Moskova'da askeri güç gösterisi yapan Putin, Ukrayna işgalini bir kez daha faşizme karşı mücadele olarak sundu. Şenol Karakaş, Enternasyonal Sosyalizm dergisine yazdığı makalede, Türkiye'de bazı kemalist ve stalinist çevrelerde alıcı bulan bu çarpıtmayı çürütüyor.
İlgili bölüm aşağıda. Makalenin tamamına ve dipnotlara buradan ulaşabilirsiniz:
Putin’in Ukrayna’daki Neonazilerin etkilediği rejime karşı olduğunu ve bazı faşist saldırılardan sorumlu olan paramiliter çeteleri çökertmek istediği “iddiası” önemli. Putin bunu hem işgal kararını açıkladığı konuşmasında, hem 3 Mart’ta Fransa devlet başkanı Macron’la yaptığı uzun konuşmadan sonra, hem de Ukrayna heyetiyle Rusya heyetinin ilk uzlaşma görüşmelerinden hemen sonra, tüm dünya dikkatle ne diyeceğini beklerken açıkladı. “Operasyonlarımız devam ediyor, askerlerimiz kendini feda ediyor. Neonazilere karşı savaşıyoruz”[35] diyordu.
Ukrayna’da faşizmin etki alanı hakkında, Enternasyonal Sosyalizm’in elinizde tuttuğunuz bu sayısında hemen sonraki yazıda daha kapsamlı açıklamalar da mevcuttur. Burada sadece birkaç noktaya değinmeye çalışacağım.
Dünyadaki faşizm mücadelesinin Putin’e kaldığına inananların olması müthiş. Bu, mezbaha patronlarının hayvan katliamına karşı mücadelesi kadar, Shell’in fosil yakıtlara karşı olduğunu anlatan reklamlar kadar inandırıcıdır. Ne yazık ki Türkiye’de böyleleri mevcut. Putin’in faşizme karşı mücadele edemeyeceğini, kendisinin de apaçık bir diktatörlük inşa eden bir figür olduğunu söyleyenlerin liberal olmakla suçlanmasının üzerinde durmaya ise değmez.
İşgalin başlarında, Ukrayna’da faşizm meselesi hakkında iki önemli makale yayımlandı. Bu makalelerden ikincisi, Karel Valansi’nin kaleme aldığı “Putin´in neo-Nazi iddiası üzerine” başlıklı yazıydı[36], sol kamuoyunun bir kesiminin keyifle peşinden koştuğu “Ukrayna’da faşist tehlike” argümanını bir diktatörün bir işgali başta sol kamuoyu ve geniş kitleler, dünya halkları ve Nazi işgaline karşı bir tarihi olan Rusya işçi sınıfı ve sosyalistlerini ikna etmek üzere ürettiğini çok net gösteriyordu. Çünkü bu iddia köklü bir yanlışı barındırıyor. Valansi, Putin’in konuşmalarından birisinde söylediklerini aktarıyor: “Görünen o ki, Kiev’de oturup Ukrayna halkını esir alan bir grup uyuşturucu bağımlısı ve neo-Nazi’ye kıyasla, sizinle bir anlaşmaya varmamız daha kolay olacak.”[37]
Evet, bildiniz, burada Putin Ukrayna ordusuna sesleniyor! Ukrayna ordusuna diyor ki siz devlet başkanınızdan, bir grup uyuşturucu bağımlısı ve neo-Nazi’den daha iyisiniz. Gelin sizinle anlaşalım. Anlaşmanın şartı açık Putin açısından; ordu, Ukrayna devlet başkanını devirecek ve darbeyle Rusya’nın sömürgesi olmayı kabul ettikleri bir rejim kuracak ve bu da Putin’in antifaşist kararlılığının ifadesi olacaktı.
