'Suriye halkının omuzlarından devasa bir yük kalktı'

Sudan'da, devrimin yıldönümünde kitlesel protestolar

Askeri rejimi devirmek için direniş devam ediyor. Göstericiler pazartesi günü, diktatör Ömer el-Beşir'i deviren isyanın başlamasının dördüncü yıldönümünde Sudan genelinde sokaklara döküldü. Göstericiler aynı zamanda, askeri rejim karşıtı direnişi sona erdirmek için liberaller ve emperyalistler tarafından dayatılan sahte anlaşmayı da reddediyorlar. Protestolar son birkaç ayın en büyük gösterileriydi ve muhalefetin direncini göstermekteydi. Polis ve askerler başkent Hartum ve komşu Omdurman kentlerindeki protestolara ses bombaları ve biber gazıyla karşılık verdi. Ancak protestocuların yürüyüşünü durduramadılar, öfkeli eylemler başkanlık sarayının yakınlarına kadar ulaştı. Orada polis zırhlı araçlarla eylemcilerin yolunu kesti ve ardından onları sokaklarda kovaladı. Diğer protestolar Port Sudan, Atbarah, El-Gadarif, Kuzey ve Güney Kurdufan ve diğer birçok bölgede gerçekleşti. Hareket büyük zorluklarla karşı karşıya. Ordu ile Forces for Freedom and Change-Central Council (Özgürlük ve Değişim Güçleri-Merkez Konseyi) öncülüğünde muhalefetin bir bölümü 5 Aralık'ta ana hatlarıyla bir anlaşma üzerinde anlaştı. Anlaşma iki yıl içinde sivil bir hükümet kurulmasını ve seçimlerin düzenlenmesini öngörüyor. Ancak rejim lideri Abdülfettah El Burhan gerçek niyetinin ne olduğunu açıkça ortaya koydu. Ülkenin kuzeyindeki El-Maquil askeri üssünde askerlere hitaben bir konuşma yapan El-Burhan, askeri yapıyı dizginleyecek hiçbir şeyi kabul etmeyeceğini yineledi. "Politikacıların askeri reform hakkında söylediklerine kulak asmayın. Hiç kimse ordunun işlerine karışamaz" diyen El-Burhan, Sudan resmi haber ajansı Suna tarafından yayınlanan bir videoda askerlerine seslendi. Sözlerine şöyle devam etti: "İnsanlar bir uzlaşma olduğunu duyuyor. Ortada bir uzlaşma yok; bizim, yani ordunun ikna olduğu noktaları içeren bir anlaşma söz konusu. Bu yüzden bunu onayladık ve gerçeğe dönüşene kadar da destekleyeceğiz". Açıkça yanlış olan bu anlaşma, generallerin büyük ekonomik güçlerini koruyacakları ve sıradan insanların demokratik karar alma sürecinden dışlanacakları anlamına geliyor. Buna ek olarak, ordu için hiçbir hesap verebilirlik olmayacak. Buna 3 Haziran 2019'da en az 186 kişinin katledilmesi ve bu yıl öldürülen 120'den fazla kişi de dâhil. Anlaşma, Birleşmiş Milletler öncülüğünde ve İngiltere, ABD ve Suudi Arabistan'ın desteğiyle yürütülen bir sürecin sonucu. Pazartesi günü eylemciler, sokaklarda bu anlaşmayı reddettiler. Hartum Eyaleti halk direniş komitelerinin koordinasyonu, "Ülkemizin isyancıları olarak orduyu devirmek için mücadelemizi sürdürüyor ve bu konudaki kararlılığımızdan vaz geçmiyoruz. Katillerle hiçbir müzakere, hiçbir ortaklık ve hiçbir pazarlık yapmama konusunda birleşmiş durumdayız” diyor. "El-Beşir'in devrilmesiyle sona eren zorlu ve uzun bir süreç olduğunu aklımızdan çıkarmıyoruz, generallerin de devrileceği güne kadar aynı umuda, kararlılığa ve sebata sahibiz. Gün gelecek, halkın gücünden başka güç yok diyebileceğiz." 19 Aralık Beşir'e karşı başlatılan isyanın yıldönümü, aynı zamanda 1955 yılında Sudan parlamentosunun İngiltere'den bağımsızlığını ilan ettiği tarih. Hareket, kitlesel gösteriler, grevler ve oturma eylemlerinin neticesinde 2019'da Beşir'i devirdi. Daha sonra ise diktatörün gittiği fakat onu destekleyen generallerin ve iş adamlarının kaldığı gerçeğiyle yüzleşti. Bunu da orduya karşı üç buçuk yıl süren mücadele izledi. Direniş o kadar güçlüydü ki Ağustos 2019'da ordu, muhalefetin bazı kesimleriyle iktidarı paylaşma ve ardından sivil yönetime geçme konusunda bir anlaşma yaptı. Tahmin edilebileceği üzere Abdülfettah el-Burhan liderliğindeki ordu kenara çekilmek bir yana Ekim 2021'de bir darbe tezgâhladı. Bu ise cesur sokak protestolarının yeni bir aşamaya geçmesine yol açtı. Generaller direnişi ezemedi fakat direniş de darbe rejimini yıkamayı başaramadı. 5 Aralık anlaşması, direnişin "uluslararası topluma" veya orduyla uzlaşmak isteyenlere olan güveninden vazgeçmesi gerektiğini gösteriyor. Darbe karşıtı güçler daha militan hale gelmeli ve El-Burhan ile generallerin alternatifi olacak bir güç merkezi oluşturmalıdır. Kitlesel eylemlerle ilişkili ülke çapında gerçekleşecek grevler, direniş komitelerinin kontrolü ellerine alabilmelerinin bir yolu olabilir. Özgürlük ve Değişim Güçleri gibi liberal darbe karşıtı gruplar ileriye dönük bir çözüm öneremiyor, direnişi ana akım yöntemlerin ve elit anlaşmalarının sınırları içinde tutmaya çalışıyorlar. Devrimin çizelgesi Aralık 2018: Ekmek ve diğer temel ürünlerin fiyatlarının üç katına çıkması protestolara yol açtı. Protestolar kısa sürede, askeri darbeden bu yana 30 yıldır ülkeyi yöneten Ömer el-Beşir rejimine karşı siyasi bir isyana dönüştü. Baskılara rağmen protestolar sonraki üç ay boyunca büyüdü. Nisan 2019: Protestocular Hartum'daki bir yürüyüşün sonunda askeri karargahın çevresindeki alanı işgal ederek süresiz oturma eylemine başladılar. Kendilerini saldırılardan korumak için barikatlar kurdular, yiyecek, su ve güvenlik sağladılar, kültürel projeler başlattılar ve tartışmalar düzenlediler. Bu örnek diğer bazı şehirlere de yayıldı. Ve işçiler sadece bireysel olarak değil, işyerlerinden örgütlü gruplar halinde protestolara başladılar. 11 Nisan 2019: Protestoların büyüklüğünden korkan askeri liderler Beşir'in görevden alındığını duyurdu. Ancak ordu yönetimde kalmaya devam etti. Protestolar ve oturma eylemleri devam etti ve 28-29 Mayıs'ta işçiler güçlü bir genel grev düzenlediler. 3 Haziran 2019: Hızlı Destek Kuvvetleri’nin paramiliterleri öncülüğündeki askeri konsey güçleri Hartum'daki oturma eylemine saldırdı ve en az 110 kişiyi öldürdü. Buna rağmen protestolar ve grevler devam etti. Ağustos 2019: Orduyu süpürmek için protestoları geliştirmek yerine bir anlaşmayla demokrasi yanlıları ve ordu arasında "güç paylaşımı" yapıldı. Ekim 2019: Değişimin yavaş ilerlemesine ve ekonomik zorluklara öfkelenen çok sayıda insan sokaklara döküldü. Temmuz 2020: Bir milyon kadar insan "devrim rotasını düzeltmek için" yürüyüşe geçti. Ekim 2021: Geçiş dönemi anlaşması ordunun kenara çekilmesi gerektiğini söylüyordu fakat ordu iktidarda kalabilmek için bir darbe düzenledi ve anında sokak protestoları ile karşılaştı. 6 Kasım 2021: Sudan genelinde bir milyon kişi orduya karşı gösteri düzenledi. Yolları kapattılar ve askeri idareyi kabul etmeyeceklerini açıkça belirttiler. 21 Kasım 2021: Devrik sivil Başbakan Abdullah Hamduk, geçiş dönemi için teknokratlardan oluşan bir hükümete liderlik etmek üzere general Abdülfettah el-Burhan ile anlaştı. Darbe karşıtı muhalefetin çoğu bu hamleyi, ordu fiilen görevde kalırken değişim görüntüsü vermek için tasarlanmış bir düzmece olarak kınadı. 2 Ocak 2022: Devam eden kitlesel sokak protestoları Hamduk'u istifaya zorladı. Birleşmiş Milletler ve Batılı güçler sokaktaki halk ile generaller arasında bir uzlaşma arayışını sürdürmekte. Dayanışma hakkında güncellemeler menasolidaritynetwork.com adresinde Charlie Kimber Çeviren: A. Deniz Sorucu

