'Suriye halkının omuzlarından devasa bir yük kalktı'

Altıncı ayında Ukrayna savaşı: Ölümcül bir safhaya girilmek üzere

İşgalin altıncı ayına giriyoruz ve Doğu Avrupa'daki gerilim tırmanmaya devam ediyor. Vladimir Putin'in Ukrayna'yı işgalinin altıncı ayında, NATO ile Rusya arasındaki bu vekalet savaşında bir kez daha ölümcül bir dönemeçteyiz: Batı, Ukrayna'yı, Kırım'ı Rusya'dan geri almak için bir saldırı başlatmaya teşvik ediyor.  Rusya bu bölgeyi 2014 yılında ele geçirmişti ve Vladimir Putin'in, Rusya yanlısı cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç'in devrilmesinden sonra, Ukrayna'nın ABD ve müttefiklerini kucaklamaya başlamasına verdiği bir yanıt niteliğindeydi. Bir “kurtuluş” mücadelesinden ziyade emperyalistler arası rekabetin bilenmesinin bir sonucu olarak yaşandı.  Rusya'nın kendi topraklarının ayrılmaz bir parçası olarak gördüğü Kırım'ı geri alma çabaları için Batıdan verilen destek bu savaşı daha da büyütebilir. ABD, Ukrayna'nın Batı'dan tedarik ettiği silahları Kırım'ı vurmak için kullanabileceğini belirtti. ABD'li üst düzey bir yetkili de bölgedeki hedeflerin "doğası gereği bir savunma hattı" olduğunu söylüyordu. Ve ardından, Cumartesi günü bir insansız hava aracı, Kırım'ın Sivastopol kentindeki Karadeniz donanma üssünün sıkı bir şekilde korunmakta olan merkezinde konuşlanmış Rusya donanma karargahına düşürüldü. Bunu, Kırım'daki diğer askeri üslerde gerçekleşen, dokuz Rus savaş uçağını imha ettiği bildirilen Saki hava üssünde yaşanan büyük patlama da dahil olmak üzere bir dizi patlama izledi. Bu saldırıların her birinin 20 milyon doların üzerinde bir maliyeti var. Ukrayna, saldırıları resmi bir açıklamayla üstlenmiş değil, ancak bölgede böyle bir saldırı gerçekleştirebilecek başka bir gücün bulunmadığı da biliniyor. Ukrayna cumhurbaşkanı Volodymyr Zelensky'nin baş danışmanı Mykhailo Podolyak, patlamaları bir karşı saldırının başlangıcı olarak nitelendirdi; “Stratejimiz, askeri altyapının lojistiğini, ikmal hatlarını, mühimmat depolarını ve daha ne varsa hepsini imha etmektir. Bu birlikler büyük bir kargaşaya sebep oluyor.”  Podolyak ayrıca Kırım'ı Rus anakarasına bağlayan Rusya yapımı Kerç Köprüsü'nü vurma planlarını ima ederek, "Bu tür yapıların imha edilmesi gerekiyor" dedi.  Bu olan bitenler basit bir geçiş süreci olarak adlandırılamaz. Salı günü NATO genel sekreteri Jens Stoltenberg, Kırım Platformu zirvesine teşrif etti ve bu, NATO'nun askeri ittifakının kanlı elleriyle kutsadığı askeri oluşumların ziyaretinden çok daha fazlasıydı.  Kırım Platformu, emperyalizmin yeni oyuncağıdır. Geçen yıl kurulan bu örgütlenmenin amacı, Rusya'ya karşı agresif önlemler almak ve hatta bunları daha da agresif olacakları bir boyuta taşımaktı. Kendi demeçlerine göre, “Kremlin üzerindeki uluslararası baskıyı” artırmak, “Rusya'nın Kırım'ı işgale son vermesini sağlamak ve yarımadanın kontrolünün yeniden Ukrayna’ya verilmesini sağlamak” istiyorlar.  İngiltere yönetimi de bu emperyalist çetenin ön saflarında yer alıyor. Savunma Bakanı Ben Wallace geçtiğimiz günlerde, “Ukrayna için Uluslararası Fon”a kısa süre önce açıklanan 1 milyar sterline, Ukrayna'nın son maceralarını desteklemek için bir 250 milyon sterlin daha ekleyeceklerini açıkladı ki bu destek Ukrayna’nın askeri eğitim ve teçhizat ihtiyacının finanse edilmesi için kullanılıyor. İngiltere, savaşın ilk ayında 2.300'den fazla Ukrayna silahlı birliğini eğitti. Ukrayna savaşı yeni bir süreçten geçiyor, bir kez daha yön değiştiriyor.  İlk zamanlarında, Ukrayna’nın direnişiyle engellenip kısmen geri püskürtülen Rusya işgaline tanık oluyorduk. Onu, Ukrayna'nın güneyinde ve doğusunda sürmekte olan ama Rusya’nın bir ileri bir geri gittiği bir yenişememe evresi izledi ve bu süreçte her iki taraf da korkunç kayıplar verdi. Bu sırada Rusya bir dizi şehri yerle bir etmek için topçu birliklerini kullanmaya devam ediyordu. Ancak Batı silahlarının arzındaki muazzam artışla birlikte başka bir evreye daha girilmişti. ABD, Rusya'yı Donbas'tan çıkarmak ve aynı zamanda gücünü sekiz yıldır sürdürmekte olduğu bölgeleri hedef haline getirerek Putin’i küçük düşürmek için bir fırsat yakalamaya çalıştı. Tayvan'a yönelik kasıtlı kılıç sallamaları da hemen ardından Çin'e yöneleceğinin açık bir göstergesidir. Rusya’nın ağır silahları, işgalin başlangıcından bu yana geçen bu altı ayın büyük bir bölümünde, Ukrayna'nın elinde bulunanlara kıyasla daha uzun bir menzile sahipti. Ancak sonra İngiltere ve ABD'nin Himars roket sistemi gibi silahlar da devreye girince Ukrayna’nın silahlı gücü Rusya’yı geride bırakabileceği bir seviyeye taşındı. Elbette bu, Ukrayna'nın da hemen yarın bir işgale girişeceği anlamına gelmez. Ukrayna cumhurbaşkanı danışmanlarından birinin Wall Street Journal gazetesine verdiği demeçte şöyle söyleniyordu; "Rusya’ya karşı yumruk yumruğa bir savaşa girişmek istemiyoruz; savaş güçlerini zayıflatıp bir noktada sıkıştırabilmek için baskı yapmaya devam edeceğiz."  Fakat Rusya da köşeye sıkıştırılma planlarının işlemesine izin verecek değil tabii.  Batı, bu savaşa dair hedeflerini yeniledikçe tehlike giderek büyüyor. Öyleyse hem Doğu’dan hem de Batı’dan yükselmekte olan savaş karşıtı sesleri de büyütmek gerekir. Charlie Kimber Socialist Worker’dan Tuna Emren çevirdi

