Lübnan: İsrail tankları BM üssüne zorla girdi

İran'da Mahsa Amini öfkesi

İran’da Mahsa Amini’in polis karakolunda ölmesinin ardından başlayan gösteriler giderek kitleselleşiyor. Gösteriler birçok kente yayıldı. Devlet güçlerinin uyguladığı şiddete rağmen başta kadınlar ve gençler sokaklara çıkan on binlerce insan geri adım atmıyor. Gösterilerde şimdiye kadar 5 kişinin polisin açtığı ateş sonrasında öldüğü belirtildi. İran’da çevik kuvvetin göstericileri engellemek için uyguladığı şiddet tam tersine gösterilerin yayılmasını tetikledi. Zaten polisin işlediği bir cinayetin ardından başlayan öfkeli eylemler devlet şiddetiyle yanıtlanınca hadiseler giderek sosyal patlamaya doğru evriliyor. Her yerde eylem var Eylemlerden gelen görüntüler halkın rejimin güçleriyle kıran kırana bir mücadeleye girdiğini gösteriyor. Birçok noktada halkın direnişi basınçlı suyla kitleleri püskürtmeye çalışan polis güçlerinin gerilemesine neden oldu. Eylemler giderek çeşitlenmeye başladı. Bazı meydanlarda ateşin etrafında dans eden kadınlar başörtülerini dans edip ateşe atarken, bazı meydanlarda polisten kaçmayan göstericiler bir süre sonra polisleri kovalamaya başladı. Devlet terörüne tepki olarak esnafların bir kısmı kepenk kapatırken, kadınlar 22 yaşındaki Mahsa Amini için duydukları acıyı saçlarını kesme eylemiyle bir dayanışma hareketine çevirdiler. Dün akşam saatlerinde toplanan binlerce insan Sari Belediye binasında asılı duran Humeyni’nin ve Ayetullah Hamaney’in resimlerini indirdiler. İran’ın Kirman kentinde ise protestocular karşı kaldırımda duran polise “şerefsiz, şerefsiz, şerefsiz” sloganları atarak tepki gösterdiler ve polisin göz altına almak istediği protestocuları polise teslim etmediler. Polisin Tahran’daki eylemlerde halkın üzerine ateş açtığı doğrulandı. Rejim gösterileri engellemek için aralarında aktivistlerin, aydınların ve gazetecilerin olduğu insanları sabah saatlerinde göz altına alsa da gösteriler durulacak gibi görünmüyor. Gazeteci Savash Porgham verdiği haberde “Protestoların başat hareketi başörtüsü çıkarmak, sallamak ve yakmak. Kanımca İran zorunlu başörtüsü noktasında bir daha eskisi gibi olmayacak. İran rejimi elbette başörtüsü serbestisinde asla geri adım atmayacak ama İranlı kadınlar da artık asla geri adım atmayacakları eşikteler” diyor. İran’ın Gorgan şehrinde ateşlerin etrafında slogan atan kadınların eylemi özellikle kadınların geri adım atmaya hiç niyeti olmadığını gösteriyor. Kürtler öfkeli Piranşehir’den gelen görüntülerde barikat kurup ateş yakan göstericilerin “Jin, Jiyan, Azadi” sloganları atması, İran’ın hem Kürt bölgelerinde hem de Kürt nüfusu içinde rejime öfkelenen kitlelerin harekete geçmekte olduğunun bir işareti. İran’da rejimin güçlüğü olduğunun söylendiği Meşhed’de “kadın protestocular başörtülerini çıkartıp öfkeyle sallıyorlar.  Yine rejimin güçlü olduğu Kum şehrinde de sokaklarda yakılan ateşler ve genç göstericilerin öfkeli sloganları göze çarpıyor. İran’ın Kirmanşah, Kiş Adası, Raşt, Bandarabbas gibi birçok şehrinde ve bölgesinde eylemler dur durak bilmiyor. İranlı milletvekili Celal Raşidi Koçi, “ahlak polisinin ülkeye zarar vermekten başka bir işe yaramadığını” söylerken, Hangaw İnsan Hakları Örgütü de Kürdistan eyaletinin yönetim merkezi Senedec kentinde protestocuların üç gündür Hamaney'e karşı benzer sloganlar attığını açıkladı. Kürt nüfusun yoğun olduğu Kürdistan, Kirmanşah, İlam ve Batı Azarbaycan eyaletlerinde de Kürt partilerinin çağrıları üzerine esnaf kepenk indirdi. Üniversiteliler harekete geçti BBC’nin haberine göre “Tahran Üniversitesi'nde 18 Eylül'de başlayan öğrenci protestoları İsfahan Üniversitesi'ne ve Amirkabir, Allame Tebatebai ve Tarbiat Modares dahil olmak üzere başkentteki diğer birçok üniversiteye yayıldı. Shahid Beheshti Üniversitesi'ndeki bir toplantıda bazı kız öğrenciler başörtüsü kurallarına meydan okuyarak başörtülerini çıkardı ve din adamlarının yönetimine son verilmesi çağrısı içeren sloganlar attı.” Eylem görüntülerinde genç kadın ve erkeklerin yoğun katılımı, gençlerin öfkeyle hareketin içinde olduklarını kanıtlıyor. Rejim kendi ahlak bekçilerinin topluma kan kusturması nedeniyle köşeye sıkışmış durumda. Kadınların ve harekete geçen insanların öfkesi, Masha Amini’nin öldürülmesine duyulan öfke; tüm nobran, sağcı, özgürlük düşmanı devlet uygulamalarına karşı öfkenin harekete geçmesini tetikledi. Şimdi mücadelenin bayrağı bir kez daha İran halkının omuzlarında. 2011 yılında Tunus’ta başlayan Ortadoğu isyanları bir seyyar satıcının, Muhammed Buazizi’nin kendisini yakmasıyla başlamıştı. Bu defa İran polisinin işlediği cinayete duyulan öfkeyle başladı. 

