Lübnan: İsrail tankları BM üssüne zorla girdi

Ukrayna: NATO yardım edecek mi?

Rosa Luxemburg, her fırsatta I. Dünya Savaşı’nı kınamıştı. Alman basınında Rus ve İngiliz emperyalizminin suçlarına yönelik haberlerin sıklıkla görüldüğünü ancak Almanya’nın emperyalist eylemleri ve emelleri konusunda sessiz kalındığına dikkat çekmişti. İngiliz basını da Alman militarizmini ve saldırganlığını kınıyor, benzer şekilde Rusya (İngiltere’nin müttefiki) veya İngiliz katliamları ve fetihleri hakkında hiçbir şeyi haber yapmıyordu. Yani emperyalist güçler rakipleri hakkında doğruyu söylerlerken, kendileri hakkında hep yalan söylediler. Emperyalizm hiçbir zaman sadece güçlü ülkeler ve kurbanları (yerli halklar, küçük ülkeler vb.) arasındaki baskıcı ilişkiyle ilgili olmadı, aynı zamanda rakip emperyalist güçler arasındaki çatışmalarla da ilgili oldu. Emperyalist güçler operasyonlarını daima rakiplerin veya isyancıların saldırılarına karşı ‘savunma’ ve ‘karşılık’ olarak sunarlar. Ve elbette, herhangi bir imparatorluk ne kadar büyükse, “savunacak” o kadar çok şeyi vardır. NATO Bütün bunlar NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) için de geçerli. ABD’nin inisiyatifiyle 4 Nisan 1949’da 12 Batı Avrupa ülkesinin katılımıyla kuruldu. Bu yıllar ABD’de komünizm karşıtlığının ve McCarthyizmin zirvede olduğu anlardı. Doğal olarak, Batı Avrupa’ya olası bir Sovyet saldırısını önlemek için bir savunma ittifakı olduğu iddia edildi (bunun için hiçbir kanıt yoktu ve güçler dengesi göz önüne alındığında büyük ölçüde de olası değildi). Gerçekte, ABD emperyalist gücünün genişlemesi ve projeksiyonu için bir araçtı.  NATO’nun bir “eşitlikler” ittifakı gibi görünmesini sağlayacak sivil bir üstyapı özenle inşa edildi. Ancak gösterilen yapının arkasındaki askeri gerçekler, bu düşüncenin saçmalığını açıkça gösteriyor. Gerçekte ABD askeri gücü, diğer tüm NATO üyelerinin toplam gücünden çok daha fazlaydı ve hâlâ da öyle. ABD askeri harcamaları (778 milyar dolar), en fazla harcama yapan on ülkenin toplamından (630 milyar dolar) daha fazla. Ve küresel askeri yayılım söz konusu olduğunda, ABD’nin dünya çapında yaklaşık 750 askeri üssü var. Bu rakama yaklaşan başka bir ülke yok.  NATO Genel sekreterinin sırayla farklı ülkelerden seçilmesiyle “dengeli” bir görünüm sergilenmek isteniyor. Genel Sekreter şu anda Norveç eski Başbakanı Jens Stoltenberg. Ancak 1949’dan günümüze NATO’nun 19 başkomutanının her biri ABD’dendi.  Bu nedenle, NATO’nun ABD emperyalizminin emri ve hizmetinde olmaksızın harekete geçmesi düşünülemez.  NATO müdahaleleri Balkanlar: Eylül 1995’te NATO, Bosnalı Sırplara karşı Planlı Güç adı verilen bir operasyon yaptı. Binden fazla bomba attı ve azaltılmış uranyum mühimmatı kullandı. NATO 1999’da Yugoslavya’ya, Soylu Örs adı verilen ve yaklaşık 500 sivilin hayatını kaybettiği bir operasyon daha yaptı. Afganistan: 2001’de Amerika Birleşik Devletleri, ülkeyi 20 yıl daha süren korkunç bir savaş döngüsüne sokacak olan ve ABD’nin tamamen yenilgiye uğrayacağı Afganistan’ı işgalini NATO’nun himayesi altında gerçekleştirebildi. Irak: 2004’te NATO, ABD’nin Irak’ı işgal etmesine yardım etmek için Irak güçlerini eğitecek birlikler gönderdi. Bu öncelikle, korkunç Irak savaşına müttefiklerinin en azından simgesel olarak katılımını sağlamanın bir yoluydu. Aden Körfezi: 17 Ağustos 2009’dan itibaren NATO, Aden Körfezi ve Hint Okyanusu’ndaki deniz trafiğini Somali Korsanlarından korumak için savaş gemilerini görevlendirdi. Başlangıçta Amerika Birleşik Devletleri’nden gelen savaş gemileri katıldı, ancak diğer birçok ülkeden gemiler de daha sonradan dahil edildi. Libya: 2011’de ABD, Albay Kaddafi rejimine karşı Libya’ya müdahale etmek için NATO’yu kullandı. 