Lübnan: İsrail tankları BM üssüne zorla girdi

Macaristan'da halk sokakta: 'Orban dur, yeter artık!'

Yüksek enflasyon, Ukrayna savaşı sebebiyle artan enerji fiyatları ve ekonomik krizin faturasını halka ödeten politikalar, bir ülkede daha büyük protestolarla karşılanıyor.  Macaristan'da üç ay önce seçimleri büyük farkla kazanan aşırı sağcı Orban hükümeti sarsılıyor. Başkent Budapeşte'nin sokakları günlerdir büyük gösterilere sahne oluyor. Orban hükümetinin küçük işletmelerin vergisini artırma kararı bardağı taşıran son damla oldu. Kararının duyurulmasının ertesinde gerçekleşen hükümet karşıtı büyük miting sırasında yollar ve Tuna nehri üzerindeki köprüler protestocular tarafından ulaşıma kapatıldı. Sorun sadece küçük işletmelerin ayakta kalmasını imkansız kılacak vergi artırımı değil. Macaristan enflasyon geçen sene yüzde 4,6 idi. Bu yılın başından itibaren yüzde 12'ye fırladı.  Rusya'nın doğal gazına ve petrolüne bağımlı olan Macaristan kapitalizmi, Ukrayna savaşı nedeniyle fırlayan enerji fiyatlarının yarattığı şoku yaşıyor. İktidardaki aşırı sağcılar, yıllardır oy aldıkları bir toplumsal kazanım olan hanelere indirimli elektrik ve su tarifesini kaldırdı. Macaristan Merkez Bankası, faiz yükseltmesine rağmen yerel para birimi Forint'in değer kaybını önleyemiyor. Forint son altı ayda yüzde 20 oranında değer kaybetti.    Ülkenin mali kaynak sorunu yaşamasının en önemli nedeni üyesi olduğu Avrupa Birliği'nin (AB)  fonları kesmesi. Brüksel'in bu kararının nedenleri hükümetin yargıyı kendine bağlaması, AB ile çelişkili uygulamaları, medyayı susturması ve LGBTİQ bireylere açtığı savaş; Macaristan'in hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde açılan davalar ve verilen cezalar. AB fonlarından en fazla faydalanan ülkede hukukun üstünlüğü çiğnendiği için kredi muslukları kesildi. Kendi seçmenlerinin arasında bulunduğu geniş halk kesimleri düşürüldükleri duruma itiraz ediyor ve 'Orban dur, yeter artık' sloganıyla sokakları dolduruyor.

Panama'da işçiler ve yoksullar isyan ediyor

Hayat pahalılığı ve açlık, tırmanan akaryakıt fiyatları ve kitlesel işsizlik sonucu Panama'da sokaklara dökülen işçilerin, yoksulların, öğrencilerin protestoları iki haftadır ülkeyi sarsıyor. Orta Amerika ülkesi Panama, 4,315 milyon nüfusa sahip ve işsizlik oranı yüzde 10.  Geçen yıl yüzde 2,3 olan enflasyon bir yılda yüzde 5,1 bire yükseldi. Temel gıda ürünleri başta olmak üzere tüm kalemlerde fiyatlar katlanırken, ücretlerin alım gücü de dibe vurdu. Tüm bunların üzerine yılbaşından bu yana akaryakıt fiyatlarının yüzde 47 gibi rekor bir oranda zamlanması geldi.  Ülkenin bazı bölgelerinde akaryakıt sıkıntısı yaşanırken, Panama Şehri'ndeki ana gıda pazarındaki halka satış noktalarının çoğu ürün eksikliği nedeniyle kapanmak zorunda kaldı. Panama derin bir krize sürüklenirken hükümeti beceriksizlikle suçlayan sendikalar ve demokratik örgütler, yakın tarihin en büyük sosyal hareketini başlattı. Öğretmenler greve çıktı. Grevler birçok sektöre yayıldı. Panama şehrinin sokakları birer miting alanına döndü. Öğrenciler polisle çatıştı. Ülkeyi Orta Amerika'ya bağlayan ve Panama Şehri'ne malların taşınması, ticareti ve dağıtımı için hayati önem taşıyan Pan American Otoyolu'nda kamyon şoförleri blokajları devam etti ve binlerce kişi mahsur kaldı.  Hükümet göstermelik bir takım kararlar alırken sendikalar, Katolik Kilisesi'nin arabuluculuk girişimine rağmen masaya oturmadı. Sendikalar ve protestocular 32 talepleri yerine getirilmeden hükümetle diyalog kurmayarak mücadeleye devam edeceklerini söylüyor. Bu talepler arasında akaryakıt ve temel ihtiyaçların fiyatlarının dondurulması, ücretlerde genel bir artış, ilaç fiyatlarının dondurulması ve arz eksikliğinin giderilmesi, yolsuzlukla mücadele tedbirleri, okulların, yolların ve kamu altyapısının onarılması, ABD-Panama ortak askeri üssü anlaşmasının iptali, yerli haklara destekler ve özerklik tanınması gibi ekonomik ve siyasi talepler yer alıyor.

