Lübnan: İsrail tankları BM üssüne zorla girdi

Cezaevinde açlık grevindeki Mısırlı sosyaliste dünya çapında destek büyüyor

Açlık grevindeki Mısırlı tutsak Hisham Fouad’u dünya çapında destekleyenler, acilen serbest bırakılması için bir imza kampanyası başlattı. Bir sosyalist ve gazeteci olan Hisham açlık grevine 10 Temmuz’da başladı. Korkunç koşullarda, mahkemeye çıkartılmadan iki yıldır tutukluydu. Hisham’ı tanıyanlar, üzerinde uyumak için bir yatak bile olmadan pislik içinde, haşere istilası altında camsız bir hücrede tutulduğunu söylüyor. Uygun tıbbi koşullarda tedavi edilme talebi de bir kaç kez reddedildi.  Kampanyanın başlamasından 24 saat kısa bir süre içinde binlerce kişi, kampanya metnini imzalamıştı bile. İmzacılar arasında dört İrlandalı milletvekili, bir İspanya Kongresi üyesi ve kırk sendikacı, avukatlar ve Yunanistan’dan aktivistler yer alıyor.  Mısır Dayanışma İnisiyatifi tarafından koordine edilen kampanya, Mısır rejimi üzerinde baskı oluşturmayı amaçlıyor. Kampanya metni, “Onun sağlığı ve güvenliğinden Mısır otoritelerini sorumlu tutuyoruz.  Mısır’da haksız yere gözaltına alınan Hisham ve diğer politik aktivistlere, gazetecilere, insan hakları çalışanlarına ve araştırmacılara uygulanan zulüm son bulmalıdır. Mısır otoriteleri mahkeme öncesi gözaltı, hapsetme ve eleştirel sesleri susturma yöntemini kullanmaya son vermelidir” diyor. Dayanışma Hisham, Mısır’da işçi hakları alanında tanınan bir aktvist ve ayrıca Filistin’le dayanışma kampanyalarında liderlik rolünü oynadı. Mısır’da hapiste tutulan 60 bin politik tutsaktan birisi. Bu tutsaklar karşı-devrimin bir parçası olan diktatör el-Sisi tarafından başlatılan devlet baskısının kurbanları.  Hisham 2019 Haziran’ında gözaltına alındı ve en az 17 kişiyle birlikte uydurma “ekonomik komplo” suçlamalarıyla tutuklandı. Mısır yasaları, 'bir kişi mahkemeye çıkmadan en fazla iki yıl tutuklu kalabilir' diyor. Avukatlarının raporu, bırakalım serbest bırakılmasını, rejimin Hisham’ı daha uzun bir süre hapiste tutmak için yeni bir dava açmaya hazırlandığını söylüyor. Hisham hapishane hücresinden yaptığı bir açıklamada şunları söyledi: “Hukukun üstünlüğünü savunmak, adil yargılanma hakkı ve sonsuz döngüyü durdurmak için 10 Temmuz’da açlık grevine başlamaya karar verdim. Umut ediyorum ki benim aşık olduğum ve takdir ettiğim ailem bu kararı anlayacaktır. Ve çocuklarım ister hapishanede isterse dışarda olsun adaletsizlikle uzlaşmayacağımın farkında olacaklardır.” Hisham dayanışmaya güveniyor. “Toplumun tüm yaşam güçleriyle ve dünyanın her yerindeki özgürlük aşığı insanlarla dayanışan herkes birleşmeden” kazanamayacağını söylüyor. Kampanyayı imzalamak için tıklayın  Hisham’la nasıl daha fazla dayanışma örgütleneceğinin ayrıntıları için tıklayın

Tokyo Olimpiyatları protesto ediliyor: Bu oyunlara ihtiyacımız yok!

Japonya hükümeti, 4. kez OHAL ilan ederek Olimpiyatları başlattı. Tokyo'da Covid-19 vakaları yükselişe geçmişken, oyunlara aktarılan paranın pandemi ve yoksullukla mücadelede kullanılmasını isteyenlerin protestoları da büyüyor. Japonya'da sağcı hükümetin yeniden OHAL etmesinin nedeni başkent Tokyo'da Covid-19 vakalarının yeniden geçmesi. Özellikle daha bulaşıcı olan delta varyantının adaya girişine rağmen, geçen yıl ertelenen Olimpiyatlar yapılıyor. Protesto eylemlerini başlatan aktivistler (sosyalistler, komünistler, sendikacılar), hem OHAL'e isyan ediyor hem de hükümetin Olimpiyatlar için harcadığı parayı bir israf olduğunu savunuyor. Bu paranın, pandemi ve ekonomik zorluklarla boğuşunlar için kullanılmasını isteyerek oyunların iptal edilmesini talep ediyorlar. Gösterilerde öne çıkan sloganlardan birisi 'Bu oyunlara ihtiyacımız yok!' Öte yandan Tokyo Olimpiyatları her ne kadar oyunlar seyircisiz oynansa da birçok ülkeden gelen oyuncuların en az 19'unda Covid-19 testi pozitif çıktı. 206 ülkeden gelen spor kafilelerinin yanı sıra medya kuruluşları çalışanları başta olmak üzere yurtdışından on binlerce kişinin adaya gelmesi ise salgını sıçratacağı için protesto ediliyor.

