'Suriye halkının omuzlarından devasa bir yük kalktı'

BM: Ukrayna'da 5 bin 100 sivil öldürüldü

Rusya Devlet Başkanı Putin'in 24 Şubat akşamı Ukrayna'ya karşı başlattığı savaş ve işgal 5 aydır sürüyor. Birleşmiş Milletler (BM), Rusya-Ukrayna savaşında 5 bin 100 sivilin öldüğünü 6 bin 700 sivilin de yaralandığını açıkladı. BM Genel Sekreter Yardımcısı Farhan Haq, BM'nin New York'taki Genel Merkezi'nde düzenlediği basın toplantısında, Ukrayna- Rusya savaşına ilişkin bilgi verdi. Farhan Haq, "Moskova'nın Ukrayna'ya düzenlediği askeri harekâtın başından bu yana 11 bin 800'den fazla sivilin vurulduğunu, bunlardan hayatını kaybedenlerin sayısının ise 5 bin 100'ü geçtiğini" söyledi. BM, Ukrayna genelinde şimdiye kadar hayatını kaybeden 5 bin 100 sivilin 346'sının çocuk olduğunu doğruladı. BM’ye göre sivil kayıpların gerçek sayısı çok daha yüksek. Sivilleri etkileyen ve ayrım gözetmeyen saldırı raporları giderek artıyor. BM, çatışmanın taraflarına, Ukrayna'daki sivilleri ve sivil altyapıyı korumak için uluslararası insani hukuk kapsamındaki yükümlülüklere uyma çağrısı yaptı. Temmuz ayı içindeki Rus saldırılarında onlarca sivil öldürüldü Ukrayna'nın doğusundaki Slovyansk kentine düzenlenen Rus saldırısında bir pazar yerinin vurulması sonucu en az iki kişi öldü, yedi kişi yaralandı. Yine Rus füzelerinin saldırısı sonucu, cepheden uzak bir kentte, Vinnitsya'da aralarında üç çocuğun da bulunduğu 23 kişi öldü. Saldırıda üç Rus füzesi ofislerin bulunduğu bir apartmanı vurdu ve meskun binalar da hasar gördü. Donbas'ta süren çatışmaların çok uzağında bulunan Başkent Kiev'in güneybatısındaki kente yapılan saldırıda 100 kişinin de yaralandığı belirtildi. 21 bin savaş suçu iddiasıyla ilgili soruşturma açıldı Ukrayna, işgalin başlamasından bu yana Rusya tarafından işlendiğini iddia ettiği 21 bin savaş suçu hakkında inceleme başlattığını açıkladı. Askeri savcı General Irina Venediktova, BBC'ye yaptığı açıklamada, her gün makamına 200 ila 300 savaş suçu işlendiğine dair ihbarlar geldiğini, sivilleri öldüren, sivillere işkence ya da tecavüz eden Rus askerlerinin mahkeme önüne çıkmasının an meselesi olduğu uyarısında bulundu. Duruşmaların çoğunlukla sanıkların gıyabında yapılabileceğini söyleyen Venediktova, kovuşturmaların yapılmasının bir adalet meselesi olduğunu savundu. Ekibinin Ukrayna genelinde araştırmalar yaptığını söyleyen Venediktova, tüm iddiaların etkin ve düzgün biçimde araştırılmasının ise bazı bölgelere erişim olmadığı için mümkün olamadığını belirtti. Irina Venediktova, Mayıs ayında yaklaşık 600 şüphelinin tespit edildiğini, 80 kişi hakkında da kovuşturmanın başladığını söylüyor. Ukrayna'da yargılanan ilk Rus askeri olan Vadim Shishimarin, Mayıs ayında bir sivili öldürdüğü suçlamasıyla ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştı. Ukrayna; Buça'da, Borodyanka'da ve başkent Kiev yakınlarındaki kısa süre Rus işgali altında kalan diğer bazı kentlerde toplu mezarlar bulduğunu söylüyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi, Ukrayna'yı bir "suç mahalli" olarak tarif etmiş, soruşturmalara yardımcı olmaları amacıyla dedektiflerden oluşan en geniş ekibini ülkeye yollamıştı.

