Lübnan: İsrail tankları BM üssüne zorla girdi

Atom bombası saldırısının kurbanları anıldı

Japonya’da yüzbinlerce insanın ölümüne neden olan dünyanın ilk atom bombası saldırısının kurbanları trajedinin 77. yılında Hiroşima'da düzenlenen törenle anıldı. Dünyada ilk kez 6 Ağustos 1945’te ABD, Japonya’ya karşı atom bombası kullandı. Yaklaşık 140 bin kişinin hayatını kaybettiği Hiroşima saldırısı, yüzbinlerce insanın yaralanmasına ve radyasyon kaynaklı hastalıklara maruz kalmasına neden oldu. Atılan ilk atom bombasının şokunu henüz atlatamayan Japonya, 9 Ağustos 1945’te ikinci bir atom bombasının hedefi oldu, bu defa Nagasaki’de büyük bir yıkım meydana geldi. Radyasyon kaynaklı ölümlerle birlikte, atom bombası saldırılarında toplam 500 bine yakın insan yaşamını yitirdi. İkinci Dünya Savaşı'nın en yıkıcı yönlerinden biri, dünya savaşlar tarihinde ilk defa atom bombasının kullanılmasıdır. Savaş sonrası süreçte de dünya yeni bir nükleer savaş döneminin başlamasından endişe etti. Dünyanın yok olması bir düğme uzaklıktaydı. ABD'nin atom bombasını atmasının Japonya'yı teslim alma gibi bir amacı olduğu doğru değildir. ABD'nin amacı, hem yeni bir silah olan atom bombasını gerçek bir savaşta denemek, hem de savaş sonrasında oluşacak yeni dünya düzeninde kendisinin tartışmasız lider olduğunu kanıtlamaktı.  Hiroşima, 6 Ağustos 1945′ten sonra, bir "barış şehri" olarak yeniden inşa edildi. Bombanın yıktığı alanda, ayakta kalan ilk bina "Hiroşima Barış Anıtı" olarak seçildi. Her yıl Hiroşima'da yaşamını yitirenler için anma töreni düzenleniyor. Bombanın düştüğü yerin yakınında kurulan Barış Parkı'nda binlerce insan bir araya gelerek, bombalamada yaşamını yitirenlerin anısına saygı duruşunda bulunuyor. Savaş sonrasında galip taraf olan Müttefikler, Nazilerin ve Japonya'nın savaş suçlarını Nürnberg ve Tokyo mahkemeleri aracılığıyla yargıladılar. Fakat "adalet" galiplerin adaleti olunca atom bombasının kullanılması başta olmak üzere ABD ve Müttefiklerin savaş suçları gerçek anlamda hiçbir zaman yargılanmadı.

Kansas’ta kadınlar kazandı! Kürtajın yasal hak olduğuna karar verildi

Son derece muhafazakar olarak tanınan Kansas, kürtaj haklarını oylamaya sunan ilk ABD eyaletiydi.