Küba: Gösterilerin açıklanması - Communistas Yayın Kurulu

Bu makalenin orijinali İspanyolca olarak comunistascuba.org internet sitesinde yayınlanmıştır. Olaylardan dört gün sonra ve titiz bir analizin ardından Comunistas olarak, Küba’da 11 Temmuz’da gerçekleşen gösteriler konusundaki resmi pozisyonumuzu açıklıyoruz.  Küba’da 11 Temmuz günü, ülkedeki on dört ilden en az altısında neredeyse eş zamanlı olarak gerçekleşen, değişik yoğunluklarda bir dizi sosyal patlama yaşandı. Komutan Fidel Castro’nun öncülüğünde gerçekleşen devrimden bu yana geçen 62 yılda, Küba böyle bir durumla karşılaşmamıştı.  İlk eylemler barışçıl bir şekilde başlasa da neredeyse tüm gösterilerin sonunda şiddete tanık olundu, şiddeti her iki taraf da uyguladı. Hükümet karşıtı eşzamanlı bir dizi gösteri yapılması, sosyalist Küba’da daha önce hiç görülmemiş bir durum. Olayları anlamak için bu durum göz önünde bulundurulmalıdır.  Küba’da -daha sonra Maleconazo olarak anılacak olan- son büyük gösterilerin 5 Ağustos 1994’te gerçekleştiği ve Fidel Castro’nun eylem alanına gitmesiyle birkaç saatle sınırlı kaldığı hatırlanmalıdır.  Merkezi bir alanda 200 kişinin katıldığı ve hükümet karşıtı sloganlar atılan bir gösteri Küba toplumu için neredeyse akla hayale gelmez bir durumdur. Buna rağmen, Havana’da en az 3000 kişinin katıldığı kendiliğinden bir yürüyüş gerçekleşti.  Havana’daki olaylar Başkente 100 kilometreden daha yakın olan San Antonio de los Baños kentindeki eylemlerin tetiklediği gösteriler hızla Havana’ya sıçradı. Yerel saatle öğleden sonra üç gibi, şehir merkezindeki La Fraternidad Parkında yaklaşık 200 kişi toplandı ve daha sonra resmi meclis binası olan Capitolio’nun önüne doğru yürüyüşe geçti.  Gösterinin ilk saatinde, polis tek tük gözaltı yaptı ve İspanya Konsolosluğu ile Genç Komünistler Birliği Ulusal Bürosu genel merkezi arasında yer alan Máximo Gómez parkına yönelen göstericilerin yürümesine en azından zımnen izin vermiş oldu. Bu sırada 500’den fazla insan barışçıl bir şekilde parkın meydanında yoğunlaşmıştı ve ara sıra gözaltılar olmaya devam ediyordu.   Sonrasında, Küba ve 26 Temmuz Hareketi bayrakları taşıyan, hükümeti destekleyen ve sosyalist sloganlar atan yaklaşık 100 kişilik bir grup barışçıl bir şekilde Máximo Gómez parkını işgal etti. Aynı anda Komünist Parti ve Genç Komünistler Birliği ile bağlantılı diğer gruplarla birlikte İçişleri Bakanlığı görevlileri de alanı işgal ettiler. Göstericiler gönüllü olarak dağıldı ve gösteriler en azından başladıkları yer olan Havana’da, neredeyse çatışma yaşanmadan bitmiş gibi görünüyordu. Ancak daha sonra yürüyüşün Havana’nın önemli sokakları boyunca devam eden uzun bir gösteriye dönüştüğü öğrenildi. Protesto yürüyüşü ilerledikçe insanlar katıldı ve resmi olmayan kaynaklara göre 2.000 ile 3.000 arasında gösterici hükümete karşı sloganlar attı.     Göstericiler, Başkanlık Karargahı’nın, Komünist Parti Merkez Komitesi’nin, İçişleri Bakanlığı’nın, Silahlı Kuvvetler Bakanlığı’nın ve büyük ulusal gazetelerin de genel merkezlerinin bulunduğu sembolik öneme sahip olan Devrim Meydanı’na gitmeye karar verdiler. Meydanın yakınlarında kamu güvenliği güçleri ve hükümet yanlısı sivil gruplar göstericilere karşı koydu ve şiddetli çatışmalar yaşandı, bu çatışmalar sonunda belirsiz sayıda gözaltının yanı sıra yaralanmalar da meydana geldi.  Aynı sıralarda Havana’daki 10 Ekim Caddesinde iki polis arabasının ters çevrildiği ciddi şiddet olayları yaşandı. Sonrasında, bir çocuk hastanesinin taşlanması gibi ciddi vandallık olaylarının videoları yayınlandı. Bir sivil olan Diubis Laurencio Tejeda’nın gösteriler sırasında öldüğü teyit edildi. Şu ana kadar gösterilerin sonucunda ortaya çıkan başka herhangi bir ölüm vakası bildirilmedi.   Hem göstericiler hem de onlara karşı durmaya çalışan siviller şiddet kullandı, çoğunlukla taş ve sopalara başvurdular. Her iki taraftan yaralananların sayısı bilinmiyor. Olay yerinde ve gösterinin ardından gözaltına alınanlarının sayısı da bilinmiyor. Altı gün sonra hala, kayıtsız şekilde gözaltına bulunanların sayısını bilmiyoruz.      