Lula göreve başlamadan önce

Brezilya’da Ekim ayındaki seçimleri kazanan solcu lider Lula da Silva 1 Ocak’ta göreve başlayacak. Fakat Bolsonaro ve darbe yanlısı fanatiklerin Lula karşıtı kamplarda sergiledikleri nefret yüklü eylemler de sürüyor. Bolsonaro yanlıları 30 Ekim’de gerçekleşen seçimlerde Lula taraftarlarının oyları çaldığını iddia etmiş ve orduyu göreve çağırmıştı. Ordu yetkilileri ise hiçbir delile dayanmayan böyle suçlamalar nedeniyle devreye giremeyeceklerini ilan etmişlerdi. Bolsonaro yüzde 49.1 oy almışken, Lula yüzde 50.9 oy almıştı.  Brezilya’dasiyasal süreci yakından izleyenlerin vurguladığı gibi Lula ortasından bölünmüş bir siyasal ortamı devralacak. Bolsonaro’nun aşırı sağcı fanatikleri açısından Lula’nın politikalarına ikna olmak gibi bir durum söz konusu değil. Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nden yetkilielrin söylediği gibi Lula ne yapmaya karar verirse versin Bolsonaro taraftarlarının bir kısmı saldırgan davranmaya devam edecek. Bolsonarocular gerilimi tırmandırıyor Lula göreve başlamadan önce geçtiğimiz hafta Brezilya’da bir dizi şiddet olayı patlak verdi. Lula’yı açıkça tehdit eden bir Bolsonarocu fanatik tutuklandı. Başkentte bu tutuklamayı protesto etmek isteyen sağcılar federal polis binasına görmeye çalıştılar ve polisle çatıştılar. Bolsonaro’nun tüm bu gelişmelere tepkisi, “istemem arka cebime koy” şeklinde özetlenebilir. Seçimi kaybettikten sonra Trump da aynı tutumu almış ve Kongre baskınıyla hiçbir alakası yokmuş gibi davranmıştı. Fakat Bolsonaro son günlerde oyunu daha açıktan oynamaya karar verdi. Geçtiğimiz hafta seçimi kaybettikten sonra içine girdiği derin sessizliği bozarak ruhunun incindiğini ve Brezilya’da ordunun “sosyalizmin önündeki son engel” olduğunu söyleyerek orduya özgürlüklerin korunmasının sorumlusu olduğunu hatırlattı.  Bu, yapılmış en dolaylı darbe çağrısı olarak kayıtlara şimdiden geçti. Sosyal medyada Bolsonaro’nun “bir çok kutumu yok etti”ğini yazan Lula, 1 Ocak’tan itibaren düşük gelirliler için toplu konut desteği ve genel sağlık sistemine yatırım yapılacağını ilan etti. Önümüzdeki günlerde Bolsonaro yanlıları sokaklarda seferber olmaya çalışacak. Bolsonaro’nun destekçileri Lula göreve başlasa bile hareketlerinin sona ermeyeceğini ilan ediyorlar. Brezilya’da yüksek mahkemenin polisin ülke çapında bir anda türeyen düzinelerce Bolsonaro yanlısı kampın kimler tarafından finanse edildiğini soruşturmasını talep ettiği açıklandı.

