Lübnan: İsrail tankları BM üssüne zorla girdi

Çin: Covid-19 salgınını polis marifetiyle durduramayan bir diktatörlük

Enfeksiyonun başladığı komünist parti yönetimindeki Çin, salgına karşı başarısıyla övünmüştü. Fakat salgın yeniden patlak verdi. 25 milyon nüfuslü Şangay şehri haftalardır karantinada, işçiler aç bırakılıyor. Dünyanın ikinci büyük ekonomisinin kalbi, üretim merkezi olan Şangay'dan gelen görüntüler adeta distopik bir filmin kareleri. Salgın 2019'un sonbaharında Wuhan eyaletinde başlamış, fakat yerel yöneticilerin gizlemesi sonucu önce ülkeye oradan da dünyaya yayılmıştı. Sözde komünist özünde tamamen kapitalist olan Çin yönetimi, polis devleti yöntemleriyle salgını kontrol altına almış gibi gözükse de bu olmadı. Covid-19 salgını Şangay'da yeniden patlak verdi ve ilk ölüm haberleri geldi. Şangay şehri sakinleri haftalardır eve kapatılmış durumda. Sokakta yakalananalar büyük bir zorbalıkla gözaltına alınıyor. Çin Komünist Partisi (ÇKP) gıda ihtiyacını karşılayacağını söylese de bu olmadı. Belirli noktalara bırakılan gıdalar yetersiz, öğünleri küçültüler. Birçok Şangaylı balkonlara çıkarak "Yiyecek yok", "Açlıktan ölüyoruz" diye bağrıyor. Sokakta açlığı protesto edenler polis tarafından dövülüyor ve tutuklanıyor. Çin devleti hiçbir zaman insan haklarını tanımadı. Özel kıyafetlerle dolaşan polis birlikleri, vasıflı işçileri kaldıkları kiralık dairelerden zorla çıkartıp, buraya covid hastalarını yerleştiriyor. Evlerinden çıkarılan işçilerin nereye nakledildiği bilinmiyor. Şangay'dan gelen tek iyi haber ise işçilerin acımasız bir diktatörlüğe karşı susmaması ve mücadele etmesi.

Putin rejimindeki Rusya’nın insan hakları ihlalleri belgeleniyor

Ukraynalı insan hakları avukatı ve Kiev’deki sivil toplum kuruluşu Sivil Özgürlükler Merkezi Başkanı Oleksandr Matviçuk, Rusya’nın savaş suçu işlediğine dair, savaşın başlangıcından bu yana çok sayıda belge ve bilgi topladıklarını belirterek, “Topladığımız delilleri uluslararası mahkemelere ve kuruluşlara gönderiyoruz. Bu savaş ancak Putin ağır bedeller ödeyeceğini hissettiği zaman biter” dedi. 39 yaşındaki Matviçuk geçen yıl, Birleşmiş Milletler (BM) İşkenceye Karşı Mücadele Komitesi’ne aday gösterilen ilk Ukraynalı kadın olmuştu. Matviçuk, başkanı olduğu ve 2007 yılında kurulan Sivil Özgürlükler Merkezi'nin savaşın başlamasıyla birlikte birçok gönüllüyle birlikte savaş suçlarını ispatlamak için mağdurların ve görgü tanıklarının ifadelerini toplamaya başladığını belirtti. Matviçuk, “Bu kanıtlar arasında Rusya’nın evlere, okullara, kreşlere, hastanelere, şehirlerin su, ısıtma, elektrik gibi altyapılarına yönelik kasti saldırıları var. Ayrıca sivilleri hedef alan kasti saldırılar var, kayıp kişiler, insani koridorlara saldırılar, işkenceler ve cinsel saldırılar gibi” dedi. Ukrayna savaşı: Saldırılarda 7 kişi hayatını kaybetti Ukrayna'nın batısı ve güneydoğusundaki Lviv ve Dnipro şehirlerinde yetkililer, Pazartesi sabahı çok sayıda patlama meydana geldiğini açıkladı. Başkent Kiev'de de patlamalar duyuldu. Lviv yetkilileri, bu sabah şehirde düzenlenen saldırıda biri çocuk en az 7 kişinin hayatını kaybettiğini, 11 kişinin ise yaralandığını söyledi, tren istasyonu yakınında patlama yaşandığını ve geçici olarak trafiğin kapatıldığını aktardı. Lviv, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin başlangıcından bu yana en az hasar gören şehirlerden biriydi. Bu sabah düzenlenen saldırılarda güneybatıdaki Dnipro kentinde iki kişi yaralandı. Mariupol henüz düşmedi Öte yandan kuşatma altındaki liman kenti Mariupol'de ise Ukrayna birlikleri teslim olmayı reddediyor. Ukrayna Başbakanı, Rus ordusunun Ukrayna birliklerine teslim olmaları yönündeki talebini reddettiklerini söyledi. Mariupol Belediyesi yetkilileri, Rus askerlerin şehirde kalan sivillerin dışarı çıkması, sokaklar ve mahalleler arasında hareket etmesi için özel izin belgesi zorunluluğu başlattığını bildirdi. Yetkililer, bazı insanların telefonlarının da alınabileceğini ve zorla Rusya'ya gönderilebileceğinden endişelendiklerini de ekledi. Öte yandan Ukrayna hükümet yetkilileri, ülkenin doğusundaki Luhansk bölgesinde yaşayanların bir an önce bölgeyi terk etmesi çağrısında bulundu, bunun güvenli şekilde ayrılmak için "son şansları" olabileceğini söyledi.