Farklı ülkelerden akademisyen, yazar, hak savunucuları barış talep ediyor

Ermenistan, Azerbaycan, Rusya, Gürcistan, Türkiye, Kırgızistan gibi ülkelerden onlarca akademisyen, gazeteci ve hak savunucusu Ermenistan ve Ukrayna'ya yönelik son saldırıların ardından ortak bir bildiriye imza attı ve "Barış talep ediyoruz" dedi. Metin yeni imzalara da açık.

Dünya Bankası’ndan küresel durgunluk uyarısı

Dünya Bankası, “Küresel Durgunluk Yakın Mı?” başlıklı yeni bir rapor yayınladı. Bankanın raporla ilgili yaptığı açıklamada “dünyanın dört bir yanındaki merkez bankalarının bu yıl faiz oranlarını son 50 yılda görülmeyen bir eş zamanlılıkta yükselttiği kaydedildi” dendi. Açıklamada ayrıca, bu trendin gelecek yıl da devam edeceğinin öngörüldüğünü belirtildi: "Dünyanın dört bir yanındaki merkez bankaları enflasyona tepki olarak eş zamanlı olarak faiz oranlarını yükseltirken, dünya 2023'te küresel bir durgunluğa ve yükselen piyasalar ile gelişmekte olan ekonomilerde kalıcı zarar verecek bir dizi finansal krize doğru ilerliyor olabilir." Büyük ekonomiler de yavaşlıyor Resesyon ekonomistler tarafından bir ülke ekonomisinin “arka arkaya iki çeyrek negatif büyüme kaydetmiş” olduğu durumları tanımlamak için kullanılan bir kavram. Bu açıdan bakıldığında  dünyanın en büyük üç ekonomisinin, ABD, Çin ve Euro Bölgesi’nin ekonomilerinde keskin bir şekilde yaşanan yavaşlama küresel durgunluk uyarılarının şimdiden yapılmasına neden oluyor. NTV’nin haberine göre, Dünya Bankası Başkanı David Malpass gelişmeleri "Düşük enflasyon oranları, para birimi istikrarı ve daha hızlı büyüme elde etmek için politika yapıcılar odak noktalarını tüketimi azaltmaktan üretimi artırmaya kaydırabilir. Politikalar, büyüme ve yoksulluğun azaltılması için kritik olan ek yatırım yaratmaya ve üretkenliği ve sermaye tahsisini iyileştirmeye çalışmalıdır." şeklinde yorumladı. Bankanın raporunda arz kesintileri ve iş gücü piyasası baskıları azalmadıkça çekirdek enflasyonun 2023'te yüzde 5'e ulaşabileceğine dikkat çekildi. Daha fazla faiz artırımı ve finansal piyasa stresinin küresel gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYH) büyümesini 2023'te yüzde 0,5'e yavaşlatabileceği, bunun kişi başına yüzde 0,4'lük daralmaya denk olduğu söylendi. Raporla ilgili açıklamada, küresel enflasyonu hedeflerle uyumlu bir orana düşürmek için merkez bankalarının faiz oranlarını 2 puan daha artırmasının gerekebileceği belirtildi.