Washington’da kürtaj hakları protestosu: 17 vekil gözaltında

19 Temmuz Salı günü Yüksek Mahkeme önünde gerçekleştirilen kürtaj hakları protestosunda, içlerinde Alexandria Ocasio-Cortez, İlhan Omar ve Rashida Tlaib’in de bulunduğu 17 meclis üyesi gözaltına alındı, toplamda 35 kişinin tutuklandığı duyuruldu.

Rojava operasyonuna Rusya ve İran'dan destek gelmedi

Tel Rıfat ve Münbiç'e müdahale etmek isteyen Erdoğan yönetimi, Tahran'daki üçlü zirvede yalnız kaldı. Suriye'de askeri olarak belirleyici dört devletten üçünün liderleri ve heyetleri uzun bir zaman sonra İran'ın ev sahipliğinde toplandı. Suriye'de en fazla asker bulunduran ülke olan Türkiye'nin önceliği, Rojava Kürt bölgesine yapacağı yeni operasyon için Tahran ve Moskova'nın desteğini kazanmaktı. Ancak bu olmadı.  Rojava'nın iki bölgesi Tel Rıfat'ta hakim güç Rusya. Burada aynı zamanda İran destekli Şii milislerde bulunuyor. Münbiç'te de asıl hakim Rusya. Moskova burada Ankara ile YPG arasında tampon bölge oluşturmuş durumda. YPG ise bilindiği gibi ABD ile müttefik.  Erdoğan yönetimi, Tahran'da masaya - bir kaç ay önce ilan ettiği gibi - bu iki bölgeden YPG/PYD'nin çıkarılması isteğini koydu. Rusya devlet başkanı Putin, Fırat'ın doğusunun Esad rejimi tarafından yönetilmesi gerektiğini söyledi. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi de aynı görüşü tekrarladı. Tahran'da Erdoğan ile görüşen İran lideri Ali Hamaney, Tel Rıfat ve Münbiç'e operasyona "Bu mutlak surette Suriye, Türkiye ve bölgeye zarar verecektir." diyerek açıkça karşı çıktı. Tahran ve Moskova'nın öncelikleri İran ve Rusya, öncelikle kendilerine düşman olan ABD'nin gitmesini ve Esad rejiminin ülkenin tamamına hakim olmasını istiyor. Üç bölge var ki bu isteğin gerçekleşmesini engelliyor.  Bunlardan en büyüğü Rojava. ABD ve desteklediği YPG, aynı zaman Suriye petrol kaynaklarının bulunduğu Deyrizor'u da kontrol ediyor.  Diğer bölge ise Suriyeli cihatçı muhaliflerin varolduğu İdlib. Tahran ve Moskova, cihatçıların bölgeden temizlenmesini istiyor. İki emperyalist devlet ABD ve Rusya'nın izniyle Suriye'de askeri varlığını sürdüren Ankara ise Suriye ordusu ve İranlı milisler tarafından kuşaltılmış İdlib'i kontrol ediyor. İdlib'deki varlığı, Avrupa'nın göçü önleme politikası ve desteğiyle sürüyor. Ve bir NATO üyesi olarak ABD'nin müttefiki. Aynı zamanda Esad rejimiyle de savaş durumunda. Tahran'da toplanan üç devletin önceliklerinin ve çıkarlarının farklı hatta çatışır durumda olması Erdoğan yönetiminin istediği desteği bulmasını engelliyor. Keza NATO müttefiki ABD aynı zamanda YPG/PYD ile de ittifak halinde ve Rojava operasyonuna karşı çıkıyor. Bu koşullarda Erdoğan yönetimi Rojava'ya müdahalede bulunabilir mi? Çivisi çıkmış dünya koşulları, sınır ötesi operasyonlara ve çatışmalara imkan tanıyor. Fakat Tahran zirvesi sonrası oluşan duruma bakıldığında, Ankara'nın Tel Rıfat ve Münbiç'e girmesinin imkansız denecek kadar zor. Sadece dış desteğin bulunamaması değil, AKP-MHP iktidarının tüm propagandasına rağmen Rojava'ya operasyon propagandasının içeride heyecan ve taraftar bulamaması; buna neden olan siyasi ve ekonomik buhran karşısında halkın geniş kesimlerinin - özellikle dış politikadan - duyduğu memnuniyetsizlik yeni bir askeri harekata engel oluyor.

Mısırlı aktivistlerden dayanışma çağrısı: Sisi rejimi COP27’ye ev sahipliği yapamaz!