(Röportaj) Küba’nın içler acısı gerçeği: “Yaşadığımız şeyin sosyalizmle alakası yoktur”

Dalton Liebknecht, Kübalı bir işçi ve adadaki yeni bağımsız sol örgütlenmenin aktivistlerindendir.  Marx21 ile gerçekleştirdiği bu röportaj, 2022 Ağustos’unda, Matanzas'taki bir petrol deposunda çıkan korkunç yangından hemen önce tamamlandı.  Sosyalist İşçi'nin İspanya’daki kardeş yayını olan Marx21.net'ten David Karvala’nın gerçekleştirdiği röportajı Tuna Emren çevirdi. Son haftalarda Pinar del Río'dan Santiago'ya kadar birçok şehirde, Havana'nın merkezindeki yoksul mahalleleri de kendisine katan çeşitli sokak protestolarına şahit olduk. Orada neler oluyor? Dalton Liebknecht: Aslında bir yıldan biraz daha uzun bir süre önce, yani 11 Temmuz 2021'de binlerce Kübalıyı sokaklara döken neyse şimdi de o: Çok büyük bir kesimi etkisi altına alan kıtlıklar, yükselmeye devam eden enflasyon ve elektrik kesintileri.  Pandeminin neden olduğu sağlık krizi sonlandı, ancak bu kez de adanın çeşitli bölgelerinde dang humması vakalarının sayısında kayda değer bir artış başladı. İlaçlara erişim sorunu yaşanıyor ve bu durum tüm nüfusu tehdit etmeye başladı.  Bir önceki protestoların üzerinden bir yıl geçti, ancak hiçbir şey değişmiş değil. Bilakis gıda fiyatları bu dönemde daha da arttı. Küba yönetimi bu sorunların hiçbirine yanıt sunamıyor; tek bir önlem dahi almadı, almıyor. Yaşananları daha iyi anlayabilmemiz için bizlere Küba'daki yaşam koşulları hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Barınma, toplu taşıma, sağlık ve eğitim, elektrik kesintileri gibi birçok sorun var değil mi? Burada her şey çok zor. 1953'te Fidel Castro, en büyük sorunlarımızdan birinin barınma olduğundan bahsetmişti. Aradan 70 yıl geçti ama bu sorun hala devam ediyor. Küba'da birkaç neslin bir arada yaşadığı evler çok yaygındır: Büyükanne ve büyükbabalar, çocuklar, torunlar aynı evi paylaşır. Gençlerin kendi evlerinde yaşayabilmesi neredeyse imkansızdır. Hatta inşaat malzemelerinin üretimi ve pazarlamasında yaşanan sorunlar yüzünden, evlerdeki onarım işleri bile karşınıza başlı başına bir zorluk olarak çıkar. İnşaat malzemelerini yalnızca el altından, gayri meşru piyasalarda – ya da Serbest Döviz Piyasası (MLC) ağında - bulabilir ve çok yüksek fiyatları göze almak zorunda kalırsınız. [Çevirmenin notu: MLC sadece yurt dışından giriş yapan dövizlere yanıt veren bir sistemdir ve gerçekte Küba nüfusunun çok büyük bir kısmı bu dükkanlardan alışveriş yapamaz.] Toplu taşıma da keza, üstelik yalnızca işlevsel olmayan durumu ve kötü koşulları nedeniyle değil, aynı zamanda yakıt kıtlığı yüzünden de korkunç bir durumda. Küba halkı her gün okullarına ve işyerlerine aşırı kalabalık ve aşırı sıcak otobüslerle gitmek zorundadır zaten. Bir otobüsün gelmesi için bir saatten fazla beklemek son derece olağan bir durum. Ayrıca yakıcı güneşin altında uzun mesafeler boyunca yürümek de kanıksanmıştır. Aksi halde fiyatları çok yüksek olan taksilere yönelmek zorunda kalırsınız. Sağlık hizmeti ücretsiz. Ancak o da krizden etkilendi ve şimdi o da felaket bir durumda. Ayrıca, yolsuzlukların yaşandığı bir sektör olduğu gerçeği de atlanmamalı. İlaçlara erişim sorunu süreklilik arz eden ciddi bir sorun haline geldi; hastaların tedavi için gereken tıbbi malzemeleri kendilerinin satın almak zorunda kaldığına dair deneyimler aktarılıyor. Birkaç ay önce işyerinden bir arkadaşım, oğlunun fıtık ameliyatı için gereken malzemeleri kendisi bulmak mecburiyetinde kaldı. Başıma henüz böyle bir şey gelmedi gerçi ama bazı tedavi işlemlerinin de hem ücretli gerçekleştirildiği hem de çok pahalı olduğuna dair söylentiler duyuyorum. Benzer şekilde, örneğin kürtaj ya da doğum için de ödeme istendiğine dair bazı iddialar var. Küba’nın sağlık sistemi çöküyor. Doktorlar çok düşük maaşla çalıştırılıyor. Ambulans hizmeti bile gerektiği gibi hızlı değil, aksıyor, gecikmeli olarak sağlanıyor.  