Türkiye’de her şeyin fiyatının her saniye değiştiği günlerden geçiyoruz. TÜİK’in açıkladığı resmi enflasyon verileri yüzde 73,5 derken gerçek araştırmalar durumun yüzde 161 seviyelerinde olabileceğini gösteriyor. Fakat dünyada da durum farklı değil. Hem ABD’de hem Avrupa’nın gelişmiş kapitalist ekonomilerinde yüzde 8 ve üstü enflasyonlar görülmeye başlandı.
Burjuva iktisatçılar yeni bir “ücret fiyat sarmalı”na girilebileceğini söylüyor. Dünyanın birçok yerinde emekçiler için “hayat giderleri” tartışılıyor. ABD’de Wall Street Journal’da yayımlanan bir araştırmaya göre, halkın yüzde 83’ü ekonominin kötü veya “çok da iyi durumda olmadığını” düşünüyor. Bu 1972’den beri bu konuda görülen en düşük değer.
Pandemiyle birlikte sıradan insanların tükettikleri şeylerde değişimler görülmeye başlandı. Bu, bazı malların arzında çeşitli sorunları beraberinde getirdi. Çin ve Güney Kore gibi bazı ekonomilerin doğalgaz ithalatı yükselirken, Rusya ve Suudi Arabistan’ın domine ettiği OPEC+ ülkeleri petrol üretimini artırmayı reddettiler. Enerji fiyatlarında yaşanan dalgalanma Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle iyice körüklendi. Tüm dünyadaki buğday üretiminin %25’ini gerçekleştiren iki ülke arasındaki bu savaş gıda krizini de beraberinde getirdi. Finansal spekülasyonlar da enflasyonun artışına katkı sağlıyor. Zira tahıl üretimi son yıllarda az da olsa artış trendinde. Bu da enflasyon konusundaki ortodoks teoriyi yanlışlıyor. Ancak bu teori, merkez bankalarının faiz artırımına gitme yönündeki tepkilerini besliyor.
“Ücret fiyat sarmalı” korkusundan kasıt, hayat standartlarının düştüğü bu koşullarda, işçilerin daha yüksek ücretler için mücadeleye atılacağından duyulan korku. Patronlar böyle bir dönem görmek istemiyor. Zira işçi ücretleri yükselirse, patronların kârları düşer. Ve egemen sınıf, yeni bir resesyona yol açacak bile olsa, hayat standartlarına saldıracak şekilde hizmetlerin ve malların fiyatlarını artırmaya çalışır. Bu döngünün kendisi sınıf mücadelesinin bir alanıdır.
Enflasyonu işçiler değil, kaotik bir ekonomik sistem olan kapitalizmde egemen sınıfın ihtiyaçları ve yönelimleri yaratır. Bizim görevimiz ise bunun bir sınıf mücadelesi olduğunu hatırlamak ve emekçilerin aşağıdan mücadeleleriyle kendi sınıfımız lehine kazanımlar elde edeceğimiz dinamikleri yaratmaktır.
Ukrayna işgali Rusya açısından oldukça zorlu geçmeye devam ediyor ancak Rusya’nın köşeye sıkışması nükleer veya kimyasal silah kullanılması tehdidini de artırıyor.
Ruya’nın 24 Şubat’ta başlattığı işgal o günlerde sızan bir belgeye göre Kiev’in 48 saat içinde ele geçirilmesi ile kısa sürede bitecekti. Ancak Rusya’nın Kiev’i batıda Kırım, kuzeyde bağımsızlık ilan eden Donbas ve doğuda Belarus üzerinden çok büyük bir kuşatma hareketiyle ele geçirme planı işe yaramadı. Rus silahlarına ve savaş taktiklerine karşı NATO tarafından Kırım ilhakı sonrası eğitilen Ukrayna ordusu haftalarca direnmeyi başardı.
Rusya bu ilk başarısız saldırı girişimi sonrası savaş stratejisini değiştirmek zorunda kaldı. Her ne kadar kamuoyuna “hedeflerimize ulaştık şimdi Donbas’a odaklanacağız” dese de bunun bir başarısızlık olduğu ortada.
Katliamcılar sahada
Putin iki hafta kadar ara verdiği işgalde hem ordu disiplinini yeniden sağladı hem de yaşadığı ikmal sorunları nedeniyle ordusunun eksiklerini tamamladı. Ardından da bu sefer Ukrayna’ya bir işgal komutanı atadı. “Suriye kasabı” olarak bilinen General Aleksandr Dvornikov, Suriye’den önce de Çeçenistan direnişini Grozni kentini yok ederek ezen bir kitle katliamcısı.
Dvorkinov, büyük bir işgal hareketi yerine küçük kent kuşatmalarına yöneldi ve ilk başarısını Ukrayna’nın en önemli liman kentlerinden biri olan Mariupol’ü ele geçirerek kazandı. Ardından kısa sürede Donbas bölgesinin en büyük kenti olan Severedonetsk’i büyük oranda ele geçirdi. Fakat hafta sonu Ukrayna ordusu ABD’den gelen orta menzilli füze desteği sayesinde ani bir karşı saldırı ile kentin beşte birini geri aldığını duyurdu.