Mısır, Kasım 2022'de COP27 iklim zirvesine ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Ancak COP27 zirvesi için; protesto ve gösterilerin yasaklandığı, yürüyüş ve toplantılara izin verilmeyen, katılanların tutuklandığı bir ülkenin seçilmiş olması kabul edilemez.  COP27, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine taraf devletlerin yanı sıra binlerce uzman, gazeteci ve sivil toplum temsilcisini de bir araya getirecek. Kasım 2022'de gerçekleştirilecek zirve bilhassa da uluslararası toplum için, hak ve özgürlükler temelli iklim eylemlerinin örgütlenmesi ve tartışmaların yürütülebilmesi adına çok önemli bir fırsat sunar. Kaldı ki uluslararası insan hakları hukuku ve standartları uyarınca, genel bir kural olarak, gösterilerin hedef kitlelerce izlenebildiği bir ortamda yapılabilmesi de sağlanmalı, zirve boyunca gerçekleştirilecek tüm barışçıl protestolara izin verilmelidir. Mısırlı yetkililer ise insan hakları savunucularına, sivil toplum örgütlerine ve bağımsız medyaya yönelik saldırılarına son vermiyor; temelsiz cezai soruşturmalarına, keyfi gözaltılara, bağımsız kuruluşları kapatma tehditlerine, seyahat yasakları uygulamaya devam ediyor ve sivil toplumun COP27'ye katılımını baltalayacak bir takım kısıtlayıcı önlemlere başvuruyor. Zirve sırasında işçilerin örgütlenme haklarına yönelik saldırılar gerçekleştirileceği gerçeğini dile getirip Mısır rejiminden hesap sorulması çağrısında bulunan Dünya İşçi Sendikaları Federasyonu (TUC), COP27 konferansı öncesinde Bonn'da yapılacak hazırlık görüşmelerine yönelik bildirisinde şöyle söylüyordu: “ITUC'a (Mısır Bağımsız Sendikalar Federasyonu ve Mısır Demokratik İşçi Kongresi) bağlı Mısır sendika örgütleri, işçi örgütleyicilerinin emekli olmaya zorlanması ve sendikaların faaliyetinin sınırlandırılması sonucunda çeşitli baskılarla karşı karşıya kaldı. . . İklim acil durumuyla mücadele için hayati önem taşıyan örgütlenme özgürlüğü temel bir haktır; işçilerin ve toplulukların değişim için örgütlenmeye hakları vardır. Mısır hükümeti ise iktidarı ele geçirdiğinden beri insan hayatını ve temel özgürlükleri hiçe saymaktadır. Şarm El-Şeyh'te gerçekleştirilecek COP27'ye ev sahipliği yapma fırsatı hükümete, insan hakları konusundaki kirli sicilini yeşile boyama şansı tanımış oldu.” Mısır COP27’ye hazırlanırken, içlerinde gazeteciler, aktivistler, akademisyenler ve öğrencilerin de bulunduğu binlerce aktivist demokratik hak taleplerini dile getirdikleri için devlet şiddetine uğrayıp tutuklandı. Askeri rejimin çevre sorunlarıyla ilgili protestolara yanıtı ise kömürle çalışan elektrik santralleri inşa etme planlarını sürdürme, endüstrileri kirletme ve yeşil alanların yağmalanmasıydı.  Mısır İklim ve Demokrasi Kampanyası da Mısır Dayanışma Girişimi (Egypt Solidarity Initiative) adlı platformda bir dayanışma çağrısı yayınladı. Çağrıda, on yıldan fazla süredir karşı karşıya kaldıkları acımasız baskıyı sürdüren Sisi’nin şimdi de itibarını parlatmak için COP27 zirvesini kullanmayı planladığı söyleniyor.  Uzun yıllardır demokrasi, sendika, toplum ve çevre adaleti kampanyalarının kalbinde yer alan Mısırlı aktivistlerin bildirisinin tamamı şöyle: Kahire’den, iklim değişikliğine ve diktatörlüğe karşı dayanışma çağrısı Kasım ayında gerçekleştirilecek COP27 zirvesi Mısır'ın Sina Yarımadası'ndaki turizm kenti Şarm El-Şeyh'te yapılacaktır.  Dünya liderleri Glasgow’da gerçekleştirilmiş olan COP26'da verilen sözlerin neredeyse tamamını unuttu. Hep birlikte, adım adım benzersiz bir iklim felaketine doğru yürüyoruz. Gezegeni kurtarmak için alınması gereken önlemlere odaklanması beklenen siyasi liderler ve büyük şirketler de kendilerini kaynaklar, pazarlar ve jeopolitik hakimiyet için tutuştukları rekabete kaptırdılar. Dünyanın her yerindeki milyonlarca insan giderek daha da emin oldu ki gerçek bir değişimi başlatacak olan, tabandan yükselecek bir hareketin ta kendisidir. Karşımızdaki tablo ise şudur: Giriş çıkışlar için tek bir ana yolun kullanılmasının planlandığı COP27 konferansı yoğun güvenlik önlemlerinin alındığı yalıtılmış bir turizm beldesinde gerçekleştirilecek. Bölgedeki oteller, tüm COP sürecini, özellikle de içinde yoksul toplumlardan gelen temsilcileri bulunduran taban örgütlerinin maddi imkanlarını zorlayacak ücretler talep ediyor.  Mısır hükümeti, konferans sırasında muhalif sesler için de bir yer olacağını duyurdu, ancak burada kastettikleri şey, devlete bağlı STK'lar için kongre merkezinin yakınında ayrılmış bir gösteri merkezidir ve yerel sivil toplum kuruluşlarının muhalif seslerine ayrılmış izlenimi vermek için de sahte protestolar kurgulanıyor.  