Fransa'da ırkçılık karşıtları, yeni ırkçı yasalara karşı sokaklara döküldü

Protestoların düzenlenmesinde merkezi rol oynayan Fransız sosyalist Denis Godard anlatıyor. Binlerce ırkçılık karşıtı, bu hafta sonu Fransa genelinde 50'den fazla gösteri düzenleyerek yeni ırkçı yasaları ve aşırı sağ ile faşistlerin yükselişini protesto etti. Protestolar, sistematik devlet ırkçılığı ve Marine Le Pen'in faşist National Rally'si ile doldurulmuş bir siyasi iklimde önemli bir direniş işareti oldu. Paris'te Pazar günü, çoğu insanın tahmin ettiğinden daha fazla sayıda kişi sokaklara çıktı. Göçmen işçi grupları ön saflardaydı. Büyük bir kortej olarak "kayıtsız işçilere özgürlük, kötü koşullarda yaşayanlara özgürlük, mültecilere özgürlük" sloganları attılar. İşçiler yemek, inşaat, temizlik ve çocuk bakımı sektörlerinde karılaştıkları acımasız sömürüyü kınadılar. Haklarından mahrum bırakılıyorlar, sürekli sınır dışı edilme ve devlet saldırısı tehdidiyle karşı karşıyalar. Yürüyüşte, 2016 yılında Adama Traore gibi polis tarafından katledilenler de anıldı. Protesto hükümete, ırkçı yasalara ve Le Pen'e duyulan öfkenin yanı sıra emperyalizme ve göçmen işçileri istismar eden patronlara duyulan öfkeyi de gösterdi. Perpignan, Poitiers, Toulouse, Besançon, Bordeaux, Le Mans, Lille, Marseille, Menton, Montpellier, Nantes ve Nice gibi şehirlerde de eylemler düzenlendi. Dayanışma Yürüyüşünün organizatörleri, "Bugün İçişleri Bakanı Gerald Darmanin'in temsil ettiği dünya, köken, ten rengi, milliyet ve din temelinde avlıyor, saldırıyor, öldürüyor, sınır dışı ediyor, ayrımcılık yapıyor, aşırı biçimde sömürüyor ve bölüyor” dedi. "Dayanışmayı kıran bu dünya aynı zamanda gezegeni de yok ediyor, tüm eşitsizlikleri geliştiriyor ve bütün haklarımıza saldırıyor. Bu dünya savaş ve faşizme dayanmakta. Biz ise diyoruz ki birimiz ayrımcılığa uğradığında, aşağılandığında, bastırıldığında, sömürüldüğünde eğer karşılık vermezsek tüm mücadelelerimiz zayıflar." Denis Godard, protestoların örgütlenmesinde merkezi rol oynayan bir sosyalist ve ırkçılık karşıtı. Socialist Worker'a şunları söylüyor: "On yılı aşkın bir süre önce bu düzeyde bir protestoyu oluşturabilecek süreci başlattık. Bu süreç, Birleşmiş Milletler'in uluslararası göçmenler günü olan 18 Aralık'ta göçmen hakları için bazı gösterilerle başladı.” "Bu yılki gösteriler, yeni ve ırkçı göçmen karşıtı yasayı durdurmaya yönelik bir kampanyanın başlangıcını oluşturuyor. Hükümet bu yasayı önümüzdeki Mart ya da Nisan ayında yürürlüğe koymak istiyor.” "Yasa, Darmanin ve başkan Emmanuel Macron'un 'yabancıları' 'suçlularla' bir tutan ırkçı açıklamalarıyla desteklendi. Tüm bu proje Fransız toplumunda ırkçılığı körüklüyor, faşistlere daha fazla güven ve meşruiyet kazandırıyor.” "Çarşamba gecesi birçok büyük şehirde faşist gruplar, Fas ve Fransa arasında oynanan Dünya Kupası maçının ardından sokaklara dökülen Arap gençlerine saldırdı. Montpellier'de 14 yaşında genç bir Arap, araba çarpması sonucunda hayatını kaybetti." "Yeni yasa, hükümetin genel olarak yoksullara ve işçilere karşı yürüttüğü mantığın bir parçasıdır. Çok kötü çalışma koşullarına ve düşük ücretlere sahip sektörlerdeki küçük bir grup kağıtsız işçiyi düzenli hale getirmeyi planlıyor. Bu, kötü çalışma koşullarını normalleştirebilmenin bir yoludur.” "Niyet, bu uygulamaların daha sonra genelleştirilebilmesidir. Bu, aynı zamanda planlanan işçi sınıfının emekli maaşlarına yönelik saldırının arkasındaki mantıkla da aynıdır.” "18 Aralık gösterileri başlıca ulusal sendikalar olan CGT, Solidaires ve FSU tarafından da desteklenmiş ve yeni göç yasasına karşı ortak bir açıklama yapılmıştır. Emekli maaşlarına yönelik saldırıya karşı mücadelelerindeki kararlılıklarını zaten açıklamışlardı. Ancak sendikaların, eylemlerin inşasına aktif katılımı çok düşüktü.” "Bu hafta sonu sokaklara dökülenler, gelecek hafta ve aylardaki mücadelelerin başlangıç noktası olacaklardır. Önemli olan, ırkçılık karşıtı mücadele, göç yasasına karşı mücadele ve emekli maaşlarını savunma mücadelesi arasında kurulabilecek ilişkiler olacaktır.” "Ücretler ve emekli maaşları konusundaki mücadelede ırkçılığa ve faşizme karşı mücadeleyi küçümsemek feci bir hata olur. Hükümetin küresel bir aklı var. Onu yenmek için bizim de küresel bir akla ve harekete ihtiyacımız var." Çeviren: A. Deniz Sorucu

Xi Jinping’in sıfır Covid politikası çökerken

Çin’de devlet Başkanı Xi Jinping, sıfır Covid politikalarıan karşı başlayan eylem dalgası karşısında sessizliğini koruyor. Yaklaşık üç yıldır kendisini virüse karşı “Halk savaşının başkomutanı” olmakla ve hastalığa karşı insanları ve yaşamı öne çıkartmakla öven Jinping Covid’le mücadelede önerdiği sıra dışı baskı politikalarını ve Çin’in zaten otoriter olan rejiminin daha da otoriterleşmesini övüyordu. Fakat Çin’de sıfır Covid politikalarına ve devlet şiddetine dur diyen insanların eylemi bir anda yayılmaya başladı. Kasım ayının sonunda finans merkezi Şangay’da bir araya gelen protestocular  “Geri çekil, Xi Pinging!” sloganları atıyorlardı. Bir apartmanda çıkan yangına Covid önlemleri nedeniyle itfaiyenin müdahalesinin zorlaşması göstericilerin öfkelenme nedenlerinden birisiydi. Yangında ölen 10 kişinin yazını tutmak için düzenlenen gösteriler Şangay’da, Pekin’de Covid önlemlerini gururla dayatan devlet yetkililerini şaşırtarak tamamlandı. Şangay’da 25 milyon kişi zaten ilkbahar aylarında bir tecrite maruz kalmışlardı. Sıfır Covid politikası bu ndenle gözlerden kaçamayacak bir etkiye sahip olan eylemlere neden oldu. Kasım ayının sonundaki bu türden gösterilere yönelik saldırılar eylemlerin Pekin, Chengdu, Guangzhou ve Wuhan’a sıçramasına neden oldu. Çin’de rejim tepkiler karşısında Covid tedbirlerini esnetmek zorunda kaldı. Üç yıldır salgına karşı liderliğini övenlerin bir anda her vatandaşın “kendi sağlığından sorumlu” olduğu ve başının çaresine bakmak zorunda olduğu politikasına dönüş yaptı.  Devlet Başkanı Jinping ise politika değişikliği  konusunda hâlâ bir açıklama yapmış değil.