Ukrayna'da bir toplu mezar daha

Ukrayna’da İzyum kentinde bir toplu mezar bulundu. Yüzlerce cesedin olduğu toplu mezar hakkında bir açıklama yapan Harkov bölgesi polisi müdürü mezarda 400’den fazla ceset bulunduğunu söyledi.  Geçtiğimiz haziran ayında da Ukrayna’nın Buça bölgesinde 7 sivilin cesedine ulaşılmıştı. Sivillerin elleri arkadan bağlıydı ve vurularak öldürülmüşlerdi. Yani infaz edilmişlerdi. Ukrayna resmi yetkilileri aynı dönemde Kiev bölgesinde 1500’den fazla sivilin Rus ordusunun kasıtlı kararının sonucu öldürüldüğünü açıklamıştı. İşgalin ilk haftalarında gerçekleşen ağır bombardımanda halk ölülerini gömmek için toplu mezarlar kazıyordu. Fakat Rus ordusunun geri çekildiği bölgelerde yaptığı katliamlarla yarattığı toplu mezarlar daha farklı. Rus güçleri 10 gün önce Harkiv bölgesindeki İzyum ve Balakliya şehirlerinden geri çekilmeye başlamıştı ve bu bilgi Rusya Savunma Bakanlığınca da doğrulanmıştı.

Şili: Yeni anayasanın reddi ve sağa savrulan hükümet

Şili halkı solcu Başkan Gabriel Boric’in sunduğu anayasa taslağını reddetti.  Şili'nin anayasasını değiştirme talebi 2019'da, sokaktaki kitlesel hareketten yükselmiş, 2020’de gerçekleştirilen halk oylamasında her beş kişiden dördü Pinochet anayasasının değiştirilmesi için oy kullanmıştı. Evrensel sağlık hizmetleri ve cinsiyet eşitliği getirecek, yerli halklara özerklik tanıyacak, işçi sendikalarını güçlendirecek, ekosistemleri koruyacak, iklim kriziyle mücadele konusunda taahhüt verecek bu anayasa; barınma, ücretsiz eğitim, temiz hava, su, gıda, sanitasyon, ücretsiz internet erişimi, emeklilik yardımları, ücretsiz yasal danışmanlık gibi benzersiz maddelerde yeni haklar tanımlıyordu. Ancak sağın ve bilhassa da çevre koruma düzenlemelerinin kârlarını azaltacağından korkan maden şirketlerinin dezenformasyon yayarak yürüttükleri karşı kampanya etkili oldu, anayasa reddedildi.  Karşı kampanyada öne çıkan argümanlardan biri, yerli halklara tanınacak yeni hakların toplumu böleceği yalanıydı; kartlarını muhafazakar ve milliyetçi kesime oynayıp, yerli toplumların, toprakları üzerinde daha fazla hakları olmasının kabul edilemeyeceğini söyleyerek tepki yaratmaya çalıştılar. Kırsal bölgelerdeki seçmenlerin büyük bir kısmı, sağın elindeki medya araçları aracılığıyla dolaşıma sokulan yalanlara, bu anayasanın reddedilmesini amaçlayanların propagandalarına maruz kaldı. Sonucu ortadaydı; yeni anayasa için en çok ret oyu alınan beş bölge, tomruk endüstrisi ile yerli aktivistler arasındaki şiddetli çatışmaların yaşandığı güneyde bulunuyordu.  İkincisi ise giderek yükselen enflasyon ve suç oranlarındaki artışa Boric’in kayda değer bir yanıt sunamamış olmasıydı ki bu da onu itibarsızlaştırmak için kullanıldı. Bunların yanı sıra ayrıca ev sahibi olmaya izin verilmeyeceği gibi kimi yalanlar da gündemde tutuldu.  Sonuçta yeni anayasadan vazgeçilmedi; biraz daha sağa kayan bir anayasa daha hazırlanması talebi öne çıkmış oldu. Ve sağ siyaset tarafından meşruiyetini kaybetmekle itham edilen Boric de sağa daha fazla taviz vermeye başlayarak, bunun için yeni bir kurucu meclis oluşturacağını ilan etti. 