ABD ile Çin arasındaki rekabetin çekişme alanı olarak Tayvan

Dünyanın en büyük iki ekonomisini barındıran ve en fazla askeri harcamayı yapan emperyalist devletler olan ABD ve Çin arasındaki rekabet Tayvan üzerinde yoğunlaşıyor. Mart ayında ABD Başkanı Joe Biden'ın Tayvan'ın bağımsızlığını destekleyen çıkışının ardından Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi adaya bir askeri uçakla gitti. Tayvan'a böylesi bir üst düzey ziyaret en son 25 yıl önce yaşanmıştı. Pelosi'nin ziyareti sırasında Çin savaş uçakları havada dolanırken, ordu da üç günlük tatbikata başladı. Aynı anda ABD savaş uçakları da oradaydı. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Tayvan'ın Çin'in eyaleti olduğunu savunarak, yeniden birleşme için gerekirse güç kullanabileceklerini duyurdu. Dünyada sadece 13 ülke (biri Vatikan) tarafından tanınan Tayvan ise bağımsızlık talebinden vazgeçmeyeceğini söylüyor.  Türkiye, Tayvan'ın bağımsızlığını tanımıyor. Çin'in bir parçası mı? Batı Pasifik Okyanusu'nda bulunan Tayvan, Çin'in güneydoğu kıyılarına 170 kilometre uzaklıkta bir adalar topluluğu. İlk yerleşimcileri, Çin’in güneyinde kalan bölgeden geldikleri düşünülen Avustronezyan kabilesi halklarıydı. 1624-1661 yıllarında Hollanda sömürgesi olan Tayvan, 1683’den 1895’e kadar Çin’in Qing hanedanı tarafından yönetildi. 17. yüzyıldan itibaren adaya Çin'den büyük göçler başladı.  1895'te yaşanan Çin-Japonya savaşını Çin'in kaybetmesiyle birlikte Tayvan da Japonya'nın eline geçti. 2. Dünya Savaşı'nda Japonya yenilince Tayvan'daki hakimiyeti sona erdi. Savaşın galiplerinden Çin hükümeti, ABD ve İngiltere'nin onayıyla Tayvan yönetimini devraldı. Fakat Çin'de Çan Kayşek hükümeti ile Mao Zedung liderliğindeki komünist parti arasında bir iç savaş çıktı. Savaşı Çin Komünist Partisi kazandı. Çan Kay Şek ve lideri olduğu Komintang hükümetinin yaklaşık 1,5 milyon destekçisi, 1949 yılında Tayvan’a iltica etti. Tayvan'ın Çin'in bir eyaleti olduğu iddiası – Tek Çin politikası - bu tarihte Pekin hükümeti tarafından ortaya atılmıştı. Tayvanlılar ise ne Çan Kay Şek'in ne de Mao Zedung'un Çin’inin bir parçası olmadıklarını savundu. Çin karşısında askeri olarak son derece zayıf bir durumda bulunan Tayvan yönetimi, Pekin tarafından tanınmıyor ve aralarındaki ilişkiler gayriresmi olarak yürütülüyor.  Tayvan neden önemli? 166 adadan oluşan Tayvan'ın önemi jeostratejik konumundan kaynaklanıyor. Adaya hakim olan devlet, Batı Pasifik'te de avantajlı konuma geliyor. Tarih boyunca emperyal devletlerin adaya olan ilgisi, dünya ticaret yolları üzerindeki hakimiyet kavgasından kaynaklandı. Bugün 23,5 milyon kişinin yaşadığı Tayvan, dünyanın 22. büyük ekonomisi. Bilgisayar çiplerinin üretim merkezi durumunda olan elektronik devi Tayvan'da sadece tek bir şirket, dünya çip üretiminin yüzde 50'sini gerçekleştiriyor. Bu da Tayvan'ı küresel kapitalizm açısından son derece önemli bir yer haline getiriyor. ABD'nin derdi ABD hükümetleri bu seneye kadar Tek Çin politikasını tanıdı, Tayvan'ı bağımsız bir devlet olarak görmeyerek, ilişkilerini Çin üzerinden yürüttü. Donald Trump döneminde Batı Pasifik'te Çin ile gerilim yükseltilirken, Biden yönetimi bu durumu had safhaya çıkardı. Pelosi'nin adaya ziyareti bir bağımsızlık mücadelesini desteklemekten öte ABD emperyalizminin en büyük rakibi ve hasmı olarak gördüğü Çin'e karşı yürüttüğü hegemonya mücadelesinin bir parçasıdır. 2008 küresel finans krizinin ardından baş gösteren emperyalizmin çoklu bunalımı, uluslararası hiyerarşiyi parçalamaya başladı, emperyalist devletler arasındaki rekabet keskinleşti. Tayvan üzerinde savaş uçakları gezdiren, Çin'e karşı askeri yardım vaadinde bulunan ABD zayıflayan dünya hegemonyasını tahkim etmek istiyor ve bu da tıpkı Ukrayna'da olduğu gibi Batı Pasifik'te de savaşı kışkırtan zehirli sonuçlar üretiyor.