Küresel enerji krizi giderek yayılıyor

Ukrayna savaşı ve Batı emperyalizmin Rusya'ya yaptırımları dünyada enerji fiyatlarını tırmandırırken bazı ülkelerde elektrik kesintileri ve kitlesel protestolara sebep oluyor. ABD ve Avrupa’nın Rusya’ya karşı tavrı giderek sertleşiyor, ambargo konuları artırılıyor. Son olarak Rusya’nın gaz boru hatlarında kullandığı ve bakım için Almanya’ya gönderdiği Siemens gaz türbinleri, tekrar Rusya’ya gönderilmedi. Rusya, gaz türbinleri iade edilmediği gerekçesi ile doğalgaz akışını büyük oranda kapatmıştı. Şimdi de Rus doğal gaz şirketi Gazprom, Kuzey Akımı boru hattını 11 Temmuz itibariyle 10 günlüğüne kapatarak "planlı" olduğunu belirttiği bir bakım çalışması başlattığını duyurdu. Şubat ayında en yüksek seviyesine çıkan, daha sonra bir miktar düşen doğal gaz fiyatları tekrar arttı, geçen yılın 8 katına çıktı. Rusya’ya ambargo, ham petrol üretimini de etkiliyor. Teknolojik destek alamayan Rus firmaları süreç içinde ham petrol üretimlerini azaltmak zorunda kalacaklar. Rusya, günlük ham petrol üretimini 5 milyon varil azaltmak zorunda kalabilir. Rusya’nın ham petrol üretimini kısması, petrol fiyatlarını varil başına 380 dolara çıkarabilir. Analistler, günlük arzlarda 3 milyon varillik bir kesintinin ham petrol fiyatlarını 190 dolara, 5 milyonluk en kötü senaryonun ise 380 dolara çıkaracağını ifade ediyorlar. Rusya günde 10 milyon varil ham petrol üretiyor, bu üretiminin yaklaşık 8 milyon varilini ihraç ediyor. Dünyadaki toplam ham petrol üretim ise günlük 90 milyon varil seviyesinde, bu üretimin yaklaşık 40 milyon varili ihraç ediliyor. Almanya’nın dış ticaret açığı enerji fiyatlarından kaynaklanıyor Almanya Mayıs ayında, 1991 yılından beri ilk defa dış ticaret açığı verdi. Almanya’nın dış ticaret açığı, artan enerji ithalat fiyatlarından kaynaklanıyor. Yani aynı miktarda enerji ithalatı için önemli ölçüde daha fazla para ödeniyor. Şu anda gaz vadeli işlemleri megawat saat başına 162 Euro ile bahar döneminde yaşanan 220 euro fiyat seviyesindeki rekora yakın işlem görüyor. Bu fiyat, on iki ay öncesine göre neredeyse yüzde 700 daha pahalı. Macaristan'da artan fiyatlar nedeniyle 'enerji acil durumu' ilan edildi  Macaristan'da hükümet, Avrupa'daki arz kesintileri ve artan enerji fiyatları nedeniyle "enerji acil durumu" ilan etti. Bir hükümet yetkilisi, "Uzun süren savaş ve AB’nin yaptırımları, Avrupa genelinde enerji fiyatlarının yükselmesine neden oldu. Avrupa'nın büyük bir kısmı halen enerji krizi içinde" diye konuştu. Yetkili, Avrupa'da sonbaharda ve kışın yeterli miktarda doğal gaz olmayacağını belirtti. Söz konusu problemin çözümü için Macar hükümeti "enerji acil durumu" ilan etti. 1 Ağustos'ta yürürlüğe girecek 7 maddelik eylem planı hazırladı. Acil durum kapsamında enerji ihracatı yasaklanacak ve Macaristan'ın tek nükleer enerji santralinin kapasitesi artırılacak. Sri Lanka’da petrol tedarik edilemiyor Sri Lanka, tarihinin en ağır krizini yaşıyor. Ülkede ciddi bir benzin, gıda, ilaç ve temel ihtiyaç ürünleri yokluğu yaşanıyor ve eylemciler bu durumdan asıl olarak siyasi liderleri sorumlu tutuyor. Ülkede parası olanlar bile gıda ve benzin alamıyor çünkü bu mallara erişim oldukça zor. Sri Lanka tüm petrol ürünlerinde ithalata dayalı bir ekonomiye sahip. Savaşın başlamasıyla ülke, petrol ve gaz tedariki için yeterli parayı bulamamaya başladı. Mutfaklarda artık yakıt olarak gaz yerine odun kullanılmaya başlandı. Enerji krizinden çıkış için kapitalizmden kurtulmak gerekiyor Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Avrupa’da yeniden kömüre ve nükleer enerjiye dönüşü hızlandırdı. Bu da çevre felaketlerinin katlanarak artmasına yol açıyor. 2030 yılına kadar küresel ısınmayı 1,5 derecede tutmamız gerekiyor. Dünyadaki pek çok ülke hükümeti bu konuda sözler verdi, uygulama planları açıkladı. Ancak gidişat 1,5 derece rakamının tutulamayacağını, hatta küresel ısınmanın 3 dereceyi bulacağını gösteriyor.  Petrol ve kömüre dayalı enerji sistemlerinden acilen kurtulmamız gerekiyor. Bunun en kestirme yolu, kapitalizmden acilen kurtulmamızdan geçiyor.