Konferans sırasında, Şarm El-Şeyh yakınlarında tek bir gerçek Mısırlı muhalif eylemcinin bulunmasına izin verilmeyecek. Bu nedenle, küresel taban hareketlerinin, devlet tarafından organize edilen bu maskaralığa aldanmaları hepimiz adına utanç verici olur. Mısır hükümeti COP27'ye ev sahipliği yapmaya hazırlanırken, aralarında insan hakları savunucuları, gazeteciler, barışçıl protestocular, avukatlar, muhalif politikacılar ve aktivistlerin bulunduğu binlerce insan, yalnızca ifade özgürlüğü haklarını kullandıkları için, hiçbir yasal gerekçe olmaksızın ve adil olmayan yargılamalar sonucunda Mısır hapishanelerindeki acımasız koşullarda acı çekmeye devam ediyor.  Mısır bir Afrika ülkesidir ve Küresel Güney'in bir parçasıdır. Ancak aynı zamanda acımasız ve yozlaşmış bir askeri diktatörlük tarafından yönetilmekte olan bir ülkedir. Sisi rejimi, konferans sırasında ve konferansa uzanan aylarda kendisini, genel olarak Küresel Güney'in ve özel olarak da Afrika kıtasının ihtiyaç ve taleplerini savunan bir hükümet olarak göstermenin peşinde. Bu büyük bir yalandır. Nitekim Sisi rejiminin temsil edebileceği tek şey, 2013'ten bu yana iktidarda bulunan askeri cuntadır. Temmuz 2013'te General Sisi, başarısız politikalardan, siyasi felçten ve Muhammed Mursi ile Müslüman Kardeşlerin yönetiminde karşılaştığımız ihanetlerden nemalanarak acımasız bir askeri darbe yaptı ve iktidarı ele geçirdi. O zamandan beri de rejim, her türlü muhalefeti susturmak için başvurduğu bir terör kampanyasını kullanıyor.  Bu rejim ne Mısır halkını ne de Afrika kıtasını veya Küresel Güney'i temsil edebilir. Sisi, bu rejimi allayıp pullamak için elinden gelen her şeyi yapacak, hatta bunun için yenilenebilir enerjiyle ilgili birkaç vitrin projesi bile sunacak. Fakat gerçekte hem Mısır halkını hem de çevreyi yağmalamaya devam edecek. Bu ‘yeşil yıkama’ iki yönlü çalışır. İlk olarak, zengin sanayileşmiş ülkelerden mümkün olduğunca fazla mali yardım almanın peşinde ve bu paranın çoğu ülke dışına, Sisi ve generallerinin aynı sanayileşmiş ülkelerde bulundurdukları banka hesaplarına hortumlanacak. İkincisi amacı ise, dikkatleri kirli insan hakları sicilinden uzaklaştırmak. Bunu da her zamanki gibi, sözde demokratik Batılı hükümetlerin liderlerini kullanarak, yaptıklarının yanına kâr kalmasına izin vermeleri sayesinde başaracak. İklim değişikliği ve çevre bozulması için en ağır bedeli ödeyecek olanlarsa yine Küresel Güney’in halkları olacaktır. İşte bu nedenle, tüm bu süreçleri yavaşlatacak veya tersine çevirecek hükümetlere baskı uygulayan her bir küresel hareketin şimdi bir araya gelmesi gerekiyor. Mısır halkının örgütlenme ve gösteri yapma hakkı reddediliyor; her türlü ifade özgürlüğünden mahrum bırakılıyoruz – 2014'ten bu yana 500'den fazla muhalif internet sitesi engellendi. Bütün bunlar acımasız yasalar, yasadışı hapis ve işkence yollarıyla yapılıyor ve kimi zaman da cinayetlere başvuruluyor. Sisi’nin çevre politikalarına karşı örgütlenen Mısırlı aktivistler taciz edildi, hapsedildi, gözetim altına alındı ve susturuldu. Kömür ithalatına karşı çıkacak olsak da yerleşim yerlerine yakın çimento fabrikalarının toplum sağlığını tehdit ediyor olmasına karşı sesimizi yükseltecek olsak da veya su kaynaklarını kirleten gübre fabrikalarına ya da inşaat projelerine yer açmak için kent merkezlerindeki ağaçların ve yeşil alanların yok edilmesine karşı mücadele ediyor olsak da, mesele ne olursa olsun hepsine güç kullanarak yanıt veriyor. Bu çağrımız, görüşmelere katılacak siyasi liderler veya onların temsil ettikleri siyasi yönetimlere yönelik değildir. Çünkü bu liderler zaten Mısır rejimini onurlandırmak ve Sisi'nin yeşil yıkama kampanyasına destek vermek için geliyor. Hazır gelmişken iş anlaşmaları yapmaya, halihazırdaki ittifaklarını pekiştirmeye çalışacak, iklim krizi konusunda ise yine, yerine getirmeye hiç niyetli olmadıkları vasat, kifayetsiz vaatlerini sunacaklar – Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini kullanıp Körfez monarşileriyle bir araya gelerek yeni petrol ve gaz anlaşmaları yapmaya çalışacaklarını hep birlikte göreceğiz. Bu çağrı, iklim değişikliğine karşı mücadeleyi küresel taban hareketlerinde yürütmekte olan tüm aktivistler içindir.  Demokrasi, özgürlük ve sosyal adalet mücadelesi veren herkes içindir.  Doğrusu, bu iki mücadeleyi birbirinden ayrı düşünmenin her ikisine de zarar verdiğini giderek daha net görmeye başladık. COP27 zirvesi öncesinde ya da konferans sırasında karşı etkinlikler düzenleyen herkese çağrıda bulunuyoruz: Sizin mücadeleniz, bizim mücadelemizdir!  Sisi'nin Küresel Güney’i temsil etme konusundaki bomboş iddiasıyla paçayı kurtarmasına izin vermeyelim!  Bu kanlı rejimin yeşil yıkamayı kullanıp kendini aklamaya çalışmasına izin vermeyelim!  İklim değişikliği ve çevresel bozulmanın olmadığı bir dünya istiyorsak, Küresel Güney ve Kuzey'de bir araya gelmeli, birlikte mücadele etmeliyiz. Fakat bu mücadelenin başarısı, demokrasi, insanlık onuru ve özgürlükler için de dayanışma içinde olabilmemize bağlıdır. Mısır İklim ve Demokrasi Kampanyası