Valansi’nin dediği gibi, “Oysa Ukrayna’da Nazilerin hüküm sürdüğünü gösterebilecek hiçbir emare yok; ne topraklarını genişletmek istiyor, ne revizyonist bir politikası var, ne devlet eliyle bir grup insan hedefleniyor ve katlediliyor, ne olağandışı bir antisemitizm veya başka bir gruba yönelik düşmanlık var, ne bir diktatör tarafından yönetiliyor…”[38]
Valansi “Putin’in Nazi olmakla suçladığı Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski bir Holokost kurtulanının torunu ve Yahudi. Suçlamasının trajikomik yönü bu. Hani eğer Zelenski’nin illa bu kimliği öne çıkarılacaksa eğer, ancak şu söylenebilir; Putin bu saldırıyla bir Yahudi kahraman yarattı” sözleriyle bitiriyor yazısını. Eli kanlı bir diktatör halkın yüzde 70’ten fazlasının oyunu alarak seçilmiş ve bir Holokost kurtulanının torunu olan bir Yahudi’yi faşist olmakla, kurduğu rejimi de faşist bir rejim olmasıyla suçluyor. Bu iddianın Türkiye’de bu kadar alıcı bulması acıklı bir duruma işaret ediyor.[39]
Bu tür iddiaların, Irak’a saldırmadan önce Saddam Hüseyin’in elinde kitle imha silahı olduğunu savunan Bush’un iddialarından hiçbir farkı yok. Bir ülkenin iç siyasal rejiminde aşırı sağcı ve faşist kurumların olup olmaması, başka bir emperyalist gücün bu ülkeyi işgal etmesi için bir gerekçe olamaz. Bu kadar basit bir yaklaşımda anlaşamıyor olmak, üzerinde derin derin düşünülmesi gereken bir konudur. Ama Marx’ın esaslı yorumu, bu tartışmaya girerken, kenarda durması gereken bir açıklayıcılığa sahip:
İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama kendi keyiflerine göre, kendi seçtikleri koşullar içinde yapmazlar, doğrudan veri olan ve geçmişten kalan koşullar içinde yaparlar. Bütün ölmüş kuşakların geleneği, büyük bir ağırlıkla, yaşayanların beyinleri üzerine çöker. Ve onlar kendilerini ve şeyleri, bir başka biçime dönüştürmekle, tamamıyla yepyeni bir şey yaratmakla uğraşır göründüklerinde bile, özellikle bu devrimci bunalım çağlarında, korku ile geçmişteki ruhları kafalarında canlandırırlar, tarihin yeni sahnesinde o saygıdeğer eğreti kılıkla ve başkasından alınma ağızla ortaya çıkmak üzere, onların adlarını, sloganlarını, kılıklarını alırlar.[40]
Marx bu pasajın devamında “yeni bir dili öğrenmeye başlayan kişi, onu hep kendi anadiline çevirir durur, ama ancak kendi anadilini anımsamadan bu yeni dili kullanmayı başardığı ve hatta kendi dilini tümden unutabildiği zaman o yeni dilin özünü, ruhunu özümleyebilir” diyor. Ukrayna işgali, solun çeşitli kesimlerinin anadilinin katıksız bir stalinizm olduğunu gösterdi ne yazık ki. Putin’in bu kadar ucuz iddialarının bu kadar kolayca benimsenebilmesinin nedeni buydu.
Böyle olmasa, sanki Rusya bir demokrasi cennetiymiş ve Putin de bu sınırsız demokratik ülkenin aşırı hoşgörülü, esnek, sınırsız demokrasiyi savunan lideriymiş gibi davranılamaz ve Rusya’nın emperyalist egemen sınıfının adına girişilen Ukrayna işgali böyle mazur gösterilemezdi. İşgale özür bulunmasının nedeni, bu “anadilde” yatıyor. Tüm gelişmeler önce bu dile çevriliyor. Yoksa, Rusya’da gösteri hakkı yasaklanan öğrenciler, grev hakkı askıya alınan işçiler, varlıkları reddedilen LGBTİ+’lar, Çeçenler üzerinde işleyen ağır baskı mekanizmasının ışığında Ukrayna işgali için mazeret üretmekten uzak durulurdu. Ukrayna işgalini protesto ettiğimiz bir basın açıklamasında Rusya konsolosluğu önünde söylendiği gibi, Putin dünyayı aşırı sağdan temizlemek istiyorsa işe intihar ederek başlayabilir. Çünkü bu adam istemediği grupların seçimlere katılmasını engelleyen yasayı onaylayan, 2012 yılında LGBTİ+’ların faaliyetlerinin onlarca yıl yasaklanması gerektiğini savunan bir diktatördür. Ciddiye aldığı bir muhalifin zehirlenmesi ya da hapse girmesi işten bile değildir.
