Lübnan: İsrail tankları BM üssüne zorla girdi

Ukrayna Savaşı: Kiev'e bombardıman, Donbas'ta çatışmalar, Mariupol'da toplu mezarlar

Putin'in işgali sürerken, ülkede şiddetli çatışmalar ve hava saldırıları devam ediyor. İki aydan fazladır süren savaşta son gelişmeleri derledik. Kiev'in merkezi vuruldu BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in ziyaret ettiği sırada Başkent Kiev'in dört bir tarafı Rus füzeleriyle vuruldu. Donbass'ta şiddetli çatışmalar Putin ilhak etmek istediği Donbass bölgesinde büyük çatışmalar yaşanıyor. Rusya ordusu, hava saldırılarını sürdürürken, karada Ukrayna ordusu ile çarpışıyor.  Birçok yerleşim yeri günlük olarak el değiştiriyor. Herson kent merkezindeki sivil protesto eylemi, Rusya askerlerinin gaz bombaları ile dağıtıldı. Rus emperyalizmi bir yandan saldırırken, diğer yandan Rusça konuşan azınlığın yaşadığı bölgede referandumlar düzenleyerek, Donbas'ı Moskova'ya bağlamak amacında. Talihsiz şehir Mariupol'da Rus bombardımanı bir grup Ukrayna askeri ve yüzlerce sivilin sığındığı metal fabrikasında yoğunlaştı. Sivillerin tahliye edilmesi günlerdir bekleniyor. Öte yandan şehirde 3. toplu mezar bulundu. Putin'den tehdit Batı emperyalizmi, aralarında tankların da bulunduğu ağır silahları Ukrayna'ya sevk etmeye hazırlanırken, Putin ordu envanterinde kayıtlı olmayan güçlü silahları kullanabilecekleri tehdidinde bulundu. Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü ise NATO üyesi Doğu Avrupa ülkelerini vurabileceklerini söyledi. Biden'dan  33 milyar dolar ABD Başkanı Biden, Ukrayna'ya 33 milyar dolarlık askeri, ekonomik ve insani yardım yollayacaklarını açıkladı. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski ise savaşın ülkeye maliyetinin 600 milyar dolarak ulaştığını duyurdu. Ukrayna Dışişleri Bakanı Kuleba da "NATO'nun kapısını çaldık, hiç açılmadı" dedi. Tarihi yerinden edilme 24 Şubat’ta başlayan savaş, Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana görülen en hızlı yerinden edilmelere neden oldu. Birleşmiş Milletler verilerine göre 5,3 milyon Ukraynalı ülkelerinden canlarını kurtarmak için kaçtı. Beklentiler mülteci sayısının 4 milyonda kalacağı yönündeydi. 11 yıllık çatışmadan sonra mülteci olarak kayıtlı 6,8 milyon vatandaşı olan Suriye’nin ardından, Ukraynalı mülteci sayısının 8,3 milyona ulaşacağı tahmin ediliyor. Kadınlar ve çocuklar, Ukrayna’dan kaçanların yüzde 90’ını oluşturuyor. 18 ile 60 yaşları arasındaki erkekler, askerlik yapmakla yükümlü ve ülkeden ayrılamıyor.  Rusya'da protestolar Rusya TV'lerine bakıldığında Ukrayna'da bir savaş yaşanmıyor. Rus askerleri "terörist çetelerle" mücadele ediyor. Ağır sansür ve baskı koşullarına rağmen, bazıları sanatsal bazıları bireysel protestolar yapılıyor. İfade özgürlüğünün olmadığı ülkede savaş karşıtları hapse atılmakta ya da ağır cezalarla yargılanmakta.

Tadamon katliamı: Önce infaz ettiler, sonra bir çukurda yaktılar

Türkiye’de iktidar ve muhalefet çevrelerinde “Suriyeliler ülkesine dönsün” yaygarası koparılırken, 2013 yılında Şam’da çekilmiş Esad rejiimin yaptığı korkunç katliamın görüntüleri ortaya çıktı. İngiliz gazetesi The Guardian’da paylaşılan görüntülerde, Suriye istihbarat görevlisi Amjad Youssuf’un, gözleri bağlı ve kelepçeli şekilde gözaltına alınan ve koşmaları söylenen sivilleri vurduğu görülüyor. 16 Nisan 2013 tarihli görüntü, rejimin işlediği suçları ortaya koyması açısından büyük önem arz ediyor. Ve geri dönüşün Esad rejimi var oldukça hiçbir zaman güvenli olmayacağını bir kez daha gösteriyor. İdam mangasının gerçekleştirdiği toplu infaz, Şam’da Cumhurbaşkanlığına 1 km mesafedeki Tadamon mahallesinde gerçekleşti. Haberi yayınlayan gazeteci Martin Chulov özellikle sivillerin ölüme yürüdüğü ve bazen ölümlerinden hemen önce alay edildikleri görüntülerden çok etkilendiğini anlattı. Katliam için bu sivil grubun neden seçildiğini belirlemenin zor olduğu, o bölgedeki sivillere “Muhaliflerin tarafına geçmemeleri” için güçlü bir mesaj verilmek istendiği üzerinde duruluyor. Paylaşılan görüntülerde sivillerin toplandığı; elleri bağlandığı ve askerler tarafından bir 'infaz çukuruna' götürüldükleri görülüyor. Askerler, elleri bağlı sivilleri infaz ettikten sonra cesetleri çukura atıyorlar.  Video daha sonra cesetlerin üzerine benzin döküldüğü ve yakıldığını gösteriyor. The Guardian'a göre çukurda en az 41 ceset vardı. Kayıtlarda Suriyeli askerlin savaş suçu kapsamına giren eylemleri yaparken gülüştüğü duyulabiliyor. The Guardian'ın yayınladığı görüntüleri 2013 yılında Esad yanlısı milislere yeni katılmış bir kişi çekmiş. Yapılanlardan vicdan azabı duyan kişi, daha sonra eline geçirdiği katliam kayırlarını yurt dışına çıkarmayı başarmış.  Katliamın elebaşısı  Amjad Youssuf hala vahşetiyle tanınan, Birim 227’de görev yapan bir askeri istihbaratçı.

Küresel gıda krizi büyüyor, fiyatlar artmaya devam edecek - Ne yapmalı?

