Lübnan: İsrail tankları BM üssüne zorla girdi

Suriye'de tansiyon yükselirken

Ankara ile Şam yakınlaşmasına dair açıklamalar devam ediyor. Suriye'nin kuzeyi ile doğusundan çatışma ve ölüm haberleri geliyor. Türkiye ve ittifak kurduğu yerel güçlerin, Kobane'yi vurduğu bildirildi. Topçu saldırıları sonucu 12 yaşında bir çocuğun yaşamını yitirdiği, üç sivilinde yaralandığı duyuruldu. Ayrıca Haseke ve Menbiç'e de bombardıman yapıldığı söyleniyor. Ankara, istediği harekatı yapamasa da bombardımanlarla Rojava bölgesini vuruyor. Öte yandan Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Kobane'ye bir köydeki Suriye ordusunun karakolunun vurulduğunu iddia etti. Suriye resmi devlet ajansı ise TSK ve müttefiklerinin Halep kırsalında yaptığı operasyonda 3 Suriye askerinin öldüğünü, 6'sının yaralandığı duyurdu. Çatışmaların bir diğer adresi Urfa Birecik'teki sınır bölgesi. Çiçekalan Hudut Karakolu'na düzenlenen roketli saldırıda 2 asker yaşamını yitirdi. 3 asker de yaralı durumda. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, katıldığı canlı yayında  "Şam ile ilişkiler direkt hale gelebilir, seviyesi de yükselebilir" dedi. Fakat kapsamlı bir barış girişiminden söz etmedi. Yakınlaşma politikasının merkezinde, Rojava'ya saldırı ve göçmenlerin gönderilmesi duruyor.

Dilekçe vermeye çalışan Türkmenistanlılara saldırı

Ülkelerine dönmeleri için daha fazla uçak talebinde bulunmak üzere Türkmenistan İstanbul Konsolosluğuna dilekçe vermeye çalışan Türkmenistan vatandaşları, konsolosluk güvenlik görevlileri ve polisin saldırasına maruz kaldı, grubun avukatı, insan hakları aktivisti Gülden Sönmez darp edildi. Türkmenistan’da on yıllardır hüküm süren diktatörlük akıl almaz uygulamalarıyla dünya gündeminde yer almakta. Çok zengin doğal gaz rezervlerine sahip olmasına rağmen halkını açlıkla yüz yüze bırakan Türkmenistan yönetimi, ülke dışında çalışmaya giden insanları Covid’i bahane ederek ülkeye kabul etmiyor. Türkiye’de yaşayan binlerce Türkmen vatandaşı da bu yüzden büyük mağduriyet yaşıyor. Günlerdir İstanbul Havalimanında protesto eylemleri yapan Türkmen vatandaşları, yaşadıkları sıkıntıları dile getirmek için bugün Göktürk’te bulunan Türkmenistan Konsolosluğuna dilekçe vermeye çalıştı. Konsolosluk önünde Türkmenistan Devlet Başkanına hitaben yazılmış mektup hakkında bilgi verildikten sonra, Türkmen vatandaşlar ve onlara destek veren Av. Gülden Sönmez Konsolosluğa mektubu iletmek istediler. Grup Konsolosluğa yöneldiği anda, Türkmenistan Konsolosluğuna bağlı olarak çalıştıkları anlaşılan sivil giyimli kişilerin saldırısına uğradı. Polisin önünde gruba saldıran kişiler bazı Türkmen vatandaşlarını feci şekilde dövdü. Polis ise saldırganlara müdahale etmezken, mağdurları ve saldırıyı görüntülemek isteyenleri gözaltına aldı. Ata Murat Saparov, Dursultan Taganova ve Alişer isimli 3 Türkmen vatandaş ile gruba destek vermeye çalışan Mehmet Emin Kaçmaz Göktürk Karakoluna götürüldüler. Polis saldırganlara hiçbir şekilde engel olmazken, saldırıya uğrayanlara suçlu muamelesi yaptı. Ne olmuştu? Türkmenistan devletinin izlediği pandemi politikası nedeniyle, bir grup Türkmenistanlı uçak bulamadıkları için ülkelerine dönememekteler. Az sayıda gerçekleşen uçuşlarda Türkmen vatandaşlar bilet bulmakta çok zorlanıyorlar. Türkmenistan'da devam eden koronavirüs tedbirleri kapsamında uluslararası uçuşlardaki kısıtlama nedeniyle İstanbul'dan Türkmenistan'a ayda ancak birkaç defa uçak seferi düzenleniyor. Pandemi döneminde durdurulan Türkmenistan - Türkiye uçuşları iki yıl aradan sonra Türkmenistan Havayolları tarafından Haziran ayından itibaren kısmi olarak tekrar başlatıldı.  Ülkelerine dönmek isteyen Türkmenlerin yoğun ilgisi nedeniyle, az sayıda gerçekleşen uçuşlarda bilet bulmak çok zor. İstanbul havalimanı başta olmak üzere Türkmenistan İstanbul Konsolosluğu gibi bölgelerde pek çok gece sabahlayan Türkmenistanlılar, sorunlarına dikkat çekmek ve seslerini Türkmenistan devletine duyurmak için Salı günü Türkmenistan konsolosluğu önünde toplanarak basın açıklaması yapacaklarını duyurmuşlardı.

