Lübnan: İsrail tankları BM üssüne zorla girdi

Rusya - Ukrayna savaşı: İşgal hakkında bildiklerimiz

Rus güçlerinin olası tahliye yollarının bağlantılarını keserek yalıttığı Sievierodonetsk’te şiddetli sokak savaşları devam ediyor.  Rus güçleri, yüzlerce sivilin sığındığı Azot kimyasal üretim tesisinde çıkan yangından sonra şiddetli sokak çatışmalarının devam ettiği Sevierodonetsk’in büyük bölümünü ele geçirdi.  Ukrayna devlet başkanı Zelensky, her gece gerçekleştirdiği video konuşmasında “İşgalcilerin başlıca taktik hedefi değişmedi” diyordu; “Sievierodonestk’te baskı uyguluyorlar ve neredeyse her metrekarede şiddetli bir savaş gerçekleşiyor.” Zelensky, Rus ordusunun Donbas bölgesine yedek kuvvetler konuşlandırmaya çalıştığını da ekledi. Ukrayna güçlerininse bir sanayi sahasının kontrolünü ele geçirdiklerini duyurdu. Rusya Savunma Bakanlığı ise, Pazar günü batı Ukrayna’daki Ternopil’de ABD ve Avrupa’ya ait mühimmatın bulunduğu büyük bir depoyu kruz füzeleriyle imha ettiklerini açıkladı. Bakanlığın, bu saldırının “bir depo dolusu tanksavar füze sistemleri, taşınabilir hava savunma sistemleri ve Kiev rejimine ABD ile Avrupa ülkeleri tarafından verilen mermileri” yok ettiği yönündeki açıklaması, depoda silah bulunmadığını söyleyen resmi Ukrayna açıklaması ile çelişiyor. Ternopil bölge valisi saldırının bir dizi yerleşim binasını yok ettiğini ve aralarında 12 yaşında bir çocuk ile yedi kadının da bulunduğu 22 kişiyi yaraladığını söyledi. Yerel yetkililere göre, Rusya güçleri, savaş halindeki ve zor durumdaki doğu şehri Sievierodonetsk ile onun ikiz kenti Luhanks arasındaki bağlantı yolunu imha etti ve sivillerin tahliye rotası olabilecek bir yolun tüm bağlantılarını kesti. Luhanks şehri valisi Serhiy Haidai, o günlerde yaptığı konuşmada, Rus ordusunun iki şehri bağlayan Siverskyi Nehri köprüsünü de yıktığını söyledi. Uluslararası Af Örgütü Rusya’yı, Ukrayna’nın ikinci büyük şehri olan Harkov’da savaş suçları işlemekle suçluyor. Örgüt, Pazartesi günü yayımlanan yeni raporunda, yüzlerce sivilin, kullanımı yasaklanmış olan misket bombası ve üretimi itibarıyla hatalı olan roketlerin gelişigüzel kullanıldığı Rus bombardımanı nedeniyle hayatını kaybettiğini söyledi: “Rus güçleri Harkov’u rastgele vurduğu amansız bir bombardıman başlattı. Yerleşim yerlerini neredeyse her gün bombaladılar, yüzlerce sivili öldürdüler ve/veya ağır yaraladılar. Yasaklanmış misket bombalarını kullanarak toplu yıkıma neden oluyorlar.” NATO sekreteri Jens Soltenberg ise Türkiye’nin, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyelik başvurularına karşı çıkarken dile getirdiği güvenlik endişelerinin meşru olduğunu düşündüğünü söylüyordu; “Bunlar meşru endişeler. Terörizmle ilgili, silah ihracıyla ilgili.” Eski Ukrayna Azov Ulusal Muhafızları komutanının açıklamasında, güneydeki Mariupul’de yaşanan Azostval çelik işletmeleri kuşatması sırasında öldürülen çok sayıda Ukraynalı savaşçının hâlâ defnedilemedikleri söylendi. Sievierodonetsk’te Rus güçleriyle gerçekleştirilen bu savaşta eski bir İngiliz askeri de hayatını kaybetti. İngiltere Yabancılar Ofisi de Jordan Gatley’in vurulup öldürüldüğünü teyit etti. Öldürülen askerin babası, Facebook iletisinde, İngiliz ordusundan Mart ayında ayrılan oğlunun “kariyerine bir asker olarak başka bir arenada devam ettiğini” belirterek, Ukrayna askerlerine, ülkelerini Rusya’ya karşı savunmaları için yardım ettiğini yazıyordu.   Geçtiğimiz hafta iki İngiliz’le birlikte ölüm cezasına çarptırılan 21 yaşındaki Faslı İbrahim Saadoun’ın ailesi ve arkadaşları özgürlüğü için çağrıda bulunmuşlardı. Rus medyasının ve doğu Ukrayna’daki Rusya yanlısı yetkililerin iddia ettiğinin aksine Saadoun’ın paralı asker olmadığını, zorunlu askerlik görevini sürdürmekte olan bir denizci olarak orada bulunduğunu aktardılar. Bu sırada Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, önümüzdeki günlerde Rusya devlet başkanı Vladimir Putin ve Ukrayna devlet başkanı Zelensky’le yeni bir görüşme gerçekleştirebileceğini duyurdu. Erdoğan, savaşın engellediği ihracat sorununun çözümüne yönelik olarak, “Belki gelecek hafta, Putin Zelinsky ile görüşmeler yaparak hangi adımları atacağımızı konuşacağız,” diyordu. Küresel nükleer silahlanma Soğuk Savaş’tan bu yana ilk kez büyüyecek gibi görünüyor. Çatışma ve silahlanma alanında bir rapor sunan SIPRI nükleer silahların kullanılma riskinin on yılların en yüksek seviyesinde olduğunu gösterdi. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’ne göre, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve Batı güçlerinin Kiev’e verdiği destek, nükleer silahlara sahip dokuz devlet arasındaki tansiyonu yükseltti. Kiev’in Dışişleri Bakan Yardımcısı da yaptığı açıklamada, tedarik zinciri yavaşlamış olsa da Ukrayna’nın tahıl ihraç edebilmek ve küresel gıda krizini önlemek için Polonya ve Romanya üzerinden iki yeni rota belirlediğini aktardı.  Her bir ülkenin ticaret bakanlarının, Rusya’nın Ukrayna işgali nedeniyle tehdit altında olan gıda güvenliğini iyileştirmek için Dünya Ticaret Örgütü toplantılarında bir araya gelip gıda güvenliğinin güçlendirilmesi konusunda anlaşmaya varmaları, “Ticareti rahatlatmak ve gıda ile tarımda küresel pazarların işleyişini uzun vadede geliştirmek için gerçek adımlar atmayı” taahhüt edecekleri ortak bir deklarasyon sunmaları bekleniyor. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ise Ukrayna’da yolsuzlukla mücadele yasalarının güçlendirilmesi ihtiyacı için çağrıda bulundu. Zelensky ile yaptığı toplantıdan sonra konuşan Leyen şunları söyledi; “Örneğin yolsuzlukla mücadele gibi ya da yatırımcıların ilgisini çekecek olan yönetimin modernize edilmesi gibi konularda bazı reformların uygulanmasına ihtiyaç var.” Ukraynalı yetkililer, geçtiğimiz günlerde, İngiliz savunma şirketi QinetiQ’in Ukrayna’ya, mayın temizlemesi için Talon bomba imha robotlarından vereceğini duyurdu. Ukrayna devriye polisinin ilk başkan vekili Oleksiy Biloshitsky gelişmeleri şöyle özetledi; “Talonlar Ukrayna’yı mayından temizlemek için kullanılacaktır. Bu kazıcı robotlar onların yerlerini tespit etmekle kalmıyor, üstüne bir de etkisiz hale getirmeyi başarıyor. Savaştan önce biz de bir düzineden fazlasına sahiptik zaten. Şimdi QinetiQ’dan 10 kadar robot daha teslim alacağız.” The Guardian’dan çeviren Şenol Karakaş

