Batı güçleri, Rusya ile Ukrayna'ya yapılan on milyarlarca dolarlık askeri yardımla sürdürülmesi planlanan uzun bir savaşa hazırlanıyor.
Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmesinden yaklaşık üç ay sonra, savaş öncesinden çok daha da tehlikeli bir aşamaya sürüklendi. Artık her iki tarafın da hızlıca bir zafer elde etme umutları yitip gitmiş olacak ki şimdi ikisi de daha fazla kan dökmeye hazırlanıyor.
Vladimir Putin, yakıp yıkarcasına hızlı bir saldırıyla Kiev'i ele geçirebileceğine, Ukrayna hükümetini alaşağı edebileceğine ve yerine ipleri kendi elinde olan bir kukla rejim getirebileceğine inanmıştı. Onun bu kanlı ve baskıcı fantezileri, Ukrayna'nın direniş güçleri karşısında çeşitli başarısızlıklar yaşayan Rus ordusunun zayıflamasıyla birlikte hızla buharlaştı.
Batı güçleri ile bir araya gelen Ukraynalı lider Volodymyr Zelensky de Moskova'da bir rejim değişikliği olabileceğini hayal ediyordu ki bunun da Rus ekonomisinin çöküşünü getireceğini, Rusya’nın uluslararası arenada yalnız kalacağını, hatta tüm bunların askeri bir kalkışma girişimine yol açabileceğini düşünmüştü. Öyle olmadı. Rusya’ya yöneltilen yaptırımlar, nüfusun büyük bir bölümünü Putin'in arkasında topladı. Ve Putin rejimi de ABD ve NATO'nun doğrudan etkisi dışında kalan ülkelerle rekor seviyelerde ticaret gerçekleştiriyor.
Neticede savaş, generaller ve politikacıların bunun uzun bir çatışma olacağı yönündeki öngörüleriyle de ortaya konduğu üzere dehşet verici bir çatışmaya dönüşüyor. Artık her zamankinden daha açık bir şekilde görüyoruz ki, Ukrayna’nın işgali, birbirleriyle rekabet halinde olan, nükleer silahlara sahip emperyalistlerin tüm güçlerini harekete geçirebilecekleri şekilde saldırmaya hazırlandıkları, emperyalistler arası bir savaş olarak sürüyor.
Batı, Irak ve Afganistan'da yaşadığı bozgunu tersine çevirmek için bir fırsat yakaladığını düşünüyor, Rusya'ya dersini verme planları yapıyor ki bu, daha sonra Çin’e de aynı şeyi yapmak için kurulmuş aşamalı bir plan gibi görünüyor. Eski bir ABD'li yetkilinin belirtmiş olduğu gibi, "Rusya'yı dünya sahnesinden atmak" için bir şans yakalamış oldular. Öte yandan Putin de Donbas'ı ele geçirip zafer ilan ederse kendi elini güçlendirebileceğine inanıyor.
Ne var ki bu hayallerin hiçbiri öyle şıp diye gerçekleşmeyecek. Savaş aylarca, hatta yıllarca sürebilir. Farkındaysanız, artık barış görüşmelerinden de hiç söz edilmiyor.
Rus birlikleri, güney ve doğu Ukrayna'nın bazı bölgelerinde ilerlemeye devam ediyor ve sıkça yaşanan karşı saldırılarla geri püskürtülüyorlar. Putin'in ağır silahları ve roketleri şehirleri yıkıp geçer ve sivilleri öldürürken bile Mariupol'daki direnişi bastırmayı başaramadı. Rus kuvvetleri, Ukrayna'nın Donbas'taki en iyi savunmaya sahip şehirlerine, yani Kramatorsk ve Slovyansk'a henüz yaklaşabilmiş değil.
ABD ise kendi çıkarlarını ilerletebilmek adına, Ukrayna’ya verdiği askeri mühimmat desteğini niteliksel anlamda daha da artırdı. ABD Temsilciler Meclisi geçtiğimiz hafta, önemli bir kısmı silahlar için olmak üzere 40 milyar dolarlık bir yardım paketini onaylamış bulunuyor – Başkan Joe Biden'ın önerdiği 33 milyar dolarlık muazzam miktarın çok üstünde. Oysa evsizliğe çözüm olarak üretilmiş konut paketi ya da kamu sağlığı programları için bu kadar büyük bir bütçe ayırmayı göze alamamışlardı. Fakat buna rağmen, sol Demokratlar “bölüğünün” altı üyesinin tamamından onay almayı da başardılar. Ve elbette bu seviyede de kalmayıp artarak devam edecek. Senato'nun dış yardım ve finansmandan sorumlu heyetinden Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham şöyle diyordu; “Bunun son tur olacağını düşünüyor muyum? Hayır, sanırım tekrar yapacağız. Kim bilir… İki ya da üç ay sonra ne durumda olacağımız belli değil. Savaşmaya istekli oldukları sürece destek sunmamız gerekiyor."
