitlesel yok oluştan farklı olarak, bu kez türlerin kitlesel yok oluşu insan faaliyetlerinin bir sonucu olarak gerçekleşiyor.  Üstelik türlerin yok oluşu, biyoçeşitlilik konusunda bundan 12 yıl önce Japonya’nın Nagoya kentinde düzenlenen toplantıda belirlenen bir dizi hedefe rağmen artan oranda sürüyor. Bilim insanları ve siyasetçiler, 2030 yılı itibariyle kürenin yüzde 30’unu koruma altına alma hedefi belirlemiş ve bu hedefi yüzden fazla ülke desteklediğini açıklamıştı. Bu iddialı hedef, şu an koruma altındaki alanların iki katına çıkarılması anlamına geliyor. Öte yandan okyanuslardaki durum ise çok daha kötü; günümüzde okyanusların oluşturduğu eko-sistemlerin ancak yüzde 8’i kadarı koruma altında.  Hegemonya savaşları yeni coğrafyalara yayılıyor  Küresel ısınma ve iklim değişikliğinden kaynaklı buzulların erimesi sonucu yükselmekte olan deniz suyu seviyeleri, özellikle okyanuslardaki ada halklarının yaşam alanlarını yok ederek milyonlarca iklim göçmeni yaratırken, bazı emperyalist devletler bu durumu hegemonyalarını güçlendirmek için bir fırsat olarak görüyor. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana jeopolitik çatışmaların dışında kalan Kuzey Kutbu, giderek coğrafi çekişmelerin odağı haline geliyor. Son 10 yıl içinde iklim değişikliğinin bir sonucu olarak bölgedeki buzulların yüzde 13’ü eridi. Bu gidişatın devam etmesi durumunda, Kutup bölgesindeki buzulların 2035 yılı itibariyle yaz aylarında tümüyle çözülmesi bekleniyor. Daha şimdiden buzulların çözülmesi sonucu, daha önce mevsimsel olarak gemilerin seyrine olanak tanıyan sınırlı sayıdaki rotalara çok daha uzun sürelerle yenileri eklenmeye başladı. Bu durum, birçok ülke için zengin madenlere sahip bölgede yeni madencilik fırsatları yaratıyor.  Ülkeler, bu fırsatı değerlendirmek üzere bölgede ekonomik ve askeri kontrolü ele geçirmek için şimdiden birbirleriyle rekabete girmeye başladı. Bu rekabet, özellikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle birlikte daha da arttı. Rusya son yirmi yıldır bölgeye hakim ülkeler arasında öne çıkıyor. Kutup bölgesinde 15 bin millik bir kıyı şeridine sahip Rusya, bu bölgede uzun yıllardır madencilik ve petrol çıkartma faaliyetleri yürütüyor.  2035 yılı itibariyle buzulların çözülmesi sonucu ortaya çıkacak olan yeni Kutup bölgesi boyunca uzanan deniz rotasının denetimini eline geçirecek olan güçler, önemli stratejik bir avantaj elde etmiş olacak.  Bugüne kadar bölgede ciddi bir hakimiyeti olmayan ABD, son dönemde iklim değişikliğinin ortaya çıkardığı bu ‘fırsatların’ farkına vararak, yakın zamanda bir “Kutup Bölgesi Ulusal Stratejisi” belirledi ve bu doğrultuda bölgede askeri ve diplomatik faaliyetlerini artırmaya başladı.  Ancak bazı analistler, bu girişimlerin başarısı konusunda kuşkulu yaklaşıyor. Zira Rusya, bölgedeki güçlü sivil ve askeri altyapısıyla, bir kısım egemenlik alanları Kutup dairesi içinde yer alan diğer ülkelerin ekonomik çıkarlarını ve ulusal güvenliğini de tehdit edecek şekilde güçlü bir konumda.  Küresel silahlanma yarışı hız kesmiyor  ABD’nin Temsilciler Meclisi’nin ardından, geçtiğimiz hafta da Senato, 858 milyar dolar düzeyindeki 2023 savunma bütçesini onayladı ve böylece bütçe Biden’ın imzasına kaldı. 2023 bütçesi bir yıl önceki bütçeye göre yüzde 8 oranında arttı. 2023 yılı savunma bütçesinin de içinde olduğu yasa, bütçe dışında da bazı kararları içeriyor. Bunlar arasında, Küba toprakları içinde bulunan ve “Teröre karşı savaş” doktrini gereğince ele geçirilen “düşman savaşçı” tutsakların tutulduğu Guantanamo hapishanesinin faaliyetlerinin bir yıl daha uzatılması kararı da yer alıyor.  ABD’nin yanı sıra NATO’nun bütçesi de artırıldı. Üye ülkelerin savunma bütçelerinin yanı sıra, NATO’nun doğrudan kendi operasyonları için de bir bütçesi var. Örgütün 2023 yılı bütçesi, askeri faaliyetler için yüzde 25 oranında artırılarak, 1,96 milyar euroya çıkartılırken, sivil faaliyetler için ayrılan bitçe de yüzde 28 oranında artırılarak, 370,8 milyon euroya yükseltildi. Sivil ve askeri bütçenin yanı sıra, ittifakın üçüncü ortak fonu olan NATO Güvenlik Yatırım Programı’nın 2023 için harcama tavanı da yüzde 26,6 artışla 1 milyar avro çıkarıldı. Geçtiğimiz günlerin askeri konulardaki önemli gelişmelerden biri de Japonya’nın Çin tehditleri karşısında savunma politikasını kökten değiştiriyor olmasıyla ilgiliydi. Geçen hafta duyurduğumuz, ülkenin tarihindeki en büyük savunma revizyonu ve askeri harcamalarını artırma kararının ardından, bu kez de askeri komutasını yeniden düzenleyeceği ve yeni füze alımları haberi geldi. Bu değişim, Tokyo’nun Çin’in artan askeri gücü ve bölgesel duruşuna ilişkin korkularının yanı sıra komşusu konumundaki Kuzey Kore’nin fırlattığı füzeler ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından ortaya çıkan yeni tehditlerin bir yansıması. Geçtiğimiz hafta konuyla ilgili önemli haberlerden biri de Almanya’dan geldi. Almanya, daha önce açıkladığı 100 milyar euroluk ek savunma fonundan ayrılacak bütçeyle ABD’den F-35 uçakları satın almaya karar verdiğini açıkladı. Uçaklar 2027 yılından itibaren Almanya’da konuşlanmaya başlayacak. Kısa kısa » Çin, yargı sektörünün yapay zeka altyapısıyla desteklenmesini amaçlıyor. Buna göre, 2025 yılına kadar yapay zekanın adli işlerle entegrasyonunun sağlanması hedefleniyor. Resmi yayın organı China Daily gazetesinin verdiği bir habere göre, Çin Yüksek Halk Mahkemesi, ülkedeki tüm mahkemelerin üç yıl içinde “yetkin” bir yapay zeka sistemini hukuk süreçleri içinde uygulamaya sokmasını istedi. » 18 Aralık Uluslararası Göçmenler Günü nedeniyle yapılan açıklamalara göre, 2020 itibarıyla dünya genelinde 281 milyon göçmen bulunuyordu. Bir önceki yıla göre yüzde 3,5 artış gösteren göçmen nüfusunun 135 milyonu kadın ve 146 milyonu ise erkeklerden oluşuyordu. Dünya çapında 1970’te 84 milyon ve 1990 yılında 153 milyon göçmen olduğu kaydedilirken, uluslararası göçmen sayısı son 50 yılda 3 kattan fazla artış gösterdi. » ABD’nin Çin'in yarı iletken endüstrisine yönelik uyguladığı yaptırımlar, iki ülke arasında “chip savaşları” olarak tanımlanıyor. Geçtiğimiz günlerde bu savaşa Japonya ve Hollanda’nın da ABD’nin yanında katıldığı haberleri geldi. Bloomberg’in bir haberinde, Japonya ve Hollanda’nın prensipte ABD’nin yaptırımlarına katılacağı bildiriliyor. Her iki ülke de küresel yarı iletken üretiminde önemli bir konuma sahip. Dünya yarı iletken piyasasında Amerikalı şirketler lider konumdayken, onu Güney Kore, Japonya ve Avrupa Birliği izliyor. Çin, dünyanın en büyük yarı iletken pazarı konumunda, ancak Amerikan şirketleri bu pazarın yaklaşık yarısını kontrol ediyor. » Geçen hafta Hindistan kaynaklı haberlerde, Hindistan ve Çin askerleri arasında Arunaçal Pradeş eyaletinin Tawang bölgesinde çatışma yaşandığı belirtildi. Hint ve Çin birlikleri, Haziran 2020’de Çin’in kontrolündeki Tibet platosu yakınlarındaki Ladakh’taki Galwan Vadisi’nde çatışmaya girmişti. Çatışmada 20 Hint askeri hayatını kaybetmişti. Çin tarafı kayıplarına ilişkin açıklama yapmamıştı. Hindistan ve Çin, 3 bin 800 kilometrelik bir sınırı paylaşıyor ve sınırın birçok bölgesinde iki ülke arasında egemenlik alanlarına ilişkin tartışmalar söz konusu. » Amerikalıların Trump’a olan desteği azalıyor. ABD’de Florida Valisi Ron DeSantis, Cumhuriyetçi Parti’nin 2024 başkanlık seçimleri için önde gelen adaylarda biri olabileceği konuşuluyor. Şayet DeSantis aday olursa, daha önce adaylığını açıklamış olan Trump’ın en büyük rakibi olacağına kesin gözüyle bakılıyor. Nitekim, kasım ayında gerçekleşen ara seçimlerde Trump’ın desteklediği adaylar büyük bir hezimet yaşarken, DeSantis Florida seçimlerini açık ara kazandı. Cumhuriyetçi Parti’nin seçimlerde beklenende kötü sonuçlar almasının faturası ise Trump’a çıktı. » Bu arada yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre, Amerikalıların büyük bir kısmı, Biden’ın 2024 yılında yeniden aday olmasını istemiyor. Ankete göre, ABD halkının yüzde 70’i Biden’ın 2024 yılında yeniden aday olmasını onaylamadığı; Demokrat Partili seçmenlerin yüzde 57’si ve Cumhuriyet Partililerin yüzde 86’sının Biden’ın adaylığına karşı olduğu ortaya çıktı. » ABD Senatosu, kişisel bilgilerin Çin hükümetine verildiği şüphesi nedeniyle federal hükümet çalışanlarının devlete ait cihazlara TikTok indirmesini yasaklayan tasarıyı oy birliği ile kabul etti. Söz konusu tasarı ile federal hükümet çalışanlarının devlete ait cihazlara TikTok uygulamasını indirmesi yasaklanıyor. Tasarının yasalaşması için önce Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’nda kabul edilmesi, ardından da ABD Başkanı Joe Biden tarafından imzalanması gerekiyor.