İtalya’da hükümet krizi, Avrupa’da grevler, Sri Lanka’da direniş: Emekçiler isyanda

İtalya’da önceki hükümetin çökmesinin ardından egemen sınıfın baskısıyla göreve getirilen Mario Draghi, koalisyon ortağı 5 Yıldız Hareketi'nin Senato'da güven oyu vermemesi sonucunda istifa etti, hükümet krize girdi. 2018 seçimlerinden sonra kurulan 5 Yıldız Hareketi'nin güven oylamasındaki olumsuz kararının sebebiyse Roma’da kurulması planlanan ‘atıktan enerji üretimi’ tesisinin çevre kriterlerine uygun görülmemiş olmasıydı. Avrupa’dan grev dalgası yükseliyor ‘Patronların bankacısı’ olarak bilinen Draghi, yaşanmakta olan ekonomik kriz ve hayat pahalılığı koşullarında krizin faturasını işçi sınıfına yükledi; 175 milyar sterlinlik AB nakdi desteğine karşılık olarak bir “reform” paketi ve kemer sıkma önlemiyle taviz verdi. Enflasyonun yüzde 8’in üzerinde seyrettiği, işsizliğin giderek büyüdüğü ülkedeki aşırı yoksul sayısı pandemi döneminde 5,6 milyona yükseldi. İşçi sınıfının bir nebze bile önemsenmediği Avrupa’nın tamamında salgınla birlikte ulaşım sektöründe çalışan işçiler arasında bir işçi kıyımı yapıldığı için, pandemi sonrasında artan talep karşılanamadı, az sayıdaki işçilerden dayanabildikleri kadar çok çalışacakları bir kabus ortamını kabullenmeleri talep edildi. Ve beklenen oldu: İtalya’da havayolu işçileri isyan bayrağını çekip 17 Temmuz’da greve gitti, İngiltere’deki demiryolları işçileri ile Almanya’daki havayolları işçileri de onları izledi. Sri Lanka isyanı Zorlu bir ekonomik çöküş sürecinden geçen Sri Lanka’da ise yakıt ve gıda fiyatlarındaki artışın başlattığı halk isyanı, cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık koltuklarını gasp eden Rajapaksa kardeşlerin ikisini de istifa edip ülkeden kaçmak zorunda bıraktı. Gerek Avrupa grevleri gerekse Sri Lanka örneği, bir yandan işçi sınıfının daha fazla dayanacak gücünün kalmadığını gösteriyor ama diğer taraftan önümüzdeki yıllarda yaşanacaklara da ışık tutuyor: Halklar, tüm krizlerin faturasını kendilerine ödetmeye kalkışan otoriter liderlere “artık yeter” demeye başladı. Sınıf mücadelesinin giderek sertleştiği bu yeni dönemde baskıcı, neoliberal aşırı sağcılar tarafından on yıllar boyunca canına okunmuş olan işçi sınıfı bu kez krizin faturasını ödemeyeceğini gösteriyor: Grevlerin sayısı her geçen gün artıyor, isyan büyüyor.  