İngiltere, Hollanda ve Almanya’da grevler ile eylemler

Hollanda’da demiryolu çalışanları yeniden greve gitmeye karar verdi. Yaptıkları iş sözleşmesi görüşmelerinden olumlu sonuç çıkmayınca sendikalar, işçilerin ülkenin 3 farklı bölgesinde tam gün iş bırakacağını duyurdu. 9 Eylül’de batı ve kuzey batı bölgelerinde başlayan eylemler böylece 13 Eylül’de güney ve kuzey bölgelerinde devam etti ve ülkenin orta bölgesindeki kentler de 15 Eylül’de 24 saat boyunca iş bırakacak. Almanya’da ise hayat pahalılığına karşı başlayan grevler giderek büyüyor. Berlin ve Leipzig'de binlerce kişi sokağa çıktı, “NATO Ukrayna'dan çekilsin”, “Kâr edeceksiniz diye soğuktan donmayı kabul etmiyoruz” pankartlarıyla, “Artık yeter” sloganı atarak yürüdü. Eylemler faşist örgütlerin saldırı girişimlerine maruz kalsa da protestocular bu eylemlerde ırkçılara yer olmadığı konusunda çok netti.   “Artık Yeter” kampanyasının çığ gibi büyümesiyle binlerce kişinin sokaklara döküldüğü İngiltere’de ise grevler ve kitlesel eylemler olanca hızıyla devam ediyor. 500 bin kişinin desteğini kazanan kampanyanın talepleri, tüm dünyadan yükselen bu yeni isyan dalgasının da ortak talepleri aslında; enerji faturalarını düşürüp sektörü kamulaştırın, ücretlere enflasyon oranında zam yapın, barınma sorununa çözüm getirin, iklim krizi ve gıda yoksulluğu için adım atın, zenginleri vergilendirin. “Artık Yeter” hareketi 1 Ekim’i İngiltere genelinde eylem günü ilan etti ve ülkenin en büyük sendikaları da bu eylemin kitlesel, birleşik bir mücadele olması için destek veriyor.