Ukrayna savaşı, yüksek enflasyon, üstüne bir de küresel ısınma sebebiyle meydana gelen kuraklık... Sadece Türkiye'de değil tüm dünyada gıda fiyatları daha da artacak. Pandemi dönemindeki kapanmalar sebebiyle tedarik zincirleri bozulmuş ve gıda fiyatları son 20 yılın en yüksek seviyesine çıkmıştı. İklim krizinin en önemli etkilerinden biri olan kuraklık yüzünden temel gıda ürünlerinin hasadı azalıyor, bu da fiyatları artırıyordu. Bu iki faktör üzerine, iki büyük sorun daha eklendi. Ukrayna Savaşı'nın yarattığı büyük şok Küresel kapitalizmin kasası sayılabilecek Dünya Bankası, "Ukrayna Savaşı'nın Emtia Piyasalarına Etkisi" başlıklı bir rapor yayınladı. Raporda şu tespitler yer alıyor: - Savaş sebebiyle küresel ticaret, üretim ve tüketim kalıpları, fiyatları 2024'ün sonuna kadar tarihsel bağlamda en yüksek seviyelerde seyredecek. - Son 2 yılda enerji fiyatlarında yaşanan yükseliş, "1973'teki petrol krizinden bu yana görülen en büyük artıştır." - Rusya ve Ukrayna'nın büyük üreticilerinden olduğu gıda ürünleri ile üretim girdisi olarak doğal gaza bağlı olan gübre fiyatlarında da 2008'den bu yana daha önce görülmemiş düzeyde artış yaşandı. - Savaşın uzun sürmesi ve Rusya'ya yönelik yaptırımlar sebebiyle fiyat artışları tahmin edilen seviyelerin üzerine de çıkabilir. - Petrol, doğal gaz ve kömürün oluşturduğu enerji emtia fiyat endeksinin bu yıl geçen yıla kıyasla yüzde 50,5 yükselmesi; tarım ürünleri, metaller ve mineraller gibi enerji dışı emtia fiyatlarından oluşan endeksin ise yüzde 19,2 artması bekleniyor. - Raporda, buğday fiyatlarının yüzde 40'tan fazla artarak bu yıl nominal olarak tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaşmasının beklendiği de vurgulandı. - Dünya Bankası'na göre bu durum, 1970'lerden bu yana görülen en büyük emtia yani hammaddeler şoku ve bu şok yıllarca sürebilir. Yüksek enflasyon ve girdilerdeki artış Dünyanın en büyük tahıl üreticilerinden olan Ukrayna ve Rusya arasında meydana gelen savaş ile birlikte, tarımsal üretimin azalması ve yaptırımlar sebebiyle tedarik zincirlerinin bozulması bekleniyor. Bu durumun yarattığı sonuçları Türkiye şimdiden yaşamaya başladı. Temel gıda ürünlerdeki fiyat artışlarını körükleyen sebep ise tarımsal girdilerdeki artış. Enerji, gübre ve nakliye masraflarının yükselişiyle birlikte birçok üretici topraklarını ekemez hale geldi. Tüketiciler ise isyan ettiren fiyatlarla boğuşuyor. Üretimdeki azalmanın doğal sonucu fiyatların artmasıdır. Özellikle buğday ve mısır fiyatları alarm veriyor. Türkiye'de kontrolden çıkan, aynı zamanda tüm ülkeleri de saran yüksek enflasyon, gıda fiyatlarına yansıyor. Bu kriz nasıl aşılabilir? Dünyada ve Türkiye'de servet bir avuç kapitalistin elinde toplanmışken milyarlarca insan açlığa, yetersiz beslenmeye ve fakirliğe itiliyor. Gıda fiyatlarını aşağı indirmek, Türkiyeli işçilerin bugün en temel meselelerinden biridir. Büyük şehirlerde yaşayan emekçiler, tarım üreticileri ve işçiler, hep birlikte bu sorunun üzerine gitmelidir. Taleplerimiz: - Üreticilere verilen destekler azami seviyeye çıkarılmalı: Ne kadar çok ürün olursa, fiyatlar o kadar düşer. - Dünya Ticaret Örgütü yani küresel kapitalizmin dayattığı üretim kotaları kaldırılmalı.  - Terk edilmiş araziler tarıma açılmalı. Tarımsal arazilerin betonlaştırılmasına, ticari faaliyetler için yok edilmesine son verilmeli. - Gıda ürünlerini kâr nesnesi olarak kullanan büyük gıda şirketleri kamulaştırılmalı.  - Devlet vergi gelirlerimizi, büyük şirketlere değil tarımsal üretim ve gıda seferberliğine aktarmalı. - Tarımda üreticiye destek ve kamusal üretimle birlikte, birçok işsize iş yaratılmalı. Tarım işçilerini düşük ücrete, sigortasız çalıştırmaya son verilmeli. Her bir işçi 8 saat çalışmalı ve hakkını almalı. Vardiyalarda daha fazla işçi istihdam edilmeli. - Aracıların ve vurguncu patronların sultasına son verilmeli. Tedarik, dağıtım ve satış zincirleri yeniden, kurallı ve denetimli olarak kurulmalı. - Kuraklığa karşı doğru su politikaları ve üretim teknikleri uygulanmalı.

Fransa cumhurbaşkanlığı seçimini Macron kazandı: Peki faşizm tehlikesi azalmış mı oldu?