Macaristan'da halk sokakta: 'Orban dur, yeter artık!'

Yüksek enflasyon, Ukrayna savaşı sebebiyle artan enerji fiyatları ve ekonomik krizin faturasını halka ödeten politikalar, bir ülkede daha büyük protestolarla karşılanıyor.  Macaristan'da üç ay önce seçimleri büyük farkla kazanan aşırı sağcı Orban hükümeti sarsılıyor. Başkent Budapeşte'nin sokakları günlerdir büyük gösterilere sahne oluyor. Orban hükümetinin küçük işletmelerin vergisini artırma kararı bardağı taşıran son damla oldu. Kararının duyurulmasının ertesinde gerçekleşen hükümet karşıtı büyük miting sırasında yollar ve Tuna nehri üzerindeki köprüler protestocular tarafından ulaşıma kapatıldı. Sorun sadece küçük işletmelerin ayakta kalmasını imkansız kılacak vergi artırımı değil. Macaristan enflasyon geçen sene yüzde 4,6 idi. Bu yılın başından itibaren yüzde 12'ye fırladı.  Rusya'nın doğal gazına ve petrolüne bağımlı olan Macaristan kapitalizmi, Ukrayna savaşı nedeniyle fırlayan enerji fiyatlarının yarattığı şoku yaşıyor. İktidardaki aşırı sağcılar, yıllardır oy aldıkları bir toplumsal kazanım olan hanelere indirimli elektrik ve su tarifesini kaldırdı. Macaristan Merkez Bankası, faiz yükseltmesine rağmen yerel para birimi Forint'in değer kaybını önleyemiyor. Forint son altı ayda yüzde 20 oranında değer kaybetti.    Ülkenin mali kaynak sorunu yaşamasının en önemli nedeni üyesi olduğu Avrupa Birliği'nin (AB)  fonları kesmesi. Brüksel'in bu kararının nedenleri hükümetin yargıyı kendine bağlaması, AB ile çelişkili uygulamaları, medyayı susturması ve LGBTİQ bireylere açtığı savaş; Macaristan'in hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde açılan davalar ve verilen cezalar. AB fonlarından en fazla faydalanan ülkede hukukun üstünlüğü çiğnendiği için kredi muslukları kesildi. Kendi seçmenlerinin arasında bulunduğu geniş halk kesimleri düşürüldükleri duruma itiraz ediyor ve 'Orban dur, yeter artık' sloganıyla sokakları dolduruyor.