Suriye’nin hiçbir bölgesi geri dönüşlere müsait değil

Mültecilerle Dayanışma Derneği, Suriye’nin farklı bölgelerindeki güncel durumu ve geri dönüş risklerini açıklayan bir rapor yayınladı.   Raporda; BM ve uluslararası insan hakları kurumlarının yakın tarihlerde Suriye’deki duruma ve geri dönüş şartlarına yönelik açıklamaları üzerinden, Suriye’ye geri dönüş riskleri değerlendirildi. Suriye’de farklı güçlerin kontrolündeki farklı bölgelerin güncel durumu detaylı olarak anlatıldı.  Rapor özetle şu bilgileri içeriyor: “Suriye rejimi bölgelerine dönüşlerde; tutuklanma, gözaltına alınma, ciddi kötü muameleye maruz kalma riskleri devam etmektedir. BM İnsan Hakları Ofisi’nin 28 Haziran 2022’de yayınladığı rapora göre Suriye’de 1 Mart 2011 ile 31 Mart 2022 tarihleri arasında savaş ve çatışma sebepli sivil ölümleri 306 bin 887 kişiyi bulmaktadır. Suriye İnsan Hakları Ağı’nın (SNHR) Mart 2011’den Haziran 2022’ye kadar olan kayıtlarına göre; 228 bin 893 sivil ölümünün yüzde 87,5’ine Suriye rejim güçleri ve İran milisleri sebep oldu. SNHR’ye göre aynı süre zarfında gerçekleşen işkence sonucu ölümler 14,685 kişiyi (181 çocuk ve 94 kadın) buldu, bunların yüzde 98,5’ine Suriye rejim güçleri sebep oldu. 7 Mart 2011 ile Haziran 2022 arasında keyfi tutuklama/gözaltı veya zorla kaybetmeye maruz kalmış en az 151,462 kişi (5,093 çocuk ve 9,774 kadın dahil) bulunmakta. BMMYK’nın Mart 2021’de yayınladığı Suriyelilere yönelik koruma ve güvenlik risklerine dair rapora göre, yapılan geri dönüşlerin önemli bir kısmı sürdürülebilir şekilde gerçekleşmedi ve ülke içinde yeniden yerinden edilme durumuna rastlandı. BM Suriye Komisyonu 1 Temmuz 2021 – 31 Aralık 2021 tarihleri arasında, Suriye’nin kuzeybatısında bombardımanların ve kuzeydoğuda ise Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu ile Suriye Demokratik Güçleri arasındaki çatışmaların artışa geçtiğini belirtti. BMMYK’nın Mart 2021 raporunda, Suriyelilerin geri dönüşe yönelik çekincelerine ve geri dönüşe yönelik engellere değinildi. Bunlar arasında güvenlik, keyfi tutuklanma ve alıkonma korkusu, zorunlu askerliğe tabii tutulma, Suriye yönetiminin geri dönenlere vermesi gereken güvenlik izni belgesini alamama riski ve bazı durumlarda geri dönenlerin menşe şehirlerine/evlerine gitmesinin engellenmesi sayılmakta. Keyfi gözaltı ve tutuklamalara en çok maruz kalanlar Suriye’de demokratik halk ayaklanmalarına/ protestolara katılan kişiler, siyasi ve insan hakları aktivistleri, medya çalışanları, insani yardım aktivistleri ve vicdani retçilerdir. Kendilerine yöneltilen suçlamalar çoğunlukla gözaltı sırasında zorla, korkutmayla ve işkenceyle alınan ifadelere dayandırılmaktadır. Pek çok durumda kişiler gerekçe gösterilmeksizin de tutulabilmektedir. Uluslararası Af Örgütü’nün Eylül 2021 raporunda, Şam ve çevresi de dahil olmak üzere Suriye’nin hiçbir bölgesinin geri dönüşlere müsait olmadığı belirtilmektedir. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Ekim 2021’de yayınlanan çalışmasına göre, geri dönenler Suriye rejimi ve rejime bağlı milisler tarafından işkence, yargısız infaz ve kaçırılma dahil olmak üzere ciddi insan hakları ihlallerine ve infazlara maruz kalmışlardır. Suriye’nin farklı bölgelerindeki güncel durum  Genel resme bakıldığında,  Suriye coğrafyasının yaklaşık yüzde 11 kadarı muhalif güçlerin elindedir. Bu güçlerin tuttukları bölgeler İdlib ve Kuzey Halep, Tal Abyad ve Resulayn bölgeleri, Rakka ve Haseke, e güneydoğu Suriye’de ise Zakaf ile Al-Tanf bölgeleridir. Esad rejimi kontrolündeki bölgeler ülkenin kıyı bölgelerini, orta ve güney Suriye’yi ve doğu yönetim bölgeleriyle Halep’in belli kısımlarını kapsıyor. Rejim ayrıca Temmuz 2021’deki askeri operasyonları takiben güneybatıda Dera yönetim bölgesinde kontrolünü artırdı. Güneybatıdaki Al-Suwayda yönetim bölgesindeki ise rejim kontrolü daha kırılgan durumda. Suriye coğrafyasının yaklaşık yüzde 26’sını kontrol eden Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDF) tuttukları bölgelere, Deyrizor yönetim bölgesi, Rakka ve Haseke’nin çoğu kısmı ve Halep yönetim bölgesinin bazı kısımları dahildir.  