Gösteriler Havana’da gerçekleşirken benzer olaylar Bayamo, Manzanillo, Camagüey, Santiago de Cuba, Holguín ve başka şehirlerde de yaşandı. Bunlar da bazı durumlarda şiddetle bitti veya şiddetle başladı.  Eylemlerin kökeni ve özü 11 Temmuz’da Küba’da gerçekleşen gösteriler hakkında üç nitelendirme yapıldı. Hükümet bunun karşı devrimciler ile komünistler arasındaki bir çatışma olduğunu iddia ediyor. Burjuva basını gösterilerin bir diktatörlüğe karşı çıkan ezilenleri temsil ettiğini öne sürüyor. Başkaları ise bunun siyaseten yozlaşmış bir bürokrasiye karşı çıkan devrimci işçi sınıfı olduğunu iddia ediyor. Bu üç nitelendirme de gösterileri anlamak için faydalı değildir. Gerçekte 11 Temmuz eylemleri, yukarıda bahsedilen üç perspektifi bir araya getirdi: Amerika Birleşik Devletleri’nin finanse ettiği ve Komünist Parti’ye şiddetle saldıran karşıdevrimci örgütler, temel haklarının şiddetle kısıtlandığını ve sansürle karşılaştıklarını hisseden entelektüel gruplar ve hükümetin yaşam koşullarını iyileştirmesini talep eden işçi sınıfı. Yine de, her ne kadar göstericilerin ezici çoğunluğu üçüncü kategoriye dahil olsa da, bu atıl bir bürokrasiden daha fazla sosyalizm talep eden, politik olarak bilinçli sosyalist bir kitle olarak anlaşılamaz. 11 Temmuz eylemlerinin dokuz temel karakteristiği vardı: 1. Göstericilerin çoğu karşıdevrimci örgütlerle bağlantılı değildi, gösterilere karşı devrimci örgütler liderlik etmedi. Gösterileri doğrudan tetikleyen unsur, ekonomik krizin, ABD hükümeti tarafından dayatılan ekonomik yaptırımların ve devlet bürokrasisinin şaibeli ve verimsiz yönetiminin neden olduğu korkunç kesintilerden kaynaklanan hoşnutsuzluktu.  Bu hoşnutsuzluğu yaratan unsurlar olarak gıda ve sağlık ürünlerinin kıtlığından, çevrilebilir Küba pesosu kullanan, sadece yabancı para birimleriyle ulaşılabilir olan dükkanların varlığı ve temel ürünleri stoklamaları, ekmek gibi temel gıdaları satın almak için oluşan uzun kuyruklar, ilaç kıtlığı, bankalardaki nakit dolar mevduatına getirilen kısıtlamalar, kamu hizmetlerinin ücretlerindeki artışlar (Havana’daki ulaşımın ücreti %500 arttı), sübvansiyonların kesilmesi, enflasyondaki sert artış, temel ürünlerin maliyetindeki artış ve uzun elektrik kesintileri sayılabilir. Sosyal bir patlamaya müsait bir senaryoyu oluşturan nesnel faktörler bunlar.  Aynı zamanda Küba son 30 yılın en büyük ekonomik krizini yaşıyor. Küba’nın Gayrisafi Yurtiçi Hasılasının 2020’de %1 artması için ülkeye 4.500.000 turistin gelmesi ve uluslararası piyasada fiyatların istikrarlı olması gerekiyordu. Bunun yerine 2020’de turizm 1,5 milyon turiste geriledi ve dünya ekonomisi krize girdi. Yabancı ziyaretçilerin sayısındaki azalma 2020 yılında yaklaşık 3 milyar dolarlık bir kayba neden oldu. Küba gıdasının yaklaşık %80’ini ithal ediyor ve hükümet bu amaç için iki milyar dolar tahsis ediyor.  Küba’nın mütevazi bir toparlanma yaşayan Çin’in dışındaki diğer ticaret partnerleri, ekonomik durgunluğa girdi. Haziran 2021’e kadar Küba’ya yalnızca 130.000’den biraz fazla turist geldi. Ülkenin rezervlerinin çoğu 2020 yılında tüketildi. Sağlık sektöründe koronavirüse karşı verilen acil tepki Küba ekonomisine ciddi ölçüde zarar verdi. Buna Donald Trump’ın dayattığı ciddi ekonomik yaptırımlar da eklenmelidir; Başkan Joe Biden’ın kaldırmadığı bu yaptırımlar, blokajın etkisini arttırdı. Ancak Küba ekonomisinin krizde olmasının nedenleri, akşam masasına yemek koyamayan çalışan aileler için önemli değil. Hükümetin siyasal meşruiyeti aşınırken bu durum özellikle geçerli.  2. Hükümetin siyasal meşruiyeti ciddi ölçüde azalıyor. Resmi siyasal söylem etkisiz ve gençliğe ulaşmıyor. Resmi gençlik örgütlerinin siyasal propagandası gençliğe yabancı. Göstericiler içerisindeki gençlerin çok sayıda olması bunun bir göstergesi. (Tam bir oran vermek şu an için imkânsız) Krizle geçen birkaç yılın yarattığı yıpranmanın ve devlet yönetiminin gittikçe artan hatalarının bir sonucu oldu. Ayrıca, şu anki hükümet devrimin tarihsel liderliğinin siyasal meşruiyetine sahip değil. Ülkenin liderliği ile işçi sınıfı arasında büyüyen bir açıklık var ve hayat standartlarındaki farklılıklar giderek daha görünür hale geliyor.  