5900’den fazla saldırı düzenledi ve ülke, bugün de etkisinin sürdüğü şekilde harap edildi. Bu müdahalelerin hiçbirinin demokrasiyi savunmakla bir ilgisi yoktu. Yalnızca ABD imparatorluğunun devam etmesine yardımcı olmakla ilgiliydi. Savunma, genişleme ve demokrasi NATO gerçekten Batı Avrupa’yı Sovyet saldırısından korumakla ilgili olsaydı, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından ve 1989-91’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra kendini feshederdi. Ancak NATO, dağılmak şöyle dursun, tam da Rusya sınırlarına doğru amansız bir genişleme süreci başlattı. 12 ülkeyle kurulan NATO, çoğu doğrudan Rusya ile sınır olmak üzere toplam 30 ülkeye genişledi. 1962’de ABD, Küba’daki Rus füzelerinin varlığı yüzünden dünyayı nükleer savaşın eşiğine getirdi. Varşova Paktı Venezüella ve Brezilya ile birlikte Kanada ve Meksika’yı da içine alacak şekilde genişleseydi çığlıkları ve öfke dolu haykırışları bir düşünün.  NATO’nun ABD ve başlıca müttefiklerinin stratejik çıkarlarını geliştirmek yerine demokrasiyi savunmakla ilgisi olduğu düşüncesi gülünçtür. NATO ve ABD’nin ‘demokrasiyi savunmada’ başarısız olduğu örnekler oldukça fazla: Bunlar Pinochet yönetimindeki Şili’den, 70’lerde askeri yönetim altındaki Brezilya ve Arjantin’e, 1967-74 askeri cunta yönetimindeki Yunanistan’dan, Güney Afrika’daki ırk ayrımına, İsrail’de sürekli gördüğümüz ırkçılıktan, bugün Suudi Arabistan ve Mısır’a kadar. Buna birçok NATO ülkesinin, siyasi mahkumların ABD’de izin verilmeyen yöntemlerle sorgulanabilecekleri, yani işkence edilebilecekleri bölgelere taşıdıkları korkunç politikasına yardımcı olduğu gerçeği de eklenebilir. Büyük resim NATO büyük resmin içinde görülmeli. ABD emperyalizminin dış politikasının, Amerikan Devletleri Örgütü (OAS), Uzak Doğu’daki AUKUS paktı, CIA ve diğer birçok kurumun faaliyetleri ile birlikte çalışan ve sonuçta ABD’nin ekonomik ve askeri gücüne bağlı ve ona hizmet eden kollarından sadece biri.  Bu da küresel emperyalist rekabet çerçevesinde var olmaktadır. 20. yüzyılda ABD, kendisini ezici bir çoğunlukla baskın ekonomik ve askeri süper güç olarak kabul ettirdi ve SSCB’nin meydan okumasını ortadan kaldırdı. 21. yüzyılda ABD hegemonyası, ekonomisi sürekli olarak büyüyerek ABD’ninkini aşan Çin’in tehdidi altına giriyor. Uzun vadede askeri güç, ekonomik güce dayanır ve onu takip eder. ABD, ekonomik imparatorluğunu desteklemek için mevcut askeri üstünlüğünü kullanmaya ve Çin’i kuşatmak için bir üsler ve ittifaklar halkası inşa etmeye çalışıyor. Jeopolitik açıdan Çin’in potansiyel bir müttefiki olan Rusya’yı kısıtlamak bu stratejinin bir parçası.  Sosyalistler tüm bu sisteme karşı çıkıyorlar. Sosyal Demokrasiden farklı olarak (İrlanda’da ve uluslararası alanda) ABD ve Batı emperyalizmiyle aynı çizgide değiliz. Stalinistlerin ve soldaki bazılarının aksine, Çin’i veya Rusya’yı (her birinin kendi emperyalist emelleri var) veya onların vekillerini desteklemiyoruz ve özellikle Kazakistan veya Hong Kong’da olduğu gibi kendi halklarının isyanlarına karşı onları da desteklemiyoruz. Asıl işimiz, Xi Jiang ya da Putin’de herhangi bir yanılsama yaşamadan, siyasi öfkemizi kendi yöneticilerimize yoğunlaştırmaktır.  John Molyneux Çeviren TN.