Ukrayna işgali: Kayıplar, katliamlar acı veriyor; savaşa son!

ABD liderliğindeki Batı emperyalizmi ile Rus emperyalizminin çekişmesinin yeni sahası olan Ukrayna’da savaş vahşetle sürüyor. Çatışmalar Doğu Ukrayna’da yoğunlaşırken iki taraftan yapılan açıklamalara göre binlerce asker öldü. Ukrayna ordusunun yanısıra sivil halk da silahlı direnişle Rus işgaline karşı koyuyor.  Başta kolay bir zafer kazanacağı düşünülen Putin’in emrindeki Rusya ordusu, ülkenin kuzeyine dönük işgal girişiminden geri adım atarken, anlaşmazlık konusu olan Donbass’ta çatışmalar yoğunlaşmış durumda. Cephede kanlı çatışmalar sürerken, Rusya füzelerle Ukrayna şehirlerini vuruyor. Ukrayna ordusu da sınırdaki Rus şehirlerine dönük askeri ataklar yapmaya başladı. Cepheden gelen görüntüler, 2014’te başlayan savaşın ne derece boyutlandığını, Avrupa’da II. Dünya Savaşı’na benzer çatışmaların yaşandığını gösteriyor. İnsani kayıplar 24 Şubat’ta başlayan Rusya ordusunun hava saldırıları sonucu çok sayıda Ukraynalı sivil hayatını kaybetti. Birleşmiş Milletler’in teyit ettiği sivil ölü sayısı en az 1626 kişi. Gerçekte ise kayıplar bunun kat be kat üzerinde. Doğu Ukrayna’da kuşatma altındaki Mariupol şehrinin belediye başkanı bir ayda 5 bin sivilin öldüğünü duyurdu ve bunlardan 210’unun çocuklar olduğunu belirtti. Rusya’nın füze saldırıları birçok Ukrayna kentini yerle bir ederken, enkaz altında kalan kişilerin sayısı tam olarak bilinmiyor.  Putin özellikle ülkenin altyapısını yok etmek istiyor. Birçok yerleşim yeri elektrikten yoksun kaldı. 938 eğitim kurumu hasar gördü, bunlardan 87’sinin tamamen yıkıldığı kaydedildi. Hastaneler ve sivillerin sığındığı kamu binaları da bombardımanla yerle bir edildi. Zorunlu göç Ukrayna’nın nüfusu 44 milyonun biraz üzerinde. Fakat savaştan önce Doğu Avrupa’nın en yoksul ülkesindeki ekonomik ve siyasi krizden dolayı 2 ila 4 milyon Ukraynalı çalışmak için başka ülkelere göç etmişti. Yeniden alevlenen çatışmalar sonrasında 4 milyon 382 bin 316 kişi komşu ülkelere sığınarak mülteci oldu. Bunların çoğu kadınlar ve çocuklar. Ukrayna içinde 7.1 milyon sivil yaşadığı yerleri terk etmek zorunda kaldı. Toplamda 11 milyondan fazla kişi savaş nedeniyle yerlerinden edilmiş halde. Putin’in savaş suçları Ukraynalı yöneticiler, Kiev yakınlarında Rusya’dan geri aldıkları Buça kentinde yol kenarında elleri arkadan bağlanmış ve infaz edilmiş çok sayıda cansız beden bulduklarını duyurdu.  Dehşeti yaşayanlar, toplu infaz, cinsel saldırı ve şiddetin uygulandığını açıkladı. İnfaz edilenler yakın mesafeden vurulmuş, yani kurşuna dizilmişler. İnsan Hakları İzleme Örgütü Rusya güçlerinin, Ukrayna’nın Çernihiv, Harkov ve Kiev kentlerinde “birçok kez savaş yasalarını ihlâl ettiğini” belgelediğini açıkladı. Bu durum şaşırtıcı değil. Putin ve Rusya, yine ABD ve NATO ile rekabet alanı olan Suriye’de de birçok savaş suçu işlemişti.  