3. Gösteriler sosyal sorunların en fazla olduğu işçi sınıfı mahallelerinden başladı. Sosyal eşitsizlik Küba toplumunda büyüyen bir sorun. Yoksulluk, sosyal ihmal, kamu hizmetlerinin ve sosyal hizmetlerin istikrarsızlığı, devlet tarafından sağlanan gıda ve temel ürünlerin kısıtlı arzı ile yetersiz kültürel politikalar kenar ve düşük gelirli mahallelerdeki hayatın karakteristiği. Hayatta kalmanın ideolojinin önüne geçtiği bu bölgelerde, siyasal bilinç azalma eğilimde. Siyasal söylem sıradan insanların gündelik ihtiyaçlarına hitap etmiyor. Sosyoekonomik olarak korunmasız olan bu mahallelerde, ülkenin liderliği yüksek hayat standartlarına sahip insanlar olarak algılanıyor.  4. Gösteriler bir çoğunluğu temsil etmiyor. Küba nüfusunun çoğunluğu hükümeti desteklemeye devam ediyor. Göstericilerin olayların başladığı bölgelerde yaşayanlardan destek aldığı doğru olsa da nüfusun önemli bir kesimi gösterileri reddetti. Havana’daki gösteriler genel olarak 5.000 kişiyi toplasa da bu durum, gösterilerin çoğunluğun desteğine sahip olduğu anlamına gelmiyor. Küba hükümeti, yaşadığı siyasal bozulmaya rağmen hala Fidel Castro’nun imgesini kullanıp sosyalist tahayyül üzerinde hegemonyasını sürdürürken devrimin mirasının saklayıcısı olarak görülüyor. Büyük oranda bu mekanizmalarla çoğunluk arasında ciddi bir siyasal meşruiyet elde ediyor.    5. Gösterilerde sosyalist sloganlar yoktu. Gösterilerde atılan sloganlar “Patria y Vida” (Vatan ve Yaşam), “Libertad” (Özgürlük), “Abajo la dictadura” (Kahrolsun Diktatörlük) ve Başkan Miguel Díaz-Canel’e yönelik saldırı sözleriydi. “Patria y Vida” açıkça sağcı bir şarkıdan alınma bir slogan ve Miami’deki sağcı muhalefet tarafından popülerleştirildi. Belirtilen diğer sloganlar temel hakların talep edilmesi niteliği taşıyan sloganlar ve sosyalist talepler içermiyorlar. Sansüre karşıtlık ve temel hakların genişletilmesi taleplerinin ötesinde, “Kahrolsun Diktatörlük” sloganı çoğunlukla Küba sağcıları ve karşıdevrimcileri tarafından kullanılıyor.  Comunistas Yayın Kurulu üyeleri Fidel Castro’ya veya sosyalizme karşı olmayan ve sokağa çıkmaktaki amacı daha iyi hayat koşulları istemek olan göstericilerle de konuştu. Ancak gösterilerde bu ayrım açıkça ifade edilmedi.  6. Küçük bir grup entelektüel gösterilerle bağlantılıydı. Asıl olarak 27N hareketinin parçası olan, entelektüellerin bir azınlığı, yurttaş haklarını talep etmek için eylemlere katıldı ve özgür ifade hakkıyla, sansürlenmemiş sanatsal yaratıcılığı temel aldı. Ancak gösterilerin temel karakteri bu değildi.   Bunun nedeni muhalif entelektüellerin taleplerinin, yaşamlarında temel değişiklikler olması için eylem yapan çoğunluğun taleplerine denk düşmemesiydi.  7.Lümpen-proleterler önemli bir rol oynadı. Havana’daki gösterilerin başlangıçtaki barışçıl ruhunu bozan yağmayı ve şiddetli vandalizm eylemlerini düzenleyenler bu gruplardı. 8. Gösterilerin örgütlenmesinde karşı-devrimci propagandanın bir rolü oldu. Gösterileri tetikleyen temel faktör bu olmasa da Amerika Birleşik Devletleri’nden yönetilen güçlü bir sağcı kampanyanın varlığı inkâr edilemez. Sosyal medyadan yürütülen bu kampanya açıkça Küba hükümetini devirmeye odaklandı. Bu kampanyanın nüfusun önemli bir kısmı üzerinde güçlü bir etkisi oldu. 4,4 milyon Kübalının telefonları üzerinden sosyal ağlara erişimi var.   9. Gösterilerde şiddet kullanıldı. Havana’da, istisnai olaylar dışında gösteri başlangıçta barışçıl bir şekilde yapıldı. Ancak göstericiler Devrim Meydanı’na girmeye çalıştığında polis güçleri ve hükümet yanlısı yurttaşlarla göstericiler arasında ciddi bir çatışma yaşandı. Her iki taraf da şiddet eylemlerinde yer aldı ve bunun sonucunda siviller ciddi şekilde yaralandı. Şiddet kullanan gruplar Vandalizm eylemlerine giriştiler, komünist militanlara ve hükümet destekçilerine taş ve sopalarla saldırdılar. Yayın Kurulumuzun kurucusu, Frank García Hernández neden gözaltına alındı? Yoldaş Frank García Hernández, gösterinin başından beri birlikte olduğu bir arkadaşının evine doğru giderken, yanlışlıkla Devrim Meydanı çevresindeki çatışmaların sürdüğü alanlardan birine çıktı.  