Lübnan: İsrail tankları BM üssüne zorla girdi

Kitlesel direniş Sudan sokaklarına yayılıyor

Sudan’ın dört bir yanındaki kitlesel eylemler, polisin ve devletin uyguladığı acımasız şiddete rağmen devam ediyor, eylemciler dokuz kişinin öldürüldüğünü bildiriyor. Sudan’da 30 Haziran Perşembe günü, sıradan insanların askeri hükümete boyun eğmeyeceklerini vurguladıkları devasa ve yaygın eylemler gerçekleşti. Son dönemde yapılan diğer eylemlerin ötesine geçen bu eylemlerin bazılarında oturma eylemleri de oldu. Örneğin başkent Hartum’da iki ayrı bölgede oturma eylemleri yapıldı. Bunlar o dönemde rejim için derin bir kriz yaratan 2019’daki cüretkâr eylem taktiklerini hatırlatıyor. Perşembe günü acımasız devlet otoriteleri, eylemler karşısında alışık oldukları baskılara başvurdular. Sabah saat 10’a geldiğinde eylemciler, polisin ve ordunun çoğunluğu Omdurman şehrinde olmak üzere dokuz kişiyi öldürdüğünü bildiriyordu. Omdurman’da bulunan Kur'an-ı Kerim ve İslam Bilimleri Üniversitesi’nin çatısındaki bir keskin nişancı, yürüyüş yapanların üzerine gerçek mermilerle ateş etti.  Hartum’da güvenlik güçleri, göstericilerin başkanlık sarayına yürümesini engellemek için göz yaşartıcı gaz ile tazyikli su sıkan araçlar kullandı. Ancak bu yürüyüşü durduramadı. Hartum’un kuzeyinde bulunan Bahri’de göstericiler, Al Mak Nimer köprüsünü zorlayarak polisleri ve askerleri aşıp köprüyü geçtiler.  Daha sonra El Muassasa ve Başdar’da oturma eylemleri başladı. Başlangıçta bu eylemlerin 24 saat süreceği açıklandı ama bu sürenin katılımcıların oylarına göre uzatılabileceği söylendi. Günün erken saatlerinde göstericiler başkentin ana caddelerinden bazılarını taşlar ve yanan lastiklerle kapatmışlardı. Sudan’ın iki özel Telekom şirketinin çalışanları, şirket yetkililerinin onlara perşembe günü boyunca internet kapatmalarını emrettiğini söyledi.  Sudan’daki Radio Dabanga, Darfur’daki Nyala ve Zalingey’de, Güney Kordofan’daki Kadugli’de, Doğu Sudan’daki El Gedaref ve Kassala’da ve Kuzey Sudan’daki Dongola ve Atbara’da eylemler yapıldığını haberini geçti. Ülkenin Kızıldeniz eyaletinde bulunan Port Sudan şehrinde göstericiler baskıyla ve göz yaşartıcı gazla karşılaştı.  Sudan halkı, General Abdülfettah el-Burhan’ın geçtiğimiz yılın 25 Ekim’inde yönetime el koymasının ardından, sekiz ay boyunca cesurca mücadele etti. Darbe sözde kalan bir “demokrasiye geçiş sürecini” sona erdirdi. Aynı zamanda ordu ve sivil liderler arasında yapılan sahte “iktidar paylaşımı anlaşmasını” da sonlandırdı.  Perşembe önemli bir gündü çünkü 30 Haziran 1989’da Ömer El-Beşir askeri bir darbeye liderlik etmiş ve seçilmiş hükümeti devirmişti. El-Beşir neredeyse 30 yıl boyunca iktidarda kaldıktan sonra 2019 yılında, uzun bir isyan ve devrim sürecini başlatan kitlesel bir hareket tarafından iktidardan uzaklaştırıldı.  Orduya meydan okunmasını örgütleyen eylemcileri bir araya getiren yerel demokratik yapılar olan direniş komitelerinin oluşturduğu ağlar, yürüyüşleri organize etti. Socialist Worker’a konuşan Hartum’daki Şark-El Nil Güney Koordinasyonu’nun bir üyesi “bugünü halkın devrimi sürecine kendimizi yeniden adamak için kullanıyoruz” ifadelerini kullandı.  Hartum Eyaleti Direniş Komiteleri Koordinasyonu yürüyüşlerin “darbe otoritesinin baskıcı iktidarını devirecek güçlü bir fırtına” olmasını umduklarını açıkladı. “Sokağa çıkacak ve darbe devrilene kadar geri dönmeyi ve görevimizden ayrılmayı reddedeceğiz. Bu biz zafere ulaşana kadar sürecek açık bir savaş. Ya amaçlarımıza ulaşacağız veya ulaşmaya çalışırken yok olacağız. Önümüze koyduğumuz hedeflere, hainlerin, korkakların ve kaytarıcıların muhalefetine rağmen ulaşacağız. Bunun için de eylemler, grevler, itaatsizlik ve barikatlar gibi tüm barışçıl araçları kullanacağız.” Göstericiler rejimin devrilmesini, sivil bir hükümet kurulmasını ve demokratik bir dönüşüme gidilmesini talep ediyor. Ordunun iktidarı başkasına devretmek istememesinin nedenlerinden biri, onların ekonominin geniş kesimlerini kontrol ediyor olması. İleri Savunma Araştırmaları Merkezi’nin (C4ADS) bu hafta yayınladığı bir raporda güvenlik aygıtının seçkinlerinin sahibi olduğu 408 ticari varlıktan oluşan bir veri yayınlandı. Bu varlıkların arasında tarım holdingleri, bankalar ve tıbbi ithalat şirketleri de bulunuyor.  