Dünyada Güncel Gelişmeler

Derleyen: F. Levent Şensever Biden’ın Afrika Zirvesi ABD Başkanı Joe Biden, geçtiğimiz hafta Barack Obama’nın sekiz yıl önce düzenlemiş olduğu ‘Afrika Zirvesi’nin ikincisini düzenledi. Washington’da düzenlenen zirveye 49 Afrikalı lider katıldı. Biden Afrikalı liderlere hitap ettiği konuşmasında, “ABD, Afrika’nın geleceğinde her şeyiyle var,” dedi. Afrika kıtasıyla “Serbest Ticaret Alanı Mutabakatı” imzalayacaklarını açıklayan Biden, ABD Kongresi’nin dış yardımlar fonundan 500 milyon dolar kaynak ayıracaklarını ve çeşitli projeler için de 370 milyon dolar düzeyinde yatırım gerçekleştireceklerini belirtti. Zirvenin temel amacı, kıtada uzun yıllardır büyük projelere yatırım yapan Çin’in bölgedeki etkisini azaltmak olduğu açık. Ancak Biden’ın Afrikalı liderleri ikna etmesi kolay olmayacak. Zira kıta liderlerin çoğu, ABD tarafından daha önce birçok kez aldatılmış olduklarını düşünüyor. Obama’nın 2014 yılında düzenlediği zirvede verilen kıta ülkelerini destekleme vaatleri yerine getirilmediği gibi, aksine, Obama yönetimi AIDS ile mücadele için ayrılan fon kaynağını ve dış yardım desteklerini azaltmıştı. Çin, Sahara altı bölgedeki ülkelerin bir numaralı ticaret ortağı konumunda. Bunun dışında, son yirmi yıldır yollar ve limanlar gibi birçok büyük çaplı altyapı projeleri de gerçekleştirirken, bölge ülkelerine yaptığı dış yardımların miktarını da düzenli olarak artırıyor. Bu girişimlerin sonucu Çin’in bölgede siyasi etkisi önemli ölçüde arttı. Örneğin, geçtiğimiz eylül ayında Birleşmiş Milletler’de Çin’in Doğu Türkistan’da “İnsanlığa karşı suç işlemiş” olduğuna dair suçlamalara ilişkin, Çin tarafından söz konusu suçlamaların bir “dezenformasyon” olduğuna dair sunulan önergeyi destekleyen 28 ülkenin yaklaşık yarısı Afrika ülkelerinden oluşuyordu. Biden’ın zirvede attığı en anlamlı adım, Afrikalı kölelerin soyundan gelen Afro-Amerikalı temsilcilerin de bulunduğu bir yemek sırasında, Afrikalı liderlere hitaben, ülkesinin köle ticareti sırasında gerçekleştirdiği “tasavvur edilemeyecek düzeydeki zalimliklerinden” dolayı özür dilemiş olmasıydı. Biden, konuşmasında bunu “Ulusunun işlediği ilk günah” olarak tanımladı. Her ne kadar bu sözleri çok anlamlı olsa da Biden’ın unuttuğu ya da hatırlamak istemediği “ilk günah,” aslında ABD’nin kuruluş döneminde, Kuzey Amerika kıtasının ilk yerleşimcileri olan yerli halklara karşı gerçekleştirdikleri soykırım olmuştu. Afrika’dan kaçırılan kölelerin ABD’ye getirilerek, plantasyonlarda çalıştırılmaları ilk 1619 yılında başlamış ve köle sahiplerinin desteklediği 11 eyaletten oluşan Konfederasyon ile Birlik üyesi eyaletler arasında gerçekleşen iç savaş sonrası sona ermişti. Savaşın galibi Birlik üyesi eyaletlerin hazırladığı yeni anayasaya eklenen 13’üncü maddeyle, ülkede 1865 yılının aralık ayında kölelik feshedilmişti. Bununla birlikte Afrika kökenli Amerikalılara yönelik oluşturulan kurumsal ırkçı altyapı, günümüzde halen birçok eyalette varlığını sürdürüyor.  Avrupa Parlamentosu yolsuzluk skandallarıyla çalkanıyor Rüşvet skandalı: Temel özgürlükler, insan hakları, demokrasi ve yolsuzluklara karşı mücadele gibi konularda tüm dünyaya örnek teşkil etme iddiasındaki Avrupa Birliği ülkelerinin ortak parlamentosu, geçtiğimiz günlerde yolsuzluk iddialarıyla çalkalandı. Avrupa’nın başkenti konumundaki Brüksel’de Belçika güvenlik güçlerinin ortaya çıkardığı, Katar’la ilişkili rüşvet suçlamaları, Avrupa Parlamentosu’nun (AP) en düzey yetkililerine kadar sıçradı. Soruşturmalar bir yandan bazı milletvekilleri ve bürokratlarına yönelik AP’nin ekonomik ve siyasi kararlarını etkilemeye yönelik girişimlere yönelik sürerken, bu konuda Katar’ın Avrupa Birliği’yle ilişkilerinde AB’ye vizesiz seyahat gibi ayrıcalıklar elde etmesine yönelik dağıtılan rüşvet iddialarını da kapsıyor. Söz konusu suçlamalar, Parlamento’nun tarihindeki en büyük skandal olarak nitelendiriliyor. Hakkında soruşturma yapılanlar arasında Parlamento’nun Başkan yardımcılarından biri olan Yunanistan milletvekili Eva Kaili de bulunuyor. Belçika savcılık makamının yaptığı açıklamaya göre, federal adli polis, birkaç aydır Katar’ın Parlamento’nun ekonomik ve siyasi kararlarını etkilemek üzere girişimlerde bulunduğundan kuşkulanmakta ve bu amaçla Parlamento’da stratejik pozisyonlardaki bürokratlar ve milletvekilline yönelik büyük miktarlarda rüşvetler döndüğünden şüphelenmekteydi. Soruşturma çerçevesinde evlere ve ofislere yapılan baskınlarda 1,5 milyon euro nakit para ele geçirildi. Evinde 150 bin euro nakit para bulunan ve skandalda adı öne çıkan Kaili, Parlamento’da yapılan oylamada bire karşı 625 oyla başkan yardımcılığı görevinden alındı. Şüpheliler, suç örgütüne katılmak, para aklama ve yolsuzluk suçlamalarıyla karşı karşıya. Mültecilere yönelik hukuk dışı uygulamalar: AP’ye yönelik skandallar bununla sınırlı değil. Avrupa Parlamentosu Sol Blok milletvekilleri, geçtiğimiz günlerde Avrupa Birliği’nin sınırlarında mültecilere yönelik hukuk dışı uygulamalara dair belgeler ve gözlemleri içeren 3 bin sayfadan oluşan bir raporu parlamentoya sundu. Dört bölümden oluşan rapor, binden fazla tanığın ifadelerine yer veriyor. Rapor, dövülerek, tekmelenerek, aşağılanarak ve keyfi olarak tutuklanarak, ardından yasa dışı bir şekilde AB sınırlarının dışına itilen 25 bine yakın mülteci hakkındaki belgeleri içeriyor.   