Lübnan: İsrail tankları BM üssüne zorla girdi

Berlinliler "emlak devleri kamulaştırılsın" dedi

Berlinlilerin kamulaştırmaya onay vermesi, sadece Berlin'de değil tüm Avrupa'da konut ve "kentsel dönüşüm" tartışmalarına devrimci bir boyut kazandıracak.

İsviçre’de halk eşcinsel evliliğe onay verdi

İsviçre'de eşcinsellere evlenme ve evlat edinme hakkı tanıyan yasal düzenleme için yapılan referandumda seçmenlerin yüzde 64.1'i "evet" oyu kullandı.

Almanya: İlk defa açık kimlikleriyle iki trans kadın Federal Meclis’e girdi

Almanya’da dün yapılan federal meclis seçimlerinde tarihi bir başarıyla ilik defa açık kimlikli iki trans kadın Yeşiller Partisi’nden Federal Meclis’e girmeyi başardı.

Berlin'de evler için 'kamulaştırma referandumu' düzenlendi

Almanya'nın başkenti Berlin'de halk, kira artışlarına karşı binlerce konutun 'kamulaştırılması' önerisi için oy kullandı, sonuçlar yarın açıklanacak.

Avrupa emperyalizmi hâlâ ABD’ye bağımlı

Batılı egemen sınıfların Taliban’ın Afganistan’daki öngörülebilir zaferine verdiği-kibir, kendini kandırma ve panikle kendini gösteren-tepkisi şaşırtıcıdır. Amerika Birleşik Devletleri’nde bu, partizanlıkla susturulur.