İran’da isyan idamlarla yeni bir sürece girdi

22 yaşındaki Mahsa Amini'nin karakolda işkence sonucu hayatını kaybetmesiyle başlayan ve üç aydır süren eylemler, 1979'dan bu yana en büyük sokak gösterileri olarak tarihe geçiyor.  İnsan Hakları Aktivistleri Haber Ajansı verilerine göre, bugüne kadar en az 475 kişi hayatını kaybetti, 18 bin 240 kişi gözaltına alındı. Eylemler devam ederken rejimin iki kişiyi idam ettiği haberini aldık. İdam edilen Mohsen Şikari, 23 yaşında, futbolcu, kahvede çalışan bir işçiydi. Elinde bıçak olduğu, yolda ateş yaktığı gibi gerekçelerle idam edildi. Yargılanması tam bir tiyatroydu. Meşhed kentinde gözaltına alınan Macit Rıza Rahnavard 23 gün sonra asıldı. Rahnavard’a iki kolluk kuvvetini öldürme suçlamasıyla idam cezası verilmişti. Mahkemeye kolu kırık çıkarılan protestocunun, işkence altında önüne konulan ifadeyi imzaladığı tahmin ediliyor. İran idamlarla birlikte yeni bir sürece girdi, idamlara isyan süreci başladı. İran halkının yüzde 70’i eylemcileri destekliyor, idamlara karşı. İran’da halk artık müzakere istemiyor, iktidarın yıkılmasını istiyor.  Bu devrimin özneleri var: Kadınlar en önemli özne. 1979 İslam Devrimine karşı da ilk sesini çıkaranlar 8 Martta kadınlardı. Ayrıca etnik kesimler (Araplar, Beluciler, Kürtler) devrimin önemli ayakları. Son zamanlarda işçiler devrime katılmaya başladılar, grevler yayılıyor. Gençler devrime katılan çok önemli bir kesim, 16-25 yaş arası gençler eylemlere katılıyorlar.  Devrimin lokomotifi Kürdistan. Bu devrim için önemli bir şans. Kürdistan bölgesi devrim öncesinde de örgütlüydü, her zaman hazırdı. İlk öldürülen Mahsa Amini Kürt, Jin Jiyan Azadi sloganı Kürtçe.  Ama bir tehlike var. Kürt bölgesi hızlı gidiyordu, diğer kesimler yavaş geliyorlardı. 2 hafta önce rejim bunu fark edip, Kürdistan’a ağır silahlarla saldırmaya başladı. Bu da devrimi karanlık bir havaya soktu. Şiddet çok hızlı yükseldi, Kürt olmayan bölgelerde şiddetin bu kadar hızlı yükselmesi mümkün değil. Bu dengeyi sağlamak için diğer bölgelerle aynı hızda devrimi ilerletmek lazım, Kürt bölgesi bunu fark etti ve yavaşlamaya başladı. İran Devrimi yaratıcı bir şekilde ilerliyor. Belucistan’da kadınlar hiç eylem yapmıyordu, geçen hafta o bölgede kadın eylemleri başladı. Her devrim süreci böyle yaratıcılıklarla beslenir. Devrim 100 gündür bu şekilde ilerliyor. İdam konusunda devrimciler şimdi tepkilerinin seviyesini güçlendirecekler. Devrimin bir merkezi yok, her türlü karar bireyler tarafından alınıyor. Bu bazı kesimler için şaşkınlıkla karşılanıyor, ama bu bir avantaj. Rejim savaşmak için hedef bulamıyor, devrimin önderliğini bulamadığı için yok edemiyor. Her gün eylemlerde yeni taktikler kullanılıyor. Bu sayede rejim süreci durduramıyor. Herkes lider, herkes birey. Bütün devrimciler sokakta, ama rejim sokaktaki insanları etiketleyemiyor. Özgürlük, eşitlik, kurtuluş sloganları öne çıkıyor Devrim İran’da aile yapısını da etkiledi. Kadınların ayaklanmaya önderlik etmesi, baba otoriterliğini kırdı.  Devrim, İran soluna yeniden doğması için ortam yarattı, yeni bir enerji kattı. 1980’li yıllarda tümüyle ortadan kaldırılan sol, şimdi sokak eylemlerinde yeniden doğmaya başladı. Duvarlara “ya sosyalizm ya barbarlık” sloganları yazılıyor. İran devleti, halkı Suriye gibi olmakla korkutuyordu, ama halk artık buna inanmıyor, devrimi desteklemek Suriye gibi olmayı gerektirmiyor, herkes bunu biliyor, bunu pratikte yaşıyor, kitleler birbirleri ile kavga etmiyorlar, sadece rejimi devirmek istiyorlar. Rejim şimdi eylemlere katılan kişilerin, esnafların hesaplarına el koyuyor, bu da onun giderek acizleştiğini gösteriyor. İşçi sınıfı grevleri rejimi kökünden sarsıyor. Geçen hafta esnaf 3 gün üst üste çalışmadı. Bunu son 20 günde iki defa tekrarladılar. İşçilerin, esnafın çalışmaması ekonomi için çok tehlikeli. Rejim bu durumdan çok korkuyor. 3 aydır artık sokaklar eylemcilerin kontrolünde. Belediyeler sokak yazılarını silmeye yetişemiyorlar. İdamlara halk şimdi yeni bir eylem dalgası ile cevap verecek, İran devriminin yaratıcı gelişimi devam edecek. İranlı bir devrimci