Emmanuel Macron faşist Marine Le Pen'i mağlup etti ama neoliberal, otoriter ve ırkçı politikaların yükselişini de körükledi. Neoliberal Emmanuel Macron, Fransa'da cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda faşist Marine Le Pen'i %58,5'e %41,5 oy çokluğuyla yendi. Haber kanallarının verileri yayınlamaya başlamasından bir dakika kadar sonra insanlar sokaklara döküldü, protestolar başladı. Protestoculardan Patrice, Paris sokaklarından Socialist Worker'a verdiği demeçte şöyle diyordu; "Le Pen'den nefret ettiğim için sokaktayım. Ama aynı zamanda Macron'un beş yıl sürecek yeni saldırılarıyla uğraşmak zorunda kalacağımızı da biliyorum.” Macron, faşizmin yükselişine engel olabilecek bir figür değil. Ulusal Cephe (National Front) 20 yıl içinde üçüncü kez, seçimlerin ikinci turuna kadar gelip varlığını sürdürmeyi başardı. Üstelik kazanmaya hiç bu kadar yaklaşmamıştı. Başkanlık seçimlerinin ilk turunda oylarının nasıl arttığına bir bakın: 1974'te %0,75 iken 1995'te %15’e yükseldiler, 2012'de %18, 2017'de %21 derken bu yıl %23'ün üzerine çıktıkları görülüyor. Dahası, bu oylamada aşağılık bir aşırı sağcı ve İslamofobik olan Eric Zemmour da ilk turda %7 aldı. Bir başka aşırı sağ adayla birlikte toplam oylarını %32'nin üzerine çıkarmış oldular. Le Pen, halkı için sorumluluk aldığını, giderek artan geçim sıkıntısı konusundaki endişeleri paylaştığını söyledi, oyları topladı. Ancak Armenonville pavyonunda, seçim sonrası düzenlediği etkinlikte, temsil ettiği partinin gerçek yüzünü de ortaya serdi. Armenonville, Paris zenginlerinin oturduğu 16. Bölge’de, Bois de Boulogne'da bulunan şaşalı bir resepsiyon salonudur. Le Pen, o salondaki destekçilerine “Temsil ettiğimiz fikirler yeni zirvelere ulaştı” diyerek sesleniyordu. Pazar günü gerçekleştirilen seçimlerde faşist oyların bu kadar yüksek çıkmasının öncelikli sorumlusu, Macron ve onun işçi sınıfına beş yıl boyunca zulmederek dayatmış olduğu politikalarıdır. Bundan beş yıl önce, neoliberalizme meydan okuyan Sarı Yeleklilere barbarlar gibi saldıran çevik kuvvet polisleri protestocuların ellerini kesiyor, gözlerini oyuyordu. Polislerin mülteci çadırlarını parçaladığını, devletin Müslümanlara yönelik baskıcı yasaları ve saldırıları üst üste yığarak gerçekleştirdiğini gördük. Macron'un İçişleri Bakanı Gerald Darmanin, Le Pen'i İslam'a karşı "yumuşak" olmakla suçluyordu. Bu seçimde Macron’u sevindirecek bir halk desteğinin olmadığı anlaşıldı. Beş yıl önce %44 olan kayıtlı seçmen oylarının yaklaşık %38'ini alarak seçildi. Bu, 1969'da seçilmiş olan Georges Pompidou’dan bu yana görülen en düşük seviyedir. Yüzde 28'lik çekimser oy oranının yarım yüzyılı aşkın bir süredir bu denli yükseleceği seviyeye doğru artmasının nedeni de, ortada gerçek anlamda bir seçimin olmamasıydı. Boş veya geçersiz oy kullananlar da dahil edildiğinde, kayıtlı seçmenlerin üçte birinden fazlasının ne Macron'u ne de Le Pen'i desteklediği, her ikisini de reddettikleri anlaşılıyor. Solun, seçim sonuçları üzerine alaycı bir üslupla açıklama yapan lideri Jean Luc-Melenchon, Macron'un "boş ve geçersiz oy pusulalarının gölgesinde yüzdüğünü", "Beşinci Cumhuriyet'in en az istenen başkanı" olacağını dile getirdi; daha şimdiden önümüzdeki beş yıllık dönemin “yeni kurbanlarını” belirlemeye çalıştığını söyledi. Yeni kurbanlarının arasında “üç yıl sonra emekli edilecek” sosyal yardım faydalanıcıları ve “iklim ataletinden” endişe duyan iklim aktivistleri de bulunuyor. Bu gelişmeler, onlarca yıllık süreçlerin doruk noktasıdır. Başlangıçta faşistler yalnızca, büyük ölçüde Cezayir'deki sömürge savaşının eski askeri destekçilerinden oluşan küçük bir tabana sahipti. Bunların pek çoğu 1960'larda Cezayir ve Fransa'da yüzlerce terör saldırısı ve binlerce cinayet işleyen OAS örgütünün üyeleriydi. Bu kadar güç kazanmalarının bir nedeni, alışılagelmiş liderlerin sıradan insanlara yönelik saldırılarının yol açtığı büyük hayal kırıklığıdır. Ancak asıl belirleyici unsur, “ılımlı” siyasi güçlerin ve solun büyük bir bölümünün Roman ve göçmen karşıtı politikalara başvurup İslamofobiyi yükselterek otoriterliğe destek vermiş olmalarıdır. Ulusal Cephe’nin kurucusu ve Marine Le Pen'in babası olan Jean-Marie Le Pen, takipçilerine hem hükümeti etkileyebileceklerini hem de kendilerinin güç kazanabileceklerini söyleyecek kadar destek bulmuştu. Fransız halkının "kopya yerine aslını tercih edeceğini" söyleyip duruyordu. 2004'te sağın ve Sosyalist Parti'nin desteğiyle harekete geçen milletvekilleri okullara başörtüsü yasağı getirilmesi için bastırdı. Merkez sağ, merkez sol ve hatta aşırı solun bazı kesimleri, Müslüman geleneklerinin “Cumhuriyet”, laiklik ve kadın haklarına yönelik bir tehdit olduğunu savunuyordu. Bu yıl gerçekleştirilen Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda, anaakım muhafazakâr aday Valerie Pecresse, Zemmour'un öne sürdüğü aşırı sağdaki “Büyük Yer Değiştirme” komplo teorisini sahiplendi. Mecliste oy çoğunluğu olan partiler ise krizi, işsizliği ve belirsizliği artıran bir sistemi savunmak için halkın yaşam standartlarına saldırmaya, herkesi yoksullaştırmaya devam ettiler; faşist politikaları meşrulaştırırken, faşizmin beslendiği umutsuzluğu ve hayal kırıklığını daha da körüklediler. Bu arada, İngiliz Daily Mail gazetesi de Le Pen'in 2017’deki “başarısını” bir ön sayfa manşetiyle ve "Yeni Fransız devrimi" başlığıyla sunmuştu. İki sayfa boyunca sürdürdükleri bir coşkuyla övgüler yağdırdılar. Faşistler buldukları her boşluğu kullanır. Geleneksel faşist strateji; solu ezmek ve Yahudiler, Müslümanlar ya da göçmenler gibi günah keçisi ilan ettikleri kim varsa taciz etmek, saldırmak, hatta öldürmek üzere – en azından ilk aşamasında- devlet güçlerinden bağımsız bir sokak ordusu oluşturmak üzerine kuruludur. Le Pen henüz böyle bir güce sahip değil, ancak bunu bile yapabileceğine dair bazı işaretler var. Örneğin, Zemmour'un destekçileri olan Z Kuşağı adlı bir aşırı sağ grup sola, LGBTİ+'lara ve ırkçılık karşıtlarına yönelik bazı saldırılar düzenlemişti. Aşırı sağcı gruplar geçen hafta solcu öğrencilerin gerçekleştirdiği işgal hareketini püskürtmek için bir kez daha sokağa indi. Dahası, devlet aygıtı da fiilen faşist destekçilerin istilasına uğradı. Geçen yıl bir grup emekli general, “anavatana yönelik parçalanma tehdidi” olarak adlandırdıkları şeye karşı bir darbe girişiminde bulunup bildiri yayınladılar. Polisin gerçekleştirdiği bir ankette, Zemmour'a verilen oyların %42, faşistlere verilenlerin ise %60’ı bulduğu, aşırı sağın oylarının bu şekilde dağıldığı görülüyor. Macron'un emeklilik yaşını yükseltmesi, sosyal yardımlara saldırması, Müslümanları hedef alması ve işçi sınıfı örgütleriyle zıt düşmesiyle, bu faşistlere önümüzdeki beş yıl boyunca yeni fırsatlar da sunulacak.  Faşizmin yükselişi alarm veriyor. Sol nasıl bir mücadele yürütmeli? Solun başarısızlıkları ve faşistlerin yükselişi aynı madalyonun iki farklı yüzüdür.  En bariz hataları, Jean-Marie'yi ve ardından Marine Le Pen'i faşistler olarak tanımlamak yerine “sıradan bir sağ parti” gibi görmüş olmalarıdır. Öncelikle bu tutumun güncellenmesi gerekiyor ki ardından tüm işçi sınıfı örgütleri, faşistlere karşı propaganda yapmak ve örgütlenmek üzere eylemde birleşebilsin, gerektiği durumlarda faşistlerin toplantılarını dağıtıp, sokaklarda karşılarına dikilebilsinler. Ancak daha geniş kapsamlı bir siyasi başarısızlıktan da söz etmek gerek. Fransa’daki İşçi Partisi, iktidarda geçirdiği on yıllar boyunca destekçilerine ihanet etti ve bunun sonucunda güç kaybedip ortadan kaybolmaya yüz tuttu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iki hafta önceki ilk turunda oyların sadece %1,74'ünü alabildiler. Zenginlere yönelik tutumları, işçi sınıfından milyonlarca kişiyi faşistlerin yalanlarını kabullenmeye itti. Artık radikal sol Jean-Luc Melenchon üzerinde çok daha büyük bir sorumluluk var. Başkanlık seçimlerinin ilk turunda %22 oy alarak Le Pen'in sadece 420.000 oy gerisinde kalacak kadar yükseldi. Büyük şehirlerde yaşayan kalabalık işçi sınıfı gruplarını kendine çekmeyi başardı, hatta bazı bölgelerde ona oy vermek isteyenlerin kuyruklar oluşturdukları bile görüldü. Müslümanların da %69'u oyunu ona verdi. Melenchon’ın sandıktaki gücü sokakta da harekete geçirilebilir, kitlesel gösterilere dönüşebilirdi. Şöyle bir açıklama yapabilirdi örneğin; “Pazar günü kim kazanırsa kazansın sokaklarda olacağız; Bu Pazartesi işe gitmiyoruz! Faşistlere, bankerlere boyun eğmeyeceğimizi göstermek için sokağa çıkıyoruz.” Ne var ki bunun yerine tamamen seçimlere odaklı bir yaklaşım benimsedi. Seçmenlerine seslenip, Haziran ayında yapılacak yasama seçimlerinde kendisini başbakan yapmaları çağrısında bulundu; Komünistler, Yeşiller ve aşırı sol NPA partisi ile bir seçim ittifakı yürütmeyi planladı. Bu tür manevralar aşırı sağın yükselişini durdurmaktan uzaktır. Önümüzdeki beş yılın en önemli mücadele alanı yine işyerleri ve sokaklar olacak.  Sarı Yelekliler hareketine yeniden güç kazandırmak; emeklilerin haklarına yöneltilen saldırılara grevlerle yanıt vermek; kadın, çevre ve ırkçılık karşıtı hareketleri büyütmek şarttır.  Faşist güçlere siyasi bir meydan okumayla yanıt vermenin temeli sokakta, tüm hak ve özgürlük mücadelelerini büyüterek atılır. Charlie Kimber (Socialist Worker'dan Tuna Emren çevirdi)