Panama'da işçiler ve yoksullar isyan ediyor

Hayat pahalılığı ve açlık, tırmanan akaryakıt fiyatları ve kitlesel işsizlik sonucu Panama'da sokaklara dökülen işçilerin, yoksulların, öğrencilerin protestoları iki haftadır ülkeyi sarsıyor. Orta Amerika ülkesi Panama, 4,315 milyon nüfusa sahip ve işsizlik oranı yüzde 10.  Geçen yıl yüzde 2,3 olan enflasyon bir yılda yüzde 5,1 bire yükseldi. Temel gıda ürünleri başta olmak üzere tüm kalemlerde fiyatlar katlanırken, ücretlerin alım gücü de dibe vurdu. Tüm bunların üzerine yılbaşından bu yana akaryakıt fiyatlarının yüzde 47 gibi rekor bir oranda zamlanması geldi.  Ülkenin bazı bölgelerinde akaryakıt sıkıntısı yaşanırken, Panama Şehri'ndeki ana gıda pazarındaki halka satış noktalarının çoğu ürün eksikliği nedeniyle kapanmak zorunda kaldı. Panama derin bir krize sürüklenirken hükümeti beceriksizlikle suçlayan sendikalar ve demokratik örgütler, yakın tarihin en büyük sosyal hareketini başlattı. Öğretmenler greve çıktı. Grevler birçok sektöre yayıldı. Panama şehrinin sokakları birer miting alanına döndü. Öğrenciler polisle çatıştı. Ülkeyi Orta Amerika'ya bağlayan ve Panama Şehri'ne malların taşınması, ticareti ve dağıtımı için hayati önem taşıyan Pan American Otoyolu'nda kamyon şoförleri blokajları devam etti ve binlerce kişi mahsur kaldı.  Hükümet göstermelik bir takım kararlar alırken sendikalar, Katolik Kilisesi'nin arabuluculuk girişimine rağmen masaya oturmadı. Sendikalar ve protestocular 32 talepleri yerine getirilmeden hükümetle diyalog kurmayarak mücadeleye devam edeceklerini söylüyor. Bu talepler arasında akaryakıt ve temel ihtiyaçların fiyatlarının dondurulması, ücretlerde genel bir artış, ilaç fiyatlarının dondurulması ve arz eksikliğinin giderilmesi, yolsuzlukla mücadele tedbirleri, okulların, yolların ve kamu altyapısının onarılması, ABD-Panama ortak askeri üssü anlaşmasının iptali, yerli haklara destekler ve özerklik tanınması gibi ekonomik ve siyasi talepler yer alıyor.

