Meşhed kentinde Macit Rıza Rahnavard adlı eylemci gözaltına alındıktan 23 gün sonra sabaha karşı asıldı.
Rahnavard’a iki kolluk kuvvetini öldürme suçlamasıyla idam cezası verilmişti.
Mahkemeye kolu kırık çıkarılan protestocunun, işkence altında önüne konulan ifadeyi imzaladığı tahmin ediliyor.
Avukatların, Macit Rıza Rahnavard'ı savunması da engellenmişti.
İran yargısı, 11 kişiye “Allah düşmanlığı” ve “yozlaşma” nedeniyle idam cezası verildiğini duyurmuştu.
22 yaşındaki Mahsa Amini'nin karakolda işkence sonucu hayatını kaybetmesiyle başlayan ve üç aydır süren protestolar, 1979'dan bu yana en büyük sokak gösterileri olarak tarihe geçiyor.
Derleyen: Levent Şensever
Çin’le ilgili gelişmeler
Şi’nin Suudi Arabistan ziyareti: Çin Halk Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı ve Çin Komünist Partisi’nin Genel Sekreteri Şi Cinping, 7 Aralık’ta Suudi Arabistan’a jeopolitik bakımdan çok ses getiren resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. Suudi Arabistan’da en üst düzeyde ağırlanan Şi’nin bu ziyareti, özellikle bölgesel ittifaklar ve enerji politikaları bakımından önemli sonuçlar doğuracak nitelikteydi. Şi, bu ziyareti sırasında Körfez İş birliği Konseyi (KİK) katılımcısı ülke liderleriyle de bir görüşme gerçekleştirdi. KİK katılımcısı ülkeler, Bahreyn, Kuveyt, Oman, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nden oluşuyor.
Çin açısından Körfez ülkeleriyle ilişkiler, bölgenin jeopolitik öneminin yanı sıra, ülkenin fosil yakıt ihtiyaçlarının karşılanması bakımından da önemli. Dünyanın en büyük petrol ithalatçısı konumundaki Çin’in petrol ihtiyacının yüzde 17’sini Suudi Arabistan karşılıyor. Çin, geçtiğimiz ay Katar ile de 27 yıllık bir doğal gaz tedarik anlaşması imzaladı.
Ziyaretin sonuçlarını özetle 5 başlık altında toplayabiliriz:
İki ülke birçok siyasi başlık altında müttefik olduklarının altını çizerken, iş birliklerini daha da ileri taşımak konusunda anlaştıklarını teyit ettiler. Taraflar, uzay araştırmaları, dijital ekonomi ve altyapı projelerinden, İran’ın nükleer programına; Yemen’deki savaştan Rusya’nın Ukrayna işgaline kadar kilit çok sayıda siyasi meselede anlaşmış olduklarını ifade ettiler. Bütün bunlar, iki ülkenin her konuda anlaşmasalar da karşılıklı olarak birbirleriyle ilişkilerini önemsediklerini gösteriyor.
Suudi Arabistan ile ABD ile arasında yazılı olmayan bir anlaşmaya göre, Suudiler petrol konusunda Amerikan politikalarını desteklerken, ABD de ülkenin ve bölgenin güvenliğini sağlıyordu. Ancak Suudi Arabistan son yıllarda bu tarihsel anlaşma zeminiyle arasına mesafe koyarken, küresel ilişkilerini Batı’nın dışında çeşitlendirmeye yöneldi. Bu ziyaret, Suudilerin bu politika değişikliğinin altını çizer nitelikteydi.
Her iki ülke de Batı’da uluslararası hukuk normlarına göre ‘otokratik’ rejimler olarak görülüyor. Buna karşı, her iki ülkenin rejimi kendi toprakları içinde gerçekleşen insan hakları ihlallerinin “ülke içi meseleler” olduğunu ileri sürerek, başka ülkelerin “içişlerine karışmasından” son derece rahatsız. Şi’nin bu ziyaretinde iki ülkenin “karşılıklı içişlerine karışmama” yaklaşımında anlaştıkları görülüyor. Ancak Batılı ülkeler tarafından, uluslararası bir norm olan “ülkelerin birbirlerinin iç işlerine karışmama” ilkesi, söz konusu ciddi boyuttaki insan hakları ihlalleri olduğunda pek geçerli görülmüyor. Uluslararası hukuka göre, insanlığa karşı işlenen suçlar, savaş suçları, etnik temizlik ve soykırım gibi suçlar, ulusal yasal düzenlemelerin sınırları içinde ele alınamayacak kadar önemli. Bu bakımdan, iki ülkeyle Batılı ülkeler arasındaki bu gerilimin süreceği kuşkusuz.
Şi, Körfez ülkeleri liderlerine, gerçekleştirecekleri petrol ve doğal gaz satışları için Şanghay’daki Petrol ve Doğal Gaz Borsası üzerinden Çin para birimi yuanı kullanmaları çağrısı yaptı. Ancak ziyarete ilişkin ortak açıklamada bu çağrıyla ilgili somut bir ifade yer almadı. Şi’nin doları terk ederek, yuan üzerinden ticaret çabaları son dönemde arttı. Bunun önemli bir gerekçesi, Batı’nın Rusya’ya yönelik yaptırımlarının ileride (örneğin Tayvan’ı işgal etmesi durumundan) kendisine de uygulanabileceği endişesinden kaynaklanıyor.
Şi’nin bu ziyaretinin Suudi Arabistan’da gördüğü ilgi ve varılan anlaşmalar kuşkusuz ABD’yi pek memnun etmedi. Şi’nin ziyaretiyle ilgili Beyaz Saray, “söz konusu ziyaretin Çin’in bölgede nüfuzunu artırmaya yönelik girişimlerine örnek teşkil ettiğini, ancak bunun ABD’nin Ortadoğu politikalarını değiştirmeyeceğine” ilişkin bir açıklama yaptı. ABD Ulusal Güvenlik Konseyi, Stratejik İletişim Koordinatörü John Kirby, Şi'nin dünyayı ve Ortadoğu’yu dolaşmasının “sürpriz olmadığını, ABD'nin, Çin'in dünyada etkisini artırmaya çalışması konusunda dikkatli olduğunu” söyledi.