Ukrayna halkı ve Rus askerleri de bu çekişmede yem olarak kullanılıyor. Yeni destek paketi, ABD'nin Ukrayna'ya bu yıl içinde yaptığı yardımı 53 milyar doların üzerine çıkarmış oldu. Rusya'nın 2021 yılı için belirlediği toplam askeri bütçesi ise 66 milyar dolar civarındaydı.
Berlin Duvarı yıkılırken, ABD'nin Batı Almanya'da 200.000 kadar askeri vardı. Bugün, NATO'nun kuzeydeki Baltıklardan Karadeniz'deki Bulgaristan'a kadar olan doğu kanadı birliklerinde yaklaşık 330.000 askeri bulunuyor. Paktın üst düzey yetkilerinden birinin ifadesiyle, NATO'nun doğu Avrupa'daki varlığını bu boyutlara taşıyabileceği "kimsenin aklından bile geçmemişti". Fakat şimdi doğrudan NATO komutası altında bulunan 40.000'den fazla asker var. Bu, Putin'in işgale kalkışmasından bir gün önceki sayının on katıdır.
İşte vekalet savaşları böyle yürütülür. Ukrayna ordusu, ABD ve NATO'nun bir uzantısı olarak hareket eder; Rus ordularını bozguna uğratmaya devam edebilmesi, Batı’dan gelecek silahlara ve ABD askeri istihbaratının devreye sokulmasına bağlıdır.
Bu durum, Zelensky'yi Biden, Boris Johnson ve diğerlerine bağımlı hale getiriyor. Savaşın sürdüğü her bir gün Ukrayna giderek Batı'nın boyunduruğu altına girme ve bağımsızlığını yitirme yönünde ilerlemiş olur. Şubat ayında bu savaşın, Ukrayna'nın işgale karşı ulusal direnişi olarak okunması gerektiği fikri birçok kişiye makul görünmekteydi. Ancak artık Rus emperyalizmine karşı bir kurtuluş savaşı olarak görülmüş olan işgalin, her bir unsuruyla, NATO'nun Rusya'ya karşı yürüttüğü bir savaş olduğu açıkça ortaya çıkmıştır.
Çatışmanın, öncesinde dile getirilen argüman tamamen çökmüş görünüyor; bir işgalin püskürtülmesi olarak başlayıp tam anlamıyla bir fetih savaşına dönüştü.
Ukrayna dışişleri bakanı Dmytro Kuleba, geçtiğimiz günlerde Financial Times’a verdiği bir demeçte “zafer kavramı, kendisini zamanla açığa çıkaracak bir resim gibidir” diyordu; “Savaşın ilk aylarında, Rus kuvvetlerinin işgalin başladığı 24 Şubat'tan önceki mevzilerine geri çekilip yol açtıkları yıkımı telafi etmelerini zafer olarak görüyorduk.”
Şimdi, Batı’dan gelen silahların verdiği cesaretle, "bizim için gerçek zafer, tüm bölgelerin kendi özgürlüklerini ilan ettikleri gün yaşanacak,” diyor. Kuleba’nın bu söylemi, Donbas'ın tamamını ve muhtemelen Kırım'ı da geri almak istedikleri anlamına gelir ki o zaman, hem Kırım hem de Donbas kendi topraklarını Rusya'ya karşı savunmak adına kanlı bir savaşın içine çekilecek demektir.
Ukrayna'nın Batı ittifakına dahil olduğunu kabul eden Kuleba, "ABD ve AB'yi yeniden bir araya getirenin" Ukrayna'nın direnişi olduğunu da söyledi; “Bizim zaferimizin kendilerinin de zaferi olacağını biliyorlar. İşte bu nedenle, yanımızda kalacaklarına da güveniyorum.”