Küresel enerji krizi giderek yayılıyor

Ukrayna savaşı ve Batı emperyalizmin Rusya'ya yaptırımları dünyada enerji fiyatlarını tırmandırırken bazı ülkelerde elektrik kesintileri ve kitlesel protestolara sebep oluyor. ABD ve Avrupa’nın Rusya’ya karşı tavrı giderek sertleşiyor, ambargo konuları artırılıyor. Son olarak Rusya’nın gaz boru hatlarında kullandığı ve bakım için Almanya’ya gönderdiği Siemens gaz türbinleri, tekrar Rusya’ya gönderilmedi. Rusya, gaz türbinleri iade edilmediği gerekçesi ile doğalgaz akışını büyük oranda kapatmıştı. Şimdi de Rus doğal gaz şirketi Gazprom, Kuzey Akımı boru hattını 11 Temmuz itibariyle 10 günlüğüne kapatarak "planlı" olduğunu belirttiği bir bakım çalışması başlattığını duyurdu. Şubat ayında en yüksek seviyesine çıkan, daha sonra bir miktar düşen doğal gaz fiyatları tekrar arttı, geçen yılın 8 katına çıktı. Rusya’ya ambargo, ham petrol üretimini de etkiliyor. Teknolojik destek alamayan Rus firmaları süreç içinde ham petrol üretimlerini azaltmak zorunda kalacaklar. Rusya, günlük ham petrol üretimini 5 milyon varil azaltmak zorunda kalabilir. Rusya’nın ham petrol üretimini kısması, petrol fiyatlarını varil başına 380 dolara çıkarabilir. Analistler, günlük arzlarda 3 milyon varillik bir kesintinin ham petrol fiyatlarını 190 dolara, 5 milyonluk en kötü senaryonun ise 380 dolara çıkaracağını ifade ediyorlar. Rusya günde 10 milyon varil ham petrol üretiyor, bu üretiminin yaklaşık 8 milyon varilini ihraç ediyor. Dünyadaki toplam ham petrol üretim ise günlük 90 milyon varil seviyesinde, bu üretimin yaklaşık 40 milyon varili ihraç ediliyor. Almanya’nın dış ticaret açığı enerji fiyatlarından kaynaklanıyor Almanya Mayıs ayında, 1991 yılından beri ilk defa dış ticaret açığı verdi. Almanya’nın dış ticaret açığı, artan enerji ithalat fiyatlarından kaynaklanıyor. Yani aynı miktarda enerji ithalatı için önemli ölçüde daha fazla para ödeniyor. Şu anda gaz vadeli işlemleri megawat saat başına 162 Euro ile bahar döneminde yaşanan 220 euro fiyat seviyesindeki rekora yakın işlem görüyor. Bu fiyat, on iki ay öncesine göre neredeyse yüzde 700 daha pahalı. Macaristan'da artan fiyatlar nedeniyle 'enerji acil durumu' ilan edildi  Macaristan'da hükümet, Avrupa'daki arz kesintileri ve artan enerji fiyatları nedeniyle "enerji acil durumu" ilan etti. Bir hükümet yetkilisi, "Uzun süren savaş ve AB’nin yaptırımları, Avrupa genelinde enerji fiyatlarının yükselmesine neden oldu. Avrupa'nın büyük bir kısmı halen enerji krizi içinde" diye konuştu. Yetkili, Avrupa'da sonbaharda ve kışın yeterli miktarda doğal gaz olmayacağını belirtti. Söz konusu problemin çözümü için Macar hükümeti "enerji acil durumu" ilan etti. 1 Ağustos'ta yürürlüğe girecek 7 maddelik eylem planı hazırladı. Acil durum kapsamında enerji ihracatı yasaklanacak ve Macaristan'ın tek nükleer enerji santralinin kapasitesi artırılacak. Sri Lanka’da petrol tedarik edilemiyor Sri Lanka, tarihinin en ağır krizini yaşıyor. Ülkede ciddi bir benzin, gıda, ilaç ve temel ihtiyaç ürünleri yokluğu yaşanıyor ve eylemciler bu durumdan asıl olarak siyasi liderleri sorumlu tutuyor. Ülkede parası olanlar bile gıda ve benzin alamıyor çünkü bu mallara erişim oldukça zor. Sri Lanka tüm petrol ürünlerinde ithalata dayalı bir ekonomiye sahip. Savaşın başlamasıyla ülke, petrol ve gaz tedariki için yeterli parayı bulamamaya başladı. Mutfaklarda artık yakıt olarak gaz yerine odun kullanılmaya başlandı. Enerji krizinden çıkış için kapitalizmden kurtulmak gerekiyor Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Avrupa’da yeniden kömüre ve nükleer enerjiye dönüşü hızlandırdı. Bu da çevre felaketlerinin katlanarak artmasına yol açıyor. 2030 yılına kadar küresel ısınmayı 1,5 derecede tutmamız gerekiyor. Dünyadaki pek çok ülke hükümeti bu konuda sözler verdi, uygulama planları açıkladı. Ancak gidişat 1,5 derece rakamının tutulamayacağını, hatta küresel ısınmanın 3 dereceyi bulacağını gösteriyor.  Petrol ve kömüre dayalı enerji sistemlerinden acilen kurtulmamız gerekiyor. Bunun en kestirme yolu, kapitalizmden acilen kurtulmamızdan geçiyor.