Devlet, Siyah Hayatlar Önemlidir'i yoldan çıkarmaya çalışıyor

1960’ların sonlarında yaşanan kuruluş telaşının yansıması gibi bir şey, İngiltere ve ABD’deki iktidar koltukları etrafında yankılanıyor. Afganistan’daki uzun savaşın vahim sonu —ve yarattığı devasa siyasi kriz - bu seslerden yalnızca biri. Yönetenlerin geçen yaz Black Lives Matter (Siyah Hayatlar Önemlidir) ayaklanmasında kaybettiği zemini geri kazanma girişimleri ise bir diğeri.  Egemen sınıfın en son böyle bir kıskaçla karşılaştığı zaman, Vietnam savaşı karşıtı hareketler ile siyahların mücadelesinin birleşip büyük bir tepkiye dönüştüğü zamanlardı. Siyah Hayatlar Önemlidir hareketi tarafından geçen hafta yayınlanan bir raporda, egemen sınıfın böyle bir tehdidi savuşturmak için kirli bir mücadeleye hazır olduğu gösterildi. “İktidar Mücadelesi” raporu, devletin ırkçılık karşıtı tehdidi etkisizleştirmek için baskıyı kullanmaya çalıştığını, adli analiz ile ortaya koyuyor. Kovuşturma Raporda, Washington’daki hükümetin, protestocuların işledikleri iddia edilen suçlarının eyalet kovuşturmalarından federal suçlara dönüştürülmesini sağlamak için hukuk sistemini manipüle ettiği gösteriliyor. Bu, yerel polis yerine FBI’ın soruşturma yürüttüğü ve suçların rutin bir şekilde bir tür “iç terörizm” olarak sınıflandırıldığı anlamına geliyor. Sonuçta mahkûmiyet oranı yükseliyor, aile ve arkadaşlarından uzaktaki cezaevlerinde daha uzun ceza süreleri belirleniyor. Amaçları korku yaymak, hareketi bozguna uğratmak. ABD sağının düşünceleri, Priti Patel’in acımasız Polis, Suç, Hüküm ve Mahkeme Yasası’nı parlamentoda görüşülebilir kıldı. Baskıya karşı savaşan birçok kişi bunun sonuçlarını yaşayacak.  1950’ler ve 60’lar boyunca FBI, önce sivil haklar hareketini, sonra da Siyahların Gücü’nü ülkenin başlıca iç güvenlik tehdidi olarak tanımlamıştı. Cointelpro karşı istihbarat programı, FBI tarafından “siyah milliyetçilerin faaliyetlerini ifşa etmek, bozmak, itibarsızlaştırmak veya başka bir şekilde etkisiz hale getirmek” için geliştirildi. Devlet, şiddet içerecek şekilde baskı uygulamak konusunda çok istekliydi. Nitekim Ağustos 1965’te Los Angeles’ın Watts bölgesinde bir ayaklanma yaşandığında, siyahların yaşadığı gettoları kuşatmak için binlerce Ulusal Muhafız Birliği gönderilmişti. Bu gücün dışında, ayrıca 14 bin polis memuru da kontrolden çıkarak sağa sola saldırmıştı. Martin Luther King’in öldürülmesinin ardından, Amerikan İç Savaşı’ndan sonraki en büyük seferberlik yaşanmış, sivil bir amaç için bir araya gelen paramiliterlerin gücüne tanık olunmuştu. Yaklaşık 34 bin Ulusal Muhafız, 21 bin federal birlik ve binlerce yerel polis “militan “ olarak kabul edilen bölgeleri kuşatmaya girişti. Bu sindirme girişimleri hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat, bir dizi hükümet aracılığıyla devam ettirildi. Devlet baskısı, tıpkı o zaman olduğu gibi günümüzde de adalet peşindeki hareketleri hedef alıyor. Kitlesel protestolar önemli Bazıları, kaçınılmaz olarak, devletin sokaklarda yüzleşilemeyecek kadar güçlü bir tehdit olduğu sonucunu çıkarıp, iktidardakileri etkilemenin daha güvenli yollarını aramamız gerektiğini savunuyorlar. Ancak bu neredeyse her seferinde sisteme dahil olma ile ve anlamlı taleplerin körelmesiyle sonuçlanır. Bazıları da militan direnişe devam etmemiz gerektiğini savunacak, kitlesel hareketlerin taktiklerini kullanmak yerine, yüksek eğitimli ve kararlı aktivistlerden oluşan küçük grupların eylemlerine güvenmemiz gerektiğini söyleyecekler. Bu yaklaşım en azından baskıyla mücadeleyi sürdürme erdemine sahiptir. Ancak ne yazık ki, bu yolda ilerlemek isteyen gruplar devlet tarafından kolay yutulacak lokmalar olarak görülür. Başka bir seçenek daha var: Hareketin çekiciliğini artırarak kitlesel protestoları sürdürmek. Her çağda, baskı konusundaki büyük çatışmaların hepsi kaçınılmaz olarak diğer adaletsizliklerle bağlantılı olur. Siyah Hayatlar Önemlidir hareketi sırasında ABD’deki milyonlarca insan şiddetli bir salgınla karşı karşıya kaldı. Ve hem özel hem de halk sağlığı sisteminden acınası bir karşılık gördüler. Şirketler kapandıkça işlerini kaybeden insanların sayısı arttı ve daha birçoklarının da ücretleri düşürüldü. Siyah Hayatlar Önemlidir hareketi toplumda artan öfkeyi, var olan baskıya karşı yükseltmenin bir yolunu bulursa, bu baskıya meydan okunabilir. Çünkü hiçbir devlet gücü böyle bir hareketi kontrol altına alabilecek kudrete sahip değildir. Socialist Worker’dan çeviren TN.