Emperyalizm savaş üretiyor; Savaşa hayır!

ABD ve Rus emperyalizmleri arasındaki gerilimin Ukrayna’da bir savaşa dönüşme ihtimali sıcaklığını koruyor. Çeşitli ülkeler temsilcilerini buradan geri çekmeye başladı. Rusya, Kasım ayından beri Ukrayna sınırına 100 bin askerini yerleştirmişti. Şimdi her geçen gün buna takviyeler yapıyor. ABD de özellikle Almanya, Polonya ve Romanya gibi ülkelere birlikler gönderiyor. Rusya, Avrupa’nın bölünmüşlüğünden faydalanmak istiyor. AB uzun süredir bağımsız bir emperyal güç merkezi olarak sivrilmeyi ve ABD’nin yayılmacı ajandasından ayrı bir strateji izlemeyi hayal ediyor. Birliğin lider ülkelerinden Almanya, ABD’nin savaş politikasına Rusya’dan aldığı gaz ve Kuzey Akım 2 Boru Hattı nedeniyle uzak duruyor. Fransa askeri krizde arabulucu rolü oynamasını “Çin’e daha çok yaklaşmış bir Rusya mı isteriz, yoksa Avrupa ile Çin arasında duran bir Rusya mı?” diye gerekçelendiriyor. ABD ve İngiltere’nin başını çektiği saldırganlık ise kökenini stalinizmin çöküşü sonrası Batı emperyalizminin etkisini doğuya doğru genişletme planlarından alıyor. Daha önce Yugoslavya’nın parçalanmasının ardından 1990’larda bu bölgede 10 yıl boyunca savaş yaşandı. ABD, Avrupa devletleri ve Rusya sürekli olarak bir etnik grubu diğerine karşı destekleyerek kendi çıkarlarının peşinde koştular. 1994 ve 1999’da Çeçenya’da savaşlar çıktı. 2008’de Rusya ile Gürcistan arasında askeri kapışma oldu. Bunların uzantısı olarak 2014’te Ukrayna’daki sokak gösterileri Rus yanlısı liderin devrilmesiyle iç savaşa evrildi ve Rusya da duruma yanıt olarak Kırım’ı işgal etti. ABD’nin neoliberalizmi daha da doğuya taşıma çabası NATO üzerinden askeri hamlelerle devam ederken, AB de orta ve doğu Avrupa’da ekonomik etkisini artırıyordu. Rusya bunların hepsini tehdit olarak gördü ve o da çoğuna Soğuk Savaş’tan gelen gücünü kullanarak askeri tehditlerle yanıt verdi. Bunun yanı sıra Suriye savaşında diktatör Esad’ı, Belarus’ta halkın kitle gösterileriyle karşı karşıya kalan diktatör Lukaşenko’yu desteklemek gibi hamlelerle birçok yerde Batılı devletler ile farklı tarafı destekledi. Avrupa doğalgazının yüzde 35-40’ını Rusya’dan alıyor, Putin bir yandan bu avantajını da etki alanını korumak için kullanıyor. Her biri kendi ajandasını takip eden farklı güçlerin, ABD, AB ve Rusya’nın hiçbirinin Ukrayna’da uzun erimli bir savaş istemeyeceği açık. Ancak emperyalizm, en büyük kapitalist güçlerin birbirleriyle amansızca rekabet ettiği bir sistem. Ve böylesi gerginliklerin savaşa dönüşmesi bazen anlık bir kıvılcıma bakabiliyor. Son 20 senede savaş karşıtı güçlü bir hareketin doğduğu ve büyüdüğü Türkiye’de yapmamız gereken, başta NATO olmak üzere tüm savaş çığırtkanlarına karşı mücadele etmek, yarışan milliyetçi histerilere karşı antiemperyalizmi ve enternasyonalizmi savunmak, Ukrayna’da “Ne Washington ne Moskova!” hattını merkezine alan bir savaş karşıtlığını savunmak. Egemen sınıfların militarist heyecanlarının faturasını işçiler ve yoksullar ödememeli. Savaşa hayır!

Honduras: Yeni başkan değişim talebini temsil ediyor

Xiomara Castro geçen hafta Honduras cumhurbaşkanı seçildi. Seçimden kısa bir süre sonra da, hükümetinin “12 yıllık gözyaşı ve acıyı neşeye dönüştürebileceğine” dair bit tweet attı. Ulusal Parti adayı Nasry Asfura ile yarışmıştı ve büyük bir farkla kazandı. Daha  sayım bitmeden, toplam oyların %53'ünden fazlasını çoktan almıştı. Ulusal Partinin oylarını artırmak için devlet medyasını kullandığını Avrupa Birliği  belgelemişti ama bu usülsüzlüğe rağmen seçim Ulusal Partinin aleyhine  büyük bir farkla sonuçlandı. Castro, geniş bir sol yelpazeye seslenen  Libre Partisi'nin bir üyesi ve  Liberal veya Ulusal Parti üyesi olmayan ülkenin ilk cumhurbaşkanı oldu. Açılış konuşmasında hükümette  yaygın olark görülen  yolsuzlukla savaşma, en yoksul bir milyon insana bedava elektrik verme ve yoksullukla mücadele sözleri verdi. Honduras'taki sıradan insanlar bu seçimde, ülkeyi on yıllardır yöneten partilerden kurtulmak  için oy kullandılar. Ancak Castro'nun vaat ettiği her şeyi gerçekleştirmesine yardımcı olmak için örgütlenmeliler. Socialist Worker'dan çeviren TN.