C4ADS’nin başında ABD askeri kurumlarıyla bağlantılı kişiler yer alıyor. Sudan’daki para akışının nasıl gerçekleştiğini biliyor. Rapora göre kullandığı şiddet nedeniyle kötü bir üne sahip olan Hızlı Destek Kuvvetleri’nin lideri Hamdan Dagalo’nun ailesi ülkedeki büyük bankalardan Khaleej Bankası’nın %28’inden fazla hissesini elinde bulunduruyor. Daha pek çok holdingi de var.    Perşembe günü sokaklara çıkan muazzam bir cesaret ve kararlılık gösterdiler. Ancak acımasız rejim sadece bu niteliklerle yenmek mümkün değil. Direniş komitelerinin sadece eylem grupları olmaktan çıkıp, generallerin ve onların destekçilerinin hükümetine karşı alternatif bir hükümetin merkezi haline gelmesi gerek. Bu yapının işçilerin en örgütlü kesimleri içinde -Telekom, taşıma, finans, liman işçileri ile hastaneler, okullar ve üniversiteler gibi kamu kurumlarında çalışan işçiler- grevlerin inşa edilmesiyle bağlantılanması elzem.  Son dönemde yapılan öğretmen grevleri maaşlar ve çalışma koşulları konusunda gerçek kazanımlar elde etti. Ayrıca 18 öğretmen komitesi 30 Haziran eylemine katılacaklarını ilan etti. Direniş komitelerinde temel meseleler konusunda tartışmalar var. 15 eyaletteki direniş komiteleri tarafından kabul edilen Halk İktidarı için Devrimci Misak metninde, bir hükümetin kurulması konusunda bir yol haritası yer alıyor. Bu yol haritası, darbeye karşı direniş sürecinin bir parçası olarak yerel konseylerin seçilmesine derhal başlanmasını içeriyor.  Ancak bu metin aynı zamanda kamu-özel karma ekonomik sistemine bağlı kalarak sınırlandırıyor, böyle davranmak şu anki zenginlik yapısının büyük kısmının aynen varlığını korumasına neden olacak. Devrimin derinleşmesi ve hem rejimi hem de onun ekonomik destekçilerini devirmek için örgütlenmesi gerek.  Devrimin Kronolojisi Aralık 2018: Ekmeğin ve diğer temel tüketim maddelerinin fiyatlarının üçe katlanması eylemlere neden oldu. Bu eylemler kısa sürede askeri bir darbenin ardından ülkeyi 30 yıldır yönetmekte olan Ömer El-Beşir rejimine karşı siyasal bir isyana dönüştü. Baskıya rağmen gösteriler sonraki üç ayda giderek büyüdü. Nisan 2019: Hartum’daki bir yürüyüşün ardından eylemciler dağılmak yerine, ordu karargahının etrafındaki alanı işgal ettiler ve süresiz bir oturma eylemi başlattılar. Kendilerini saldırılardan korumak için barikatlar kurdular, gıda ve su dağıtımını organize ederek, güvenliği örgütlediler, kültürel projeler yürütmeye ve ne yapacaklarını tartışmaya başladılar. Bu durum başka yerlere de örnek oldu, başka şehirlere de yayıldı. İşçiler sadece bireyler olarak değil, işyerlerinden gelen örgütlü gruplar olarak eylemlere katıldılar. 11 Nisan 2019: Gösterilerin ölçüsünden korkan ordu komutanları, Beşir’in görevden alındığını açıkladı. Ama ordu iktidarda kalmayı sürdürdü. Gösteriler ve oturma eylemleri devam etti ve işçiler 28-29 Mayıs’ta güçlü bir genel grev yaptılar. 3 Haziran 2019: Kötü ünlü Hızlı Destek Kuvvetleri’nin yarı para-militer güçlerinin liderliğindeki askeri konsey güçleri Hartum’daki oturma eylemini dağıttı ve en az 110 kişiyi öldürdü. Ama eylemler ve grevler devam etti. Ağustos 2019: Ordudan kurtulmak için gösterileri inşa etmek yerine, yozlaşmış bir anlaşma ile ordu ve demokrasi yanlısı hareket arasında bir “iktidar paylaşımına” gidildi. Ekim 2019: Değişimin gerçekleşme hızının yavaşlığına ve ekonomik zorluklara öfkeli olan çok sayıda kişinin katıldığı eylemler sokakları doldurdu. Temmuz 2020: “Devrimin yolunu düzeltmek için” bir milyona yakın kişi yürüdü. Ekim 2021: Geçiş anlaşması ordunun çekilmesini gerektiriyordu ama ordu iktidarda kalmak için bir darbe düzenledi. Derhal sokak eylemleriyle karşılaştı. 6 Kasım 2021: Sudan’ın dört bir yanında bir milyon kişi orduya karşı sokağa çıktı. Yolları kapattılar ve ordunun kontrolünü kabul etmeyeceklerini açıkça belirttiler. 21 Kasım 2021: Darbenin devirdiği sivil başbakan, Abdullah Hamduk, bir geçiş döneminde teknokratlardan oluşacak bir hükümetin başına geçmek için General Abdülfettah el-Burhan ile bir anlaşmaya vardı. Darbe karşıtı muhalefetin çoğunluğu bu hamleyi, ordu aslında görevde kalırken değişim yaşandığı görüntüsünü yaratmaya çalışan bir sahtekarlık olarak görüp reddetti.  2 Ocak 2022: Devam eden kitlesel sokak eylemleri Hamduk’u istifaya zorladı. Birleşmiş Milletler ve Batılı güçler sokaklardaki halk ile generaller arasında bir uzlaşma aramayı sürdürdü.