Bangladeş’te 150 bin çay işçisi grevde

Bangladeş'te çay işçileri, günlük temel ihtiyaç maddelerinin hızla artan fiyatları karşısında eriyip giden ücretlerinde düzenleme yapılması için greve gitti. 9 Ağustos'tan bu yana, Bangladeş genelindeki 200’den fazla çay plantasyonundan 150 bin işçi, ücret artışı talebiyle günde iki saat boyunca iş bırakıyor, mitingler düzenliyor, barışçıl protestolar gerçekleştiriyordu.  Ülkedeki çay plantasyonu işçileri dört gün boyunca süren iki saatlik iş bırakma eyleminden sonuç alınamayınca, geçtiğimiz Cuma günü greve gitme kararı alındı. Bangladeş’te çay işçisi olarak çalışan nüfusun ezici çoğunluğu, İngiliz sömürgecilerin çay tarlalarında çalışmak üzere ülkeye getirilen düşük kastlı Hindu işçilerin torunları. Günlük 1 dolar yevmiye ile çalışıyor, bu parayla 2 kilo pirinç ya da bir litre yemeklik yağ dahi alamıyorlar. Bangladeş İstatistik Bürosu (BBS) tarafından 2018 yılında yapılan bir çalışmaya göre, çay işçilerinin yüzde 74'ü aşırı yoksulluk içinde yaşamak zorunda.  Bangladeş Çay İşçileri Sendikası, günde 300 takalık bir ücret artışı talep etti ve bu talepleri yerine getirilinceye dek greve devam edileceğini, işçilerin tek bir çay yaprağına bile dokunmayacağını bildirdi. Sendikaların açıklamasına göre, son 43 yıldır ücretlerine en ufak bir zam yapılmış değil. Üstelik bu işçilerin üçte birinden fazlası da kayıtsız işçi statüsünde.  Uzun yıllardır sistematik olarak sürdürülen bir sömürüyle köle gibi çalıştırılan çay işçileri dünyanın en düşük ücretli işçileri listesinde üst sıralarda yer alıyor ve ülkenin toplam çay işçisi nüfusunun yarım milyonu bulduğu tahmin ediliyor. 