Amazon ve Starbucks’ta sendikalı işçilere saldırı

Amazon, New York’a bağlı Staten Island bölgesindeki sendikal birliği yok etmek için sendika destekçilerini işten çıkartmaya çalışırken, Starbucks da sendikalı işçilerini cezalandırma tutumuna başvuruyor. Nisan ayında sendikalaşmayı başaran Amazon işçilerinin bağlı olduğu sendikal birliği yok etmeye çalışan Amazon, işçi sendikasının (ALU) önemli temsilcilerinden birini daha işten kovdu. ALU'ya göre Amazon, Pasquale Cioffi’yi "işçilere kötü davranan bir yöneticiyle tartıştığı" için işten çıkarmak istedi.  ALU, Cioffi'nin derhal görevine iade edilmesini talep ederken Ulusal Çalışma İlişkileri Kurulu'na (NLRB) suç duyurusunda bulundu ve Amazon’un sendikaya karşı tutumunu "kontrolden çıkmış" olarak nitelendirerek karara yönelik ihtiyati tedbir uygulanmasını istedi. Cioffi, geride bıraktığımız haftalarda Amazon tarafından kovulan önemli birkaç sendika temsilcisinden biri. Mayıs ayının ilk haftasında Amazon’un işten çıkarmak istediği iki kişiden biri sendikanın iletişim sekreteriydi. “Gönüllü istifa”ya zorlanan iletişim sekreteri o sırada COVID nedeniyle hastalık iznindeydi.  Jacobin.com’dan Alex N. Press’in aktardığına göre, Amazon, sendikal birliği sağlamak adına çalışan işçilerin varlığını şirket için bir tehdit olarak görüyor ve işe iade edilmeleri gerektiği kararı alınsa dahi aynı isimlerden kurtulmak için farklı hilelere başvuruyor.  “Şirket, sendikayı tanımayı reddediyor ve bu niyetini duruşma salonlarında sonuca bağlamaya çalışıyor.”  Kanada’da sendikalaşan Starbucks işçileri de benzer saldırılarla karşı karşıya kaldı.  Şirket, işçi maaşlarına yapılması gereken zammı sendika sözleşmesinin dışında tutmaya çalıştı, sendikalı işçilerini, diğerlerine yapılan zam ve sosyal yardım artışından dışladı.  Jacobin.com’dan Jeremy Appel’in haberine göre, “3 Mayıs'ta, Starbucks Kanada kıdemli başkan yardımcısı ve genel müdürü Lori Digulla, ülke genelinde tüm çalışanlarına – ya da Starbucks'ın tabiriyle “ortaklarına” - ücret artışlarını bildiren bir e-posta gönderdi. British Columbia, Victoria'daki Douglas Street Starbucks'taki işçilerini temsil eden United Steelworkers'a (USW: Birleşik Metal İşçileri) göre, buradaki işçilere, ücret artışı duyurusunun kendilerini ilgilendirmediğini açıklayan bir e-posta daha gönderildi.” Starbucks Kanada yöneticileri, 115’ten fazla işçinin temsil edildiği sendikaya yönelik olarak CBC News'e yaptıkları açıklamada, sendikal girişimi onaylamadıklarını açıkça belli etmiş olsalar da sendikaları devreden çıkarmaya çalıştıkları yönündeki suçlamaları reddettiler.  Starbucks'ın sendika karşıtlığı, şirketin Seattle'daki üssünde başlamıştı. 1980'lerde Seattle'daki altı mağazasının bağlı olduğu bir sendikaya karşı atağa geçen Starbucks CEO’su Howard Schultz, kendi anılarında aktardığı şekliyle, bu sendikalaşma çabalarını kişisel bir hakaret olarak görüyor: “Liderliğim altında çalışanların endişelerini dinleyeceğimi bildiklerini sanıyordum. Bana ve amaçlarıma inansalardı, böyle bir birliğe ihtiyaç duymayacaklardı.”  Schultz ayrıca 2009'da Costco ve Whole Foods CEO'ları ile güç birliği kurarak, dönemin başkanı Barack Obama'nın ‘Çalışan Özgür Seçimi Yasası'na karşı da atağa geçmiş, işçilerinin yarısından fazlasının sendikalı olmasını engellemek için yasaya yeni hükümler eklenmesi yönünde baskı uygulamıştı.