Irkçıların yükselişi: İsveç’te tehlike çanları

İsveç’te sosyal demokratlar, aşırı sağın önde gelen partisinin de içinde yer aldığı sağ koalisyona karşı seçimleri kaybetti. The Guardian gazetesinde seçimleri ele alan bir makale, ülkede bıçak sırtı seçimlerin ardından bir basın açıklaması yapan Başbakan Magdelan Anderson’ın sosyal demokratların yüzde 30’dan fazla oy alarak hâlâ İsveç’in en büyük partisi olmayı sürdürdüğünü ve sağ blokun parlamentoda çoğunluğu sağlayabileceğinin düşük bir ihtimal olduğunu söylediği aktarıldı. Başbakan konuşmasında istifa edeceğini de açıkladı. 349 sandalyeli parlamentoda merkez sağ koalisyon çoğunluğu sağlasa da ırkçı parti, Ilımlılar ve Hristiyan Demokratlarla liberaller arasında nasıl bir işbirliği yapılacağı belirsizliğini, koruyor. The Guardian, merkez sağ partilerin aşırı sağın bakanlık almasını engelleme kararında olduklarını aktardı.  Nüfusu 10,5 milyonu bulan İsveç'te 7 milyon 700 bin seçmen kayıtlıydı. Sol blokta, Sosyal Demokrat Parti, Yeşiller ve Çevre Partisi ve Sol Parti yer alırken Sağ blokta ılımlı Muhafazakar Parti, Hristiyan Demokrat Parti, Liberal Parti ve İsveç Demokratlar Partisi (SD) yer alıyor. Seçimlerde nihai sonuca göre sağ blok oyların %49,6'sını, sol blok ise %48,9’unu almış görünüyor.  Tüm sağcı partiler arasında aşırı sağcı olan güç, İsveç Demokratlar Partisi (SD). SD 2018'deki son seçimde oylarını tırmandırmış ve yüzde 18'lik oy oranıyla parlamentoda 64 sandalye kazanmıştı. Partinin en bilinen yanı göçmen karşıtlığı. Bu partinin Neonazi örgütlerle ilişkisi de çok açık. SD'nin üç milletvekilinin İskandinavya Direniş Hareketine (NMS) bağlı Neonazi grubu ile ilişkisinin ortaya çıkmasından sonra bu milletvekilleri partiden ihraç edilmişti. TRTHABER’in aktardığı gibi ihraç edilen milletvekilleri harekete geçerek beş sene önce ırkçı AFS'yi kurmuşlardı. İsveç'te yaşayan bütün göçmenleri ülkelerine göndereceğinin sözünü veren AFS, birçok cami ve mescidi de kapatacağını vadetmişti. Sağ blok parti sözcüleri ırkçı SD’ye bakanlık vermeyeceklerini söyleseler de “SD'nin güçlü performansı, onu anketin %20'sinden fazlasını alarak ikinci en büyük parti haline getirmesi, onu parlamentodaki desteği için tavizler elde etmek için güçlü bir konuma getiriyor.” Bu partinin lideri Jimmie Åkesson sosyal medyada sosyal demokratların 8 yıldır ülkeyi yanlış yöne götüren politikalarına yeter dediklerini yazdı ve şöyle devam etti: “Şimdi güvenliği, refahı ve uyumu yeniden inşa etmeye başlamanın, İsveç’i yeniden ilk sıraya koymanın zamanı.” Bu üslubun Türkiye’de kimleri çağrıştırdığı ve tüm Neonazilerin benzer kelimeleri kullandığı böylece bir kez daha görünür oluyor. The Guardian seçimlerin ardından Antisemitizme Karşı İsveç Komitesi başkanı sonucun ırkçıları cesaretlendireceğini söyledi. SD’nin Yahudilerin İsveçli olup olup olamayacağının belirsiz olduğunu düşünmesi komitenin hiç de haksız olmadığına işaret ediyor. SD, 1980’lerin ırkçı Neonazi örgütlerinin bir devamcısı olmadığını kanıtlama çabasında oldu göstermelik olarak. İçindeki ırkçılık ve aşırılık yanlılarını tasfiye edip görünüp muhafazakâr değerleri savunan, ulusal değerleri korumak isteyen uslu bir parti gibi görünmeye çalıştı. 1990’ların başında Türkiye’de MHP’nin değiştiği tartışmalarında da aynı hatalar tekrarlanmıştı. Nitekim, 2010’ların başından itibaren başlayan göç dalgası, SD’nin göçmen düşmanı ve ırkçı yüzünü hemen ortaya çıkarttı. SD, göçe ve göçmenlere karşı çıkan ve göçmenleri çete suçlarının asli sorumlusu olarak gören politikasıyla sivrilmeye başladı.  The Guardian’ın görüşlerini aktardığı Göteborg Üniversitesi'nde siyaset profesörü olan Jonas Hinnfors, seçimlerin tarihi bir an olduğunu ve bir devrin sona erdiğini söyledi: “Yaşanacak değişikliğin ne kadar büyük olduğunu bilmiyoruz fakat son 50-60 yılda solun ve sağın birlikte katkıda bulunduğu geniş sosyal özgürlükçü değerler, bireysel özgürlükler azınlık haklarına karşı bir gelişme yaşandı.” İsveç’te tüm hakların, göçmenlerin, azınlıkların, Yahudilerin tehdit altında olduğu bir gerçek. SD’nin izleyeceği politikalar, solun SD karşısındaki tutumu ve merkez sağın faşistlere karşı aynı tarihsel hataları tekrarlayıp tekrarlamayacakları gelişmeleri tayin edecek.