Müzakerelerde başarısızlık Buça katliamı, ‘sivil halkı vurmuyoruz’ diyen Putin’in yalanlarının çöküşü için bir dönüm noktası oldu. Aynı zamanda taraflar arasındaki müzakerelerin bitişine de neden oldu. Biri Belarus’ta ikisi Türkiye’de yapılan barış müzakerelerinin her biri başarısız oldu.  Putin, Ukrayna’daki Rus azınlığın yaşadığı ve 2014’ten beri fiili olarak bağımsızlıklarını ilan  ettiği Donetsk ve Luhansk’ın Ukrayna’dan ayrılmasını, ilhak ettiği Kırım’ın statüsünün tanınmasını istiyor. Bununla da kalmıyor. Moskova aksini iddia etse de Ukrayna’daki yönetimi devirmek ve tıpkı Belarus gibi Rusya yanlısı bir uydu hükümeti işbaşına getirmek amacında. Ukrayna hükümeti ise Donbass’ın statüsü konusunda görüşmeye açık olduğunu fakat bunun görüşülmesi için Rus askeri birliklerinin çekilmesini talep ediyor. Her iki tarafın pazarlık masasında öne sürdüğü talepler tamamen zıt ve karşılanamaz durumdayken, Buça katliamı ipleri koparttı. NATO’nun savaş kışkırtıcılığı Rusya’nın eski sömürgesi olan Doğu Avrupa ülkelerinde yeni üsler açıp askeri yığınak yapan ABD emperyalizmi liderliğindeki NATO, Ukrayna savaşını bir fırsat olarak görüp kullanmaya devam ediyor. Slovakya, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan’a gönderilen yeni muharebe birliklerinin operasyonel hazırlık bakımından ilk seviyeye ulaştığı duyuruldu. ABD, Bulgaristan’a sekiz adet F-16 sattı. Biden yönetimi devasa bir bütçeyle - ki bunlar Amerikalı emekçilerin vergilerinden kesildi - Doğu Avrupa’ya silah satışı ve asker yığınağı yapıyor. Dünyanın en büyük silah üreticisi ve askeri tekeli ABD, Doğu Avrupa’daki sağcı hükümetlere silah satarken, Putin’in tehditleri Avrupa’yı korkutuyor. Bir kaç yıl önce ABD ile Avrupa Birliği arasında bölünmüş olarak NATO kurtarıcı olarak yeniden Batı emperyalizminin koruyucu savaş örgütü olarak öne çıkıyor. Ekonomik yaptırımlar Rus halkını yoksullaştırıyor İşgal ettiği Irak ve Afganistan’da askeri yenilgiye uğrayan, Suriye’den büyük oranda çekilmek zorunda kalan ABD emperyalizminin en önemli silahı ekonomik yaptırımlar. Bu yaptırımlar, Putin ve Rus elitlerine karşı gözükse de asıl olarak Rus halkınının boğazını sıkarak Ukrayna’daki yönetimi devirmeyi hedef alıyor. Bu atak, Rus emperyalizminin hegemonyası altındaki tüm ülkelere verilmiş bir gözdağı. ABD, Ukrayna savaşının ateşlenmesinden önce de kendine göre ekonomik olarak zayıf olan Rusya’ya yaptırımlar uyguluyordu. Alevlenen çatışmalar sonrasında ekonomik yaptırımlar daha da ağırlaştırıldı. Bunun sonucu olarak Rusya’da temel gıda ürünleri yüzde 20 ila yüzde 40 oranında zamlandı. Türkiye’de olduğu gibi Rusya’da da halk marketlere koşarak gıda stoğu yapmaya başladı. Çok uluslu şirketlerin Rusya’daki faliyetlerini durdurması