Zaporijya nükleer santraline saldırılar felakete yol açabilir

Zaporijya Nükleer Santrali top atışlarının hedefi oldu. Ukrayna'nın güneydoğusunda, Rus güçlerinin kontrolündeki bölgede yer alan Zaporijya nükleer enerji santrali, tesise hafta sonu düzenlenen saldırılar üzerine yeniden odak noktası haline geldi. Ukrayna saldırılardan Rus güçlerini sorumlu tutarken, Rusya da tam tersine sorumluluğu Ukraynalı güçlerin üzerine atıyor. Santral geçen hafta da saldırıların hedefi olmuş, Ukrayna ve Rusya birbirlerini sorumlu tutmuştu. Ukrayna, Rusya’nın santral ve çevresini bir askeri üsse çevirip, Ukrayna’nın karşılık veremeyeceğini bilmesine rağmen buradan Ukrayna topraklarına saldırı düzenlediğini savunuyor. Moskova ise iddiaları reddediyor. Mart ayında Rus güçlerinin kontrolüne geçen tesis hala Ukraynalı teknisyenler tarafından işletiliyor. Ukrayna’nın nükleer enerji kurumu Enerhoatom, saldırılar nedeniyle santralde görevli olan Ukraynalı personelin vardiya değişiminin gerçekleşemediğini ve içerdeki çalışanların işlerine devam etmek zorunda kaldığını belirtiyor. Zaporijya, dünyanın dokuzuncu, Avrupa'nın ise en büyük nükleer enerji santrali, Ukrayna'nın dört nükleer enerji santralinden biri. Tesislerin hepsi, ülkenin toplam elektrik enerjisi ihtiyacının yarısını karşılıyor. Cuma günü yapılan saldırılar yüksek voltajlı bir enerji hattını vurulmasına yol açtı. Bu da bir reaktörün operatörlerle bağlantısının kesilmesine neden oldu, ancak nükleer sızıntı tespit edilmedi.

Tayvan krizi: Askeri restleşme devam ediyor

ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi'nin üç günlük Tayvan ziyaretinin bedelini Tayvanlılar ödüyor. Çin ordusu askeri tatbikat ve tehditlere devam ediyor. ABD devlet kademesinde 3. büyük yönetici konumundaki Pelosi, Tayvan'ın başkenti Taipei'ye bir savaş gemisiyle gelerek adalar topluluğunun bağımsızlığına destek vermişti. Bununla da yetinmedi. Olası bir Çin saldırısına karşı silah yardımında bulunacaklarını da vurguladı. Çin yönetimi ise Pelosi'nin ziyareti sırasında kendi kıyılarından 170 kilometre uzaktaki Tayvan'ın çevresinde 3 günlük bir tatbikat başlatmıştı. Karadan havaya füzeler, savaş uçakları ve gemileri harekete geçirilmiş, hatta bir füze atılarak Tayvan karasularına düşürülmüştü. Gerginlik, Pelosi'nin adadan ayrılışıyla bitmedi. Pekin yönetimi, askeri tatbikatı 9 gün daha devam ettirdi. Devasa Çin ordusu karşısında son derece zayıf bir askeri güce sahip olan Tayvan yönetimi, Pekin'in kendilerini işgal edeceğini duyurdu. Çin yönetimi ise kendi eyaleti olarak gördüğü Tayvan'ın barışçıl olarak kendilerine bağlanacağını ancak askeri bir saldırı ya da dışarıdan müdahale olduğu takdirde güç kullanacaklarını söyledi. 166 ada üzerinde yaşayan 23,5 milyon Tayvanlı büyük bir askeri gerilimin ortasına itilmiş durumda kalmış oldu. Öte yandan dünyanın en büyük iki emperyalist devleti arasındaki gerilim bir üst seviyeye de çıktı. Çin, ABD ile askeri diyalogu kesti. İklim kriziyle, sınır ötesi suçlarla ve yasa dışı göçle mücadele gibi konularda da artık işbirliği yapmayacağını duyurdu. ABD ise zaten Çin'i başlıca hasmı olarak görüyor. Biden yönetimi geçen ay yapılan NATO toplantısında Çin'in asıl düşman olduğu tezini kabul ettirmişti. Ukrayna'da savaş on binlerce kayıpla birlikte tüm dünyada ekonomik krizi körüklerken, emperyalistler arası rekabet sonucu sıcak çatışmalar potansiyeli taşıyan ikinci bölge Asya Pasifik olarak öne çıkıyor. Ne Tayvanlıların ne de Çin halkının, bu emperyalist rekabetten herhangi bir çıkarı yok.