Eğitim hizmetleri de aynı kaderi paylaşıyor. Okulların kötü durumda olması, temel eğitim malzemelerinin sağlanamaması, düşük maaşlı öğretmenler ve her seviyesinde mevcut olan eğitim eksikliği gibi birçok sorunu var. Öğrencilerin yaşadıkları o korkunç koşulları görmek için öğrenci yurtlarına gitmeniz yeterli olur. Verilen yemeklere bakmanız bile kafi. Elektrik kesintileri ise ezelden beri devam eden bir sorundur. Bazı mahallelerin elektriği sürekli kesilir zaten. Güç ihtiyacı tek bir termoelektrik santralden karşılanıyor, çünkü diğeri sık sık arızalanıyor. Birkaç on yıl boyunca ne bir bakım ne de teknolojik anlamda bir yenileme yapıldı ve işte sonucu da budur. Bir diğer sonucu da jeneratör kullanma zorunluluğu getirilmiş olması ki bu da yakıt kullanımı demek. Dolayısıyla ulaşımda ve endüstride yakıt sorunu yaşanmasına sebep oldu. Özetle, elektrik kesintileri tüm Küba halkını derinden etkileyen, neredeyse tüm sektörlere yansıyan büyük bir sorun olarak kalmaya devam ediyor. Son yıllarda Küba yenilenebilir enerjiye yöneldi ve yeni termoelektrik santralleri kurmak için borçlandı. Fakat bu çabalar da işe yaramadı. Ciego de Ávila'da bir biyoelektrik santralinin inşası için milyonlarca dolar harcandı ama şimdi o santral muazzam oranda zarar edecek şekilde çalıştırılıyor. Termoelektrik santrallere yapılan tüm diğer yatırımlar ya yeterli seviyeye ulaşamadı ya da yanlış yönetildi. Karne sistemi, serbest döviz piyasasına tabi olan dükkanlar, kaçak ürün pazarları ve uzun kuyruklar derken satın almanız gereken bir ürüne nasıl erişebildiğinizi de açıklar mısınız? Küba pesosu ile hizmet veren, devlete ait mağazalardan herhangi bir şey satın alabilmek mümkün değil bir kere. Mesela şu anda bu maaşla bir dükkana gidip tavuk ya da sosis alamam. Bir MLC mağazasına gitmek ve oradan neler satın alabileceğinizi görmek için de döviz satın almanız gerekiyor – ama aktarılanlara bakarsak, orada da karşınıza çıkan seçenekler oldukça kısıtlı. Diğer bir seçenek, mahallemdeki veya kasabamdaki bir işyerinde satışa sunulmasını beklemektir. Ve bunun için saatler boyunca beklemek zorunda olacağınız bir sıraya girmeniz gerekiyor. Üstelik belki de beklediğiniz ürünü alamayacaksınız, çünkü her şey bir denetim ve tanzim mekanizmasıyla satılır. Ayrıca bazı işyerleri işçilerine sözüm ona "erzak paketleri" ve "temel ihtiyaç malzemeleri" pazarlamak üzere kimi şirketlerle anlaşma yapıyor. Örneğin benim çalıştığım yerde ara sıra bizlere gıda ürünleri ve banyo malzemeleri pazarlamaya da çalışıyorlar. Bu gıda satış süreçleri şehirlere, hatta aynı şehrin farklı belediyelerine göre değişim gösterir. Bazı bölgelerde tedarik sorunları yaşanır. Örneğin, Havana'da daha fazla gıda ürünü vardır. Elbette orada da uzun gıda kuyrukları ve kısıtlamalar var, ama bunları göze alıyorsanız gıdaya erişim mümkün. Ülkenin iç kısımlarında yaşayanlar içinse hayat gerçekten çok daha zor. Sofranızda doyurucu bir ana yemek görebilmek için en az bir ay beklemeniz gerekebilir. Bu kadar bekleyemeyeceğiniz için, gıdanın mevcut ama fiyatların fahiş olduğu karaborsaya yönelmeniz gerekiyor. Ve bunu söylerken, devletin sattığı yegane ürünler olan tavuk, kıyma veya sosisleri kastediyorum. Sözgelimi, balık istiyorsanız bulmanız daha zordur, dolayısıyla çok yüksek bir meblağı göze almanız gerekir. Domuz etine gelince, onun da kilosu 300 pesoya mal oluyor. Küba'da asgari ücret ayda 2.100 peso. Hepsini verseniz anca 7 kilo et alabilirsiniz. Peki çalışma koşullarınız nasıl? Örneğin siz ne tür bir şirkette çalışıyor ve ne kadar kazanıyorsunuz? Yaşamak için yeterli mi? Durumunuz diğerlerinin durumuyla karşılaştırılacak olsa nasıl bir tablo çıkardı ortaya? Ben üniversite mezunuyum, hizmet sektöründe çalışıyorum. Yani bir şey üretmiyoruz. Kazancım ayda 5.000 peso civarında. Her üç ayda bir 3.000 