Öte yandan, Suudi Arabistan’ın resmi açıklamasında, kutuplaşma kavramlarının fayda sağlamadığının altı çizilerek, konuya ilişkin çok kutuplu bir yaklaşım sergilendi. Ziyaretin ardından düzenlenen basın toplantısında konuşan Suudi Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Farhan Al Suud, Krallığın “tüm taraflarla iş birliğine odaklandığını” vurguladı.
Covid-19 kısıtlamaları: Şi’nin pandemi konusunda ısrarla sürdürdüğü “sıfır tolerans” politikası, ekonomik ve toplumsal bakımdan büyük tahribatlara neden oldu.
Fabrikaların üretim faaliyetlerine uzun sürelerle ara vermeleri, dünya tedarik zincirine de büyük darbe vurdu. Bu durum karşısında birçok yabancı yatırım şirketi, ülkedeki üretim faaliyetlerini bölgedeki Vietnam ve Hindistan gibi diğer ülkelere kaydırmaya başladı.
Kapanmalar karşısında birçok uluslararası şirket, Çin’deki faaliyetlerinin aksamaması için işçileri kapanma süresince fabrika içinde yaşamaya ve çalışmaya zorlayarak, üretim faaliyetlerini sürdürmeye çalıştı. Bu işçileri rızaları dışında çalışmaya zorlama girişimleri, Apple’ın yerel üreteci firması Foxconn gibi şirketlerin fabrikalarında kitlesel işçi direnişleriyle karşılaştı.
Birçok büyük kentte uygulanan sert kapanma önlemleri, milyonlarca Çinlinin ekonomik gelirlerini sekteye uğratırken temel beslenme gibi birçok sosyal haklarından mahrum kalmalarına yol açtı. Önlemler, vatandaşların gıda alışverişi yapamayacak veya acil sağlık hizmetlerine erişemeyecek şekilde katı kısıtlamaları kapsıyordu. Bu durum karşısında çaresiz kalan yurttaşlar, çok sayıda kentte barikatları aşarak, kitlesel protestolar düzenlemesine yol açtı. Başlangıçta protestolar sert bir şekilde bastırılmaya çalışılsa da gösterilerin yayılmasının önüne geçilemedi.
Kitlesel direnişler ve protestolar, Çin Komünist Partisi liderliğinin bu yılın mayıs ayından bu yana uygulanan “sıfır tolerans” politikasından geri adım atmasına yol açtı. Sert önlemler gevşetildi. Yakın zamana kadar Çinli vatandaşların herhangi kamusal bir alana girmek için son 48 saat içinde Covid testi yapma zorunluğu vardı. Üç günlük kurumsal bir toplantı için bile her gün test zorunluğu dayatılabiliyordu. Her bir mahalle çitlerle çevriliyor ve mahalle sakinleri mahallelerini terk edebilmek için kurulan karakol tarzı kontrol merkezlerinde test yaptırmaları gerekiyordu.
Bu önlemler yakın zamanda gevşetildi. Testlerin sıklığı azaltıldı. Kitlesel test zorunluluğu okullar, hastaneler, huzurevleri ve ‘yüksek riskli işyerleriyle’ sınırlandırıldı. ‘Yüksek riskli yerler’ yeni uygulamaya göre tüm mahalleri kapsamaktan ziyade, virüs tespit edilen belirli binalarla sınırlandırıldı. Yeni uygulamaya göre, virüs kapan hastalar için şayet belirtiler hafif ise özel karantina tesisleri veya hastaneler yerine, kendi evlerinde karantinaya girmelerine izin verilmeye başlandı.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali
Nükleer savaş riski: Başta Putin olmak üzere Rus yetkililer, daha önce de Ukrayna’yı destekleyen ülkeleri nükleer saldırı ile tehdit etmişti. Ancak son dönemde söz konusu tehditleri bir üst boyuta taşıdıklarına tanık oluyoruz.
Vladimir Putin, 9 Aralık’ta Kırgızistan’da gerçekleşen, bazı eski Sovyet bloğuna bağlı ülkelerden oluşan ittifakın toplantısında, Ukrayna konusunda Rusya’nın, ABD’nin “önleyici askeri saldırı konseptini” benimseyebileceğini ve “bunu yerine getirmek için yeterli silaha sahip olduklarını” ifade etti. Putin sözlerine şöyle devam etti: “Rusya zaten böyle bir saldırıyı gerçekleştirebilecek hipersonik silahlara sahip, ABD ise henüz bu tür silahları konuşlandırabilmiş değil. Ayrıca Rusya artık ABD'deki eşdeğerlerini geride bırakan seyir füzelerine de sahip.” Rus lider daha da ileri giderek, “Rusya'ya nükleer silahla saldırmaya cesaret eden herhangi bir ülke yer yüzünden silinecektir. Buna emin olabilirsiniz, erken uyarı sistemimizin herhangi bir füze saldırısı sinyali almasının hemen ardından yüzlerce füzemiz havada olacak. Böyle bir durumda düşmandan geriye hiçbir şey kalmayacak çünkü yüzlerce füzeyi engellemek imkansız. Bu elbette bir caydırıcılık - ciddi bir caydırıcılık,” tehdidinde bulundu.
Savaşın eko-sistem ve biyo-çeşitlik üzerindeki tahribatları: Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve süren savaş, yol açtığı büyük insani trajedilerin yanı sıra, eko-sistem ve biyo-çeşitliliğe de büyük darbe vuruyor. Aslında doğa, askeri çatışmalar ve savaşlardan en fazla zarar gören yapıtaşlarından biri. Dünyada ordular, iklim değişikliğine yol açan sera gazlarını en fazla salan unsurların başında gelirken, bir yandan da sıcak savaşlar, gerçekleştiği topraklardaki eko-sistemler ve biyo-çeşitlilik üzerinde büyük tahribatlara yol açıyor. Ukrayna’daki savaşa ilişkin bu boyut pek gündeme gelmese de geçtiğimiz günlerde uluslararası medyada paylaşılan haberler bu realiteyi yansıtır nitelikteydi.
Bu yıl Ukrayna’da savaş bölgelerindeki tatlı suların birçoğunun mayınlanmış olması ve savaştan kaynaklı olarak sulak arazileri besleyen akar su yollarının tıkanmasının, her yıl beslenmek üzere bölgeye göç eden balıkçıl kuşların üremesine büyük bir darbe vurması bekleniyor. Bölgedeki doğa aktivistleri, özellikle Dalmaçya pelikanlarının göç ettiği ve yuva kurduğu sulak arazilere isabet etmiş en az 200 bomba tespit ettiklerini ve eskiden 1000-1500 civarında beyaz pelikanın göçlerle yuva kurduğu bölgede bu yıl sadece 300 pelikanın bulunduğunu ifade ediyor.