Kendisi bir diktatör olan Putin, başka ülkelerin iç işleyişinde antidemokratik öğeleri bahane ederek işgalcilik yapamaz. Bu bahaneyi ikna edici bulanların neden bir zoka yuttuğunu tekrar tekrar açıklamak zorunda kalmak hicap veriyor! Bir başka ülkenin aşırı sağcı, otokratik siyasal iktidarları o ülkenin işgal edilmesi için bir neden sunuyorsa, hep beraber Rusya’yı işgal edebiliriz. Putin’in yanında Ukrayna siyasal rejimi çok daha demokratik bir manzara arz ediyor.
Üstelik 2010’lu yılların başında Ukrayna’daki kitlesel ve uzun soluklu eylemlerin içinde faşistlerin olması, siyasal rejime kenarından bulaşan faşist paramiliter örgütlerin varlığı, Putin’in abarttığı gibi bir rejim yapısının var olduğu anlamına gelmiyor. Ukrayna siyasal rejimi faşist değil. Faşistlerin paramiliter güçleri dışında siyasal rejimi doğrudan belirlediği bir ülke de değil. Örneğin bu açıdan Türkiye’yle kıyaslanamaz bile. Üstelik Ukrayna’daki Rus azınlığa yönelik saldırılar Zelenski iktidarı tarafından planlanan, uygulanan süreçler değildir.
“Anti faşist Putin özürcülüğü”, özünde, öyle ya da böyle Rusya ordusunun Ukrayna işgalini savunmak isteyenlerin gerçeklerle hayalleri kasıtlı bir şekilde çarpıtarak ürettiği bir politik yaklaşımdan başka bir şey değil. İsteyen her ülkenin bir başka ülkede beğenmediği bir rejime karşı askeri müdahalesinin meşrulaştırılmasından başka hiçbir anlamı yok bu iddiaların. Bush, diktatör Saddam’ı ve kitle imha silahlarını ya da Afganistan’da El Kaide’yi ABD ve insanlık için tehlikeli bulduğu iddiasıyla işgallere girişmişti. Ukrayna’daki faşist örgütlerle uğraşmak, aşırı milliyetçi bir Rus despotunun işi değildir. Ukrayna’daki faşistlerle, Ukrayna halkı, Ukrayna işçi sınıfı kendisi hesaplaşır. Muhalefet içindeki Putin özürcülüğü, ABD’nin Irak işgaline karşı çıkarken ürettiğimiz ve küresel muhalefetin ortak kazanımı olan temel kavramları bir işgali savunmak için allak bullak ediyor.