100 günü aşan işgalde Mariupol dışında büyük bir başarı elde edemeyen Rusya bu savaşta daha şimdiden ağır darbe almış durumda. En kârlı çıkan ülkeler ise ABD ve Çin. Rusya’ya yönelik ambargolar sonrası Rusya ekonomisi büyük oranda Çin’le olan ticarete bağımlı hale geldi ama ekonomisi henüz ciddi şekilde etkilenmiş değil. ABD ise iki yıl önce Fransa başkanı Macron’un “beyin ölümü gerçekleşti” dediği NATO’yu yeniden diriltti. İsveç ve Finlandiya NATO’ya üyelik başvurusu yaptı. Almanya dahil Danimarka gibi silahlanmaya yüzde 1,5’tan fazla bütçe ayırmayan ülkeler askeri harcamalarını yüzde 2’ye çıkarma kararı aldı. Ayrıca ABD’nin gönderdiği silahlar da Rus ordusuna karşı Ukraynalı askerler tarafından deneniyor.
ABD’nin rejim değişikliği beklentisi
ABD, Ukrayna’nın Rusya için yeni bir Afganistan hezimeti olmasını umuyor. Nasıl Afgan direnişi 10 yıl boyunca Rusya’yı yorarak SSCB’nin dağılmasında önemli bir ol oynadıysa Ukrayna savaşının da Rusya’yı zayıflatmasını ve bir rejim değişikliği gerçekleşmesini umuyor.
Ancak ABD emperyalizminin bu amacı Ukrayna halkı için yıkım demek. Bu, zaten Avrupa’nın en yoksul ikinci ülkesi durumundayken uzayacak savaşın altında ezilen ülkenin bir daha toparlanamaması ve on binlerin ölmesi anlamına geliyor.
Batı ülkeleri Ukrayna’nın direnişi kazanabileceğini umarak büyük bir silah yığınağı yapıyorlar ama Rusya sık sık nükleer silah uyarısında bulunuyor. Rusya’nın Ukrayna’dan bazı kazanımlar elde etmeden çekilme ihtimali yok. Çünkü Rusya yenilirse başta Belarus, Kazakistan, Gürcistan, Suriye olmak üzere müdahale ettiği ülkelerde de isyanlar yaşanabilir ve hatta Rusya’da muhalefet güçlenebilir. Dolayısıyla savaşın yılları bulacak şekilde uzaması bir seçenekse Rusya’nın nükleer veya kimyasal silah kullanarak Ukrayna’nın teslim olmasını sağlaması da bir diğer seçenek.
Oysa savaşı kısa sürede bitirmek mümkün. ABD kendi emperyalist çıkarları yerine Ukrayna halkını ve küresel barışı düşünseydi, Putin’e bazı tavizler vererek Ukrayna’dan çekilmesini sağlayabilirdi. NATO birliklerinin Bulgaristan, Macaristan gibi eski Sovyet bloğu ülkelerinden çekilmesi veya ABD’nin Avrupa’daki nükleer silahlarını çekmesi Putin’in de işgale son vermesini sağlayabilirdi.
Diplomasi ve müzakerelerin değil silahların ve askeri kamplaşmanın öne çıktığı savaş tüm dünya için büyük bir tehdit. Bu savaşı durdurmak için bıkıp usanmadan savaşa karşı derhal ateşkes talep eden ve karşılıklı olarak silahsızlanma talep eden bir küresel harekete ihtiyacımız var.
Ukrayna'nın işgali 100 günü geride bırakırken, ülkenin beşte biri Rusya'nın kontrolüne geçmiş durumda. Vekalet savaşını sürdürmekte ısrarlı Batı ve Rusya emperyalist taraflarına kendi içlerinden güçlü bir itiraz yükseltilmeli.
Ukrayna'da savaş, anlaşmazlık konusu olan Donbas'ta yoğunlaşırken, haftalar sonra başkent Kiev'de iki noktaya hava saldırısı yapıldı. Rusya'nın füzelerle vurduğu iki yerde Ukrayna tankları ve askeri tesisler yoktu.
Normal hayata dönmeye çalışan Kiev'e yapılan bu saldırı, Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin'in Batı'ya söylediği şu sözler üzerine gerçekleşti: 'Silah göndermeye devam ederseniz Ukrayna'da daha fazla yeri hedef alacağız.'
İşgalin 100. günü vesilesiyle yapılan "bu savaş ne zaman biter" tartışmalarında, erken bir kapanış bekleyenlerin sayısı, Rusya saldırısının başladığı 24 Şubat gününe kıyasla bir azınlık.
2014'te başlayan ve bu sene büyük bir çatışmaya dönüşen Ukrayna savaşı, Rusya ve Batı emperyalizminin mücadelesi sebebiyle uzatılıyor. Müzakereler ise kesilmiş halde.
Rusya'nın durumu
Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski, ülkenin beşte birlik bölümünün Rusya tarafından ele geçirildiğini duyurdu.
BBC'nin yayınladığı Donbas güncel haritası, Moskova'nın işgal sonucu elde ettiklerini ortaya koyuyor.
Ukrayna ordusu karşısında tartışmasız üstünlüğe sahip Rusya ordusu, Donbas bölgesinin önemli kısmını ele geçirirken, ilhak edilmiş Kırım ile karadan bağlantıyı kurmuş durumda. Önemli sanayi kentleri Severodonetsk ve Lysychansk'ı kuşatma altında ve Rusya bölgenin geri kalanını da ele geçirmek üzere geniş bir alanda ilerleyişini sürdürüyor.