Şimdiye kadar yeterince savaş çığırtkanlığı yapmadığını düşünüyor olsa gerek ki Boris Johnson da NATO'nun sınırlarını biraz daha genişletmenin peşine düştü, geçtiğimiz hafta Finlandiya ve İsveç ile bir güvenlik anlaşması imzaladı. NATO üyelikleri onaylanma aşamasındayken bir saldırı yaşayacak olurlarsa her iki ülkeye de askeri destek sunulacağının sözü verildi. Finlandiya’nın Rusya ile 1340 kilometre uzunluğunda bir sınırı var ki böylece bu da artık İngiltere’nin “kırmızı çizgisi” haline gelmiş oldu.
Zelensky de sonuç olarak Ukrayna hava sahasının korunması ihtiyacından bahsetmeyi bıraktı, çünkü artık Rusya'nın etrafının tümüyle NATO ülkeleriyle çevrilmesi aşamasına geçildi.
Kimi uzmanlar bunun, ABD ve müttefiklerinin uzun yıllar boyunca işgalci Rus ordusuna karşı savaşan Afganlara destek sunduğu Afganistan savaşına benzeyeceğini düşünüyor. Kaldı ki ABD ve NATO bu kez çok daha doğrudan bir şekilde müdahil olmayı seçtiler. Afganistan'da sıcak savaşa çekilmeleri söz konusu değildi ama şimdi bunu da yapacak gibi görünüyorlar. Hatta bazı Batılı yetkililer, iki tarafın yıllarca genişletilmiş bir cephe hattı için savaştığı 1914-18’e atıfta bulunuyor.
Financial Times'ın dünyadaki gelişmelerden sorumlu baş yorumcusu Gideon Rachman geçtiğimiz hafta şunları yazdı; "Bu nükleer çağda, rakibini alt etmek için girişilen hiçbir savaşın başarıya ulaşması mümkün görünmüyor, çünkü ‘alt etmek’ dünyanın sonunu getirmek anlamına gelir." Fakat buna rağmen, tarafların hiçbirinin taviz vermeye yeltenmeyeceğini de ekliyor Rachman: “Putin, binlerce ölü ve yaralı askerinin karşılığında kendisine kesinlikle hiçbir şey vadetmeyen bir barış anlaşmasını kabul etmek istemez. Diğer taraftan, Zelensky de Kırım'ın ötesindeki Ukrayna topraklarının Putin’e devredilmesini içeren bir barış anlaşmasını onaylayamaz.”
Her iki taraftaki zayıflıklar mevcut açmazı iyice alt üst edebilir. Sözgelimi, Rusya'nın saldırıları yeniden fiili bir hezimete dönüşebilir ya da savaş karşıtı hareket bir kez daha canlanabilirse Putin'i masaya oturmaya zorlayabilir. Petrol ve gaz arzının azalması ve fiyatların daha da artması sonucunda Batı ittifakının içinde çatlaklar oluşması da mümkündür.
Ama şimdilik tüm bunların korkunç maliyeti işçi sınıfına yüklenmeye devam ediyor. Silah tüccarları ve generallerin zaferi, milyonların yoksulluğa sürükleneceği anlamına gelir. Küresel tedarik ağlarının parçalanması, açlığın da dünyanın diğer bölgelerine yayılarak büyüyecek olduğunun göstergesi.
Medya propaganda yapmaktan asla bıkmayacak olsa da nihayetinde Ukrayna'ya duyduğu ilgi giderek zayıflayacak.
1914'te Polonyalı-Alman devrimci Rosa Luxemburg şöyle yazıyordu; “Kitlesel kıyım, günümüzde yorucu ve tekdüze bir iş haline geldi; sonu gelecekmiş gibi de görünmüyor. Kapitalist siyaset kendi ahlaksızlıklarına sımsıkı tutunarak ilerliyor. Cin şişeden çıktı bir kere.”
Tıpkı o zamanın devrimci hareketinde olduğu gibi, şimdi de bir kez daha bu emperyalist savaşlarına karşı yenilenmiş bir güçle ortaya çıkmaya ihtiyacımız var. Savaş yeni bir evreye doğru yükselirken, bizlerin de bu emperyalistlerin sorumlu olduğu kitlesel kıyıma karşı yükselteceği ve işçi sınıfının yaşamını altüst edenlere karşı direnenlerle bir araya gelip gücünü büyütecek yeni bir mücadele sürecine atılması gerekiyor.
Charlie Kimber
(Socialist Worker'dan Tuna Emren çevirdi)