Sri Lanka’da geleceği ayaklanan halk belirleyecek

Sri Lanka, ekonomik çöküşün ardından tarihinin en büyük siyasi krizini yaşıyor. Sri Lanka’da aylardır süren protestoların ardından göstericiler dün Devlet Başkanı Gotabaya Rajapaksa'nın başkent Colombo'daki sarayını bastı. Rajapaksa’nın donanmaya ait bir gemiyle kaçtığı iddia edildi. Milyonlarca Sri Lankalı’yı isyan ettiren şey ise ülke tarihinin gördüğü en büyük ekonomik çöküş oldu. Ülkede aylardır gıda, ilaç ve yakıt satın alınamıyor. Geçtiğimiz aylarda iflas ettiğini ilan eden Sri Lanka, dış borçlarını geçici olarak temerrüde düşüreceğini açıklamıştı. Önceki hafta Sri Lanka Başbakanı Ranil Wickremesinghe, “Ekonomimiz tamamen çöktü” diyerek durumun vahametini duyurmuştu. Ekonomi çöktü, halk ayaklandı Sri Lanka’nın ekonomik sıkıntılarının merkezinde, ülkeyi yıllardır sömüren Rajapaksa ailesi ve hükümetleri yer alıyor. Sri Lanka’da sokağa dökülen insanlar; yüksek enflasyon, gıda, ilaç ve yakıt kıtlığı ile elektrik kesintileri gibi sorunlardan Rajapaksa ailesini ve hükümeti sorumlu tutuyor. Döviz açığı 2021’de Sri Lanka için çok büyük bir soruna dönüşünce hükümet, kimyasal gübre ithalatını yasaklayarak döviz çıkışını durdurmaya çalıştı. Çiftçilere organik gübre kullanmaları söylendi. Bu da mahsul kıtlığına neden oldu. Uygulanan devalüasyonlar neticesinde Sri Lanka Rupisi, ABD Doları karşısında sene başından bu yana yüzde 100’e yakın değer kaybetti. Ülkede ayrıca enflasyon Haziran ayında yüzde 54,6 ile rekor seviyede bulunuyor. Ekonomi ilk çeyrekte yıllık yüzde 1,6 daraldı, ikinci çeyrekte daha da daralacağı tahmin ediliyor.  Yakıt bulunamadığı için okulların kapatıldığı Sri Lanka'da akaryakıt istasyonlarının önündeki kuyrukların kilometreleri bulduğu belirtiliyor. Toplu taşımanın ise yaklaşık yüzde 60'ı çalışmıyor. Mevcut Başbakan Wickremesinghe, önceki hükümeti Sri Lanka’nın döviz rezervleri azalırken zamanında hareket etmemekle suçladı. Ekonomik kriz nedeniyle günlerce süren protestolar sonucu Mahinda Rajapaksa istifa etmek zorunda kalmıştı. Şimdi aynı aileden Cumhurbaşkanı Gotabaya Rajapaksa da istifa etti.  Krizin nasıl sonuçlanacağı, ayaklanan halkın tercihlerine göre şekillenecek.