Zelenski, Donbas'ta ordunun her gün 60 ila 100 arası kayıp verdiğini duyururak durumu "çok zor" olarak niteledi.
Batı'nın devreye soktuğu ağır ekonomik yaptırımlar ise Putin rejimini sarsmamış gözüküyor.
Batı'nın tavrı
Moskova'nın Ukrayna'yı işgal etmesinin ardından Avrupa'da yayılmacılık için büyük bir fırsat bulan NATO, devasa miktarda silah göndermeye devam ediyor.
Putin'in uyarısından bir gün sonra İngiltere, Ukrayna'ya uzun menzilli füze göndereceğini duyurdu.
100 günde binlerce Ukrayna askeri ölürken, Rusya'yı dize getireceği iddia edilen güçlü silahlar, bir o kadar güçlü silahlara ve termonükleer bombalara sahip Rusya'ya geri adım attırmıyor.
Küresel etkiler
Ukrayna'daki işgalin, iki büyük küresel etkisi gittikçe büyüyor.
Enerji fiyatlarındaki tırmanış sürerken, dünya buğday ihracatınının yüzde 30'unu gerçekleştiren iki ülkenin savaşı sebebiyle buğday/tahil krizi ağırlaşıyor.
Ukrayna limanlarında 70’in üzerinde gemide ihraç edilmeyi bekleyen 20 milyon tonun üzerindeki tahıl satılamıyor. Yaptırımlar nedeniyle Rus tahıllarının da sevkiyatı gerçekleşemiyor.
Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı, Ukrayna’da limanların açılmaması halinde "kıtlık ve zorunlu kitlesel göç" yaşanabileceği uyarısı yaptı.
Ukrayna'da emperyalistler arasındaki vekalet savaşı, dünyada enflasyonu (dolayısıyla yoksulluğu) körüklüyor ve açlığı artırıyor.
Savaşı bitirebilmek
Uluslararası alandaki askeri ve diplomatik uzmanlar, savaşın akıbeti hakkında çeşitli senaryoları tartışıyorlar. Bu senaryoların ortak noktası, savaşı sona bitirebilecek dinamikleri, savaştan çıkarı olan emperyalist Batı ve Rusya'nın zorlandıkları tercihlerle sınırlı tutmaları.
Eğer Rusya'da Putin'i köşeye sıkıştırabilecek yaygınlıkta ve kitlesellikte bir savaş karşıtı hareket olsaydı, Moskova Ukrayna'daki işgalini sürdüremez duruma gelirdi.
ABD ve Avrupa'da savaşıa karşı güçlü mücadeleler yaşanabilseydi, NATO prestij toplayamaz ve hükümetler silah göndererek savaşı uzatma cüretini gösteremezlerdi.
Savaşı bitirebilecek yegane dinamik olan savaşa karşı mücadelenin zayıflığı - bir seçenek olarak görülemez oluşu - sonucu salt askeri ve ekonomik kapasiteden bekleyen görüşlerin hakimiyetine sebep oluyor. Fakat emperyalizmin tarihindeki savaşları ve işgalleri bitiren ana etken, başta görünmeyen bu dinamiğin bilinçli müdahaleler ve örgütlenmelerle büyütülmesi olmuştur.
Rusya'da ağır baskı koşullarına ve sansüre rağmen sosyalistler ile savaş karşıtları ayakta kalmaya, örgütlenmeye devam ediyor. Şovenizm ve "terörle mücadele" edebiyatıyla Rus emekçi sınıflarına kabul ettirilen işgal uzun sürdükçe hoşnutsuzluk büyüyebilir. Yaptırımların ekonomik faturasını ödeyenler ya da sevdiklerini cephede kaybedenler ayağa kalkabilir.
Batı'daki sorun ise vekalet savaşı hakkında kafa karışıklığı ile solun içinde yer aldığı hükümetlerin NATO'yu aktif bir şekilde desteklemesi. ABD'de Biden yönetiminin "insancıl müdahale" argümanları, Demokrat Parti'nin sol kanadının mücadeleye atılmasını ve kitlesel bir hareketin sokağa çıkmasını engelliyor. Almanya'da sosyal demokratlar ve yeşillerin içinde bulunduğu koalisyon hükümetinin Ukrayna'ya silah göndermekteki hevesliliği, Avrupa'nın genelinde yaratılan havaya bir örnek.
Irak ve Afganistan savaşlarına karşı olduğu gibi Ukrayna'daki emperyalistler arasındaki savaşa karşı mücadelenin yeniden örgütlenmesi gerekiyor. Batı'da ve NATO ittifakının bir parçası olan Türkiye'deki savaş karşıtları, Rusya'daki savaş karşıtlarından çok daha fazla imkana sahip. On binlerce aktivisttin her ülkede bir araya gelmesi ve mücadele etmesi, Rusya ve Ukrayna'daki savaş karşıtlarına cesaret verecektir.