Putin füzelerin aktif edilmesi emrini verdi

ABD'deki Rusya büyükelçiliği “ABD patriot füzelerinin Ukrayna’ya sevkiyatının “öngörülemez sonuçlara yol açabileceğini” açıklamıştı. Önceki gün bir ABD yetkilisi, Biden yönetiminin Moskova’nın saldırılarına karşı koymak için gelişmiş uzun menzilli hava savunma sistemini Ukrayna’ya gönderme planlarını ortaya sermişti. Rusya Büyükelçiliği bu adımı provakatif olmakla suçlamıştı. Bu haberin ardından gelen bir diğer haber ise savaş çılgınlığının sözde uyarıların ötesine geçme potansiyelini gözler önüne serdi.  Putin, ABD ve İngiltere'yi vurabilecek kapasiteye sahip olan Yars füzesinin aktif edilmesi emrini verdi. Batı basını bu hamleyi ‘nükleer tehdit’ olarak ele alırken Rusya Savunma Bakanlığı roketin bir bölgeye kurulduğu görüntüleri yayınladı. Rus gazetesi Komsomolskaya Pravda konu ile ilgili haberler verirken füzenin Hiroşima'yı yok eden Amerikan bombasından 12 kat daha kuvvetli olduğunu söyledi. Siloya nakledilip operasyonel konuma gelen füzenin Rusya'nın 17 Aralık'taki senelik olarak Stratejik Füze Kuvvetleri Günü için hazırlandığı ifade edildi. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov geçtiğimiz hafta Rusya’nın ilhak edilen Ukrayna topraklarını savunmak için nükleer silah kullanmaya hazır olduğunu açıklamıştı. ABD’in NATO üzerinden yayılmacılığı, Rusya’nın kendi bölgesinin asli emperyalist gücü olduğunu göstermek için Ukrayna’yı işgal etmesi, şimdi ABD’nin Rusya’nın işgaline karşı hava savunma sistemini Ukrayna’ya yollaması, silah ticaretine bir saniye ara vermemesi, Rusya’nın da sanki Ukrayna’yı işgal eden kendisi değilmiş gibi davranıp gezegeni nükleer silah ve yıkıcı füzeleri kullanmakla tehdit etmesi savaşın çok tehlikeli bir evresinin içinden geçtiğimizi gösteriyor. Tüm dünyada savaş karşıtlarının birleşik bir ses çıkartması çok acil atılması gereken bir adım.

İran’da idamlara hayır

Devrimci Sosyalist İşçi Partisi'nin (DSİP) açıklaması: Mahsa Amini 13 Eylül'de İrşad polisi tarafından kıyafeti nedeniyle gözaltına alınıp öldürüldü. Barışçıl protestolar ülkenin geneline  yayıldı. Bu eylemler kadınların öncülüğünde başladı ve gelişti. Eylemlere katılanlar rejimin değişmesini istiyor.  İran rejimi eylemleri durduramayınca, eylemcileri şimdi idamlarla korkutmaya çalışıyor. Mahkemeler tam bir facia. 23 gün önce gözaltına alınan kişi şimdi idam edildi. 23 günde yargılama, savunma, temyiz her şey hızlıca halledildi.  Rejimin baskı ve katliamlarına karşı sokaklarda eylemler devam ediyor. Esnaflar dükkânlarını kapatıyor, işçiler greve çıkıyor, üniversitelerde boykotlar yapılıyor. Hapishanelerde tutuklular ayaklanıyor. Kadınlar, öğrenciler, etnik gruplar, tüm kesimler birlikte eylemlere katılıyorlar. Halk bu rejimi istemediğini açıkça söylüyor.  Genel grev her yere yayıldı. İşçiler Tahran, Reşt, İsfahan, Tebriz, Şehinşehr, Hürremabad, Abadi, Kirmanşah, Bender Abbas, Burucerd ve Ahvaz kentlerindeki fabrikalarda iş bıraktılar. Gösterilere ülkenin her yanından ve çok geniş toplumsal kesimlerden insanlar katılıyor. Protestolar, İran'da daha önce hiçbir toplumsal hareket ve tepkinin görülmediği bölgeleri ve kesimleri harekete geçiriyor. Böylesi büyük bir toplumsal hareketin idam benzeri vahşi cezalarla önünün kesilmesi mümkün değil. Aksine İran halkı şimdi çok daha öfkeli ve kararlı bir şekilde rejimin tamamen ortadan kaldırılması için mücadelesini yükseltecek. DSİP, İran halkının büyük mücadelesini destekliyor. İran rejiminin idam cezası uygulamalarına bir an önce son vermesini talep ediyoruz. DSİP