Yoldaş Frank başlangıcından beri gösterinin içindeydi, ancak gösteriye Komünist Parti’nin bir üyesi olarak katılıyordu. Göstericiler Máximo Gómez parkından ayrıldıklarında (Akşam 18 sularında) Frank ve arkadaşı gösterinin bittiğini düşünmüşlerdi ve bu yüzden ikisi de eve gidiyordu. Bina göstericilerle polis güçleri arasında çatışmaların yaşandığı alana 200 metreden daha yakındı ve polis göstericilerin Devrim Meydanı’na girmesini engellemeye çalışıyordu. Yoldaş Frank’a göre Ayestarán ve Aranguren caddelerinin kesiştiği köşeye ulaştıklarında silah sesleri duyulmaya başlandı. Her ikisi de polis memurlarının eşlik ettiği hükümet yanlısı bir grubun yanına gitti.  O sırada Yoldaş Frank, şans eseri Comunistas’ın metinlerine yer veren bir yayın organı olan LGBTIQ hakları dergisi Tremenda Nota’nın yöneticisi Maykel González ile karşılaştı. Maykel González olaylara katılmış, yürüyüşün başlangıcından şiddet olaylarının başlamasına kadar gösterinin içinde yer almış ancak herhangi bir şiddet eylemine karışmamıştı. Gösteriler biterken Yoldaş Frank García orada bulunduğu sırada bir polis memuru Maykel González’i kamu güvenliği güçlerine taş atmakla haksız bir şekilde suçlayarak gözaltına aldı.  Bu durum karşısında Yoldaş Frank García, Komünist Parti’nin bir üyesi olarak sakin bir şekilde polis memuru ile Maykel González’in arasına girmeye çalıştı. Frank García polis memurundan Maykel González’i gözaltına almamasını isteyip, onu ikna etmeye çalışırken Frank García da bu polis memuru tarafından gözaltına alındı. Polis memuru Frank’ı şiddet eylemlerine girişmekle ve göstericilerin yanında olmakla suçladı. Daha sonra yetkililer bu suçlamanın yanlışlığını teyit ettiler.  Gözaltı akşam 19 sularında gerçekleşti. Her ikisi de en yakın polis merkezine götürüldü. Daha sonra gece 01.30 sularında Frank başka bir gözaltı merkezine götürüldü, burada gerçekler derhal netleştirildi ve onun şiddet eylemlerinde bulunmadığı veya gösterilere karşı çıkan grupta yer almadığı ortaya çıktı. Frank García Hernández, Tremenda Nota’nın yöneticisi Maykel González Vivero ile birlikte 12 Temmuz akşamı saat 20’de serbest bırakıldı.  24 saatten biraz az süren gözaltı sürecinde Frank herhangi bir fiziksel şiddetle veya herhangi bir işkence ile karşılaşmadığını teyit etmektedir. Şu an için Frank García gözaltında değil, hareket serbestliğinin kısıtlandığı bir ihtiyati tedbir durumundadır, ulaşım özgürlüğü işyeri ve tıbbi yardıma ulaşımla sınırlanmıştır. Ancak Frank’ın günlük hareketleri hakkında otoritelere herhangi bir bilgi verme zorunluluğu yoktur. Yasal süreç, Frank ve González’in gösteride herhangi bir şiddet eyleminde bulunmadığı yasal olarak gösterilene kadar sürecek bir prosedürün parçasıdır.  Comunistas Yayın Kurulu, Frank García Hernández’in serbest bırakılmasını talep eden etkileyici uluslararası dayanışma dalgasını minnetle karşılar. Kısa süre sonra Comunistas bu enternasyonalist kampanya hakkında detaylı bir rapor yayınlayarak, yoldaşımızın özgürlüğü için mücadele eden kişi ve kurumları uygun bir biçimde kayda düşecektir. Gösteriler sırasında Yayın Kurulumuzun başka üyelerinin, destekçilerimizin veya yayınımıza yakın olan yoldaşlarımızın gözaltına alınmadığını kaydetmek önem taşıyor. Çünkü başlangıç noktamız temel devrimci adalet hissimiz. Ancak bu bizi 11 Temmuz gösterilerinde gözaltına alınan diğer kişilerin de, başkalarının hayatlarını tehlikeye atacak eylemlere girişmemiş oldukları takdirde, derhal serbest bırakılmasını talep etmekten alıkoymuyor.        Küba’da bir yer, 17 Temmuz 2021, Comunistas Yayın Kurulu Not: Bu açıklamanın yapıldığı saatlerde Comunistas hem hükümetin hem de muhalefetin yaptığı sokaklara çıkıp gösteri yapma çağrılarının farkındaydı. Görünüşe göre her iki taraf da Havana’da, aynı noktaya odaklanma çağrısı yaptılar; La Piragua. Comunistas, her gün 6.000 yeni vakanın görüldüğü koronavirüs durumunun ciddiyetini göz önüne alarak her iki çağrıyı da reddediyor ve bu çağrıları sorumsuzca görüyor. Ancak iki grup arasında gerçekleşebilecek olan her türlü olası çatışmayı kınadığımızı vurguluyoruz.  