Öte yandan son dönemde Karadeniz bölgesinde Ukrayna’nın yanı sıra Türkiye ve Bulgaristan gibi ülkelerin kıyılarında, patlamalardan kaynaklı yanıklar ve çeşitli yaralar tespit edilen çok sayıda yunusun ölü olarak kıyıya vurduğu gözlemleniyor. Savaş öncesi gerçekleştirilen kapsamlı bir araştırma, Karadeniz’de yaşayan yunus popülasyonunun 253 bin civarında olduğunu ortaya koymuştu. Ukrayna'daki Tuzly Lagonu Ulusal Doğal Park Araştırma Başkanı Ivan Rusev, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ettiği şubat ayından bu yana hayatını kaybeden yunus sayısının 5 binden fazla olduğunu belirtiyor.
Araştırmacılar kitlesel yunus ölümlerinin çoğunun, Rus askeri gemilerin elektronik harp yöntemi olarak sonar kullanmasının yunusların sonik yön bulma algılarında sorun yaratması ve gürültü kirliliğinden kaynaklı olabileceğine işaret ediyor.
Dünyada silahlanma yarışı artıyor
Son yıllarda yaşanan ekonomik krizler, iklim değişikliğinin yarattığı doğayla ilgili küresel kriz, pandemi ve son olarak Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle birlikte ortaya çıkan enerji krizi gibi bir dizi küresel sorun ve bunlardan kaynaklı olarak küresel düzeyde yaşanan tedarik konusundaki sıkıntılara rağmen, dünyada 2015 yılından bu yana, yani son 7 yıldır silah satışlarında kesintisiz bir artış söz konusu.
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) aralık ayında yayınlanan son raporuna göre, savunma sektöründeki en büyük 100 şirketin 2021 yılı içinde silah ve askeri hizmet satışları, bir önceki yıla göre yüzde 1,9 artışla 592 milyar dolara ulaştı.
SIPRI’nin her yıl yayınlanan, gerçekleştirilen satışlar bazında savunma sektöründeki en büyük 100 şirket sıralamasında, 2018 yılından bu yana listenin başındaki ilk beş sıra Amerikan şirketlerinden oluşuyor. Listedeki 100 şirket arasında toplam 40 ABD’li şirket, 2021 yılı içinde 299 milyar dolarlık silah satışıyla, 100 şirketin toplam satışlarının yüzde 51’ini gerçekleştirdi. Listede yer alan Çinli 8 şirketin dördü ise ilk 10 şirket arasında yer aldı. 100 şirket arasında yer alan Avrupalı şirketlerin sayısı ise 27. Listede Türkiye’den de Aselsan A.Ş. ve Türk Havacılık ve Uzay Sanayi A.Ş. (TUSAŞ) olmak üzere iki şirket yer alıyor.
Savunma şirketlerinin silah satışları artarken, ülkelerin silahlanma bütçeleri de hızla artmayı sürdürüyor. Danimarka dışındaki Avrupa Birliği ülkelerinin toplam savunma harcamaları 2021 yılında, bir önceki yıla göre yüzde 6 oranında artarak ilk kez 200 milyar doları aştı ve 214 milyar dolara ulaştı.
2022 yılında da Avrupa’daki silahlanmaya ayrılan bütçe paylarında büyük artışlar söz konusu. Almanya Başbakanı Olaf Scholz, bu yılın başında gerçekleşen Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısına tepki olarak, Alman ordusuna verilen mali desteğin artırılacağını ve ülkenin silahlı kuvvetlerinin modernizasyonu için 100 milyar euroluk ek bir fon ayrılacağını açıkladı.
Almanya’nın yanı sıra, Romanya 2022 yılın içinde savunma harcamalarını yüzde 14 artırdı. 2014 yılında düzenlenen NATO zirvesinde, üye ülkelerin savunma bütçelerini GSYİH’lerinin yüzde 2’si düzeyinde yükseltme hedefini o yıl sadece Birleşik Krallık ve Yunanistan gerçekleştirmişti. Bu sayı 2018 yılında beşe ve 2020 yılında ise dokuz Avrupa ülkesine yükseldi.
Bu yılın yaz aylarında yayınlanan NATO’nun bir öngörüsüne göre ise 2022 yılı içinde Hırvatistan, Estonya, Yunanistan, Letonya, Litvanya, Polonya, Slovakya ve Birleşik Krallık bu hedefi tutturacak; Romanya ve Fransa yüzde 0,1’den daha az bir sapma gösterirken, Türkiye ise yüzde 1,6 oranındaki bütçeyle hedefin altında kalacak.
Öte yandan gerek Çin gerekse Rusya ile sınır sorunları yaşayan Japonya da son yıllarda savunma yatırımlarına hız veren ülkeler arasında başı çekiyor. Japon yetkililerin bu yıl aralık ayında yaptıkları açıklamalara göre, ülke 2023 yılından itibaren beş yıllık bir süreç boyunca savunma harcamalarına 295 ile 318 milyar dolar arasında bir bütçe ayırmayı planlıyor. Buna göre, bu yıl savunma bütçesini yüzde 1 düzeyine çıkarma çabasında olan Japonya, beş yılın sonunda bütçeyi yüzde 2 düzeyine çekmeyi planlıyor.
Avrupa’da bir başka savaş riski
Sırbistan - Kosova gerginliği: Bu yılın şubat ayından bu yana Ukrayna’nın işgaline ilişkin şok dalgalarıyla boğuşmakta olan Avrupa ülkeleri, burunları dibinde bir başka savaş tehdidi altında.
Aralık ayı başında Sırbistan Savunma Bakanı Milos Vucevic, ülkesiyle Kosova arasındaki gerginliğe ilişkin, “Bir kıvılcım her şeyi tutuşturmak ve istenmeyen bir yöne doğru hareket etmek için yeterli,” dedi. İki gün sonra ise bu kez, Kosova polisinin ülkenin kuzeyindeki mevcudiyetini artırmasına tepki gösteren Sırbistan Başbakanı Ana Brnabic, çıtayı biraz daha yükselterek, “Kosova Başbakanı Albin Kurti'nin hamleleri nedeniyle silahlı çatışmanın eşiğinde” olduklarını ifade etti.