Nükleersiz bir dünya mümkün ve gerekli

Akkuyu'da yapılmak istenen nükleer santralin Rusların eline geçişi tartışılırken, Ukrayna'daki Zaporijya santralinde yaşananlar AKP iktidarının nasıl bir tehlikeye imza attığını ortaya koyuyor. Ukrayna'da savaşın yeniden alevlenmesinin ardından ülkenin güneydoğusunda bulunan Zaporijya nükleer enerji santrali etrafında zaman zaman çatışmalar yaşanıyor. İşgalci Rus ordusunun kontrol ettiği bölgede nükleer tesis yeniden vuruldu. Ukrayna ve Rusya'yı karşılıklı olarak birbirilerini sorumlu tuttu. Hafta sonu yapılan saldırılarda yüksek voltajlı bir enerji hattı vuruldu. Bu bir reaktörün operatörlerle bağlantısının kesilmesine neden oldu. Ancak nükleer sızıntı tespit edilmedi. Felaketin eşiğinde Dünyanın dokuzuncu, Avrupa'nın ise en büyük nükleer enerji santrali olan Zaporijya'daki reaktörler vurulduğu taktirde Çernobil ve Fukuşima'yı geride bırakabilecek düzeyde bir felaket yaşanabilir.  Birleşmiş Milletler, alarm durumuna geçti. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), uzmanların tesiste incelemelerde bulunması gerektiği uyarısını yaparken, Birlemiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, UAEA uzmanlarının derhal tesisteki koşulları denetlemesine izin verilmesini istedi. Fakat bu talepler yerine getirilmedi ve savaş bütün sertliğiyle devam ediyor. Zaporijya'daki olası bir nükleer sızıntı, gerek Avrupa'yı gerekse Rusya'yı doğrudan, tüm dünyayı ise dolaylı olarak etkileyebilir. Daha da vahimi, savaşın başından beri Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in dile getirdiği nükleer savaş tehdidine bir kapı açılabilir. Ukrayna hükümeti, Zaporijya'yı geri almak istiyor ve bunun için savaşıyor. Halen Ukraynalı mühendisler tarafından yönetilen santral, Moskova'nın ilhak ettiği Kırım'a 200 kilometre uzaklıkta olduğu için Rusya açısından stratejik bir önem taşıyor. Bu gerilim, kazara da olsa, bir reaktörün vurulmasını; Ukrayna savaşından önceki yıllarda hayal edilmeyecek bir olasılığı var edebiliyor. Tehlikenin iki yüzü Nükleer santrallar bozulmadıkları halde de tehlikelidir. En büyük sorun, betonun altına gömülse de bin yıl etkin olan radyoaktif atıkların sızabileceği ihtimali. Dünyada hiçbir devlet, nükleer atık sorununa çözüm bulabilmiş değil. Diğer büyük tehlike ise nükleer santrallerin sadece elektrik değil (belli bir düzeye getirildiklerinde) nükleer silahların etken maddelerinin üretim merkezleri de olması. Termonükleer silahların kullanacağı bir savaş insan ve birçok canlı türünün yok olmasıyla sonuçlanacaktır. Böyle bir savaşın kazananı olamaz. Dolayısıyla nükleer enerji ve silahları aynı zamanda devasa ekonomik kaynakların sadece bir tehdit için boşa harcanmasıdır. Ve bu tehdit potansiyeli günümüz dünyasında kapitalizm tarafından yeniden bir ihtimal haline getirildi. BM, Ukrayna savaşının tüm dünyada nükleer silahlanma yarışını tırmandırdığını söylüyor. Fakat Ortadoğu'da nükleer yarış son 20 yılda hızlandı. Bölgesel güçlerden İran, ABD ambargosuna rağmen nükleer programını devam ettirdi. Rakibi Suudi Arabistan kendi santrallerini kurmak istiyor. Türkiye'yi yönetenler de rakipleri gibi bu çılgın yarışa katıldılar ve Rusya ile anlaştılar. Erdoğan yönetimi sadece Akkuyu'da değil Sinop ve başka bir noktada da üç nükleer kurmanın peşinde. Enerji üretimi açısından verimsiz, kurulması ve faaliyete geçirilmesi yıllar boyu süren, maliyeti her geçen gün artan ve güvenlik sorunları bir türlü çözülmeyen nükleer santrallar, nükleer silah için kuruluyor. Mücadele etmeliyiz Sosyalistler nükleere, pahalı, tehlikeli ve ölümcül olduğu için karşıdır. Tüm dünyada nükleer silahların ortadan kaldırılması ve felaket potansiyeli taşıyan santralların kapatılması için mücadele ediyoruz. Bir kez daha altını çizelim: Akkuyu'da mesele millileştirme değil, inşaatın durdurulması, Türkiye'nin nükleer proje ve planlarından vazgeçmesidir. Bunun için AKP iktidarını yenmek, yerine kurulabilecek bir başka sermaye iktidarını bu çılgınlıktan alıkoymak hayati bir mücadele başlığıdır.  Sosyalistlere katılın, nükleersiz bir dünyayı birlikte yaratalım. Yenilenebilir enerji kaynakları sadece iklim krizine sebep olan fosil yakıtların değil nükleer enerjinin de tek alternatifidir.