ABD, Afganistan’dan kaçıyor

11 Eylül saldırıları sonrasında Afganistan’ı işgal eden ABD ordusu, kalan son askerlerini de Ağustos sonuna kadar geri çekiyor. İşgalin yoğun olduğu dönemlerde 150 bine kadar çıkan asker sayısı, son yıllarda 10 binli seviyelere kadar inmişti. Geri çekilme takvimi konusunda önceki başkan Trump, Taliban örgütü ile bir anlaşma imzalamıştı. Yeni başkan Biden da bu anlaşmaya genel olarak uymaya karar verdi, sadece çekilme işlemini Mayıs ayından Eylül başına erteledi.  Bütün ülkelerin askerleri çekiliyor, Türkiye askerleri bekliyor ABD’nin çekilme kararı sonrası; Afganistan’da askeri bulunan Almanya, Avustralya, Polonya, İngiltere ve İtalya gibi NATO üyesi ülkeler de askerlerini çekmeye başladı. Türkiye’nin başkent Kabil Havaalanında bulunan 600 askeri ise henüz çekilme işlemlerine başlamadı. Türkiye; Kabil Havaalanının korumasını üstlenmeye devam etme önerisini NATO toplantısında ABD’ye iletmişti, konu ile ilgili görüşmeler devam ediyor. Taliban örgütü ise Eylül ayından itibaren Afganistan’da kalan bütün yabancı askerlerin hedef alınacağını açıkladı. Türkiye’nin bu tutumu, içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi krizi aşma çabasının bir sonucu. ABD ile Afganistan için yapılan pazarlığın en önemli bölümünü, ambargonun kaldırılması, ekonomik desteğin sağlanması, Halkbank benzeri davaların lehte sonuçlandırılması gibi maddeler oluşturuyor.  Afgan hükümeti mücahit örgütlerini yardıma çağırıyor Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani, yaptığı açıklamada, Afgan silahlı kuvvetlerinin Taliban ile baş edebileceğini, yabancı askerler çekildikten sonra Taliban’ın saldırmak için bir bahanesinin kalmayacağını açıkladı. Cumhurbaşkanı Gani, Rus işgaline karşı savaşmış olan mücahit örgütlerini, Taliban’a karşı savaşmaya davet etti. Bu da ülkede yeniden, 1992-1996 yılları arasında yaşanana benzer, kapsamlı bir iç savaşın başlayacağı anlamına geliyor. Yolsuzluklar nedeniyle iyice yıpranmış olan Afgan hükümetinin halk desteği oldukça zayıf. Bürokraside görevli memurlar, muhtemel bir Taliban iktidarı korkusu ile şimdiden ülkeyi terk etmeye başladılar. ABD’li yetkililer de, işgal dönemi boyunca ABD ordusu için çalışan, aileleriyle birlikte yaklaşık 50 bin Afganlıyı tahliye etmeye başladı. ABD ve müttefikleri Afganistan’a kan ve gözyaşı getirdi ABD, 2001 yılında “terörizmle” savaş adı altında, El-Kaide’yi barındırdığı gerekçesi ile Afganistan’a NATO desteğinde saldırarak ülkeyi işgal etmişti. Afganistan’a barış, istikrar ve medeniyet getireceğini belirtmesine rağmen, tek getirdiği kan, gözyaşı ve acı oldu. 20 yıllık işgal döneminde; 51 bin sivil, 51 bin Taliban mensubu, 69 bin de Afgan askeri ve polisi öldü. ABD ve NATO üyesi ülkelerin kaybı ise 3 bin 500. 3 milyon Afganlı ülkeyi terk etti, mülteci haline geldi. 4 milyon Afganlı iç göçmen durumunda. BM'ye göre, Afganistan; Suriye ve Venezüella’dan sonra dünyanın en büyük üçüncü yerinden edilmiş nüfusuna sahip. Afgan halkı işgal döneminde daha da yoksullaştı Afgan halkının durumu, işgalin başladığı günden bu yana her geçen gün daha da kötüleşti. Afganistan kişi başı yıllık 500 dolarlık geliri ile dünyanın en yoksul ülkeleri arasında. Yıllık milli geliri 20 milyar dolar. Buna karşın ABD ve müttefiklerinin işgal için harcadığı en az 1 trilyon dolar. 37 milyon Afgan’ın 12 milyonu açlıkla karşı karşıya. ABD, Afganistan’a siyasal İslamı, Bush’un tabiriyle İslamofaşizmi temizlemek, hegemonyasını güçlendirmek iddiasıyla saldırmıştı. Ama Afganistan ABD’nin yeni Vietnam’ı oldu. Temizlenmek bir yana, siyasal İslam bugün Afganistan’ın büyük bölümünü kontrol ediyor. Taliban, Afganistan’daki en etkili siyasal güç. Hiçbir ABD işgali; işgalcilerin iddia ettiği medeniyet, barış ve insanlık için yapılmaz. ABD işgallerinin tek gerçek gerekçesi, 21. yüzyılın ABD’nin açık üstünlüğüyle belirleneceği bir çağ olup olmayacağını tayin etmektir. ABD’nin Afganistan’dan çekilmek zorunda kalması, “Yeni bir Amerikan yüzyılı projesinin” açık yenilgisidir.