NATO zirvesi daha geniş çaplı savaş tehdidini artırdı

NATO liderleri, Soğuk Savaş'tan bu yana Avrupa'da en büyük askeri yığınağa karar verdi ve İsveç ile Finlandiya'dan katılmalarını istedi. Madrid'deki NATO zirvesinin deklarasyonu, Ukrayna'da daha fazla ölüm ve yıkım ile daha geniş çaplı bir savaş tehdidinin yolunu açtı. Savaş çığırtkanları ittifakı, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana en büyük askeri “daha ​​rekabetçi bir dünya” için bir baskı ortaya koydu. NATO liderleri, zirvede konuşan Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski'ye daha fazla silah verme konusunda anlaştı. Bu, ABD emperyalizminin ve Rus emperyalizminin Ukrayna üzerinde yürüttüğü savaşın tırmanması anlamına geliyor. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Yeni Stratejik Konsept'ei "caydırıcılık ve savunmamızda köklü bir değişim" diyerek övdü. “ Daha ileri konuşlandırılmış muharebe oluşumları ”, “daha ​​yüksek hazırlıklı kuvvetler” ve “daha ​​fazla konumlandırılmış teçhizat” sözü verdi. Başkan Joe Biden, ABD'nin Avrupa'ya askeri teçhizat akıtacağına söz vermişti. Bu, Polonya'daki 5. Kolordu için kalıcı bir karargah, Romanya'da 5 bin asker ve İngiltere'de iki F-35 filosunu içerecek. İtalya ve Almanya'ya hava savunma teçhizatı gönderecek ve İspanya'daki deniz muhriplerinin sayısını dörtten altıya çıkaracak. ABD'nin yeni konuşlandırmaları, Avrupa'da sahip olduğu 100 bin askerin üzerine geliyor - ki Rus işgalinden bu yana zaten 20.000 kişi artmıştı. Ve sadece ABD'nin ötesinde, müttefikleri yüksek alarmdaki asker sayısını 40.000'den 300.000'e çıkaracak. NATO liderleri, Finlandiya ve İsveç'i (şimdiye kadar resmi olarak tarafsız olan ülkeler) ittifaka katılmaya davet etme konusunda anlaştı. Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya katılması, dünyanın emperyalist kamplara nasıl bölündüğüne, ABD, Rusya ve Çin'in rekabete nasıl zorlandığına dair bir işaret. Nükleer silahlarla donanmış durumdalar. Doğu Avrupa ve Asya'da karşı karşıya geliyorlar. NATO destekçileri bu durumu savunmacı ve demokratik bir ittifak olarak resmediyor. Stratejik Konsept ise “değerlerimize ve çıkarlarımıza dayalı uluslararası düzeni bozan” Rusya ve Çin'i ele geçirmekten bahsediyor. NATO'nun Yeni Konsepti gerçekte, Rusya'dan ve özellikle Çin'den gelen rekabet karşısında, ABD emperyalizminin kanlı hegemonyasını savunmaya çalışmasıyla ilgilidir. Zirve öncesi NATO'nun internet sitesinde yayınlanan bir makale, konunun “büyük güçler” arasındaki rekabetin artmasıyla ilgili olduğunu açıkça ortaya koydu . Yeni Stratejik Konseptin "ittifakı, devletlerarası tehditlerin ve büyük güç rekabetinin geri dönüşüyle karakterize edilen bir dünyaya hazırlayacağını" vurguladı. NATO bunun, ABD'nin Afganistan ve Irak gibi daha zayıf ülkelere karşı acımasız savaşlar başlattığı 1990'larda ve 2000'lerde “akran olmayan rakiplere” odaklanmasından farklı bir adım olduğunu açıkladı. ABD ve NATO emperyalist rekabeti tırmandırırken, tüm emperyalistleri reddeden savaş karşıtı bir hareket inşa etmek daha da önem kazandı. Türkiye'de bu, Rus birliklerinin Ukrayna'dan çekilmesini talep etmek ve ABD ile NATO'nun tırmanışına ve genişlemesine karşı çıkmak anlamına geliyor.

Fas polisinden göçmen katliamı: 37 ölü

Fas’tan İspanya'nın Kuzey Afrika'daki toprağı Melilla kentine 24 Haziran’da geçmeye çalışan göçmenlerle güvenlik güçleri arasında arbede ve izdiham yaşandı. Fas polisinin göçmenlere ateş açması sonucu en az 37 kişi öldü. Melilla'daki Fas-İspanya sınırında 24 Haziran sabahı yaşanan olayda, Fas tarafındaki yaklaşık 1500 göçmen 10 metre uzunluğundaki dikenli tel örgülerin olduğu sınır hattından geçmeye çalıştı, geçişe müdahale eden polisler, kitleye ateş açtı, 37 kişiyi öldürdü. Göçmenlerden 133'ünün Melilla'ya geçtiği, hem Fas, hem de İspanya tarafında çok sayıda yaralı olduğu açıklandı. Ölü sayısı 37, yaralılar var Fas yetkilileri ölü sayısını 18 olarak açıkladı ancak İspanya merkezli sivil toplum örgütü Caminando Fronteras 37 göçmenin öldürüldüğünü belirledi. Caminando Fronteras'ın Sözcüsü Helena Maleno, sınırdaki dikenli tel örgülerden atlayıp İspanya tarafına geçmeye çalışan göçmenlerden Fas tarafında ölenlerin sayısının 18 değil 37 olduğunu, halen ağır yaralıların olduğunu, ölü sayısının daha da artabileceğini açıkladı. Sosyal medya hesabından açıklama yapan Maleno, "Melilla'daki trajedide 37 kişinin öldüğünü biliyoruz. Bu nihai sayı değil, daha da artabilir" dedi. Fas İnsan Hakları Birliği (AMDH) temsilcileri en az 29 can kaybı olduğunu söyledi. Sosyal medyada, Fas'ın Nador kentinde yerde yatan göçmenlerin görüntüleri paylaşıldı. Podemos, yaşanan olayları eleştirdi İspanya’daki koalisyon hükümetinin küçük ortağı Unidas Podemos ile Podemos'dan ayrılan bazı siyasetçilerin kurduğu Mas Pais partileri, Fas yönetimini övdüğü için Başbakan Pedro Sanchez'i eleştirdi. Podemos'un lideri ve Çalışma ve Sosyal Ekonomi Bakanı Yolanda Diaz, “Melilla'dan gelen görüntülerden şok oldum. Haksız yere hayatlarını kaybeden tüm insanların yakınlarına başsağlığı diliyorum. Yaşananların ne olduğu açıklığa kavuşturulmalıdır. İnsan haklarına saygılı bir göç politikasına her zaman destek vereceğim” dedi. Ana muhalefetteki Halk Partisi de Melilla'da yaşananlarla ilgili her şeyin şeffaf bir şekilde araştırılmasını istedi. Fas ve İspanyol örgütlerden göçmen katliamına dair açıklama: Katil, Fas-İspanya göç anlaşması Fas ve İspanyol insan hakları örgütleri de konuyla ilgili ortak açıklama yayımladı. Fas İnsan Hakları Örgütü (AMDH), İspanya merkezli “Caminando fronteras/Sınırlarda yürümek”, Attac Maroc, Savunmasız Durumdaki Göçmenlere Yardım Derneği ve Fas Sahraaltı Toplulukları Kolektifi imzalarıyla yayımlanan ortak açıklamada, “Katil, İspanya-Fas göçmenlik anlaşmasıdır” denildi. "Trajik olaylar, güvenlik temelli göç politikalarının başarısızlığının şiddetli bir hatırlatıcısıdır" denilen açıklamada şu ifadeler kullanıldı: "Bu genç Afrikalıların ‘Avrupa Kalesi’ sınırlarında ölmesi, Fas ve İspanya arasındaki göç konusundaki güvenlik iş birliğinin ölümcül doğası hakkında bizi uyarıyor. Cuma günü 24 Haziran'da yaşanan trajedinin koşulları birkaç haftadır mevcuttu. Nador ve bölgesindeki göçmen topluluklara yönelik gözaltı kampanyaları, kamplara baskınlar ve zorla yerinden etmeler bu dramın önceden habercisiydi. Mart 2022’de Fas ve İspanya arasında göç alanında güvenlik işbirliğinin yeniden başlaması, iki ülke arasındaki koordineli eylemlerin çoğalmasının doğrudan bir sonucu olmuştur."