sonucu yüz binlerce işçi işini kaybetti. Putin rejimine göre Ukrayna’da bir savaş yaşanmıyor. Bu bir tür “terörle mücadele.” Ülkede kamusal alanlarda çatışmaların savaş olarak ifade edilmesi yasak ve bunu diyenler ağır cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalıyor. ABD ve Batı emperyalizminin yaptırımları, Putin rejimini sarsmıyor. Tersine Rusya halkını yoksullaştırıyor. Rusya devletinin propaganda aygıtına maruz kalan işçilere ve fakirlere, içine yuvarlandıkları kötü koşulların “dış güçler” tarafından yapıldığı anlatılıyor. İşçilerin ve emekçilerin vergilerinden oluşan kamu bütçesini NATO’ya karşı silahlanmaya ve devasa masraflara harcayan Putin, içeride kurduğu sansür ve baskı rejimine dayanarak Ukrayna halkını öldürüyor. Türkiye’nin tavrı NATO üyesi ve aynı zamanda Putin’in dostu olan AKP+ MHP yönetimindeki Türkiye, Ukrayna savaşında tarafsız ve arabulucu bir rol oynar gibi gözüküyor. Egemen sınıfın sözcüleri - süslü bir laf olarak - bu politikaya “dengelemecilik” diyor. Türkiye’yi yönetenlerin Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz’de yürüttüğü sınır ötesi operasyonlar ABD-Rusya arasındaki çekişmede oluşan boşuklardan yararlanmayı hedefliyor. Fakat Ukrayna savaşı işleri karıştırdı. Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımlara onay vermeyen iktidar bloku, Buça katliamının ardından – sorumlu olarak Putin’i tam olarak hedeflemese de- Rusya’nın Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Güvenlik Konseyi üyeliğinin askıya alınmasına onay verdi. Avrasyacılık denen milliyetçi/ulusalcı/içe kapanmacı politikalara yelken açıp, aynı zamanda Batı emperyalizminin çıkarları doğrultusunda çeşitli ülkelerde faaliyet yürüten mevcut dış politikasının geleceği daha da belirsizleşti. Savaş karşıtı hareketin önemi ABD ve Rusya arasındaki emperyalist çekişme sonucu savaş uzatılıyor. NATO son zirvesinde bu savaşı körükleyerek, Doğu Avrupa’da ve dünyanın geri kalanındaki yayılmacılığının devam edeceğini ilan etti. Rus imparatorluğunu - Stalin’i överek - yeniden diriltmek isteyen Putin ve Rus egemen sınıfı için hegemonya savaşı bir varlık yokluk mücadelesi. Üstelik her iki kamp da, nükleer silahların varlığı nedeniyle doğrudan savaşa giremiyor. Bu olduğu takdirde insan uygarlığı büyük ve onarılamaz bir yıkımla karşılacaktır. Ukrayna’daki savaşı, başta Rusya olmak üzere dünyaya yön veren en gelişmiş (G20) devletlerinde ya da bu savaşa dahil olan diğer ülkelerde yaşayan işçiler, emekçiler, savaş karşıtları durdurabilir. Devrimci sosyalistler, emperyalist savaşlara karşı (dünyada kalıcı barışı hakim kılmak için) her bir ülkede kendi egemen sınıflarına karşı mücadele etmek gerektiğini savunuyor. Savaşsız bir dünya mümkündür. Ve bu dünya işçilerin mücadelesi ve devrimleriyle kurulabilir, acilen kurulmalıdır.