John Molyneux'yü kaybettik

Uluslararası Sosyalist Akım'ın önde gelen teorisyenlerinden biri olan, İngiltere ve İrlanda'da devrimci partilerin inşasına büyük katkıda bulunan John Molyneux aramızdan ayrıldı. DSİP'in başsağlığı mesajı: Sevgili yoldaşlar, John Molyneux'nün aramızdan ayrılışının sarsıcı haberi bizi derinden üzdü. Aşağıdan sosyalizm geleneğine yaptığı paha biçilmez teorik katkıların yanı sıra, onlarca yıldır ırkçılığa, iklim değişikliğine, sömürüye ve işçi sınıfını bastıran ve bölen her türlü egemen sınıf düşüncesine karşı büyük ve tutarlı bir savaşçı olmuştur. Uluslararası Sosyalist Akım’ın İngiltere, İrlanda ve tüm dünyadaki örgütlerinin inşasında oynadığı rolden ilham alıyoruz. Birçok yeni kuşak sosyalist aktivist, onun Marksist teori üzerine yazılarından, gerçek bir toplumsal değişim için işçi sınıfının merkezi olduğunu savunmasından ve bu doğrultuda devrimci bir örgüt inşa edişinden çok şey öğrenecektir. Eşine, ailesine, dostlarına ve yoldaşlarına başsağlığı dileklerimizi sunuyoruz. Türkiye'den en sıcak devrimci selamlarla, DSİP

İran'da bir protestocu daha idam edildi

Meşhed kentinde Macit Rıza Rahnavard adlı eylemci gözaltına alındıktan 23 gün sonra sabaha karşı asıldı. Rahnavard’a iki kolluk kuvvetini öldürme suçlamasıyla idam cezası verilmişti. Mahkemeye kolu kırık çıkarılan protestocunun, işkence altında önüne konulan ifadeyi imzaladığı tahmin ediliyor. Avukatların, Macit Rıza Rahnavard'ı savunması da engellenmişti. İran yargısı, 11 kişiye “Allah düşmanlığı” ve “yozlaşma” nedeniyle idam cezası verildiğini duyurmuştu. 22 yaşındaki Mahsa Amini'nin karakolda işkence sonucu hayatını kaybetmesiyle başlayan ve üç aydır süren protestolar, 1979'dan bu yana en büyük sokak gösterileri olarak tarihe geçiyor. 