Sri Lanka'da büyük protesto: 'Yeter, şimdi gidin!'

Ekonomik krizle iflasa sürüklenen Sri Lanka'da protestocular başkanlık sarayını bastı. Devlet Başkanı Gotabaya Rajapaksa, öfkeli göstericilerin kuşattığı saraydan kaçtı.

Boris Johnson gitti, sıra muhafazakar hükümette

İngiltere'nin sağcı başbakanı bir skandalın ardından istifa etti. Devrimci sosyalistler, işçilere, göçmenlere, ezilenlere savaş açan muhafazakar parti hükümetine karşı mücadeleyi büyütme çağrısı yaptı. Muhafazakar başbakan, üst düzey bakanların bir dizi istifasının ardından gitmek zorunda kaldı. Johnson hükümetine karşı artan öfkeden korktular. Bu öfkeyi sürekli yinelenen yalanlar, örtbas etmeler ve yolsuzluklar, büyüyen hayat pahalılığı ve geçim sıkıntısı büyüttü. Muhafazakar Parti, Boris Johnson'dan kurtularak iktidarını devam ettirmek istiyor. İngiltere'de örgütlü olan Socialist Workers Party'ye (SWP) göre "Johnson'dan kurtulmak Muhafazakarların sorunlarına bir son vermez." SWP, muhafazakar hükümetin krizine dikkat çekerken muhalefetteki İşçi Partisi'nin sağcı politikalarının bir alternatif olmadığını vurgulayarak, çözümü işçilerin grevlerinde ve sokak muhalefetinin güçlenmesinde görüyor ve şu çağrıyı yapıyor: "Muhafazakarlara, tüm alçak politikalarına ve arkasındaki patronlara karşı cehennemi yükseltelim." Erdoğan'ın sayılı dostlarından biri olan Boris Johnson, radikal solcu Jeremy Corbyn'e karşı İngiliz egemen sınıfının geniş desteği sayesinde başbakanlık koltuğuna oturmuştu.