Fransa seçimlerinde Melenchon liderliğindeki sol ittifak öne geçti

Neoliberalizme ve ırkçılığa karşı yürütülen gerçek mücadele ise sokaklarda, işyerlerinde devam ediyor. Fransa'da Pazar günü yapılan parlamento seçimlerinin ilk turunda, neoliberal cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un karşısında yer alan sol alternatife olağanüstü seviyede destek verildi.  Bu gelişme, siyaset kurumu adına büyük bir şok, Macron içinse ağır bir yenilgi olarak okunabilir. İlk turda açık ara farkla kazanan taraf, Jean-Luc Melenchon'un liderliğindeki sol ittifak hareketi (Nupes) oldu. Pazar akşamı 22:00'de paylaşılan sonuçlar, sol ittifak partilerinin toplam oyunun yüzde 25,6 olması gerektiğini gösteriyor ki bunun, şu ana dek bir siyasi gücün alabildiği en yüksek oy oranı olduğu söyleniyor. Oylar sayılmaya başlamadan önce yaptığı konuşmada kendisini destekleyenlere seslenen Melenchon, “Bizler, dünya için, uygarlık adına bambaşka bir vizyon sunuyoruz,” diyordu; “Kısa süre içinde bir cennet yaratabileceğimizi iddia etmiyorum; bu cehenneme son vereceğimizi söylüyorum.” Oylar sayılmaya başladığında yaptığı konuşmasında ise ikinci turu dört gözle beklediğini iletti; “Nupes kazandı. Halkımızı önümüzdeki Pazar günü de aynı şekilde harekete geçmeye çağırıyorum.” ‘Macron ve ekürisi’ ise yüzde 25,2'ye ulaşmayı hedefliyordu ki bu haliyle Nupes’in gerisinde kalacağı anlaşılıyor. Macron çok büyük bir darbe aldı. Nitekim [Fransa tarihinde] ilk kez bir başkanın partisi seçimlerde yüzde 30'dan daha az oy almış olacak. İkinci turdan sonra da, milletvekili sayısının 577 olduğu parlamentoda çoğunluğu sağlaması zor görünüyor. Hatta bazı bakanlarının koltuklarını kaybedebileceği de söylenebilir. Örneğin, halkın öfke duyduğu Eğitim Bakanı Jean-Michel Blanquer ilk turda elendi bile. Macron'un partisi ve müttefikleri bundan beş yıl önce mecliste 356 sandalyeye sahipti, ancak otoriter ve işçi sınıfı karşıtı tedbirleri uygulamaya çalışınca muhalefetin son derece sert çıkışlarıyla karşı karşıya kaldı. Şimdi bunun seçim sandığına da yansıdığını görebiliyoruz. Macron liderliğindeki Ensemble’ın (Birlikte) bu kadar geriye düşmüş olması, Macron'un Nisan'daki cumhurbaşkanlığı zaferinin aslında halkın faşist Marine Le Pen'i engelleme arzusundan başka bir şey olmadığı yönündeki görüşleri doğruluyor. O zaman oy vermiş olanların gerçekte Macron’un fikirlerini hiç umursamadıkları ortaya çıktı. Le Pen'in faşist Ulusal Birlik Partisi (RN) Pazar günü gerçekleştirilen seçimlerde de yüzde 19'u kapmanın peşindeydi. 2017'de aldıkları oyun yüzde 13,2 olduğu düşünülürse, oylarını yükseltmeyi başardıkları anlaşılıyor. Ayrıca aşırı sağı temsil eden Eric Zemmour'un partisinin de yüzde 4 civarında oy alması bekleniyor. Sonuçta RN bir önceki sefere kıyasla daha fazla saldalyeye sahip olacak. Katılımın yüzde 47’de kalması, Fransa’da siyasi düzene dair genel bir inanç yitimi yaşandığını gösterir ki bu, meclis çekişmesinin ilk turu için şu ana dek gerçekleşmiş en düşük katılım oranıdır. Paris'ten devrimci sosyalist Denis’in Socialist Worker'a aktardıklarına göre; “Bu sonuçlar meşruiyeti olmayan bir iktidarın ve ondan doğan istikrarsızlığın bir göstergesidir. Fransa'da işler değişiyor. Seçimler gündeme hakim olmuştu, ancak şimdi sokaktaki mücadelelerin yükselmeye başladığını göreceğiz.” Nupes; Melenchon'un Boyun Eğmeyen Partisi (LFİ), bir işçi partisi olan Sosyalist Parti (PS),  Fransız Komünist Partisi (PCF) ve [yine Melenchon'un girişimiyle kurulan] Yeşiller Partisi’nden (EEVL) oluşan bir ittifak. Melenchon, bu ittifaka dahil ettiği Sosyalist Parti'nin de canlanmasını sağladı – Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sadece yüzde 1,75 oy alabilmişlerdi. Nupes manifestosu, emeklilik yaşının 60'a düşürülmesi ve temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarının dondurulması da dahil olmak üzere halka seslenen bir takım vaatler içeriyor. Yenilenebilir enerjiye “çok büyük ölçekli” yatırım sunma ve Macron'un kaldırdığı servet vergisini yeniden getirme sözü de verdiler. Sağ ise bu vaatlerin, maliyetleri açısından çılgınca ve karşılanamaz olduğunu göstermenin peşindeydi. Maliye Bakanı Bruno Le Maire, Melenchon'u eski Venezuela cumhurbaşkanına benzeterek "Galyalı Chavez" olarak tanımlarken onu ne kadar küçümsediğini göstermeye çalıştı. Ancak seçmenlerin önemli bir bölümü, bilhassa da hayat pahalılığı gibi bir gündemlerinin olduğu bu günlerde, Melenchon'un yaklaşımını doğru ve uygulanabilir bulduklarını göstermiş oldu.  