Dünyada Güncel Gelişmeler

Derleyen: Levent Şensever Çin’le ilgili gelişmeler Şi’nin Suudi Arabistan ziyareti: Çin Halk Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı ve Çin Komünist Partisi’nin Genel Sekreteri Şi Cinping, 7 Aralık’ta Suudi Arabistan’a jeopolitik bakımdan çok ses getiren resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. Suudi Arabistan’da en üst düzeyde ağırlanan Şi’nin bu ziyareti, özellikle bölgesel ittifaklar ve enerji politikaları bakımından önemli sonuçlar doğuracak nitelikteydi. Şi, bu ziyareti sırasında Körfez İş birliği Konseyi (KİK) katılımcısı ülke liderleriyle de bir görüşme gerçekleştirdi. KİK katılımcısı ülkeler, Bahreyn, Kuveyt, Oman, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nden oluşuyor. Çin açısından Körfez ülkeleriyle ilişkiler, bölgenin jeopolitik öneminin yanı sıra, ülkenin fosil yakıt ihtiyaçlarının karşılanması bakımından da önemli. Dünyanın en büyük petrol ithalatçısı konumundaki Çin’in petrol ihtiyacının yüzde 17’sini Suudi Arabistan karşılıyor.  Çin, geçtiğimiz ay Katar ile de 27 yıllık bir doğal gaz tedarik anlaşması imzaladı. Ziyaretin sonuçlarını özetle 5 başlık altında toplayabiliriz: İki ülke birçok siyasi başlık altında müttefik olduklarının altını çizerken, iş birliklerini daha da ileri taşımak konusunda anlaştıklarını teyit ettiler. Taraflar, uzay araştırmaları, dijital ekonomi ve altyapı projelerinden, İran’ın nükleer programına; Yemen’deki savaştan Rusya’nın Ukrayna işgaline kadar kilit çok sayıda siyasi meselede anlaşmış olduklarını ifade ettiler. Bütün bunlar, iki ülkenin her konuda anlaşmasalar da karşılıklı olarak birbirleriyle ilişkilerini önemsediklerini gösteriyor. Suudi Arabistan ile ABD ile arasında yazılı olmayan bir anlaşmaya göre, Suudiler petrol konusunda Amerikan politikalarını desteklerken, ABD de ülkenin ve bölgenin güvenliğini sağlıyordu. Ancak Suudi Arabistan son yıllarda bu tarihsel anlaşma zeminiyle arasına mesafe koyarken, küresel ilişkilerini Batı’nın dışında çeşitlendirmeye yöneldi. Bu ziyaret, Suudilerin bu politika değişikliğinin altını çizer nitelikteydi. Her iki ülke de Batı’da uluslararası hukuk normlarına göre ‘otokratik’ rejimler olarak görülüyor. Buna karşı, her iki ülkenin rejimi kendi toprakları içinde gerçekleşen insan hakları ihlallerinin “ülke içi meseleler” olduğunu ileri sürerek, başka ülkelerin “içişlerine karışmasından” son derece rahatsız. Şi’nin bu ziyaretinde iki ülkenin “karşılıklı içişlerine karışmama” yaklaşımında anlaştıkları görülüyor. Ancak Batılı ülkeler tarafından, uluslararası bir norm olan “ülkelerin birbirlerinin iç işlerine karışmama” ilkesi, söz konusu ciddi boyuttaki insan hakları ihlalleri olduğunda pek geçerli görülmüyor. Uluslararası hukuka göre, insanlığa karşı işlenen suçlar, savaş suçları, etnik temizlik ve soykırım gibi suçlar, ulusal yasal düzenlemelerin sınırları içinde ele alınamayacak kadar önemli. Bu bakımdan, iki ülkeyle Batılı ülkeler arasındaki bu gerilimin süreceği kuşkusuz.  Şi, Körfez ülkeleri liderlerine, gerçekleştirecekleri petrol ve doğal gaz satışları için Şanghay’daki Petrol ve Doğal Gaz Borsası üzerinden Çin para birimi yuanı kullanmaları çağrısı yaptı. Ancak ziyarete ilişkin ortak açıklamada bu çağrıyla ilgili somut bir ifade yer almadı. Şi’nin doları terk ederek, yuan üzerinden ticaret çabaları son dönemde arttı. Bunun önemli bir gerekçesi, Batı’nın Rusya’ya yönelik yaptırımlarının ileride (örneğin Tayvan’ı işgal etmesi durumundan) kendisine de uygulanabileceği endişesinden kaynaklanıyor. Şi’nin bu ziyaretinin Suudi Arabistan’da gördüğü ilgi ve varılan anlaşmalar kuşkusuz ABD’yi pek memnun etmedi. Şi’nin ziyaretiyle ilgili Beyaz Saray, “söz konusu ziyaretin Çin’in bölgede nüfuzunu artırmaya yönelik girişimlerine örnek teşkil ettiğini, ancak bunun ABD’nin Ortadoğu politikalarını değiştirmeyeceğine” ilişkin bir açıklama yaptı. ABD Ulusal Güvenlik Konseyi, Stratejik İletişim Koordinatörü John Kirby, Şi'nin dünyayı ve Ortadoğu’yu dolaşmasının “sürpriz olmadığını, ABD'nin, Çin'in dünyada etkisini artırmaya çalışması konusunda dikkatli olduğunu” söyledi.  Öte yandan, Suudi Arabistan’ın resmi açıklamasında, kutuplaşma kavramlarının fayda sağlamadığının altı çizilerek, konuya ilişkin çok kutuplu bir yaklaşım sergilendi. Ziyaretin ardından düzenlenen basın toplantısında konuşan Suudi Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Farhan Al Suud, Krallığın “tüm taraflarla iş birliğine odaklandığını” vurguladı. Covid-19 kısıtlamaları: Şi’nin pandemi konusunda ısrarla sürdürdüğü “sıfır tolerans” politikası, ekonomik ve toplumsal bakımdan büyük tahribatlara neden oldu.  Fabrikaların üretim faaliyetlerine uzun sürelerle ara vermeleri, dünya tedarik zincirine de büyük darbe vurdu. Bu durum karşısında birçok yabancı yatırım şirketi, ülkedeki üretim faaliyetlerini bölgedeki Vietnam ve Hindistan gibi diğer ülkelere kaydırmaya başladı.  Kapanmalar karşısında birçok uluslararası şirket, Çin’deki faaliyetlerinin aksamaması için işçileri kapanma süresince fabrika içinde yaşamaya ve çalışmaya zorlayarak, üretim faaliyetlerini sürdürmeye çalıştı. Bu işçileri rızaları dışında çalışmaya zorlama girişimleri, Apple’ın yerel üreteci firması Foxconn gibi şirketlerin fabrikalarında kitlesel işçi direnişleriyle karşılaştı.  Birçok büyük kentte uygulanan sert kapanma önlemleri, milyonlarca Çinlinin ekonomik gelirlerini sekteye uğratırken temel beslenme gibi birçok sosyal haklarından mahrum kalmalarına yol açtı. Önlemler, vatandaşların gıda alışverişi yapamayacak veya acil sağlık hizmetlerine erişemeyecek şekilde katı kısıtlamaları kapsıyordu. Bu durum karşısında çaresiz kalan yurttaşlar, çok sayıda kentte barikatları aşarak, kitlesel protestolar düzenlemesine yol açtı. Başlangıçta protestolar sert bir şekilde bastırılmaya çalışılsa da gösterilerin yayılmasının önüne geçilemedi.  Kitlesel direnişler ve protestolar, Çin Komünist Partisi liderliğinin bu yılın mayıs ayından bu yana uygulanan “sıfır tolerans” politikasından geri adım atmasına yol açtı. Sert önlemler gevşetildi. Yakın zamana kadar Çinli vatandaşların herhangi kamusal bir alana girmek için son 48 saat içinde Covid testi yapma zorunluğu vardı. Üç günlük kurumsal bir toplantı için bile her gün test zorunluğu dayatılabiliyordu. Her bir mahalle çitlerle çevriliyor ve mahalle sakinleri mahallelerini terk edebilmek için kurulan karakol tarzı kontrol merkezlerinde test yaptırmaları gerekiyordu.  