Direniş Sudan sokaklarına geri dönüyor

Baskılara rağmen geçen hafta çok sayıda Sudanlı, Abdülfettah El-Burhan saltanatına karşı çıkmak için sokaklardaydı. Polis ve askerler, göstericileri göz yaşartıcı gaz ve gerçek mermi kullanarak durdurmaya çalıştı. Sudan Doktorları Merkez Komitesi sosyal medyada, "Muhammed Yusuf İsmail, Hartum'daki demokrasi yanlısı protestolara güvenlik güçlerinin düzenlediği saldırılar sırasında öldürüldü" açıklamasını yaptı. İktidar, protestoların başladığı geçen yıldan bu yana en az 79 kişiyi öldürdü. Hartum ve ikiz şehri Omdurman'ın yanı sıra Port Sudan, batı Darfur bölgesi, El-Obeid ve Madani'de çok sayıda protestocu sokaklardaydı. Sudan halkı, General Abdülfettah El-Burhan'ın 25 Ekim'de iktidarı ele geçirmesinden bu yana 100 gündür cesurca savaşıyor. Darbe, sözde demokrasiye geçme sürecini de ortadan kaldırmış oldu. Ayrıca  2019'da halk ayaklanmasıyla devrilen diktatör Ömer el-Beşir'in ardından yürürlülüğe giren  askeri ve sivil liderler arasındaki sahte "güç paylaşımı anlaşmasına" da son verdi. Mühendisler, öğretmenler, doktorlar ve öğretim görevlileri gibi grupları örgütleyen Sudan Profesyoneller Birliği meydan okumaya devam ediyor. Pazar günkü gösterilerin "son olmadığı" ilan edildi. "Darbe rejimi yıkılıp demokratik bir devlete kavuşuncaya, tüm canilerden ve halka karşı suç işleyenlerden hesap sorulana kadar sokakları terk etmeyeceğiz” denildi. Ancak tek başına cesaret ve kararlılık acımasız rejimi yenemez. Mevcut çıkmazı aşmanın anahtarı halk  direniş komiteleridir. Kökleri yerellerde bulunan bu örgütler, protestolar için organize olmakla çok başarılılar; ancak hızla değişen günlük yaşam karşısında  gereken olgunlukta düşünce ve eylem üretemiyorlar. Generaller ve yandaşlarına alternatif bir hukümet kurabilecek güce sahipler. İşçilerin en iyi örgütlendikleri  - telekom, ulaştırma, finans, limanlar ve hastane, okul, üniversite gibi - kamu hizmetlerinin yapıldığı yerlerdeki grevlerle bağlantılı olmalılar. Ortaya konan iddia çok büyük. Cunta, protestoların yol açtığı “güvenlik sorunlarıyla” başa çıkmak için terörle mücadele gücü bile oluşturdu. Ancak devrimcilerin sahte dostlarından kaynaklanan acil bir başka  tehlike daha var. Birleşmiş Milletler (BM) ve Batılı güçler, gerçek direnişi köreltmenin yollarını aramaya devam ediyor. BM, darbe yanlısı ve darbe karşıtı çeşitli elitlerle görüşerek iktidar ilişkilerini esasen değişmeden bırakacak bir uzlaşma arayışı içinde. Darbeden sonra El-Buhran'ın başkanı olduğu Egemen Konsey, BM liderliğindeki diyaloğu memnuniyetle karşıladı. Aynı memnuniyet İngiltere, ABD, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan için de söylenebilir. Darbe karşıtı gruplardan biri olan Liberal Özgürlük ve Değişim Güçleri de “demokratik geçişi yeniden sağlamak için” görüşmelere katılacağını söyledi. Bu tür konuşmalar bir tuzaktır. "Zafere kadar devrim", aşağıdan gelen bağımsız bir güç inşa etmek demektir.