Ukrayna savaşı: Rusya saldırıyor, NATO toplanıyor

Emperyalistler arası çatışmanın merkezi haline getirilen Ukrayna'daki savaş tüm vahşetiyle sürüyor. Severodonetsk şehri Rusya kontrolüne geçti. NATO, savaş gündemiyle toplanıyor. İspanya'da toplanacak NATO zirvesinin temel gündemi Ukrayna olarak öne çıkarken, Rusya işgal ettiği eski sömürgesini vuruyor. Severodonetsk düştü Savaşın yoğunlaştığı Doğu Ukrayna'nın sanayi kenti Severodonetsk'tan Ukrayna birlikleri çekildi ve Rusya ordusu kontrolü ele geçirdi. Luhansk bölgesindeki şehrin işgal edilmesi, Ukrayna açısından moral bozucu bir gelişme. Rusya ordusunun hedef aldığı Donbas'ın iki ana bölgesinden birinde yaşanan bu atak Moskova'yı hedeflerine yaklaştıran bir adım olarak okunabilir. Kiev ve Harkov vuruluyor Savaş sadece doğuda sürmüyor. Rusya savaş uçakları Ukrayna'nın en büyük iki şehrini, Kiev ve Harkov'u bombardımana tutuyor. Harkov'a yapılan füze saldırıları sonucu şehrin altyapısının zarar gördüğü ve onlarca sivilin hayatını kaybettiği duyuruldu.  NATO zirvesinin gündemleri 28-30 Haziran günlerinde İspanya'nın Seville şehrinde toplanacak NATO liderler zirvesinde ana gündem Ukrayna olacak. ABD liderliğindeki Batı emperyalizmi, Rusya-Ukrayna savaşının etkileri ve alınacak önlemleri, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelik başvuruları ve NATO’nun Avrupa yapılanmasının güçlendirilmesini konuşacak. NATO, Rusya'yı düşman olarak ele alırken Ukrayna'ya askeri takviyeyi planlayacak. Zirve öncesi İspanya'nın başkenti Madrid'de binlerce kişi NATO'yu ve savaşı protesto etti. Kent merkezinde yapılan yürüyüşte, "Savaşlara hayır", "NATO'ya hayır", "NATO üsleri dışarı", "Askeri harcamalar yerine okul ve hastane yapın" sloganları atıldı.