Roman Soykırımı kurbanları anılıyor

Nazi Almanyası'nın Auschwitz-Birkenau toplama kampında 3 bin Roman yurttaşı öldürmesinin üzerinden 78 yıl geçti. Avrupa Parlamentosu, 2015 tarihli kararıyla, 2 Ağustos'u Nazi işgali altındaki Avrupa'da katledilen 500 bin Avrupalı Roman yurttaşı anmak için "Roman Soykırımını Anma Günü" olarak ilan etti. İnsan onuruna saygı için çabalayacağız Avrupa Komisyon tarafından yapılan açıklamada, "Avrupa Roman Soykırımını Anma Günü'nde, Nazi rejimi altında acı çeken ve öldürülen yüzbinlerce Roman soykırım kurbanını anıyoruz. Soykırım (Holokost) sırasında Romanlara yönelik zulmü asla unutamayız. Roman azınlığın halen karşı karşıya olduğu zorlukları ve ayrımcılığı da görmezden gelemeyiz. Üye Devletlerimiz ile birlikte Roman karşıtlığı ile mücadele için yakın bir çalışma içindeyiz. Bu yıl, ulusal Roman stratejileriyle ilgili ilk değerlendirmeyi sunmuş olacağız. Birliğimizde (Avrupa Birliği), açıklık, hoşgörü ve tüm insanlar için insan onuruna saygı için çabalayacağız. Sadece bu ruhla ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadele edebiliriz” denildi. Roman soykırımı Edirne’de anıldı Türkiye’nin ilk Roman milletvekili Özcan Purçu, Nazilerin yüz binlerce romana yönelik soykırımını unutmayacaklarını belirterek, 2 Ağustos 1944’te Auschwitz Kampındaki katliamı andı. Purçu, “Faşizme karşı el ele mücadele etmeye devam edeceğiz” dedi. Hitler Almanyasında Yahudiler gibi Nazilerin hedefi haline gelen Romanlara, ayrımcılıkla başlayan saldırılar İkinci Dünya Savaşı’nda soykırıma kadar vardı. Naziler tarafından yıllarca “aşağı ırk” denilerek ayrımcılığa ve katliamlara uğrayan Romanlar; Macaristan, Polonya ve Çekoslovakya gibi birçok kampta zorla çalıştırılıp deneylerde kullanıldı. Nazilerin iktidarında katliama uğrayan Romanların sayısının toplamda 800 bine yakın olduğu ifade ediliyor. Edirne'de, Romanlar için Meriç Nehri kıyısında anma programı düzenlendi. Katledilen Romanların anısına Meriç Nehri'ne çiçek bırakıldı. 78 yıl önce, 2 Ağustos 1944'te, çoğu kadın ve çocuk 3 bin Roman, Auschwitz-Birkenau'da gecenin karanlığında vahşice öldürüldü. Ancak bugün de Roman toplumları dünyanın pek çok bölgesinde ırkçılık ve ayrımcılıkla karşı karşıya kalıyor. 