Yunanistan’da genel grev

Yunanistan’da Yunan İşçileri Genel Konfederasyonu (GSEE) ile Yunan Devlet Memurları Sendikası'nın (ADEDY) ortaklaşa düzenlediği 24 saatlik genel greve yüzbinlerce işçi katıldı. 2.5 milyon işçinin katıldığının tahmin edildiği grevler otobüs, tramvay, metro, adalar arası gemi seferlerini durdurdu. Grevlerin devamında yapılan gösterilerde AB ile anlaşmanın sonucunda dayatılan kemer sıkma politikalarına, hayat pahalılığına karşı talepler yükseltildi. Maaş zammı ise ana taleplerden birisiydi. 

Peru: Enflasyonla mücadele böyle olur

Peru halkı enflasyonla mücadelenin yöntemleri konusunda yol gösteriyor. Devlet Başkanı Pedro Castillo, akaryakıt ve gübre fiyatlarına karşı halkın öfkesinin sokağa taştığını görünce sokağa çıkma yasağı ilan etti. Ukrayna’nın Rusya tarafından işgal edilmesiyle tetiklenen fiyatlar başkent Lima ve Callao’da kitlesel gösterilere neden oldu. Gösteriler son 25 yılın en ağır enflasyon oranlarına karşı büyüyen tepkinin ifadesi.  İktidar bir yandan sokağa çıkma yasağı ilan ederken bir yandan da tepkileri dindirmek için yakıt vergisini geçici olarak kaldırdığını ilan etti. Fakat bu tedbirler kamyon şoförleri ve çiftçilerin sokağa çıkmasını engellemedi. Devlet başkanı Castillo olağanüstü hal ilan etti ve bu durum yaklaşık 10 milyon kişinin toplanma ve dolaşım özgürlüğüne karşı bir darbe. Fakat bu tedbirlere rağmen 9 Nisan Pazar günü on binlerce insan eylemlere devam etti.   Sağcı politikaların tetiklediği enflasyona karşı mücadelenin nasıl örgütlenmesi gerektiği konusunda Peru halkı tüm ezilenlere ilham veriyor.

Kaşıkçı davasında adalete ihanet

Cemal kaşıkçı Suudi bir gazeteciydi. 2 Ekim 2018 günü evlilik evraklarını düzenlemek için Suudi Arabistan’ın İstanbul Konsolosluğu’na gitti. Kaşıkçı’dan bir daha haber alınamadı. Görüntü kayıtları Kaşıkçı’nın konsolosluktan asla çıkmadığını gösteriyor. Kısa sürede Kaşıkçı’nın vahşice öldürüldüğü ve cesedinin parçalandığı anlaşıldı. Türkiye’de yetkililer en başta bu vahşetin üzerine gitseler ve Suudi yöneticileri suçlasalar da dört yıl sonra geçtiğimiz hafta 26 sanığın yargılandığı kaşıkçı mahkemesi durma kararı verdi. Mahkeme, yargılamanın Suudi Arabistan adli makamlarına devrine hükmetti.  Davanın Suudi Arabistan’a devri, davanın sona ermesi anlamına geliyor. İktidar birçok konuda olduğu gibi bu konuda da verdiği sözleri bir çırpıda unuttu ve büyük bir adaletsizliğe imza attı. (Sosyalist İşçi)

Fransa cumhurbaşkanlığı seçimi - Neoliberal Macron ve faşist Le Pen karşı karşıya