Nupes’in zaferi, sola destek veren büyük bir hedef kitlenin bulunduğuna dair harika bir işarettir. Ancak Melenchon’un, işyerlerindeki ve sokaklardaki mücadeleye değil, seçimlere odaklı bir lider olduğu da unutulmamalı. Anaakım Fransız siyasetinin büyük bir krizden geçtiği bu günlerde asıl belirleyici unsurun, tabandan yükselecek bir mücadelenin değiştirici gücü olacağı ortadadır. Sistem nasıl işliyor Önümüzdeki Pazar günü seçimlerin ikinci turu gerçekleştirilecek.  İlk turda oyların en az yarısını ve kendi seçim bölgesindeki kayıtlı seçmenlerinin asgari dörtte birini kazanan bir aday bu seçimin galibi oluyor. Fakat katılımın böyle düşük olduğu zamanlarda ilk turda kazanmak zordur. Bu nedenle ikinci turun oylarına bakılır: İkinci turda en çok oyu alan aday kazanmış olur.  İkinci tura kalabilmek için de tüm adayların kayıtlı seçmenlerin en az yüzde 12,5'inden oy almaları gerekiyor. Bunu yalnızca bir tanesinin başarması durumunda, her koşulda en iyi sonucu alabilmiş olan partiyle karşı karşıya geliyorlar. Hiçbiri yüzde 12,5 barajını geçemezse, o zaman da en fazla oyu alan ilk iki parti birbiriyle yarışıyor. Macron'un ittifakı, Fransa seçimlerinin ilk turunda aldığı oy yüzdesinin sağlayacağından daha fazla milletvekili çıkarma şansına da sahip. Bunun başlıca nedeni, soldaki oyların, çok daha geniş çaplı bir yayılım eğilimi sergileyen sağ oylarla karşılaştırıldığında daha az olması ve onların da ekseriyetle kentlerde yoğunlaşmasıdır. Ispos’un anketleri, Macron ittifakının 255 ila 295 temsilci çıkarabileceğini gösterdi. Bu, 289 sandalyeyle garantilenebilen meclis çoğunluğunu sağlayamadıkları anlamına geliyor. Nupes ise 500'den fazla sandalye ile ikinci tura kaldı ama Ipsos'a göre, 150 ila 190 civarına düşebilir. Anketörler ve uzmanların daha önce de defalarca yanıldıkları düşünülürse, bir kez daha yanılmış olabilirler. İlk turda çekimser kalanların da ikinci turun tablosuna eklenebilecekleri söyleniyor – ki bu, solun yeni yükselişine tanık olabileceğimiz anlamına gelir ve böylesi bir gelişmenin siyasi arenayı baştan aşağıya sarsması da mümkündür. Kaldı ki seçimler, partilerin finansman desteği bulabilmesi adına da önemlidir, çünkü seçime giren her parti, bağış ve üyelik aidatlarını artırmanın yanı sıra devlet desteklerinden de faydalanabilmeye başlar. Sözgelimi, 50 farklı seçim bölgesinde yüzde 1 barajını geçmeyi başarmaları halinde, oy başına 1,4 Euro gelir elde etmiş olurlar. Irkçılıkla, faşizmle mücadele: Binlerce kişi Paris sokaklarındaydı Cumartesi günü Paris’te, sendikalar ile kampanya gruplarını bir araya getiren “Marche des Solidarites” tarafından organize edilen muazzam eylemde, ırkçılığa ve aşırı sağa karşı bir araya gelen 5 bin kişi sokakları doldurdu. Belgesiz göçmenler komitesi ile başkentin kuzeyinden ve Montreuil banliyösünden gelen ırkçılık karşıtı yerel komiteler de oradaydı. Eylemler Marsilya, Bayonne, Poitiers, Amiens ve Valence sokaklarında da devam etti.  Bazı aktivistler, Rayana adlı bir kadının polis tarafından öldürülmesini protesto etmek için Paris’teki eyleme eklenen ikinci bir yürüyüş başlattı. Rayana, geride bıraktığımız dört ay içinde polis şiddetine maruz kalıp öldürülen dördüncü kişiydi ve öldürülenlerin ikisi, Nisan ayındaki cumhurbaşkanlığı seçiminin yapıldığı gece saldırıya uğradı. Gösterilere dahil olan yerel sendikacılar “Polis öldürür; ırkçılık öldürür” sloganları atıyordu; “Faşizm öldürür!”  Charlie Kimber Socialist Worker’dan çeviren Tuna Emren