Ukrayna'da neler oluyor?

Emperyalistler arasındaki çekişme alanı haline getirilip uzatılan, büyük bir yıkımla süren savaş ve işgaldeki son gelişmeleri özetledik. BM: Ukrayna’da savaş suçları işleniyor BM, Ukrayna'da her 6 kişiden birinin ülke içinde yerinden edildiğini, göçmen sayısının 13 milyona yükseldiğini açıkladı. Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet, Ukrayna'daki savaşa yönelik dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Bachelet, "Bugüne kadar yaptığımız çalışmalar, sivillere karşı işlenen ihlallerin korkunç hikayesini detaylandırdı" ifadelerini kullandı. Ukrayna'da savaşın 24 Şubat'ta başlamasından bu yana 2 bin 345 sivilin hayatını kaybettiğini, 2 bin 919 sivilin yaralandığını aktaran Bachelet, sivil kayıpların yüzde 92.3'ünün Ukrayna hükümetinin kontrolündeki bölgede kaydedildiğini aktardı. Bachelet, sivil ölü ve yaralı sayısının gerçek sayının çok altında olduğunu vurgulayarak, "Mariupol gibi yoğun çatışmaların yaşandığı yerlerden daha fazla detay ortaya çıktıkça gerçek sayılar çok daha yüksek olacak" dedi. Michelle Bachelet, Rusya'nın Ukrayna'da ayrım gözetmeksizin yoğun nüfuslu bölgeleri bombaladığını, sivilleri öldürdüğünü, hastaneleri, okulları ve sivil altyapıyı kullanılamaz hale getirdiğini belirterek, bu tür eylemlerinin "savaş suçu" teşkil edeceğini vurguladı.  Rusya bombalamasında 3 çocuk öldü Yardım organizasyonu Save the Children, liman kenti Odessa’ya Rusya’nın düzenlediği füze saldırısında ölenler arasında üç aylık bir bebeğin olduğu açıkladı.  Save the Children Ukrayna Direktörü Pete Walsh, savaşın başlamasından bu yana geçen iki ay zarfında 450’den fazla çocuğun hayatını kaybettiğini söyledi ve "Ukrayna'da güvenli hiçbir yer yok" dedi. Ukrayna savaşının başladığı 24 Şubat’tan bu yana yaklaşık 63 bin çocuğun dünyaya geldiğine, bu çocukların ömür boyu taşıyacakları bedensel ve psikolojik yaraların olacağına dikkat çekti. Save the Children Direktörü Walsh, "Savaşta dünyaya gelen çocuklar kelimenin tam anlamıyla yıkımın içine doğmuş oluyorlar" dedi.. Rusya’da savaş karşıtlarına baskı artıyor Ukrayna savaşına karşı tavrıyla tanınan muhalif siyasetçi Vladimir Kara-Murza, Rusya'da hapse atıldı. Kara-Murza'nın avukatı Vadim Prokhorov, dün Facebook hesabından yaptığı paylaşımda başkent Moskova'daki Basmanni Bölge Mahkemesi'nin muhalif siyasetçinin en az 12 Haziran'a kadar tutuklu kalmasına karar verdiğini duyurdu. Avukatının paylaştığı bilgilere göre 40 yaşındaki Kara-Murza, 15 Mart'ta ABD'deki Arizona Genel Kurulu'na yaptığı konuşmada Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Ukrayna savaşıyla ilgili "yanıltıcı bilgiler verdiği" gerekçesiyle ceza aldı. Rusya Adalet Bakanlığı, cuma günü Kara-Murza'yı ve Moskova'nın Yankısı adlı muhalif radyo kanalının editörlüğünü de yapan gazeteci Alexey Vanediktov'u "yabancı ajan" ilan etti. Rusya'daki radyo, Ukrayna savaşını eleştiren yayımları nedeniyle 3 Mart'ta kapatılmıştı. Mariupol’de toplu mezarlar kazılıyor Rus birliklerinin haftalardır kuşatma altında tuttuğu Ukrayna'nın liman kentlerinden Mariupol'de 200 civarında mezarın yer aldığı bir mezarlık tespit edildi. Çekilen uydu görüntülerinde mezarların Mart sonu itibarıyla arttığı görülüyor. Ukraynalı yerel yetkililer, Rusya'yı Mariupol'de öldürülen sivilleri bu mezarlıklara gömmekle suçluyor. Açıklamada, savaşın başından bu yana Rusların yoğun saldırısına maruz kalan liman kenti Mariupol'a 20 kilometre uzaklıktaki köyün mezarlığının yanına, 23-26 Mart tarihleri arasında 200 yeni mezar kazıldığının uydu fotoğrafları ile anlaşıldığı bildirildi. "Yeni bir Babi Yar" Mariupol Belediye Başkanı Vadim Boyçenko, Rusların Mariupol'da yaptığı "katliamları ve askeri suçları örtbas etmek için" toplu mezarlara 9 bine yakın ceset gömmüş olabileceğini ifade ederek, yaşananları "yeni bir Babi Yar" olarak nitelendirdi. İkinci Dünya Savaşı'nda Sovyetler Birliği'ne saldıran Alman ordusu Kiev'de, 1941 yılının eylül ayında, 48 saat içinde 33 binden fazla Yahudi’yi katledip, şehrin yakınlarındaki Babi Yar Vadisi'nde toplu mezarlara gömmüştü. Rusya ise, Manhuş köyünde ortaya çıkarıldığı iddia edilen toplu mezarlara dair henüz resmi bir açıklamada bulunmadı. Donetsk bölgesinden büyük göç Son günlerde yoğun Rus saldırılarına maruz kalan Ukrayna'nın Donetsk bölgesinde yaşayanların büyük bir bölümü ise yaşadığı toprakları terk etmiş durumda. Kiev'e bağlı Donetsk Bölge Valiliği, nüfusun dörtte üçünün göç ettiğini bildirdi. Rusya'nın Ukrayna'ya saldırdığı 24 Şubat tarihinde bölgede 1,6 milyon kişinin yaşadığını ifade eden valilik, şu an söz konusu topraklarda 430 bin kişinin kaldığını dile getirdi. Ukrayna kontrolündeki Donetsk Bölgesi'nin, Mariupol'dan sonra en büyük ikinci kenti olan Kramatorsk'ta da nüfusun 200 binden 40 bine düştüğü aktarıldı. Rusya, 500 bin Ukraynalıyı Rusya’ya gönderdi Ukrayna hükümeti, Rusya’nın işgal ettikği topraklardan daha şimdiden en az 500 bin Ukraynalıyı Rusya’ya gönderdiğini açıkladı. Bunu tehcir olarak tanımlayan hükümet, tehciri geçmişin en korkunç totaliter rejimlerinin yaptığı hareket olarak nitelendirdi. Rusya’ya gönderilen Ukraynalıların evraklarına el konulduğunu ve iletişimden mahrum bırakıldığını belirten yetkililer, "Ukraynalılar, Rusya'nın uzak bölgelerine dağıtılıyor" bilgisini verdi. Ukrayna hükümeti, 57 günlük tam kapsamlı bir savaşta Rusya tarafından ele geçirilen yaklaşık 1000 yerleşim yerini kurtardıklarını ancak hala işgal edilen kent ve yerleşim yerlerinin daha fazla olduğunu vurguladı. Ekonomik kriz Rusya’yı vuruyor Rusya'nın en büyük özel bankası Alfa Bank'ın Hollanda'da faaliyet gösteren alt kuruluşu Amsterdam Trade Bank’tan (ATB) yapılan yazılı açıklamada, bankanın başvurusunun ardından Amsterdam Bölge Mahkemesi'nin iflasına karar verdiği belirtildi. Rusya Federal Gümrük Servisi (FTS) Başkanı Vladimir Bulavin, ülkedeki ithalat-ihracat istatistiklerinin geçici bir süre yayımlanmayacağını duyurdu. Rusya’nın ithalat-ihracatına yönelik son istatistikler Ocak ayında yayınlanmıştı. Rusya Merkez Bankası tarafından yapılan araştırmada, ülke ihracatının bu yıl yüzde 12 gerileyerek 484 milyar dolara, ithalatının da yüzde 30 gerileyerek 266 milyar dolara düşmesinin beklendiği bildirmişti.