Su krizi İran’ı vurdu, kesintileri protesto eden göstericilere ateş açıldı

İran’ın güneybatısında yaşanan aşırı kuraklık nedeniyle Huzistan eyaletine günlerdir su ve elektrik verilemiyor. Kesintiyi protesto eden göstericiler polisle çatıştı, iki kişi yaşamını yitirdi. Bu ayın başlarında Cumhurbaşkanı Ruhani, kuraklığın “benzeri görülmemiş” boyutlarda olduğunu, ortalama yağışın önceki yıla oranla yüzde 52 azaldığını açıklamıştı. Eşzamanlı olarak, başkent Tahran ve bazı büyük şehirlerde, kuraklığın hidroelektrik enerji üretimini de etkilemesi nedeniyle sürekli kesintiler başladı. Evlerine su getirmek için elektrikli pompa kullanımına başvurmak zorunda kalan insanlar, eyalete elektrik verilememesi yüzünden tamamen susuzluğa mahkûm edildi. İran, son 50 yılın en kötü kuraklığıyla karşı karşıya. Tarım ve hayvancılığa büyük zarar veren, elektrik kesintilerine yol açan su krizi günlerdir protesto ediliyor. Protestolarda şimdiye kadar iki sivilin, 18 yaşındaki Ghasem Khozeiri ve 30 yaşındaki Mostafa Naimawi'nin Cuma günü vurularak öldürüldüğü doğrulandı. Kaç kişinin tutuklandığı ise açıklanmadı.  İnternet kısıtlamaları nedeniyle, Huzistan’da yaşananları, geçtiğimiz hafta paylaşılabilen bazı videolardan takip edebiliyoruz. Bunların birçoğunda silah sesleri duyuluyor, ateşe verilmiş tankların olduğu görülüyor ve polisin bolca gaz kullandığı anlaşılıyor.  Azalan su kaynaklarını yönetmeyi beceremeyen İran rejiminin şimdi yaşamakta olduğu bu çaresizlik, birbiri ardına kuruyan nehirler ve gölleri görmezden gelip sulak alanların iyice yitirilmesi pahasına hepimizi çölleşmeye sürükleyen siyasi iktidarlar için ders alınması gereken canlı bir örnek niteliğinde. Yetkililer şimdi bölgeye tankerlerle su taşımaya çalışıyor ama bunun krizi sonlandırmaktan uzak bir çaba olduğu aşikâr.  Halkları susuzluğa, elektriksizliğe, gıda güvencesizliğine mahkûm edecek koşulları yaratanlar, suyun yaşam olduğu gerçeğini görmezden gelen ve su kaynaklarını yönetemediklerinde gıda krizi de yaratacaklarını, ekosistemlerin kökünü kurutacaklarını bilen ama buna rağmen Kanal İstanbul benzeri projeleri hayata geçirme inadında olan siyasi iktidarlardır. İklim krizi yüzünden yaşanması beklenen su stresi ve çölleşme riskini hızlandıracak adımlar atarken geleceğimizi çalıyorlar.  İran rejiminin şimdi almaya başladığı bazı “önlemler” için çok geç kalındı. Örneğin dünyanın en önemli tuzlu su göllerinden biri olan Urmiye Gölü son 15 yıl içinde kurutuldu. Göl kuruduktan sonra bazı adımlar atıldı, fakat gölü canlandırmak için sergilenen çabalar kuraklık yüzünden başarıya ulaşamıyor. Bu göl kurursa yaşamın da kuruyacağı biliniyordu oysa. Bu da yetmezmiş gibi ülkenin yeraltı sularının yüzde 70’i kullanıldı, sulak alanların yanı sıra akiferler de (yüzeye yakın olan yeraltı jeolojik su depoları) kurutuldu.  Huzistan’ın bir zamanlar verimli olan ovaları şimdi yakıcı sıcaklar ve kum fırtınalarının da etkisiyle hızla çölleşiyor.