İspanya şehirleri, Melilla'daki göçmen katliamını protesto ediyor

Barcelona, ​​Madrid, Valencia, Bilbao, Sevilla, Granada, Cádiz, Mataro ve Zaragoza'da ırkçılık karşıtları öfkeyle sokaklara döküldü. 37’den fazla göçmenin katledilmesinin ardından, İspanya'da Pazar akşamı protestolar patlak verdi.  Tek suçları, Cuma günü, kuzey Afrika'da, Fas sınırında kalan ve sömürgecilik geçmişiyle bilinen İspanyol yerleşim bölgesi Melilla'ya geçmeye çalışmaktı. Barcelona, Madrid, Valencia, Bilbao, Sevilla, Granada, Cádiz, Mataró ve Zaragoza gibi kentlerde ırkçılık karşıtları öfkeyle sokakları doldurdu. Eylemlerin Pazartesi ve Salı günleri de diğer şehirlere yayılarak büyümesi bekleniyor. İspanyol Ulusal Polisi ve Sivil Muhafızlar ile bir arada hareket eden Fas güvenlik güçleri, Fas ve Melilla arasındaki sınırı geçerek göçmenlere saldırdı. Melilla'ya girmeyi başaran göçmenleri öldüresiye dövdüler ve geri dönmeye zorladılar.  Çaresiz insanların kanlar içindeki ölü bedenlerini gösteren fotoğraflar, Avrupa Birliği sınır yönetim politikalarının net bir resmidir. İspanya'nın Kuzey Afrika’daki yerleşim bölgeleri olan Melilla ve Ceuta, Avrupa Birliği'nin Afrika kıtasındaki yegane kara sınırlarını oluşturuyor. İspanya ve Fas bu sınırı on metrelik demir çitlerle çevirdi, dikenli teller örüldü, gözetleme kuleleri dikildi. Tüm bunlar, buradan AB'ye resmi belge sunmadan girmeye çalışanlara acımasız bir baskının uygulanması için yapıldı. Público adlı web sitesinde yer alan bir video ve birkaç fotoğraf, tel örgülere ulaşan 500 kişinin 133’ünün geçmeyi başardığını ama geçer geçmez saldırıya uğradığını gösteriyor. Göçmenlerin sınırı geçebilmek adına örgütlendikleri, bu girişimin bir meydan okuma olarak planlanmış olduğu da biliniyor. Ardından devletlerin buna verdikleri yanıt görülüyor. Foto muhabiri Javier Bernardo’nun aktardığı şekliyle; “Geçmeyi başaran göçmenler, kendilerini Fas tarafına geri püskürten İspanyol Polisi ve Sivil Muhafızlar ile kuşatıldı. İçlerinden bazıları bundan da kurtulmayı başarıp Melilla'ya doğru ilerlemeye devam etti."  Normal koşullarda İspanya topraklarına ayak basmaları yasak olan Fas kuvvetlerini orada görmenin kendisini hayrete düşürdüğünü de ekliyor Bernardo.  İspanya İşçi Partisi (PSOE) lideri Başbakan Pedro Sanchez ise Fas güçlerinin uyguladığı baskı ve şiddeti onayladığını gösteriyor, göçmenlerin güvenlik bulma ve yoksulluktan kurtulma girişimlerini İspanya'nın “toprak bütünlüğüne” yönelik bir saldırı olarak nitelendiriyordu. Melilla'daki Marx21 örgütünün bir üyesi olan Jesús Melillero, “Kendisine ilerici diyen İspanyol hükümeti, Pedro Sánchez'in, AB'nin göç politikalarının bir ürünü olan bu katliam üzerine yaptığı açıklamalarını alkışladı,” diyor; "Şehirdeki bunca insanın öfkeli haykırışlarına rağmen, Fas'taki bu İspanyol anklav bölgesi, onlarca insanı soğukkanlılıkla katledenler kendileri değilmiş gibi davranmaya, bunu normalleştirmeye çalıştı." İspanya, önümüzdeki hafta Madrid'de savaş çığırtkanlığı yapmak üzere toplanacak NATO güçlerinden, "düzensiz göçün" ittifakın güney kanadındaki güvenlik tehditlerinden biri olarak kayda geçirilmesini talep etmenin peşinde. Sanchez tüm egemen sınıfların paçalarını kurtarmak için başvurdukları mide bulandırıcı hilelere başvuruyor ve şöyle söylüyordu; "Sınırda yaşananların bir sorumlusu varsa o da insan ticareti yapan mafya güçleridir.” Bu insanlar da elbette, göçmenleri durdurmak için yükseltilmiş olan duvarlardan kazanç sağlıyor ama karşımızdaki dehşet verici tablonun asıl sorumlusu İspanyol ve Fas güçleridir. Ana-akım görüşlerin net bir temsili olan Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü bile, sınırda öldürülen ve yaralananların büyük kısmının Çad, Nijer, Sudan ve Güney Sudan'dan gelmiş olduklarını, dolayısıyla uluslararası hukuk uyarınca sığınma talebinde bulunma haklarının bulunduğunu açıkladı. İspanya’da iktidarı kaybeden radikal sol parti Podemos da halihazırdaki PSOE yönetiminde söz sahibi. Podemos sözcüsü Idoia Villanueva bile sadece “uluslararası hukukun” uygulanması çağrısında bulunmakla yetindi. Faslı yetkililerin resmi açıklamalarında ise, boğularak ve/veya saldırıya uğrayarak öldürülen göçmenlerden yalnızca Fas tel örgülerinde can vermiş olan 23 kişinin ölümünün resmi olarak kabul edildiğini gösteriyordu. İspanya, kendi yerleşim bölgesinin sınırlarından Fas’ı sorumlu tutmaya çalıştığı bir politikaya başvuruyor. Bu çabaları işe yaramış olacak ki Fas yönetimi de böyle bir sorumluluğu üstlenmiş. İspanya da buna karşılık olarak, Fas'ın, Batı Sahra topraklarında yaşayan toplulukların kendi kaderini tayin hakkını tanımama planlarına destek sundu. Pazar günü gerçekleştirilen protestolar, ölüm saçan sınır yönetimlerine karşı mücadelemizin bitmeyeceğini gösteriyor.  Açlık ve yoksullaşma günden güne büyüyen bir sorun olarak kaldıkça göçmenler ve mültecilerin sayısı da artacak.  Sokaktaki bu mücadele, Avrupa Birliği'nin sınır politikalarını değiştirme mücadelesidir.