Putin rejiminin ekonomik silahı fosil yakıtlar

Batı, Ukrayna'yı işgal eden Rusya'ya ağır ekonomik yaptırımlar uygulasa da Putin rejimi sarsılmıyor. Çünkü doğal gaz ve petrol satışından büyük gelir elde ediyor. Finlandiya merkezli Enerji ve Temiz Hava Araştırma Merkezi'nin (CREA) yaptığı yeni bir araştırmaya göre Moskova savaşın ilk 100 gününde fosil yakıtlardan 93 milyar avro gelir elde etti. Enerji fiyatlarındaki yükseliş, Rusya'nın satışındaki hafif düşüşü telafi etti. Avrupa Birliği (AB), savaştan önce gaz ihtiyacının yüzde 40'ını, petrol ihtiyacının yüzde 27'sini Rusya'dan karşılıyordu. Ukrayna işgali ile birlikte AB, Rusya'dan enerji ithalatını beşte bir oranında azalttı. Buna rağmen, enerji fiyatlarındaki artış sebebiyle Moskova fosil yakıtlardan yaklaşık 100 milyar avro gelir elde etti. Savaşın ilk 100 gününde, Rusya fosil yakıt ihracatının yüzde 61'ini AB ülkelerine yaptı. Rusya'dan ithal ettiği petrol, kömür ve doğal gaz için yaklaşık 57 milyar avro ödedi. Rusya doğal gazı ve petrolüne bağımlı olan tek taraf AB değil.  CREA raporuna göre Ukrayna savaşının başlamasının ardından Hindistan, Fransa, Çin, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan'ın fosil yakıt ithalatı arttı. Rusya'dan en fazla fosil yakıt alan ülkelerin başında Çin gelirken, Türkiye 5. sırada yer aldı. Ankara savaşın ilk 100 gününde Rusya'dan  6,7 milyar avroluk ithalat yaptı. Öte yandan AB sert yaptırımlar uygulasa da kendi içinde bölündü. Birliğin ikinci büyük gücü olan Fransa, Rusya'dan fosil yakıt ithalatını savaş günlerinde artırdı ve en büyük en büyük LNG (sıvılaştırılmış doğal gaz) alıcısı haline geldi. Fosil yakıtlar sadece küresel ısınmaya sebep olmuyor. Batı emperyalizminin yaptırımları Rus halkını yoksullaştırırken, Putin liderliğindeki Rus emperyalizmi işgalini kirli enerjiyle finans edip sürdürebiliyor.

Kazakistan’da diktatörlük geriletiliyor

Bu yılın başında kitlesel protestolarla sarsılan Kazakistan’da hafta sonu düzenlenen ve yönetim sisteminin yeniden inşasının önünü açacak anayasa referandumunda sonuçlar açıklandı. Halkın büyük bölümü, parlamentonun güçlendirilmesini öngören “Yeni Kazakistan" önerisine “evet” dedi. Sonuç, 28 yıllık iktidarında ülkeyi tek adam rejimiyle yöneten Nazarbayev diktatörlüğüne karşı halkın bir kazanımı olarak görülüyor. Kazakistan'da düzenlenen referandumda halk, ülkede büyük bir değişimin önünü açacak anayasa değişikliği önerisine “evet” dedi. Merkezi Seçim Komisyonu, anayasa değişikliği referandumunda “evet” oyu kullananların oyunun yüzde 77, 18'i bulduğunu açıkladı. Katılım oranı yüzde 68 oldu. Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev tarafından önerilen anayasa değişikliği, karar mekanizmalarında merkeziyetçiliğin azaltılmasını ve eski Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev'in “milli lider” statüsünün kaldırılmasını öngörüyor. Ocak ayında diktatörlüğe karşı eylemler yapıldı Kazakistan'da 1 Ocak gece yarısı LPG'ye yüzde 50 zam yapılması bardağı taşıran damla oldu. Yıllardır ekonomik olarak sömürülen, siyasi olarak baskı altında tutulan Kazakistan işçi sınıfı ve emekçiler; hem zamlara, hem de baskıcı, sömürücü, otoriter yönetime karşı isyan etti. Kısa sürede ülke geneline yayılan ayaklanmada 200’den fazla kişi hayatını kaybetti. Bir hafta devam eden ayaklanmalar sonucu hükümet zammı geri çekti, Cumhurbaşkanı hükümeti görevden aldı. Bir önceki diktatör, Güvenlik Konseyi Başkanı Nursultan Nazarbayev ayaklanmacıların talebi doğrultusunda görevinden alındı. Ayaklanan halk ülkede demokratik bir yönetim kurulmasını istiyordu. Cumhurbaşkanı Tokayev, eylemcilere anayasa değişikliği yapacağı sözünü verdi. Anayasa değişikliği, Ocak ayında gerçekleşen eylemlerin bir kazanımı olarak görülüyor. Bu değişikliğin ülkede yönetim sisteminin yeniden inşasının önünü açacağı belirtiliyor. Partili cumhurbaşkanlığı kaldırılıyor Anayasa değişikliğiyle “süper başkanlık” sisteminin yerini “güçlü bir cumhurbaşkanı, etkili parlamento ve hesap veren hükümet” prensibinin alması öngörülüyor. Ayrıca cumhurbaşkanının görevde bulunduğu sürece siyasi partiye üye olması ve akrabalarının hükümette görev alması da yasaklanıyor. Kanunları kabul etme yetkisi  sadece parlamentoya ait olacak. Anayasa Mahkemesi başkanı ve üyeleri, Yüksek Mahkeme Başkanı ve üyeleri, Merkez Seçim Komisyonu başkanı ve üyeleri, Yüksek Denetim Odası başkanı ve üyeleri, kolluk kuvvetleri, askeri personel, milli güvenlik kurumu çalışanlarının siyasi partilere üyeliği yasaklanıyor.