pesoya, hatta genellikle 2.000 pesoya bile ulaşmayan bir ek ödeme yapıyorlar. Bu gelirle hayatta kalabiliyorum. Yani açlıktan ölmüyorum ama sadece gıda ve birkaç temel ihtiyaç malzemesi masrafına yetiyor. Demek istediğim, bir çift ayakkabı almaya kalkışsam 5 ay boyunca para biriktirmek zorunda kalacağım, çünkü 4.000 ya da 5.000 pesoya ihtiyacım olur ki bu da benim bir aylık maaşıma denk. Röportajı gerçekleştirirken sizin sorularınıza yanıt vermeye çalıştığım bu cep telefonu da pek kullanılabilecek bir durumda değil. Yeni bir tane almak için bir yıllık maaşımı biriktirmem gerekiyor – 20.000 pesodan fazlaya mal oluyor. Benim çocuğum yok, nispeten daha iyi bir durumda olduğum söylenebilir. Kübalı bir ebeveyn de ayda 5.000 peso civarında kazanır. Yani çocuklarına bir okul çantası almak isteseler bunun 3.000'ini ayırmaları gerekir. Tek kalemlik sıradan bir ürün satın almak bile maaşınızın yarısından fazlasını götürür ve buna ne öğle yemeği dahildir ne de bir çift ayakkabı. Bunları da listeye eklemeye çalışırsanız işler iyice zorlaşır. Şu sıralar Kübalı işçiler gıda, giysi ya da evin bakım masrafları arasında bir seçim yapmak zorunda kalıyor. Ve tabii ki herkesin önceliği beslenmektir. Bir örnek vermem gerekirse, ben bu maaşla sadece 16 kilo domuz eti veya 20 bira alabilirim. Hükümet tüm sorunların ABD ablukasından kaynaklandığı konusunda ısrar ediyor. Peki bu doğru mu? Abluka Küba ekonomisini ciddi şekilde etkiliyor tabii. Diğer ülkelerin borçlanarak da olsa satın alabileceği birçok şey varken Küba'nın nakit kullanması, ABD'nin yetkilendirme ve lisans verme süreçlerinden geçen ürünleri satın alması bekleniyor. Latin Amerika'dan satın alınabilecek şeyler mevcut olsa da oradan almak için bile Avrupa'ya yönelmeniz gerekiyor. Hatta bazen yük gemilerinin Küba'ya sevkiyat yapması için bile fazladan ödeme yapmamız gerekebiliyor. ABD bileşenleriyle üretilen ürünlereyse erişim zordur. Bankalar aracılığıyla gerçekleştirilen işlemlerse çok daha zor. Neticede, burada her şeyin zora sokulduğu ve hiç de adil olmayan koşullara mahkum edildiğimiz doğrudur. Ancak gündelik hayata dair birçok sorunun asıl sorumlusu bu ablukayı uygulayanlar değil. Kötü ekonomik kararların ve yolsuzlukların suçlusu ve sorumlusu onlar değildir örneğin. Kaynakların boşa harcandığı, berbat yönetilen inşaat projelerinden kaynaklı ekonomik kayıplarımız bunun en iyi örneklerinden biri. Ciro Redondo Biyoelektrik Santralinden bahsetmiştim, oradaki muazzam kayıplar çok açık bir örneğini teşkil eder. Lüks oteller yaparken termoelektrik santrallerin bakımını yıllarca erteleyen, tarıma yeterince yatırım yapmayan, ulusal domuz üretimini güçlendirmek için hayvan yemi ithal edebilecekken her yıl ABD'den tonlarca tavuk eti satın alma kararı veren kimdi? Bunların hepsi bizatihi kendi yönetimlerinden kaynaklı sorunlar. Pek çok toplu taşıma güzergahında parça eksikliğinden dolayı az sayıda otobüs bulunuyor. Bunun nedeninin "ulaşımın ablukadan etkilenmesi" olduğunu söylüyorlar. Ancak diğer taraftan, turizm sektörü akıllı modern otobüslerle dolduruldu. Bunlar hiçbir zaman parça sıkıntısı yaşamayan taşıtlar. Turistlere araç kiralayan acentelerin büyükçe bir modern araç filosu vardır mesela. Ancak devlet hastanelerinde hala eski ambulansları kullanırlar.  Küba'da sokaklarına asfalt atılmayan, kanalizasyon sistemleri dahi bulunmayan birçok yoksul mahalle varken kaynakların büyük bir kısmı turistik bölgelerdeki yolların onarımı için kullanılır. Uluslararası solun bazı kesimleri “sosyalist Küba'yı savunmaktan” söz ediyor. Sizce sosyalist bir toplumda mı yaşıyorsunuz? Dışarıdan bakan insanların Küba'ya “işçi devleti” ya da “proletarya diktatörlüğü” demeleri yaygın bir durum tabii, ama yanılıyorlar: Küba devletinin önde gelenleri arasında tek bir işçi bulunmadığı gibi, bu sistemi dikte edenler arasında da tek bir proleter