Hiroşima ve Nagasaki: Kapitalist aklın dehşet verici mantığı

6 Ağustos 1945 sabahı Japonya'nın Hiroşima kentine atom bombası atıldı. ABD genelkurmay başkanı William Leahy, “Karanlık Çağ’ın barbarlarının başvurduğu bir etik standardı benimsedik” diyordu. Oysa ortaçağın ceberrutları bile böylesi bir katliama kalkışmamıştı. Kentin yüzde 60'ını haritadan silmeleri birkaç saniye bile sürmedi. 350 bin nüfuslu şehirde 140 bin kişiyi katlettiler. Üç gün sonra Nagazaki'ye bir bomba daha atıldı ve yine nüfusun yarısı katledildi. Nükleer saldırılar o zaman olduğu gibi şimdi de işe yarayabilecek yegane çözüm olarak sunulup meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Gerçekteyse Japonya savaşı sürdürebilecek durumda bile değildi. Öyle ki, devlet yöneticileri bu saldırının öncesinde teslim olmaya hazırlanıyordu. Winston Churchill, “Japonya'nın kaderinin atom bombasıyla belirlendiğini varsaymak yanlış olur,” diyordu yazılarında; “Yenilgisi, ilk bombanın düşüşünden önce de kesindi.” Lakin bomba, ABD ve İngiltere'nin Japonya'yı yenmek için Rus birliklerine ihtiyaç duymadıklarını gösteren yanıttı. Bunun ne caydırıcılıkla bir alakası vardı ne de azgın savaş çığırtkanlarının etik standardı olarak betimlenebilecek bir yöntemdi. Yalnızca stratejik güç savaşına hizmet ediyordu ve tümüyle göstermelik bir hamleydi. ABD başkanı Harry Truman, "Bomba bizi savaşın sonunun şartlarını dikte edecek konuma getirebilir" derken zaten bu gerçeği itiraf etmişti. Bombaların nereye atılacağına karar veren ABD Hedef Komitesi’nin kayıtlarında, Hiroşima'nın seçilmiş olmasına dair şöyle bir açıklamada bulunuldu; “bombanın uluslararası onayı için, ilk kullanımının etkileyici bir gösteriye dönüşmesi” gerekir. ABD egemen sınıfı, dünyanın yeni hakimi olduğunu göstermeye çalışıyor ve bunun için de gelişmiş silahlarına başvurmayı istiyordu. Nadiren de olsa kimi insanların, bu bombanın savaşı sonlandırıp barış ve huzur ortamını temin eden hamle olduğunu söylediklerine denk gelebilirsiniz. Hayır, öyle olmadı. Hiroşima'dan bu yana geçen 70 yıl içinde, kanlı savaşlarını hiç sonlandırmayıp dünyaya zulmetmeye devam ettiler. Art arda yaşanan savaşlar, nükleer saldırıların acı deneyimlerini unutturmadan tırmandırıldı ve yaklaşık 50 yıl boyunca son derece ağır silahlarla donanmış iki süper güç, ellerindeki ölümcül gücü yarıştırmak adına çekişip durdu. Egemenlik yarışı Nükleer silahlar, ekonomik, siyasi ve askeri rekabete dayalı bu sistemin kendi aklınca makul gördüğü mekruh bir ürünüdür. Birbirleriyle rekabet halindeki şirketler nasıl yarışıyorsa, emperyalist güçler de egemenliklerini sergilemek adına aynı şekilde yarışır ve bunun için başvurdukları yöntemlerden biri de giderek daha fazla silaha sahip olmaktır. Bunun en açık örneği Soğuk Savaş döneminde, ABD ile Rusya arasında yaşanan silahlanma yarışıydı. Tüm kapitalist sistemin önceliklerini bu yarışla belirlediler ve sonuçta dünya kaynaklarının çok büyük bir kısmı kitle imha silahlarının üretimi için kullanıldı. En nihayetinde dünya, kendisini bir değil birkaç kez yok etmeye yetecek kadar silahla donatılmış oldu. Soğuk Savaş'ın zirvesindeki tabloyla kıyaslanacak olursa, günümüzde çok daha fazla sayıda nükleer silaha sahipler ve bunların birçoğu 1945'te Hiroşima ile Nagazaki'yi yerle bir eden o bombalardan 40 kat daha öldürücü. Artık Çin, Fransa, Hindistan, İsrail, Pakistan ve İngiltere gibi pek çok başka ülke de nükleer silahlara sahip ki bu da, tüm bölgesel çatışmaların bir nükleer yıkımla sonuçlanabileceği anlamına geliyor. Bu güç gösterisinin, gezegeni daha huzurlu bir yer haline getirmekle falan da en ufak bir ilgisi yok. Sonuçta ‘kirli bomba’ olarak anılan nükleer silahlara başvuran da terörist ilan edilenler değil, sözgelimi Irak'ta defalarca seyreltilmiş uranyum kullandığı bilinen ABD’dir. Nükleer silahlar, büyük güçlerin, egemenliklerini sürdürmek için başvurdukları bir gösteriden başka bir şey değildi ve hâlâ da öyle. Bombalardan kurtulmak istiyorsak, onları kullanan emperyalistlerden ve nihayetinde o emperyalistleri yaratan sistemden kurtulmaktan başka bir çaremiz yok. Socialist Worker’dan çeviren Tuna Emren.