Meksika lityum madenlerini kamulaştırıyor

Meksika’da lityum madenlerinin kamulaştırılmasına karar veren düzenleme meclisten geçti. Ülke yenilenebilir enerji dönüşümüne hazırlanıyor. Meksika Devlet Başkanı Andrés Manuel López Obrador, ülkenin enerji kaynaklarının kontrolünü geri almak üzere bir enerji reformu gerçekleştirme hazırlığında. Enerji kaynaklarını kamulaştırmak, yani şirketlerden geri alınan hakları kamuya devretmek isteyen Obrador ülke doğal kaynaklarının ve bilhassa da yenilenebilir enerji dönüşümünde çok önemli bir yere sahip olan lityum madeninin “ulusun malı olarak kalması” amacıyla yasal düzenlemeler getirdi.  Günümüzde neredeyse tüm elektrikli taşıtların bataryalarında lityum kullanılıyor. Hatta küresel lityum üretiminin yaklaşık yarısı elektrik taşıtların ihtiyacını karşılamak üzere sürdürülüyor.  Lopez Obrador’dan önce sosyalist lider Evo Morales de kendi ülkesi Bolivya’da bir lityum atılımı başlatıp, lityum başta olmak üzere tüm doğal kaynakları çokuluslu şirketlerin ellerinden geri almak istemişti. Morales’in birkaç aşamadan oluşan planı, lityum kullanılan pillerin de Bolivya’da üretilmeye başlanması için tesisler kurmayı da içeriyordu. Yani Bolivya’yı kaynakları sömürülen bir ülke olmaktan çıkarıp sanayi atılımı başlatan bir ülkeye dönüştürmeyi hedeflemiş, ancak bu atılım için gereken yatırım desteğini bulamamıştı. Meksika’nın da şimdi aynı yola girdiği anlaşılıyor. Başkan Andres Manuel Lopez Obrador tarafından sunulan madencilik yasası reformu, metalin işletilmesini özel şirketlerin katılımı olmaksızın bir devlet şirketinin eline bıraktı. Obrador gazetecilere verdiği demeçte, şirketlere lityum araştırmaları için halihazırda verilmiş olan sekiz imtiyazın gözden geçirileceğini aktardı. 2018'de Meksika'nın neoliberal modelini elden geçirme sözüyle seçilen Lopez Obrador, "Teknolojiyi geliştirecek veya elde edeceğiz, ancak kesin olan bir şey var; lityum bizimdir" dedi. Lopez Obrador'un sözcüsü Jesus Ramirez ise "Lityum devletin münhasır mülküdür ve halkın yararına kullanılmalıdır,” diyordu; “Kaynaklarımız artık güvende olacak ve böylece enerji geçişini başlatabileceğiz."  Lityum, elektrikli otomobillerin sayısını artıracak bir maden olsa da işlenebilmesi için aşırı miktarda su kullanımı gerektiren ve olağanüstü miktarlarda asit kullanılan bir maden. Tuz açısından zengin kurak arazilerde bulunduğu için de yoğun su ve asit kullanımı sonucunda çıkarıldığı bölgeyi çevresel bir yıkıma uğratabiliyor. Fakat bu, lityum madenciliğinin en düşük maliyetli yöntemi. Daha masraflı olan bir diğer yöntemde ise kayalardan çıkarılabiliyor. Sonuç olarak, çıkarıldığı kurak bölgelerde yerli halkların haklı tepkileri ve protestolarına neden olan lityum madeni bir yandan yenilenebilir enerji dönüşümünü hızlandırabilecek gücü sağlarken, diğer taraftan bölgesel ölçekli ekolojik yıkımları da beraberinde getiriyor. Dolayısıyla küresel enerji dönüşümündeki yerinin tekrar değerlendirilmesi gerekir.  Yazar Jonathan Neale, Marksist.org üzerinden ücretsiz dijital versiyonunu indirip okuyabileceğiniz Söndür Ateşi adlı kitabında bu bataryaların lityumdan üretilmesinin şart olmadığını anlatıyor: “Sony’nin 1991’de geliştirdiği ticari lityum iyon pillerden önce de, hatta neredeyse bir asırdır kullanılmakta olan bazı otomobil bataryaları mevcuttu. Pek çok üniversitede deneyler yürütmekte olan araştırmacılar alternatif pil üretiminde kullanılabilecek diğer malzemeleri denemeye devam ediyorlar. . . Ocak 2020’de Amerika Birleşik Devletleri Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS), pil anotlarında kullanılmak üzere lityumun yerini alabilecek metallerin bir listesini paylaştı; kalsiyum, magnezyum, cıva ve çinko.” Ancak lityum, diğer malzemelere nazaran çok daha uzun ömürlü ve daha hafif piller üretmek anlamına geliyor, dolayısıyla maliyetler açısından da avantaj doğuruyor – ki zaten tercih edilmesinin sebebi de bu. Zengin lityum rezervleri nedeniyle ‘Lityum Üçgeni’ olarak bilinen Arjantin, Şili ve Bolivya sırasıyla; 19 milyon, 9,8 milyon ve 21 milyon ton lityum rezervlerine sahip. Meksika’da ise 1,7 milyon ton lityum rezervi bulunuyor. Buna rağmen, Amerika Birleşik Devletleri Jeoloji Araştırmaları Kurumu’nun (United States Geological Survey) yaptığı değerlendirmelere göre, Meksika’nın lityum rezervleri, onu dünyanın en iyi üreticileri arasında konumlandırabilir.