yoktur. Küba'da siyasi ve ekonomik güç sosyalist değildir; toplumsallaşmış değildir. İşçiler olarak, bu şirketlerin hiçbirinin sahibi bizler değiliz. Sendikalarsa sadece üyelik aidatı toplayan, işçilerin şikayetlerini not etmekten başka bir şey yapmayan örgütlenmeler olarak oradalar ve bu nedenle sorunların hiçbiri çözüme kavuşturulamıyor. Ne kadar üreteceklerine, nasıl ve kime satacaklarına işçiler karar vermez; her şey tepeden gelen emirlere göre düzenlenir. Şirketlerin yöneticileri diğer tüm çalışanlardan daha fazla kazanır. İşçiler bu korkunç toplu taşıma araçlarında seyahat etmek zorunda kalırken onlara özel araçlar tahsis edilir. Şirket harcamaları konusunda da söz hakkımız yok, hatta bu süreçlerin hiçbiri şeffaf değil. Küba'da devleti, toplum için faydalı olduğunu düşündüğümüz şeylere yatırım yapması konusunda yönlendiremiyoruz. Küba'da zenginler ve fakirler var; yönetimdekiler ve onlara itaat etmesi beklenenler var. Ve şimdi bir de devreye özel işletmeler ile onların yabancı ortakları girdi. Küba sosyalist değildir. Küba'da devlet servetin sahibi olacak şekilde örgütlenmiştir ve buna göre hareket eder. Uluslararası sermayeyle, Rus ve Çin emperyalizmiyle, yükselen burjuvaziyle el ele yürümeyi seçmiş bir devlet kapitalizmidir bu. Küba'da henüz yükselmeye başlamış yeni bir sol örgütlenme olduğunu görüyoruz. Bundan da kısaca bahsedebilir misiniz? Hareketin karşılaştığı başlıca zorluklar nelerdir mesela? Son zamanlarda yeni bir sol hareket yükselmeye başladı. Bu hareket, kendisi ile Küba’nın siyasi yapılanması arasına bir mesafe koyuyor, çünkü hareketi temsil edenlerin çoğu Küba'yı devlet kapitalizmiyle yönetilen fakat giderek özel mülkiyet kapitalizmine kaymakta olan bir ülke olarak görüyor.  İçlerinde devrimciler de var, nispeten daha reformist görüşlere sahip olanlar da. Bu açıdan heterojen bir yapı. Tam olarak bu heterojen yapısından ötürü, eylem birliği gerektiğinde fikir çatışmaları yaşanıyor. Ancak gördüğüm kadarıyla buradaki en büyük zorluk, sosyal ağların ve kuramların dijital evreninden, insanların bulunduğu yere; sokağa bağlantı kurup tüm bunları gerçek bir faaliyete dönüştüremiyor olmasıdır.  Küba'da aktivizm yapmak başlı başına bir meseledir zaten, neredeyse her adımınızın izlendiği bir hayata mahkumsunuz. Mükemmel fikirleri olan çok değerli insanlar olsa da bu fikirleri alenen dile getirmeye kalkıştıklarında işlerinden atılabileceklerinin farkındalar. İş olanaklarının böylesi kısıtlı olduğu bir yerde, bilhassa da öğretmen veya doktor iseniz karşınıza bir de böyle bir engel dikilir. Fakat bunlara rağmen, Küba solu için en büyük zorluk, işçi sınıfını, bu yaşadığımız şeyin sosyalizmle alakası olmadığı konusunda ikna edebilmektir. Var olanın, her şeyi özelleştirmenin ötesinde bir alternatifin bulunduğunu anlatmak gerekiyor. Halkın bir bölümü Küba toplumunu sosyalist veya komünist olarak tanımlar ve bu nedenle, sosyalizme yönelik bir tepki de mevcuttur.  Siyasi iktidar ve Miami’de ikamet etmekte olan Küba sağcıları bunun sosyalizm olduğunu iddia ediyorlar. Ne yazık ki bu propaganda hala sonuç veriyor. Uluslararası solun bu konuda size destek olabilmesi için ne yapması gerekir? Hükümete sempati duyan bazı solcuların, devlet yetkililerinin rehberliğinde düzenlenen turlara katılmak yerine kendi başlarına gelip yoksul mahalleleri ziyaret etmeleri gerekiyor. Buradaki gerçekleri görmeleri gerekiyor. Şirketleri ziyaret etmeli ve işçilerle konuşmalılar. İşçilerin ne düşündüğünü görmeliler. Devrimin sadece bir grup birey tarafından değil, bütün bir halk tarafından yapıldığını hatırlasın ve buradaki sistemin halkla bir alakası olmadığını anlasınlar. Tutarlı olmayı ve evrensel hakların yanında yer almayı seçiyorlarsa Küba yönetiminin kınanması gerektiğini görebilmeliler.  İşçi sınıfını savunan biri Küba'daki bu adaletsizliği görmezden gelmeye devam edemez.