Fridays for Future Rusya aktivisti Arşak Makiçyan, Rusya'nın Ukrayna'yı işgaline karşı açıklamaları sonrası ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştı. Bir süredir Avrupa'da bulunan Makiçyan, bugün Rusya'nın kendisini vatandaşlıktan çıkarma girişiminde bulunduğunu açıkladı ve paylaştığı videoda bu sözleri söyledi:
"“Benim adım Arşak.
28 yaşındayım. Hayatımın 27 yılını Rusya'da yaşadım. Okuldan ve ardından Moskova Konservatuarı'ndan mezun oldum. Eşim bir Rus. Çocukken milliyetçi hakaretlere maruz kalmama rağmen, kendimi hep Rus olarak gördüm: Bu kültürün ve ne olursa olsun sevdiğim bu ülkenin bir parçasıyım. Ancak bir hafta önce, hükümetin bana karşı açılması mümkün olmayan bir dava açtığını öğrendim - beni vatandaşlıktan çıkarmak istiyorlar. Aktivizmimden dolayı vatandaşlığımı iptal etmek istiyorlar. Benzer siyasi bahaneler durumunda herhangi bir "Rus olmayan" Rus vatandaşlığından mahrum edilebilir. İlk başta, Rus makamları, politikalarına katılmazlarsa insanları 'yabancı ajan' olarak adlandırabileceklerine karar verdiler. Daha sonra Ukrayna'da geniş çaplı bir savaşa ve orada soykırıma başladıklarında bir kırmızı çizgiyi daha aştılar çünkü Ukraynalı diye bir millet olmadığını düşünüyorlar. Şimdi Arshak olmadığımı, 28 yaşında olmadığımı ve hiç kimse olduğumu söyleyebileceklerine karar verdiler. Belki bir sonraki Putin, Rus Ermenilerinin sadece belgelerine değil, aynı zamanda yüz yıl önce Türkiye'de olduğu gibi var olma hakkına da sahip olmadığına karar verecektir. Bir soykırım gerçekleşti. Buna sessiz kalmayacağım. Vladimir Vladimirovich [Putin], Rusya başkanı değil, bir savaş suçlusu ve katildir. Ve ben Arshak, Rusya vatandaşıyım. İstifasını talep ediyorum. Mahkeme 9 Haziran'da ne karar verirse versin, geleceğin normal Rusya'sı için mücadeleme devam edeceğim.”
Çeviri: Özdeş Özbay
Ukrayna işgalinin 100. gününe yaklaşıyoruz. Bir yandan Rusya’nın saldırıları, diğer taraftan NATO'nun bu savaşı tırmandıran politikaları… Her ikisi de korkunç bir yol haritası izliyor. ABD yetkilileri birkaç gün önce yaptıkları açıklamada, 40 milyar dolarlık yardım paketinin içinde Ukrayna'ya gönderilecek uzun menzilli roket sistemlerinin de bulunduğunu söylüyordu.
Bu yeni silah sevkiyatı Himars adı verilen uzun menzilli roketatar sistemlerini ve 80 km menzile sahip hassas güdümlü mühimmatı da içeriyor. ABD başkanı Joe Biden, New York Times gazetesindeki köşe yazısında, "Ukraynalılara gelişmiş füze sistemleri ve mühimmat sağlamaya karar verdim" diyordu; "Bu sayede belirlenen hedefleri hatasız bir doğruluk payıyla vurabilecekler." Üst düzey bir yetkilinin bildirdiği kadarıyla, Ukrayna'dan, Himars füzelerini Rusya topraklarına saldırmak için kullanmayacaklarına dair güvence alındı.
Buna gelişmeye ek olarak, Şansölye Olaf Scholz da Almanya'nın en yeni taktik saldırı füzeleri olan Iris-T hava savunma sistemini Ukrayna'ya gönderebileceğini açıkladı ve beraberinde Rusya’nın topçu birliklerinin yerini tespit edebilen bir radar sistemi de verebileceklerini ekledi.
Ukrayna savunma bakanı Oleksii Reznikov’un birkaç gün önce yaptığı açıklamada, ABD'den gelecek olan, Danimarka üzerinden gerçekleştirilecek bir sevkiyatla teslim alacakları Harpoon gemisavar füzelerini beklediklerini söylüyordu. Ayrıca ABD'nin doğrudan teslim edileceği zırhlı M109 Paladin kundağı motorlu obüsler de sevkiyata hazırlanıyor. Uzun menzilli M109’lar 45 kg ağırlığındaki top mermileriyle 40 kilometrenin üzerindeki mesafeleri bile vurabilen bir bombardıman sistemidir.
Diğer taraftan, Rusya savunma bakanlığı da bu hafta Yars balistik füzelerinin kullanıldığı bir nükleer tatbikat yaptıklarını açıkladı. Rusya'nın iç bölgelerindeki İvanovo'da düzenlenen tatbikatlara füze sistemlerinden sorumlu olacak 1.000 kadar asker katıldı. Yars termonükleer füze sistemlerinin menziliyse 10 bin km kadar. Kamuya açık bilgilere bakılırsa, bu füzelerle gerçekleştirilmiş olan bir önceki askeri tatbikat 19 Şubat’ta yürütülmüş ki bu tarih, Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmeye hazırlandığı zamana denk geliyor.