Gine’de darbe

Otoriter rejimlerin, milliyetçi nobran iktidarların dünyayı sürüklediği politik iklime tek örnek Bolsonaro değil elbette. Gine Cumhurbaşkanı Alpha Conde de başkanlığını ömür boyu yapmayı planlıyordu.  Gine 1958 yılında bağımsızlığını kazanmış ve ilk demokratik seçimlerini 2010 yılında gerçekleştirmişti. Alpha Conde bu seçimlerde göreve geldi. Bir darbeler cumhuriyeti olan Gine’de seçimle iş başına gelen ilk siyasi olduğu için halkta bir umut yaratsa da iktidar Conde’ye çok cazip geldi. Koltuğunu bırakmak istemedi.  Gine’de anayasa, bir kişinin beşer yıldan en fazla iki dönem devlet başkanlığı yapabileceğini karara bağlamış olmasına rağmen Conde  2019’da bunu üç döneme çıkarmak için harekete geçti ve yapılan referandumla Anayasa değişimi gerçekleşti. Conde’nin altışar yıldan iki dönem daha devlet başkanlığı yapmasının kapıları açıldı. Rejim otoriterleştikçe kitlesel huzursuzluklar, eylemler de gelişti. Rejimin gösterilere yanıtı ise daha sert bir baskı uygulamaktı. Ordu içindeki bir örgütlenme, bir geçiş rejimi kuracağını ve tek adam iktidarının benimsenmesinin mümkün olmadığını iddia ederek darbe gerçekleştirdi. Ordunun geneli darbeci kliğe karşı harekete geçmeyerek Conde’nin akıbetini belli etti. Gine halkı ise seçimle aldığı yetkileri sonsuz bir tek adam rejimi inşa etmek için kullanan Conde’yle askeri zorbalıkla darbe yapıp demokrasiden yanaymış gibi davranan darbeciler arasında kalmış durumda.  Fakat 2020 yılındaki eylemler bir askeri darbenin örgütlenmesi için değil Conde rejimine demokratik bir uyarı yapılması içindi.

Bolsonaro şansını deniyor

Trump’ın ABD seçimini kaybetmesinin ardından kongre binasına baskın düzenlenmesi için taraftarlarını, paramiliter tipleri ve faşistleri harekete geçirmesi gibi Brezilya’nın aşırı sağcı, maço devlet başkanı Bolsonaro da taraftarlarını sokakta gösteri yapmaları için örgütlüyor.  Bolsonaro Trump’dan daha akıllı görünüyor. Trump bu çılgınlığı seçimi kaybettikten sonra örgütlemişti, Bolsonaro ise seçimle koltuğunu kaybetmeden önce iktidara tutunmanın bir aracı olarak faşistleri sokağa salıyor. Geçtiğimiz Haziran ayında Bolsonaro’nun başarısız pandemi politikalarını protesto eden on binlerce kişi sokakları doldurmuştu. Brezilya’da işçiler, yerli halklar ve kadınlar ta en başından bu yana Bolsonaro’ya rahat bir nefes alma izni vermediler. Binlerce kızgın protestocu gösterilere devam ederek aşırı sağcı otoriter figürün popülaritesinin daha da düşmesini sağladı. Göstericiler Bolsonaro’nun ve devletin Covid-19’u ciddiye almayarak neredeyse bir soykırım suçu işlediğini söylüyordu. Brezilya’da 540 binden fazla insan Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Şimdi hem ekonomik krizi derinleştiren hem de Brezilyalıları salgının pençesine teslim eden Bolsonaro, faşistleri, taraftarlarını, askerleri sokağa sürerek kutuplaştırmayı derinleştirmenin, iktidar ömrünü uzatmanın peşinde. Bu satırlar yazılırken Bolsonaro’nun bir gösteri hazırlığı içinde olduğu söyleniyordu. Bir sonraki sayımızda gelişmelerin ayrıntılarını da tartışabileceğiz. (Sosyalist İşçi)