Ulusal baskı Sincan'da köleliği hortlattı

Türkiye'yi yönetenler Çin devletinin Uygurlara ve başka azınlıklara uyguladığı büyük baskının eleştirilmesini istemiyor. Ulusal baskının "modern" kölelik biçimleri yarattığı ise BM tarafından tespit edildi. Birleşmiş Milletler'in (BM) modern kölelik biçimleri hakkındaki özel raportörü Tomoyo Obokata, Çin'in Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde başta Uygurlar olmak üzere Müslüman azınlıkların zorla çalıştırıldığını duyurdu. BM tarafından hazırlanan 20 sayfalık raporda "tarım ve imalat gibi sektörlerde Uygur, Kazak ve diğer etnik azınlıkların zorla çalıştırıldığı sonucuna varmanın makul olduğu görüşünde" denildi. Bağımsız yürütüldüğü vurgulanan araştırmaya göre Çin devleti Sincan'da iki ayrı çalışma biçimi uygulatıyor. Bunlardan biri azınlıkların "alıkoyulup" çalışmaya "tabi tutulduğu" mesleki beceri eğitimi sistemi. Diğeri ise kırsaldaki işçileri kapsayan iş gücü transferi yoluyla yoksulluğun azaltılması sistemi adlı uygulama. Raporda "Bu programlar her ne kadar hükümetin de iddia ettiği gibi azınlıklar için iş imkânları yaratabilir ve gelirlerini artırabilir gibi görünse de Özel Raportör birçok vakada, söz konusu toplulukların ifade ettiği gibi istemsiz çalışmaya işaret eden zorunlu çalıştırma emarelerini tespit etmiştir" deniliyor. İşçilerin aşırı gözetim, kötü yaşam ve çalışma şartları, hareket kısıtlılığı, tehdit, fiziksel ve cinsel şiddet gibi insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamelelere maruz kaldığı bildirilirken bunun modern köleliğe verebilecek bir durum olduğu tespiti yapılıyor. Çin'in Uygurlara ve diğer azınlıklara sistematik ulusal baskısı, birçok sömürgede olduğu gibi yerel işçilerin acımasız bir sömürüye tabi tutulmasını da getirmiş durumda.    

İngiltere'deki grevlerin talebi, ortak talep olmalı: Ücretlere en az enflasyon kadar düzenli zam

Enflasyon, başta Türkiye olmak üzere bütün dünyada emekçileri yoksullaştırmaya devam ediyor. İşçiler enflasyona ve yoksullaşmaya karşı mücadeleye atılıyor. Türkiye, 79,6'lık enflasyon oranı ile Avrupa ülkeleri arasında birinci, dünyada 6. ülke konumunda. En büyük 20 ekonomiye sahip G20 ülkelerinin bazılarının enflasyon rakamları şöyle: Arjantin yüzde 64, Rusya yüzde 15,9, Brezilya yüzde 11,9, Birleşik Krallık yüzde 9,4, ABD yüzde 9,1. Türkiye, dünya genelinde en yüksek enflasyon sahip ülkeler arasında altıncı. Buna göre, Zimbabve yüzde 257 ile en yüksek enflasyona sahip ülke. Zimbabve'yi yüzde 210 ile Lübnan, yüzde 167 ile Venezuela, yüzde 149 ile Sudan, yüzde 139 ile Suriye takip etti. Emekçilerden iktidarın 'ekonomi modeli'ne tepki: 'Müthiş yoksullaşma var' İktidarın inatla devam ettirdiği, yoksuldan alıp zengine veren ekonomi modeli en fazla emekçiyi vuruyor. İşçisinden memuruna emekçiler, “yoksullaştıran model”e tepki gösteriyor.  DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, iktidarın temel politikasının TL’nin değersizleştirilmesi, emeğin baskılanması ve ucuzlatılması üzerine kurulu olduğunu söyledi. Bu modelin yüksek enflasyon getirdiğini belirten Çerkezoğlu, bu nedenle milyonlarca işçi, ücretli, emekli açısından yoksullaşmanın yaşandığına işaret etti. KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik de iktidarın tercihini daha çok sermayeden yana kullandığına dikkat çekti. Bankaların kârını yüzde 400 artırdıklarını, patronların kârlarına kâr kattıklarını belirten Bozgeyik, buna karşın emekçilerin her geçen gün daha fazla yoksullaştığını söyledi. İngiltere’de emekçiler enflasyona karşı grev yapıyor Enflasyonun kırk yıl sonra ilk kez iki haneli rakamlara çıktığı İngiltere'de ücret artışı tekliflerini yetersiz bulan onbinlerce demiryolu ve toplu taşıma işçisi bu yaz beşinci kez greve çıktı. Greve 40 binden fazla demiryolu işçisi katılıyor. Sendikalar, çalışanların ücretlerinin, hayat pahalılığındaki artış göz önüne alınarak belirlenmesini en az enflasyon düzeyinde olmasını istiyor. Hayat pahalılığının büyük hızla artışı karşısında işçiler enflasyonun altındaki zam tekliflerine tepki gösteriyorlar. Temmuz ayında demiryolu işçilerinin yanı sıra 40 bine yakın iletişim işçisi, British Telekom ve Openreach şirketlerinde bir günlük greve gitmişti. Ulaşım ve iletişimin yanı sıra sağlık çalışanları, posta işçileri, hava limanları çalışanları, yüksek öğrenim görevlileri ve avukatlar dahil milyonlarca işçinin önümüzdeki aylarda greve gitmesi ihtimali yüksek. İngiltere’de yaklaşık 5,5 milyon üyeye sahip 48 sendikayı temsil eden Sendikalar Kongresi (TUC), çalışanlara adil bir oranda zam yapılmasını ve saatlik asgari ücretin 15 sterline yükseltilmesini istiyor.

Suriye'de tansiyon yükselirken

Ankara ile Şam yakınlaşmasına dair açıklamalar devam ediyor. Suriye'nin kuzeyi ile doğusundan çatışma ve ölüm haberleri geliyor. Türkiye ve ittifak kurduğu yerel güçlerin, Kobane'yi vurduğu bildirildi. Topçu saldırıları sonucu 12 yaşında bir çocuğun yaşamını yitirdiği, üç sivilinde yaralandığı duyuruldu. Ayrıca Haseke ve Menbiç'e de bombardıman yapıldığı söyleniyor. Ankara, istediği harekatı yapamasa da bombardımanlarla Rojava bölgesini vuruyor. Öte yandan Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Kobane'ye bir köydeki Suriye ordusunun karakolunun vurulduğunu iddia etti. Suriye resmi devlet ajansı ise TSK ve müttefiklerinin Halep kırsalında yaptığı operasyonda 3 Suriye askerinin öldüğünü, 6'sının yaralandığı duyurdu. Çatışmaların bir diğer adresi Urfa Birecik'teki sınır bölgesi. Çiçekalan Hudut Karakolu'na düzenlenen roketli saldırıda 2 asker yaşamını yitirdi. 3 asker de yaralı durumda. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, katıldığı canlı yayında  "Şam ile ilişkiler direkt hale gelebilir, seviyesi de yükselebilir" dedi. Fakat kapsamlı bir barış girişiminden söz etmedi. Yakınlaşma politikasının merkezinde, Rojava'ya saldırı ve göçmenlerin gönderilmesi duruyor.