AB’nin sınırlarında gerçekleşen bu hukuksuz uygulamalara ilişkin belgeler, AB üyesi 15 ülkeyi kapsıyor. Konuyla ilgili yapılan açıklamada, “Bu raporda belgelenen çok sayıda dehşet verici vaka, Avrupa sınırlarında geri itmelerin sistematik doğası hakkında hiçbir şüpheye yer bırakmıyor. Bunlar, ‘birkaç çürük elmanın’ neden olduğu münferit olaylar değil; söz konusu şiddet, işkence ve aşağılamalar katlanarak büyümekle kalmayıp, aynı zamanda normalleştirilen “çürümüş bir meyve bahçesine işaret ediyor,” deniliyor. Birleşmiş Milletler Biyoçeşitlilik Konferansı (COP15)  Birleşmiş Milletler’in (BM) 7-19 Aralık tarihleri arasında Kanada’nın Montreal kentinde gerçekleşen Biyoçeşitlilik Konferansı,  Birçok bilim insanı tarafından tarihi bir olay olarak nitelendiriliyor. Bu toplantı, konuyla ilgili konferanslar dizisinin on beşincisi olmakla birlikte, en önemli zirvesi olarak kabul ediliyor. Nitekim, toplantının açılış konuşmasında BM Genel Sekreteri António Guterres, “İnsanlık türlerin kitle imha silahı haline geldi. Bu konferans, söz konusu bu yıkım çılgınlığını durdurmak için bir şans olabilir,” dedi. Biyoçeşitlilik, habitatın yok edilmesi, hastalıklar, işgalci türler, hava kirliliği ve iklim değişikliği gibi bir dizi nedenle hızla yok oluyor. 2019 yılında BM tarafından yayınlanan bir rapora göre, günümüzde kaba bir tahminle bir milyon bitki ve hayvan türü risk altında. WWF’nin bu yıl yayınladığı bir başka rapora göre, 1970 yılından bu yana türlerin toplam popülasyonu ortalama yüzde 69 düzeyinde azaldı. Bazı bilim insanları, gezegenin bugüne kadar yaşadığı türlerin altıncı kitlesel yok oluşu sürecinin içinde olduğumuza inanıyor. Ancak bundan önceki beş kitlesel yok oluştan farklı olarak, bu kez türlerin kitlesel yok oluşu insan faaliyetlerinin bir sonucu olarak gerçekleşiyor.  Üstelik türlerin yok oluşu, biyoçeşitlilik konusunda bundan 12 yıl önce Japonya’nın Nagoya kentinde düzenlenen toplantıda belirlenen bir dizi hedefe rağmen artan oranda sürüyor. Bilim insanları ve siyasetçiler, 2030 yılı itibariyle kürenin yüzde 30’unu koruma altına alma hedefi belirlemiş ve bu hedefi yüzden fazla ülke desteklediğini açıklamıştı. Bu iddialı hedef, şu an koruma altındaki alanların iki katına çıkarılması anlamına geliyor. Öte yandan okyanuslardaki durum ise çok daha kötü; günümüzde okyanusların oluşturduğu eko-sistemlerin ancak yüzde 8’i kadarı koruma altında.  Hegemonya savaşları yeni coğrafyalara yayılıyor  Küresel ısınma ve iklim değişikliğinden kaynaklı buzulların erimesi sonucu yükselmekte olan deniz suyu seviyeleri, özellikle okyanuslardaki ada halklarının yaşam alanlarını yok ederek milyonlarca iklim göçmeni yaratırken, bazı emperyalist devletler bu durumu hegemonyalarını güçlendirmek için bir fırsat olarak görüyor. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana jeopolitik çatışmaların dışında kalan Kuzey Kutbu, giderek coğrafi çekişmelerin odağı haline geliyor. Son 10 yıl içinde iklim değişikliğinin bir sonucu olarak bölgedeki buzulların yüzde 13’ü eridi. Bu gidişatın devam etmesi durumunda, Kutup bölgesindeki buzulların 2035 yılı itibariyle yaz aylarında tümüyle çözülmesi bekleniyor. Daha şimdiden buzulların çözülmesi sonucu, daha önce mevsimsel olarak gemilerin seyrine olanak tanıyan sınırlı sayıdaki rotalara çok daha uzun sürelerle yenileri eklenmeye başladı. Bu durum, birçok ülke için zengin madenlere sahip bölgede yeni madencilik fırsatları yaratıyor.  Ülkeler, bu fırsatı değerlendirmek üzere bölgede ekonomik ve askeri kontrolü ele geçirmek için şimdiden birbirleriyle rekabete girmeye başladı. Bu rekabet, özellikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle birlikte daha da arttı. Rusya son yirmi yıldır bölgeye hakim ülkeler arasında öne çıkıyor. Kutup bölgesinde 15 bin millik bir kıyı şeridine sahip Rusya, bu bölgede uzun yıllardır madencilik ve petrol çıkartma faaliyetleri yürütüyor.  2035 yılı itibariyle buzulların çözülmesi sonucu ortaya çıkacak olan yeni Kutup bölgesi boyunca uzanan deniz rotasının denetimini eline geçirecek olan güçler, önemli stratejik bir avantaj elde etmiş olacak.  Bugüne kadar bölgede ciddi bir hakimiyeti olmayan ABD, son dönemde iklim değişikliğinin ortaya çıkardığı bu ‘fırsatların’ farkına vararak, yakın zamanda bir “Kutup Bölgesi Ulusal Stratejisi” belirledi ve bu doğrultuda bölgede askeri ve diplomatik faaliyetlerini artırmaya başladı.  Ancak bazı analistler, bu girişimlerin başarısı konusunda kuşkulu yaklaşıyor. Zira Rusya, bölgedeki güçlü sivil ve askeri altyapısıyla, bir kısım egemenlik alanları Kutup dairesi içinde yer alan diğer ülkelerin ekonomik çıkarlarını ve ulusal güvenliğini de tehdit edecek şekilde güçlü bir konumda.  Küresel silahlanma yarışı hız kesmiyor  ABD’nin Temsilciler Meclisi’nin ardından, geçtiğimiz hafta da Senato, 858 milyar dolar düzeyindeki 2023 savunma bütçesini onayladı ve böylece bütçe Biden’ın imzasına kaldı. 2023 bütçesi bir yıl önceki bütçeye göre yüzde 8 oranında arttı. 