İsrail’in saldırıları New York ve Londra’da protesto ediliyor

İsrail sınır polisi, işgal altındaki Doğu Kudüs’te geçtiğimiz Pazar günü ibadet etmekte olan Filistinlilere ikinci kez saldırdı. Bir önceki Cuma günü yine Mescid-i Aksa’ya sabah namazı sırasında saldırmış olan İsrail güçleri 300 kadar Filistinliyi tutuklamış, yaralılara ulaşmaya çalışan ambulansların ve sağlık görevlilerinin camiye ulaşmasını engellemişti. Pazar günü gerçekleşen saldırıda ise Filistinlileri caminin içinden çıkarmak için biber gazı ve plastik mermiler kullandıkları, en az 158 kişinin yaralandığı aktarılıyor. İsrail 1967'de Kudüs'ün doğusunu işgal etti. Daha sonra şehrin tamamını başkent ilan etmesine rağmen, orada yaşayan Filistinlilerin tam vatandaşlık haklarını reddediyor. Doğu Kudüs'te geçen Nisan ayında, Filistinlilere yönelik saldırılar karşısında kitlesel bir ayaklanma yaşanmış, İsrail polisleri, Şeyh Cerrah semtinde Filistinli ailelerin tahliyesine direnen protestoculara sert müdahalede bulunmuştu. Ardından Filistinlilerin Mescid-i Aksa'ya ulaşmalarını engellemeye çalıştılar.  Yüzlerce Filistinlinin Siyonist işgal güçleri tarafından saldırıya uğraması, vurulmaları ve ibadet etmelerine engel olunması üzerine, Çarşamba günü, İsrail’in saldırılarını protesto etmek ve Filistin direnişini desteklemek amacıyla New York’taki İsrail konsolosluğu önünde bir eylem gerçekleştirildi. Eyleme katılan protestocular İsrail güvenlik güçlerinin Tapınak Dağı'ndaki ayaklanmaları bastırma operasyonlarını kınadı, intifadayı küreselleştirme çağrısı yapıldı ve “Tek bir çözüm var, İntifada, devrim" sloganları atıldı.  Yapılan basın açıklamasında “Filistin kurtulmadan Siyahların kurtuluşu diye bir şey olmayacak” deniyor, İsrail'in Filistinlilere uyguladığı baskıya destek veren ABD'nin rolü vurgulanıyordu; “Savaş suçlarının gerçek failleri İsrail’de ve başkent Washington’da!” Mitingin ardından, Al-Awda'nın (Filistin Geri Dönüş Hakkı Koalisyonu)  Ramazan ayı boyunca her gün iftar düzenlediği Müslüman Toplum Merkezi'ne yürüyüş yapıldı. New York’taki eylemden sonra bugün de (22 Nisan) Londra’daki İsrail büyükelçiliği önünde “Apartheid’ı durdurun: Mescid-i Aksa’dan elinizi çekin!” sloganıyla gerçekleştirilecek yeni bir eyleme hazırlanılıyor. Filistin Dayanışma Kampanyası, Savaşı Durdur Koalisyonu, Britanya Müslümanlar Derneği, Britanya Filistin Forumu ve Nükleer Silahsızlanma Kampanyası’nın ortaklaşa düzenlediği Londra eyleminin çağrısında şöyle deniyor: “İsrail işgal altındaki Batı Şeria'da düzenlediği baskınlarda geniş çaplı tutuklamalar yürütüyor ve toplu bir ceza olarak Filistinlilerin evlerine yıkım emri veriyor.” “Birleşik Krallık'taki siyasi liderler İsrail'in eylemleri hakkında sessiz kalmayı tercih ederken, başka yerlerde yasadışı işgallere karşı olduklarını ve uluslararası hukuku desteklediklerini söylüyorlar. Birleşik Krallık Hükümeti, uluslararası hukuku açıkça ihlal eden silahlar da dahil olmak üzere, İsrail'e askeri teknoloji ve silah ihracatı yapıyor.” “Birleşik Krallık, İsrail'i silahlandırmayı ve İsrail apartheid rejimine maddi destek sağlamayı bırakmalıdır.” “22 Nisan Cuma günü İsrail'in eylemlerini protesto etmek, Apartheid rejiminin sonlandırılması, Mescid-i Aksa saldırılarının durması ve Birleşik Krallık hükümetinin İsrail Apartheid'ını Silahlandırmayı Durdurması çağrısında bulunmak için bize katılın.” Saldırıların ardından Filistin’in Şeyh Cerrah mahallesinde 200 kadar Filistinli ve İsrailli aktivist bir araya geldi ve bölgeden tasfiye edilmeye çalışılan Filistinli ailelerle dayanışmak amacıyla büyük bir iftar sofrası kurdular. 

Sri Lanka, açlığa ve çöküşün eşiğindeki sağlık sistemine büyük bir direnişle yanıt veriyor