(Dosya) Militarist kamplaşmada tehlikeli gelişmeler

Dünya bir süredir bazı yorumcuların “yeni soğuk savaş” dediği bir dizi gelişmeyi yaşıyor ancak Ukrayna, Tayvan, Belarus üzerinden yaşanan bu askeri gerilim soğuk savaşın sıcak savaşa dönüşme ihtimali taşıyan Küba krizine de oldukça benziyor. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, önceki aylarda ABD-Çin arasında yeni bir soğuk savaş riski olduğunu söylemiş ancak Sovyetler Birliği ile ABD arasındaki eski soğuk savaş dönemine kıyasla “Şimdi bugün her şey daha istikrarsız ve geçmişte kriz yönetmek için var olan tecrübe bile artık yok” diye eklemişti. Kazakistan’da son haftalarda yaşanan olayları bu yeni emperyalist kamplaşma üzerinden açıklamak gerekiyor. Kazakistan’da halk isyanı ve rejim baskısı Ocak ayının ilk haftasında Kazakistan’da Tokayev yönetimi gaz fiyatlarında artış yapınca ekonomik sebeplerle eylemler başlamıştı. SSCB’den ayrıldıktan sonra eski ‘komünist’ bürokrasi, daha doğru bir tanımlamayla eski devlet kapitalizmi rejiminin egemen sınıfı, yeni kapitalist ulus devletin başına geçmişti. Önceki başkan Nazarbayev’in hala perde arkasından ülkeyi yönettiği söyleniyordu. Ekonomik taleplerle başlayan halk isyanı hızla politik taleplere de evrildi. Özgürlük, sosyal adalet ve demokrasi talebi sadece Kazakistan rejimi için değil benzer rejimlerin hâkim olduğu tüm Orta Asya için bir tehdit oluşturuyordu. Bu da bölgenin hâkim güçleri olan Rusya ve Çin için kabul edilemez gelişmelerdi.  Bu nedenle Kazakistan rejimi bir haftalık bir ‘tahammülden’ sonra eylemlere saldırdı. 225 kişi hayatını kaybetti ve 10 bin kadar kişi gözaltına alındı. Rusya ve Çin’in ağız birliği ederek “bölgede renkli devrimlere” izin vermeyeceğiz açıklamasının ardından Kazakistan, Rusya liderliğindeki askeri ittifak olan Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nden (KGAÖ) Barış Gücü yollaması için yardım istedi. Sınırlı sayıda da olsa çoğu Rus askerinden oluşan birlikler Kazakistan’a yerleşti. Rusya ile birlikte asker gönderen diğer ülkeler de Belarus, Ermenistan, Kırgızistan ve Tacikistan oldu. Kazakistan’daki halk isyanı böylece şimdilik ezilmiş oldu ancak Kazakistan örneği bize emperyalist kamplar arası rekabetin nasıl çevre ülkelere etki edebildiğini gösterdi. Artık her ülke içeriden gelişen isyanları dış güçlere bağlıyor ve emperyalist kamplardan birini desteğe çağırıyor. Bu gelişmeleri Rusya’nın daha önce “renkli devrimler” denilen halk isyanları döneminde nasıl Gürcistan’ı işgal ettiği, Ukrayna’da iç savaş çıkarıp Kırım’ı ilhak ettiği, Suriye’de rejimi destekleyerek nasıl savaşa müdahil olduğu ve Çin’in nasıl Hong Kong’taki özerkliği yerle bir ettiği ve Tayvan’ı işgalle tehdit ettiği gibi gelişmelerle yan yana okumak gerekiyor. Yeni soğuk savaş ABD uzun zamandan beri dünyanın gerileyen ama hala açık ara en büyük askeri gücü olmayı sürdüren ülkesi durumunda. Dünya Bankası verilerine göre ABD, 1960 yılında 1,4 trilyon dolarlık dünya ekonomisiyle tek başına 543 milyar dolarlık üretim yapan bir güçtü. Çin ise sadece 60 milyar dolar üretim yapan bir ekonomiydi. 2020 yılında ise dünya GSYH miktarı 84 trilyon dolara çıktı. ABD yine birinci konumdaydı 21 trilyon dolarlık bütçesiyle ama bu sefer Çin 15 trilyon dolar ile hemen arkasında yer almıştı. Yani ABD üretimdeki hegemonyasını hızla Çin’e kaptırmakta. Rusya ise ekonomik açıdan ABD’yi tehdit etmekten çok uzak. Askeri harcamalara bakıldığında ise ABD hala uzak ara önde ama Çin o alanda da ABD’ye yaklaşmakta. Stockholm Uluslararası Barış Enstitüsü’ne (SIPRI) göre ABD’nin 2021 yılındaki askeri harcamalar bütçesi 778 milyar dolar. İkinci sıradaki Çin ise bu sefer 252 milyar dolarla çok çok geride. Üstelik bu uçurum uzun yıllardır böyle devam ediyor. Ama yine de ABD’nin ekonomik üstünlüğü kaybetmekte olması sebebiyle bu açık da kapanma eğiliminde. Rusya ise 60 milyar dolarlık askeri bütçeyle oldukça geriden geliyor. Fakat bu tabloda dengeleri değiştiren bir etken var. ABD’nin 10 binin üzerinde nükleer silahı varken Çin’in sadece 400 civarında nükleer silahı olduğu tahmin ediliyor. Öte yandan Rusya sahip oluğu 8.600 nükleer başlık ile ABD’ye yakın olan tek nükleer güç konumunda. Yani Çin ile Rusya’nın oluşturduğu askeri ve ekonomik kamp ABD ve Batı kampını her alanda tehdit eder konumda.

Kazakistan ayaklanmaları

Rusya'da mücadele eden Sosyalist Akım, Kazakistan'da ayaklanmayı yaratan ekonomik ve siyasi koşulları, ayaklanmacıların taleplerini, Rusya ve müttefiklerinin karşıdevrimci atağını Marksist.org için değerlendirdi.

Kazakistan'da protestolar devam ediyor: 'Zamlara hayır, hükümet istifa!'