Çin Tayvan’ı tehdit ediyor

Eylül ayının başında Çin ana karası ve Tayvan’da gerçekleşen geleneksel Güz Ortası Festivali sırasında Çin savaş uçakları ve gemileriyle militarist güç gösterisi yaptı. 10 Eylül’de Çin’e ait 42 savaş uçağı, 1 askeri dron ve 9 savaş gemisi Tayvan’a gözdağı vermeye çalıştı. Tayvan Savunma Bakanlığı yaptığı açıklamada uçaklardan 17’sinin Tayvan Boğazı’nda etki alanlarını sınırladığı varsayılan hava ve deniz hattının doğusuna, 1 uçak ile dronun da Tayvan’ın hava savunma tanımlama bölgesinin güneybatısına uçtuğunu söyledi. Tayvan’da Çin’in baskısı uzun yıllardır sürüyor ve son dönemlerde Çin tehditlerin dozajını artırdı. Öte yanda ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin yangına körükle gider gibi geçen ay Ada’ya yaptığı ziyaret Çin’in Tayvan üzerinde uyguladığı baskının artmasına neden olmuştu.  Pelosi Tayvan’ı 25 yıl aradan sonra ziyaret eden ilk ABD üst düzey temsilcisi olmuştu. Bu ziyaret sırasında Çin savaş uçakları uçmaya başlamış ve ABD savaş uçakları da tehditkar bir şekilde bölgede uçmaya başlamıştı.  Çin o ziyaretten sonra 7 gün süren tatbikatlar yapmış, sık sık askeri gövde gösterisi ile Ada üzerindeki hakimiyetini bırakmayacağı mesajını vermişti. Askeri tatbikatlar sona erse de Tayvan Boğazı’ndaki Çin askeri gücünün faaliyetlerini sona erdirmemişti.  Bu arada Pelosi’nin ziyaretinden sonra Demokrat Partili ve Cumhuriyetçi senatörlerin olduğu çeşitli heyetler Tayvan’ı ziyaret ettiler. Rusya’nın Ukrayna işgali sürerken Çin-ABD arasında tırmanan askeri gerilime hemen son verilmeli.