Göçmenlere örülen duvarlar yıkılsın, sınırlar açılsın

Taliban’ın Afganistan’da yönetimi ele geçirmesiyle birlikte hayatlarından ve kendilerini bekleyen yaşam koşullarından endişe duyan binlerce Afgan ülkeden kaçmaya başladı. Taliban’dan duyulan endişenin yanı sıra, halihazırda Afganistan’da mevcut istikrarsızlık nedeniyle 3,5 milyon kişi işsiz ve evsiz kalmış durumda. Bu durum, insanların Afganistan’da bir geleceğe sahip oldukları düşüncesini daha da zayıflatıyor. Afganistan’da tüm bunlar yaşanırken dünyada çeşitli ülkelerin liderleri Afganistan’dan ayrılmak isteyen Afganlara yardım sözleri veriyor ancak gerçekte yaşananlar yardımdan çok ülkeden ayrılmak isteyen Afganları engellemeye yönelik.  İnsanlar sınırlarda Şu anda 780 bin Afgan göçmenin bulunduğu İran, sınırındaki geçiş noktalarında görülen Afgan göçmenleri geri çeviriyor.  Pakistan sadece tüccarların ve seyahat belgesi olanların geçişine izin veriyor. Türkiye ise Afgan mültecilerin geçişini önlemek için İran-Türkiye sınırına 64 kilometrelik bir beton duvar örüyor. Yunanistan Afgan göçmenlere karşı Türkiye ile olan sınırına 40 km’lik duvar ördü.  Afganistan’ın yakın komşuları göçmenlere karşı bu tür önlemler alırken Batı’da da durum daha da kötü. Afganistan’ın bugün içinde bulunduğu durumun baş sorumlusu olan, 20 yıldır ülkeyi işgal eden ABD, ülkesine gelmek isteyen Afgan göçmenlere 12-14 ay başka bir ülkede bekleme şartı koyarken İngiltere sadece 5 bin, Kanada ise 20 bin Afgan göçmen alacağını açıkladı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron bir televizyon konuşmasında, Avrupa ülkelerinin ‘büyük çaplı düzensiz göç akışını öngörmeleri ve kendilerini korumaları gerektiğini’ söyledi. Bekleme kampları değil mülteci hakları Avusturya İçişleri Bakanı Karl Nehammer, AB’nin Afgan göçmenler için Afganistan’a komşu ülkelerde bekleme kampları kurulmasını önerdi. Benzer bir öneri İngiltere tarafından da dile getirildi. Bu plan için adı geçen ilk ülke Türkiye oldu, ancak Türkiye böyle bir uygulamayı kabul etmeyeceğini açıkladı.  Erdoğan geçen hafta hem Suriyeli hem de Afgan göçmenleri geri göndereceklerini söyledi. İtalya’da Başbakan Mario Draghi ise sadece ‘ülkesine hizmet etmiş Afganları almaya hazır olduklarını’ söylerken AB üyesi diğer ülkeler de arka arkaya Afgan göçmenlerin ülkelerine gelişine karşı olduklarını açıkladılar. İki yüzlülüğe son verin Dünyanın Afgan göçmenlere yönelik bu tutumu hiçbir şekilde kabul edilemez. Herhangi bir gerekçeyle göç etmek, başka bir ülkeye sığınmak en temel insan hakkıdır. Bir yandan televizyonlarda Taliban yönetimi altında Afgan kadınların yaşamı için göz yaşları dökerken diğer yandan sınırlara duvarlar örmek iki yüzlülüktür.  Eğer hükümetler savaştan, yoksulluktan ve Taliban’ın dayattığı yaşam koşullarından kaçmak isteyen Afganlara karşı yardım etme konusunda gerçekten samimilerse, ilk yapmaları gereken Afganistan dışına çıkmak isteyen insanlara sınırlarını koşulsuz ve şartsız olarak açmaktır.  Tüm dünyada sosyalistlerin görevi, bir yandan Afganistan’dan gelen göçmenlerle ile dayanışma içinde olurken, diğer yandan kendi ülkelerini hükümetlerine sınırları açmaları için baskı yapmaktır. Günümüzde göçmenlerle en büyük dayanışma tek tek sınırlara örülen bu duvarları yıktırmaktır.

Geri 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 İleri

Bültene kayıt ol