Enflasyon sınıf mücadelesidir

Türkiye’de her şeyin fiyatının her saniye değiştiği günlerden geçiyoruz. TÜİK’in açıkladığı resmi enflasyon verileri yüzde 73,5 derken gerçek araştırmalar durumun yüzde 161 seviyelerinde olabileceğini gösteriyor. Fakat dünyada da durum farklı değil. Hem ABD’de hem Avrupa’nın gelişmiş kapitalist ekonomilerinde yüzde 8 ve üstü enflasyonlar görülmeye başlandı. Burjuva iktisatçılar yeni bir “ücret fiyat sarmalı”na girilebileceğini söylüyor. Dünyanın birçok yerinde emekçiler için “hayat giderleri” tartışılıyor. ABD’de Wall Street Journal’da yayımlanan bir araştırmaya göre, halkın yüzde 83’ü ekonominin kötü veya “çok da iyi durumda olmadığını” düşünüyor. Bu 1972’den beri bu konuda görülen en düşük değer. Pandemiyle birlikte sıradan insanların tükettikleri şeylerde değişimler görülmeye başlandı. Bu, bazı malların arzında çeşitli sorunları beraberinde getirdi. Çin ve Güney Kore gibi bazı ekonomilerin doğalgaz ithalatı yükselirken, Rusya ve Suudi Arabistan’ın domine ettiği OPEC+ ülkeleri petrol üretimini artırmayı reddettiler. Enerji fiyatlarında yaşanan dalgalanma Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle iyice körüklendi. Tüm dünyadaki buğday üretiminin %25’ini gerçekleştiren iki ülke arasındaki bu savaş gıda krizini de beraberinde getirdi. Finansal spekülasyonlar da enflasyonun artışına katkı sağlıyor. Zira tahıl üretimi son yıllarda az da olsa artış trendinde. Bu da enflasyon konusundaki ortodoks teoriyi yanlışlıyor. Ancak bu teori, merkez bankalarının faiz artırımına gitme yönündeki tepkilerini besliyor. “Ücret fiyat sarmalı” korkusundan kasıt, hayat standartlarının düştüğü bu koşullarda, işçilerin daha yüksek ücretler için mücadeleye atılacağından duyulan korku. Patronlar böyle bir dönem görmek istemiyor. Zira işçi ücretleri yükselirse, patronların kârları düşer. Ve egemen sınıf, yeni bir resesyona yol açacak bile olsa, hayat standartlarına saldıracak şekilde hizmetlerin ve malların fiyatlarını artırmaya çalışır. Bu döngünün kendisi sınıf mücadelesinin bir alanıdır. Enflasyonu işçiler değil, kaotik bir ekonomik sistem olan kapitalizmde egemen sınıfın ihtiyaçları ve yönelimleri yaratır. Bizim görevimiz ise bunun bir sınıf mücadelesi olduğunu hatırlamak ve emekçilerin aşağıdan mücadeleleriyle kendi sınıfımız lehine kazanımlar elde edeceğimiz dinamikleri yaratmaktır.

Ukrayna işgalinin barındırdığı tehdit - Çözüm silahsızlanmada

Ukrayna işgali Rusya açısından oldukça zorlu geçmeye devam ediyor ancak Rusya’nın köşeye sıkışması nükleer veya kimyasal silah kullanılması tehdidini de artırıyor. Ruya’nın 24 Şubat’ta başlattığı işgal o günlerde sızan bir belgeye göre Kiev’in 48 saat içinde ele geçirilmesi ile kısa sürede bitecekti. Ancak Rusya’nın Kiev’i batıda Kırım, kuzeyde bağımsızlık ilan eden Donbas ve doğuda Belarus üzerinden çok büyük bir kuşatma hareketiyle ele geçirme planı işe yaramadı. Rus silahlarına ve savaş taktiklerine karşı NATO tarafından Kırım ilhakı sonrası eğitilen Ukrayna ordusu haftalarca direnmeyi başardı. Rusya bu ilk başarısız saldırı girişimi sonrası savaş stratejisini değiştirmek zorunda kaldı. Her ne kadar kamuoyuna “hedeflerimize ulaştık şimdi Donbas’a odaklanacağız” dese de bunun bir başarısızlık olduğu ortada.  Katliamcılar sahada Putin iki hafta kadar ara verdiği işgalde hem ordu disiplinini yeniden sağladı hem de yaşadığı ikmal sorunları nedeniyle ordusunun eksiklerini tamamladı. Ardından da bu sefer Ukrayna’ya bir işgal komutanı atadı. “Suriye kasabı” olarak bilinen General Aleksandr Dvornikov, Suriye’den önce de Çeçenistan direnişini Grozni kentini yok ederek ezen bir kitle katliamcısı.  Dvorkinov, büyük bir işgal hareketi yerine küçük kent kuşatmalarına yöneldi ve ilk başarısını Ukrayna’nın en önemli liman kentlerinden biri olan Mariupol’ü ele geçirerek kazandı. Ardından kısa sürede Donbas bölgesinin en büyük kenti olan Severedonetsk’i büyük oranda ele geçirdi. Fakat hafta sonu Ukrayna ordusu ABD’den gelen orta menzilli füze desteği sayesinde ani bir karşı saldırı ile kentin beşte birini geri aldığını duyurdu.  100 günü aşan işgalde Mariupol dışında büyük bir başarı elde edemeyen Rusya bu savaşta daha şimdiden ağır darbe almış durumda. En kârlı çıkan ülkeler ise ABD ve Çin. Rusya’ya yönelik ambargolar sonrası Rusya ekonomisi büyük oranda Çin’le olan ticarete bağımlı hale geldi ama ekonomisi henüz ciddi şekilde etkilenmiş değil. ABD ise iki yıl önce Fransa başkanı Macron’un “beyin ölümü gerçekleşti” dediği NATO’yu yeniden diriltti. İsveç ve Finlandiya NATO’ya üyelik başvurusu yaptı. Almanya dahil Danimarka gibi silahlanmaya yüzde 1,5’tan fazla bütçe ayırmayan ülkeler askeri harcamalarını yüzde 2’ye çıkarma kararı aldı. Ayrıca ABD’nin gönderdiği silahlar da Rus ordusuna karşı Ukraynalı askerler tarafından deneniyor. ABD’nin rejim değişikliği beklentisi ABD, Ukrayna’nın Rusya için yeni bir Afganistan hezimeti olmasını umuyor. Nasıl Afgan direnişi 10 yıl boyunca Rusya’yı yorarak SSCB’nin dağılmasında önemli bir ol oynadıysa Ukrayna savaşının da Rusya’yı zayıflatmasını ve bir rejim değişikliği gerçekleşmesini umuyor. Ancak ABD emperyalizminin bu amacı Ukrayna halkı için yıkım demek. Bu, zaten Avrupa’nın en yoksul ikinci ülkesi durumundayken uzayacak savaşın altında ezilen ülkenin bir daha toparlanamaması ve on binlerin ölmesi anlamına geliyor. Batı ülkeleri Ukrayna’nın direnişi kazanabileceğini umarak büyük bir silah yığınağı yapıyorlar ama Rusya sık sık nükleer silah uyarısında bulunuyor. Rusya’nın Ukrayna’dan bazı kazanımlar elde etmeden çekilme ihtimali yok. Çünkü Rusya yenilirse başta Belarus, Kazakistan, Gürcistan, Suriye olmak üzere müdahale ettiği ülkelerde de isyanlar yaşanabilir ve hatta Rusya’da muhalefet güçlenebilir. Dolayısıyla savaşın yılları bulacak şekilde uzaması bir seçenekse Rusya’nın nükleer veya kimyasal silah kullanarak Ukrayna’nın teslim olmasını sağlaması da bir diğer seçenek. Oysa savaşı kısa sürede bitirmek mümkün. ABD kendi emperyalist çıkarları yerine Ukrayna halkını ve küresel barışı düşünseydi, Putin’e bazı tavizler vererek Ukrayna’dan çekilmesini sağlayabilirdi. NATO birliklerinin Bulgaristan, Macaristan gibi eski Sovyet bloğu ülkelerinden çekilmesi veya ABD’nin Avrupa’daki nükleer silahlarını çekmesi Putin’in de işgale son vermesini sağlayabilirdi. Diplomasi ve müzakerelerin değil silahların ve askeri kamplaşmanın öne çıktığı savaş tüm dünya için büyük bir tehdit. Bu savaşı durdurmak için bıkıp usanmadan savaşa karşı derhal ateşkes talep eden ve karşılıklı olarak silahsızlanma talep eden bir küresel harekete ihtiyacımız var.  