Putin’in Ukrayna’yı işgaliyle birlikte iyice artan gıda fiyatları, iklim krizinden etkilenmeye başlayan küresel gıda piyasalarına yeni şok dalgaları gönderdi, dünya genelinde açlık tehdidi yaratıp kimi ülkelerde daha şimdiden kıtlığa sebep oldu. Ama bu da sonuçta giderek büyüyen isyan dalgalarını yaratıyor. Buğday ve diğer bazı tahıllar için bu bölgeye bel bağlayan birçok ülke, savaş, emperyalizm ve iklim krizi nedeniyle açlık riskiyle karşı karşıya kalmışken Yemen, Somali, Sri Lanka ve Sudan’da milyonlarca insan gıda yardımlarına muhtaç hale getirildi. Yalnızca Yemen’de 19 milyon insan gıda yardımı bekliyor ve bunların 7 milyonu acil durum seviyesinde olduğu bildirilen açlıkla baş etmeye çalışıyor. Birleşmiş Milletler, Sudan’daki açlığın da iki katına tırmandırıldığını açıkladı.  Sudan’da, Sri Lanka’da binlerce kişi sokaklara döküldü, birçok bölge kitlesel direnişlere sahne oldu. Başta yakıt ve gıda fiyatları olmak üzere, artan fiyatlara tepki gösteriyor, baskıcı rejimlere meydan okuyarak ‘direniş komiteleri’ kuruyorlar. Sri Lanka’da sistem tümüyle çöküyor Ekonomik krizin etkileri öyle büyük bir darbe indirdi ki Sri Lanka’da en temel ihtiyaç maddelerinin tedarikinde bile büyük sorunlar yaşanıyor. Doktorlar ilaç yardımı çağrısı yapıyor, her gün elektrik kesintisi yaşanıyor, sağlık sistemi çöküyor. Satın alacak parası olanlar bile gıda malzemeleri ve enerji hizmetlerine erişemiyor, marketlerin rafları giderek boşalıyor.  Protestoculardan Prasad Colombage’ın bildirdiğine göre, “İnsanlar günde sadece bir öğün yemek yiyerek yaşamak zorundalar.” Sri Lanka iflasın eşiğinde. Borsa kapandı, Merkez Bankası, döviz varlığı olmadığı için ülkenin dış borçlarını ödeyemeyeceğini duyurdu ve sonunda uluslararası kuruluşlardan yardım istendi. Devlet borcu o kadar hızlı artıyor ki ülkenin dış borçlarını temerrüde düşürmesinden ve ekonomik çöküşün daha da kötüleşmesinden korkuluyor.  Örgütlü işçi hareketi devreye girdi; sistem değişikliği talebi yükseliyor Sri Lanka halkının elektriği, gazı, yakıtı, ilacı, gıdası yok. Protestocular artık her şeye göze aldıklarını, Rajapaksa kardeşlerin (Devlet Başkanı Gotayaba ve Başbakan Mahinda Rajapaksa) toplumda baskı oluşturmak için kullandıkları korku faktörünün hiçbir işe yaramadığını gösteriyor, şimdi bu hanedanlığa da meydan okuyorlar. Geçtiğimiz günlerde, isyanın baskısına daha fazla direnemeyip dağılan hükümette Rajapaksalar hariç herkes istifa etmişti. Kendisine “Terminatör” yakıştırması yapılan Gotabaya Rajapaksa yeni bir kabine atadı ama halk onun da istifasını istiyor.  Gota olarak da bilinen Rajapaksa, 2019'da seçilmiş ve ülkeyi bilhassa da son üç yılda ekonomik anlamda serbest düşüşe geçirmişti. Sri Lanka’ya acıdan ve açlıktan başka bir şey getirmeyen Gota yüzünden kanser ilaçları ve bebekler için kullanılan entübasyon tüpleri gibi kritik öneme sahip malzemeler ve ilaçlar bile tükendi. Hastaneler ameliyatları gerçekleştiremiyor, elektrik kesintileri işleri daha da zorlaştırıyor.  Yakın tarihin gördüğü en büyük sivil ayaklanmalardan birinin yaşanmakta olduğu ülkede, Gota’nın kendilerini bu kadar korkunç bir duruma düşüren beceriksizlik ve yolsuzluklardan sorumlu tutulması talebi de yükselmeye başladı. Hareket, onun istifasını yeterli görmüyor; binlerce Tamil'in, aktivistin ve gazetecinin sokaklardan kaçırılıp götürüldükleri “beyaz kamyonet” politikası başta olmak üzere, çeşitli savaş suçları nedeniyle cezalandırılmasını da istiyor.  Zenginlere vergi indirimi getiren, halkı günden güne iyice yoksullaştıran bu adam yaklaşmakta olan krize göz yumarken yolsuzluklarına devam ediyordu. Onun bu tutumu, sokaktaki hareketin çığ gibi büyüyüp ülkenin hemen her yerine yayılmasına yol açtı.  “Gota gitmeli, başka yolu yok” sloganları atan kitleler nihayet örgütlü işçilerin gücünü de kendilerine kattılar. Sendikaların bir araya gelerek harekete katılma planları yapıyor olması, sokaktaki sistem değişikliği talebinden geri adım atılmayacağının bir göstergesi olarak okunabilir.  Bu büyük harekete katılmaya hazırlandıklarını söyleyen işçi örgütleri önümüzdeki günlerde bir genel grev gerçekleştireceklerini de duyurdular.

Ukrayna'da tehlikeli tırmanış - Emperyalist savaşlar nasıl bitirilir?