İspanya şehirleri, Melilla'daki göçmen katliamını protesto ediyor

Barcelona, ​​Madrid, Valencia, Bilbao, Sevilla, Granada, Cádiz, Mataro ve Zaragoza'da ırkçılık karşıtları öfkeyle sokaklara döküldü. 37’den fazla göçmenin katledilmesinin ardından, İspanya'da Pazar akşamı protestolar patlak verdi.  Tek suçları, Cuma günü, kuzey Afrika'da, Fas sınırında kalan ve sömürgecilik geçmişiyle bilinen İspanyol yerleşim bölgesi Melilla'ya geçmeye çalışmaktı. Barcelona, Madrid, Valencia, Bilbao, Sevilla, Granada, Cádiz, Mataró ve Zaragoza gibi kentlerde ırkçılık karşıtları öfkeyle sokakları doldurdu. Eylemlerin Pazartesi ve Salı günleri de diğer şehirlere yayılarak büyümesi bekleniyor. İspanyol Ulusal Polisi ve Sivil Muhafızlar ile bir arada hareket eden Fas güvenlik güçleri, Fas ve Melilla arasındaki sınırı geçerek göçmenlere saldırdı. Melilla'ya girmeyi başaran göçmenleri öldüresiye dövdüler ve geri dönmeye zorladılar.  Çaresiz insanların kanlar içindeki ölü bedenlerini gösteren fotoğraflar, Avrupa Birliği sınır yönetim politikalarının net bir resmidir. İspanya'nın Kuzey Afrika’daki yerleşim bölgeleri olan Melilla ve Ceuta, Avrupa Birliği'nin Afrika kıtasındaki yegane kara sınırlarını oluşturuyor. İspanya ve Fas bu sınırı on metrelik demir çitlerle çevirdi, dikenli teller örüldü, gözetleme kuleleri dikildi. Tüm bunlar, buradan AB'ye resmi belge sunmadan girmeye çalışanlara acımasız bir baskının uygulanması için yapıldı. Público adlı web sitesinde yer alan bir video ve birkaç fotoğraf, tel örgülere ulaşan 500 kişinin 133’ünün geçmeyi başardığını ama geçer geçmez saldırıya uğradığını gösteriyor. Göçmenlerin sınırı geçebilmek adına örgütlendikleri, bu girişimin bir meydan okuma olarak planlanmış olduğu da biliniyor. Ardından devletlerin buna verdikleri yanıt görülüyor. Foto muhabiri Javier Bernardo’nun aktardığı şekliyle; “Geçmeyi başaran göçmenler, kendilerini Fas tarafına geri püskürten İspanyol Polisi ve Sivil Muhafızlar ile kuşatıldı. İçlerinden bazıları bundan da kurtulmayı başarıp Melilla'ya doğru ilerlemeye devam etti."  Normal koşullarda İspanya topraklarına ayak basmaları yasak olan Fas kuvvetlerini orada görmenin kendisini hayrete düşürdüğünü de ekliyor Bernardo.  İspanya İşçi Partisi (PSOE) lideri Başbakan Pedro Sanchez ise Fas güçlerinin uyguladığı baskı ve şiddeti onayladığını gösteriyor, göçmenlerin güvenlik bulma ve yoksulluktan kurtulma girişimlerini İspanya'nın “toprak bütünlüğüne” yönelik bir saldırı olarak nitelendiriyordu. Melilla'daki Marx21 örgütünün bir üyesi olan Jesús Melillero, “Kendisine ilerici diyen İspanyol hükümeti, Pedro Sánchez'in, AB'nin göç politikalarının bir ürünü olan bu katliam üzerine yaptığı açıklamalarını alkışladı,” diyor; "Şehirdeki bunca insanın öfkeli haykırışlarına rağmen, Fas'taki bu İspanyol anklav bölgesi, onlarca insanı soğukkanlılıkla katledenler kendileri değilmiş gibi davranmaya, bunu normalleştirmeye çalıştı." İspanya, önümüzdeki hafta Madrid'de savaş çığırtkanlığı yapmak üzere toplanacak NATO güçlerinden, "düzensiz göçün" ittifakın güney kanadındaki güvenlik tehditlerinden biri olarak kayda geçirilmesini talep etmenin peşinde. Sanchez tüm egemen sınıfların paçalarını kurtarmak için başvurdukları mide bulandırıcı hilelere başvuruyor ve şöyle söylüyordu; "Sınırda yaşananların bir sorumlusu varsa o da insan ticareti yapan mafya güçleridir.” Bu insanlar da elbette, göçmenleri durdurmak için yükseltilmiş olan duvarlardan kazanç sağlıyor ama karşımızdaki dehşet verici tablonun asıl sorumlusu İspanyol ve Fas güçleridir. Ana-akım görüşlerin net bir temsili olan Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü bile, sınırda öldürülen ve yaralananların büyük kısmının Çad, Nijer, Sudan ve Güney Sudan'dan gelmiş olduklarını, dolayısıyla uluslararası hukuk uyarınca sığınma talebinde bulunma haklarının bulunduğunu açıkladı. İspanya’da iktidarı kaybeden radikal sol parti Podemos da halihazırdaki PSOE yönetiminde söz sahibi. Podemos sözcüsü Idoia Villanueva bile sadece “uluslararası hukukun” uygulanması çağrısında bulunmakla yetindi. Faslı yetkililerin resmi açıklamalarında ise, boğularak ve/veya saldırıya uğrayarak öldürülen göçmenlerden yalnızca Fas tel örgülerinde can vermiş olan 23 kişinin ölümünün resmi olarak kabul edildiğini gösteriyordu. İspanya, kendi yerleşim bölgesinin sınırlarından Fas’ı sorumlu tutmaya çalıştığı bir politikaya başvuruyor. Bu çabaları işe yaramış olacak ki Fas yönetimi de böyle bir sorumluluğu üstlenmiş. İspanya da buna karşılık olarak, Fas'ın, Batı Sahra topraklarında yaşayan toplulukların kendi kaderini tayin hakkını tanımama planlarına destek sundu. Pazar günü gerçekleştirilen protestolar, ölüm saçan sınır yönetimlerine karşı mücadelemizin bitmeyeceğini gösteriyor.  Açlık ve yoksullaşma günden güne büyüyen bir sorun olarak kaldıkça göçmenler ve mültecilerin sayısı da artacak.  Sokaktaki bu mücadele, Avrupa Birliği'nin sınır politikalarını değiştirme mücadelesidir.