Bu önlemler yakın zamanda gevşetildi. Testlerin sıklığı azaltıldı. Kitlesel test zorunluluğu okullar, hastaneler, huzurevleri ve ‘yüksek riskli işyerleriyle’ sınırlandırıldı. ‘Yüksek riskli yerler’ yeni uygulamaya göre tüm mahalleri kapsamaktan ziyade, virüs tespit edilen belirli binalarla sınırlandırıldı. Yeni uygulamaya göre, virüs kapan hastalar için şayet belirtiler hafif ise özel karantina tesisleri veya hastaneler yerine, kendi evlerinde karantinaya girmelerine izin verilmeye başlandı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali Nükleer savaş riski: Başta Putin olmak üzere Rus yetkililer, daha önce de Ukrayna’yı destekleyen ülkeleri nükleer saldırı ile tehdit etmişti. Ancak son dönemde söz konusu tehditleri bir üst boyuta taşıdıklarına tanık oluyoruz. Vladimir Putin, 9 Aralık’ta Kırgızistan’da gerçekleşen, bazı eski Sovyet bloğuna bağlı ülkelerden oluşan ittifakın toplantısında, Ukrayna konusunda Rusya’nın, ABD’nin “önleyici askeri saldırı konseptini” benimseyebileceğini ve “bunu yerine getirmek için yeterli silaha sahip olduklarını” ifade etti. Putin sözlerine şöyle devam etti: “Rusya zaten böyle bir saldırıyı gerçekleştirebilecek hipersonik silahlara sahip, ABD ise henüz bu tür silahları konuşlandırabilmiş değil. Ayrıca Rusya artık ABD'deki eşdeğerlerini geride bırakan seyir füzelerine de sahip.” Rus lider daha da ileri giderek, “Rusya'ya nükleer silahla saldırmaya cesaret eden herhangi bir ülke yer yüzünden silinecektir. Buna emin olabilirsiniz, erken uyarı sistemimizin herhangi bir füze saldırısı sinyali almasının hemen ardından yüzlerce füzemiz havada olacak. Böyle bir durumda düşmandan geriye hiçbir şey kalmayacak çünkü yüzlerce füzeyi engellemek imkansız. Bu elbette bir caydırıcılık - ciddi bir caydırıcılık,” tehdidinde bulundu. Savaşın eko-sistem ve biyo-çeşitlik üzerindeki tahribatları: Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve süren savaş, yol açtığı büyük insani trajedilerin yanı sıra, eko-sistem ve biyo-çeşitliliğe de büyük darbe vuruyor. Aslında doğa, askeri çatışmalar ve savaşlardan en fazla zarar gören yapıtaşlarından biri. Dünyada ordular, iklim değişikliğine yol açan sera gazlarını en fazla salan unsurların başında gelirken, bir yandan da sıcak savaşlar, gerçekleştiği topraklardaki eko-sistemler ve biyo-çeşitlilik üzerinde büyük tahribatlara yol açıyor. Ukrayna’daki savaşa ilişkin bu boyut pek gündeme gelmese de geçtiğimiz günlerde uluslararası medyada paylaşılan haberler bu realiteyi yansıtır nitelikteydi.  Bu yıl Ukrayna’da savaş bölgelerindeki tatlı suların birçoğunun mayınlanmış olması ve savaştan kaynaklı olarak sulak arazileri besleyen akar su yollarının tıkanmasının, her yıl beslenmek üzere bölgeye göç eden balıkçıl kuşların üremesine büyük bir darbe vurması bekleniyor. Bölgedeki doğa aktivistleri, özellikle Dalmaçya pelikanlarının göç ettiği ve yuva kurduğu sulak arazilere isabet etmiş en az 200 bomba tespit ettiklerini ve eskiden 1000-1500 civarında beyaz pelikanın göçlerle yuva kurduğu bölgede bu yıl sadece 300 pelikanın bulunduğunu ifade ediyor. Öte yandan son dönemde Karadeniz bölgesinde Ukrayna’nın yanı sıra Türkiye ve Bulgaristan gibi ülkelerin kıyılarında, patlamalardan kaynaklı yanıklar ve çeşitli yaralar tespit edilen çok sayıda yunusun ölü olarak kıyıya vurduğu gözlemleniyor. Savaş öncesi gerçekleştirilen kapsamlı bir araştırma, Karadeniz’de yaşayan yunus popülasyonunun 253 bin civarında olduğunu ortaya koymuştu. Ukrayna'daki Tuzly Lagonu Ulusal Doğal Park Araştırma Başkanı Ivan Rusev, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ettiği şubat ayından bu yana hayatını kaybeden yunus sayısının 5 binden fazla olduğunu belirtiyor. Araştırmacılar kitlesel yunus ölümlerinin çoğunun, Rus askeri gemilerin elektronik harp yöntemi olarak sonar kullanmasının yunusların sonik yön bulma algılarında sorun yaratması ve gürültü kirliliğinden kaynaklı olabileceğine işaret ediyor. Dünyada silahlanma yarışı artıyor Son yıllarda yaşanan ekonomik krizler, iklim değişikliğinin yarattığı doğayla ilgili küresel kriz, pandemi ve son olarak Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle birlikte ortaya çıkan enerji krizi gibi bir dizi küresel sorun ve bunlardan kaynaklı olarak küresel düzeyde yaşanan tedarik konusundaki sıkıntılara rağmen, dünyada 2015 yılından bu yana, yani son 7 yıldır silah satışlarında kesintisiz bir artış söz konusu. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) aralık ayında yayınlanan son raporuna göre, savunma sektöründeki en büyük 100 şirketin 2021 yılı içinde silah ve askeri hizmet satışları, bir önceki yıla göre yüzde 1,9 artışla 592 milyar dolara ulaştı.  SIPRI’nin her yıl yayınlanan, gerçekleştirilen satışlar bazında savunma sektöründeki en büyük 100 şirket sıralamasında, 2018 yılından bu yana listenin başındaki ilk beş sıra Amerikan şirketlerinden oluşuyor. Listedeki 100 şirket arasında toplam 40 ABD’li şirket, 2021 yılı içinde 299 milyar dolarlık silah satışıyla, 100 şirketin toplam satışlarının yüzde 51’ini gerçekleştirdi. Listede yer alan Çinli 8 şirketin dördü ise ilk 10 şirket arasında yer aldı. 100 şirket arasında yer alan Avrupalı şirketlerin sayısı ise 27. Listede Türkiye’den de Aselsan A.Ş. ve Türk Havacılık ve Uzay Sanayi A.Ş. (TUSAŞ) olmak üzere iki şirket yer alıyor.  Savunma şirketlerinin silah satışları artarken, ülkelerin silahlanma bütçeleri de hızla artmayı sürdürüyor. Danimarka dışındaki Avrupa Birliği ülkelerinin toplam savunma harcamaları 2021 yılında, bir önceki yıla göre yüzde 6 oranında artarak ilk kez 200 milyar doları aştı ve 214 milyar dolara ulaştı. 2022 yılında da Avrupa’daki silahlanmaya ayrılan bütçe paylarında büyük artışlar söz konusu. Almanya Başbakanı Olaf Scholz, bu yılın başında gerçekleşen Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısına tepki olarak, Alman ordusuna verilen mali desteğin artırılacağını ve ülkenin silahlı kuvvetlerinin modernizasyonu için 100 milyar euroluk ek bir fon ayrılacağını açıkladı.  Almanya’nın yanı sıra, Romanya 2022 yılın içinde savunma harcamalarını yüzde 14 artırdı. 2014 yılında düzenlenen NATO zirvesinde, üye ülkelerin savunma bütçelerini GSYİH’lerinin yüzde 2’si düzeyinde yükseltme hedefini o yıl sadece Birleşik Krallık ve Yunanistan gerçekleştirmişti. Bu sayı 2018 yılında beşe ve 2020 yılında ise dokuz Avrupa ülkesine yükseldi.  Bu yılın yaz aylarında yayınlanan NATO’nun bir öngörüsüne göre ise 2022 yılı içinde Hırvatistan, Estonya, Yunanistan, Letonya, Litvanya, Polonya, Slovakya ve Birleşik Krallık bu hedefi tutturacak; Romanya ve Fransa yüzde 0,1’den daha az bir sapma gösterirken, Türkiye ise yüzde 1,6 oranındaki bütçeyle hedefin altında kalacak. Öte yandan gerek Çin gerekse Rusya ile sınır sorunları yaşayan Japonya da son yıllarda savunma yatırımlarına hız veren ülkeler arasında başı çekiyor. Japon yetkililerin bu yıl aralık ayında yaptıkları açıklamalara göre, ülke 2023 yılından itibaren beş yıllık bir süreç boyunca savunma harcamalarına 295 ile 318 milyar dolar arasında bir bütçe ayırmayı planlıyor. Buna göre, bu yıl savunma bütçesini yüzde 1 düzeyine çıkarma çabasında olan Japonya, beş yılın sonunda bütçeyi yüzde 2 düzeyine çekmeyi planlıyor.  