Sri Lanka’da geleceği ayaklanan halk belirleyecek

Sri Lanka, ekonomik çöküşün ardından tarihinin en büyük siyasi krizini yaşıyor. Sri Lanka’da aylardır süren protestoların ardından göstericiler dün Devlet Başkanı Gotabaya Rajapaksa'nın başkent Colombo'daki sarayını bastı. Rajapaksa’nın donanmaya ait bir gemiyle kaçtığı iddia edildi. Milyonlarca Sri Lankalı’yı isyan ettiren şey ise ülke tarihinin gördüğü en büyük ekonomik çöküş oldu. Ülkede aylardır gıda, ilaç ve yakıt satın alınamıyor. Geçtiğimiz aylarda iflas ettiğini ilan eden Sri Lanka, dış borçlarını geçici olarak temerrüde düşüreceğini açıklamıştı. Önceki hafta Sri Lanka Başbakanı Ranil Wickremesinghe, “Ekonomimiz tamamen çöktü” diyerek durumun vahametini duyurmuştu. Ekonomi çöktü, halk ayaklandı Sri Lanka’nın ekonomik sıkıntılarının merkezinde, ülkeyi yıllardır sömüren Rajapaksa ailesi ve hükümetleri yer alıyor. Sri Lanka’da sokağa dökülen insanlar; yüksek enflasyon, gıda, ilaç ve yakıt kıtlığı ile elektrik kesintileri gibi sorunlardan Rajapaksa ailesini ve hükümeti sorumlu tutuyor. Döviz açığı 2021’de Sri Lanka için çok büyük bir soruna dönüşünce hükümet, kimyasal gübre ithalatını yasaklayarak döviz çıkışını durdurmaya çalıştı. Çiftçilere organik gübre kullanmaları söylendi. Bu da mahsul kıtlığına neden oldu. Uygulanan devalüasyonlar neticesinde Sri Lanka Rupisi, ABD Doları karşısında sene başından bu yana yüzde 100’e yakın değer kaybetti. Ülkede ayrıca enflasyon Haziran ayında yüzde 54,6 ile rekor seviyede bulunuyor. Ekonomi ilk çeyrekte yıllık yüzde 1,6 daraldı, ikinci çeyrekte daha da daralacağı tahmin ediliyor.  Yakıt bulunamadığı için okulların kapatıldığı Sri Lanka'da akaryakıt istasyonlarının önündeki kuyrukların kilometreleri bulduğu belirtiliyor. Toplu taşımanın ise yaklaşık yüzde 60'ı çalışmıyor. Mevcut Başbakan Wickremesinghe, önceki hükümeti Sri Lanka’nın döviz rezervleri azalırken zamanında hareket etmemekle suçladı. Ekonomik kriz nedeniyle günlerce süren protestolar sonucu Mahinda Rajapaksa istifa etmek zorunda kalmıştı. Şimdi aynı aileden Cumhurbaşkanı Gotabaya Rajapaksa da istifa etti.  Krizin nasıl sonuçlanacağı, ayaklanan halkın tercihlerine göre şekillenecek.

Sri Lanka'da büyük protesto: 'Yeter, şimdi gidin!'

Ekonomik krizle iflasa sürüklenen Sri Lanka'da protestocular başkanlık sarayını bastı. Devlet Başkanı Gotabaya Rajapaksa, öfkeli göstericilerin kuşattığı saraydan kaçtı.

Geri 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 İleri

Bültene kayıt ol