İki ülke arasındaki sorunlar, Kosova’nın eski Yugoslavya’nın dağılmasının ardından bağımsızlık mücadelesi vermesiyle başladı. Ancak Sırplar bu çabaları kanlı bir şekilde bastırmaya çalıştı. Sırplar, NATO güçlerinin 1999 yılının mart ile haziran ayları arasında Sırbistan’ı bombalamasının ardından Kosova’dan geri çekilmek zorunda kaldı. NATO, günümüzde halen 3700’ün üzerinde bir gücü Kosova topraklarında konuşlandırmış durumda.
NATO’nun bu desteğini arkasına alan Kosova, 2008 yılında tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan ederek Sırbistan’dan ayrıldı. Günümüzde ABD, Birleşik Krallık ve 27 Avrupa birliği ülkesinden 22’si de dahil olmak üzere, Birleşmiş Milletlere üye 193 ülkeden 99’u Kosova’nın bağımsızlığını tanıyor.
İki ülke arasında günümüzde yaşanan sorunların temelinde ülkedeki Sırp etnik azınlık ile Arnavutluk yanlısı hükümet arasındaki gerilim yatıyor. 1,8 milyon Kosovalının yüzde 92’si kendilerini Arnavut olarak tanımlarken, kendilerini Sırp olarak tanımlayanların genel nüfusa oranı ise yüzde 6 düzeyinde.
Savaş risklerini artıran güncel sorun ise Sırp azınlığın, yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde resmi olarak Sırbistan’ın verdiği araç plakalarını kullanmaya başlamasıyla tetiklendi. Bölgede yaşayan Sırp azınlık mensupları, Kosova’nın bağımsızlığını tanımadıkları için araçlarında Kosova plakalarını kullanmayı boykot ediyor.
Birleşmiş Milletler Biyoçeşitlilik (COP15) Konferansı
7 Aralık’ta Kanada’nın Ottowa kentinde başlayan ve 19 Aralık tarihine kadar sürecek olan Birleşmiş Milletler Biyo-çeşitlilik Konferansı’nı birçok uzman, 6-20 Kasım tarihlerinde Mısır’da gerçekleşen COP27 toplantısından daha önemli olduğunun altını çiziyor.
Sürmekte olan çeşitli çabalara karşın, küresel biyo-çeşitlilikteki gerileme gün geçtikçe daha da hızlanıyor. Bu gidişata bir dur demek ancak radikal önlemler alınması durumunda olanaklı olacak. Bu bağlamda konferans, tüm dünyada devletlerin geniş çaplı ve iddialı projelerle ve toplumlar ve biyo-çeşitlilik arasındaki ilişkileri radikal bir şekilde dönüştürmek üzere bir çerçeve eylem planı üzerinde anlaşma sağlamaları ve bu yönde önümüzdeki 10 yıl için hedefler saptamalarını amaçlıyor.
Bilim insanlarının gerçekleştirdiği araştırmalar ve artan orandaki bilimsel kanıtlar, 66 milyon yıl önce dinozorların yok olduğu dönemden bu yana görülmemiş düzeyde türlerin kitlesel yok oluşuna işaret ediyor. Buna rağmen, BM’nin 2020 yılında yayınladığı bir rapora göre, konuyla ilgili daha önceki zirvelerde kararlaştırılan tek bir hedefe dahi ulaşılamadı.
Yeryüzünün tarihinde son 540 milyon yıl içinde beş kez türlerin kitlesel yok oluşu yaşandı. Bazı bilim insanları günümüzde türlerin altıncı kitlesel yok oluşunun yaşanmakta olduğunu ileri sürüyor. Üstelik bu kez bundan önce gerçekleşen yok oluşlardan farklı olarak, bu yok oluş büyük oranda insan faaliyetlerinin sonucu olarak gerçekleşiyor.
‘Türlerin kitlesel yok oluşu’ kavramı, bilimsel olarak yeryüzündeki tüm türlerin dörtte üçü veya daha fazlasının yok olması anlamında kullanılıyor. Bilim insanlarının tahminlerine göre, dünyada son 50 yıl içinde vahşi yaşam popülasyonlarının yüzde 69’unda azalma oldu. Meksika’da, UNAM Üniversitesi'nde ekolojist olan Dr. Ceballos, 2150 yılının sonunda tamamen kitlesel bir yok oluş sürecine gireceğimizi ve önümüzdeki iki yüzyıl içinde tüm bitki ve hayvanların yüzde 70'ini kaybedebileceğimizi düşünüyor.
İsrail ve Filistin gerilimi
Son dönemde İsrailli aşırı sağcı yerleşimcilerin Filistin’de işgal altında olan topraklarda Filistinli vatandaşlara yönelik saldırında ciddi artışlar yaşanıyor.
Middle East Monitor haber sitesinde yer alan bir habere göre, bazı İsrailli medya haber sitelerinde yer alan haberler ve bazı insan hakları gruplarının raporlarında, İsrail hükümet yetkililerinin yerleşimcilerin işgal altındaki topraklarda yürüttüğü Filistin karşıtı faaliyetleri teşvik ettiği öne sürülüyor.
Haberde, İsrailli bir insan hakları sivil toplum kuruluşu olan B’Tselem'in konuya ilişkin görüşlerine de yer veriliyor. B’Tselem'e göre, “Yerleşimci şiddeti ve vandalizm, İsrail makamlarının desteğiyle gerçekleşiyor. Askerler bazen bu saldırılara katılırken, bazen de saldırıları müdahale etmeden izliyor. Polis ise olayları soruşturmak veya bunları önlemek veya durdurmaya yönelik önlemler almak için herhangi bir çaba sarf etmiyor.”
Filistin Yönetimi’nin Cumhurbaşkanı Mahmut Abbas, konuyla ilgili 8 Aralık’ta yaptığı açıklamada, kendisinin silahlı bir direnişe karşı olduğunu ancak bu yaklaşımından yakında vazgeçebileceği uyarısında bulundu. Al Arabiya gazetesiyle yaptığı röportajda, “Silahlı Filistin Direnişini desteklemiyorum, ancak bu değişebilir. Değişebilir - yarın, ertesi gün veya başka bir zaman. Her şey değişebilir,” dedi. Abbas, sözlerine şöyle devam etti: “Filistin halkı patlayacak kadar eziliyor, eziliyor ve baskı altına alınıyor; Filistinlilerin sabrı taşırılıyor.”