Ukrayna'da savaş ne zaman bitecek?

Ukrayna'nın işgali 100 günü geride bırakırken, ülkenin beşte biri Rusya'nın kontrolüne geçmiş durumda. Vekalet savaşını sürdürmekte ısrarlı Batı ve Rusya emperyalist taraflarına kendi içlerinden güçlü bir itiraz yükseltilmeli. Ukrayna'da savaş, anlaşmazlık konusu olan Donbas'ta yoğunlaşırken, haftalar sonra başkent Kiev'de iki noktaya hava saldırısı yapıldı. Rusya'nın füzelerle vurduğu iki yerde Ukrayna tankları ve askeri tesisler yoktu. Normal hayata dönmeye çalışan Kiev'e yapılan bu saldırı, Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin'in Batı'ya söylediği şu sözler üzerine gerçekleşti: 'Silah göndermeye devam ederseniz Ukrayna'da daha fazla yeri hedef alacağız.' İşgalin 100. günü vesilesiyle yapılan "bu savaş ne zaman biter" tartışmalarında, erken bir kapanış bekleyenlerin sayısı, Rusya saldırısının başladığı 24 Şubat gününe kıyasla bir azınlık. 2014'te başlayan ve bu sene büyük bir çatışmaya dönüşen Ukrayna savaşı, Rusya ve Batı emperyalizminin mücadelesi sebebiyle uzatılıyor. Müzakereler ise kesilmiş halde. Rusya'nın durumu Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski, ülkenin beşte birlik bölümünün Rusya tarafından ele geçirildiğini duyurdu. BBC'nin yayınladığı Donbas güncel haritası, Moskova'nın işgal sonucu elde ettiklerini ortaya koyuyor. Ukrayna ordusu karşısında tartışmasız üstünlüğe sahip Rusya ordusu, Donbas bölgesinin önemli kısmını ele geçirirken, ilhak edilmiş Kırım ile karadan bağlantıyı kurmuş durumda. Önemli sanayi kentleri Severodonetsk ve Lysychansk'ı kuşatma altında ve Rusya bölgenin geri kalanını da ele geçirmek üzere geniş bir alanda ilerleyişini sürdürüyor. Zelenski, Donbas'ta ordunun her gün 60 ila 100 arası kayıp verdiğini duyururak durumu "çok zor" olarak niteledi. Batı'nın devreye soktuğu ağır ekonomik yaptırımlar ise Putin rejimini sarsmamış gözüküyor. Batı'nın tavrı Moskova'nın Ukrayna'yı işgal etmesinin ardından Avrupa'da yayılmacılık için büyük bir fırsat bulan NATO, devasa miktarda silah göndermeye devam ediyor. Putin'in uyarısından bir gün sonra İngiltere, Ukrayna'ya uzun menzilli füze göndereceğini duyurdu. 100 günde binlerce Ukrayna askeri ölürken, Rusya'yı dize getireceği iddia edilen güçlü silahlar, bir o kadar güçlü silahlara ve termonükleer bombalara sahip Rusya'ya geri adım attırmıyor. Küresel etkiler Ukrayna'daki işgalin, iki büyük küresel etkisi gittikçe büyüyor. Enerji fiyatlarındaki tırmanış sürerken, dünya buğday ihracatınının yüzde 30'unu gerçekleştiren iki ülkenin savaşı sebebiyle buğday/tahil krizi ağırlaşıyor.  Ukrayna limanlarında 70’in üzerinde gemide ihraç edilmeyi bekleyen 20 milyon tonun üzerindeki tahıl satılamıyor. Yaptırımlar nedeniyle Rus tahıllarının da sevkiyatı gerçekleşemiyor.  Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı, Ukrayna’da limanların açılmaması halinde "kıtlık ve zorunlu kitlesel göç" yaşanabileceği uyarısı yaptı. Ukrayna'da emperyalistler arasındaki vekalet savaşı, dünyada enflasyonu (dolayısıyla yoksulluğu) körüklüyor ve açlığı artırıyor. Savaşı bitirebilmek Uluslararası alandaki askeri ve diplomatik uzmanlar, savaşın akıbeti hakkında çeşitli senaryoları tartışıyorlar. Bu senaryoların ortak noktası, savaşı sona bitirebilecek dinamikleri, savaştan çıkarı olan emperyalist Batı ve Rusya'nın zorlandıkları tercihlerle sınırlı tutmaları.  Eğer Rusya'da Putin'i köşeye sıkıştırabilecek yaygınlıkta ve kitlesellikte bir savaş karşıtı hareket olsaydı, Moskova Ukrayna'daki işgalini sürdüremez duruma gelirdi. ABD ve Avrupa'da savaşıa karşı güçlü mücadeleler yaşanabilseydi, NATO prestij toplayamaz ve hükümetler silah göndererek savaşı uzatma cüretini gösteremezlerdi. Savaşı bitirebilecek yegane dinamik olan savaşa karşı mücadelenin zayıflığı - bir seçenek olarak görülemez oluşu - sonucu salt askeri ve ekonomik kapasiteden bekleyen görüşlerin hakimiyetine sebep oluyor. Fakat emperyalizmin tarihindeki savaşları ve işgalleri bitiren ana etken, başta görünmeyen bu dinamiğin bilinçli müdahaleler ve örgütlenmelerle büyütülmesi olmuştur. Rusya'da ağır baskı koşullarına ve sansüre rağmen sosyalistler ile savaş karşıtları ayakta kalmaya, örgütlenmeye devam ediyor. Şovenizm ve "terörle mücadele" edebiyatıyla Rus emekçi sınıflarına kabul ettirilen işgal uzun sürdükçe hoşnutsuzluk büyüyebilir. Yaptırımların ekonomik faturasını ödeyenler ya da sevdiklerini cephede kaybedenler ayağa kalkabilir. Batı'daki sorun ise vekalet savaşı hakkında kafa karışıklığı ile solun içinde yer aldığı hükümetlerin NATO'yu aktif bir şekilde desteklemesi. ABD'de Biden yönetiminin "insancıl müdahale" argümanları, Demokrat Parti'nin sol kanadının mücadeleye atılmasını ve kitlesel bir hareketin sokağa çıkmasını engelliyor. Almanya'da sosyal demokratlar ve yeşillerin içinde bulunduğu koalisyon hükümetinin Ukrayna'ya silah göndermekteki hevesliliği, Avrupa'nın genelinde yaratılan havaya bir örnek. Irak ve Afganistan savaşlarına karşı olduğu gibi Ukrayna'daki emperyalistler arasındaki savaşa karşı mücadelenin yeniden örgütlenmesi gerekiyor.  Batı'da ve NATO ittifakının bir parçası olan Türkiye'deki savaş karşıtları, Rusya'daki savaş karşıtlarından çok daha fazla imkana sahip. On binlerce aktivisttin her ülkede bir araya gelmesi ve mücadele etmesi, Rusya ve Ukrayna'daki savaş karşıtlarına cesaret verecektir.