G7'nin gündemi Çin'le rekabet, göstericilerinki iklim krizi ve sosyal adalet

Uluslararası kapitalizmin tepesinde yer alan devletlerin liderleri Almanya'da toplandı. G7 zirvesinin gündemine Çin kapitalizmi ile rekabet oturdu. Münih'teki protestodaysa fosil yakıtlara ve savaş politikalarına son verilmesi, küresel eşitsizliklerin yok edilmesi talepleri öne çıktı. Almanya şehirlerindeki protestolardan kaçan liderler, Bavyera eyaletindeki Garmisch-Partenkirchen beldesinde bir sarayda buluştu. Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya ve Kanada'nın oluşturduğu G7 (7'li grup), dünya nüfusunun sadece yüzde 10'unu temsil ederken küresel net servetin yüzde 58'ini ellerinde tutuyor.  Düzenli olarak toplanan G7 zirvelerinin amacı, ekonomik ve sosyal sorunlara çözüm bulmak değil kendi servetlerini katlamak ve dünya üzerindeki hegemonyalarını korumak. Kuşak ve Yol'a alternatif Bu seneki G7 zirvesinin ana gündemi dünyanın ikinci büyük ekonomisi Çin kapitalizmi ile rekabet. Çin'in Asya'dan Avrupa'ya 100'den fazla ülkeye uzanan Kuşak ve Yol Projesi'ne karşı, G7 düşük ve orta gelirli ülkelere 600 milyar dolarlık bir alternatif hazırlıyor. Zirvede konuşan ABD Başkanı George Biden, bu paketin bir yardım değil kazanç getirecek bir yatırım olduğunun altını çizdi. Söz konusu ülkelere 5 yıl içinde yapılacak 600 milyar dolarlık yatırımın altyapıya harcanağını belirtti. Dünya ticaretinin motor gücü Çin, zayıf ekonomilere sahip ülkelerdeki kritik sektörlere yatırım yaparak egemen sınıfların kaynak krizlerine yanıt veriyor. Bunun karşılığında yüklü şekilde borçlandırarak kendine bağlıyor. Bu borçlar ödenmeyince yatırım yaptığı alanlara el koyuyor. G7 zirvesinde konuşulan planının içeriği bundan farklı değil. ABD ve müttefikleri, Asya, Afrika ve Ortadoğu'da Çin'in ekonomik hegemonyasını gerileterek, bu alanlara kendileri el koymak istiyor. Batı emperyalizminin yeni planı, 2. Dünya Savaşı sonrası devreye sokulan Marshall planına benzetiliyor. G7'nin ikinci gündemi ise Ukrayna'daki savaş. Ukrayna'ya silah yığmaya devam eden G7 devletleri, Rusya'ya karşı atılacak adımları konuşuyor. Bu adımlar 28-30 Haziran'da İspanya'da toplanacak NATO zirvesinde karara bağlanacak. Münih'te protesto Almanya'da ilk G7 protestosu, zirvenin toplandığı sarayın 100 kilometre uzağındaki Münih'te gerçekleşti. Polisin olağanüstü güç yığdığı Therienviese Meydanı'nda toplanan binlerce kişi, küresel ısınmaya neden olan fosil yakıt kullanımını ve Ukrayna'daki savaşı protesto etti. Küresel adalet talep edildi. Göstericiler servetin şirketler ve savaş içinde değil yoksulluğun yok edilmesi için harcanmasını talep ediyor.

Ukrayna savaşı hükümetlere ve patronlara yarıyor

Ukrayna savaşı inanılmaz bir insani yıkıma neden olacak, daha korkunç gelişmelere sahne hazırlayabilecek öldürücü, ezici bir çatışma halini aldı.  Rus güçleri Severodonetsk başta olmak üzere Ukrayna şehirlerini vurmaya devam ediyor. Tam anlamıyla bir zulme dönüşen bu acımasız işgal Rus egemen sınıfına çıkar sağladığı gibi, diğer taraftan ABD ve NATO askeri ittifakı da bu savaşı kendi güçlerini genişletmek için kullanıyor. Batı güçleri, Rusya’yı dize getirmeyi ve ardından yüzlerini Çin’e dönüp girişecekleri ekonomik ve muhtemelen de askeri çatışmalar için sahneyi şimdiden kurabilmek istiyor. ABD son zamanlarda Ukrayna’ya, büyük kısmı silahlar ve çeşitli askeri malzemeler şeklinde iletilmiş olan 32 milyar dolar aktardı. Ukrayna’yı, kendi rakiplerine karşı yürüttüğü bu vekalet savaşında kullandığı ortadadır. Boris Johnson da savaş çığırtkanlığı konusunda rakip tanımıyor. Böylece dikkatleri kendi yarattığı krizlerden uzaklaştırmaya çalışıp ABD emperyalizmiyle aynı çizgide ilerleyecek. Bunların bedelini ödeyenlerse dünyanın her yerindeki sıradan insanlar oluyor. Gıda kıtlığının giderek yayılıyor olması, gıda fiyatlarının artmaya devam etmesi bunun bir göstergesidir. Dahası, bu durum egemen sınıflar arasındaki tüm ihtilafları büyütüp çok daha şiddetli hale getirebilir. Sözgelimi, ikisi de NATO üyesi olan Yunanistan ve Türkiye şimdi Ege Denizi’ndeki adalar üzerinden yeni bir propaganda savaşı başlattılar. NATO ve ittifaklarının bu savaş atmosferini değiştirmek yerine teşvik ettiği görülüyor. Geçtiğimiz hafta Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenski, Johnson’un Rusya’ya karşı oynadığı liderlik rolünü övdü ve NATO’dan daha fazla mühimmat talep etti. Küresel bir konferans sırasında Financial Times gazetesine demeç veren Zelenski, Johnson’un muhafazakâr milletvekili grubunun güven oylamasından geçebilmiş olmasını “harika bir haber” diye yorumluyordu: “Çok önemli bir müttefikimizi kaybetmediğimiz için memnunum.”  Ukrayna, ana-akım medyada övülüp durduğunun aksine, bağımsızlık ve özgürlüğün parlayan bir örneği gibi durmuyor.  Avrupa Kamu Hizmetleri Birliği (EPSU) geçtiğimiz günlerde, Ukrayna hükümetinin “işçilerin işten çıkarılmalarını kolaylaştıracak yasaları” yürürlüğe koyma girişimlerini kınadı. Birlik, “5371 sayılı yasa tasarısı 2021 sonbaharında işçi sendikaları tarafından reddedilmiş olmasına rağmen sıkıyönetim kılıfıyla çıkartıldı,” diyor. EPSU’ya göre bu yasa, “sendikanın onayını almadan işten çıkarma şansı elde etmek isteyen” patronların korunması için tasarlandı.   Başkan yardımcılarından biri İngiltere’deki Unison sendikasından Liz Snape olan EPSU, ulusal sendikaların çatı örgütüdür.  Açıklamada, Ukrayna’daki işçi hakları yasalarının “Sovyetlere özgü ve son derece bürokratik” olduğu da söyleniyor; halihazırdaki yasanın çiğnenmesi “yasa tasarısını kaleme alanların Çarlık dönemini tercih ettiğini” gösterdi. Bu yasalar yürürlükten kaldırılırken Ukraynalıların protesto etme hakları sıkıyönetim tarafından ciddi bir şekilde kısıtlandı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin üçüncü haftasında, Zelenski tarafından desteklenen parlamento, çalışma ilişkilerini düzenleyen 2136 sayılı yasayı kabul etti. Bu, geçici olarak – sıkıyönetim dönemi boyunca sürecek şekilde-, şirketlerin işçi haklarını ihlal etmesine fırsat tanıyan bir yasa. Patronların toplu iş sözleşmelerini gasp etmelerine, grevleri ve sokak gösterilerini mahkeme kararına ihtiyaç duymadan yasaklamalarına izin vermiş oldular. Charlie Kimber (Socialist Worker)