Rusya-Ukrayna savaşında son durum: İşgalin 155. gününde gelişmeler

Füzeler Belarus'tan Ukrayna'nın kuzey bölgelerini vuruyor; İngiltere, Ukrayna'nın Kherson'daki karşı saldırısının ivme kazandığını söyledi. Rus kuvvetleri tarafından Belarus'tan Ukrayna'nın kuzey bölgelerine 25 füze ateşlendi. Çernihiv, Kiev, Zhytomyr şehri çevresindeki bölgelere füze saldırıları başlatıldı. Chernihiv valisi, dokuz füzenin Honcharivska köyü yakınlarına çarptığını, bazılarının ormana düştüğünü söyledi. Belarus'taki Rus askeri hareketlerini takip eden aktivistler, füze rampalarının Gomel yakınlarındaki Ziabrauka havaalanından geldiğini söyledi, Belarus’a yaptırımların artırılması çağrısında bulundu. Mykolaiv valisi, “28 Temmuz sabahı Mykolaiv'e büyük bir roket saldırısı düzenlendi. Korabelny semtindeki ortaokul binası üç füze saldırısı sonucu neredeyse tamamen yıkıldı, bir kişi yaralandı" dedi. Ukrayna'nın Kherson'daki karşı saldırısı hız kazanıyor. Ukrayna güçleri Rus işgali altındaki Herson'un kuzey sınırını oluşturan Ingulets Nehri'nin güneyinde bir köprübaşı kurdu. Ukrayna, yeni uzun menzilli toplarıyla, Rusya'nın kontrolü altındaki bölgelere tedarik için kullanılan Dnipro Nehri üzerindeki köprülerden en az üçünü yıktı. Rus kuvvetleri daha önce işgal ettiği Melitopol ve Zaporizhzhia bölgeleri ile Kherson'a savunma amaçlı asker gönderiyor. Rus güçleri doğu Ukrayna'daki ikinci büyük elektrik santralini ele geçirdi. Moskova'nın Ukrayna'yı işgalini protesto eden bir Rus gazetecisi Rus mahkemesi tarafından, ordunun itibarını zedelemekten suçlu bulundu. Gazeteci Marina Ovsyannikova 15 yıla kadar hapis cezasıyla karşı karşıya. Rusya'nın bağımsız gazetelerinden Novaya Gazeta hükümet tarafından kapatılıyor. 1993'ten bu yana Rusya'nın baskı altındaki bağımsız medyasının temel direklerinden biri olan Novaya Gazeta, Mart ayında, ülke içindeki operasyonlarını savaşın sonuna kadar durdurmuştu. Norveç'in BM büyükelçisi, BM Güvenlik Konseyi'nin geçen hafta Ukrayna ve Rusya'dan dünya çapında milyonlarca aç insana tahıl ve gübre taşınmasını olumlu karşılayan bir açıklama üzerinde anlaşamadıklarını söyledi. Açıklamada, genel sekreter Antonio Guterres ve Türkiye hükümeti anlaşmanın düzenlenmesindeki kilit rollerinden dolayı övülecekti. Türkiye, tahıl ve gübre taşınması sürecini denetlemek üzere İstanbul'da bir merkez açarken, Ukrayna limanlarından ayrılacak ilk gemiler için hazırlıklar devam ediyor. Ukrayna donanması, yenilenen tahıl ihracatına hazırlanmak için üç Ukrayna limanında çalışmaların başladığını doğruladı. Türkiye Savunma Bakanı Hulusi Akar, ilk sevkiyatın birkaç gün içinde yola çıkmasının beklendiğini söyledi. Kuzey Akım 1 üzerinden akışlar, bir gün önce yaklaşık 28 milyon kWh/saatten dün 14,4 milyon kilowatt saate (kWh/sa) düştü. Rusya Çarşamba günü Avrupa'ya daha az gaz verdi, bu zaten normal kapasitenin sadece %40'ıydı. Almanya, Moskova'yı enerji ihracatı üzerinden "güç oyunu" oynamakla suçladı. Ukrayna savaşı, 1945'ten bu yana Avrupa'da yaşanan en büyük savaş. Ukraynalılar için bu, Rus emperyalizmine karşı varoluşsal bir mücadele.