Bütün bunlar olup biterken, Ukrayna birlikleri de Donbas bölgesindeki hedeflerden biri olan Severodonetsk'i tahliye etmeye başladı. Doğu Luhansk valisi, Rusya’nın Severodonetsk'in yüzde 70'ini ele geçirdiğini duyurdu. Yerle bir edilen ve artık büyük ölçüde boşaltılmış olan şehrin savaş öncesindeki nüfusu 100 binin üzerinde seyrediyordu.
The Wall Street Journal gazetesi, "Amerika'nın Avrupalı müttefikleri ile giderek şiddetlenen bir ayrışma yaşamasının sonucunda Batı cephesinde bazı fikir ayrılıkları oluşmaya başladı" diyor ve Fransa ile Almanya'nın başını çektiği bir grup ülkenin, Ukrayna'ya gönderilen saldırı sistemlerinin giderek daha güçlü olmasının maliyeti ve tehlikeleri konusunda endişe duyduklarını vurguluyor.
Bu siyasi yönetimlerin hissetmeye henüz başladıkları baskıyı toplumun, hayat pahalılığı krizi iyice şiddetlendiği ve fiyatlar yükselmeye devam ettiği için artmakta olan öfkesi oluşturuyor. Geçtiğimiz ay yapılan bir anket, Almanya’da nüfusun yüzde 46'sının gerginliğin giderek tırmanmasından endişe duyduklarını, ağır silah sevkiyatının bu savaşı Ukrayna sınırlarının ötesine yayabileceğini düşündüklerini gösterdi. İtalya ve Fransa'da gerçekleştirilen anketler de benzer sonuçlar veriyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un da 12-19 Haziran'da gerçekleştirilecek olan seçimler nedeniyle tedirginlik yaşamaya başladığı anlaşılıyor.
20 Mayıs'ta, üye sayısı açısından ‘küçük’ fakat diğerlerinden daha radikal olan sendikalar bir grev düzenledi. Bu grevde bir yandan NATO'nun savaşa müdahil olmasına karşı sloganlar atılıyor, diğer taraftan hayat pahalılığı mücadelesinin talepleri dile getiriliyordu.
Ne var ki Biden ve Boris Johnson'ın güç birliği sonlanmış değil. The Wall Street Journal’a göre, her ikisi de Ukrayna'yı “Rusya'nın Batı ile olan rekabetinde daha geniş ölçekli bir savaşa geçişin cephe hattı” olarak görmeye devam ediyor.
ABD’nin geri çekilmeye niyeti yok. Bazı fikir ayrılıkları yaşanmaya başlamış olsa dahi Avrupa Birliği de, artmaya devam eden petrol, gaz ve elektrik maliyetlerine rağmen Rusya'dan enerji arzını sınırlama planlarından vazgeçmedi.
Batı cephesi, Irak ve Afganistan'da kırılan gururlarını şimdi Rusya'yı küçük düşürerek telafi etmenin ve ardından Çin'e geçip ona da aynı şeyleri yapmanın peşinde. Putin ise Donbas'ı ele geçirmeyi başarabilirse zaferini ilan edip içerideki gücünü göstermeyi umuyor ki diğer sınır ülkelerine de gözdağı verebilsin.
Ukrayna halkı bu ikisi arasında, her birinin kendi emperyalist çıkarları doğrultusunda sürdürdükleri bir vekalet savaşına çekildi.
Savaş trajik bir dönüm noktası olarak görülen 100. gününe yaklaşırken hem Rusya'da hem de Batı'da yükselmesi gereken yeni bir direniş dalgasına ihtiyacımız olduğu çok açık. Bu emperyalist kıyıma karşı yürütülen savaş karşıtı hareket ile işçi sınıfını usandıran hayat pahalılığına karşı başlatılan mücadeleyi birleştirmek gerekiyor.
Charlie Kimber
Socialist Worker’dan çeviren Tuna Emren
Kolombiya’da ilk turu yapılan başkanlık seçimlerinde ikinci kez başkanlığa adaylığını koyan eski gerilla Gustavo Petro oyların yüzde 40’ını alarak birinci oldu. Başkan Yardımcısı adayı Francia Marquez de çevre hakları aktivisti bir siyah kadın politikacı.
İkinci tura kalan diğer isim ise Kolombiya’nın Trump’ı olarak bilinen sağcı milyarder Rodolfo Hernandez oldu. Merkez sağ aday Federico Gutierrez'in ikinci olarak ikinci tur seçimlere katılması beklenirken sürpriz yapan Hernandez oyların yüzde 28’ini aldı.
İlginç bir şekilde ikinci tura kalan iki aday da sosyal politikaları öne çıkarıyor. Milyarder Hernandez, Trump’a benzer şekilde sağ popülist bir propaganda yaparak ülkedeki yolsuzluk rejimini hedef aldı, piyasacı olsa da yoksullukla mücadele ve istihdam artışı gibi hedefleri öne çıkardı.
Solcu Petro ise solun hiç bir zaman başkanlık seçimlerini kazanamadığı ülkede çok daha radikal bir değişim programı ortaya koydu. Daha önceki başkanlık seçimine kıyasla programının radikalleşmiş olmasının nedeni ülkede son yıllarda yükselen toplumsal hareketler ve bu hareketlere yönelik devlet şiddeti.