Avrupa’da bir başka savaş riski Sırbistan - Kosova gerginliği: Bu yılın şubat ayından bu yana Ukrayna’nın işgaline ilişkin şok dalgalarıyla boğuşmakta olan Avrupa ülkeleri, burunları dibinde bir başka savaş tehdidi altında. Aralık ayı başında Sırbistan Savunma Bakanı Milos Vucevic, ülkesiyle Kosova arasındaki gerginliğe ilişkin, “Bir kıvılcım her şeyi tutuşturmak ve istenmeyen bir yöne doğru hareket etmek için yeterli,” dedi. İki gün sonra ise bu kez, Kosova polisinin ülkenin kuzeyindeki mevcudiyetini artırmasına tepki gösteren Sırbistan Başbakanı Ana Brnabic, çıtayı biraz daha yükselterek, “Kosova Başbakanı Albin Kurti'nin hamleleri nedeniyle silahlı çatışmanın eşiğinde” olduklarını ifade etti. İki ülke arasındaki sorunlar, Kosova’nın eski Yugoslavya’nın dağılmasının ardından bağımsızlık mücadelesi vermesiyle başladı. Ancak Sırplar bu çabaları kanlı bir şekilde bastırmaya çalıştı. Sırplar, NATO güçlerinin 1999 yılının mart ile haziran ayları arasında Sırbistan’ı bombalamasının ardından Kosova’dan geri çekilmek zorunda kaldı. NATO, günümüzde halen 3700’ün üzerinde bir gücü Kosova topraklarında konuşlandırmış durumda. NATO’nun bu desteğini arkasına alan Kosova, 2008 yılında tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan ederek Sırbistan’dan ayrıldı. Günümüzde ABD, Birleşik Krallık ve 27 Avrupa birliği ülkesinden 22’si de dahil olmak üzere, Birleşmiş Milletlere üye 193 ülkeden 99’u Kosova’nın bağımsızlığını tanıyor. İki ülke arasında günümüzde yaşanan sorunların temelinde ülkedeki Sırp etnik azınlık ile Arnavutluk yanlısı hükümet arasındaki gerilim yatıyor. 1,8 milyon Kosovalının yüzde 92’si kendilerini Arnavut olarak tanımlarken, kendilerini Sırp olarak tanımlayanların genel nüfusa oranı ise yüzde 6 düzeyinde.  Savaş risklerini artıran güncel sorun ise Sırp azınlığın, yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde resmi olarak Sırbistan’ın verdiği araç plakalarını kullanmaya başlamasıyla tetiklendi. Bölgede yaşayan Sırp azınlık mensupları, Kosova’nın bağımsızlığını tanımadıkları için araçlarında Kosova plakalarını kullanmayı boykot ediyor. Birleşmiş Milletler Biyoçeşitlilik (COP15) Konferansı 7 Aralık’ta Kanada’nın Ottowa kentinde başlayan ve 19 Aralık tarihine kadar sürecek olan Birleşmiş Milletler Biyo-çeşitlilik Konferansı’nı birçok uzman, 6-20 Kasım tarihlerinde Mısır’da gerçekleşen COP27 toplantısından daha önemli olduğunun altını çiziyor. Sürmekte olan çeşitli çabalara karşın, küresel biyo-çeşitlilikteki gerileme gün geçtikçe daha da hızlanıyor. Bu gidişata bir dur demek ancak radikal önlemler alınması durumunda olanaklı olacak. Bu bağlamda konferans, tüm dünyada devletlerin geniş çaplı ve iddialı projelerle ve toplumlar ve biyo-çeşitlilik arasındaki ilişkileri radikal bir şekilde dönüştürmek üzere bir çerçeve eylem planı üzerinde anlaşma sağlamaları ve bu yönde önümüzdeki 10 yıl için hedefler saptamalarını amaçlıyor. Bilim insanlarının gerçekleştirdiği araştırmalar ve artan orandaki bilimsel kanıtlar, 66 milyon yıl önce dinozorların yok olduğu dönemden bu yana görülmemiş düzeyde türlerin kitlesel yok oluşuna işaret ediyor. Buna rağmen, BM’nin 2020 yılında yayınladığı bir rapora göre, konuyla ilgili daha önceki zirvelerde kararlaştırılan tek bir hedefe dahi ulaşılamadı. Yeryüzünün tarihinde son 540 milyon yıl içinde beş kez türlerin kitlesel yok oluşu yaşandı. Bazı bilim insanları günümüzde türlerin altıncı kitlesel yok oluşunun yaşanmakta olduğunu ileri sürüyor. Üstelik bu kez bundan önce gerçekleşen yok oluşlardan farklı olarak, bu yok oluş büyük oranda insan faaliyetlerinin sonucu olarak gerçekleşiyor.  ‘Türlerin kitlesel yok oluşu’ kavramı, bilimsel olarak yeryüzündeki tüm türlerin dörtte üçü veya daha fazlasının yok olması anlamında kullanılıyor. Bilim insanlarının tahminlerine göre, dünyada son 50 yıl içinde vahşi yaşam popülasyonlarının yüzde 69’unda azalma oldu. Meksika’da, UNAM Üniversitesi'nde ekolojist olan Dr. Ceballos, 2150 yılının sonunda tamamen kitlesel bir yok oluş sürecine gireceğimizi ve önümüzdeki iki yüzyıl içinde tüm bitki ve hayvanların yüzde 70'ini kaybedebileceğimizi düşünüyor. İsrail ve Filistin gerilimi Son dönemde İsrailli aşırı sağcı yerleşimcilerin Filistin’de işgal altında olan topraklarda Filistinli vatandaşlara yönelik saldırında ciddi artışlar yaşanıyor.  Middle East Monitor haber sitesinde yer alan bir habere göre, bazı İsrailli medya haber sitelerinde yer alan haberler ve bazı insan hakları gruplarının raporlarında, İsrail hükümet yetkililerinin yerleşimcilerin işgal altındaki topraklarda yürüttüğü Filistin karşıtı faaliyetleri teşvik ettiği öne sürülüyor. Haberde, İsrailli bir insan hakları sivil toplum kuruluşu olan B’Tselem'in konuya ilişkin görüşlerine de yer veriliyor. B’Tselem'e göre, “Yerleşimci şiddeti ve vandalizm, İsrail makamlarının desteğiyle gerçekleşiyor. Askerler bazen bu saldırılara katılırken, bazen de saldırıları müdahale etmeden izliyor. Polis ise olayları soruşturmak veya bunları önlemek veya durdurmaya yönelik önlemler almak için herhangi bir çaba sarf etmiyor.” Filistin Yönetimi’nin Cumhurbaşkanı Mahmut Abbas, konuyla ilgili 8 Aralık’ta yaptığı açıklamada, kendisinin silahlı bir direnişe karşı olduğunu ancak bu yaklaşımından yakında vazgeçebileceği uyarısında bulundu. Al Arabiya gazetesiyle yaptığı röportajda, “Silahlı Filistin Direnişini desteklemiyorum, ancak bu değişebilir. Değişebilir - yarın, ertesi gün veya başka bir zaman. Her şey değişebilir,” dedi. Abbas, sözlerine şöyle devam etti: “Filistin halkı patlayacak kadar eziliyor, eziliyor ve baskı altına alınıyor; Filistinlilerin sabrı taşırılıyor.”  Gerginlikler, geçen hafta içinde işgal altındaki Batı Şeria’da İsrailli güvenlik güçlerinin gerçekleştirdiği bir gece baskını sırasında, üç Filistinliyi öldürmesiyle birlikte tırmandı. Bunun ardından İsrailli güvenlik güçleriyle yerel Filistinliler arasında çıkan çatışmada, güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu en az on Filistinli yaralandı. Son ölümlerle birlikte İsrailli güvenlik güçlerinin bu yıl içinde işgal altındaki topraklarda öldürdüğü Filistinli sayısı 216’ya yükseldi.  Not: F. Levent Şensever tarafından derlenen “Dünyada Güncel Gelişmeler” serisini, bugünden itibaren haftalık olarak yayınlayacağız. 