Cinayet davası

Ülkeler arasında sınır, sistem, etnisite, inanç, ideoloji, tarih gibi konular etrafında anlaşmazlıklara sık rastlıyoruz. Bunların bazıları uzun süreli ve kalıcı olurken, bazıları belli bir uzlaşmaya varıldığında ortadan kalkıyor. Suudi Arabistan’la Türkiye arasında da tarihten gelen bazı değerlendirme farklılıkları olmakla beraber, bölgesel  rekabet dışında dikkat çeken bir anlaşmazlık yoktu. 2011’de Tunus’ta başlayıp, birçok despotik Orta Doğu ülkesinde patlak veren “Arap Baharı” iki ülke arasındaki bu havayı bozdu. Türkiye’nin, İslam ülkelerinin çoğundaki mevcut yönetimlere karşı kitlesel örgütlenmesi bulunan Müslüman Kardeşler’den yana tavır alması, başta Mısır, Suudi Arabistan, Suriye ve Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere, bölge ülkeleriyle çok da iyi olmayan ilişkilerini neredeyse kopardı. Buna İsrail’le “one minute” çıkışıyla başlayıp, giderek neredeyse tamamen tıkanan ilişkileri de dahil etmek gerekiyor. İçeride işler yolunda gitmeyince… Suudi Arabistan vatandaşı ve gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın bu ülkenin İstanbul Başkonsolosluk binasında öldürülmesi bu döneme rast geldi. İki ülke arasında hayli bozulmuş olan ilişkileri daha da kötüleştirdi. Türkiye olayın üzerine gitti, elde ettiği bilgileri başta ABD olmak üzere dünya ile paylaşarak Suudi üst yönetiminin teşhir ve tecriti için yoğun çaba gösterdi. Süreç böyle devam ederken, AK Parti iktidarının içeride izlediği politikalar ekonomik ve siyasi bakımdan çıkmaza girdi ve çöküş başladı. Yoksullaşma, yolsuzluk, hayat pahalılığı, işsizlik, yüksek enflasyon ve yükselen döviz kurları, iktidar uygulamalarını karakterize eden temel olgulardı. Toplumun büyük bölümü de, seçimden önce olumlu bir yönde değişiklik ummuyordu. Bu çözümsüzlük ortamında iktidar, söz konusu ülkelerle yeniden ilişkilenme yoluyla, ekonominin çarklarını döndürecek para bulma politikasına yöneldi. Gidişler gelişler, yakınlaşmalar, anlaşmalar, filan… İktidarın ilişkileri yeniden toparlama girişimlerine elbette kimsenin pek itirazı olmazdı. Bölgede barışın hâkim olması istenen bir şeydi. Tam da seçim arifesinde, bunun AK Parti’nin içerideki açmazına bir çare olup olamayacağı ise başka bir husustu. İşte tam bu sırada, öyle bir adım attılar ki, pes dedirttiler! Böyle bir cinayeti unutabilmek… Karşılıklı gelmeler gitmeler döneminde, Cemal Kaşıkçı cinayetinin dosyasını, bu vahşi cinayetin emrini veren kişinin başında bulunduğu Suudi Arabistan’a apar topar devrettiler.   Özür dileyerek, canı sıkıcı bazı hatırlatmalarda bulunmak istiyorum. Cemal Kaşıkçı evlenmek üzereydi. İstanbul Başkonsolosluğu’ndan gerekli evrakları almak istedi. Ona gün verdiler. Kaşıkçı o gün nişanlısı, Türk vatandaşı Hatice Zengin’i kapı önünde bırakarak konsolosluğa girdi. Kendisini katillerinin beklediğini bilmiyordu. Onu naylon poşetle boğdular. Cesedini parçalara ayırıp 5 bavul ve 2 poşetle konsolosluğun rezidansına götürüp, bahçedeki fırında yaktılar. Failler, Prens Muhammed bin Selman’ın danışmanı al Kahtani liderliğinde Türkiye’ye gelen, insanlık dışı işlerini bitirince, valizlerini bile aratmadan, farklı uçaklarla dönen 15 kişilik Suudi infaz timiydi. Saatler ilerledikçe, başta Hatice Cengiz olmak üzere, durumdan haberdar olan herkesi derin bir endişe sardı. Kaşıkçı’yı bir daha gören olmadı. Konsolosluk görevlileri yalan üzerine yalan söylediler. “Gitti” dediler. Olmadı ”kazaen öldü” diye uydurdular. Tutmadı “konsolosluğun içinde yaşanan yumruklu kavgada öldüğü” yalanını bile söylediler. Fakat hesaba katmadıkları bir şey vardı; Türk istihbaratı neredeyse baştan sona her şeyi dinleyip kayda almıştı. Türkiye, ancak iki hafta sonra polislerini konsolosluktan içeri sokup arama yaptı. Tabii ki ortalık tertemizdi. Söylenenler, yazılanlar ve yapılanlar… Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti iktidarı o dönemde bu cinayete asla göz yummadılar. Emri verenler dahil, bütün suçluların ortaya çıkarılıp yargılanması için çalıştılar. Erdoğan, AK Parti’nin TBMM grup toplantısında, adını zikretmeden sorumlu olarak Veliaht Prens Muhammed’i işaret etti. Planlı bir cinayet olduğunu belirtti. Türkiye’de işlendiği için kapatılmasına izin vermeyeceklerini söyledi. Emrin en üst düzeyden geldiğini vurguladı. Bir ay sonra Erdoğan, Washington Post’a yazdığı yazıda, cinayeti aydınlatmak için bütün imkânların seferber edildiğini açıkladı. Kaşıkçı’nın soğukkanlı bir tim tarafından öldürüldüğünü dünyaya Türkiye’nin duyurduğunu belirtti. Mevcut bulguların, cinayetin önceden planlandığını gösterdiğini vurguladı. 