Fransa seçimleri: Macron gerilerken radikal sol ve aşırı sağ güçleniyor

Fransa’da yapılan seçimlerde Macron’un partisi Meclis çoğunluğunu kaybetti. Meclis çoğunluğunu sağlamak için 289 sandalye gerekliyken, Macron 245 sandalye kazanabildi. 300’den fazla sandalyeye sahip molan Macron için bu ağır bir gerileme anlamına geliyor. Macron beş sene önce ittifaklarıyla beraber 356 sandalyeye sahipti. Sarı yeleklikler eylemine yönelik devletin vahşi saldırısı, pandeminin idare edilmesindeki başarısızlık, sürekli olarak zenginleri kollayan ekonomik kararlar alınması ve ekonomideki kötü gidişin maliyetini yoksullara yüklemeye çalışması Macron’un yenilmesine ve parlamentoda en üst düzeydeki iki yardımcısının ikisinin de seçilememesine neden oldu. Faşist tehlike Fransa’da faşist tehlikenin yükselişini seçimlerde kazandıkları koltuk sayısı gösteriyor. 1997’de bir, 2002’de sıfır, 2012’de bir, 2018’ sekiz ve 2022’de ise 89 milletvekilliği kazandı. Merkez siyasetin Macron aracılığıyla güçlendirdiği ırkçılık ve İslamofobi, bu tutumu bir örgütlenme rüzgarına çeviren faşistler tarafından kullanıldı. Anaakım partilere oy veren insanlar, faşist partinin iddialarının sıradanlaşması, yani diğer partilerin ırkçılığı savunması ve normal hale getirmesi faşistlerin ırkçılığının “normal” siyasi yelpazenin bir parçası olarak görülmesine neden oldu. Fiyat artışlarından ve yaşam standartlarının düşmesinden rahatsız olan insanlara merkez siyaseti sert bir şekilde eleştiriyor görünerek sahte ama inandırıcı bir seçenek sundular. 1986 yılında Jean-Mari Le Pen’in 35 milletvekili çıkarttığı seçimlerinden sonra rekor sayıda faşistin yeniden meclise girmesi Fransa’da işçi sınıfı için uyarı sirenlerinin devreye girmesi anlamına geldi.  Sol ittifakın yükselişi NUPES (Yeni Ekolojik ve Toplumsal Halkçı Birlik) seçimlerde 131 sandalye kazandı ve ana muhalefet haline geldi. Bir otel temizlikçisi ve bir bölgedeki otel grevine liderlik eden Rachel Keke, Macron’un eski spor bakanını seçim bölgesinde mağlup etti. NUPES, emeklilik yaşının 60’a düşürülmesi, temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarının dondurulması, yenilenebilir enerjiye büyük yatırımlar yapmak, servet vergisini yeniden getirmek gibi net sol taleplerle öne çıktı. NUPES’in başarısı radikal sol bir alternatife duyulan özlemin de ifadesi oldu. Yine de NUPES Sosyalist Parti ve Yeşiller Partisi gibi radikal olmayan güçleri ittifakta tutmak için polis şiddetine karşı komisyon kurulması, büyük şirketlerde işten çıkartmaların yasaklanması ve bankaların kamulaştırılması gibi önlemleri talep etmekten vazgeçti. Buna rağmen kampanyanın diğer radikal talepleri sola yönelik büyük bir umut hareketini ivmelendirdi. Seçim sonuçlarının ardından NUPES lideri Melenchon “Mesajım bir kez daha mücadele mesajıdır. Bu dünyayı değiştirmek için güçlü bir istek duyan genç nesle bir mesaj bu. Elinde muhteşem bir mücadele aracın var NUPES.” dedi. Fransa seçim sonuçları düşük ücrete, eşitsizliğe, ırkçılığa, faşizme karşı ve insan hakları için verilen mücadelelerin parlamenter kurumların dışında yürütülmesinin gerekli olduğunu gösteriyor. Sonucu seçim manevraları değil, aşağıdan mücadele belirleyecek. “Muhteşem mücadele aracı” grevler, kitlesel protestolar ve bunlara odaklanan siyasettir. 

Geri 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 İleri

Bültene kayıt ol