İklim aktivisti Arşak Makiçyan: Putin bir savaş suçlusu ve katildir

Fridays for Future Rusya aktivisti Arşak Makiçyan, Rusya'nın Ukrayna'yı işgaline karşı açıklamaları sonrası ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştı. Bir süredir Avrupa'da bulunan Makiçyan, bugün Rusya'nın kendisini vatandaşlıktan çıkarma girişiminde bulunduğunu açıkladı ve paylaştığı videoda bu sözleri söyledi: "“Benim adım Arşak. 28 yaşındayım. Hayatımın 27 yılını Rusya'da yaşadım. Okuldan ve ardından Moskova Konservatuarı'ndan mezun oldum. Eşim bir Rus. Çocukken milliyetçi hakaretlere maruz kalmama rağmen, kendimi hep Rus olarak gördüm: Bu kültürün ve ne olursa olsun sevdiğim bu ülkenin bir parçasıyım. Ancak bir hafta önce, hükümetin bana karşı açılması mümkün olmayan bir dava açtığını öğrendim - beni vatandaşlıktan çıkarmak istiyorlar. Aktivizmimden dolayı vatandaşlığımı iptal etmek istiyorlar. Benzer siyasi bahaneler durumunda herhangi bir "Rus olmayan" Rus vatandaşlığından mahrum edilebilir. İlk başta, Rus makamları, politikalarına katılmazlarsa insanları 'yabancı ajan' olarak adlandırabileceklerine karar verdiler. Daha sonra Ukrayna'da geniş çaplı bir savaşa ve orada soykırıma başladıklarında bir kırmızı çizgiyi daha aştılar çünkü Ukraynalı diye bir millet olmadığını düşünüyorlar. Şimdi Arshak olmadığımı, 28 yaşında olmadığımı ve hiç kimse olduğumu söyleyebileceklerine karar verdiler. Belki bir sonraki Putin, Rus Ermenilerinin sadece belgelerine değil, aynı zamanda yüz yıl önce Türkiye'de olduğu gibi var olma hakkına da sahip olmadığına karar verecektir. Bir soykırım gerçekleşti. Buna sessiz kalmayacağım. Vladimir Vladimirovich [Putin], Rusya başkanı değil, bir savaş suçlusu ve katildir. Ve ben Arshak, Rusya vatandaşıyım. İstifasını talep ediyorum. Mahkeme 9 Haziran'da ne karar verirse versin, geleceğin normal Rusya'sı için mücadeleme devam edeceğim.” Çeviri: Özdeş Özbay

Geri 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 İleri

Bültene kayıt ol