14 Aralık 2018’de konuyla ilgili olarak konuşan Erdoğan, “Bunun failinin kim olduğu bana göre belli. Biz ses kayıtlarından şunu da öğrendik, gelenlerin içinde şu andaki Veliaht Prens’in en yakınında olanlar, bu işin aktif rol üstlenicisi. Aldığı talimatı yerine getirenler orada. İpe un serdiler, bilgiyi İstanbul başsavcısına vermediler. Çünkü fail ortada, bunu biliyorlar. Yardım yataklık yapan da yanında” dedi. “Türkiye’nin elindeki bilgileri ABD ile paylaştığını” vurguladı. Cemal Kaşıkçı için ”şehit” sıfatını kullandı ve “Adalet yerini bulacak” diye ekledi. Aynı konuşmada Erdoğan şunları da söyledi: “Veliaht Prens dedi ki, ‘Cemal Kaşıkçı başkonsolosluktan çıktı’. Ya Cemal Kaşıkçı çocuk mu? Dışarıda nişanlısı var. Bunlar dünyayı enayi zannediyor. “Bu millet enayi değil, hesabı sormasını bilir ve tabii dedik ki biz herkese açığız. Suudi Arabistan kayıtları almak istedi, kusura bakmayın o kadar değil. Dinletiriz, gösteririz ama vermeyiz. Verelim de ondan sonra bunları yok mu edeceksiniz?” Türkiye kararlı, derken… Konu üzerine titizlikle giden Türkiye, o zamanlar CIA direktörü olan Gina Haspel’e, cinayette emri verenin veliaht prens olduğuna ilişkin kanıtları gösterdi. Hakan Fidan da, ABD’de bir grup senatöre aynı kanıtları gösterdi. Yine Türkiye, Birleşmiş Milletler (BM) Yargısız İnfazlar Özel Raportörü Agnes Callamard’ın (şu anda Uluslararası Af Örgütü genel sekreteri) yazdığı 101 sayfalık raporunda bu kanıtları kullanması için yardımcı oldu. Callamard, hem raporda hem de bazı uluslararası gazetelere yazdığı yazılarda, kasten ve taammüden yargısız bir infazın söz konusu olduğunu, Kaşıkçı’nın öldürülmesinden sonra cesedinin yok edildiğini, Suudi Arabistan’da yapılan yargılamalarda Türkiye’nin sorumlu gördüğü isimlerin bulunmadığını özellikle belirtti. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti iktidarı işte bunca etkili çıkıştan sonra davayı ve dosyayı Suudilerin ellerine teslim etti. Gelen talep dikkate alınarak, Cezai Konularda Uluslararası Adli İşbirliği Kanunu’nun 24. Maddesi’ne istinaden İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki dava dosyası şipşak Suudi Arabistan’a gönderildi. Dava durduruldu ve sanıkların kırmızı bültenle aranmasına son verildi. Cinayetin kanıtlarını Suudilere vermekten sakınanlar, artık ne olup bitti ise, dosyayı olduğu gibi verdiler. Bu inanılmaz durum hakkında bir süredir yazmak istiyordum. Araya başka mevzular girdi, ancak şimdi ele almak kısmet oldu. Faile dosya teslim etmek… Bugün Suudi Arabistan’da bu korkunç cinayetle ilgili devam eden bir dava yok; çoktan bitmiş. Birkaç kişi işlenen ağır suça hiç de denk düşmeyen cezalarla paçayı kurtarmışlar. Emir veren ise hiçbir şey yapmamış pişkinliği içinde, Türkiye gibi ülkelerde ayaklarına halı serilerek karşılanıyor. Yeni adalet bakanı Bekir Bozdağ, kendisinden beklendiği gibi, “Davanın durdurulması, dosyanın devri ve faillerin kırmızı ültenle aranmasına son verilmesi” işleminin yasalara ve hukuka fevkalade uygun olduğunu söylüyor. Tabii ki tuhaflıklar var. Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz, Ankara İdare Mahkemesi’nde dosyanın Suudi Arabistan’a devrine itiraz ediyor. Daha bu itirazın sonuçları bile gelmeden, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, oy çokluğuyla devir kararı alıveriyor. Ders veren şerh İşte burada, “siz yine de adaletten umudu kesmeyin” dedirtecek bir tablo ortaya çıkıyor. Beş sayfalık kararın dört sayfası, devir kararına karşı çıkan mahkeme başkanı Hakim Nimet Demir’in şerhi. Hukuk, adalet, uluslararası uygulamalar, vicdan, gelenek ve teamül adına hangi değeri ararsanız, o dört sayfada yer alıyor. Açıkçası, söylenecek söz bırakmıyor. Peki ya sonra? Hâkim Nimet Demir, haber verilmeden yaz kararnamesiyle Kahramanmaraş’a atanıyor. Demir, “Benim durduğum yer, demokrasi, insan hakları ve özgürlük” diyor. Bölge ülkeleriyle ilişkileri yoluna koymak çok önemli. Karşılıklı çıkarları kollamak, evet gerekli. Bölge barışına katkı sunmak, tartışmasız…    Hukukçu değilim, ama doğrusu bu dosya devri işinde hukuk, adalet, ahlaki değer, uluslararası itibar filan göremedim. Aklıma para geldi.