Asıl umut, son yıllarda Fransa'yı sarsan aşağıdan hareketler ve mücadelelerde yatıyor. Pazar akşamı sona eren ilk tur oylamanın ardından bir neoliberal ve bir faşist Fransa'nın cumhurbaşkanlığı için yarışacak. Oyların neredeyse tamamı sayıldığında, görevdeki Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron yüzde 27,6 ile önde ve Ulusal Cephe'nin lideri Marine Le Pen yüzde 23,4'te kaldı. Sol aday Jean-Luc Melenchon yüzde 22 oy aldı, bu 2017'deki seçimlerden daha iyi bir oy oranı. Anket sonuçlarının açıklamasının hemen ardından konuşan Melenchon, ortaya çıkan durumun "yapılabilecek ve yapılmayacak şeyler açısından büyük bir hayal kırıklığı" olduğunu söyledi. “Artık sosyal, çevresel ve politik bir acil durumumuz var” dedi. “Her biriniz bu korkunç seçimle yüzleşmek zorundasınız. Madam Le Pen tek bir oy bile almamalı. Mücadele devam ediyor. Tepeye yuvarladığımız kayanın geriye düşmesine izin veremeyiz. Mücadele devam ediyor." Oyların yüzde 7'sini alan ve alçak bir İslamofobik olan Eric Zemmour'a rağmen, Le Pen'in puanı 2017'den yüzde 2 daha yüksek. Faşistler, Fransa'da 20 yıldır büyüyor. Ancak Le Pen'in son atağı, Macron'un zenginlere için yönetiminin doğrudan bir sonucudur . Sosyalist İşçi'nin 2017'deki seçimden sonra uyardığı gibi, “Macron, selefleriyle aynı sorunlarla karşılaşacak. Stratejilerini bozmasını beklemek için hiçbir sebep yok. Neoliberal politikaları, Le Pen'e taraftar yaratan korku, umutsuzluk ve kırgınlığı sürdürmeye devam edecek." Macron'un emekli maaşlarına ve protesto haklarına yönelik saldırısı, Sarı Yelekliler hareketine yönelik baskısı, katil polisleri desteklemesi ve Covid salgınındaki başarısızlıkları Le Pen'e yardımcı oldu. Le Pen, Müslüman kadınların toplum içinde peçe takmasını yasaklamak ve göçmenlere sağlanan sağlık ile barınma yardımlarını çoğunu kaldırmak istiyor. Ve Fransa'nın siyasi sınırlarını sertleştirmek için anayasayı yeniden yazmayı planlıyor. Ayrıca göçmenlerin Fransa'da doğan çocukları için otomatik vatandaşlığa son vermek istiyor. Müslüman göçmenlerin Avrupa'nın beyaz sakinlerini ezeceğini söyleyen iğrenç "büyük ikame" teorisini pazarlayan Eric Zemmour, seçimlerin 2. turunda Le Pen'i desteklyecek. Le Pen cumhurbaşkanı seçilirse, polisin ırkçılığını ve cezasız kalmasını artıracak, sendikal gücü kırmaya çalışacak. Resmi devlet yapılarının dışında faaliyet gösteren sokak haydutlarını “aşağıdan” faşist bir program yürütmek için cesaretlendirebilir. Okul sendika temsilcisi Mari Lassale, Sosyalist İşçi'ye “İşyerimdeki insanlar Macron'a oy vermeyecek. Yıllardır ona karşı savaşıyoruz. O düşman. İki hafta içinde ne olursa olsun sosyal patlamaya hazır olun” dedi 24 Nisan'da gerçekleşecek ikinci tur oylamanın bir anketinden, Macron'a yüzde 54 ve Le Pen'e yüzde 46 destek sonucu çıktı. Bir diğer ankette Macron yüzde 52,  Le Pen yüzde 48 gözüküyor. Le Pen gerçek bir tehlike ama durdurulabilir ve en iyi yöntem toplumun tabanında harekete geçmektir. Onu yenmenin ve büyümesine yol açan koşullarla yüzleşmeye başlamanın yolu aşağıdan mücadeledi. Şimdi Macron, “demokratlara” Le Pen'e karşı birleşme çağrısı yapacak. Ancak emeklilik yaşını üç yıl artırmak ve işçi haklarını tekmelemek isteyen bir adam için bu tamamen boş bir hamle. Yüzde 2,3 oy alan Komünist Parti ve yüzde 4,6 oy alan Yeşiller Partisi, medyanın çıkış anketlerini yayınlamasının ardından hemen Macron'a oy verilmesi çağrısında bulundu. Ama milyonlar onlarla aynı fikirde olmayacak. Ana akım muhafazakar sağ ve reformist Sosyalist Parti, sarsıcı yenilgiler aldı. 1958'den 2017'ye kadar bu güçlerden biri ya da diğeri her zaman başkanlığı kazanıyordu. Genellikle, ikinci turda birbirleriyle karşı karşıya geldiler. Ancak 2017'de ikisi de ikinci tura kalamadı ve toplamda sadece yüzde 27 oy alabildiler. Bu sefer muhafazakar Valerie Pecresse yüzde 4,8'de ve Sosyalist Parti'den Anne Hidalgo zavallı yüzde 1,7'deydi. Bu, her iki güç için de derin bir krizdir. Çekimserlik oranı - yüzde 25'in üzerinde - 2017'dekinden 3 puan daha fazla oldu. Bu, şimdiye kadarki en yüksek oran. Milyonlarca aday, 12 adaydan herhangi biri tarafından oy kullanmaya gitmedi. Yeni Antikapitalist Parti (NPA) ve İşçi Mücadelesi partilerinden devrimci adayların her biri yüzde 1'den az oy aldı. Bu hala yaklaşık yarım milyon oy demek. NPA'dan Philippe Poutou, “Artan saldırılara karşı mücadele seferberliklerini birlikte inşa etmek için tartışmamız gerekecek, aynı zamanda siyasi bir aracı da - tüm sömürülenler ve ezilenler için bir parti” dedi. Fransız işçileri son beş yılda güçlü grevler yaptı. Aşağıdan gelen hareketler ve mücadele, gelecek için gerçek umuttur.