ABD liderliğindeki Batı emperyalizmi ve Rus emperyalizminin rekabet alanı haline getirilen Ukrayna'daki son gelişmeler barışın uzakta olduğunu, savaşın boyutlanarak süreceğini gösteriyor. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, savaşın yeni bir aşamaya geçtiğini duyurdu. Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, Rusya'nın ülkenin doğusundaki Donbas bölgesini ele geçirmek üzere bir saldırı başlattığını söyledi. Birçok şehri işgal edip, Kiev'e girmek ve Ukrayna hükümetini devirmek isteyen Putin rejimi bunu başarmayınca savaşı ülkedeki Rus azınlığın yaşadığı Donbas bölgesinde yoğunlaştırmaya karar verdi. Donetsk ve Luhanks bölgeleri bombardıman altında. 2014'ten bu yana Rus ayrılıkçılar tarafından oluşturulan fiili hükümetin var olduğu Donbas bölgesinin üçte biri Rsya destekli ayrılıkçı hareketlerin kontrolünde. Rusya şimdi Dombas bölgesinin kalan bölümlerini işgal etmeye hazırlanıyor, bu bölgelerde yaşayanları kara günler bekliyor.  Rusya'nın amacı ilhak ettiği Kırım gibi Donbas'ı ele geçirmek. Ukrayna ordusu ise bunu engellemek için savaşıyor. Bölgedeki yerleşimler, tıpkı Suriye şehirleri gibi, çatışmalarda, hava saldırılarında, bombalamalarda yerle bir olacak. Batı emperyalizmi silah yığıyor Diğer tehlikeli gelişme ABD ve müttefiklerinin Ukrayna'ya silah sevkiyatını artırması.  ABD, Ukrayna'ya yapmaya karar verdiği 800 milyon dolarlık yardım ve silah sevkiyatını hızlandırıyor. ABD Başkanı Joe Biden, Kanada Başbakanı Justin Trudeau, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Almanya Başbakanı Olaf Scholz, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve İngiltere Başbakanı Boris Johnson ile Polonya, Japonya ve İtalya liderleri 1,5 saat video konferans görüşmesi yaptı. Liderler Ukrayna’ya daha fazla topçu sınıfı silah gönderme sözü verdi. Amerikan Savunma Bakanlığı Pentagon sözcüsü John Kirby, bazı ülkelerin Ukrayna’ya savaş uçağı verdiğini, ABD’nin ise bu ülke için uçak parçaları tedarik ettiğini açıkladı. Irak ve Afganistan'dan yenilgiyle çıkan NATO güçleri, Ukrayna ordusunu daha da silahlandırarak Rusya ordusunun yenilebileceğini düşünüyor. Eski bir SSCB devleti olan Ukrayna, tepeden tırnağa silahlı bir güçtü. Ukrayna ordusu NATO tarafından eğitildi. Daha fazla silah yığmak savaşın kaderini değiştirebilir mi? Eşitsiz güçlerin çatışması Global Firepower, askeri güçler ve ordular hakkında güncel bilgilerin yer aldığı bir referans sitesi. Bu sitenin 2021 yılında yayınladığı listeye bakarak Rusya ve Ukrayna ordularının askeri kapasitesi karşılaştırılsa şu sonuçlar çıkıyor: - Rusya ordusu, dünyanın ikinci büyük ordusu. Ukrayna ordusu ise 25. sırada. - Toplam nüfusu 141 milyon olan Rusya'nın toplam askeri personeli 3 milyon 569 bin, aktif asker sayısı ise 1 milyon 14 bin. - Yaklaşık 44 milyon nüfuslu Ukrayna'nın toplam askeri personeli 1 milyon 245 bin, aktif asker sayısı 255 bin. - İki ülke arasındaki aktif personel sayısı farkı, Rusya lehine 759 bin. - Rusya'nın yedek personel sayısı iki milyon. Ukrayna'nın yedek personeli ise 900 bin. - Paramiliter güç bakımından Rusya 555 bin, Ukrayna 90 bin seviyesinde bulunuyor. - Rusya'nın savunma harcamaları 42 milyar 149 milyon dolar. - Ukrayna'nın savunmaya ayırdığı bütçesi 9 milyar 600 milyon dolar. - Rusya'nın toplam hava aracı 4 bin 144. Ukrayna'nın toplam hava aracı 285. - Rusya'nın 789, Ukrayna'nın ise 42 savaş uçağı bulunuyor. Aralarındaki fark 747. - Küresel ateş gücü sıralamasında dünyada ikinci sırada bulunan Rusya 742, Ukrayna 25 saldırı uçağına sahip. - Rusya'nın 1540, Ukrayna'nın 111 helikopteri bulunuyor. - Rusya'nın 538, Ukrayna'nın 34 saldırı helikopteri mevcut. - Tank gücü bakımından dünyada lider konumunda bulunan Rusya'nın 13 bin tankı var. Ukrayna ise 2430 tanka sahip. - Rusya'nın 27 bin, Ukrayna'nın 11 bin 435 zırhlı aracı var. - Kendinden tahrikli top sistemleri açısından da dünyada ilk sırada bulunan Rusya'nın 6 bin 540, Ukrayna'nın 785 topu bulunuyor. - Rusya 4 bin 465 ve Ukrayna 2 bin 40 çekili topa sahip. - Ukrayna'nın uçak gemisi bulunmuyor, Rusya'nın ise bir uçak gemisi mevcut. - Rusya 64 denizaltı sahibi iken Ukrayna ordusunun denizaltısı yok. - Keza Rusya'nın 15 destroyeri (muhrip) bulunurken bu rakam da Ukrayna ordusu açısından sıfır. - Ukrayna'nın bir, Rusya'nın ise 11 fırkateyni bulunuyor. - Rusya 85, Ukrayna sıfır korvete sahip. - Rusya 48 mayın gemisi sahibiyken Ukrayna'nın envanterinde bu gemi mevcut değil. Bu karşılaştırmadan çıkan sonuç, ABD ve müttefikleri ne kadar silah yığarsa yığsın Ukrayna ordusunun devasa Rus ordusu karşısında askeri olarak duramayacağıdır. Batı emperyalizminin yığdığı silahlar sadece savaşın sürmesine, çok daha büyük yıkımların ve tarihi anlaşmazlıkların ortaya çıkmasına yol açacak. Elbette Putin’nin emrindeki Rusya ordusunun işgali altındaki Ukrayna'nın silahlı direnme hakkı var. Fakat savaşı bitirecek çözüm ülkeyi silah deposu yapmak, silah tüccarlarının kasasını daha da doldurmak olamaz. Tarihin gösterdiği 1955-1975 yılları arasında süren Vietnam savaşına, ABD 1963 yılında dahil olmuştu. 1973 yılında ABD ordusu, işgal ettiği bu zayıf devletten çekilmek zorunda kaldı. Savaşı sadece direniş gücünü oluşturan Vietnam gerillaları kazanmadı. Emperyalizmin yenilgisini getiren ABD'deki savaş karşıtı hareket oldu.  60 bin ABD askerinin yaşamını yitirdiği savaşa karşı mücadele dünyanın birinci emperyalist devletini dize getirdi. Diğer iki önemli deneyim 2001-2021 yılları arasında süren Afganistan savaşı ve 2003-2011 yılları arasında süren Irak savaşıdır. ABD liderliğindeki NATO güçleri her iki zayıf devleti de işgal etti ve gelişmiş silahlarıyla savaştı. Fakat iki ülkede de başarıya ulaşamadı. Buralardaki en önemli etken yerel direnişler olduğu kadar, savaşa ayrılan devasa bütçelerin emperyalist devletlerde yaşayanları yoksullaştırması, ABD'de ve Batı'da güçlü savaş karşıtı hareketlerin ortaya çıkmasıdır.  2011'de başlayan Suriye iç savaşına, 2013 yılında emperyalist devletler ile Türkiye ve İran'ın da aralarında bulunduğu altemperyalist devletler dahil oldu. Fakat Suriye’ye müdahale eden dış güçlerin hiçbirisinde güçlü savaş karşıtı hareketler ortaya çıkmadı. Bu yüzden savaş önceki yıllara göre soğumuş gibi gözükse de bitirilemedi. Ukrayna savaşının akıbeti Ukrayna'daki çatışma emperyalist bir savaştır. ABD/NATO ile Rusya arasında Doğu Avrupa'da ve buradan dünyada yürütülen bir hegemonya mücadelesidir. Bu savaşı bitirecek olan Rusya'da Putin rejimine karşı yükselen bir savaş karşıtı mücadele olabilir. Rusya'nın sömürgelerinde başkaldırılar son derece önemlidir. Dünyanın her yerinde Ukrayna savaşına karşı, ayrım yapmadan tüm emperyalist devletlere karşı savaş karşıtı mücadelenin büyütülmesi, Ukrayna halkı ile Rusya'daki savaş karşıtlarına verilecek en büyük ve gerçek destektir. Türkiye'den DSİP ve Rusya'dan Sosyalist Akım'ın birer parçası olduğu Uluslararası Sosyalist Akım'ın taleplerini bir kez daha vurgulamakta fayda var. • Derhal ateşkes sağlanmalı ve Rusya birlikleri Ukrayna’dan çekilmelidir! • NATO güçleri, Orta ve Doğu Avrupa’dan geri çekilmelidir! • Ukrayna’ya silah sevkiyatı yapılmasına son verilsin! • Rusya’ya uygulanan yaptırımlar sonlandırılsın! • Ne Rusya ne de NATO! Bu gerginlik daha fazla tırmandırılmamalıdır. • Silahlanma yarışına son verin ve o trilyonları savaşlara, silahlara değil; iklim krizini çözmeye, yoksulluğa ve eşitsizliğe son vermeye harcayın! • Ukrayna’nın 113 milyar dolar tutarındaki dış borcunu iptal edin ve Ukrayna halkı için hemen bir insani yardım operasyonu başlatın! • Türkiye NATO üyeliğinden çıksın, Rusya ile askeri ilişkilere son verilsin! Volkan Akyıldırım

Geri 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 İleri

Bültene kayıt ol