Peru Devlet Başkanı Pedro Castillo'nun düşüşünün ardında ne var?

Büyük iş dünyası ve sağ, Castillo'nun hükümetini en başından beri yıkmaya çalıştı, Castillo'nun verdiği tavizler onları daha da cesaretlendirdi. Peru'nun yeni Devlet Başkanı Dina Boluarte, Pedro Castillo'nun yerini aldı. Büyük iş dünyası ve sağ partilerden oluşan koalisyon, hükümeti yıkmak için yaklaşık iki yıl süren bir kampanyanın ardından Peru Devlet Başkanı Pedro Castillo'yu görevden aldı. "Anayasal düzeni ihlal etmekle" suçlanan Castillo Çarşamba akşamı görevinden alındı ve tutuklandı. Castillo birkaç saat önce "hukukun üstünlüğünü ve demokrasiyi yeniden tesis etmeyi amaçlayan bir acil durum hükümeti kuracağını" açıklamıştı. Sağcı Kongre'nin feshedilmesi, yeni seçimlerin yapılması ve yeni bir anayasa hazırlanması çağrısında bulundu. Bu, patronlara verdiği tavizler ve işçi sınıfına yönelik saldırıları nedeniyle yanlızlaşması sonrası, yeni bir görevden alma oylamasından kaçınma girişimiydi. Castillo, Haziran 2021'de sağcı Keiko Fujimori'ye karşı yapılan başkanlık seçimini az bir farkla kazandı. Kendini Marksist ve sosyal demokrat olarak tanımlayanları da içeren geniş bir parti olan Özgür Peru'nun adayı olan Castillo, "Zengin bir ülkede daha fazla yoksul insan olmayacak" vaadinde bulunmuştu. Castillo'nun ülkenin dev madencilik şirketlerinin daha fazla kontrol altına alınması gibi ılımlı reformları, patronlar ve zenginler için fazla geldi. İşçilerin, yoksulların ve yerli grupların daha ileri gitmek isteyeceklerinden korkuyorlardı. Ancak egemen sınıfların saldırısı karşısında Castillo'nun stratejisi patronları yatıştırmak oldu. Göreve gelmesinin üzerinden üç ay geçmeden yaptığı bir değişiklikle solcuları tasfiye etti. Kendini Marksist olarak tanımlayan Guido Bellido'nun Camisea gaz şirketini daha yüksek vergiler ödemesi veya kamulaştırmayla karşı karşıya kalması konusunda uyarmasının ardından, Guido Bellido'yu başbakanlık görevinden aldı. Castillo, Peru'nun güçlü bakır patronlarını yatıştırmak için Madencilik Bakanlığını işadamı Eduardo Gonzales'e verdi, Çalışma Bakanı Iber Maravi'yi görevden aldı. "Popüler bir piyasa ekonomisi" vaat eden Pedro Francke Maliye Bakanı olarak atandı, yabancı yatırımcılar için ülkenin çekim merkezi olması yarışı başlatıldı. Francke daha önce ABD'nin liberal kapitalist dünya düzenini ve serbest piyasa politikalarını destekleyen kilit bir kurum olan Dünya Bankası'nda çalışmıştı. Castillo bu hamleyi "yönetilebilirlik adına", yani Peru devletini sermayeye meydan okumadan yönetebileceğini kanıtlamak için yaptığını söyledi. Ancak patronlar hala Castillo'dan kurtulmak istiyordu, bu yüzden daha fazla taviz verildi. Ağustos ayında Castillo serbest piyasacı ve eski Merkez Bankacısı Kurt Burneo'yu Maliye Bakanı olarak atadı. Eylül ayında maden patronlarının konferansında yaptığı konuşmanın ardından patronlar başkanı kutladı. Southern Copper Corporation'ın mali işler müdürü Raul Jacob, vergi artışlarının olmamasının "çok iyi bir haber" olduğunu söyledi. "Hükümetin bazı politikalarında daha fazla sağduyu görüyoruz" dedi. Castillo seçim kampanyası sırasında sıradan insanlara verdiği sözleri yerine getiremedi. Sağcı Kongre ve patronlarla mücadele etmek için sokaklarda ve işyerlerinde işçi sınıfının gücünü harekete geçirmeye çalışmadı. Bunun yerine, yıl boyunca artan akaryakıt fiyatlarına ve zamlanan diğer temel ihtiyaçlara karşı düzenlenen protestoları bastırdı. Nisan ayında -polis dört göstericiyi vurarak öldürdükten sonra- Castillo olağanüstü hal ilan etti ve göstericileri bastırmak için federal polis gücünü artırdı. Ancak 24 saat içinde geri adım atmak zorunda kaldı. Castillo'ya oy veren binlerce kişi onu protesto etti. Ayacucho bölgesinde insanlar, Castillo'nun bölgedeki çevreye zarar veren madenleri kapatma anlaşmasına uymasını talep etmek için yolları kapattı. Daha geçen ay kamyoncular ve çiftçiler artan yakıt fiyatları ve gübre sıkıntısına karşı Peru genelinde yollara barikatlar kurdular. Castillo'nun başkan olarak ilk icraatlarından biri Bellido'yu Chumbivilcas eyaletine göndermek oldu. Bu, Çinli madencilik konsorsiyumu MMG Las Bambas'a karşı yapılan büyük bir grevi sona erdirme çabasıydı. Bu aynı zamanda Castillo'nun solunda yer alanların stratejisinin sınırlarını da ortaya koydu. Tüm bunlar Castillo'yu sağdan gelen saldırılara karşı koruyabilecek kitlesel bir tabandan yoksun bıraktı. Böylece, eski başkan savunmasız ve izole edilmişken, sağ Castillo'yu devirme imkânını gördü. Başkan Yardımcısı Dina Boluarte Çarşamba akşamı yemin ederek başkanlık görevine başladı. Boluarte’nin, kısa bir süre önce Özgür Peru'nun ideolojisini hiçbir zaman benimsemediğini belirterek partiden ayrıldığı düşünüldüğünde, sağ için daha kabul edilebilir bir yönetici olduğu ortada. Castillo'nun düşüşünden çıkarılacak ders, büyük şirketlerin gücüne karşı kazanmanın imkânsız olduğu değildir. Bu, "reformizmin" sınırlarını ortaya koymaktadır. Peru’dan yenilen, “seçimlere odaklanarak ve kapitalist çıkarları korumak için var olan devlet kurumları aracılığıyla çalışarak gerçek değişimler yaratabileceğimiz” fikridir. Peru'da umut, işçi sınıfının sokaklarda ve en önemlisi işyerlerinde harekete geçmesinde yatıyor. Sıradan insanların patronların kârlarına darbe vuracak, devletlerine meydan okuyacak ve sistemi parçalayacak toplumsal güce sahip olduğu yer burasıdır.

İran'daki protestolarda ilk idam

İran'daki baskıcı rejim, Mahsa Amini protestolarına katılan Muhsin Şikari'ye verdiği ölüm cezasını infaz etti. 10 Kasım'da yapılan yargılamanın bir tiyatroya benzediği söyleniyor.  Şikari, Tahran'daki protestolar sırasında bir yolu kapatmak ve paramiliter Besic güçlerine mensup bir saldırganı bıçaklamakla suçlandı. Devrim Mahkemesi tarafından "Allaha karşı düşmanlık" suçundan idama mahkum edildi. Muhsin Şikari'nin bir kahvecide çalıştığı bildirildi. Genç bir emekçi, mollalar rejimini korkuyla ayakta tutmaya çalışan Ali Hamaney ve İran elitleri tarafından halka gözdağı vermek amacıyla asıldı. 16 Eylül'de başlayan protestolara katılan 11 kişi hakkında idam kararı verilmiş durumda. İnsan Hakları Aktivistleri Haber Ajansı verilerine göre, bugüne kadar en az 475 kişi hayatını kaybetti, 18 bin 240 kişi de gözaltına alındı.

Geri 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 İleri

Bültene kayıt ol