Gerginlikler, geçen hafta içinde işgal altındaki Batı Şeria’da İsrailli güvenlik güçlerinin gerçekleştirdiği bir gece baskını sırasında, üç Filistinliyi öldürmesiyle birlikte tırmandı. Bunun ardından İsrailli güvenlik güçleriyle yerel Filistinliler arasında çıkan çatışmada, güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu en az on Filistinli yaralandı. Son ölümlerle birlikte İsrailli güvenlik güçlerinin bu yıl içinde işgal altındaki topraklarda öldürdüğü Filistinli sayısı 216’ya yükseldi.
Not: F. Levent Şensever tarafından derlenen “Dünyada Güncel Gelişmeler” serisini, bugünden itibaren haftalık olarak yayınlayacağız.
Büyük iş dünyası ve sağ, Castillo'nun hükümetini en başından beri yıkmaya çalıştı, Castillo'nun verdiği tavizler onları daha da cesaretlendirdi.
Peru'nun yeni Devlet Başkanı Dina Boluarte, Pedro Castillo'nun yerini aldı.
Büyük iş dünyası ve sağ partilerden oluşan koalisyon, hükümeti yıkmak için yaklaşık iki yıl süren bir kampanyanın ardından Peru Devlet Başkanı Pedro Castillo'yu görevden aldı. "Anayasal düzeni ihlal etmekle" suçlanan Castillo Çarşamba akşamı görevinden alındı ve tutuklandı.
Castillo birkaç saat önce "hukukun üstünlüğünü ve demokrasiyi yeniden tesis etmeyi amaçlayan bir acil durum hükümeti kuracağını" açıklamıştı. Sağcı Kongre'nin feshedilmesi, yeni seçimlerin yapılması ve yeni bir anayasa hazırlanması çağrısında bulundu.
Bu, patronlara verdiği tavizler ve işçi sınıfına yönelik saldırıları nedeniyle yanlızlaşması sonrası, yeni bir görevden alma oylamasından kaçınma girişimiydi.
Castillo, Haziran 2021'de sağcı Keiko Fujimori'ye karşı yapılan başkanlık seçimini az bir farkla kazandı. Kendini Marksist ve sosyal demokrat olarak tanımlayanları da içeren geniş bir parti olan Özgür Peru'nun adayı olan Castillo, "Zengin bir ülkede daha fazla yoksul insan olmayacak" vaadinde bulunmuştu.
Castillo'nun ülkenin dev madencilik şirketlerinin daha fazla kontrol altına alınması gibi ılımlı reformları, patronlar ve zenginler için fazla geldi. İşçilerin, yoksulların ve yerli grupların daha ileri gitmek isteyeceklerinden korkuyorlardı.
Ancak egemen sınıfların saldırısı karşısında Castillo'nun stratejisi patronları yatıştırmak oldu. Göreve gelmesinin üzerinden üç ay geçmeden yaptığı bir değişiklikle solcuları tasfiye etti. Kendini Marksist olarak tanımlayan Guido Bellido'nun Camisea gaz şirketini daha yüksek vergiler ödemesi veya kamulaştırmayla karşı karşıya kalması konusunda uyarmasının ardından, Guido Bellido'yu başbakanlık görevinden aldı.
Castillo, Peru'nun güçlü bakır patronlarını yatıştırmak için Madencilik Bakanlığını işadamı Eduardo Gonzales'e verdi, Çalışma Bakanı Iber Maravi'yi görevden aldı.
"Popüler bir piyasa ekonomisi" vaat eden Pedro Francke Maliye Bakanı olarak atandı, yabancı yatırımcılar için ülkenin çekim merkezi olması yarışı başlatıldı. Francke daha önce ABD'nin liberal kapitalist dünya düzenini ve serbest piyasa politikalarını destekleyen kilit bir kurum olan Dünya Bankası'nda çalışmıştı.
Castillo bu hamleyi "yönetilebilirlik adına", yani Peru devletini sermayeye meydan okumadan yönetebileceğini kanıtlamak için yaptığını söyledi. Ancak patronlar hala Castillo'dan kurtulmak istiyordu, bu yüzden daha fazla taviz verildi.
Ağustos ayında Castillo serbest piyasacı ve eski Merkez Bankacısı Kurt Burneo'yu Maliye Bakanı olarak atadı. Eylül ayında maden patronlarının konferansında yaptığı konuşmanın ardından patronlar başkanı kutladı. Southern Copper Corporation'ın mali işler müdürü Raul Jacob, vergi artışlarının olmamasının "çok iyi bir haber" olduğunu söyledi. "Hükümetin bazı politikalarında daha fazla sağduyu görüyoruz" dedi.
Castillo seçim kampanyası sırasında sıradan insanlara verdiği sözleri yerine getiremedi. Sağcı Kongre ve patronlarla mücadele etmek için sokaklarda ve işyerlerinde işçi sınıfının gücünü harekete geçirmeye çalışmadı. Bunun yerine, yıl boyunca artan akaryakıt fiyatlarına ve zamlanan diğer temel ihtiyaçlara karşı düzenlenen protestoları bastırdı.
Nisan ayında -polis dört göstericiyi vurarak öldürdükten sonra- Castillo olağanüstü hal ilan etti ve göstericileri bastırmak için federal polis gücünü artırdı. Ancak 24 saat içinde geri adım atmak zorunda kaldı.
Castillo'ya oy veren binlerce kişi onu protesto etti. Ayacucho bölgesinde insanlar, Castillo'nun bölgedeki çevreye zarar veren madenleri kapatma anlaşmasına uymasını talep etmek için yolları kapattı.
Daha geçen ay kamyoncular ve çiftçiler artan yakıt fiyatları ve gübre sıkıntısına karşı Peru genelinde yollara barikatlar kurdular.
Castillo'nun başkan olarak ilk icraatlarından biri Bellido'yu Chumbivilcas eyaletine göndermek oldu. Bu, Çinli madencilik konsorsiyumu MMG Las Bambas'a karşı yapılan büyük bir grevi sona erdirme çabasıydı. Bu aynı zamanda Castillo'nun solunda yer alanların stratejisinin sınırlarını da ortaya koydu.