Polonya'da savaş karşıtı protesto

Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik savaşı ve işgali 46. gününe girdi. Hafta sonu dünyanın pek çok yerinde savaş karşıtı protestolar yapıldı. Polonya’da Cumartesi yapılan savaş karşıtı eylemde, Rusya’nın Ukrayna’dan çekilmesi, NATO faaliyetlerinin ve militarizasyonun sınırlandırılması, nükleer silahsızlanma talep edildi. Savaş karşıtları, Polonya’daki güçlü NATO desteğine rağmen, halka NATO’nun çözüm olamayacağını ve savaşın önlenmesi için asıl olarak silahlanmaya dur demek gerektiğini anlattılar.  Önemli bir protestoydu. Birçok insan Ukraynalılarla dayanışma içinde, ancak savaşın yayılma tehdidinden de endişe duyuyor. Bu protesto sadece başlangıç. Savaş uzadıkça savaş karşıtı hareketin büyümesi umut ediliyor.  Polonyalı savaş karşıtlarının Ana sloganlar şunlardır: * Rusya askerlerini Ukrayna'dan geri çeksin. * NATO faaliyetlerinin tırmandırılmasına hayır. * Polonya’nın militarizasyonuna hayır. * Savaşın genişlemesine HAYIR - nükleer silahsızlanmaya EVET. * NATO çözüm değil. * Ukrayna'daki savaşı durdurun * Tüm mülteciler hoş geldiniz