Bir yerleşimci sömürgeci kapitalist devlet olarak Kanada ve yerli mücadelelerinden dersler

Kanada'da yaşayan DSİP ve Uluslararası Sosyalistler üyesi Canan Şahin Kanada'da ortaya çıkan çocuk mezarlarını ve yerlilerin mücadelesini yazdı

Küba’ya ambargoya da Küba’da rejimin baskılarına da hayır

Küba’da binlerce insan ekonomik istikrarsızlığı, yüksek yiyecek ve benzin fiyatlarına ve artan Covid-19 vakalarına duydukları öfkeyi göstermek için protesto düzenlediler. Protestolar adanın batısındaki San Anronio’da başladı. Eylemlerin ülke geneline yayıldığı haberi başkent Havana’da öfkeli protestolara yol açtı.  Protestocular kaldırım taşlarını sökerek polislere attılar ve hükümet yanlısı aktivistlerle de çatıştılar.  Protestoculardan biri şöyle konuştu: “Açlık yüzünden buradayım; ilaç bulamadığımız için, elektrik kesintileri için, her şey eksik olduğu için buradayım.” Dans öğretmeni olan Miranda Lazara ise “çok zor bir dönemden geçiyoruz, sistemin değişmesi gerekiyor.” dedi. Gerçek ABD ve ittifakları; bu gerçek, samimi duygulardan kesinlikle yaralanacaklar. İran ve Çin hâkimiyetindeki Hong Kong’da olduğu gibi, ABD karşıtı ülkelerde ne zaman halk ayaklanması olsa bu böyle olur.  Böyle bir emperyalist müdahaleye sert bir şekilde karşı çıkmak gerekir.  Ama bu, Küba hükümeti işçi ve yoksullara saldırdığında, hükümetin arkasında durmak anlamına gelmiyor.  Polis protestoculara göz yaşartıcı gazlar ve coplarla saldırdı, birçok tutuklama yapıldı. Küba sol akımının önde gelen üyelerinin bir kısmı da tutuklananlar arasında.  2019’da İngiltere’de sosyalist tartışmalarda konuşan Frank Garcia Hernandez ve LGBT+ haklarını savunan önemli bir online dergi olan Tremenda Nota’nın yöneticisi Maykel Gonzalez Vivero da tutuklananlar arasında. Pazar günü Başkan Müguel Diaz-Canel “Hiç kimsenin durumumuzu manipüle etmesine izin vermeyeceğiz, savaş emri verildi, devrimciler sokaklarda”. dedi. Abluka Protestoları yönlendiren market raflarında yiyecek kalmamasına ve insanların temel ihtiyaçları için sıraya girmesine neden olan ekonomik kriz.  Enflasyon artarken, Küba para birimi sürekli değer kaybetmekte. Bu durum turizmin azalması ile birleşince, Küba ekonomisi zorlandı.  Hükümet, ekonomik krizi önlemek amacıyla, ekonomisini özel girişimlere açmaya karar verdi. Ama bu ülke ekonomisini batmaktan kurtaramadı.  ABD on yıllardır Küba’ya ambargo uyguluyor. Yaptırımlar eski başkan Doland Trump tarafından daha da sıkılaştırıldı ve bu da krizin büyümesine katkıda bulundu.  Şimdiki başkan Joe Biden, Küba ve ABD arasındaki ilişkileri istikrara kavuşturmak yönünde sözler verirken, yaptırımlar hala devam ediyor.  Biden’ın çevresindekilerin bir kısmı protestocuları desteklediğini hemen açıkladı. Ama bu destekleyici argümanlara rağmen, Beyaz Saray Küba halkının hakları ile ilgilenmiyor.   Aksine, Biden’in ekibi Küba hükümetini yasadışı kılmak ve kendi kontrolünü genişletmek ile daha fazla ilgili. 

“İş yok, açız”: Güney Afrika’da ayaklanmalar

Güney Afrika’nın büyük bir bölümünde öfke patlamaları yaşanıyor.

İktidar affetse de darbeciyi affetmeyiz: Mısır'da idamlara hayır!

Ankara darbeci Sisi ile diplomatik-siyasi ilişkiler kurarken, Mısır'da Müslüman Kardeşler üye ve yöneticileri idam ediliyor. Bugün idam edildiği duyurulan 25 yaşındaki Motaz Hassan, gibi cunta mahkemesi tarafından ölüm cezasına çarptırılan 12 İhvan üyesi ve yöneticisi her an idam edilebilir. Geçen yıl, Mısır'da idam edilenlerin sayısı  bir önceki yıla göre üç kat artmıştı. En az 23 kişi siyasi nedenlerle öldürülmüştü. 2013'te gerçekleşen darbeyle kendi yönetimini kuran Genelkurmay Başkanı Sisi, idam cezasını güncel uygulama haline getirmişti. Son yıllardaki artış ise hem Mısır ekonomisinin krizi hem de Sisi rejiminin çürümüşlüğünün kitlelerce görülmesi üzerine geldi. Türkiye'de AKP'lilerin aralarında bulunduğu geniş kesimler, Mısır'daki idamları protesto ederken, Erdoğan yönetimi geçtiğimiz günlerde Türkiye'deki İhvan basınını Sisi karşıtı sert haberler yapmaması konusunda uyarmıştı. Doğu Akdeniz'deki hidrokarbon yataklarının paylaşımı kavgası sonucu Erdoğan ve AKP, Mısır ile ilişkilerini onarmaya çalışırken darbeye karşı direnişin sembollerinden biri olan Rabia Meydanı iktidar için geçmişte kalmış gözüküyor. Sisi rejimiyle her türlü diplomatik ve siyasi ilişki kesilmelidir. Mısır'da idamlara hayır! Sisi rejiminin yıkılması için Mısırlı işçiler ve yoksullarla küresel dayanışmayı büyütelim.

Geri 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 İleri

Bültene kayıt ol