Tüm bunlar Castillo'yu sağdan gelen saldırılara karşı koruyabilecek kitlesel bir tabandan yoksun bıraktı. Böylece, eski başkan savunmasız ve izole edilmişken, sağ Castillo'yu devirme imkânını gördü.
Başkan Yardımcısı Dina Boluarte Çarşamba akşamı yemin ederek başkanlık görevine başladı. Boluarte’nin, kısa bir süre önce Özgür Peru'nun ideolojisini hiçbir zaman benimsemediğini belirterek partiden ayrıldığı düşünüldüğünde, sağ için daha kabul edilebilir bir yönetici olduğu ortada.
Castillo'nun düşüşünden çıkarılacak ders, büyük şirketlerin gücüne karşı kazanmanın imkânsız olduğu değildir. Bu, "reformizmin" sınırlarını ortaya koymaktadır. Peru’dan yenilen, “seçimlere odaklanarak ve kapitalist çıkarları korumak için var olan devlet kurumları aracılığıyla çalışarak gerçek değişimler yaratabileceğimiz” fikridir.
Peru'da umut, işçi sınıfının sokaklarda ve en önemlisi işyerlerinde harekete geçmesinde yatıyor. Sıradan insanların patronların kârlarına darbe vuracak, devletlerine meydan okuyacak ve sistemi parçalayacak toplumsal güce sahip olduğu yer burasıdır.
İran'daki baskıcı rejim, Mahsa Amini protestolarına katılan Muhsin Şikari'ye verdiği ölüm cezasını infaz etti. 10 Kasım'da yapılan yargılamanın bir tiyatroya benzediği söyleniyor.
Şikari, Tahran'daki protestolar sırasında bir yolu kapatmak ve paramiliter Besic güçlerine mensup bir saldırganı bıçaklamakla suçlandı. Devrim Mahkemesi tarafından "Allaha karşı düşmanlık" suçundan idama mahkum edildi.
Muhsin Şikari'nin bir kahvecide çalıştığı bildirildi. Genç bir emekçi, mollalar rejimini korkuyla ayakta tutmaya çalışan Ali Hamaney ve İran elitleri tarafından halka gözdağı vermek amacıyla asıldı.
16 Eylül'de başlayan protestolara katılan 11 kişi hakkında idam kararı verilmiş durumda.
İnsan Hakları Aktivistleri Haber Ajansı verilerine göre, bugüne kadar en az 475 kişi hayatını kaybetti, 18 bin 240 kişi de gözaltına alındı.
ABD'nin 857 milyar dolarlık 2023 yılı askeri bütçesi için Temsilciler Meclisinde anlaşma sağlandı, oylama haftaya yapılacak. ABD’nin geçen yılki savunma bütçesi 768 milyar dolar olarak bağlanmış, ama fiilen 801 milyar dolarlık harcama yapılmıştı. Bu yılki ABD askeri bütçesi, geçen yılki bütçeden yüzde 12 daha fazla.
Bu ölçüde bir artış, uzun yıllardır görülmemişti. Ukrayna’ya gönderilen silahların yerine yenilerinin konulması ihtiyacı, ABD askeri harcamalarının artmasının önemli nedenleri arasında.
Yasa tasarısında, Türkiye’yi memnun edecek bir düzenleme de yapıldı. Daha önce yasa tasarısına konulan, Türkiye’nin F-16 alımını sınırlandırıcı maddeler, Temsilciler Meclisi tarafından çıkarıldı.
Türkiye, ABD’den 40 adet yeni F-16 savaş uçağı ve elinde bulunan 80 adet F-16 savaş uçağı için modernizasyon kiti talep ediyor. Geçen yıl ABD, F-16 satışı için “Yunanistan hava sahasını ihlal etmeme” şartı getirmiş, Türkiye ise bu konuda güvence vermek istememişti. Bu yıl, bu şart yasa metninden çıkarıldı.
Ancak ABD Senatosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı yaptığı açıklamada, yasa metninde yer almasa da, Yunanistan ile ilgili sorunlar devam ettiği sürece Türkiye’ye F-16 satışı yapılmasına izin verilmeyeceğini açıkladı.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrası hızla artan silahlanma harcamaları silah şirketlerini zenginleştirmeye devam ediyor. ABD Dışişleri Bakanlığı, Polonya’ya 3,75 milyar dolar değerinde Abrams tankı, Güney Kore’ye de 1,5 milyar dolar değerinde ağır nakliye helikopteri satışına onay verdi. Pek çok silah üreten şirketin önümüzdeki 4-5 yıllık sipariş programları dolmuş durumda. Bir yanda açlık, yoksulluk, göç ve iklim krizleri devam ederken, silahlanmaya yılda 2,1 trilyon doların üzerinde para harcanması büyük bir sorun.
Mollalar rejimi sarsılan hegemonyasını tahkim etmeye çalışırken, Mahsa Amini ve devlet güçleri tarafından katledilen yüzlerce kişi ile idam cezalarının hesabını sormak için üç günlük grev yapıldı.
Grev çağrısıyla birçok şehirde esnaflar kepenk kapattı. Özellik İran Kürdistan'ı ve Azerilerin yaşadığı şehirlerde greve katılım yüksek oldu.
Üniversitelerde öğrenciler protestolara devam ediyor.
22 yaşındaki Mahsa Amini adlı kadın 16 Eylül'de İrşad Devriyeleri tarafından rejimin istediği gibi örtünmediği gerekçesiyle gözaltına alınmış ve karakolda işkenceyle öldürülmüştü.
Ardından İran'da mollalar rejimi altında gelişen en büyük ve uzun süreli protesto hareketi başladı.
Protestolar konusunda başta ne yapacağını bilemeyen iktidar, ardından şiddet silahını kullandı.
Çoğu gençler, kadınlar ve işçilerden oluşan barışçıl protestocuların üzerine açılan ateşler sonucu rejime göre 200 kişi, insan hakları kuruluşlarına göre 400'den fazla protestocu katledildi.
Protestolara katılan binden fazla kişi hakkında hazırlanan iddianamede ağır cezalar istenirken, bazı eylemciler için idam cezaları onaylanmaya başladı.
Rejimin saldırılarının doruğa çıktı noktada halkın yanıtı genel grev oldu.