Dilekçe vermeye çalışan Türkmenistanlılara saldırı

Ülkelerine dönmeleri için daha fazla uçak talebinde bulunmak üzere Türkmenistan İstanbul Konsolosluğuna dilekçe vermeye çalışan Türkmenistan vatandaşları, konsolosluk güvenlik görevlileri ve polisin saldırasına maruz kaldı, grubun avukatı, insan hakları aktivisti Gülden Sönmez darp edildi. Türkmenistan’da on yıllardır hüküm süren diktatörlük akıl almaz uygulamalarıyla dünya gündeminde yer almakta. Çok zengin doğal gaz rezervlerine sahip olmasına rağmen halkını açlıkla yüz yüze bırakan Türkmenistan yönetimi, ülke dışında çalışmaya giden insanları Covid’i bahane ederek ülkeye kabul etmiyor. Türkiye’de yaşayan binlerce Türkmen vatandaşı da bu yüzden büyük mağduriyet yaşıyor. Günlerdir İstanbul Havalimanında protesto eylemleri yapan Türkmen vatandaşları, yaşadıkları sıkıntıları dile getirmek için bugün Göktürk’te bulunan Türkmenistan Konsolosluğuna dilekçe vermeye çalıştı. Konsolosluk önünde Türkmenistan Devlet Başkanına hitaben yazılmış mektup hakkında bilgi verildikten sonra, Türkmen vatandaşlar ve onlara destek veren Av. Gülden Sönmez Konsolosluğa mektubu iletmek istediler. Grup Konsolosluğa yöneldiği anda, Türkmenistan Konsolosluğuna bağlı olarak çalıştıkları anlaşılan sivil giyimli kişilerin saldırısına uğradı. Polisin önünde gruba saldıran kişiler bazı Türkmen vatandaşlarını feci şekilde dövdü. Polis ise saldırganlara müdahale etmezken, mağdurları ve saldırıyı görüntülemek isteyenleri gözaltına aldı. Ata Murat Saparov, Dursultan Taganova ve Alişer isimli 3 Türkmen vatandaş ile gruba destek vermeye çalışan Mehmet Emin Kaçmaz Göktürk Karakoluna götürüldüler. Polis saldırganlara hiçbir şekilde engel olmazken, saldırıya uğrayanlara suçlu muamelesi yaptı. Ne olmuştu? Türkmenistan devletinin izlediği pandemi politikası nedeniyle, bir grup Türkmenistanlı uçak bulamadıkları için ülkelerine dönememekteler. Az sayıda gerçekleşen uçuşlarda Türkmen vatandaşlar bilet bulmakta çok zorlanıyorlar. Türkmenistan'da devam eden koronavirüs tedbirleri kapsamında uluslararası uçuşlardaki kısıtlama nedeniyle İstanbul'dan Türkmenistan'a ayda ancak birkaç defa uçak seferi düzenleniyor. Pandemi döneminde durdurulan Türkmenistan - Türkiye uçuşları iki yıl aradan sonra Türkmenistan Havayolları tarafından Haziran ayından itibaren kısmi olarak tekrar başlatıldı.  Ülkelerine dönmek isteyen Türkmenlerin yoğun ilgisi nedeniyle, az sayıda gerçekleşen uçuşlarda bilet bulmak çok zor. İstanbul havalimanı başta olmak üzere Türkmenistan İstanbul Konsolosluğu gibi bölgelerde pek çok gece sabahlayan Türkmenistanlılar, sorunlarına dikkat çekmek ve seslerini Türkmenistan devletine duyurmak için Salı günü Türkmenistan konsolosluğu önünde toplanarak basın açıklaması yapacaklarını duyurmuşlardı.

Bangladeş’te 150 bin çay işçisi grevde

Bangladeş'te çay işçileri, günlük temel ihtiyaç maddelerinin hızla artan fiyatları karşısında eriyip giden ücretlerinde düzenleme yapılması için greve gitti. 9 Ağustos'tan bu yana, Bangladeş genelindeki 200’den fazla çay plantasyonundan 150 bin işçi, ücret artışı talebiyle günde iki saat boyunca iş bırakıyor, mitingler düzenliyor, barışçıl protestolar gerçekleştiriyordu.  Ülkedeki çay plantasyonu işçileri dört gün boyunca süren iki saatlik iş bırakma eyleminden sonuç alınamayınca, geçtiğimiz Cuma günü greve gitme kararı alındı. Bangladeş’te çay işçisi olarak çalışan nüfusun ezici çoğunluğu, İngiliz sömürgecilerin çay tarlalarında çalışmak üzere ülkeye getirilen düşük kastlı Hindu işçilerin torunları. Günlük 1 dolar yevmiye ile çalışıyor, bu parayla 2 kilo pirinç ya da bir litre yemeklik yağ dahi alamıyorlar. Bangladeş İstatistik Bürosu (BBS) tarafından 2018 yılında yapılan bir çalışmaya göre, çay işçilerinin yüzde 74'ü aşırı yoksulluk içinde yaşamak zorunda.  Bangladeş Çay İşçileri Sendikası, günde 300 takalık bir ücret artışı talep etti ve bu talepleri yerine getirilinceye dek greve devam edileceğini, işçilerin tek bir çay yaprağına bile dokunmayacağını bildirdi. Sendikaların açıklamasına göre, son 43 yıldır ücretlerine en ufak bir zam yapılmış değil. Üstelik bu işçilerin üçte birinden fazlası da kayıtsız işçi statüsünde.  Uzun yıllardır sistematik olarak sürdürülen bir sömürüyle köle gibi çalıştırılan çay işçileri dünyanın en düşük ücretli işçileri listesinde üst sıralarda yer alıyor ve ülkenin toplam çay işçisi nüfusunun yarım milyonu bulduğu tahmin ediliyor. 