John Molyneux bir keresinde şöyle yazmıştı:
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında, Sovyetler Birliği’nin emperyalist olmadığı ve olamayacağı küresel solun büyük çoğunluğu tarafından temel ve tartışmasız bir doğru olarak kabul ediliyordu. Bunun nedeni, emperyalizmi kapitalizmle bağlantılandırmaları ve Sovyetler Birliği’nin şu veya
bu şekilde sosyalist bir toplum olduğuna ve sonuçta
anti-emperyalist olduğuna inanmalarıydı. Sovyetler Birliği’nin kendisi de bu imajı geliştirmek için epey çaba harcadı.[41]
Bu sözlere eklenebilecek tek şey, faşizm konusunda da bütünüyle geçerli olduğudur. İşgalin 38. gününde, Putin askeri harekâtın başarısız olacağını kabullenip Kiev’den geri çekilme emri verdiğinde bir dizi görüntü yayınlanmaya başladı. Bunlar toplu mezar görüntüleriydi. Bir sosyal medya mesajı, “Ukrayna’nın başkenti Kiev’in kuzeyinde bulunan Bucha kentinde 300 kişilik toplu mezar bulundu… Ayrıca tek bir sokakta sivil giyimli 20’den fazla erkek cesedi bulundu.” diyordu.[42] Korkunç görüntülere rağmen muhalif kamuoyunda gerekli olan sert tepki şekillenemiyor. Rusya’nın faşistlere karşı savaşırken faşistleri kurşuna dizip, işkence edip toplu mezara gömdüğünü düşünerek ruhlarını ferah tutanlar olduğu çok açık.
İnsanların Rusya’nın sahiden de faşistlere karşı “özel bir operasyon” yürüttüğüne inanmalarını sağlayan, Putin’in her dediğine inanma eğilimleri ve “asıl düşman içeride değil NATO’da” diye düşünmelerinin yanı sıra I. Dünya Savaşı’nın antifaşist kahramanlıklarının stalinizmle özdeşleştirilmiş olmasıdır.
Oysa bu, tarihin en büyük yalanlarından biri. Nazilerin milyonlarca Rus vatandaşını katletmesi ve Rusya halklarının kahramanca direnişi bu gerçeği değiştirmiyor ne yazık ki. Faşizm hakkındaki bu efsane, SSCB’nin 1930’larda iç rejiminde uygulanan ağır baskının da nedeni olarak görülüyor. Oysa Nazilerin Rusya’ya saldırmasından önce Stalin içeride diktatörlüğünü sosyalizmle maskeleyerek ilan etmiş, 1936, 1937 ve 1938’in Mart ayındaki Moskova mahkemelerinde tüm muhalefeti fiziksel olarak imha etmişti. 1934 yılında Sovyetler Birliği’nde bir tek ülkenin sınırları içinde sosyalizmin kurulduğunu ilan edip tüm enternasyonal ilişkilerdeki prestijini de bu “sosyalizmin anavatanının” korunmasına hasredilmesi için kullandı. Komintern Stalinist Rusya’nın korunmasının dış politika aracı haline getirildi. Stalinist bürokrasi, Almanya’da Nazilerin savaşı başlatmasından önce İspanya’da Franco faşizmiyle dış politika anlayışını sınamıştı.[43] Stalinist iktidar, faşizme karşı mücadeleyi devrimin Avrupa çapında yayılmasında değil “Almanya ve İtalya’ya karşı İngiltere ve Fransa ile cephe kurmak”[44] olarak belirlemişti. Bu uzlaşmanın ilk sonucu İspanya’da faşizme karşı mücadelenin ihanete uğraması oldu.