2023 yılı savunma bütçesinin de içinde olduğu yasa, bütçe dışında da bazı kararları içeriyor. Bunlar arasında, Küba toprakları içinde bulunan ve “Teröre karşı savaş” doktrini gereğince ele geçirilen “düşman savaşçı” tutsakların tutulduğu Guantanamo hapishanesinin faaliyetlerinin bir yıl daha uzatılması kararı da yer alıyor.  ABD’nin yanı sıra NATO’nun bütçesi de artırıldı. Üye ülkelerin savunma bütçelerinin yanı sıra, NATO’nun doğrudan kendi operasyonları için de bir bütçesi var. Örgütün 2023 yılı bütçesi, askeri faaliyetler için yüzde 25 oranında artırılarak, 1,96 milyar euroya çıkartılırken, sivil faaliyetler için ayrılan bitçe de yüzde 28 oranında artırılarak, 370,8 milyon euroya yükseltildi. Sivil ve askeri bütçenin yanı sıra, ittifakın üçüncü ortak fonu olan NATO Güvenlik Yatırım Programı’nın 2023 için harcama tavanı da yüzde 26,6 artışla 1 milyar avro çıkarıldı. Geçtiğimiz günlerin askeri konulardaki önemli gelişmelerden biri de Japonya’nın Çin tehditleri karşısında savunma politikasını kökten değiştiriyor olmasıyla ilgiliydi. Geçen hafta duyurduğumuz, ülkenin tarihindeki en büyük savunma revizyonu ve askeri harcamalarını artırma kararının ardından, bu kez de askeri komutasını yeniden düzenleyeceği ve yeni füze alımları haberi geldi. Bu değişim, Tokyo’nun Çin’in artan askeri gücü ve bölgesel duruşuna ilişkin korkularının yanı sıra komşusu konumundaki Kuzey Kore’nin fırlattığı füzeler ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından ortaya çıkan yeni tehditlerin bir yansıması. Geçtiğimiz hafta konuyla ilgili önemli haberlerden biri de Almanya’dan geldi. Almanya, daha önce açıkladığı 100 milyar euroluk ek savunma fonundan ayrılacak bütçeyle ABD’den F-35 uçakları satın almaya karar verdiğini açıkladı. Uçaklar 2027 yılından itibaren Almanya’da konuşlanmaya başlayacak. Kısa kısa » Çin, yargı sektörünün yapay zeka altyapısıyla desteklenmesini amaçlıyor. Buna göre, 2025 yılına kadar yapay zekanın adli işlerle entegrasyonunun sağlanması hedefleniyor. Resmi yayın organı China Daily gazetesinin verdiği bir habere göre, Çin Yüksek Halk Mahkemesi, ülkedeki tüm mahkemelerin üç yıl içinde “yetkin” bir yapay zeka sistemini hukuk süreçleri içinde uygulamaya sokmasını istedi. » 18 Aralık Uluslararası Göçmenler Günü nedeniyle yapılan açıklamalara göre, 2020 itibarıyla dünya genelinde 281 milyon göçmen bulunuyordu. Bir önceki yıla göre yüzde 3,5 artış gösteren göçmen nüfusunun 135 milyonu kadın ve 146 milyonu ise erkeklerden oluşuyordu. Dünya çapında 1970’te 84 milyon ve 1990 yılında 153 milyon göçmen olduğu kaydedilirken, uluslararası göçmen sayısı son 50 yılda 3 kattan fazla artış gösterdi. » ABD’nin Çin'in yarı iletken endüstrisine yönelik uyguladığı yaptırımlar, iki ülke arasında “chip savaşları” olarak tanımlanıyor. Geçtiğimiz günlerde bu savaşa Japonya ve Hollanda’nın da ABD’nin yanında katıldığı haberleri geldi. Bloomberg’in bir haberinde, Japonya ve Hollanda’nın prensipte ABD’nin yaptırımlarına katılacağı bildiriliyor. Her iki ülke de küresel yarı iletken üretiminde önemli bir konuma sahip. Dünya yarı iletken piyasasında Amerikalı şirketler lider konumdayken, onu Güney Kore, Japonya ve Avrupa Birliği izliyor. Çin, dünyanın en büyük yarı iletken pazarı konumunda, ancak Amerikan şirketleri bu pazarın yaklaşık yarısını kontrol ediyor. » Geçen hafta Hindistan kaynaklı haberlerde, Hindistan ve Çin askerleri arasında Arunaçal Pradeş eyaletinin Tawang bölgesinde çatışma yaşandığı belirtildi. Hint ve Çin birlikleri, Haziran 2020’de Çin’in kontrolündeki Tibet platosu yakınlarındaki Ladakh’taki Galwan Vadisi’nde çatışmaya girmişti. Çatışmada 20 Hint askeri hayatını kaybetmişti. Çin tarafı kayıplarına ilişkin açıklama yapmamıştı. Hindistan ve Çin, 3 bin 800 kilometrelik bir sınırı paylaşıyor ve sınırın birçok bölgesinde iki ülke arasında egemenlik alanlarına ilişkin tartışmalar söz konusu. » Amerikalıların Trump’a olan desteği azalıyor. ABD’de Florida Valisi Ron DeSantis, Cumhuriyetçi Parti’nin 2024 başkanlık seçimleri için önde gelen adaylarda biri olabileceği konuşuluyor. Şayet DeSantis aday olursa, daha önce adaylığını açıklamış olan Trump’ın en büyük rakibi olacağına kesin gözüyle bakılıyor. Nitekim, kasım ayında gerçekleşen ara seçimlerde Trump’ın desteklediği adaylar büyük bir hezimet yaşarken, DeSantis Florida seçimlerini açık ara kazandı. Cumhuriyetçi Parti’nin seçimlerde beklenende kötü sonuçlar almasının faturası ise Trump’a çıktı. » Bu arada yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre, Amerikalıların büyük bir kısmı, Biden’ın 2024 yılında yeniden aday olmasını istemiyor. Ankete göre, ABD halkının yüzde 70’i Biden’ın 2024 yılında yeniden aday olmasını onaylamadığı; Demokrat Partili seçmenlerin yüzde 57’si ve Cumhuriyet Partililerin yüzde 86’sının Biden’ın adaylığına karşı olduğu ortaya çıktı. » ABD Senatosu, kişisel bilgilerin Çin hükümetine verildiği şüphesi nedeniyle federal hükümet çalışanlarının devlete ait cihazlara TikTok indirmesini yasaklayan tasarıyı oy birliği ile kabul etti. Söz konusu tasarı ile federal hükümet çalışanlarının devlete ait cihazlara TikTok uygulamasını indirmesi yasaklanıyor. Tasarının yasalaşması için önce Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’nda kabul edilmesi, ardından da ABD Başkanı Joe Biden tarafından imzalanması gerekiyor.