Kolombiya’da FARC silahlı örgütülü ile yapılan barış anlaşması sonrası gerillanın çekildiği bölgelerde büyük bir çete şiddeti yükselmeye başlamıştı. Şiddet kentlere de sıçradı. Nüfusun yüzde 40'ının yoksulluk sınırının altında yaşadığı ülkede halk yoksulluğa ve yolsuzluğa karşı sokak eylemlerine başlamış, karşısında devlet şiddetini bulmuştu.
Petro, bu nedenle yolsuzluğu, yoksulluğa ve suç örgütlerine karşı bir kampanya yaptı. Ancak bu kampanyayı büyük bir ittifak projesi içerisinde gerçekleştirdi. 2021’in Şubat ayında ilan edilen Tarihi İttifak kampanyası ülkedeki merkez ve radikal solda bulunan neredeyse bütün partileri ve ayrıca çevre, kadın, LGBTİ hareketlerini birleştiren bir kampanya oluşturdu. Bu geniş mücadele birliği radikal bir program meydana getirdi.
Tarihi İttifak, hem sosyal adalet açısından hem de iklim ve çevre mücadelesi açısından radikal değişiklikler vaat ediyor.
Ülkede emeklilik hakkından yararlanamayan üç milyon kişiye emekli maaşı bağlanması, en zengin kesimlerin vergilerinin artırılması ve en yoksul kesimlerin durumunu düzeltmeye yönelik topumsal projelere ağırlık verilmesi gibi vaadler yer alıyor programda.
Açlıkla mücadele konusunda ise "ekonomik olağanüstü hal" ilan edeceğini duyurdu Petro.
İklim mücadelesi açısından ise son derece radikal bir hedefi var sol ittifakın: Yürürlükteki bütün petrol projelerinin askıya alınması ve enerjide fosil yakıt dışı kaynaklara geçişin başlatılması. Kolombiya gibi ihracatının yüzde 50'si ve devlet gelirlerinin yüzde 10'u petrole dayanan bir ülke için bu hedefler hem çok radikal hem de ülke tarihinde bir ilk.
İkinci tur seçimler 19 Haziran’da gerçekleşecek ve sağın tüm versiyonları milyarder Hernandez etrafında birleşmiş durumda. Hernandez, sağ popülizmi yükselterek yoksullukla mücadele konusunda daha fazla şey vaad edecek gibi duruyor.
Petro’nun ise dünyanın çeşitli örneklerinde olduğu gibi bir seçim yapması gerekiyor. Ya işçilere ve ezilenlere yönelik daha fazla değişim ya da sağ oylara yönelmek adına daha merkez bir kampanya. İkincisini yapacak olursa Kolombiya tarihinde ilk kez bir solcu başkan tarafından yönetilme fırsatını kaçırabilir çünkü Hernandez aynı Clinton’a karşı Trump’ın yaptığı gibi radikal bir değişim öneriyor.
İran'da temel gıda fiyatlarına yapılan zamların protesto edilmesinin ardından, yolsuzluğa karşı yaygın kitle gösterileri yaşanıyor.
Abadan kentinde 23 Mayıs günü inşaat halindeki bir bina çöktü ve 24 kişi hayatını kaybetti. Çok sayıda kişi elleriyle enkazı kazarak insanları kurtarmaya çalıştı. 37 kişinin de yaralandığı binaya, çökme tehlikesi bulunduğu halde ruhsat verilmesi halkı çileden çıkardı.
İşyeri olarak inşa edilen binanın alt katındaki dükkanlar, çökmeden bir kaç gün önce açılmıştı.
Bu faciayı yaygın yolsuzlukların bir parçası olarak görenler Abadan, Hürremşehr, İsfahan dahil bölgedeki birçok şehirde sokaklara döküldü. Öfkeli kalabalık, rüşvetçilikle suçladıkları belediye başkanı ve belediye meclis azaları da dahil, binanın çökmesinin sorumlularının yargılanmasını istedi.
Öfke sadece yerel yetkilerle sınırlı kalmadı, ülkenin dimi lideri Ali Hamaney de protesto edildi.
Gösterilerin yayılması ve hafta boyunca devam etmesinin ardından İran polisi, gerçek mermi kullanmak da dahil şiddet yöntemleriyle protestoculara saldırdı.
Yolsuzluğu karşı yapılan gösterilerden iki hafta önce İran rejiminin temel gıda ürünlerine yaptığı fahiş zamlar protesto edilmişti.
ABD'nin yaptırımları karşısında oluşan zorlu ekonomik koşullarda, mollalar rejiminin yozlaşmışlığına ve emekçilere karşı politikalarına karşı isyan siyasallaşarak büyüyor.
Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı işgalde 3 ay bitti, 4. ay başladı. Putin, 24 Şubat'ta sabahın erken saatlerinde televizyondan Ukrayna'nın işgaline başladıklarını duyurmuştu.
Rus askeri birlikleri, Ukrayna'nın Donetsk ve Luhansk bölgelerinden Kiev yönetiminin kontrolündeki bölgelere, aynı anda Rusya sınırından Harkiv, Sumi, Çernigiv bölgelerine, Belarus üzerinden Çernobil bölgesine girdi. Rus ordusu, Kırım üzerinden de Herson ve Melitopol bölgelerine doğru asker çıkardı. Kiev yakınlarına havadan ve karadan asker sevk edildi ve Kiev kuşatma altına alındı.