Rus sosyalistleri 'cephe artık her yerde' diyor

Rusya'da mücadele eden Sosyalist Akım'ın değerlendirmesi. Savaş ve yoksulluğun birleşiminden yeni isyan dalgaları gelebilir. Vladimir Putin'in Ukrayna'ya emperyalist işgali başlatmasından bu yana bir aydan fazla zaman geçti. Rusya'nın askeri cephedeki ve iç cephedeki durumunu değerlendirmek istiyoruz. Ağır kayıplar veren Rus ordusu, Ukrayna'nın derinliklerine doğru ilerliyor. Ukrayna'daki cephe raporlarına bakılırsa, bölgesel savunma güçlerine katılmak isteyen düzenli bir savaşçı akışı var. Silahlar dünün okul çocukları ve emekliler tarafından ele geçiriliyor.  Ukrayna Silahlı Kuvvetleri ve Ulusal Muhafız taburları da ağır kayıplar veriyor, ancak cepheyi elinde tutmaya ve hatta karşı saldırı başlatmaya çalışıyor. Efsanevi Mariupol şehrinde, tek bir bina sağlam kalmadı. Ülkenin dört bir yanına füze atışları yapılıyor. Aynı zamanda, Avrupa Birliği ve ABD'nin Rusya'ya karşı yürüttüğü emperyalist savaşın bir biçimi olan yaptırımlar, Rus işçi sınıfını giderek daha sert vurmakta. Fabrikalarda, hizmetlerde ve bilgi teknolojilerinde yapılan yüz binlerce iş kaybı hakkında çeşitli kaynaklardan bilgi sızıyor. Gıda, konut ve temel hizmetlerin fiyatları yüzde 20 ila 40 arası arttı. İnsanlar dükkânlardan büyük miktarlarda tahıl ve şeker satın alırken, “özellikle başarılı” iş insanları bir dizi gıda ürününe hiç de doğal olmayan bir şekilde yatırımda bulunuyor. Öte yandan yakın zamanda işten çıkarılmış veya önemli ölçüde yoksullaşmış insanlar, savaş karşıtı muhalefet saflarına katılmak için acele etmiyor. Bunun nedeni, Rus propaganda makinesinin üç kat güçle çalışması, her köşeye yaptırımlardan Batı'nın sorumlu olduğunu söylemesi: “Şimdi sabırlı olmalı, Nato saldırganlarına ve faşist Ukraynalılara karşı bizi kesinlikle zafere götürecek ulusal bir lider etrafında birleşmeliyiz.” Yoksulların çoğu bu tür propagandalardan büyük ölçüde etkileniyor. Savaş karşıtı hareketin Putin'in baskı mekanizması tarafından yaklaşık bir ay içinde yok edildiğini kabul etmekte fayda var. Karakollarda sert gözaltılar, para cezaları, dayak ve işkence Rusya'da norm haline geldi. Devlet, “Rus ordusunun itibarını zedelemek” ve Rusya'nın “özel askeri operasyon” dediği savaşı alenen kınamak için dile getirilen sözlere yeni cezalar getirdi. Bu çatışmayla ilgili “savaş” kelimesinin kamusal kullanımı ağır para cezasına veya idari tutuklamaya tabi tutuluyor. Facebook ve Instagram aşırılıkçı/radikal örgüt platformları olarak kabul ediliyor ve faaliyetleri Rusya'da yasaklandı. Medya ve internet sıkı bir şekilde kontrol ediliyor. Savaş karşıtı hareketin ana parçasını oluşturan liberal muhalefet, enerjisini örgütlü protestolar yerine amaçsız haftalık yürüyüşlere harcadı. Tüm enerjilerini polis kalkanlarına harcayarak, eylemcilerinin manevi ve fiziksel kaynaklarını çarçur ettiler. Ama umutsuzluğa kapılmayın. Savaş karşıtı aktivistlerin ilk dalgası esas olarak öğrencilerden ve aydınlardan oluşuyordu. Bunu daha büyük dalgalar takip edecektir. Sonraki dalga, sosyal krizden en çok etkilenen işçilerden ve belki de daha sonra hayal kırıklığına uğrayan askeri ve güvenlik güçlerinden gelebilir. Rusya'da sosyal kriz büyüdükçe, daha fazla sol protesto için alan açılabilir. Grevler yaşanabilir. Her şey savaşın zamanlamasına ve krizin derinliğine bağlı. Cephe artık her yerde, her ülkede, evler de artık bir cephe. Tüm devrimci sosyalistlerin temel görevi, yeni ortaya çıkan ve tırmanan bu emperyalist çatışmada yer alan kendi emperyalist hükümetlerine karşı savaşmaktır. Sosyalist savaş karşıtı cephe genişletilmeli ve güçlendirilmelidir.

Geri 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 İleri

Bültene kayıt ol