Rejimde çatlak ve onarım
İran'da halk greve hazırlanırken, dünyanın geri kalanında protestoların başlıca hedefi olan İrşad Devriyeleri'nin lavğedildiği haberi konuşuluyordu.
İran Cumhuriyet Başsavcısı'nın devlet TV'sinde yaptığı konuşmadan 2006'da kurulan ve görevi sokaklarda evlerde kadınları kapanmaya zorlamak olan özel polis birliklerinin kaldırıldığı sonucu çıkarıldı.
Oysa protestocuların nefretini kazanmış İrşad Devriyeleri zaten sokaktan çekilmiş durumdaydı. Üstüne üslük rejimin bazı kilit isimleri bu devriyelerini varlıklarını sorgulayan sözler etmiş ve yeniden yapılandırılmasını gündeme getirmişti. Bazı mollalar ise bu birliklerin hiç kurulmadığını iddia eder hale geldi.
Öte yandan Enzeli Güvenlik Güçleri komutanı Cafer Cavanmerd, protestocu Merhdad Semak’in öldürülmesi nedeniyle gözaltına alındı.
Mollalar rejimi, statükosuna son vermeye dönük halk hareketi karşısında iç tartışmalara itilirken, her zaman olduğu gibi, biçimsel vaatler ve yeni baskı araçları gündeme geldi.
İran polisi içinde bir birim olan İrşad Devriyesi'nin burada feshedilmek, ayrı bir kurum olarak örgütleneceği söyleniyor.
Kaldı ki baskı 2006 öncesinde de vardı ve kadınlara örtünme zorunluydu.
Protestocular rejimin manevralarına aldırmadan özgürlük için mücadele etmeye devam ediyor.
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) dünyanın en büyük 100 silah şirketine ilişkin verileri derlediği raporunu yayınladı. ABD'li şirketler 2021'de silah satışından en büyük payı alırken, listede Türkiye'den iki şirket bulunuyor. Bu veriler, Rusya'nın Ukrayna'ya saldırdığı 24 Şubat 2022 öncesine ait.
Küresel ekonomi, pandemi sonrası ortaya çıkan sorunlarla boğuşuyor. Tedarik zincirlerinde ortaya çıkan sorunlar, yarı iletken üretiminde yaşanan kriz, eksik istihdam, enerji krizi ve yüksek enflasyon bu sorunlardan bazıları. Küresel ekonomik sistemde yaşanan sıkışmayı aşmak için devletler, eski ve bilindik yönteme başvuruyor: Silahlanmak. Silah satışlarını artıran küresel şirketler arasında Türkiye'den de iki şirket yer alıyor.
Dünyanın en büyük 100 silah şirketi 2021'de toplam 592 milyar dolar kazanç sağladı. 2020'ye göre silah satışları yüzde 1,9 oranında arttı.
Söz konusu kazancın çok büyük bir kısmı Amerikan silah sanayisinin kasasına girdi. Amerikan silah üreticileri, Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından hazırlanan raporda, bu çalışmanın ilk kez yapıldığı 2015 yılından bu yana ilk sırada yer alıyor.
Türkiye’den iki şirket ilk 100’de
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün yayımladığı rapora göre, dünyadaki en büyük 100 silah şirketi arasında iki Türk şirketi de yer alıyor. Rapora göre, ASELSAN ile Aerospace'in toplam silah satışları 2021 yılında 3 milyar 400 milyon dolara (yaklaşık 68 milyar Türk Lirası) ulaştı. Listenin 56'ncı sırasında bulunan ASELSAN, bir önceki seneye kıyasla silah satışlarını yüzde 6 oranında artırarak toplam 2 milyar 200 milyon dolarlık ciro elde etti.
2020 yılında "Dünyanın en büyük 100 silah şirketi" listesinin dışında kalan Aerospace ise silah satışlarını yüzde 62 oranında artırarak yeniden listeye girmeyi başardı. Listenin 84'üncü sırasında yer alan şirketin silah satışlarını bir yıl içerisinde bu kadar artırabilmesinde Anka-S İnsansız Hava Aracı'nın (İHA) satışları etkili oldu.
Avrupa silahlanıyor
SIPRI raporuna göre, cirosunu yükselten bölgelerin başında ise yüzde 4,2’lik artışla Avrupa geliyor.
Rusya'nın başlattığı savaş Avrupa ve ABD'de silahlara olan talebi anormal ölçüde artırdı. Ukrayna'ya gönderilen silahlar ABD ve Avrupa ülkelerinin envanterinden çıktı ve bu eksiklerin tamamlanması süreci başladı. Örneğin Almanya merkezli Rheinmetall, siparişlerin büyük oranda artacağı öngörüsünde bulunuyor. Şirket, Ukrayna'ya zırhlı araç gönderecek ülkelerin, bu açıklarını kapatmak için siparişlerini 2023'te yüzde 30 ila 40 oranında artıracağını tahmin ediyor.
Bir başka örnek te ABD'de üretilen Javelin tanksavar füzeleri ile ilgili siparişler. Washington yönetimi 2022'nin ekim ayına dek Ukrayna'ya 8 bin 500 adet Javelin füzesi gönderdi. Bu da üç ila dört yıllık bir üretim süresine denk geliyor.
Avrupa Birliği (AB) üyesi bazı ülkeler, Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısının ardından silahlanmaya büyük ağırlık vermeye başladı. Örneğin Polonya, asker sayısını beş yıl içinde iki katına çıkarmayı hedefliyor. Finlandiya, hava kuvvetlerine yatırımı önemli ölçüde artırma kararı alırken, Yunanistan, Fransa ve İtalya milyarlarca euro değerinde silah alımı için anlaşmalar imzaladı. Almanya'da ise Başbakan Olaf Scholz, savaşın başlamasından kısa süre sonra ordu için 100 milyar euro bütçe ayrılacağını duyurmuştu.
Rus şirketlerinde durgunluk
Rus silah sanayi kazancını 2021'de çok az da olsa artırdı. Ancak, Rusya Ukrayna savaşı nedeniyle Rus silah sanayinin yurt dışı satışları azalıyor. Ayrıca Rusya'da güncel olarak bazı silahların üretimi için gerekli olan parçaların eksikliği yaşanıyor. Ülkeye Batı tarafından uygulanan ekonomik ambargolar nedeniyle Rusya çip ve yarı iletken ithalinde büyük sorunlarla karşı karşıya. Söz konusu parçalar, özellikle tank ve füze imalatı için vazgeçilmez öneme sahip.