Sınıf mücadelesinde yeni bir dönem başlıyor: İngiltere'de on binler grevde

Ve on binler, yüz binlere dönüşmek üzere... İngiltere’nin dört bir yanında on binlerce demiryolu işçisi greve gitti. İletişim İşçileri Sendikası'nda (CWU) örgütlü telekom işçileri bir ulusal greve hazırlanılırken başlayan demiryolları grevine şimdi telekom ve sağlık işçileri de destek veriyor. Büyüyen sınıf mücadelesi dalgasının başlangıcına işaret eden geçen ayki üç günlük grevin ardından gerçekleşen büyük greve sendika aktivistleri de katıldı. Sınıf mücadelesinde önemli bir değişim yaşanıyor. Sayılarının 80 binden fazla olduğu bildirilen demiryolu ve telekom işçilerine, 115 bin kişilik Royal Mail işçileri de katılmayı planlıyor. Ve itfaiyeciler de kendilerine önerilen düşük zam oranlarını kabul etmeyip mücadeleye hazır olduklarını bildirdiler. Tüm gözler işçilerde Demiryolu sistemini felç etmeleri beklendiği için şimdi tüm gözler greve giden işçilerde. Hayat pahalılığı karşısında giderek eriyen işçi ücretleri ve haksız işten çıkarmalara karşı direnen işçiler "Artık yoksul olmayı reddediyoruz" pankartları taşıyor.. RMT’ye (Demiryolu, Denizcilik ve Taşımacılık Sendikası) bağlı 40 bin demiryolu işçisinin öncülük ettiği büyük grevde işçiler bu mücadeleyi tüm işçi sınıfı adına verdiklerini, kazanımlarıyla herkesi cesaretlendireceklerini ifade ediyor. RMT genel sekreteri Mick Lynch, işçilerin “iyi bir ücret artışı, iş güvenliği ve düzgün çalışma koşulları için her zamankinden daha kararlı” olduğunu söyledi. RMT Doğu Londra başkanı Wale Agunbiade ise önceki grevlerin işçilerin güvenini artırdığını belirtti; “Artık herkes bir sendikaya bağlı olmak gerektiğine emin oldu. Ve üye sayımız artıp duruyor.” İşçiler, Network Rail patronlarının 13 Temmuz'da yaptıkları, Ocak ayına kadar geriye dönük yüzde 4 ve gelecek yıl için de yüzde 2 olarak belirlenen artışı kabul etmedi. Güney Londra'daki Waterloo istasyonundan bir demiryolu grevcisi, Socialist Worker'a şunları aktardı; “Bütçeleri var var ama hissedarlara gidiyor, işçilere değil. Buna rağmen daha fazla sorumluluk üstlenmemizi ve daha çok çalışmamızı istiyorlar. Şimdi bir de bilet gişelerini kapatacakları için bazı üyelerimiz işlerini kaybedecek.” Londra'nın merkezindeki King's Cross istasyonundan grevci George ise "Her işçi, şu anda yapmakta olduğumuz şeyin, örgütlü olsaydı işyerlerinde yapabilecekleri bir şey olduğunu kavramaya başladı,” dedi. Sendika temsilcileri, sokakta mücadelenin büyümesinden iyice korkmaya başlayan British Telekom (BT) yöneticilerinin her işçiyi tek tek arayıp grev yapmayı planlayıp planlamadıklarını sorduğunu bildiriyor. Fakat işçiler korkmuyor, bilakis bu gözdağı verme çabalarına, mücadeleyi daha da büyütmeye niyetli olduklarını göstererek yanıt veriyor.  