İran’da isyan idamlarla yeni bir sürece girdi

22 yaşındaki Mahsa Amini'nin karakolda işkence sonucu hayatını kaybetmesiyle başlayan ve üç aydır süren eylemler, 1979'dan bu yana en büyük sokak gösterileri olarak tarihe geçiyor.  İnsan Hakları Aktivistleri Haber Ajansı verilerine göre, bugüne kadar en az 475 kişi hayatını kaybetti, 18 bin 240 kişi gözaltına alındı. Eylemler devam ederken rejimin iki kişiyi idam ettiği haberini aldık. İdam edilen Mohsen Şikari, 23 yaşında, futbolcu, kahvede çalışan bir işçiydi. Elinde bıçak olduğu, yolda ateş yaktığı gibi gerekçelerle idam edildi. Yargılanması tam bir tiyatroydu. Meşhed kentinde gözaltına alınan Macit Rıza Rahnavard 23 gün sonra asıldı. Rahnavard’a iki kolluk kuvvetini öldürme suçlamasıyla idam cezası verilmişti. Mahkemeye kolu kırık çıkarılan protestocunun, işkence altında önüne konulan ifadeyi imzaladığı tahmin ediliyor. İran idamlarla birlikte yeni bir sürece girdi, idamlara isyan süreci başladı. İran halkının yüzde 70’i eylemcileri destekliyor, idamlara karşı. İran’da halk artık müzakere istemiyor, iktidarın yıkılmasını istiyor.  Bu devrimin özneleri var: Kadınlar en önemli özne. 1979 İslam Devrimine karşı da ilk sesini çıkaranlar 8 Martta kadınlardı. Ayrıca etnik kesimler (Araplar, Beluciler, Kürtler) devrimin önemli ayakları. Son zamanlarda işçiler devrime katılmaya başladılar, grevler yayılıyor. Gençler devrime katılan çok önemli bir kesim, 16-25 yaş arası gençler eylemlere katılıyorlar.  Devrimin lokomotifi Kürdistan. Bu devrim için önemli bir şans. Kürdistan bölgesi devrim öncesinde de örgütlüydü, her zaman hazırdı. İlk öldürülen Mahsa Amini Kürt, Jin Jiyan Azadi sloganı Kürtçe.  Ama bir tehlike var. Kürt bölgesi hızlı gidiyordu, diğer kesimler yavaş geliyorlardı. 2 hafta önce rejim bunu fark edip, Kürdistan’a ağır silahlarla saldırmaya başladı. Bu da devrimi karanlık bir havaya soktu. Şiddet çok hızlı yükseldi, Kürt olmayan bölgelerde şiddetin bu kadar hızlı yükselmesi mümkün değil. Bu dengeyi sağlamak için diğer bölgelerle aynı hızda devrimi ilerletmek lazım, Kürt bölgesi bunu fark etti ve yavaşlamaya başladı. İran Devrimi yaratıcı bir şekilde ilerliyor. Belucistan’da kadınlar hiç eylem yapmıyordu, geçen hafta o bölgede kadın eylemleri başladı. Her devrim süreci böyle yaratıcılıklarla beslenir. Devrim 100 gündür bu şekilde ilerliyor. İdam konusunda devrimciler şimdi tepkilerinin seviyesini güçlendirecekler. Devrimin bir merkezi yok, her türlü karar bireyler tarafından alınıyor. Bu bazı kesimler için şaşkınlıkla karşılanıyor, ama bu bir avantaj. Rejim savaşmak için hedef bulamıyor, devrimin önderliğini bulamadığı için yok edemiyor. Her gün eylemlerde yeni taktikler kullanılıyor. Bu sayede rejim süreci durduramıyor. Herkes lider, herkes birey. Bütün devrimciler sokakta, ama rejim sokaktaki insanları etiketleyemiyor. Özgürlük, eşitlik, kurtuluş sloganları öne çıkıyor Devrim İran’da aile yapısını da etkiledi. Kadınların ayaklanmaya önderlik etmesi, baba otoriterliğini kırdı.  Devrim, İran soluna yeniden doğması için ortam yarattı, yeni bir enerji kattı. 1980’li yıllarda tümüyle ortadan kaldırılan sol, şimdi sokak eylemlerinde yeniden doğmaya başladı. Duvarlara “ya sosyalizm ya barbarlık” sloganları yazılıyor. İran devleti, halkı Suriye gibi olmakla korkutuyordu, ama halk artık buna inanmıyor, devrimi desteklemek Suriye gibi olmayı gerektirmiyor, herkes bunu biliyor, bunu pratikte yaşıyor, kitleler birbirleri ile kavga etmiyorlar, sadece rejimi devirmek istiyorlar. Rejim şimdi eylemlere katılan kişilerin, esnafların hesaplarına el koyuyor, bu da onun giderek acizleştiğini gösteriyor. İşçi sınıfı grevleri rejimi kökünden sarsıyor. Geçen hafta esnaf 3 gün üst üste çalışmadı. Bunu son 20 günde iki defa tekrarladılar. İşçilerin, esnafın çalışmaması ekonomi için çok tehlikeli. Rejim bu durumdan çok korkuyor. 3 aydır artık sokaklar eylemcilerin kontrolünde. Belediyeler sokak yazılarını silmeye yetişemiyorlar. İdamlara halk şimdi yeni bir eylem dalgası ile cevap verecek, İran devriminin yaratıcı gelişimi devam edecek. İranlı bir devrimci