Türkiye'nin yeni elektrik santrali Hunutlu, iklim taahhütleriyle ters düşen planların açık bir göstergesi

Çevreciler, Çin yatırımıyla inşa edilen, Rus kömürüyle beslenen 2,17 milyar dolarlık Hunutlu Termik Santrali ‘fiyaskosunu’ esefle kınıyor.

İsrail Gazze'ye saldırdı, 1’i çocuk 12 Filistinliyi öldürdü

İşgalci İsrail devletinin Gazze'ye düzenlediği saldırıda, aralarında 5 yaşında bir çocuğun da bulunduğu 12 Filistinli hayatını kaybetti, 84 sivil yaralandı. Saldırıya tepki gösterildi.  Filistinli örgütler saldırılara roketlerle karşılık verirken, İsrail ordusu 25 bin yedek askeri göreve çağırdı. İsrail Savunma Bakanlığı, abluka altındaki Gazze Şeridi'ne saldırılarının devam edeceğini açıkladı. İsrail'in çok sayıda sivilin ölümüne ve yaralanmasına neden olan hava saldırısına Birleşmiş Milletler (BM), İran, Katar, Ürdün ve Türkiye tepki gösterdi. Ne olmuştu? Bölgedeki gerilim İsrail ordusunun 1 Ağustos'ta işgal altındaki Batı Şeria'nın Cenin kentine düzenlediği baskınla arttı. İsrail askerleri, bu baskında Cenin'deki İslami Cihad yöneticisi Bessam Saadi'yi yaralayarak gözaltına almış, çıkan çatışmada bir Filistinli hayatını kaybetmişti. İsrail ordusu birlikleri, Gazze Şeridi çevresindeki Yahudi yerleşim bölgelerini birbirine bağlayan ana yolları kapatmış, Gazze semalarında onlarca insansız hava aracı uçurmuştu. Son 4 gündür devam eden süreçte Gazze'nin kuzeyindeki Beyt Hanun (Erez) Sınır Kapısı ve Kerem Ebu Salim Sınır Kapısı da kapalı tutuluyordu. İsrail Gazze'ye 10 Mayıs 2021'de saldırılar başlatmış, Filistinli örgütler de saldırılara yanıt vermişti. Mısır arabuluculuğunda yürütülen görüşmelerde, 21 Mayıs 2021 itibariyle ateşkes sağlanmıştı. İsrail'in geçen yılki saldırılarında 65'i çocuk, 39'u kadın 232 Filistinli öldürüldü.

Geri 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 İleri

Bültene kayıt ol