Zaho saldırısı BM Güvenlik Konseyi'nde görüşüldü: Irak Türkiye'yi suçladı, Türkiye ortak soruşturma istedi

Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi, Irak'ın Zaho bölgesindeki Parkha beldesine geçen hafta düzenlenen ve 9 sivilin hayatını kaybettiği saldırıyla ilgili acil olarak toplandı. Konsey'e bilgi veren BM Irak Özel Temsilcisi; "Irak saldırıyı Türkiye'nin düzenlediğinden emin, Türkiye ise Irak'la ortak soruşturmaya hazır" dedi. Kürdistan Özerk Bölgesi'nin Dohuk eyaletindeki Zaho'nun Parkha beldesine 20 Temmuz'da düzenlenen saldırıda 33 kişi de yaralanmıştı. BM Güvenlik Konseyi 25 Temmuz'da saldırıyı kınamış, Türkiye ise Irak'ın suçlamalarını reddederek, PKK'yı suçlamıştı. BM Özel Temsilcisi Jeanine Hennis-Plasschaert, Konsey'e, olay hakkında kendisinin elindeki bilgileri şöyle özetledi: "20 Temmuz günü öğle saatlerinden sonra Parkha tatil bölgesine beş top mermisi atıldı. Burası iyi bilinen bir turistik bölge ve yılın bu döneminde, beklenebileceği gibi çocuklar da dahil çok kalabalık bir grup insanla doluydu. Birinci mermi Parkha'ya bakan yerleşim bulunmayan dağ eteğine isabet etti. Ancak ondan sonraki mermiler tesisin merkezini vurdu ve birisi bir yaşında bebek olmak üzere üçü çocuk 9 sivilin ölümüne ve 33 sivilin yaralanmasına yol açtı. Yaralılardan 11'ine cerrahi müdahale yapıldı, üçünün durumu hala kritik. Saldırıdan hemen sonra Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi bir komisyon kurdu, komisyon aynı gün yıkımı görmek, kanıt toplamak, tanıklarla ve yerel yetkililerle görüşmek için saldırıya uğrayan bölgeye gitti. Irak hükümeti olay yerinden toplanan kanıtlara dayanarak yaptığı değerlendirmede saldırıyı net şekilde Türk ordusunun düzenlediğinde ısrarlı. Türkiye Dışişleri Bakanlığı ise "sivilleri hedefleyen her türlü saldırıya karşı olduklarını" bildirerek, saldırıdan PKK'yı sorumlu tuttu. Buna karşılık PKK da, bölgede güç bulundurmadığını ve saldırıdan Türkiye'nin sorumlu olduğunu kaydeden bir açıklama yaptı. BM Özel Temsilcisi, Irak Meclisi'ne bilgi veren Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin'in "2018 yılından bu yana Türkiye'nin Irak'ın egemenliğini 22 bin 700 kere ihlal ettiğini ve Irak'ın aynı dönemde Türkiye'ye 296 protesto notası verdiğini söylediğini" de kaydetti. BM Özel Temsilcisi özet olarak Irak tarafının, Türkiye'den, topraklarındaki bütün güçlerini geri çekmesini istediğini, ayrıca "söylentileri, inkârları, yanlış anlamaları ve gerginliğin tırmanmasını önlemek için" bağımsız veya ortak ama şeffaf bir soruşturma çağrısı yaptığını, Türkiye'nin de bu konuda Irak ile ortak bir çalışma yapmaya hazır olduğu izlenimi aldığını aktardı. BM’nin konu ile ilgili toplantısı henüz sonuçlanmadı. Irak'ta Sadr yanlısı protestocular parlamento binasını bastı Irak’ta Türkiye ile ilgili gelişmeler sürerken, parlamentoda yeni başbakanın belirlenmesi konundaki tartışmalar sokaklara sıçramış durumda. Irak’ta Koordinasyon Grubu’nun Muhammed Şiya el-Sudani’yi başbakan adayı göstermesine itiraz eden Şii din adamı Mukteda Sadr'ın destekçileri, Yeşil Bölge’deki parlamento binasını bastı, polis biber gazı sıktı, en az 1 yaralı var.  

Geri 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 İleri

Bültene kayıt ol