Kazakistan'ın petrol zengini şehrinde LPG'ye yüzde 50 zam halkı sokaklara döktü. Zam geri çekildi, Cumhurbaşkanı hükümeti görevden aldı ve OHAL ilan etti. Buna rağmen protestolar, en büyük şehir Almatı'ya sıçradı. Kazakistan'da zamlara karşı protestolar ikinci gününde. Hazar Denizi kıyısında bulunan ve petrol zengini Mangistau'da başlayan isyan boyutlanarak sürüyor. LPG zammı gösterileri tetikledi 2011 yılında maaşların artırılması talebiyle yapılan petrol işçileri grevine ve bu greve yapılan polis saldırısı sonucu 14 işçinin ölümüne sahne olan Mangistu'da bu kez kitlesel halk ayaklanması patlak verdi. Göstericiler öfkeli, çünkü yanıbaşlarındaki Hazar rezervlerine ve çalıştıkları dev rafinelerde işlenen petrole rağmen bireysel enerji olarak tükettikleri LPG'ye yüzde 50 zam yapılmasını kabul edilemez görüyorlar. Başka birçok şey gibi. Protestolar yayıldı Zammın açıklandığı 4 Ocak günü başlayan protestolar, öyle büyüdü ki Mangistu'da hayat felç oldu. Milyarlarca dolarlık yatırım yapan tesislerde üretimin durması ve artan istikrarsızlıktan endişelenen Kazakistan Cumhurbaşkanı ve üst yönetimi, hükümeti görevden aldı ve zamları geri çekti. Fakat protestolar durmadı ve ülkenin en büyük şehri Almatı'ya sıçradı. OHAL ilan edildi Bunun üzerine Mangistu ve Almatı'da OHAL ilan eden iktidar, sosyal medya uygulamalarını da kapattı. 5 Ocak günü ise görüntülerde ellerinde sopalarla belediye binasına girmek isteyen öfkeli göstericiler vardı. İki haftalık OHAL ile birlikte gelen sokağa çıkma yasağına rağmen protestolar "hükümet istifa" ve "ihtiyarlar dışarı" sloganlarıyla sürüyor. Baskı rejimi, genç işçilerin ve işsizlerin başını çektiği protestoların yayılması karşısında OHAL'i ülke geneline yaydı. Yozlaşmış diktatörlüğe karşı mücadele LPG zammı bardağı taşıran son damla oldu. 1991'de SSCB'nin dağılışıyla bağımsızlığını ilan eden Kazakistan, 30 boyunca "kurucu lider"  Nursultan Nazarbayev tarafından demir yumrukla yönetildi. 2019'da emekli olan diktatör Nazarbayev'in yerine, onun desteklediği Tokayev seçimi kazanarak göreve geldi. Kazakistan halkı Tokayev'i bir kukla olarak görüyor, onlarca yıllık baskı rejiminin devamcısı olan yozlaşmış hükümetin arkasındaki diktatörlüğe karşı çıkıyor.  Nitekim 81 yaşındaki Nazarbayev ülke yönetiminde hâlâ etkin. Güvenlik Konseyi Başkanı olan Nazarbayev, "Ulusun Lideri'' sıfatıyla yargıdan muaf ve birçok ayrıcalığa sahip.

Gabriel Boric kimdir? Şili'nin yeni başkanı olacak radikal öğrenci lideri

Boric, diktatör Augusto Pinochet'nin acı mirasını sonsuza kadar gömmeye kararlı bir gruptan geliyor. Dört ay önce, 35 yaşındaki Gabriel Boric yaşı ucu ucuna yettiği Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda  kamuoyu anketlerini şaşırtarak zafer kazanmıştı.  İkinci turda da tarihteki herhangi bir başkan adayından daha fazla oy alan Boric, gelecek yıl 11 Mart'ta yemin ederek Şili'nin bu zamana kadarki en genç Cumhurbaşkanı olacak.  Boric, Şili'de yaşanan sert dönüşümün arkasındaki itici güç. O, diktatör Augusto Pinochet'nin acı mirasını sonsuza kadar gömmeye kararlı, radikal  öğrenci liderleri kuşağına ait biri.  Ön seçim galibiyetinin gecesi  sahneden “Şili, neoliberalizmin doğum yeriydi ve aynı zamanda mezarı olacak!” diye bağırdı, ön kolundaki dövmesi  kıvrılmış gömleğinin  altından görünüyordu. General Pinochet'nin acımasız diktatörlüğü, Şili'nin aşırılıklarla dolu ekonomik modelini ülkeye getirmişti. Boric ve onun etkili öğrenci liderleri topluluğu da ülkeyi bundan kurtarmayı kendilerine amaç edindi.  Pazar gecesi Cumhurbaşkanı adayı olarak coşkulu bir kalabalığın önüne çıktığı  sahnede "Biliyorum ki tarih bizimle başlamıyor" dedi.   “Kendimi uzun zamandır yorulmadan yılmadan bıkmadan farklı coğrafyalardan gelerek sosyal adaleti arayan insanların izledikleri yolun mirasçısı gibi hissediyorum.” Boriç 1986 yılında Punta Arenas'ta doğdu ve Patagonya buzullarıyla kaplı memleketi Magallanes ile gurur duyuyor. 2011 yılında hukuk fakültesi  son sınıfındaki Boric, kampüs ve fakültelerin yönetiminin  ele alındığı ve "herkese ücretsiz, yüksek kaliteli eğitim" talepleri için binlerce öğrencinin  uzun ve soğuk kış aylarında sokaklara döküldüğü ülke çapındaki  eğitim protestolarının lideri oldu.  Protestolar, bazı öğrencilerin ücretsiz eğitim almasının sağlanması gibi  küçük tavizler verilerek önlendi.  Hareketin genç liderlerinden bazıları daha sonra aday oldukları seçimleri kazanarak  Parlamento'ya  girdiler ya da yerel yönetimlerde görev aldılar.  Boric Üniversite kariyerine devam etmedi, bunun yerine 2013'te Şili Parlamentosu'na seçildi ve iki dönem milletvekili olarak görev yaptı. Bu süreçte Şili'nin iki geleneksel koalisyonunun ötesinden gelen ilk kongre üyelerinden biri oldu. Ancak cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunu General Pinochet'in aşırı sağ destekçisi José Antonio Kast'a kıl payı  kaybettikten sonra, programını  onu başkanlık konutuna (La Moneda) taşıyacak olan "merkez" seçmenlere seslenecek şekilde yumuşatarak, yeniden düzenledi. Yürüyüşlerin önündeki ateşli günlerinin aksine, Boric şimdi düzgün bakımlı, mütevazı ve ciddi - ayrıca dövmelerini örten şık bir ceket de giyiyor. Kız arkadaşı Irina Karamanos, sonuçların ardından Pazar gecesi sahneye çıkarak kendisine katılmıştı. Şili'de refah devletini  kurma, kamu harcamalarını artırma ve daha önce hiç olmadığı gibi kadınları, ikili (binary) toplumsal cinsiyet sistemine dahil olmayan Şililileri ve Yerli halkları yönetime dahil etme sözü verdi. Fakat Boric'in mirasını asıl belirleyecek olan, ülkeyi Pinochet diktatörlüğünün bağlarından çıkarma nihai hedefinde göstereceği başarı olacaktır. Önümüzdeki dört yıl, Boric liderliğindeki 2011 öğrenci kuşağının eskisinden daha da önemli bir rol üstlenmesiyle bu sürecin başladığını görecek.