İtalya: Kuraklık yüzünden OHAL ilan edildi

Küresel ısınmanın en yıkıcı etkilerinden biri kuraklık. İtalya'nın kuzeyi son 70 yılın en büyük kuraklığını yaşarken, tarım üretimi yüzde 30 oranında azabilir. Dünyanın 9. büyük tarımsal ürün ihracatçısı İtalya, aşırı sıcakla birlikte, kış ve bahar aylarında yeterince yağış alamadı. Ülkede su kıtlığı baş gösterdi. Tarım sendikası Coldiretti'ye göre kuraklık İtalya'nın tarım üretiminin yüzde 30'unu yok edebilir. Sendika Po Vadisi'ndeki hayvanların yarısının tehdit altında olduğunu duyurdu. Maggiore ve Garda göllerinde su seviyesi yılın bu zamanı için normalin altında. Güneyde Roma'nın içinden geçen Tiber Nehri'nin seviyesi de düştü. İtalya hükümeti, ülkenin kuzeyinde Po Nehri'nin geçtiği beş bölgede olağanüstü hâl ilan etti. Emilia-Romagna, Friuli Venezia Giulia, Lombardsiya, Piedmont ve Veneto bölgelerine, su kıtlığıyla başa çıkabilmeleri için acil durum bütçesinden 36,5'er milyon euro verilecek. Öte yandan Po Vadisi'ndeki çiftçiler, deniz suyunun nehre aktığını ve ürünlerini tahrip ettiğini söylüyor. Po, İtalya'nın en uzun nehri ve doğuya doğru 650 kilometreden fazla akıyor. Kuraklığın bir diğer etkisi de hidroelektrik enerji üretimindeki keskin düşüş. Ülkenin uzeyindeki dağlık bölgelerde yer alan hidroelektrik tesisler,i enerjinin yaklaşık yüzde 20'sini üretiyor.

Karakalpaklar isyan etti

Acımasız bir diktatörlükle yönetilen Özbekistan'ın özerk bölgesi Karakalpakistan'da ayrılma hakkının ortadan kaldıran anayasa değişikliğine karşı büyük bir ayaklanma yaşanıyor. 32 milyon nüfuslu Özbekistan'da Aral Gölü yakınlarında büyük kısmı çöl olan bölgede 2 milyon Karakalpak yaşıyor. Karakalpaklar kendi dillerini konuşan bir halk. Özbekistan diktatörü Şevket Mirziyoyev, SSCB'nin dağılmasının ardından bölgeye tanınan ayrılma hakkının kaldırmaya dönük referandum girişimi büyük bir isyanla karşılandı. Sokağa dökülen on binlerce kişi Özbek polisiyle çatıştı. En az 18 kişi hayatını kaybederken, binlerce kişi yaralı olarak hastaneye kaldırıldı. Diktatör Mirziyoyev, ayaklanmayı bastırmak için bölgede Olağanüstü Hal ilan etti. Buna rağmen protestoların devam ettiği bildiriliyor.

Geri 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 İleri

Bültene kayıt ol