Ukrayna savaşının arka planındaki fosil savaşları

Yaptırımlara yanıt olarak Rusya, ihraç ettiği gaz miktarını sınırlandırdı. Nick Clark, Avrupa'daki ekonomik mücadelenin arka planında sürmekte olan fosil yakıt savaşlarını gündeme taşıyor. Avrupa hükümetleri hepimizi, bu kış elektrik kesintileri yaşamaya hazırlıklı olmamız gerektiği ve elektrik kotası getirilebileceği konusunda uyarırken bile, enflasyonu ve bu kesintileri körükleyen ekonomik savaşı tırmandırmaya devam ediyorlar.  Ukrayna'da savaş başladığında, Batılı hükümetlerin bu savaşa müdahale ederken kullandıkları bahane, özgürlük ve demokrasi savunucuları olmalarıydı. Ancak gerçekte, Ukrayna'yı bir vekalet savaşında kullanmak, NATO’nun ve ABD’nin çıkarlarını ilerletmek, Afganistan ve Irak'taki yenilgilerini telafi etmek ve Rusya'yı küçük düşürmek, boyun eğdirmek istiyorlardı ki ardından Çin’e de aynısını yapabilsinler.  Gelgelelim, son birkaç ayda, gaz ve petrol kaynaklarının kontrolü konusundaki mücadele de ön plana taşındı. Artık sadece Ukrayna'yı desteklemekten değil, kendi ekonomik çıkarlarını savunmaktan da bahsediyorlar ki bu da, dünya genelinde siyasi hakimiyet kurabilmek istediklerini gösteren, atıldıkları bu savaşın gerçek doğasını gözler önüne seren bir gelişmedir. Örneğin, Avrupa Birliği'nin (AB) Ekonomiden Sorumlu Avrupa Komisyonu Üyesi Paolo Gentiloni geçtiğimiz hafta Rusya'ya, petrol fiyatlarına üst sınır getirilmesini destekleme planlarını açıklarken “iki hedef”ten söz ediyordu. Birincisi, Rusya'nın bu savaşı sürdürmek için ihtiyaç duyduğu nakdi desteği reddetmekti. İkinci hedefleriyse, “küresel enerji fiyatları üzerinde baskı oluşturarak fiyatları aşağı çekmek” olacaktı. G7 liderliğindeki Batılı hükümetler, Rusya'dan aldıkları petrolün fiyatını düşürmek istiyor ve bu, Rusya ile Batı arasındaki karşılıklı yaptırım ve ekonomik şantajların vardığı son noktadır. Rusya ise, Almanya başta olmak üzere bazı ülkelerin Ukrayna'ya verdikleri desteği sonlandırmak için kendi gücünü kullanıp Avrupa'ya gaz ithalatı üzerindeki kontrolünü devreye sokuyor. AB’nin gaz konusunda kendisine büyük ölçüde bağımlı olduğunu bilen Rusya geçtiğimiz aylarda Avrupa'ya gaz akışını defalarca kesmiş, AB ekonomik yaptırımları kaldırılmadıkça arzın tamamını karşılamayacağını dile getirmişti. Fosil yakıtlar için sürdürdükleri bu savaş, Batı ile Rusya arasında uzun zamandır süregiden rekabetin bir parçasıdır.  Gaz arzındaki kesintinin Avrupa hükümetleri için kaçınılmaz ve büyük bir ekonomik sorun anlamına geleceği ortada olsa da bunun, Avrupa'daki hakimiyet mücadelesi için yürütülen daha büyük bir oyunun parçalarından biri olduğunu görmek gerekiyor. Petrol ve gaz gibi fosil yakıtlara bağımlılık, onları “stratejik metalar” haline getirir ve dolayısıyla tedarik gücünü ele geçirmek, bunları kontrol etmek, devletlerin yalnızca satıştan kâr etmekle kalmayıp, aynı zamanda daha fazla siyasi güç elde etmeleri anlamına da gelir. Bu nedenle, petrol ve gaz akışı üzerindeki mücadele aynı zamanda Avrupa'da yürütülmekte olan hakimiyet çekişmesiyle ve bir sonraki adımda da dünyadaki yeni güç dengelerinde kimin/kimlerin nüfuz alanını genişleteceğiyle ilgilidir. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de geçen hafta yaptığı bir konuşmada bunu ima ediyordu. Batı'nın yaptırımlarının, Rusya'nın Çin ile ortaklığı nedeniyle başarısız olacağını söylerken şöyle dedi; "Rusya'yı yalnızlaştırmak istiyor olabilirler ama bunu başarmaları mümkün değildir." "Asya-Pasifik bölgesindeki ülkelerin rolünün önemli ölçüde arttığını" ve bunun "devasa yeni fırsatlar yarattığını" da söyledi.  ABD için en büyük tehdit, Çin'in ekonomik ve siyasi etkisinin yükselişi olur – Avrupa üzerindeki hakimiyetini sürdürebilmesi de giderek zorlaşır. Dolayısıyla, Batı ile Rusya arasındaki ekonomik savaşta öne çıkan tek unsur, Avrupa'nın enerji üzerindeki kontrolü nasıl sağlayacağı değildir; önümüzdeki on yıllarda ekonomik ve politik düzeni kimin belirleyeceği sorusu önem kazanır.  