Şili’de sol kazandı

Şili’de yapılan seçimleri solun desteklediği 35 yaşındaki aday Gabriel Boric kazandı. Boric oyların yüzde 55,7'sini almayı başardı. Boric'in rakibi muhafazakâr aday Jose Antonio Kast'ın oy oranı ise yüzde 44,15'te kaldı. Şili'de seçime katılım oranı ise yüzde 55,6 oldu. Muhafazakâr başkan adayı Kast, seçimlerde yenildiğini kabul etti ve Boric’i tebrik etti.  Gabriel Boric eski bir öğrenci lideri ve geçtiğimiz ay yapılan başkanlık seçimlerinin ilk turunda başa baş bir mücadelenin ardından ikinci olmuştu.  Seçimlerde kast ve Boric, iki ayrı kutbu temsil ediyordu. Kast, aşırı sağ ve muhafazakâr geleneğin temsilcisiyken; Boric solun en uçtaki sözcülerinden birisiydi. Şili’de son yıllarda yaşanan kitlesel mücadelelerin de gösterdiği gibi ülkede siyasal kutuplaşma had safhadaydı. Kutuplaşma devlet ve sağ iktidarlar tarafından derinleştirildikçe oluşan huzursuzluk ve tepki, ifadesini aşırı uçlarda buldu. Boric ve Kast’ın tek ortak özelliği ikisinin de hiçbir zaman hükümette yer almamış olan siyasi partilerin adayları olmalarıydı.  Şili’de mücadele dolu dönem Şili’de yaşayan Sandra Liarte Romero bundan iki sene önce ülkede yaşanan sert mücadeleyi ve ezilenlerin isyanını Marksist.org için kaleme almıştı: İnsanların sokaklarda gösteriler yapmasının nedeni işte budur. Çünkü insanlar itibarını kaybetti. Şili halkı iyi, kaliteli ve kamusal eğitim hakkını kaybetti. İyi, kaliteli kamusal sağlık haklarını kaybetti. Onurlu bir yaşlılık haklarını kaybetti. Şili borçlanma üzerine kurulu ve herkes borçlu. Eğitim özelleştirilmiş, sağlık özelleştirilmiş, emeklilik özelleştirilmiş… Devlet bireyselliği teşvik ediyor ve bunun sonucu olarak oluşturulmuş ve kutuplaştırılmış sosyal sınıfçılık açıkça görülebiliyor. Ekim ayında, metro fiyatları 30 peso yükseltildi ve bu devenin belini büken saman oldu. Öğrenciler ulaşım için ödeme yapmaktan kaçınmaya başladı ve 18 Ekim’de tüm yurttaşlar patladı. İnsanlar korkularını kaybettiler ve adalet istiyorlar. Anayasanın değişmesi, devletin bireyciliği teşvik ettiği hissinin sonlandırılması gibi köklü değişikliler talep edildi. Ancak hükümetin tepkisi çok farklıydı. İlk günden devlet olağanüstü hâle başvurdu, orduyu sokaklara çıkardı ve ülkenin bütün şehirlerinde bir haftalık sokağa çıkma yasağı getirdi. Bu durum benim için güçtü. Hiçbir zaman 21. yüzyılın ortasında sokağa çıkma yasağı yaşayacağımı düşünmemiştim. Öte yandan sokaklarda orduyu görmek Şili halkı için çok zordu, çünkü diktatorya çok ağır ve kanlıydı. Bu orantısız bir tepkiydi ve demokratik yapının tamamen dışındaydı. Şili’de dev bir mücadele dalgası var. 2018 yazında birçok şehirde 100 binden fazla kadın güvenli ve yasal kürtaj hakkı için gösteriler düzenledi. 2018 yılının Aralık ayında, Valparaiso Limanı'nda başlayan ve bir aydır boyunca eden grev ve protestolar giderek gelişti. Bütün limanlara yayıldı. Meyve ihracatını bir önceki döneme göre yüzde 95 oranında düşüren grevciler polis saldırısına rağmen geri adım atmadı.  2019 yılının Aralık ayında ise kadınlar yeniden sahnedeydi. 2019’daki 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde 350 bin kadının başkent Santiago’da, 800 bin kadının ise ülke genelinde sokağa çıkması Şili’de yaşanacak değişimin habercisi gibiydi. Ekim ayında lise öğrencilerinin ulaşım zammı protestosuyla başlayan isyan dalgasında genç kadınlar en öndeydi. Sokaklara çıkan ve genel grev örgütleyen yüzbinler arasında da kadınlar hemen her karede en önde yer alıyordu. Çok sayıda kadın polis şiddetine maruz kaldı, öldürüldü, gözaltına alındı, işkence gördü, onlarcası plastik mermiler nedeniyle gözünü kaybetti. Şüpheli kadın ölümleri, özellikle gösterilerin sembolü haline gelen bazı kadınların öldürülmesi, parmaklıklara asılı olarak bulunan sokak dansçısı Daniela Carrasco’nun katledimesi, bıçaklanarak öldürülen bir kadın gazeteci öfke yarattı. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nde binlerce kadın sokaklara indi. Feminist örgüt Las Tesis ise aynı gün Şili Kadın Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Bakanlığı önünde tecavüzcülere karşı danslı bir protesto gerçekleştirdi. Bu gösteri hızla tüm dünyada kadınlara ilham verdi. 2019’un Kasım ayında ise Santiago’da büyük bir göster düzenleyen işçiler ve öğrenciler devlet başkanı Pinera’ya meydan okudular. Günlerdir süren ve polisin 20 kişiyi öldürdüğü gösterilerin sonunda hareket geri çekilmemiş, tersine daha etkin bir sokak hareketliliğiyle meydan okumuştu.  Öğrenciler, işçiler ve yoksullar, diktatör Pinochet döneminden kalma anayasanın temelden değiştirilmesini talep ediyordu. Ekim-Kasım 2019’daki eylemler milyarder bir patron olan devlet başkanına geri adım attırdı. Halkın yüzde 83’ünün desteklediği gösteriler, pandemiyle birlikte hız kezse de Pinochet diktatörlüğünü süpüren halkın milyarder başkana katlanmasını engelleyecek muazzam bir politik birikime neden olmuştu.  Boric’in mesajı Boric zafer konuşmasında, "Dünyayı yok etmek kendimizi yok etmektir. Daha fazla 'kurban edilen bölge' istemiyoruz, ülkemizi mahveden, toplulukları mahveden projeler istemiyoruz ve bunu sembolik bir davada gösteriyoruz: "Dominga'ya Hayır" dedi. Dominga maden projesi, yıllar süren tartışmaların ardından Şili'deki bir bölge çevre komisyonu tarafından geçtiğimiz yaz onayladı. Proje, 2017 yılında çevre komisyonu tarafından reddedilmişti ve ülkede davalara konu olmuştu. Maden projesinin, başkent Santiago'nun yaklaşık 500 km uzağında olması planlanıyor. Bu durum, solun seçim zaferinin arka planında neoliberal sağcı zengin iktidarının yarattığı ekolojik felaketlere öfkenin de işçi hareketi, kadın hareketi, gençlik hareketi kadar etkin bir rol oynadığını gösteriyor. Seçim programı mücadelenin programı BBC’de yer alan haber, Boric’in seçim kampanyasının yolsuzluk iddialarına ve eşitsizliğe karşı 2019-2020 yılında süren mücadelelerin taleplerinin bir ve aynısı olduğunu gösteriyor. Nüfusun yüzde birinin, ülkenin zenginliğinin yüzde 25'ini elinde tuttuğu Şili’de Boric, Şili'nin emeklilik ve sağlık sistemlerinde reform yaparak, çalışma saatlerini haftalık 45 saatten 40 saate indirerek ve yeşil ekonomiye yatırımda bulunarak bu eşitsizliği giderme sözü verdi. Şili heyecanı Şili’de şimdi yeni bir dönemin kapısı aralandı. Seçim zaferini kutlamak için sokaklara dökülen on binlerce insan hep bir ağızdan “Birleşmiş bir halk asla yenilmez” marşlarıyla kutlama yapması ekonomik kriz, aşırı yoksullaşma ve aşırı sağcı bir iktidarın halkı her gün aşağılayan açıklamalarının yarattığı karamsar atmosferden bezenleri umutlandırıyor. Elbette umutlanmalıyız. Ama Şili halkı, Şili solu oturup seçim pazarlıklarıyla zaman kaybetmedi. Halkın ezici çoğunluğunun desteklediği milyonların katıldığı eylemlerle iktidarın seçimlerden önce yenilmesini garanti altına aldı. Şili’de seçim seçimlerden önce kazanılmıştı. Onlarca kadın, işçi, liseli, LGBTİ+ aktivistin öldürüldüğü mücadeleler, sağcı iktidar karşısında geri adım atmadı. Milyonları içine çeken bir hareket olarak büyüdü. Eski bir öğrenci liderinin seçim zaferi tesadüf değil!

Geri 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 İleri

Bültene kayıt ol