Çin dünyanın ikinci büyük silah üreticisi oldu
Asya’da silah üretiminde en hızlı büyüme Orta Doğu ülkelerinde görülüyor. Bu bölgede üretim yapan beş silah şirketi, küresel çapta en büyük 100 şirket arasında.
Çin'in silah sanayi alanındaki yükselişi de hız kesmeden devam ediyor. Çin, ABD'nin ardından dünyada en fazla silah üreten ikinci ülke konumuna yükseldi. Çin, 2017-2021 yılları arasında, Hindistan, Mısır ve Cezayir'in de yaptığı gibi silahlarının büyük kısmını Rusya'dan ithal etmişti.
İran’da 22 yaşındaki Mahsa (Jina) Amini’nin polis tarafından öldürülmesiyle başlayan gösteriler devam ediyor. Katar’da yapılan Dünya Kupası da İran halkının gösterilerine sahne oldu; tribünlerde Amini ile özdeşleşen “Kadın, Yaşam, Özgürlük” sloganının yer aldığı dövizler ve bayraklar taşınırken, İran Milli Futbol Takımı da İran Milli Marşı’nı söylemeyerek protesto etti. Ancak asıl önemli gelişmeler İran’ın içinde yaşanıyor.
Başörtüsü dayatmasına karşı başlayan eylemler, giderek doğrudan İslamcı rejimi hedef alarak üniversitelerde, işyerlerinde ve sokaklarda devam ediyor. Hem ülkenin Kuzey batısında Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı bölgelerde hem de Güneydoğusundaki Belucistan bölgesinde rejim güçleri polis şiddetini arttırıyor. İnsan hakları kurumları ülkede gösterilerin başlamasından bu yana 400’den fazla kişinin rejim tarafından öldürüldüğünü belirtiyor, on binden fazla kişi de tutuklanmış durumda. Rejimin önde gelen sözcülerinden birisi ilk kez 300 kişinin öldürüldüğünü kabul etti. 18 Kasım’da İran Devrim Muhafızları ve polis helikopterler ve zırhlı araçlarla Mahabad, Bukan, Piranşehr, Divandere ve Senendec’e müdahale ederek gerçek mermilerle ateş açtı.
Rejimin dini otoritesi Ayetullah Ali Hamaney 26 Kasım’da rejimin paramiliter güçlerinden olan Besiç mensuplarıyla bir araya gelerek, göstericileri “isyancılar” olarak nitelendirdi ve onlara “cahil” ve “paralı asker” dedi. Dünyanın farklı ülkelerinde yaşayan İranlıların eylemleri de sürüyor, son olarak Türkiye’de yaşayan İranlılar 27 Kasım’da İzmir’de bir eylem düzenleyerek “İran’da yaşanan ölüm ve dehşete son verilmesi için toplandık. Din dil, ırk, mezhep ayrımı olmaksızın laik, demokrat ve özgür yaşamak istiyoruz” dediler.
Onur Devrim Üçbaş
(Sosyalist İşçi)
İngiltere’de pek çok sektörden işçi, ülkede yükselen enflasyona ve hayat pahalılığındaki artışa karşı greve çıktı. Kış aylarında enerji fiyatlarındaki artış ve gıda ürünlerindeki enflasyon, İngiltere halkının maaşlarının giderek daha büyük bir bölümünü temel harcamalarına ayırmasına neden oluyor. Yapılan bir araştırmaya göre ülkede dört milyon aile, Nisan ayına kadar gelirlerinin üçte birini sadece enerji masraflarını karşılayabilmek için ayırmak zorunda kalacak. Hem kamu sektöründeki hem de özel sektördeki işçiler bu duruma gösteriler ve grevlerle direniyor. Posta çalışanları, üniversite çalışanları ve işçiler, tren makinistleri, hemşireler, öğretmenler ve liman işçileri son dönemde greve gittiler. Sendika üyesi 115.000 işçinin işvereni olan Posta Servisi, greve çıkan işçilerin gözünü korkutmak için sendika temsilcilerine uzaklaştırma cezaları veriyor ve işlerini geçici olarak askıya alıyor, ülke çapında 59 sendika üyesinin işi bu şekilde askıya alınmış durumda. Posta Servisi idaresi enflasyonun %11 olduğu ülkede maaşlara %7 zam ve %2’lik tek seferlik ödeme teklif ediyor ve eğer bu teklif kabul edilmezse 10.000 kişiyi işten çıkarmakla tehdit ediyor.
11 tren şirketine bağlı çalışan tren makinistleri, 26 Kasım’da 32 ayrı yerde greve gittiler ve pek çok tren seferini durdurdular. Tren şirketlerinin patronları, üç yıldır ücretlerine zam yapılmayan işçilere %5’lik bir zam öneriyor. Tren makinistlerinin grevleri Aralık ve Ocak aylarında da sürecek. 25 Kasım’da ise üniversite çalışanları grevdeydi. Ülke genelindeki grevde 150 ayrı kurumda 70.000 kişi ücretlere zam yanı sıra emeklilik ve çalışma koşullarıyla ilgili taleplerini savunmak için greve gitti. Üniversite çalışanları artan iş yükünden ve üniversitenin piyasalaştırılmasından şikayetçiydi. Hemşireler de bu grev dalgasına katılıyor; hemşireler 15 ve 20 Aralık’ta greve gidecek. Hemşireler sağlık sektöründeki kemer sıkma önlemlerine, maaşların üç yıl boyunca dondurulmasına ve enflasyon oranının altında kalan zam tekliflerine karşı çıkıyor. Hükümetin Ulusal Sağlık Hizmeti (NHS) çalışanlarına önerdiği zam ise sadece %4.
İngiltere’de işçiler zayıf bir hükümete karşı güçlü bir mücadele dalgası yaratabilirlerse taleplerini kabul ettirebilirler. Ülkede Boris Johnson 6 Eylül’de istifa etmiş, yerine geçen Muhafazakâr parti üyesi Liz Truss 25 Ekim’de Başbakanlık görevini bırakmıştı. Ülkenin şu anki başbakanı Rishi Sunak, İngiliz kralı 3. Charles’tan iki kat daha zengin olan bir iş adamı.
(Sosyalist İşçi)