Zaporijya nükleer santraline saldırılar felakete yol açabilir

Zaporijya Nükleer Santrali top atışlarının hedefi oldu. Ukrayna'nın güneydoğusunda, Rus güçlerinin kontrolündeki bölgede yer alan Zaporijya nükleer enerji santrali, tesise hafta sonu düzenlenen saldırılar üzerine yeniden odak noktası haline geldi. Ukrayna saldırılardan Rus güçlerini sorumlu tutarken, Rusya da tam tersine sorumluluğu Ukraynalı güçlerin üzerine atıyor. Santral geçen hafta da saldırıların hedefi olmuş, Ukrayna ve Rusya birbirlerini sorumlu tutmuştu. Ukrayna, Rusya’nın santral ve çevresini bir askeri üsse çevirip, Ukrayna’nın karşılık veremeyeceğini bilmesine rağmen buradan Ukrayna topraklarına saldırı düzenlediğini savunuyor. Moskova ise iddiaları reddediyor. Mart ayında Rus güçlerinin kontrolüne geçen tesis hala Ukraynalı teknisyenler tarafından işletiliyor. Ukrayna’nın nükleer enerji kurumu Enerhoatom, saldırılar nedeniyle santralde görevli olan Ukraynalı personelin vardiya değişiminin gerçekleşemediğini ve içerdeki çalışanların işlerine devam etmek zorunda kaldığını belirtiyor. Zaporijya, dünyanın dokuzuncu, Avrupa'nın ise en büyük nükleer enerji santrali, Ukrayna'nın dört nükleer enerji santralinden biri. Tesislerin hepsi, ülkenin toplam elektrik enerjisi ihtiyacının yarısını karşılıyor. Cuma günü yapılan saldırılar yüksek voltajlı bir enerji hattını vurulmasına yol açtı. Bu da bir reaktörün operatörlerle bağlantısının kesilmesine neden oldu, ancak nükleer sızıntı tespit edilmedi.

Tayvan krizi: Askeri restleşme devam ediyor

ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi'nin üç günlük Tayvan ziyaretinin bedelini Tayvanlılar ödüyor. Çin ordusu askeri tatbikat ve tehditlere devam ediyor. ABD devlet kademesinde 3. büyük yönetici konumundaki Pelosi, Tayvan'ın başkenti Taipei'ye bir savaş gemisiyle gelerek adalar topluluğunun bağımsızlığına destek vermişti. Bununla da yetinmedi. Olası bir Çin saldırısına karşı silah yardımında bulunacaklarını da vurguladı. Çin yönetimi ise Pelosi'nin ziyareti sırasında kendi kıyılarından 170 kilometre uzaktaki Tayvan'ın çevresinde 3 günlük bir tatbikat başlatmıştı. Karadan havaya füzeler, savaş uçakları ve gemileri harekete geçirilmiş, hatta bir füze atılarak Tayvan karasularına düşürülmüştü. Gerginlik, Pelosi'nin adadan ayrılışıyla bitmedi. Pekin yönetimi, askeri tatbikatı 9 gün daha devam ettirdi. Devasa Çin ordusu karşısında son derece zayıf bir askeri güce sahip olan Tayvan yönetimi, Pekin'in kendilerini işgal edeceğini duyurdu. Çin yönetimi ise kendi eyaleti olarak gördüğü Tayvan'ın barışçıl olarak kendilerine bağlanacağını ancak askeri bir saldırı ya da dışarıdan müdahale olduğu takdirde güç kullanacaklarını söyledi. 166 ada üzerinde yaşayan 23,5 milyon Tayvanlı büyük bir askeri gerilimin ortasına itilmiş durumda kalmış oldu. Öte yandan dünyanın en büyük iki emperyalist devleti arasındaki gerilim bir üst seviyeye de çıktı. Çin, ABD ile askeri diyalogu kesti. İklim kriziyle, sınır ötesi suçlarla ve yasa dışı göçle mücadele gibi konularda da artık işbirliği yapmayacağını duyurdu. ABD ise zaten Çin'i başlıca hasmı olarak görüyor. Biden yönetimi geçen ay yapılan NATO toplantısında Çin'in asıl düşman olduğu tezini kabul ettirmişti. Ukrayna'da savaş on binlerce kayıpla birlikte tüm dünyada ekonomik krizi körüklerken, emperyalistler arası rekabet sonucu sıcak çatışmalar potansiyeli taşıyan ikinci bölge Asya Pasifik olarak öne çıkıyor. Ne Tayvanlıların ne de Çin halkının, bu emperyalist rekabetten herhangi bir çıkarı yok.

Geri 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 İleri

Bültene kayıt ol