Savaşın ikinci ayında Kiev’den ve Çernigiv bölgesinden Rus askerleri geri çekildi ve Ukrayna birlikleri, buralarda kontrolü yeniden ele aldı. Başkent Kiev’de hayat yeniden canlanmaya başladı, savaşın gölgesinde normal yaşama geri dönüş süreci devam ediyor.
Rus ordusu, Ukrayna’ya silah sevkiyatı yapan NATO ülkelerine ait nakliye araçlarının, Rus ordusunun meşru hedefi olduğunu duyurdu. Ukrayna, bu saldırılarda sivillerin hayatını kaybettiğini ve yaralandığını duyurdu.
Harkiv direniyor, Mariupol kaybedildi
Rus askeri birlikleri, askeri altyapı tesislerini hedef alırken savaşın başından beri Harkiv ve Mariupol’ü de kuşatma altına aldı. Ancak Ukrayna ordusu, bu şehirlerde çok güçlü direniş gösterdi.
Harkiv bölgesinde Ukrayna ve Rus birlikleri arasındaki çatışmalar hala sürerken Ukraynalı yetkililer, bu bölgedeki bazı yerleşim birimlerinin kontrolünü yeniden sağladıklarını açıkladı. Harkiv’de Ukrayna ordusunun direnişi güçlü şekilde devam ediyor.
Rus ordusu, Azak Denizi kıyısındaki Mariupol’de Ukrayna’nın güçlü savunmasıyla karşılaştı. Günlerce süren çatışmalarda Mariupol harabeye döndü.
Rusya Savunma Bakanlığı, Azovstal Metalürji Fabrikası sahasındaki sığınaklarda saklanarak direniş gösteren 2 bin 439 Ukraynalı savaşçının silah bırakarak teslim olduğunu açıkladı. Ukrayna tarafı ise bu kimselerin esir değişimi şartıyla teslim olduğunu savundu. Azovstal Fabrikası’nın da alınmasıyla Rus ordusu, Mariupol’ün kontrolünü tamamen ele geçirmiş oldu.
Savaşın etkisi Ukrayna’nın doğusunda hissediliyor
Nisanda Ukrayna’nın doğusuna kayan savaş, etkisini burada yoğun şekilde hissettiriyor. Rus askeri birlikleri, Ukrayna’nın doğusundan ilerleyişini artırdı ve bazı yerleşim birimleri Rusların eline geçti. Rus ordusu, saldırılarına devam etse de çok büyük ilerleme sağlayamadı.
Rusya, Odessa ve Mıkolayiv bölgelerine saldırılarını artırdı. Mayısın ikinci haftasından itibaren Karadeniz’de, Ukrayna’nın güneybatısında stratejik bir konuma sahip Yılan Adası üzerinde çatışmalar arttı. Savaşın başında Rusların kontrolüne geçen Ada'yı almak için Ukrayna ordusu girişimlerde bulunsa da henüz sonuç alamadı.
Savaşın Moldova’ya taşacağı endişesi
Transdinyester’in başkenti Tiraspol'deki "Devlet Güvenlik Bakanlığı" binasına, 25 Nisan'da roketatarlı saldırı düzenlendi. Daha sonra radyo yayınlarını sağlayan anten kulelerinde patlamalar oldu. Bazı siviller bölgeyi terk etti.
Rusya’dan, Moldova’daki Transdinyester bölgesi ile ilgili yapılan açıklamalar, savaşın Ukrayna dışına taşacağı endişelerini gündeme getirdi.
Savaşta ölü sayısıyla ilgili net açıklama hala yok
Savaşın ilk ayında Rus askerlerinden 1351’inin öldüğünü, 3 bin 825'inin yaralandığını bildiren Rus askeri yetkililer, daha sonra bu hususta yeni bir bilgi açıklamadı.
Rus yetkililer, Ukrayna ordusunun savaş boyunca 23 bin 367 askerini kaybettiğini iddia etti. Ukrayna da bugüne kadar 29 bin 350 Rus askerinin öldüğünü ileri sürdü.
Savaştaki sivil kayıplara ilişkin ne Ukrayna ne de Rus tarafı net rakam vermedi.
Ukraynalı mülteci sayısı 6,5 milyonu geçti
Birleşmiş Milletler (BM) Mülteciler Yüksek Komiserliğine göre, 24 Şubat-22 Mayıs döneminde, yarıdan fazlası Polonya'ya olmak üzere, Ukrayna'dan 6 milyon 552 bin 971 kişi komşu ülkelere geçti.
BM’ye bağlı Uluslararası Göç Örgütüne göre, çatışmalar nedeniyle her 6 kişiden biri ülke içinde yerlerinden edildi, toplam sayı 7,7 milyon kişi olarak kayda girdi.
BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliğine göre 24 Şubat’tan bu yana en az 3 bin 381 sivil yaşamını yitirdi, 3 bin 680 sivil yaralandı.
Ateşkes müzakereleri kesildi
Savaş devam ederken Rusya ve Ukrayna heyetleri, ateşkes sağlanması için 3’ü Belarus’ta, 1’i Türkiye’de olmak üzere 4 defa yüz yüze müzakere yaptı.
Belarus’ta, her iki taraf sadece çatışma bölgelerinden sivillerin tahliyesi için insani yardım koridorları konusunda anlaşabildi.