Komintern’in Avrupa komünist partilerine dayattığı siyasetleri, Rus diplomatlarının Nazilerle yaptıkları görüşmeleri ve imzaladıkları anlaşmaları, savaş öncesinde İspanyol iç savaşında ve savaştan sonra Yunan iç savaşında iktidara yürüyen işçilerin satılmasını ancak Stalinist bürokrasinin bu tek ve belirleyici amacının ışığında anlamak mümkün.[45]
Troçki, Almanya’da faşizmi incelediği başucu eserinde, Stalinist Komintern’e bağlı Alman Komünist Partisi’nin işçi sınıfının Nazi tehdidine karşı birleştirmekten uzak olan politikalarını sert bir şekilde eleştirirken şöyle diyordu:
Yenilmiş liderlerin Hitler’in zaferindeki kendi paylarından hiç söz etmemeleri ise sadece yakışıksız bir tevazudan ötürüdür. Dama diye bir oyun olduğu gibi, kaybeden kazanıyor diye bir oyun da vardır. Almanya’da oynanan oyunun benzersiz yanı ise, Hitler dama oynarken hasımlarının kaybetmek için oynamış olmalarıdır. Siyasi dehaya gelince, Hitler’in buna ihtiyacı olmamıştır. Karşısındaki düşmanın stratejisi, kendi stratejisinin eksik kalan yönlerini büyük ölçüde tamamlamıştır.[46]
Hitler-Stalin paktı da Stalin’in Hitler’in stratejisinin eksik kalan yönlerini tamamladığı berbat bir uzlaşmadır. Kuşkusuz sadece bir uzlaşma değil, birbirine de düşman olan iki diktatörlüğün Polonya’yı işgal anlaşmasıdır. Chomsky, Putin’in Ukrayna’da işgali başlattığı günlerde bir röportaja verdiği yanıtta Hitler-Stalin paktının ne anlama geldiğinin altını çiziyordu:
Soruya dönmeden evvel, su götürmez bazı olguları yerli yerine oturtmamız gerekiyor. En can alıcısı, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin büyük bir savaş suçu olduğudur; iki çarpıcı örnekle, ABD’nin Irak’ı, Hitler ile Stalin’in 1939 Eylül’ünde Polonya’yı işgal etmeleriyle aynı düzeydedir. Açıklamalar aramak hep makul görünür, ama bunun meşrulaştırıcı, hafifletici sebebi olmaz.[47]
Pakt imzalanmadan önce Stalin 18. Parti kongresinde Almanya’yla Rusya’yı birbirine karşı kışkırtan Batılı önderleri kınarken, Rusya’nın kendisine karşı güç kullanmayan tüm komşularıyla iyi ilişkiler kurmak ve sürdürmek istediğini ilan etti. Sadece kongre konuşmaları değil açık-gizli görüşmelerle Stalin’le Hitler arasında bir flört dönemi yaşandı. 23 Ağustos’ta Hitler’in temsilcisi Ribbentrop’la Kremlin’de “gizli bir ek protokolü” de içeren bir saldırmazlık anlaşması imzalandı. Anlaşma iki taraftan birisi savaşa girerse diğerinin tarafsız kalacağını karara bağlıyordu. Gizli protokol;
Polonya, Finlandiya, Estonya, Letonya ve Litvanya’nın kaderini tayin ediyordu, Polonya, Almanya ile Rusya arasında (Vistül nehrinin doğusu Rusya’nın olmak üzere) paylaşılacak; Litvanya Almanya’nın, diğer ülkeler ise Rusya’nın nüfuz alanında kalacaktı. Protokolde öngörüldüğü üzere, Eylül başında Nazi ordularının Polonya’yı işgalinin arkasından Kızıl Ordu da Polonya topraklarına girdi.[48]
Hitler, dünya çapında bir dev güç olan Rusya’nın tarafsızlığını Stalin’in onaylayan sessizliğiyle garanti altına alıp tüm Avrupa’ya kan kusturmaya başladı. Yeni bürokratik egemen sınıf Stalin liderliğinde Hitlerle anlaştı, sınıfsal çıkarları için Avrupa’da tüm komünist partileri silahsızlandırdı, 1936’da İspanya’da olduğu gibi iç savaşta mücadele eden sosyalistlerin karşısına cumhuriyetçi burjuvazi adına sükûneti sağlamak üzere dikildi, Polonya’yı işgal etti ve sonunda milyonlarca Rusya vatandaşını da imha edecek Hitler’in elini kolunu serbest bıraktı.
İşte bu nedenle, Putin’in, antifaşist süslü konuşmalarına hiçbir şekilde taviz verilemez. Bugünü aklamak için anlattığı tarih bile yalanlara dayalı. Sivilleri yakıp yıkan bir işgali meşrulaştırmak için günümüz otoriter liderlerinin dile getirebildiği yalanların seviyesi inanılmaz. Daha da inanılmaz olan, bu yalanlara inanma yönündeki yatkınlık.