Putin füzelerin aktif edilmesi emrini verdi

ABD'deki Rusya büyükelçiliği “ABD patriot füzelerinin Ukrayna’ya sevkiyatının “öngörülemez sonuçlara yol açabileceğini” açıklamıştı. Önceki gün bir ABD yetkilisi, Biden yönetiminin Moskova’nın saldırılarına karşı koymak için gelişmiş uzun menzilli hava savunma sistemini Ukrayna’ya gönderme planlarını ortaya sermişti. Rusya Büyükelçiliği bu adımı provakatif olmakla suçlamıştı. Bu haberin ardından gelen bir diğer haber ise savaş çılgınlığının sözde uyarıların ötesine geçme potansiyelini gözler önüne serdi.  Putin, ABD ve İngiltere'yi vurabilecek kapasiteye sahip olan Yars füzesinin aktif edilmesi emrini verdi. Batı basını bu hamleyi ‘nükleer tehdit’ olarak ele alırken Rusya Savunma Bakanlığı roketin bir bölgeye kurulduğu görüntüleri yayınladı. Rus gazetesi Komsomolskaya Pravda konu ile ilgili haberler verirken füzenin Hiroşima'yı yok eden Amerikan bombasından 12 kat daha kuvvetli olduğunu söyledi. Siloya nakledilip operasyonel konuma gelen füzenin Rusya'nın 17 Aralık'taki senelik olarak Stratejik Füze Kuvvetleri Günü için hazırlandığı ifade edildi. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov geçtiğimiz hafta Rusya’nın ilhak edilen Ukrayna topraklarını savunmak için nükleer silah kullanmaya hazır olduğunu açıklamıştı. ABD’in NATO üzerinden yayılmacılığı, Rusya’nın kendi bölgesinin asli emperyalist gücü olduğunu göstermek için Ukrayna’yı işgal etmesi, şimdi ABD’nin Rusya’nın işgaline karşı hava savunma sistemini Ukrayna’ya yollaması, silah ticaretine bir saniye ara vermemesi, Rusya’nın da sanki Ukrayna’yı işgal eden kendisi değilmiş gibi davranıp gezegeni nükleer silah ve yıkıcı füzeleri kullanmakla tehdit etmesi savaşın çok tehlikeli bir evresinin içinden geçtiğimizi gösteriyor. Tüm dünyada savaş karşıtlarının birleşik bir ses çıkartması çok acil atılması gereken bir adım.

İran’da idamlara hayır

Devrimci Sosyalist İşçi Partisi'nin (DSİP) açıklaması: Mahsa Amini 13 Eylül'de İrşad polisi tarafından kıyafeti nedeniyle gözaltına alınıp öldürüldü. Barışçıl protestolar ülkenin geneline  yayıldı. Bu eylemler kadınların öncülüğünde başladı ve gelişti. Eylemlere katılanlar rejimin değişmesini istiyor.  İran rejimi eylemleri durduramayınca, eylemcileri şimdi idamlarla korkutmaya çalışıyor. Mahkemeler tam bir facia. 23 gün önce gözaltına alınan kişi şimdi idam edildi. 23 günde yargılama, savunma, temyiz her şey hızlıca halledildi.  Rejimin baskı ve katliamlarına karşı sokaklarda eylemler devam ediyor. Esnaflar dükkânlarını kapatıyor, işçiler greve çıkıyor, üniversitelerde boykotlar yapılıyor. Hapishanelerde tutuklular ayaklanıyor. Kadınlar, öğrenciler, etnik gruplar, tüm kesimler birlikte eylemlere katılıyorlar. Halk bu rejimi istemediğini açıkça söylüyor.  Genel grev her yere yayıldı. İşçiler Tahran, Reşt, İsfahan, Tebriz, Şehinşehr, Hürremabad, Abadi, Kirmanşah, Bender Abbas, Burucerd ve Ahvaz kentlerindeki fabrikalarda iş bıraktılar. Gösterilere ülkenin her yanından ve çok geniş toplumsal kesimlerden insanlar katılıyor. Protestolar, İran'da daha önce hiçbir toplumsal hareket ve tepkinin görülmediği bölgeleri ve kesimleri harekete geçiriyor. Böylesi büyük bir toplumsal hareketin idam benzeri vahşi cezalarla önünün kesilmesi mümkün değil. Aksine İran halkı şimdi çok daha öfkeli ve kararlı bir şekilde rejimin tamamen ortadan kaldırılması için mücadelesini yükseltecek. DSİP, İran halkının büyük mücadelesini destekliyor. İran rejiminin idam cezası uygulamalarına bir an önce son vermesini talep ediyoruz. DSİP

John Molyneux'yü kaybettik

Uluslararası Sosyalist Akım'ın önde gelen teorisyenlerinden biri olan, İngiltere ve İrlanda'da devrimci partilerin inşasına büyük katkıda bulunan John Molyneux aramızdan ayrıldı. DSİP'in başsağlığı mesajı: Sevgili yoldaşlar, John Molyneux'nün aramızdan ayrılışının sarsıcı haberi bizi derinden üzdü. Aşağıdan sosyalizm geleneğine yaptığı paha biçilmez teorik katkıların yanı sıra, onlarca yıldır ırkçılığa, iklim değişikliğine, sömürüye ve işçi sınıfını bastıran ve bölen her türlü egemen sınıf düşüncesine karşı büyük ve tutarlı bir savaşçı olmuştur. Uluslararası Sosyalist Akım’ın İngiltere, İrlanda ve tüm dünyadaki örgütlerinin inşasında oynadığı rolden ilham alıyoruz. Birçok yeni kuşak sosyalist aktivist, onun Marksist teori üzerine yazılarından, gerçek bir toplumsal değişim için işçi sınıfının merkezi olduğunu savunmasından ve bu doğrultuda devrimci bir örgüt inşa edişinden çok şey öğrenecektir. Eşine, ailesine, dostlarına ve yoldaşlarına başsağlığı dileklerimizi sunuyoruz. Türkiye'den en sıcak devrimci selamlarla, DSİP

Geri 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 İleri

Bültene kayıt ol