29 Mart’ta İstanbul’da yapılan müzakereler sonucunda her iki taraf birbirine anlaşmaya zemin olabilecek taleplerini iletti.
Ukrayna tarafı, 17 Mayıs’ta savaşın başlamasından bu yana Ukrayna’daki durumun çok değiştiğini ve Rusya ile müzakereleri askıya aldıklarını duyurdu.
ABD ve Rusya’nın Ukrayna’da yürüttükleri emperyalistler arası vekalet savaşını tırmandıran bir hamle daha... Finlandiya ve İsveç, savaş çığırtkanları ittifakına katılmak isterken NATO liderleri böbürleniyor. Biden ölüm mangalarını Somali'ye gönderiyor.
Emperyalist militarizmin Avrupa’daki bir başka büyük genişleme sürecinde İsveç ve Finlandiya NATO ittifakına katılmak için resmi olarak başvurdu. Finlandiya, Rusya ile 1.300 kilometrelik bir sınırı paylaşıyor.
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’e göre bu hareket “tarihi bir adım.” NATO Ukraynalıları savunma kisvesi altında emperyalist gücünü genişletme fırsatı yakaladığı için Stoltenberg sevinçten havalara uçuyor.
İsveç’te çoğunluk yakın zamana kadar NATO üyeliğine karşıydı. Finlandiya’da ise NATO üyeliğine destek, Şubat ayında sadece yüzde 53 idi. Rusya’nın Ukrayna işgali bu durumu değiştirdi ve NATO liderlerinin ekmeğine yağ sürdü.
Üyeliğin önündeki en büyük engel Türkiye’nin itirazı olabilir.
Erdoğan, bu üyelik başvurusunu kabul etmeden önce ABD ve NATO’yla silah ve diplomatik destek için pazarlık yapmaya çalışıyor.
Somali'de savaş ve emperyalizm
Bu sırada ABD başkanı Joe Biden, bitirme sözü verdiği “ebedi savaşlardan” birini yeniden alevlendiriyor. Bu, Ukrayna’daki savaşla birlikte emperyalist militarizmin yeniden canlandığının bir başka işareti. Geçtiğimiz günlerde Biden, generallere Somali’ye yeniden yüzlerce özel harekât kuvveti gönderme yetkisi veren bir emir imzaladı.
Bu, önceki başkan Donald Trump’ın bu Doğu Afrika ülkesindeki neredeyse tüm kara birliklerini geri çekme hamlesini tersine çevirdi. Üstelik Biden bu durumu suikastlar ve ölüm mangalarıyla destekliyor. Pentagon’un, Eş-Şebab grubunun yaklaşık bir düzine şüpheli liderini hedef almak için talep ettiği yetkiyi onayladı.
New York Times’a göre, “Bu kararlar, Amerika’nın teröre karşı verdiği küllenmekte olan açık uçlu mücadelesini alevlendirecek. Biden’ın bu hamlesi, geçen yıl ‘Ebedi savaşı bitirmenin zamanı geldi’ diyerek aldığı Amerikan kuvvetlerini Afganistan’dan çekme kararıyla taban tabana zıt.”
Duyuru, Somali’deki uzun seçim sürecinin ardından yeni cumhurbaşkanının seçilmesini takip eden gün geldi. Seçim 16 ay gecikti ve oy verme hakkı 328 milletvekiliyle sınırlandırıldı. Durumun daha demokratik bir oylama yapmak için fazla istikrarsız olduğu değerlendirildi.
Somali, 1960 yılında kazandığı bağımsızlığından beri büyük güçlerin hedefinde. Kızıldeniz ve Basra Körfezi'ndeki petrol yollarına yakın olan stratejik konumu nedeniyle Rusya ile ABD arasındaki Soğuk Savaş döneminde bir ödül haline geldi.
ABD, kıtlığı bahane ederek 1992’de Somali'yi işgal etti. Başlangıçta memnuniyetle karşılanan ABD, kısa sürede nefret edilmeye başladı. ABD önderliğindeki güçlerin katliamları ve işkenceleri büyük bir öfkeye neden oldu ve nihayet direniş ABD'yi aşağılayıcı bir şekilde geri çekilmeye zorladı.
ABD müdahalesinin neden olduğu kaos ve yoksulluğun ortasında İslamcı gruplar ortaya çıktı ve ülkeye istikrar vadettiler. Sert olmalarına rağmen daha öncekilere kıyasla yaygın bir popülerlik kazandılar. Arkasında Batı desteği olan Etiyopya kuvvetlerinin işgaliyle püskürtüldüler.
Somali’deki mevcut hükümetin hayatta kalabilmesinin tek nedeni 20 bin Afrika Birliği askeriyle ve ABD tarafından da siyasi olarak destekleniyor olması.
Afrika Birliği askerleri yerel halka uyguladıkları sert ve zalimce muameleler nedeniyle halk tarafından sevilmiyor. Eş-Şebab böylesi bir iklimde büyüyüp gelişti. Askerleri defalarca hükümetin kontrolündeki toprakları ele geçirdi.
Emperyalizm dünyanın hiçbir yerinde çözüm değildir.
Charlie Kimber
Socialist Worker’dan çeviren Burak Demir