Kesin olan bir şey var ki, siyasi iktidarların ekonomik savaş çığırtkanlığının bedelini de yine Ukrayna'daki, Avrupa'daki ve dünyadaki sıradan insanlar ödemek zorunda kalacak. Tahıl anlaşması üzerindeki emperyalist bölünme: Milyonları aç bırakabilirler Savaş halindeki devletlerin birer ekonomik silaha dönüşüyor olması yalnızca yakıt değil, gıda tedariki üzerinde de büyük tehdit oluşturuyor.  Vladimir Putin, geçtiğimiz hafta Ukrayna'nın Odessa limanından gerçekleştirilen tahıl ihracatını sınırlandırma tehditleri savurdu. Üstelik bu tehditler, tahıl taşıyan gemilerin Ukrayna limanlarından ayrılmasına izin veren bir anlaşmayı kabul etmesinden bir ay sonra geldi. Anlaşmanın küresel bir gıda krizini önlemeye yardımcı olması gerekiyordu. Bir yandan ekonomik krizin etkilerini yaşayan, diğer yandan tahıl ithalatına bağımlı durumda olan Lübnan gibi bazı ülkeler için bir can simidi olacağı söylenerek desteklenmişti. Ne var ki Putin, Ukrayna'dan ayrılan tahılın "neredeyse tamamının" zengin Avrupa ülkelerine gittiğini söyledi, onları “sömürgeciler” gibi davranmakla suçladı. “Belki de bu rota boyunca tahıl ve diğer ürünlerin ihracatını sınırlamayı düşünmeliyiz” diyerek tehdit ediyordu. Putin'e güvenilmez. Öyle anlaşılıyor ki talepleri karşılanmazsa, tahıl arzını yeniden kesmeye çalışabilir. O anlaşmaya aracılık eden Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise Putin'in, tahılın Rusya'dan ihraç edilmesini istediğini ama Rusya'ya yaptırım uygulayan ülkelerin bundan faydalanmaması gerektiğini bildiriyordu. Fakat Putin'in, Ukrayna’dan, anlaşmanın onaylanmasından bu yana ayrılan gemilerden sadece ikisinin yoksul veya gelişmekte olan ülkelere gittiği yönündeki iddiaları doğru değil. Diğer taraftan, – ki bu gerçeği Birleşmiş Milletler'in (BM) de artık itiraf etmesi gerekiyor –, ihraç edilen tahılın sadece yüzde 30'u düşük veya düşük-orta gelirli ülkelere ulaşabildi.  Bu durumda, üst orta veya yüksek gelirli ülkelere giden bölümüyse yüzde 72 oluyor. Bunun yaklaşık yüzde 20'si, çoktan ulaşmış olması gereken Türkiye'ye gönderildi. Ancak 8 Eylül itibariyle, varış noktası Türkiye olmayan 58 gemiden 38'i de Küresel Kuzey'deki ülkelere veya Batı'nın müttefiki konumunda olan zengin ülkelere doğru yola çıkarılmıştı. İki tanesi de Çin'e gönderildi.  Yalnızca 18’i Küresel Güney'deki ülkelere gitti – bunlardan biri de Lübnan'dı. Ve kıtlığın eşiğinde olan Yemen'e de sadece bir gemi gönderildi. Müttefiklerin boru hattı çatışması Avrupa ülkeleri Rusya'ya karşı sözde birleşik bir cephe oluştursalar da kendi aralarında rekabet edebilecekleri alanı da korumaya devam ediyorlar.  Örneğin Almanya; İspanya ve Fransa arasında yeni bir gaz boru hattı inşa etme planlarını ortaya sererken bunun, Avrupa'nın Rusya'dan gelen gaza duyduğu bağımlılığı azaltmasına yardımcı olacağını söylüyordu. Ancak Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise, önerilen yeni boru hattının “Avrupa’nın gaz sorununu çözmeyeceğini” dile getirdi.  Öyleyse bu planların ardında ne var?  İspanya hükümeti de hevesli görünüyor. Çünkü boru hattı sayesinde, iklim krizine sahte bir çözüm olarak sunulan sözde “yeşil hidrojen”in Avrupa'daki en önemli ihracatçısı olmayı planlıyor. Macron da Fransa ve Almanya arasındaki gaz ve elektrik tedariki anlaşmasından memnun. Ve her ikisini de yükselmekte olan bu enerji merdiveninin üstünde konumlandırıyor. Biden, Suudi Arabistan'dan petrol dileniyor Fosil yakıt rekabeti, Batı ile Avrupa dışındaki müttefikler arasında da bazı çatlaklara sebep oldu.  ABD başkanı Joe Biden geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan'ın veliaht prensi Muhammed Bin Salman ile bir araya gelerek Salman’ı daha fazla petrol üretme konusunda ikna etmeye çalıştı.  Biden, Suudi Arabistan'ın piyasaya daha fazla petrol sürmesini ve bunu yaparken fiyatları düşük tutmaya devam etmesini istiyor. Ancak fiyatların düşmesi, Suudi Arabistan liderliğindeki OPEC+ kartelinde yer alan petrol üreticileri için hiç de iyi olmadı. Geçtiğimiz hafta bir araya gelen OPEC+ üyeleri, Ekim ayından itibaren geçerli olacak şekilde, günde 100.000 varile ulaşacak bir üretim kesintisi yapmaya karar verdiler. Socialist Worker’dan çeviren Tuna Emren.

Geri 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 İleri

Bültene kayıt ol